28 Nisan 2013 Pazar

18 Mayıs'ın ışığıyla 1 Mayıs'a!

Meyvesiz ağacı sallamak beyhude bir çabadır

Bazı durumlarda politik ve örgütsel durumu daha kolay yoldan izah etmek ve akılda kalmasını sağlamak için halk deyimlerine başvurulur yada yaşanmış gerçekleri ifade eden fıkralarla durum izah edilmeye çalışılır. Her zaman olmasa da bir kısım halk deyimleri ve fıkraları mevcut durumu izah etmede belki de sayfalarca yazılacak daha etkili olabilir.

Çünkü halk deyimleri ve fıkralar yüzyıllık halkın tarihinde süzülüp gelmekte ve birçok bakımdan da yaşanmışlıkları yada yaşanacaklara ilişkin deney ve tecrübeler sunmaktadır. Bu bakımdan M-L ustaların çeşitli dönemlerde kaleme almış olduklarında yazılarında kendi halklarının deyimleri ve fıkralarında yararlanarak konuları daha basite indirgeyerek gerçekleri emekçi yığınlara yalın bir dille anlattıklarına tanık olmaktayız. Bu bakımdan bir çok uygarlığın yaşamış olduğu ülkemizde de halklarımızın tarihsel yaşamından bugünlere taşınan binlerce deyim ve fıkralar var.

Bunların bir çoğu önemli dersler içinde barındırmakta toplumu, insanlığı, sistemi vb. anlamada bizlere yardımcı olmaktadır. " Meyvesiz ağacı sallamak beyhude bir çabadır" halk deyimi de bu binlerce güzel deyimlerden birçok bakımdan anlam yüklü olan ve yerinde, zamanında kullanıldığında durumu anlama ve ona çözüm bulmaya yönlendiren bir deyim olduğu unutulmamalıdır.

Bilindiği gibi her meyve ağacında aynı ölçüde meyve oluşmuyor. Bazı ağaçlar daha fazla meyve veriyor, bazıları ise daha az ve hatta bazılarında ise hiç meyve olmuyor. Elbette bunun değişik nedenleri var. Ama aynı bakım yapıldığı halde meyve vermeyen yada az meyve veren ağaçlar olduğunu biliyoruz. Aslında meyve ağacı burada bir sembol rolünü oynamaktadır. Burada görülmesi gereken kişilerin doğru tanınması ve ondan ne beklenildiğinin iyi bilinmesi ve rastgele meyve yetiştiriciliğine yönelinmemesidir. Bu halk deyimini örgütlü mücadeleye uyarlamaya yöneldiğimizde karşımıza meyve ağacı olarak ifade etmemiz gereken örgütün temel direği olan kadrolar ve sempatizanlar çıkmaktadır.

Nasıl ki bir bahçede aynı meyve ağaçlarında su, gübreleme, ilaçlama vb. bakımı aynı olmasına karşın alınan meyve aynı olmuyorsa bu aynı şeyi örgütü oluşturan kadrolar için daha fazla geçerlidir. Belki de meyve vermeyen bir ağaca başka bir meyveyi aşılamak mümkün olabiliyor, örneğin meyve vermeyen yada az meyve veren bir elma ağacı bol meyve veren başka bir elma ağacından aşılama yaparak meyve vermeyen ağacı meyve verir bir duruma getirmek olanaklıdır. Ama bu aynı şeyin insanlarda uygulanması söz konusu olmamaktadır. Bu bakımdan da örgütün kadro ve sempatizanlarını iyi tanıması ve onların ne kadar gelişmeye açık, yetenekli ve verimli olduklarını iyi bilerek hareket etmeli, meyve verme özelliği taşıyanları öne çıkararak örgütü bunların üzerine bina etmelidir.

Bilindiği üzere burjuva kapitalist sistem yaşamın her alanında eşitsizliklerle dolu ve daha işin başında eğitimde başlayarak parası olana daha iyi eğitim olmayana doğru düzgün eğitim vermediği ve temellerini sağlamca atarak eşit eğitimi yaratmadığı bir durum ortadır. Burjuva kapitalist sistemin daha işin başında ayrımcı davrandığı bir sistemde insanların olanaklarında eşit bir şekilde geliştirmeleri söz konusu olmamaktadır. Durum böyle olunca bir çok insanın gelişimi ve yeteneklerini ortaya çıkararak insanlığın gelişimi yada örgütlü mücadelenin ileriye doğru taşınması doğrultusunda kullanılması söz konusu olmamaktadır.

Sistemin insanları ayrıştırdığı bu durum kaçınılmaz olarak örgütlü mücadeleye de yansımaktadır. Sorunlara ilgi duymak, kendisini geliştirip, yenilemek için yetişenler ile, bütün çaba ve uğraşlara rağmen pek fazla gelişim göstermeyenler örgütlü mücadele içinde de kendisini netçe açığa sermektedir. Elbette burada sorunun özünü önceden eğitim alıp almama oluşturmuyor. Bunun sorunları anlama ve kavramada önemli bir etkisi olsa da tek başına bir kişinin "meyve veren bir ağaç olması" için yeterli olmuyor. Bunun inanç, kararlılık ve topluma karşı kolektif sorumluluk duygusuyla birleşmesi gerekiyor. Bu iki unsur iç içe olmadan ve biri diğerini güçlendirerek ilerlemeden kadroların verimli bir konuma getirilerek yeşermelerini sağlamak söz konusu olamaz.

Haliyle buraya bahçeyi kuran ve bakan bahçıvan rolünde olan örgüt yöneticilerine büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Bahçıvan nasıl ki bahçesindeki ağaçlarını ve çiçeklerini iyi tanırsa örgütün yönetici kadroları da örgütün kadro ve sempatizanlarını iyi tanımalı ve boşa kürek çekmekten uzak durmalıdır.

Devrimci çalışmada zamanın oldukça önemli olduğu reddedilmez bir olgudur. Burjuvazinin hergün her saat her saniye emekçi yığınları zehirlemek için bin bir türlü araç ve gereçle çalışmaya devam ettiği koşullarda, kısıtlı kadro ve olanaklara buna karşı mücadele yürüten devrimci ve komünist örgütlerin daha bir titiz olmaları gereklilikten öteye bir zorunluluktur. Bu bakımdan devrimci örgütlenmenin kadro yetiştirmede zamanı iyi değerlendirmeli ve meyvesiz ağaç durumunda olan, yani pek gelişmeye açık olmayan ve kendisi dışında kimselere bir faydası olmayan hep başkalarının önderliğine gereksinim duyan insanlarla zaman harcama ne kişiye ne de devrimci mücadeleye bir yararı olmayacağı açıktır.

Kadrolaşmaya hava kadar, su kadar gereksinim duyulduğu bir ortamda adeta el yardımıyla kadrolaşmaya yada ya tutarsa biçiminde kendinliğindenci yaklaşımlara prim vermek enerji ısrafından başka bir yarar vermeyecektir. Üzerinde durulmasına ve her türlü destek verilmesine ve olanak sağlanmasına rağmen hala kişiler oldukları yerde saymaya devam ediyor ve başkalarına göre davranmaktan kapanmıyorlarsa, bütünden insanlarla daha fazla zaman öldürme kişiye ve örgüte zarardan başka bir sonuç getirmeyecektir.

Kadrolaşmada meyve vermeye aday olan insanlar seçilmeli ve bunların eğitimi ve kalıba dökülmeleri için özel bir çaba içine girişilmelidir. Verileri olmayan ve kendisi birşeyler katma çabası içinde olmayanlarla uğraşmanın örgütü darlığa ve yığın savaşımının ihtiyaçlarını yanıtlamaktan geriye düşerek önderlik iddiasında uzaklaşmaya neden olacağı unutulmamalıdır.

Örgütlü mücadele planlı ve programlı bir çalışmadır. Kendiliğindencilik ve bilinmezlikler yada tesadüfler bu çalışmaya zarar verir. Haliyle örgüt çalışması bir yerde kadrolaşma çalışması olduğuna göre meyve vermeyen yani gelişmeye açık olmayan insanlarla pek fazla zaman öldürmemeyi gerektirir. Onun için örgütün planlı ve programlı çalışmalarında istenilen sonucu alabilmesi ve hedefini yakalayabilmesi için enerjisini, güç ve olanaklarını olabildiğince iyi kullanmalı ve meyve vermeyen ağaçları sallayarak boş bir çaba içinde olmamalıdır. Bu bir yerde sallanan meyve ağacını iyi tanıyıp, tanımamayla bağlı bir durumdur.

Nasıl ki bir bahçıvan bahçesindeki meyve ağaçlarının ne kadar meyve verdiğini bilmezse, enerjisi ve zamanını meyve veren ağaçla, meyve vermeyen ağaç arasında bir ayrım yapamaz ve meyve vermeyen ağacı boş yere sallayarak enerji ve zaman kaybına uğrar. Tıpkı örgütlü mücadelede yöneticilerin örgüt kadro ve sempatizanlarını mücadele sürecinde tanımak için özel çaba sarf etmeden herkese aynı biçimde yaklaşarak enerji ve zaman kaybına yol açacak bir durumun yaratılması gibi.

Tüm bu olumsuz durumlardan hızla kurtularak, devrimci kadroların verimli ağaçlar olarak kavgaya sürülmesi ve sempatizan çevreler içinde yeni kadroların tespit edilerek geliştirilip yetkinleştirilerek enerji ve zaman kaybının ortadan kaldırılarak, verimli ve gelişme vaat eden insanların kadrolaştırılması için meyve veren ağaçları sallamalı ve gözü kapalı bir şekilde ve el yardımıyla yürümekten hızla kurtulunmalıdır.

KP-İÖ'nün I. Konferans belgelerinden

KP-İÖ’nin doğuşu: 1. Bölüm
KP-İÖ, kökleri kitle çizgisi, birlik politikası, önderlik anlayışı ve hareketimizin sosyalist demokrasi geleneklerinin bugüne taşınmasına dek uzanmaktadır. Dahası KP-İÖ, her şeyiyle ve her yönüyle Hareketimizin sürdürücüsüdür. Birlik süreci öncesi tartışılan görüş ayrılıkları ve örgüt içi yaşam ve uygulamalar sorununda farklılıklarımız bütün kamuoyu ve yoldaşlarca az ya da çok biliniyor.

Fakat birlik tartışmaları öncesi ve sonrası uzanan süreçte, eskiden beri Hareket geleneğinden kopmuş ve yaşamını bütünüyle birliğe bağlayan Hareket MK'sındeki oportünist kanat, gerçek görüş ve yaklaşımlarını hep gizli kapaklı olarak örgüte taşımaya çalıştı. Örgüt ortamına göre hareket eden Hareketin değerlerinden bütünüyle kopmuş, bir çok yönüyle çürümüş ve ahlaksız, yalancı bir konuma kaymış olan önderliğin oportünist kesimi, bir çok sorunda ortak davranış içinde olarak ve örgüte karşı dolap çevirerek, geri kadro ve sempatizanlarımızı etkilemeye çalıştı. Dahası Hareketi dağıtmak için tek başına bir şeyler yapılamıyor havasını vererek, oportünist birlik görüşlerini egemen kılmak için olmadık şaklabanlıklar yapmaktan kendilerini alamadılar.


Ölümsüzlük, yürek yüreğe çarpmaktır

Evet, ölümsüzlük sokaktaki kavgadandır. Ölümsüzlük mücadelenin kızgın pratiği içerisinde yılmadan omuz omuza, yürek yüreğe çarpışmak ve bu uğurda hiç bir tereddüte düşmeden savaşmaktır.

Nice şehitler verdik kadını, erkeğiyle, nice canlar düştü toprağa. Hepsi gülerek kucakladı ölümü, bir an olsun arkasına bakmadan.

Onlar bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için yola çıkmışlardı. Eşit, özgür bir dünya kuracaklarına inanmışlardı. Teslimiyet, güvensizlik ve icazet çemberinden kopmuşlar, halkların kurtuluş yolunu göstermişlerdir. Ölümü göze almak, yaşamı türkü tadında sevebilenlerin tüm dünya ve insanlık için yaşamayı bilenlerin yapabileceği bir fedakarlıktır. İşte bu fedakarlığı dara ğaçların da, ölüm oruçlarında, faşist kuşatmalarda, yargısız infazlarda ve işkencehaneler de hayatı türkü tadında sevebilenler omuzladı. Köklerimiz Anadolu’nun isyankar topraklarından, gücümüz Pir Sultan’ların, Baba İshak’ların ve Şeyh Bedrettin’lerin kavgaların isyan ateşindendir.

Bu geleneği anlamak hayatı anlamaktır. Bu geleneği taşımak yeni gelenekler eklemek hayatı coşkuyla savunmak, zorun, zorbanın karşısında halkın öfkesini ve cesaretini bayraklaştırmaktır.

Gelecek, zalimlerin, sömürücülerin değil halkın güvenini, umudunu taşıyanların olacaktır. Gelecek şehitlerimizin kanlarıyla örülmüş yapılarda şekillenmekte, güçlenmektedir. Gelecek ellerimizdedir. Gelecek orakla çekicin buluştuğu yerdedir.

Bitmedi o kavga sürüyor ve sürecek!
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek..

Dürüstlük devrimciliğin yalan oportünizmin mayasıdır

He­men her sa­yı­mız­da dev­rim­ci­lik, sos­ya­list il­ke­ler ve de­mok­ra­si ne­dir so­ru­la­rı üze­rin­de du­ru­yo­ruz. Or­ta­ya ko­yup eleş­tir­di­ği­miz şey­le­rin bir ço­ğu­nu Le­nin ve Sta­lin yaz­mış ve Tür­ki­ye­li ko­münist­ler uy­gu­la­mış­lar­dır. Yak­la­şık 30 yıl­lık müca­de­le de­ney ve pra­ti­ği­miz­de da­mı­tı­la­rak or­ta­ya çı­kan, ge­le­nek­sel ha­le gel­miş olan bu ger­çek­le­re bağ­lı kal­mak ve hal­ka, ör­güt kit­le­si­ne açık ol­ma dürüst tu­tu­mu 95 Ağus­tos’un­dan bu­güne, MLKP ta­ra­fın­dan tam bir kör­ler-sa­ğır­lar di­ya­lo­ğuy­la al­tüst edi­le­rek, bı­rak sen ko­münist il­ke ve nom­ları, dürüst sı­ra­dan fe­odal in­san­la­rın mert­li­ği ve yi­ğit­li­ği bi­le ara­nır du­ru­ma gel­miş­tir. Yak­la­şık 5 ay­dır süren ya­lan ve de­mo­go­ji üze­ri­ne ku­ru­lu po­li­ti­ka ya­pa­rak, dev­rim­ci ta­ba­nı yoz­laş­tı­ra­rak düşüne­mez bir du­ru­ma ge­tir­me yön­lü ça­ba­lar kor­kunç bir yoz­laş­ma, ah­lak­sız­lık ve bo­zul­ma­yı or­ta­ya çı­kar­mış du­rum­da.

Tor­ba­sın­da ide­olo­jik-si­ya­sal hiç bir şey kal­ma­yan­la­rın ge­nel­lik­le baş­vur­du­ğu ya­lan, do­lan ve yıp­rat­ma yön­lü sal­dı­rı­lar görül­me­miş bo­yut­ta sür­düğü gi­bi, yürek­li­ce bu sal­dı­rı­la­ra da sa­hip çı­kıl­mı­yor. Bu­güne ka­dar 30’u aş­kın dev­rim­ci MLKP’li­le­rin sal­dı­rı­la­rı so­nu­cu ya­ra­lan­mış­tır. on­lar­ca pu­su ku­rul­muş­tur.

Komp­lo­cu­luk ge­liş­ti­ril­miş ve bı­çak-so­pa, si­lah, de­mir çu­buk gi­bi de­li­ci, ke­si­ci, öl­dürücü alet­ler devrimci­le­re kar­şı kul­la­nıl­mış­tır. İşin da­ha da önem­li­si HA­DEP mi­tin­gi, ATİF ge­ce­si, bir ti­yat­ro dönüşün­de ve en son ola­rak Bah­çe­li­ev­ler Za­fer Si­ne­ma­sın­da ya­pı­lan Aras Kar­go iş­çi­le­ri­nin gre­viy­le da­ya­nış­ma ge­ce­sin­de pro­va­kas­yon amaçlı sal­dı­rı­lar, Me­tin Gök­te­pe’nin ce­na­ze tö­re­nin­de tah­rik­ler­de bu­lun­mak, polisin sal­dı­rı­sı­na or­tam ha­zır­la­ya­cak yön­lü kit­le ey­lem­le­rin­de sal­dı­rı­ya ge­çe­rek, dev­rim­ci il­ke, ku­ral ve so­rum­lu­luk­tan uzak­la­şa­rak, hal­ka ve dev­rim­ci ka­mu­oyu­na kar­şı say­gı­sız­lık için­de ol­muş­lar­dır. bu­güne ka­dar­ki ya­zı­la­rı­mız­da so­run­la­rı ne ki­şi­sel­leş­tir­dik ve ne­de ya­lan de­mo­go­ji üze­rin­de yük­sel­te­rek ko­lay yol­dan par­sa top­la­ma yo­lu­na gir­dik. Böy­le dav­ran­dıy­sak bu­nun ne­de­ni, hal­ka ve dev­ri­me kar­şı olan so­rum­lu­lu­ğu­muz ve ko­münist özümüz­dür. So­ru­nu ta baş­tan iti­ba­ren ide­olo­jik-si­ya­sal ve ör­güt­sel ilkeler ze­mi­ni üze­rin­de ele al­dık ve bun­dan as­la sap­ma­dık.

Maoist Komünist Parti eleştirisi: Herkes kendi bayrağı altında toplanmalıdır

Devrimci hareket bir yandan bölünme parçalanma yaşarken, öte yandan her akım teorik-pratik duruşuyla gerçek niteliğini ortaya koymaktan ve kendi niteliğine rücu etmekten geri kalmıyor. Bunun bir çok bakımdan olumlu olduğunu söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. At izinin it izine karıştığı bir dönemde devrimci hareketin düzlüğe çıkması ve herkesin kendi bayrağı altında toplanma çabasının olumlu bir gelişme olduğunu söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. Kendilerine bugüne kadar ML diyen ama M-L ile hiç bir ilişkisi kalmamış olan akımların kendi gerçek kimlikleriyle ortaya çıkmaları, bir yerde devrimci kadrolar ve emekçi yığınlar nezdinde dünden bugüne bu akımların nasıl bir çizgi içinde hareket ettiklerini ve ML’yi kendilerine nasıl bir maske olarak kullandıklarını açıkça ortaya sermesi ve ideolojik, politik gerçekliğin ortaya konması bakımından önemlidir.

Yakın döneme kadar ML’nin prestijini kullanarak kendi gerçek niteliklerini gizlemeye çalışan akımların, gelinen durumda, biçimsellikten kurtularak özlerine dönmeleri ve bunu sakınmadan ortaya koymaları, bu akımların gerçekliğini daha bir netlikle açığa serdiği gibi, aynı zamanda komünistlerin bu akımların ML ile hiç bir ilişkileri olmayan oportünist-revizyonist akımlar oldukları yönlü eleştiri ve iddialarını da doğrulayıcı olmuştur. Demek ki, bir akımın kendisine ML demesi, ya da ML bazı doğruları savunuyor görüntüsü içinde olması, o akımın ML olduğu anlamına gelmez.

Bir akımın ML olması, strateji, program ve temel taktiklerde ML bir hatta durmasının yanında, aynı zamanda pratik mücadelede de bunun gereklerine uygun davranmasını gerektirir. Yani teoride proletarya diktatörlüğünü savunan ve pratikte buna uygun davranan bir akım ancak komünist olabilir. Onun içindir ki, bir akımın komünist olmasının temel kıstası, teorisi ile pratiği arasındaki uyumun yakalanması ve bunun için gereken devrimci çabanın gösterilmesidir. Aksi durumda, yani strateji, program ve temel taktiklere dayalı ML bir hatta durmayan bir akımın, örgütsel, pratik çalışmalarında proletaryayı kurtuluşa götürecek bir devrimci hat oluşturması ve buradan dünyayı ve toplumu devrimci anlamda değiştirme, dönüştürme mücadelesine öncülük etmesi beklenemez.

Dahası devrimci teori olmadan devrimci pratiğin yaratılması ve emekçi yığınların devrim ve sosyalizm savaşımlarının ileri taşınması beklenemez. ML programsız komünist olunamadığı gibi, bu programın gereklerine uygun düşen bir devrimci pratik çalışma yaratılmadan da komünist olmak olanaksızdır. Haliyle bir komünist hareketin öncelikle nasıl bir dünya için mücadele yürüttüğü ve neyi amaçladığını ortaya koyarak ideolojik-politik duruşunu netleştirmeli ve buradan hangi sınıfa dayandığı ve hangi sınıfın temsilcisi olduğu gerçekliğini ortaya koyması gerekiyor. Bir akımın niteliğini belirlemede göndere çekilmiş bayrak olan strateji, program ve temel taktikler ayıraç çizgisidir.

Haliyle bir akımı değerlendirirken öncelikle program ve politik duruşunu yargılamalı ve buradan pratik çalışmalarına uzanılmalıdır. Yani akımları değerlendirmede teorik, politik çözümlemeleri ve değiştirip-dönüştürmeyi amaçladığı ülkenin ve dünyanın gerçeklerine nasıl baktığının öncelik açığa çıkarılması ve ideolojik olarak hangi mevzide durduğunun ortaya konması gerekiyor. Çifte sandalyede oturma ya da ML ile hiç bir bağı kalmadığı halde sırf onun prestijinden yararlanmak için gölgesinde geçinmeye çalışmak, kendi gerçek kimliğini saklayarak devrimci kadroları ve emekçi yığınları aldatmaya yönelmek oportünist akımların genel karakteri olmuştur.

Oportünist akımların hemen çoğu ML’ye açıktan tutum alma yerine onu savunuyor görünerek, oportünist ve revizyonist çizgilerini gizlemeye çalışmışlardır. Bu aynı duruma ülkemiz devrimci ve komünist hareketinin yakın tarihinde onlarca kez tanık olduğumuz gibi, bugünde yaşıyoruz. En son TKP-ML'nin kendisini MKP olarak ilan eden 1. Kuruluş Kongresi’nde de görmek mümkündür. 15 Eylül 2002 tarihli MKP’nin 1. Kuruluş Kongresi'nde bir çok konu ele alınmış olduğundan dolayı, biz bunların en önemli olanlarına kısa değinmeler yapacak ve daha çokta M-L’in 3. nitel aşaması olarak ifade edilen ve MKP’nin ideolojik, politik olarak daha da geriye savrulmasının göstergesi olan Mao Zedung eleştirisi üzerinde yoğunlaşmaya çalışacağız.

Çünkü, MKP’nin üzerinde yükselmiş olduğu ideolojik zemin Maoizm olduğu için, bizde asıl olarak okun sivri ucunu Maoizme yönelterek, MKP’nin bugüne kadar savuna gelmiş olduğu oportünist görüşleri bir kez daha eleştireceğiz. Elbette MKP’nin 1. Kuruluş Kongresi değerlendirme ve kararları uzun süre tartışma yaratacak ve kendi durumlarının ve TKP-ML'nin tarihini yeniden masaya yatırılmasını koşullayacaktır. MKP kongresi 30 yıllık bir sürecin geniş ve kapsamlı değerlendirmesini yapıyor. Bunu bir yerde kendi gerçekliğini ortaya koyması ve hatalarına eleştirel bir yaklaşım içinde olması bakımından olumlu bir çaba olarak söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. Neki, eleştiriler zamanında ve yerinde yapıldığında bir yeri, ağırlığı ve değeri olur. Aksi halde eleştirinin bayağılaşması ve çürütücü hale gelmesi kaçınılmazdır.

MKP’nin 30 yıllık mücadele tarihinin eleştirisinde, bir noktada, kendilerinin nasıl çürüyerek geriye savrulduklarını ve bir türlü oportünist önderlikten kurtulamadıklarını gösteriyor. MKP’nin 1. Kuruluş Kongre açıklamasında şunları okuyoruz: “Enternasyonal proletaryanın Türkiye-Kuzey Kürdistan kolu; Kürt, Türk ve çeşitli milliyetlerden Türkiye-Kuzey Kürdistan proletaryasının öncü müfrezesi olan partimiz Maoist Komünist Partisi, TKP-ML’den Maoist Komünist Partisi’ne otuz yıllık parti tarihimizin muhasebesini yaparak bugüne kadar halkımızın kurtuluş mücadelesindeki öncü rolünü tüm yönleriyle sorgulamış ve deneyimlerini Maoizm’in süzgecinden geçirmiştir...” “Bu Tarih Bizim!.. Tarih bize doğru bir siyasi çizginin kendiliğinden ve sakin bir şekilde değil, ancak mücadele içinde ortaya çıkıp, geliştiğini göstermiştir. Bütün komünist partileri bu süreci yaşamıştır. Bu durum, partimiz için daha da geçerlidir. Çünkü, partimiz kurulduktan kısa bir süre sonra hem kurucu önderini yitirmiş, hem de yenilgi almış; dahası arkasından oluşan önderliklerin izledikleri politik-taktik çizgilerin esasta MLM değil, oportünist olma gerçekliği vardır. Bu çizgilerin sol veya sağ çizgi olması fark etmez. Sağ ve sol çizgilerin hepsi de MLM çizginin gelişmesi önünde engel ve aynı derecede tehlikelidir.

1. yenilgi sonrasından günümüze kadar devam ede gelen önderlikler doğru bir politik-taktik siyasal çizgi izlemedikleri içindir ki partimizin genel ideolojik-siyasi çizgisi kitlelere yeterince nüfuz edememiş, parti çizgisi maddi güç haline gelememiş ve yeni yenilgiler almaktan kurtulamamıştır. Yoldaş Kaypakkaya sonrası önderliklerimiz Mao savunmasını merkezci bir güzergâhta Hocacılıkla birleştirerek Maoizm’in eklektik kavrayışını uygulaya gelmişlerdir. Mao Zedung düşüncesi formülasyonu bu eklektizmden dolayı terk edilmiştir.”

Sanırız MKP’nin Kaypakkaya’dan sonra partinin önderliğinin oportünistlerin elinden kurtulamadığı, ama yinede partinin ML kaldığı yönlü savları, dünya devrimci ve komünist hareketinin tarihinde pekte karşılaşılmayan, TKP-ML'ye özgün bir durum olsa gerek. Bir örgütü 30 yıl oportünistler yönetecek ama, o örgüt ya da parti hala M-L olarak ayakta kalacaktır. Böylesi değerlendirmenin bilimsellikle ve gerçeklikle hiç bir ilişkisinin olmadığını söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. Yine MKP’nin 30 yıllık mücadele tarihine dogmatizm, sağ ve sol sapmalar damgasını vuracak ve anti-Marksist düşünceler partinin yönetimine egemen olacak, yine de o parti çizgisi ve politikaları ML olarak kalacak. Bunların hiç biriside süreci açıklamada ve yapılan değerlendirmelerin altını doldurmada yeterli ve ikna edici olmamaktadır. MKP’li arkadaşlar 30 yıllık sürece ayna tutmaya yönelmişler ama, bunu sonuca götürerek adını koymada cüretkar davranmayarak iki arada, bir derede gidip gelerek zorlanmışlar. Bir partinin yönetimine 30 yıl oportünistler egemen olmuş ve parti politikalarını bu oportünistler çizmiş ve yönetmişlerse, sağ ve sol oportünizmin etkinliğinin bu süreçte sürdüğü ve dogmatizmin ve sübjektif düşünce tarzının bir örgüte egemen olduğu durumda, o örgüt ya da partinin uzun yıllar kendisini bırakalım komünist olarak ayakta kalmasını, az çok tutarlı devrimci bir örgüt olarak varlığını sürdürmesi de zor bir olaydır. MKP’li arkadaşlar bu değerlendirmelerini örgütlerinin üzerinde yükselmiş olduğu Maoizm’e yönelterek oradan kopuşu sağlamış olsalardı, 30 yıllık muhasebe gerçek yerine oturacak ve belki de daha olumlu gelişmelerin önü açılmış olacaktı.

Neki MKP Kongresi hem geçmişe yönelik bir dizi eleştiri yapıyor ve hem de bu hataların temellerinden birisi durumunda olan Maoizm’e tutum alarak ondan kopma yerine, kurtuluşu ona daha fazla sarılmakta buluyor. Bu yaklaşım aslında MKP’nin geçmiş süreçte yapmış olduğu hataların devam etmesinin daha başta ilanı anlamına geliyor. Çünkü hata ve zaaflarının ideolojik kaynağı olan Maoizm’den kopulmadan, biçimsel bazı değişiklikler yapmakla, işlerin düzelmesi ve istenilen devrimin öncü örgütünün yaratılması başarılamaz.


Üstelik ideolojik-politik olarak 30 yılın ardından Türkiye gerçekliğine tümüyle gözünü kapatarak, dogmatizm ve sübjektivizm mevzisinde durarak ve bunu bir çizgi halini getirerek, Türkiye devriminin temel sorunlarına doğru yanıtlar bulmak ve bu doğrultuda devrimci taktiklerle sürece müdahale ederek ilerlemekte olanaksızdır. Yıllardan bu yana TKP(M-L)nin temel çıkmazlarından birisi olan Çin ve ÇKP kopyacılığı ve Maoizm savunusu ve düşünme tarzı nedeniyle, kendi ifadeleriyle, ciddi bir gelişme kat edememeleri gerçekliği bir yana itilerek, çıkış Maoizm de aranıyor. MKP açıklamasında şunları okuyoruz; “Partimiz, ülkemiz proletaryasının ve halkımızın demokrasi ve bağımsızlık kavgasında gerçek bir öncü güç olarak şehitlerimize ve halkımıza verdiğimiz bağımsızlık, halk demokrasisi, sosyalizm ve komünizm sözünü daha sağlam, daha bilinçli ve daha sınanmış, yanılgı ve yenilgilerinden öğrenmiş bir kavrayışla yerine getirme kararlılığındadır. Partimizin adını Maoist Komünist Partisi olarak değiştirmemiz de bu daha ileri kavrayışımızın sonuçlarından biridir...

Partimiz Maoist Komünist Partisi, TKP(ML)nin ideolojik, siyasi ve örgütsel devamı ve onu yaratan Maoizm’in Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki en üst düzeydeki temsilcisi, Kaypakkaya Güzergahı’nın kararlı savunucusu ve takipçisidir.

Maoizm, Marksizm-Leninizm’den ayrı değil, onun yeni, nitel, üçüncü aşamasıdır. Maoizm savunulmadan Marksizm-Leninizm savunulamaz. Bundandır ki Komünist Partisi isminde Maoizm vurgusunun da bulunması tayin edicidir. Yoldaş Kaypakkaya açıkça ilan etti: Hareketimiz Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünüdür. Bu, kesin bir ayrım çizgisidir. Kongremiz, TKP(ML) isimlendirmesini bu ideolojik bilinçten hareketle Maoist Komünist Partisi olarak değiştirdiğini coşkuyla duyurur.

Kongremiz, Partimizin bütünlüklü tarihi muhasebesi içerisinde, Maoizm kavrayışımızın yanısıra Devrimci Enternasyonalist Hareket’i ve Partimiz'in onunla ilişkilerinde izlediği tutumu da değerlendirmiş ve 1997 yılına kadar Partimiz'in bu alanda izlediği sol sekter, eklektik - merkezci oportünist siyaseti alt ederek aşağıdaki sonuçlara varmıştır:

Geçmişte Partimizde hakim hale gelen merkezci sol sekter çizgi ve bölünmeler nedeniyle Devrimci Enternasyonalist Hareket ile ilişkilerimiz aksamıştır. İlişkilerin aksaması esasen Partimizin yanlış değerlendirme ve tutumundan ileri gelmekteydi. Bunun asıl nedeni Maoizm’den sapmaydı. Gelinen aşamada, Partimiz, Devrimci Enternasyonalist Hareket ve onun yayınladığı ‘Deklarasyon’ ve ‘Yaşasın Marksizm - Leninizm - Maoizm’ belgesini MLM olarak değerlendirmekte ve sahiplenmektedir.”

Devrimci Enternasyonalist Hareketin Deklarasyonu'nun ne kadar M-L olduğunu bir yana bırakarak yukarıdaki paragrafta aslında MKP’li arkadaşların kendi hata ve zaaflarını yanlış yerde aradıkları ve haliyle de yanlış sonuçlara gittikleri görülüyor. TKP-ML'nin 30 yıllık tarihinde başarısızlıklarının ve hatalarının kaynağı Maoizmden sapma ve ya da “Hocacılıkta karar kılma” eklektizmi olarak ifade edilmesi değil, tersini Türkiye gerçekliğine M-L bir pencereden bakma başarısı gösterememesidir. Yıllardan bu yana TKP(M-L)nin temel çizgisinde her hangi bir değişiklik olmadığı gibi, önderlik değişikliklerinde daha çok Maoculuğa sarılma adına geriye gidişler yaşanmış ve çizgiye bağlılık adına sübjektivizm ve dogmatizm yarışına girişilmiştir.

Durum böyle olunca MKP’nin hatalarının kaynağını Maoizm’i özümlememek ve buna uygun bir politik çizgi izleyememekte araması ne bilimsel ve nede doğru bir yaklaşımdır. Tersine Türkiye gerçekliği Maoizm'in çözümlemelerinin boşa çıkarmasının ve Çin - ÇKP kopyacılığıyla mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt olunamayacağının çarpıcı olarak açığa çıkması görülmelidir. Öteki bütün değerlendirmeler bu gerçekliğin anlaşılmasını perdelemeye yönelik, zaman kaybından başka bir işe yaramayan boş çabalar olarak kalacaktır.

Eğer, MKP kendi hata ve zaaflarının asıl kaynağı olan dogmatizm, dar deneycilik ve sübjektif düşünme tarzından kurtulamaz ve Maoculuktan ciddi bir kopuş yaşamayı göze alamazsa, söylemleri doğrultusunda ciddi bir gelişme ve atılım yakalamasının hayal olacağını belirtmeliyiz.

Çünkü, MKP değerlendirmeleriyle hem devrimci kamuoyuna ve hem de kendi tabanına büyük sözler vermiştir. Verilen bu sözlere bağlı kalmak devrimciliğin olmazsa olmazlarındandır. Teori ile pratik arasındaki bağın doğru olarak kurulması ve bunun gereklerinin yerine getirilmesi oldukça önemlidir. Tüm bunları pratik gelişmeleri yakinen izleyerek göreceğiz, ama daha bugünden bazı şeyleri söylemek hiçte MKP’ye zarar verici bir durum olmayacaktır.

MKP bir yandan tarihten yeterince ders aldıklarını ve bu hataları tekrarlamayacaklarını söylüyor, öte yandan TKP-ML'nin örgütsel, pratik çalışmalarını dumura uğratan Maocu iki çizgi mücadelesini, örgütsel dağınıklık ve parçalanmadan çıkış olarak sunuyor. Bugüne kadar TKP-ML cenahı parti içinde iki çizgi mücadelesini Maoist parti öğretisinin temellerinden birisi olarak M-L’ye karşı savundular. Ama MKP Maoist partilerin savunduklarını bir türlü pratiğe uygulayamadıkları iki çizgi mücadelesinin kendi pratiklerinde nasıl bir bölünme, parçalanma ve dağılmaya neden olduğunu değerlendirmelerinde görmek hiçte güç olmasa gerek. MKP’nin açıklaması, iki çizgi mücadelesinin TKP-ML pratiğinde nasıl bir sonuca yol açtığını şöyle aktarıyor;

“Parti tarihimizde İki Çizgi Mücadelesinin eklektik bir şekilde savunulması ve uygulanması bir yandan ayrılıkçılık, bağımsızlıkçılık, isyan ve hizipçilik kültürünü; dolayısıyla bir yandan da Maoistler'in birliği hedefini merkezine oturtmayan yıkıcı, sekter ve sol tasfiyeci çizgileri diğer yandan da mücadelesiz birlikler ve ilkesiz uzlaşmalarla liberal ve sağ tasfiyeci oportünist çizgileri beraberinde getirmiştir.


Parti içi iki çizgi mücadelesinin doğru ile yanlış arasındaki mücadele olduğu kavranmadığından, bu konuda ideolojik ve teorik kaos içerisindeki önderlik çizgileri doğal olarak bir çok hizipsel bölünmelerin gelişmesine de zemin hazırladılar. Hizipleri savunmak, bu hiziplerin çıkış gerekçelerini doğru bulmak ve savunmak Maoist parti içi iki çizgi mücadelesi ile bağdaşmaz. Açıktır ki bütün hizipler anti-Maoist bir çizgiden hareketle partiye bayrak açmış ve zarar vermişlerdir. Ancak bu durumların yaratılmasında önderliklerin hatalı çizgilerinin payı da ciddi bir değerlendirme konusu yapılmamıştır.”

MKP’nin Mao’dan alarak savunmaya çalıştığı parti içinde iki çizginin ebedi ve sürekli yaklaşımının eleştirisini Maoizmin parti öğretisini eleştirdiğimiz bölümde daha genişçe ele almaya ve konuyu aydınlatmaya çalışacağız. Bizim yakınen bildiğimiz gelişmeler, Maocu parti ve örgütler içinde iki çizgi mücadelesini özümlemek bir yana farklı görüşlere bile tahammül etmede ciddi problemler yaşadıkları ve sekter tutumlar içine girdikleri ve bu nedenle darbeci ve komplocu yöntemlere kadar işi uzattıkları bilinen olgulardır. Bu bakımdan MKP’nin parti içi demokraside sicilinin pekte temiz olduğu söylenemez. İki çizgi mücadelesinin anti Marksist bir yaklaşım olduğu görülüp mahkum edilmeden, partinin irade ve eylem birliğini sağlamak ve hiziplerle bağdaşmayan demir disiplinli devrimin öncüsü partiyi yaratmak söz konusu olamaz. Bu yönüyle MKP’nin tarihinden iyi ders alarak aynı hatalarını tekrarlanmaması için gereken örgütsel, pratik düzenlemeleri yaptığı söylenemez.

Nitekim MKP’nin gerçekliği ve Maocu kültürle bezenmiş olması bu akımın saflarında ciddi olumsuzlukların doğmasını ve yayılmasını koşullamıştır. M-L bir hatta yürümeyen ve kendisini sürekli olarak yenileme başarısı içinde olmayan, eleştiri ve özeleştiri silahını devrimci anlamda kullanmada başarılı olamayan bir akımın sonuçta çürüme ve yozlaşmaya kadar gidecek hastalıklara yakalanması kaçınılmazdır. Somutta bunu TKP(M-L)in tarihinde yakıcı olarak görüyoruz. Kaypakkaya çizgisinin savunucusu olduğunu söyleyen ve yıllardan bu yana bunun propagandasını yapan TKP(M-L), işkencede direniş söz konusu olduğunda Kaypakkaya’nın “ser verip sır vermeme” geleneğini pratiğe sürmede başarılı olamadıklarını ve bugüne kadar parti önder ve kadrolarının yüzde 90’lara varacak düzeyde poliste direngen bir tutum gösteremedikleri ve haliyle de örgütün bu alanda olumsuz bir pratik sergilediğini açıklıyor. 30 yılda bir örgüt bu kadar deney ve tecrübeden sonra eğer işkencede direniş konusunda hala gerilerde seyrediyor ve Kaypakkaya’ca direniş geleneğini yakalayamıyorsa, o örgütün ideolojik, politik hattı ve kadro politikası tümüyle masaya yatırılarak, buradan sorunlara yanıt aranmalıdır. MKP’nin örgüt içi demokrasi kültürü ve pratiği konusunda da ilginç değerlendirmelere tanık oluyoruz:

“Bizim ki gibi ülkelerde, küçük burjuvazi yaygın bir şekilde örgütsel olarak partiye katılırken bu sınıftan insanların ideolojik dönüşümünü sağlamak, ideolojik olarak partiye katmak, parti önderliğinin görevidir.

Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne, Çin işi olarak bakan ve Maoist Halk Savaşı Stratejisi’ni salt bir askeri savaş stratejisi olarak algılayan, Maoist kitle çizgisinden ve kitleleri savaş içerisinde dönüştürmenin Halk Savaşı’nın zaferinin yegane garantisi olacağından bihaber, dahası demokrasi kültüründen yoksun bir önderlik elbetteki kendi içindeki küçük burjuvaziyi gerçek anlamda proleterleştiremez. Bu başarılmadığı için küçük burjuvazinin örgüt içi ilişkilerdeki yıkıcı tarzı bir çizgi halinde partiye hakim olmuştu. Bu çizgi, özellikle 1986-87 yıllarında daha da boyutlu bir hal almıştı. Öznelcilik ve şekilciliğin düşüncede hakim olduğu bir partide, onun da ötesinde son yıllarda devrimci teorinin küçümsendiği, deneyci ideolojinin daha çok hakimiyetini sağladığı bir parti çizgisi tabi ki Marksizm, Leninizm, Maoizm’den sapacaktı ve sapmıştır.

Maoist parti ve Maoist iki çizgi mücadelesi anlayışından kopuş ve monolotik parti yaklaşımı, ayrılıkların temel nedenlerinden birisidir. Merkezi önderliklerin çizgilerini gerekçe göstererek ayrılanlar konferansa katılmamışlarsa, bu somut bir örnektir. Aynı şekilde önderliklerin de muhalefet üzerinde sopa kültürü bir başka yanlıştır. Maoist iki çizgi mücadelesinin olmadığı yerde ideolojik ve kültürel yozlaşmanın, burjuva kültürle uzlaşmanın ve amaca yabancılaşmanın kaçınılmaz olacağı açıktır. Bu yabancılaşmanın ürünü olarak ilkesiz, kişisel, grupsal ve bölgesel çıkarlar temelinde birlikler, her türlü proleter dışı düşünce ve yaşam tarzı ile uzlaşmalar söz konusu olmuştur. Bunun da ötesinde yabancılaşma, parti adına, parti ve devrimin çıkarları adına ilkelerin ayaklar altına alındığı en dejenere pratiklere girilebilmesine kadar götürmüştür. Partimiz tarihinde bunun iki üç örneği yaşanmıştır.” (MKP 1. Kuruluş Kongre açıklaması)

Demokrasi kültürünün olmadığı yerde her türlü kirliliğin ve sağlıksız eğilimlerin yeşermesini TKP(M-L) pratiğinde netçe görmek mümkündür. Oportünizme karşı mücadelede devrimci bir çizgide ısrar edilmemesi ve örgütün bir araç olmaktan çıkarılarak amaç haline dönüştürülmesi TKP(M-L) saflarında kabul edilemez yanlışların ve olumsuzlukların yaşanmasını sağlamıştır. Bu durum yığınlar nezdinde hem TKP(ML)ye ve hem de genel olarak devrimcilere güvensizliği körükleyici olmuş ve bir çok dürüst devrimci kadronun ve insanın devrimden soğuması ve uzaklaşmasına neden olmuştur. TKP(M-L) nezdinde ise daha da ağır bir fatura çıkarmıştır ortaya. Yapılan bu hata ve yanlışların öz-eleştirisi yapılarak aşılması oldukça zordur. Yıllar akıp gitse de bu yanlışlar bu akımların yakalarından bir türlü düşmeyecek ve her hangi bir gelişmede hep karşılarına çıkacaktır.

MKP hemen her alanda yönünü Maoizm'e kırdığı gibi, Maozm'i M-L'in nitel bir düzeye sıçratılması olarak kabul ederek felsefeden ekonomi politiğe oradan sınıflar mücadelesine kadar uzanan bir dizi konuda M- L'in sorunlara yanıt veremez duruma geldiğini söyleyerek, Maoizme olmadık roller yüklemekte ve ortada duran gerçekleri kaba bir şekilde ya yok saymakta yada çarpıtmaktadır .Örneğin Mao’nun felsefe alanında M-L'i geliştirdiği ve diyalektik materyalizme katkılar yaptığı iddiası üzerinde öncelikle durarak iddaları tek tek tek ele alarak M-L'in bakış açısıyla eleştirmeye ve Maoizm'in M-L'i nitel bir düzeye sıçratamadığı, aksine onu her bakımdan özünden saptırarak nasıl anlaşılmaz bir hale soktuğunu tanıtlamaya çalışacağız. Böylece MKP'nin ideolojik ve teorik zeminini ve politik duruşunu da eleştirmiş olacağız. Çünkü MKP hemen tüm görüşlerini Mao'dan almış ve referans olarak da Mao'yu göstermektedir.Bu bakımdan Mao’nun eleştirisi aynı zamanda MKP ve tüm Maoist'lerin eleştirisi anlamına geleceği unutulmamalıdır. Bizde MKP'yi eleştirdiğimiz bu yazımızda esas olarak Mao'yu eleştirerek bu doğru yolu izlemeye çalıştık. Eleştirimize öncelikle felsefeden başlayalım.
Bu yazı ideolojik mücadeleyi canlandırmak adına Devrimci Halkın Birliği dergisinden alınıp yayınlanmıştır.

18 Nisan 2013 Perşembe

Önceller bu kadar mı kötüydü, kopuş için bu telaş niye?

Atılım Gazetesi’nin 51. ve 52. sayılarında MLKP-MK üyesi ve 1. Konferans delegesi ile yapılan ve çeşitli sorunlara ilişkin MLKP'nin görüşlerini açıklayan bir röportaj yayınlandı. Bizi daha çok ilgilendiren röportajın 51. Sayısı’nda yayınlanan birinci bölümüdür. Bu röportajın diğer bir özelliği ise, gazetemizin birinci sayısında “nasıl bir parti ve görevlerimiz” başlığı altında işlediğimiz parti, partileşme süreci ve MLKP'nin bu sorunlarda işin hangi noktasında durduğuna ilişkin eleştiri ve değerlendirmelerimizi, MLKP MK üyesinin birincil elden doğrulaması ve dahası geçmişle bütün bağlarını kestiklerini ilan ederek, köksüz bir ağaca dönüşmelerini gururla açıklamalarıdır.

Oportünizmin bir özelliği görüşlerini dobra dobra söylemekten uzak durarak, fırsat kollama ve uygun anda görüşlerini ilan etmektir. Bütün oportünist ve revizyonist akım ve  kişiler hep böyle davranmışlardır. Örgüte egemen olmak için önce onlar gibi düşünür gözükür, sonra adım adım görüşlerini sağdan-soldan sokuşturmaya çalışır. İktidarda olmanın avantajını oportünist görüşlerini yaymak ve egemen kılmak için kullanmaya yönelir. Çünkü işbaşında olanlar için konuşmak, görüşlerini yaymak serbesttir. Hem de bunu aymazcasına yapar. Dün dündür, bugün bugündür bu oportünist zihniyetin temel yaklaşımıdır. Sorunları örgüte taşımak bunlar için yüktür. Çünkü örgüt adına hareket eden etkili ve yetkili şahıslar varsa, tabanın ve kadrolarının düşünmelerine hiçte gerek yoktur.

MK üyeleri her şeyi söyleme özgürlüğüne sahiptir. Ama bunları eleştirmek kimsenin haddine düşmüş değil. İşte bütün bunları Atılım Gazetesi’nde MLKP MK üyesi ile yapılan röportaj netçe ele veriyor. Gerçekler çarpıtıldığı gibi, doğru olmayan ve MLKP gerçekliği ile uyuşmayan şeylerde olmuş gibi gösterilerek, taban, kadrolar ve devrimci kamuoyu yanlış bilgilendiriliyor. Dahası geçmişin komünist değerleri bir çırpıda unutularak, yeni kültürden bahsediliyor. Bir yıllık süreçte hala ne olduğu yeterince belirginleşmeyen ve sınanmayan bir pratikten büyük sonuçlar çıkarılmaya çalışılarak, zafer sarhoşluğu ilan ediliyor. Kuru ajitasyonla ideolojik tutumlar ve ilkesel sorunlar geçiştirilmeye ya da üzeri kapatılmaya çalışılıyor. MLKP'de var olan derin görüş ayrılıkları ve ilkesel farklılıklar, büyük bir erdemmiş gibi sunuluyor. Keza parti, partileşme süreci ve görevlerimize ilişkin tartışmalar yok sayılıyor ve MLKP önceli her iki akımın savunduğu “parti işçi sınıfı hareketi ile sosyalist hareketin birliğidir”, görüşünün yanlış olduğunun özeleştiri yapılıyor.

Bütün bunlar “birlik devrimi” adına yapılıyor. Esasında cicim aylarının üzerinde rüzgâr bulutlarının geçerek fırtınaya dönüşmesi, üzeri atlanan ya da buzdolabına kaldırılan sorunların gümbür gümbür nasıl MLKP'nin başına bela olacağını şimdiden söylemek hiçte abartıcı bir değerlendirme olmayacaktır.

MLKP  neyden kopuyor?
MK üyesi ile yapılan röportajda, MLKP'nin bir yıllık süreci değerlendiriliyor ve parti ilanına ilişkin görüşler ortaya konarak, dünün devrimci geleneklerinin sürdürücüsü lafının sahte ve aldatmacı olduğu şu satırlarla ortaya çıkıyor:

“Kuruluş ekini” kaldırmakla “dün” den kopuşu tamamlamış olduk. Bunu yapay bir biçimde yapmadık elbette. Yani "kuruluşu" kaldırırsak, parti oluruz, geçmişle bağlarımızı keseriz  “gibi kaba bir tutum içinde olma ciddiyetsizliği ne başarılarımıza, nede ideallerimize yakışır...” (Röportajın birinci bölümü.)

Yine aynı röportajda MK yetkilisi gerçek düşüncelerini ve inkarcı yaklaşımlarını şu sözleriyle sürdürüyor: “Kuruluş geçmişle bağın bir görüntüsüydü.”

Bu satırlar MLKP'nin öncelleriyle bütünüyle bağlarını kestiklerinin açık bir ilanıdır. Hani MLKP köksüz bir ağaç değildi ve komünist öncülerinin birikimleri üzerinde yükselen bir oluşumdur. Hani MLKP bütün mücadele sürecinin bir senteziydi. Demek ki söylenen bu sözler bütünüyle tabanı ve kadroları aldatmaya yönelik bir manevraydı. Böyle olduğu için MLKP-K'nın “kuruluş” ekinin konması da çarpıtılarak aktarılıyor ve oportünist önderlik MLKP gerçeğini yanlış olarak kamuoyuna taşımaya çalışıyor.

Bir kere kuruluş ekinin konması, geçmişin görüntüsünün sürmesini ifade etmiyordu. Kuruluş ekinin konmasının temel nedeni MLKP-K'yı ilan eden delegelerin çoğunluğunun sınıf hareketiyle, komünist hareketin birliğinin sağlanamadığı ve başka bir deyişle iki hareketinde ayrı ayrı yollardan yürüdüğü düşüncesiydi. Yoksa bu platformda bugün MLKP'de egemen olan sınıf dışı parti fikrini savunanlar azınlıktaydı ve çoğunluk sınıfta kopuk parti kurulamaz görüşünü savunuyordu. Buradan hareketle de bir yıllık süreç içinde MK'nın önüne sınıf içinde çalışmaları yükselterek sınıfa azçok bağlanarak, hücreler temelinde kendini sınıf içinde üretir bir duruma getirme birincil görevini koymuştu ve bütün güçlerle bu olana yüklenmek gerektiğine özel olarak vurgu yapılmıştı.

Ne var ki MK üyesi arkadaş bu gerçeği bir kalem darbesiyle bir yana fırlatarak, kuruluş kongresinde çoğunluk tarafından ret edilen sınıf dışı parti kurulur görüşünü haklı çıkarmak için, "Kuruluş" ekinin konuluş gerekçesinin eksik ve olduğu kadarıyla da yanlış koyuyor. Röportaj da MK üyesinin açıkladığı gibi, MLKP-K'nın ilanı geçmişle görünüşte bağları sürdürdüğü biçimde, değildi. Tersine MLKP-K önceli iki örgütün daha ileri düzeyde yeni bir formda kendilerini birleşerek-kaynaşarak sürdürmesiydi. Yoksa  MLKP MK temsilcisini idare ettiği gibi MLKP'nin ilanı yeni bir çığırın açılarak, süper komünistlerin ortaya çıktığı bir örgütlenme değildi.

Ya da bilinmeyenleri açığa çıkaran ve ML katkı yapan bir örgütlenme değildi. Hatta birçok nokta da önceleri TKP-ML Hareketi’ne göre daha da geriye savrulan, sınıf içindeki faaliyetlerden yan çizen, sapan ve asli görevlerinden uzaklaşan ve örgüt içi demokrasiyi ortadan kaldırmasıyla da TDKP ve DHKP-C'ye özenen bir örgüt haline gelmiştir. İddia edildiği gibi MLKP öncellerini aşmadı ve daha ileri bir örgütsel omurga ortaya çıkaramadı. Geçmişin daha ileri ve olumlu değerlerinin altında ezilen ve o değerleri yakalama başarısı gösteremeyen MLKP önderliği, durumu kurtarmak için zorlama değerlendirmelere girişmekten kendisini alamıyor. MLKP'nin kuruluş sürecine kadar eskinin devamcısı ve Eylül ayından bugüne kadar ise, yani iki aylık süreçte ise, geçmişle bütün bağlarını kopararak kendisini parti ilan ederek, her şeye yeniden başladığını iddia edecek kadar dünün devrimci komünist değerlerinden kopan bir partidir.

Peki, MLKP MK'sına sormazlar mı; siz nereden geldiniz ve hangi devrimci zemin içinde yürüdünüz, öncelleriniz komünist değil miydi ki, onlardan koptuğunuzu ve geçmişle bağlarınızı kestiğinizi ilan etmekten zevk duyuyorsunuz. Görünen o ki; MLKP önderliği daha ilginç değerlendirmeler yaparak, komünist hareketin hanesine, yeni tarzlar katmayı sürdürecek. MLKP, öncellerinin değerlerinden koptu ama iki arada bir derede kaldı. Bu arkadaşlar, kimlerin devamcısı olduklarını da açıklarlarsa aydınlanmış oluruz.

MLKP işçi hareketiyle birleşmedi ama yine de partidir
MLKP-K'nın ilanı 1. Kongre’de parti sorununda öncellerinin temel yaklaşımını onaylar ve sınıfla birliğe özel bir vurgu yaparken, MLKP'nin ilan edildiği 1. Konferans’ta tersi yapılıyor. Bir yılda tam 180 derece geriye tornistan çekiliyor.

Peki, ne oldu da bir yılda iki temel farklı görüş MLKP'ye egemen oldu. Birincil olarak MLKP önderliği ideolojik teorik olarak oturmuş bir yapıya sahip değil. İkincisi örgüt içi demokrasi dumura uğratılarak 1. Konferans’a, ideolojik-teorik ve siyasal olarak çok geri, örgütsel deney ve tecrübeleriyle birikimi zayıf gençler delege olarak atanarak, normal koşullarda görüşlerini MLKP'ye kabul ettiremeyenler, bu anti-demokratik yolla 1. Konferans’ta egemen olmayı hedeflemişler ve bunu da başarmışlardır. İşin en ilginç yönü de bir yıl önce çoğunluğun karşı çıktığı ve örgüt tabanın da kabul etmediği görüşler,  bir yıl sona anlattığımız nedenlerle kabul gördüğünde hiç kimse ne oluyor deme cüretkarlığını göstererek bu oportünist önderliğe karşı tutum alma başarısını gösterememesidir. Normal bir tartışma süreciyle, azınlık görüşlerinin çoğunluk olmasında anormal bir yan yoktur. Ama bu bir yönüyle anti-demokratik ve oldubittiye getirilen bir yolla yapılıyorsa burada bir anormallik var demektir. MLKP'de yapılan tam da bu olmuştur.

Leninist parti öğretinin özü ve MLKP'nin öncellerinin temel yaklaşımı olan, “parti sosyalist hareketle sınıf hareketinin birliğidir” görüşü, bir yıl sonra MLKP 1. Kongresi’nce yanlış ilan edilerek Leninist parti özüne ayran suyu dökmüştür. MLKP öncellerinin görüşlerine ilişkin özeleştiri yapmaya ne hakkı ve nede yetkisi vardır. Hem TKP/ML Hareketi’nin geleceğiyle bütün bağlarını ve ilişkisini kestiğini ilan et ve hem de onlar adına özeleştiri yap. Bunun açıktan dürüst olmayan ikiyüzlü bir tutum olduğunu belirtmeliyiz.

Çünkü TKP/ML Hareketi’nin, parti konusundaki görüşlerini ancak TKP/ML Hareketi kadroları değiştirebilir. MLKP'nin hareketle uzakta-yakında bir ilişkisinin kalmadığı ortamda, parti sorunundaki temel görüşler de özeleştiri yapma hakkı da, kimseye devredilmiş değildir. Ancak MLKP-K'nın kurulduğu dönemde savundukları ile 1 yıl sonrası savundukları arasındaki temel farkları ortaya koymak bağlamında, MLKP MK temsilcisinin özeleştiri yaparak, gerçeği teslim etmeleri ve sınıf dışı parti fikrinde konakladıklarını ilanları olumlu bir gelişmedir. Bu bağlamda MLKP MK temsilcisinin açıklamaları bizlerin eleştirilerini bir kez daha onaylaması bağlamında da olumlu olduğunu vurgulamalıyız.

Peki, dün parti, işçi hareketiyle sosyalist hareketin birliği diyen MLKP-MK'lı bugün ne diyor?
“Gerçekte de komünist partisi iradi kararın, çabanın bir ürünü olarak mı kurulur, yoksa komünistlerin “işçi sınıfı hareketiyle birleşecekleri güne kadar” beklenmesi mi gerekir? Enine boyuna tartışıldı bu sorunlar. Konferans sınıf hareketiyle birleşme olgusunun göreceli olduğunu dikkate alarak davrandı. Bugün işçi hareketinin sosyalist hareketle ayrı ayrı kanallarda aktığı doğrudur. Proletaryanın devrimci örgütlülüğü hatta demokratik örgütlülüğü bile çok zayıftır. Türkiye'de yaklaşık 4 milyon proletarya var; neredeyse 3/4'ü sendikasız. Bu durum alınması gereken  mesafeyi dile getiriyor. Biz bu, başarıyı elde etmek için, (sınıfı örgütlemek kastediliyor-HB) önümüze hedefler koyan; ama parti olmanın tek ve belirleyici kriteri olarak kabul edemeyiz. MLKP değil, ama onun öncelleri böyle bir düşünce savunmuşlardır. Yanlıştı, sığdı ve mahkûm edildi.

Evet, MLKP, işçi hareketiyle birleşebilmiş değildir, ama partidir. Şu satırlar da MLKP'nin parti sorununda ne söylediğinden bir şeyler anlayan beri gelsin. Burada her şey var ama hiçbir şeyin yanıtı yok. Sorular yanıtsız kalmış ve bazıları öyle buyurduğu için MLKP parti ilan edilmiştir. MLKP'nin sınıfın örgütlülüğünün geri olduğunu ileri sürmesinin partinin sınıfla birleşmesiyle kurulacağının bir ilişkisi olabilir mi? Bizce hayır. Komünist partisinin iradi çabayla kurulacağını savunmak, sınıftan kopuk parti kurulur görüşünü haklı çıkarmaz ya da biri diğerinin alternatifi olabilir mi? Yine hayır.

Önümüze  hedefler koyarız yönümüzü fabrika bacalarının tüttüğü  bölgelere dönerek, işçi sınıfına bilimsel sosyalizm taşırarak hücreler temelinde sınıf örgütlenir mi? Ya da sınıfla bağlantıyı göreceklerdir diyerek, partinin azçok kendisini sınıf içinde üretir duruma gelmeden kurulamaz temel Leninist ilkesinden vazgeçilerek, genel ve yuvarlak laflarla önce parti kurulur sonra sınıfla birleşir saçma ve sınıf dışı görüşlere kapı aralanabilir mi? Yine hayır.

Öncelleriyle bağlantısını ve ilişkisini keserek yeni tarz adı altında abartıcılık ve sübjektivizm pompalayan bir zihniyet, TKP/ML hareketi adına özeleştiri yapabilir mi? Yine hayır. Lenin'in parti sosyalist hareketle işçi sınıfının birliğidir görüşü yanlışsa peki parti için temel kriter nedir? Bu konuda söyleyebileceğiniz herhangi yeni bir şeyler var mı? Yok eğer söylenecek yeni şeyler yoksa kendinizi zorlamanın ve saçmalamanın alemi ne. MLKP işçi hareketiyle birleşmemiş ama partidir?

Peki, MLKP sınıf partisi mi yoksa başka bir parti mi? Bütün bu sorular ve yanıtlar, MLKP'nin bütünüyle TKP/ML hareketinin ML görüşlerinden, devrimci sosyalist geleneğinden ne kadar koptuğunu, uzaklaştığını ve yeni bir hatta oportünist hata kaydığını gösteriyor.

Ve röportaj MLKP MK temsilcisinin birçok konuda doğru olmayan ve gerçekleri çarpıtan açıklamalarıyla sürüyor. Onları eleştirmeyi önümüzdeki sayılarımıza bırakıyoruz. MLKP tabanını, dün söyledikleriyle bugün yaptıkları arasındaki çelişkiyi inceleyerek, doğrulardan yana tutum almaya çağırıyoruz.
Bu yazı 1996 yılında Proleter Halkın Birliği Dergisi'nin 1996 yayınlanmıştır. Belgesel önemi olduğu için yeniden yayınlandı.

Sömürüye, yoksulluğa ve şovenizme halklara politik özgürlük için: 1 Mayıs’ta alanları dolduralım!

İşçiler, emekçiler, aydınlar, gençler, Kürdistan’ın yoksulları, emekçi kadınlar:
Amerikan işçilerinin kanlarını akıtma pahasına açtıkları 1 Mayıs  kavga bayrağı altında dünya işçileri ve emekçilerinin birleşip  burjuva kapitalist sömürücü düzene karşı  savaşmalarının  146. yıldönümündeyiz.

147  yıldır, işçi sınıfını birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs dünya işçi sınıfını uluslararası sermaye ile savaşım ve sermayeye karşı güç gösterisi günleri oldu. 1 Mayıs’larda dünyanın ezilen ve sömürülen halkların ve ulusların savaşımlarıyla, işçi sınıfını birleşik mücadelesiyle dayanışma içinde oldular; 1 Mayısları, emperyalizme, faşizme ve gericiliğe karşı mücadele günleri yaptılar.

147. yıldönümünde dünya işçi sınıfı ve ezilen halklara uluslararası sermaye ve dünya gericiliğiyle karşı karşıya gelecektir. Özgürlük, demokrasi ve sosyalizm şiarları yükselecek. Modern çağın ücretli kölelik düzenini yıkmak için ayağa kalkmış, devrim ve sosyalizm güçleriyle, karşı-devrimin hesaplaşması yaşanacak.

1 Mayıs’ta, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın işçi ve emekçileri, ezilen ve yok sayılan Kürt ulusu faşist diktatörlüğün baskı ve terörüne, ulusal zulme ve sömürüye karşı onurlu barışçı sesini yükselterek, kendi kaderini kendi eline almaya ve inkar ve imha politikaların son diyecektir.

Kokuşmuş işbirlikçi tekelci sermaye ve büyük toprak sahipliğine; zulmün ve zorbalığın kurumu TC devletine; faşist diktatörlüğün  baskılarına, yasaklarına; ulusal, ayrımcılığa, imha ve inkarcılığa; emperyalist uşaklığına, NATO’ya bağımlılığa, savaş tamtamlarına karşı; eğitimin ve sağlığın parasız olması ve herkese geçinecek kadar ücret için; demokrasi, özgürlük, devrim ve sosyalizm için!

Krize ve işçi kıyımı terörüne, düşük ücrete, sendikaların altını oyma ve örgütsüzleştirme saldırılarına; zamlara ve vergi soygunlarına, esnek çalışma dayatmalarına karşı; üniversitede, fabrika polis-jandarma terörüne, faşist-gerici dinci ve paralı eğitim sistemine  karşı; özerk ve demokratik  ve nitelik üniversite için YÖK’e karşı: Faşist 12 Eylül anayasasına karşı; faşist ırkçı terörle mücadele yasası ve diğer kararnamelere ve özel yasalara karşı: yeni TCK ve infaz  yasalarına karşı; iş, ekmek, temel hak ve özgürlükler için; Kürt ulusunu kendi kaderini kendi eline alması için; kadınların kölelik zincirlerini parçalayıp özgürleşmesinin yolunun açılması için; işçi, memur ve bütün çalışanlara özgür sendikacılık ve grevli toplu sözleşme hakkı için; devrimci tutsaklara özgürlük için; krizin yıkıcı etkisini, işçi kıyımlarını, örgütsüzleştirme dayatmalarını, grev yasaklarını ve zamları geri püskürtmek için, emekçilere daha iyi yaşam ve daha iyi çalışma koşulları, politik özgürlükler için; 1 Mayıs’ta fabrikada, okullarda, semtlerde güçlerimiz birleştirerek alanlara çıkalım ve sermayenin ve faşizmin saldırı dalgasına karşı birleşik gücümüz harekete geçirelim.

İşçiler, emekçiler, devrimciler, gençler, kadınlar:
İşçi ve emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 2013’te 1 Mayıs’ı emperyalizme, faşizme ve sermayeye karşı mücadele günü yapabilmek ve onun devrimci özünü yaşatabilmek için; 1 Mayıs’ın içeriğinin boşaltılmasına, düzen sınırlarına hapsedilmesine ve sendika ağalarınca sisteme bağlanma çabalarına karşı, 1 Mayıs’ta tüm gücümüzle alanlara çıkalım ve 1 Mayıs’ın emeğin sermayeye karşı mücadele günü olarak için mücadele edelim.

Çeşitli ulus ve ulusal azınlıklardan Türkiye işçi ve emekçiler olarak, 1 Mayıs’ta alanlara çıkarak gücümüzü, faşizme ve sermayeye düzenine karşı ortaya koyalım, “Faşizme ölüm, halklara özgürlük” şiarıyla güçlerimiz birleştirip, 1 Mayıs’a susku kumpasını ve faşist dinci ve gerici dayatmaları-saldırıları boşa çıkararak, Taksim 1 Mayıs alanında 1 Mayıs’ı kutlamalarının yasak dayatmalarının parçalanması, emekçilerin koluna vurulmaya çalışılan zulüm zincirlerini parçalamak için sokaklara akalım.

Yaşasın 1 Mayıs!
Biji yek gulan!
Faşizme ölüm halka özgürlük!
Yaşasın hakların kardeşliği!
Kahrolsun emperyalizm kapitalizm!
Yaşasın devrim ve sosyalizm!
  
Nisan 2013
Komünist Pari-İnşa Örgütü (KP-İÖ)

7 Nisan 2013 Pazar

Emperyalizme ve revizyonizme karşı Enver Hoca yoldaş yol göstermeye devam ediyor

Enver Hoca yoldaş 11 Nisan 1985 yılında yaşama gözlerini yumdu.

Enver Hoca yoldaşın 77 yıllık yaşamı ve mücadelesi, Marksizm-Leninizm’in büyük bir savunucusu ve uygulayıcısının, komünizm o davasının seçkin bir savaşçısının, dirayetli bir komünist  önderin yorulmak bilmez savaşımın örneğidir. Arnavutluk’un Emek Partisi ve Arnavutluk halkının bütün zaferleri onun, büyük ve şanlı savaşımına kopmazca bağlıdır. Enver Hoca yoldaşın paha biçilmez eseri, AEP'in ve Arnavutluk'un yaşayan canlı tarihidir. O, büyük bir  teorisyen ve pratisyen olarak,  yeni Arnavutluğun tarihine damgasını vurmuştur ve Stalin’den sonra Uluslararası Komünist Harekete (UKH) önderlik etmiştir.

Enver Hoca, 16 Ekim, 1908 (yılında, Güney Arnavutluk'un Girokastır kentinde doğdu), yurtsever gelenekleriyle ünlü bir aileye mensuptu. Enver Hoca,  ilkokulu, Girokastır'da okudu. Daha Korça lisesinde öğrenciyken, devrimci demokratik harekete katıldı ve bu faaliyetlerinden ötürü bir süre tutuklandı. Liseyi bitirdikten sonra, Fransa'ya yükseköğrenim görmeye gitti. Bu yıllar da Fransa'da işçi hareketi oldukça güçlüydü. Köklü demokratik eğilimlere sahip olduğundan, Fransa Komünist Partiyle ilişkiye geçti. Partinin yayın organı “L' 1 Humanite” (İnsanlık) gazetesine Arnavutluk’taki Kral Zogo rejimini teşhir eden yazılar yazdı. Zogo aleyhtarı faaliyetleri nedeniyle bursu kesilince, Enver Hoca, Belçika'ya gitmek zorunda kaldı. Belçika da okuduğu sıralarda, Brüksel deki Arnavutluk konsolosluğunda çalıştı.

Kral Zogo'nun  yurtdışındaki elçilikleri, Enver Hoca'nın devrimci etkinliklerini rapor edince, kral,  Enver Hoca’nın bursunu kestirdi. Enver. Hoca 1936'da ülkesine dönünce önce Tiran, sonra da Korça Liselerinde Fransızca öğretmenliği yaptı. Ülkesine döndüğün- de bir komünist olarak, devrimci yaşamını daha aktif bir şekilde sürdürdü. Bu yıllarda ilk Arnavut komünist grubu olan Korça komünist grubuna katıldı ve kısa süre de en faal üyelerinden biri oldu.

İtalyan faşistleri 19-39 Nisan'ında Arnavutluk'u işgal ettiler. İtalyan emperya1izminin uşağı kral Zogo ülkeden kaçtı. Ancak halk direndi. Yurtseverler kimi yerlerde çete savaşına başladılar. Komünistler ise dağınık bir durumdaydılar. Enver Hoca yoldaş, Korça komünist grubundaki yoldaşlarıyla birlikte, işgale karşı halkın isyanını örgütlemek için yorulmadan çalışıyordu. Faşist işgalciler, onun, devrimci çalışmalarının farkına vararak, “rejime muhalif unsur”, olduğu gerekçesiyle iş ten attılar. Bundan sonra komünist devrimci savaşımın profesyonelce sürdüren Enver Hoca yoldaş, aynı yıl, Korça Komünist Grubu'nun Tiran kolunun başına geçti. Enver Hoca'nın yönetimindeki Tiran kolu, kısa sürede, komünist ve anti- faşist hareketin önemli merkezlerinden biri haline geldi. Diğer yandan, Enver Hoca, dağınık durumda olan Arnavutluk komünist gruplarının birliğini sağlamak ve proletarya partisini oluşturmak üzere yoğun ve sistemli bir mücadele yürüttü. Bu mücadelenin de etkisiyle Arnavutluk'taki üç komünist grup, faşizme karşı savaşım içinde, birbirleriyle daha olumlu ilişkiler içine girdiler.

8 Kasım, 1941 günü, parti kuruluş kongresi gizlice toplandı ve partinin kuruluşu ilan edildi. Bu kongrede, E. Hoca yoldaş, Geçici Merkez Yönetim Kurulu'nun başına getirildi ve o günden başlayarak yaşamına gözlerini kapayana dek tam 44 yıl boyunca partinin başında yer aldı.

Parti kurulduğunda, faşist işgalcilere karşı direniş -dalgası bütün bir Arnavutluk'u sarmıştı. Şehirde ve kırlarda yığın eylemleri ve gerilla savaşı durmadan büyüyordu. Bu koşullarda faşizme karşı direnen ulusal kurtuluşçu güçlerin birliğini sağlamak, ulusal kurtuluş savaşımım tek cephede merkezileştirerek sürdürmek ivedi bir görev hali ne gelmişti. 1942 Eylül 'de Tiran yakınlarındaki Peza köyünde toplanan konferans, faşizme karşı ulusal kurtuluş cephesini örgütledi. Cephenin başkanlığına Enver Hoca getirildi ve ölünceye dek de tam 43 yıl boyunca Arnavutluk Demokratik Cephesi Genel Kurul başkam görevini ürünüdür.

1943 yazında büyük kentler dışında Arnavutluk'un en büyük kesimi, partizanların denetimi altındaydı. 1943 Temmuz ayında toplanan Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin Genel Kurulu'nda, ulusal kurtuluş savaşı bir ordunun içinde toplanması kararlaştırdı. Böylece ordu genelkurmayı oluşturuldu ve Ordu Siyasi Komiserliği'ne de Enver Hoca getirildi. O, yaşama gözlerini yumduğunda, halen, Arnavutluk Silahlı Kuvvetleri Başkomutanıydı.

İtalyan faşistlerinin 8 Eylül 1943 günü, teslim olmalarından sonra, faşist Nazi orduları Arnavutluk'u işgal etti.

Fakat kahraman Arnavutluk halkı, 28 bin şehit vererek, faşizmi püskürttü. Başında Enver Hoca’nın bulunduğu, AKP'nin yönettiği, Arnavutluk ulusal Kurtuluş Ordusu, 1943 kışında Nazi ordularını darmadağın etti. 1944 Mayıs ayında Pirmet kentinde toplanan anti-faşist Ulusal Kurtuluş Kurultayı bir geçici hükümet oluşturdu ve ' başına da Enver Hoca yoldaş getirildi.

Başında dirayetli bir komünist önderin bulunduğu, AKP, halkın faşizme karşı savaşına başarıyla önderlik etti. Enver Hoca yoldaşın oluşturduğu partinin doğru çizgisi sayesinde halkın faşizme karşı savaşımı zaferle taçlanıyordu. 28 Kasım 1944 günü başkent, Nazilerden kurtardı. Bir gün sonra da bütün Arnavutluk kurtarılmıştı ve Enver Hoca Nazilerden kurtarılmış yeni Arnavutluk'un ilk demokratik hükümetinin başına geçti.

İkinci Dünya Savaşının sonlarında, Amerikan ve İngiliz emperyalistleri, Arnavutluk'a kancalarını takmaya çalışıyor ve Arnavutluk'a emperyalist planlarını kabul ettirmek için yıkıcı girişimlerini arttırarak sürdürüyorlardı. Arnavutluk, Enver Hoca ve AEP, emperyalistlerin gözdağına, yardım önerilerine ve ballı-şekerli sözlerine ardından savaşın yakıp yıktığı, adeta,  harabeye döndürdüğü ve çok geri bir tarım ülkesi olan Arnavutluk'u hızla ve duraksamaksızın sosyalizm yoluna sokmayı başardı. Anti-emperyalist demokratik devrim, kesintisiz olarak ve çok hızlı bu şekilde sosyalist devrime dönüştürüldü. Arnavutluk halkı, tarihinde ilk kez 1945 Aralık'ında gizli, eşit ve tek dereceli seçimlerle Kurucu Meclis'i seçti. Meclis, 11 Ocak, 1946' da Arnavutluk Halk Cumhuriyeti'ni ilan etti.

Arnavutluk Halk Cumhuriyeti'nin kuruluşu Arnavutluk tarihinde paha biçilmez bir değere sahiptir.  Arnavut halkı, Enver Hoca yoldaşın önderliğinde kendi geleceğini kendi eline aldı. Geçen süreçte, başında büyük önder Enver Hoca yoldaşın bulunduğu  AEP'in, ilkeli önderliği altında, sosyalist inşa kesintisiz sürdürülerek, proletarya diktatörlüğü pekiştirildi, toplum hayatı her alanda kararlılıkla devrimcileştirildi. AEP, Enver Hoca önderliğinde Avrupa'nın en geri  tarım ülkesini, sosyalist ekonomiyi başarıyla inşa eden, dünyanın her tarafını aydınlatan sosyalizmin parlak bir feneri, yaptı. Enver Hoca yeni, sosyalist Arnavutluk'un mimarıdır.

O’nun dirayetli önderliği altında ülke karanlıktan ışığa çıkarılmış, emekçi halkın yaşam düzeyi sürekli yükseltilmiştir. Sosyalist kalkınma programının hazırlanmasında o başrolü oynamıştır.  Arnavutluk 40 yılda çağlar boyu yol katletti. Çünkü  Enver Hoca yoldaşın Marksist-Leninist öğretileri, Arnavutluk gerçeğine ve gelişmesinin taleplerine cevap vermiş, onun dirayetli önderliği başarıdan başarıya koşan AEP ve Arnavutluk halkının en büyük esinleyicisi olmuştur.

Başında Enver Hoca yoldaş gibi, günümüzün en büyük Marksist-Leninist otoritesinin bulunduğu komünist partinin başarılı önderliği altında Arnavutluk kısa sürede ve büyük bir hızla görünümü nü tümüyle değiştirdi; çok yönlü, çağdaş sanayi ve tarzına sahip olan ve halkın gereksinimlerini giderek daha yüksek düzeyde karşılayabilen ileri düzeyde bir ülkeye dönüştürüldü. Dört bir yanı emperyalistler, sosyal-emperyalistler, gericiler, revizyonistler ve oportünistlerle çevrili olan sosyalizmin yıkılmaz kalesi ASHC, bu karanlıkta bir güneş gibi parlamış ve dünyanın her yanma ışık saçmıştır.

Enver Hoca yoldaş, büyük dünya proletaryası ve halklarına da değerli hizmetlerde bulundu, Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in proleter enternasyonalist geleneğini yaşatarak, onların günümüzdeki en büyük savunucusu ve uygulayıcısı oldu. 0, bizzat revizyonizme, oportünizme karşı mücadelenin ateşi içinde UKH'nın bugünkü genel politik çizgisini oluşturdu ve bu temelde UKH'nin birliğini sağlamlaştır maya büyük bir özen gösterdi. Yine o, proletarya ve halkların emperyalizme, sosyal-emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadelelerini her fırsatta kararlılıkla destekleyerek, onları daha fazla teşvik etti ve il ham kaynağı oldu. O, proletarya ve halklar arasındaki enternasyonalist destek, dayanışma ve işbirliğini sürekli güçlendirmeye çalıştı. Büyük bir proleter enternasyonalist olarak Enver Hoca yoldaş, Marksizm-Leninizm’in ve sosyalizmin yenilmez gücünü sürekli proletarya ve halklara göstererek, her fırsatta yürünmesi gereken yolu aydınlattı.

Enver Hoca yoldaş, yetenekli bir teorisyen olduğu gibi, usta bir pratisyendi de. O, partinin halkın ve sosyalist inşanın en önemli sorunlarında, bütün dönemeç anlarında başrolü oynadı. O, kurtuluştan önce olduğu gibi, kurtuluştan sonra da, parti içindeki ve dışındaki, yine uluslararası plandaki az çok önem taşıyan hemen tüm anti-Marksist sapmalara ve akımlara karşı yorulmaksızın savaşım yürüttü. Enver Hoca yoldaş, Marksist-Leninist teoriyi derinden kavranmıştı ve yine komünist devrimci yaşamı boyunca teoriyle pratiğin birliği ilkesini her zaman büyük bir yaratıcılıkla uygulamayı başardı.

O, Marksist-Leninist incelemenin, pratiğe hizmet ettiği ölçüde bir değer taşıdığım, aksi halde entelektüel yozlaşmanın kaçınılmaz olacağını her fırsatta vurgulayarak, aynı şekilde teorinin öneminin küçümsenmesi ya da hafife alınmasına, dogmatizme, dar pratikçiliğe ve deneyciliğe karşı da sürekli mücadele etti.

AEP ve Arnavutluk halkının, dünya komünistleri, proletaryası ve halklarının büyük önderi, Marks, Engels, Lenin ve Stalin 'in günümüzdeki en seçkin öğrencisi, Enver Hoca yoldaş, bugünde bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin en önünde yaşıyor, savaşıyor.
Enver Hoca yoldaş ölümsüzdür!

Ali Ekber ve Mustafa Tepeli yoldaşları anıyoruz!

Fiziki olarak aramızdan ayrılmalarına rağmen, erdemleriyle ve yaratıkları değerlerle her günkü mücadelemizde yaşayan şehitleri anmak, ancak onların uğruna öldükleri idealleri yaşatmakla olanaklıdır. Bunun yolu da, onlardan öğrenerek onlardan daha iyi birere savaşçı olmak ve kavgayı milyonlarca kadın-erkek işçi-emekçinin ve gençliğin ortak ideali kılabilmekten geçer. Her günkü çabalarla zafere bir daha yaklaşmak, onları ölümsüzleştirmenin adıdır. Bugün şehitleri anmak, sadece onlara methiyeler dizmekle değil, her günkü somut, alı, elle tutulur bir pratikle olanaklıdır. Şehitleri anmak, Onları her gün yaşatabilmek, Onların uğruna şehit düştükleri davaya sıkıca sarılmak, Onların erdemleriyle donanarak, mücadeleye daha sıkıca sarılmakla bağlıdır.

Yıl 1981 Nisan ayı. Faşist cuntanın emekçilerin üzerine bir karabasan gibi çöktüğü ve kitlesel tutuklamaların alıp başını gittiği, işkencelerin ayyuka çıktığı bir dönemde K. Maraş polisince gözaltına alındı ve günlerce süren ağır işkenceler sonucu Ali Ekber yürek yoldaşı ölümsüzlüğe uğurladık. Ali Ekber yürek yoldaş yaşamını devrim ve sosyalizme adamış TKP/ML Hareketi’nin bölge sorumluluğunu üstlenmiş, cesaretli, mütevazı ve yiğit bir militandı. 12 Eylül darbesinin ardından dağılan örgütü toparlamak ve cuntaya karşı direnişi örgütlemek için Maraş ve ilçelerinde devrimci çalışmaları organize edip, yıkılan örgütleri yeniden kurarak, inatla ve ısrarla devrimci mücadeleyi ileriye taşımaya çalışıyoruz.

Tamda zorlu süreçti gözaltına alındı ve düşmanın dayatmalarını, istemlerini kabul etmediği için kum torbalarıyla iç organları ezildi, sopalarla kolu kırıldı, her tarafı yara bere içinde daha fazla işkenceye dayanamayarak yüzlerce devrimci gibi inançları uğruna ölümü gülerek kucakladı.  Ali Ekber yoldaşın katledilmesinin baş sorumlularından olan dönemin sıkıyönetim komutanı  Yusuf Haznedaroğlu  hakkında her hangi bir soruşturma açılmayarak, işkencecilerden hesap soracağını söyleyen  AKP’nin söylemlerinin ne kadar gerçek dışı olduğu bir kez daha görülü.

Yıl 1983-8 Nisan ayı. Yer Ankara Gülhane hastanesi. Ağır işkenceler sonucu fenalaşarak devrimci tutsakların zorlaması sonucu zoraki hastaneye  kaldırılan ve ameliyat  edilen  Mustafa Tepeli yoldaşın vücudu,  bu zorlukları daha fazla dayanamadı  ve gözlerini yaşama kapadı.

Muş’un Varto ilçesi Omcalı köyünde Kürt bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Mustafa Tepeli yoldaş genç  yaşında Komünist Parti-İnşa Örgütü’müzün önceli TKP/ML Hareket ile tanıştı ve yaşama gözlerini kapatana kadar, örgütün bir militanı olarak devriye ve sosyalizme inancını korudu. İstanbul da işçi sınıfı için sorumluluklar üstlenen ve çalışmaları geliştirmek için gecesini-gündüzüne kadar sıcak-demeden, düzensiz beslenerek fedakârlık ruhuyla çalıştı.

Düzensiz beslenme ve inşaatlar da geceleme bunun getirmiş olduğu üşütme vb. yoldaşı siroz hastalığına yakalanmasına neden oldu. Olanaksızlıklar nedeniyle yoldaşın tedavisi geciktirildi. Aynı zamanda fedakârlığı ve mütevazılıği nedeniyle örgüte yük olmak istemeyen bir tutum içinde oldu. Tamda bu hastalığın ilerlediği dönemde 1982 yılında İstanbul da örgütümüze yönelik bir operasyon nedeniyle gözaltına alındı ve hastalığı bilinmesine rağmen ağır işkenceler maruz kaldı.

Ağır  işkenceler sonucu ağırlaşan ve kanam geçiren Mustafa yoldaş hastaneye kaldırıldı ve adından DGM’ce tutuklanarak Sultanahmet zindanına kapatıldı. Yoldaşın hemen ameliyat olması gerekirken, Sultanahmet zindan yöneticiler keyfi davranarak 6 ay yoldaşın hastaneye sevkini engellediler. Devrimci tutsakların zorlaması sonucu gecikerek Ankara’ya sevk edilen Mustafa Tepe’li yoldaş işkencede katledilemedi ama ölümcül hastalıkla baş başa bırakarak 8 Nisan 1983 yılında ölümsüzler ordusuna katıldı.

Ali Ekber ve Mustafa yoldaşlar militan, boyun eğmez ve özverili çalışmalarıyla, devrim ve sosyalizm kavgasına son neferlerine kadar omuz verdiler. Anıları önünde saygıyla eğiliyor ve ideallerini kavgamızda yaşatacağız.

1 Nisan 2013 Pazartesi

MLKP nereden nereye?

Aslında bu soruyu en iyi yanıtlayan MLKP'nin pratiği ve örgütsel durumunun geleceği yerdir. Ne aradığını bir türlü bulamayan ve PKK-DHKP-C kopyacılığı içinde olan, teorik yaklaşımlarında olduğu gibi pratik-örgütsel politikalarında da ilk kurulduğu 1. yılın ardından tamamen küçük burjuva öncü sol maceracı bir çizgiye oturan MLKP maalesef bu iki arada bir derede gidip gelen, farklı ideolojik-politik eğilimlerinin sıklıkla çatıştığı, bir kaç kez üst boyutta bölünme ve kopuşların yaşandığı, ama bir türlü suyun kanalını bulamadığı MLKP asıl politik hattına dönerek devrimci şiddeti temel alan ve illegal örgütlenme ve buna uygun örgüt ve eylem araçlarını, önde tutan yaklaşımını tümüyle terk ederek, geçmiş dönemde TDKP'nin yürümüş olduğu legalist-reformist tasfiyeci yolda yürüyerek, büyüyememe krizini açık partiyle aşmada buldu.

Açık legalist parti kurulmasına karşı çıkan ve bunun açıktan devrimden vazgeçerek düzene dönen reformist sol'culuğa taze kan taşımak ve devrimde ısrardan vazgeçmek olduğunu söyleyen birçok kadro ve sempatizanın, duygularına hitap edilmesi için zaman zaman MLKP pankartları açılması ya da bazı şiddet eylemlerine baş vurulması aldatıcı olmamalıdır. Geçmiş süreçte TDKP'de bu aynı hatta yürümüş, dönem dönem illegal yayın ve bildiri çıkartarak, Konferans yaparak, yasadışı gösteri ve toplantılar yaparak, “muhalif kadrolara” bakın TDKP illegal yapısını koruyor ve düşmana karşı kendisini sağlamlaştırıyor" havası vererek, devrimci militan kadroların gözüne bir avuç kül serpilmiştir.

Reformist-legalist tasfiyeci eğilim içselleştirildikten sonrası TDKP'nin adı ve eylemleri duyulmaz olmuş ve sistem içinde politika yapma ve buna göre kadroların şekillenmesini sağlayınca, illegal örgütlenme ve mücadeleden bahsetmek adeta yasaklanır hale gelmiştir.

Zaten politik merkezin legal-açık parti çalışması olduğu bir yerde, yasadışı-illegal örgüt ve mücadele biçimleriyle uğraşıldığı bir yerde düzenle her bakımdan bağlarını kesmiş ve kendisini devrime adamış militan kadrolar yetiştirmekte mümkün olamaz. Yaşadığı gibi düşünen, içinde bulunduğu duruma göre hareket eden örgütlerde davaya sıkıca bağlanmış, tutkuyla, çalışan ve feda içinde hareket eden kadroların ve sempatizanların yetişmesi mümkün olamaz.

Açık ve legal alanda düşmanın saldırılarına karşı her bakımdan cesaretle ve sonuna kadar karşı durup, mücadele eden kadro ve sempatizan çevresinin oluşması zor ve bir yerde de imkansızdır.

O halde yakın döneme kadar illegal örgüt ve mücadele biçimlerini esas almayıp, kendilerini buna göre konumlandırmayanları haklı olarak devrimci perspektiften ve iktidarı alma kararlı yaklaşımdan sapan, legalist-reformist-tasfiyeci oportünizme kapaklanmak olarak görüp eleştiren ve devrimcileri uyaran MLKP önderliği gelinen durumda dün eleştirdiklerini bugün savunur duruma gelerek, tasfiyeciliğe kapaklanmıştır.

MLKP'nin tarihsel gelişimini anlayabilmek bakımından 1995 yılında kaleme alınan ve TDKP'nin tasfiyeciliğe kapaklanmasının neden ve niçinlerini değerlendiren TDKP “Nereden nereye” broşürü, aslında TDKP adını çıkarıp MLKP yazılırsa bu kadar biri diğerinin taklitçisi olduğu bu kadar üst üste düşebilir denebilir. MLKP'nin legalizm tasfiyeciliğine kapaklanmasını anlayabilmek bakımında 95'te TDKP tasfiyeciliği için söylenenlerin buraya aktarılmasının büyük önem taşıdığına inanıyoruz:

“Görünen o ki, TDKP'deki iç çürüme Leninist örgütsel normların çiğnenmesinin sürekliliği, örgüt içinde kendilerinin lobi dediği hizip çekirdeklerinin oluşmuş ve yerleşiklik kazanmış olduğu, siyasal polisin gerçekleştirdiği sınırlı saldırıların bile KP saflarında ciddi kayıpların ötesinde önemli bir moral bozukluğuna yol açtığı, illegalitenin kendi anlatımlarıyla, biçimsel ve göstermelik hale" geldiği anlaşılıyor ve bütün bunlara bağlı olarak proletaryanın ve diğer emekçilerin demokrasi ve sosyalizm savaşımlarının gelişmesi olanakları konusunda karamsarlığa kapılmış bulunan TDKP'nin artık illegaliteden kurtulunması gereken bir yük, bir kambur olarak görmeye başladığı ve şimdiden fiilen önemli ölçüde legal bir örgüt haline geldiği anlaşılıyor. Gelinen noktada bu arkadaşların utangaç legalizmlerini de bir yana atarak gerçek niyetlerini neredeyse tüm çıplaklığıyla sergilemeye başlamış olmaları, konumlarının daha berrak bir biçimde kavramasını olanaklı kılıyor. Tabanlarını ve devrimci kamuoyunu, Lenin’in anladığı tarzda bir illegal partiden yani yasal ve yarı-yasal işçi kuruluşları ağıyla çevrelenmiş parti çekirdeklerinin bir toplamı olan yasadışı bir parti örgütünden yana oldukları konusunda ikna etmek için bugüne değin hayli ter döken bu arkadaşlar, şimdi maskelerini indirmiş ve hemen hemen herkesin' yer alacağı sözüm ona” kitle partisinden yana olduklarını açıklamışlardır. (TDKP Nereye, sf: 49-50, İstanbul 1995, Varyos Yayınları.)

Aslında bu satırlar TDKP'nin oda çekildiğinde olduğu gibi gelinen durumdaki MLKP gerçeğini resmetmekte 90'ların başında TDKP legalizm-açık parti tartışmaları başlamış ve adım adım ilerlenerek, sürece daha aktif müdahale etme adına legal partide karar kılınmış o zamana kadar söylenen her şey geminin bordosundan denize atılarak, iktidarı illegal temelde örgütlenmiş ve devrimci şiddeti hazırlamakla yükümlendirilmiş ve tüm çalışmaları bu perspektife göre düzenlenmiş olan TDKP'nin çalışmaları, gelişemiyoruz, düşmanın bitmez bilmeyen operasyonları ve tutuklamalarına göğüs gerilememesi sonucu çare legalizme sarılmaktan bulunmuştur. TDKP, devrimci şiddeti örgütlemeyi bir yana bıraktığı gibi, aynı zamanda neden legale çıktığıyla ilgili olarak ciddi bir değerlendirme de de yapmamıştır.

Örneğin Türkiye de 90'lı yıllarda politik yönetim biçiminde niteliksel bir değişim mi olmuştu, ya da faşist diktatörlük çözülmüş, emekçi kitle hareketi faili olarak politik özgürlükler alanını açmıştı da TDKP, açık parti kurmayı savunuyor ve parlamenter avanaklığın yolunda koşar adım ilerliyordu. Yani utangaç legalizm ve reformizmini TDKP önderliği açık hale getirerek, legalizm dehlizinden kulaç atıyor ve devrimcilikten uzaklaşmış yorulmuş orta sınıfın politik mastürbasyon yapan ama iktidarı devrimci bir ayaklanma ile alma kararlılığı içinde olmayan, sisteme muhalif olmakla kendilerini sınırlandırmış alanların buluştuğu bir legal parti yaratarak vicdanlarını rahatlatmak istiyorlardı.

Çünkü illegal mücadele her bakımdan, riskli bir devrimciliği, fedakârlığı ve bir çok zorluğu göğüslemeyi dayatıyordu. 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbelerini azgın biçimde yaşamış ve dünya devrimci hareketinin ve Türkiye devrimci hareketinin ağır bir yenilgi yaşadığı, buradan çıkışın uzadığı koşullarda, devrimcilikten ısrar etmek kolay değildi.

12 Eylül sonrası ağır yenilginin tasfiyeci etkisine Sovyet revizyonizmi ve diğer Avrupa revizyonist diktatörlüklerinin yıkılması ve bunun sosyalizme fatura edilmesi, devrimci-sosyalist hareketi daha bir zan altında bırakan etkide bulunmuştu-Bu durum devrimci hareketin saflarında bir dizi tartışmalarını beraberinde getirdi. Yığınların devrimci ve sosyalist hareketten uzaklaşmacı, devrimci hareketin tabanının daralması sanki suçlu yasadışı örgütlenme ve mücadele biçimiymiş gibi oportünist eğilimlerin gelişmesini sağladı, hatta kışkırttı.

Bu durum devrimci hareketin saflarında çıkışı başka yerde aramaya itti, uzun vadeli ve sabırlı illegal örgüt temelinde çalışmaları dizayn etme ve kadroları, tabanı buna göre konumlandırmak yerine, kitlelere açılma adına sağlam yer altı çekirdekleri yaratılmadan legalizm anaforuna kapaklandı. Buda hem 12 Eylül darbesi ve ardından yaşanan ağır yenilgi ve daha sonrasından düşmanın her 3-4 yılda bir devrimci hareketi operasyonlarla toparlayarak geriye itmesi olgularından yeterince ders çıkarılarak bunların örgüt çalışmalarına yeterince ders çıkarılarak bunların örgüt çalışmalarına yeterince tanımadığını ve gelinen hata ve zaaflardan inatla ısrar etmeye devam edildiğini, yanlışı da, düşmanı küçümseyen ve illegalitenin kurallarına uymada zorlanılan durumun devam edip gittiğini gösteriyordu.

Devrimci hareketin kitlelerle buluşmasının uzaması ve kendi kabuğunu kırıp dışarıya çıkmada sorunları bir türlü aşamamış olması, uzun sürede istenilen devrimci gelişme ve atılımın yaşanamaması, eski gösteriş devrimciliğin sübjektif düşün ve tarzının aşılabilmesi, hem öncü ve hem de sıradan kadro ve taraftar kitlesinde umutsuz eğilimleri körükleyici bir durum yarattı.30 yıllık bir çabaya rağmen bir arpa boyu yol alınamaması devrimci örgütlerin saflarında yeni arayışları gündeme getirdi. Devrimci hareketin yığınları kucaklama ve onlar içinde dal budak salmada beklenen gelişmelerin olmaması, suçu illegal mücadeleyi temel alma ve kadroları buna göre konumlanmada geçtiği yönlü tartışmaları gündemleştirdi.

Bir dönemler faşist diktatörlük koşullarında illegal örgütlenme ve çalışmanın öncelikli olması gerektiğini söyleyenler, düşmanın baskı ve saldırıları karşısında duramayınca, kısa sürede ağır darbeler yenmesi sonucu, risksiz devrimcilik yani yasallık geçer akçe oldu. İşte tamda bu durum ve gelişmeler bir dönem illegal örgütlenme ve mücadele temel ve esastır, legal mücadele ve örgütlenme yöntemleri talidir diyen MLKP adım adım yasal örgüt ve mücadele biçimlerini öne çıkararak, MLKP'nin altını oyarak, göstermelik bir illegal tabela örgütüne dönüştürmüş oldu.Yani MLKP hiç bir dönem kendi öz kimliğini ve özgünlüğünü bulamadığından; kah PKK ve DHKP-C kopyacılığı, kah TDKP-EMEP kopyacılığı yaptığından dolayı, her daim iki sandalye üzerinden vazgeçmedi.

Her ne kadar MLKP ilk kurulduğu '94 Ekim ayından sonrasında “yeni tarz” ya da “parti tarzı” adı altında DHKP-C ve PKK'nin küçük burjuva öncü savaşçı yaklaşımlarının ayak izleri üzerinde yürümeye çalışsa da, uzun vadede bu öncü savaşçı ve yığın savaşımından kopuk düşmanın istediği olanakla mücadele eden bir çizgi ile başarı elde etmek mümkün olamazdı.

Aslında MLKP'nin yasalcılığa demir atması ta kuruluş sürecine kadar uzanmaktadır. MLKP'nin gelişmesini dünden bugüne doğru olarak anlamak ve dersler çıkarmak gerekiyor. Aksi halde MLKP'nin öncü savaşçılıktan yasalcılığa hızla evrilmesi anlaşılmaz.

Hatırlanacağı üzere MLKP 1994 Ekim ayında kurulduğunda kendi içinde ideolojik-politik olarak farklı eğilimleri barındıran bir örgüttü ve MLKP-K olarak kurularak hala bir öncü işçi partisi konumunda olmadığı ortaya konmuştu. Kürdistan sorunundan kitle çizgisine, örgüt içi demokrasiden legal, illegal çalışmaya, geçmişin değerlendirilmesinden kadro politikasına kadar birçok temel alanda ortaklaşmak mümkün olmamış, uzlaşmacı bir zeminde buluşulmuş, çözülmeyen sorunlar pratiğe bırakılmıştı. En başta nasıl bir parti sorunu, kitle çizgisi, Kürdistan sorunu, geçmişin değerlendirilmesi, örgüt içi demokrasi kadro politikası vb. konularda ideolojik-politik birliktelik sağlanmış değildir. Dahası tüm abartmalara ve palavralara rağmen MLKP kurulduğundan yamalı bir bohça görüntüsü arz ediyordu.

Aslında MLKP-K’nin kuruluşunda üç farklı eğilim geçici olarak uzlaşmış ve politikalarını pratikte kanıtlamak istiyordu. Yine hatırlanacağı üzere MLKP kurulurken kendisini bir parti örgütü olarak ilan etmemişti. Onun içindir ki MLKP'nin partiye doğru yürüyüşünü sağlayacak, hem işçi sınıfı öncü birlikleriyle birleşmek ve hem de dışında var olan komünist örgütlerle örgütsel birliği sağlamak bakımında MLKP-K (Kuruluş) eki eklenmiş ve böylece partiye yürümenin somut görev ve hedefleri ortaya konmuştu MLKP-K'nin kuruluş kongresinde MLKP'nin direk parti olarak ilan edilmesi gerektiğini söyleyen bir kaç delege vardı.

Ama 1. Kuruluş kongresinin delegelerinin ezici çoğunluğu sınıf hareketinden kopukluktan dolayı MLKP’ye (K) ekinin eklenmesinin gerekli ve zorunlu olduğu ortaya konmuştu. Böylece MLKP-K ilk kurulduğunda partinin sınıfla birlikle bağlı olduğu Leninist parti görüşünü kabul etmiş ve MK'nın önüne partiye el uzatmak için fabrikaları fethetme görevinin başat görev olduğu, örgütün tüm gücüyle sınıf çalışmasına yönelmesi gerektiği görevini koymuştu. İkincil görev olarak MLKP'nin dışındaki komünist örgütlerle birliği sağlamayı da somut görevler arasına koymuştu.

Ne ki MLKP'nin kuruluş kongre raporlarında da belirtildiği gibi MK'si tüm gücüyle örgütü sınıf hareketine yönlendirici bir durumda olmadığı gibi, önceki fabrika ve sendika ilişkileri de hızla dağılmış, sınıf hareketinden uzaklaştırılmış, çalışmalar daha ağırlıklı olarak semtlere ve okullara yönelmişti.

Devrimci şiddetin örgütlenmesi, kitle çalışması ve mücadelenin yükseltilmesi-destekçisi olarak algılanmaması, adeta küçük grup eylemlerinin silahlı propaganda ve ajitasyon olarak görülmesi, yığın savaşımı ve örgütlenme hedeflerinden kopuk, öncü savaşçı iradeciliği her şeyin merkezine çıkartan ve nesnel gerçekliğe dönüp bakma gereğini duymayan MLKP önderliği PKK ve DHKP-C kopyacılığına yöneldi. Bu iki örgütü özgünlüklerini ve hatalı kitle çizgisi ve devrim anlayışlarını doğru olarak algılayamayan MLKP önderliği, öncü savaşçı eğilimlere denk düşen, yığınların somut özlem ve istemlerine yanıt vermekten uzak, sınıf örgütü propagandasını yapmaya hizmetten öte, mücadeleye katkısı olmayan küçük grup eylemleri öne çıkarılarak yaygınlaştırıldı.

Devrimci iradenin nesnel zeminin uygunluğu üzerinde devrimci rolünü oynayacağı, eskisinin tamamen moral bozucu yıkım olduğu-olacağının görülüp bilince çıkarılmaması, PKK'nin yılların bırakmış, yok sayılmış bir Kürt ulusal sorunu zemini üzerine oturduğu ve değişik ülkelerle uzlaşmacı tutum içinde olduğu olgusunun kavranılması aynı zamanda Türkiye de batıda sınıf savaşımının doğru ve M-L bir bakışla algılanmamasını da beraberinde getirdi MLKP'de kuruluş sürecindeki ortacı çizgisi MK'nin çoğunluğunun eğilimi doğrultusunda sınıf dışı kesimler içinde çalışmayı esas almayı ve bunların eğilimine uygun düşen öncü savaşçı kitle çizgisini pratiğe sürmeye yöneltti.

Nitekim MLKP'nin kuruluşunun ardında, Gazi olaylarının yaşanması, burada MLKP'nin güvence alması MLKP önderliği içinde farklı çizgi tartışmalarının kendi eğilimleri doğrultusunda ilerlemesini sağladı. İşin daha da ilginç olanı MLKP, hem devrimci bir yükselişin olmadığını öne sürerek taktiğini aktif savunma üzerine oturturken, öte yandan öncü eylemlerle bu süreci iradi olarak parçalayıp ileriye taşımacı, tipik DHKP-C çizgisinin karikatürlüğünü yapmaya kalkışılıyordu.

Zaten MLKP'nin kuruluşunun ardından MLKP önderliği kongrenin önüne koymuş olduğu devrimci görevleri yerine getirmeye yüklenme yerine semtlerde askeri eylemleri, korsan gösterileri öne çıkaran ve semtlerde-okullarda gençleri bu eylemlere katmaya çalışan, örgütün “bir bütün olarak parti devrim için dövüşen askeri örgüt haline gelmelidir” (TDKP Nereden nereye, sf: 161) askeri bakış açısıyla konumlandırılmasını hedefleyen bir gösteriş devrimciliği üzerinde bina etmeye yönelmiş-fabrika-işçi çalışmaları, askeri faaliyetleri tahkikatlı ve desteği olamayacağı nedeniyle üçüncü-beşinci sıraya itilmiş, semt ve gençlik çalışmaları örgüt çalışmasının omurgası haline gelmişti.

Kadrolarını ve kitle gücünü semt ve gençlik arasında devşiren MLKP, devrimci hareketin kitleselleşmesini ve güven sorununu daha fazla askeri eylemlere başvurmaktan görüyordu. Askeri eylemleri kitle mücadelesinde kopuk olarak ele alan MLKP ilk dönemlerin bazı askeri eylemlerini yaratmış olduğu geçici etkiyi abartarak, sağlam ve sağlıklı yeraltı örgütü yaratmadan ve çizgiye uygun kadrolar yetiştirmeden düşmanla zamansız mücadeleye girişmesi, onu kısa zamanda ağır örgütsel yenilgiyle buluşturdu. Dev-Sol pratiği bu konuda yeterli veri sunmasına rağmen, sanki yeni tespit ediliyormuş gibi örgüt askeri eylemlere göre şekillendirilir hale gelmişti. Dev-Sol birçok başarılı askeri eylem gerçekleştirmişti.

Ama bu askeri eylemler Dev-solun kitle çalışmasına bağlanmış, onunla el ele ilerleyen bir hatta yürümemesi, düşmanla erken bir savaşı gündeme getirmiş, orantısız güç ve kitleleri mücadeleye katmaktan uzak eylem çizgisi Dev-Sol'u süreç içinde ağır bir yenilgiyle tanıştırmış ve devrimci hareket ve yığınlar arasında devrimci harekete karşı güvenin zaafa uğraşmasını, devletin yenilmesi eğilimini güçlendirici bir durum yaratılmıştır.

Dev-Sol'un yenilgisi, iyi savaşmamak ya da gözü pek eylemlerle düzenlememesiyle bağlı değildi. Aksi Dev-sol bu dönemde militan bir mücadele içinde oldu ve kadroları kendilerini feda etmekten tereddütsüz davrandılar. Ama sorun kadroların militan feda ruhu içinde son vermesine kadar çatışmayla bağlı değildi. Sorun bu askeri eylemlerin işçi ve emekçi yığınları ne ölçüde uyandırıp, mücadeleye çektiğiydi. Dev-Sol'un yürütmüş olduğu öncü savaşçı eylemleri yığınlar arasında özellikle hareket halinde olan demokrat-ilerici-devrimci kesim üzerinde belli bir etki yarattı. Ama bu etki bilinçli, örgütlü bir mücadeleye dönüşmedi. Düşmanın katliam ve infazlarına karşı yığınların tepkisi oldukça sınırlı ve seyirci kalmaktan öteye geçmedi. Kitleler adına savaşa giren ve suni dengeyi kırarak, kitlelere devletin ne kadar kof olduğunu gösterme hedefini, taşıyan bu gözü pek öncü savaşçı eylemler uzun süre devam edemedi.

Kayıpların yeri hemen doldurulamadığı gibi, yığınların devrimci harekete kitlesel olarak kendiliğinden akışın yaşanmaması gerçekliği, Dev-Sol’un devletle savaşta erkence yenilmesinin, önünü açtı. En iyi kadroların kitle çalışmasından askeri çalışmaya aktarılması Dev-Sol'un kitlesel gelişimini de olumsuz yönde etkilemiş ve hatta bir dönem geriye gidişi koşullamıştı. Ortada Dev-Sol gibi geleneksel olarak silahlı öncü savaşı önde tutan, kadro-önderlik ve tabanın buna göre şekillendirmiş örgütün kısa zaman dilimi içinde ağır bir örgütsel yenilgisi dururken, MLKP'nin Dev-Sol'u tekrarlamaya kalkışması, eylem tarzı ve araçlarında ortaklaşmaya özen gösterilmesi aslında gerçeği varken, suretini örgütlemeye hiçte gerek olmadığını gösteriyordu. Devrimci şiddete göre örgütlenen ve küçük grup eylemlerini kendisine temel alan DHKP-C varken, aynı çizgide ve anlayışta yeni bir MLKP'ye pekte gerek duyulmayacaktı.

Yani MLKP'nin kızıl müfrezeler askeri örgütü ve semtlerde milis vb. örgütlenmeleri tamamıyla. Parti Cephe’ye ve PKK'ye öykünmecilikti ve kendine özgü bir yeni tarzda ortada yoktu. İşçi ve emekçi kitle çalışmasını kendisine merkez olmuş önderliği, kadroları ve tabanı buna göre yetiştirilmiş eğitilmiş bir örgütün uzun erimde öncü savaşçı askeri bakış açısıyla mücadeleyi geliştirmesi, örgütü büyütmesi beklenemezdi. Yani MLKP'de ikircikli eğilim söz konusuydu. Bir yandan devrimci iradeciliğin abartılması ve sol maceracı öncü savaşçı anlayış, öte yandan kitle çalışması ve kitleleri kuşanma perspektifi-Bu iki eğilim her daimi MLKP'de çatışma içinde oldu.

Keza MLKP’nin kuruluş sürecinde birçok temel noktada açık ve net ortaklaşa, ideolojik-politik birlik yakalanmayınca, bazı sorunların tartışılmadan pratikte aşılacağının belirlenmesi başta örgüt içi sosyalist demokrasinin dumura uğratılması ardında kadro politikasında sapmacılık, klikçilik, kongre kararlarının yok sayılması ve örgüt içindeki farklı eğilimlerin kendi doğrultusunda gelişimini hızlandırdı. MLKP-K kurulmuştur, ama bir örgüt olmayı başaramamıştı. Bir biriyle tezatlık içinde olan bir kaç köklü çizgi ayrımı kısa zamanda kendisini ortaya koymuştu.

MLKP-K'nın kuruluşun Leninist parti öğretisinden, Kürdistan sorununa, örgüt içi demokrasiden kadro politikasına, geçmişin değerlendirilmesinden aşılması mümkün olmayan temel ayrım çizgileri devam ediyordu. Örgütlü çalışma, legal-illegal çalışma ilişkisinin anlaşılmasına kadar birçok alanda ayrım çizgileri aşılmadan, uzlaşmacılık temelinde MLKP'nin kuruluşuna katılmıştı.

Haliyle yeni MLKP-K'de ideolojik-politik ve örgütsel ilkelerde birliktelik sağlanmış değildi. Bu durum kısa zamanda kopuşları da beraberinden getirdi. MLKP-K'nın kuruluşundan çok şey bekleyenler 10-11 ay gibi bir zaman içinde hayal kırıklığına uğradılar. Birlik'in ardından, birlik sürecine katılan ve hızlı birlikçi olanlar MLKP-K'nın ne  düğü belirsiz olan çizgisinin örgütü nereye doğru-getireceğini belemediklerini söyleyerek gemiyi hızla ve ilk terk edenler oldular.

İşçi sınıfı içinde çalışmayı merkezine alan ve buna göre örgütün konumlanması gerektiğini emreden kuruluş kongre kararlarını hiçe sayan MK'si,  örgütü semt ve gençlik çalışmaları içinde boğmaya, fabrika ve sendikal çalışmayı tamamıyla tasfiye etmeye yöneldi. Kitle çalışmasını geliştirip güçlendirmesine bağlanmış olan devrimci şiddetin örgütlenmesi perspektifi yerine, PKK ve DHKP-C'ye öykünen biçimde semtlerde acemi milis örgütlenmelerini ve merkez de “kızıl müfrezeler” adı altında askeri örgütlenmeleri, öncü savaşa denk düşen gösteriş devrimciliğini öne çıkaran askeri bakış açısı öne çıkarılarak, küçük grup eylemleri ile yığınların silkelenip, uyandırılıp, mücadeleye seferber edilecekleri yaklaşım öne çıkarıldı.

Sınıf perspektifinden saparak semtlerde ve gençler içinde öncü savaşçı yaklaşıma göre konumlanma, bunun adına yeni tarz ya da parti tarzının alınması, geçici olarak özellikle yüzer-gezer kesimle ve deklase kesimler arasında MLKP'ye belli bir akışın olması, MK’sını önderliğini daha maceracı ve düşmanla zamansız, kendi gerçeğine uygun düşmeyen, defalarca tekrarlanmış ama hep büyük bir hüsran ve devrimci kırılmayla sonuçlanmış olan öncü savaşçı çıkışa sarılmaya itmiştir. Bir kere MLKP'nin geldiği gelenek öncü savaşçılığı eleştiri temelinde, hiç bir mücadele biçimini reddetmeyen ama devrimci şiddeti bir hazırlık süreci olarak algılayan, kitlelerin şiddetini temel alan, ayaklanma sürecine kadar dönemde devrimci şiddeti tali bir eylem biçimi olarak gören bir gelenekten geliyordu.

Haliyle ne önder kadrolar, ne ortalama militanları ve nede tabanı öncü savaşçı küçük burjuva maceracı bir çizgiyle uyum içindeydiler. Örgütün niteliğini belirleyen şey onun programı ve izlemiş olduğu kitle çizgisidir.

Yığınlar devrim için nasıl örgütlenip, hazırlanacak demek olan devrimci kitle çizgisi, örgütün yukarıdan aşağıya doğru hangi örgütsel ilke ve kurallara politik yaklaşıma göre hazırlanacağını ortaya koyar. Haliyle yığın mücadelesi ve kitlenin devrimci şiddetini örgütleyip hazırlamayı temel aldığını söyleyen bir akımın, pratikte öncü savaşın bir çizgiye göre hareket etmesi ve bu yoldan ileriye doğru, yürümesi beklenemezdi. İşte MLKP'nin teorisi ayrı pratiği ayrı bir süreç yaşıyordu. Bu süreç onu sol maceracı bir çizgide buluşmaya ve çalışmalarını da buna göre düzenlemeye itti. Öncü savaşta savaşmak için kadrolara gereksinim vardı.

İşçi sınıfı böylesi bir mücadeleye kısa bir dönemde kazanılmak katılması mümkün olmadığına göre, semt ve üniversite-orta öğrenim gençliği, işsizler arasında devrimci çalışmaları organize edilerek, buradan kadro ve taban kazanılıp, devşirilmeye çalışıldı. Bu maceracı ve sınıf perspektifinden kopan küçük burjuva devrimciliği, MLKP'de lafızda savunulan Leninist parti öğretisinde de uzaklaşmayı beraberinden getirdi. Halkçı ve ezilen vurgusu öne çıkarılarak, proleter sınıf perspektifi terk edildi. Her şey askeri küçük grup eylemlerine, korsan gösterilere bağlanmak buradan yürünmeye çalışıldı. Örgütlerin sağlamlaştırılması ve illegal çalışmaların güçlendirilmesi, sözde illegal ama legal çalışmaların gittikçe daha fazla öne çıkması, MLKP-K'da sapmanın derinleşmesini ve eskide savunulan devrimci düşüncelerinde terk edilmesini beraberinde getirdi. 95 yılında gerçekleştirilen Birlik konferansıyla MLKP'de darbe gerçekleştirildi ve sol maceracı sınıf perspektifinden uzaklaşan PKK-DHKP-C kopyacıları MLKP'de egemenliklerini ilan ettiler.

Açıktan komünist partinin sınıf hareketiyle sosyalist hareketin birliği olduğu Leninist duruşu terk edilerek, sınıftan kopuk öncü partisinin kurulacağı görüşü kabul edildi. Üstelik bu temel görüş örgütte hiç bir tartışma yapılmadan, sırf MLKP-K'nın kaldırılarak MLKP'nin parti ilanı için bu yapıldı. 94 Eylül’ünden kurulan MLKP-K'nın MK'nın faaliyet raporunda işçi sınıfı ve sendikal çalışmalar alanından geriye gidişin olduğunu söylediği bir zamanda MLKP' parti olarak ilan ediliyordu. Bu MLKP-K’nın kuruluş ilkelerine ve M-L anlayışlara ters, Maocu küçük burjuva parti anlayışından konaklamanın ifadesiydi.

Nitekim MLKP'nin kuruluşunun ilan edildiği ‘95 Birlik Konferansı’nın arasından, komünist partinin sosyalist hareketle işçi sınıfının birliğidir Leninist yaklaşımının yanlış ve hatalı anlaşıldığını söyleyerek, öncellerin sorunu doğru anlayamadıklarını belirterek, sınıfta kopukta partinin kurulacağı ve sonrasından sınıfla bütünleşeceği yaklaşımını kabul ettiklerini açıkladılar.

Böylece MLKP kuruluşunun 1 yıllık gibi bir sürenin ardından, sınıf çalışmalarından daha da uzaklaşarak geriye düşmesine rağmen, partinin kuruluşunu gençlerin katılımıyla ilan ettiğini belirterek, aslında o güne kadar söylemiş olduklarının hepsinin yanlış olduğunu ilan etmiş oluyordu. Bu durum MLKP'de her bakımdan yeni ama sol-maceracı sınıf dışı küçük burjuva çizgiye kapaklanmayı tamamlamış oluyordu.

MLKP geçiş sürecinden devrimci proleter bir hatta değil, küçük burjuva bir hatta konaklama yolunu seçmiş oluyordu. TKP/ML Hareketi’nin maddi örgütsel ve askeri birikim olanakları üzerine oturan MLKP önderliği, kendi içindeki köklü farklı eğilimler içinde sürekli olarak gelgitler yaşadı. Bir yandan işçi ve emekçi kitle çalışmasına yüklenerek gerçekliğini saklayanlar, öte yandan küçük grup eylemlerini önde tutarak öncü savaşçı bir çizgide ilerleyerek emekçilerin örgütlenip, mücadeleye seferber edileceğini söyleyenler arasında bitmek bilmeyen bir mücadele vardı. İlk çalışma alanında kendisini gösterdi.

Önderlik kendi düşüncesine güvenmediği için, iç tartışmaları yasakladı, kadro toplantılarını yapmaz oldu. Birlik kongresi sürecinde tartışmaları örgütlemedi. Böylece her şeyi oldu  bittiye getirdi. İkinci olarak ‘95 Mart’ında kont-gerillanın provokasyonu sonucu gündeme gelen gazi direnişi oldu. MLKP'nin önderliğindeki bazı öncü savaşçı eğilim içinde olanlar, “Gazi direnişinin MLKP'nin kitle çizgisini boşa çıkardı" eleştirisini yaparak MLKP'den koptular. Yine bu aynı süreçte MLKP'nin öncü savaşçı maceracı çizgiye doğru koşar adımlar gittiğini söyleyerek MLKP önderliğinden çekildiler ve mücadelenin dışına düştüler.

Keza , “Kızıl Müfrezeler” adı altında özel olarak örgütlenen profesyonel askeri örgütün sorumlusu MK'sı üyesi de bir kaç askeri eylemin ardından, düşmanın saldırı ve baskılarını artırmasıyla birlikte hem MK'dan ve hem de MLKP'den koparak mücadelenin dışına düştü. İşin ilginç olanı birlik MLKP saflarında güçlenmeye ve ideolojik-politik-örgütsel güçlenmeyi değil, beklentilerin tersi olması nedeniyle her eğilimin kendi doğrultusunda ilerlediğini birlik sürecine katılan delegelerin önemli bölümünün dökülüp. Safları terk ettiğine tanıklık ettik.

Yine bu süreç MLKP saflarında M-L çizgisi yeniden bayraklaştıran ve onları küçük burjuva bir hatta konaklayan MLKP ile baş başa bırakılarak KP-İÖ’nün kuruluşunu sağlamıştır.

Bu gelişmeler MLKP önderliğini daha fazla sınıf dışı kesimlerle buluşmaya, aynı zamanda Parti Cephe kopyacılığı yolunda daha hızlı koşmaya itmiştir. Cin olmadan adam çarpmaya kalkışması MLKP'ye kısa zaman içinde düşman darbeler altında ezilmeye ve iki yıllık bir sürecin ardından ağır bir örgütsel, pratik yenilginin kapıyı çalmasına neden olmuştur.

Sağlam illegal omurgası ve yerel örgütlerini yaratmadan düşmanla düelloya girişmesi MLKP'nin kısa zaman içinde en üst düzeyde ağır darbeler yiyerek yeraltı örgütünü felce uğratır hale gelmiştir. Bir ayağı dış alanda, bir ayağı kapalı alanda olan ve öncü savaşa göre konumlanıp-düzenlenemeyen MLKP önderliği 1996 Sultanbeyli baskınından sonrası düşmanın ağır saldırı karşısında uzun süre direnemediğini yukarıdan aşağıya kadar kısa dönem için ağır yenilgi aldığını, merkezin giderek işlemez hale geldiğine tanıklık ediyoruz.

Düşmanı küçümseyen ve kendi gerçekliğini abartan, silahlı öncü savaşçı geleneği olmayan MLKP'nin bu süreçte düşmanın ağır baskı ve saldırılarını geri püskürttüğü, boşalan örgüt ve kadroların yerlerinin doldurulduğu söylenemez.

Düşman MLKP'yi bir yandan operasyonlarla öte yandan ajan sızması ile kısa zamanda etkisiz hale getirmişti. Buda her koşul altında kendisini yenileyerek yoluna devam eder düzeyde örgütleyemediğini gösteriyordu. ‘96 sultan beyli baskınının ardından polisin vurduğu ağır darbeyi yeterince bilince çıkararak, gereken tedbiri olmayan ve deve kuşu örneği illegal çalışmaya devam eden MLKP ‘97 Mart’ından merkezin ezici çoğunluğunu düşmanca ele geçirilen, belki de o güne kadar hiç bir örgütün yaşamadığı bir olayı MLKP yaşıyordu. MLKP'nin beyin takımının önemli bölümü düşmanın tek bir hamlesiyle ele geçiriliyor ve bir yerde örgüt suda çıkmış balığa dönme misali panik yaşıyordu. İşin daha da ilginç olanı silahlı şiddet eylemlerini yani öncü savaşı pratiğe süren MLKP'nin ne ‘96 operasyonlarında, yakalananlar ve nede ‘97 Şubat’ında, MK'si iddiasıyla yakalanan öncü kadrolarında düşmana karşı silah kullanma, silahlı direnişi gelenek haline getirme gibi bir tutum takınmıyorlardı. MLKP önderliği “benim söylediğimi yapın” diye kadro ve tabanına çağrı yaparken, en başta kendisi yapılmasını salık verdiği kararlara uygun bir pratik geliştirmeyerek, teori ile pratiğin ne kadar uyumlu bir konumda durduğunu ortaya koyuyordu.

‘96 - 1 Mayıs’ında Kadıköy özgürleştirildi vb. büyük lafları eden ve abartıcı sübjektif değerlendirmeler yapan MLKP önderliği kısa bir dönemin ardından, kitle hareketinin kırıldığında ve geriye düşmeye başladığından, parti kuvvetlerinin geri çekilmesi gerektiğini belirtiyordu. Ama MLKP bu söylemlerine uygun davranmadan düşmanın saldırılarıyla yüz yüze kaldı. ‘96 ve 97'de MLKP önderliğinin ezici çoğunluğu, ileri ve orta kadroların birçoğu polis operasyonlarından zindanlara dolduruldu. O dönemde MLKP'nin cezaevlerindeki kalabalık sayıları da, düşmanın MLKP'ye nasıl bir darbe vurduğunu ortaya koyuyordu.

Şubat 97 merkezi operasyonun ardından, kadrolara ve tabana söz vermek için apar topar 2. Kongre toplandı. Bu kongrede MLKP'nin gelişim süreci ve alınan ağır darbeler derinlemesine değerlendirilmedi ve yenilen darbeler örgütsel alandaki hata ve illegalitedeki zaaflarla açıklanmaya çalışılarak, bu ağır örgütsel yenilginin izlenen sol maceracı, kitle çalışmasından kopuk çizgiyle bağı kurulamadı. Bazı örgütsel tedbirler, MK'nin daha kontrollü bir çalışma içine yöneldi. Ama artık eski havası kalmayan MLKP askeri eylemlerde de daha kontrollü davranmaya yöneldi.

Aslında MLKP'nin bu dönemi içe kapanma ve güçlerini koruyarak ilerlemeye çalışma dönemi olarak görülmesi daha açık bir değerlendirme olacaktır. MLKP'nin en ileri ve öncü kadrolarının ezici çoğunluğunun içeride olması, örgütsel, pratik alanda da önemli bir daralma ve geriye düşüşü koşulladı. Kısa zamanda kapatılması mümkün olmayan darbeler yenilmesi MLKP'de ciddi bir moral-motivasyon bozukluğuna yol açtı. Hareketsizlik MLKP kadro ve tabanında sıkıntı yarattı ve örgütte acabalı tartışmaları gündeme getirdi ve MLKP'ye ilgiyi geriye itti. MLKP’de erken örgütsel yenilgi birçok tartışmanın ve farklı eğilimlerinde kendine zemin bularak su üzerine çıkmasını koşulladı. 1999 yılında MLKP'nin askeri kanada kızıl müfrezelerin ağır darbe yiyerek dağılması ve silah deposunun tek kurşun atmadan düşmana teslim edilmesi, hatta askeri sorumlulardan birisinin ihanetçi olması, MLKP'nin öncü savaşçı çıkışın sürdürülmeyeceğinin somutlaşması oluyordu.

Nitekim 19 Aralık 2000 F Tipleri operasyonda MLKP süreci ve kendi kadrolarını yönetme, önderlik etmede pek de başarılı olamadı. Ölüm Orucu sürecinde birçok taktiksel hatalar işledi. Altına imza attığı, düşmanın ölüm orucunu bitirme amaçlı 399 yasasına karşı olduğunu ve ÖÖ eylemlerinin iradeleriyle, 399 yasasında tedavi amaçlı tahliye için yararlanılmayacağı kararına uymadı ya da kadroları MLKP'yi pek dinlemediler. O süreçte, F Tipinin fiziki koşullarına ilişkin önerilerde de sorunu çözmekten çok DHKP-C ile keskinlikte yarış içinde olmaktan kurtulamadı. Yine ölüm orucu eyleminin bırakılmasında da tam bir panik halinde hareket edildi ve MLKP ve kadro ve taraftarları, oyalama ya devam eden örgütlerle sorunu tartışmadan apar topar sonlandırmada, Ölüm Orucunu dışarıda devam ettirme kararını sonuna kadar taşıyamaması vb. görmek mümkündür. Bu dönemde de MLKP önderliği, örgütte egemenliğini test etme ve önderlik yapmada da başarısız kalmıştır. 2000’ler de içeride tahliye olan kadroların müdahaleleriyle örgüt toparlanmaya çalışılmış ve geride kalan sorunları ve süreci anlamak, tartışmak bakımından 2002 baharında 3. Kongre toplanmıştır. Uzun bir aranın ardından örgütün durumu tartışılırken, MK'ne bir dizi sağcı ve tasfiyeci yönden eleştiriler getirilmiş ve bir yerde örgütün yeniden kendisini var etmesi için bir dizi kararlar edinmiştir. MLKP'nin ilk kurulduğu bir kaç yıla göre örgütlenmesi gerektiğine, sağ kendiliğindenciliğe karşı her alanda mücadele etmekle yükümlü oldukları belirtilmiştir.

MLKP aslında örgütsel yenilgisinin nedenlerini yanlış yerde aramıştır. Yenilginin esas nedeni sağlam ve her koşulda işleyen yeraltı örgütlerinin yaratılmamış olunması ve aynı izlenen yığınlardan kopuk, kolektif çalışma yerine bireylere dayanan çalışmaların örgüte egemen olmasını kışkırtan, küçük gurup eylemlerini esas alan “sol” oportünist kitle çizgisinde ısrar edilmesiydi ve kitle çalışması bir yana itilerek örgüt askeri çalışmaya göre şekillendirilmesiydi bu kadar kısa dönem içinde çok ağır kopuşlar yaşanmaz ve örgüt felce uğramazdı.

MLKP bir yandan illegal mücadele ve örgüt yöntemleri geliştirme kadro ve tabanı buna göre hazırlamaya çalışırken, öte yandan hemen her alanda legal-yasal çalışmayı geliştiriyordu. Bu durum haliyle, biri diğerinin aleyhine yeni yasallık yasa dışılığın önüne geçti ve kartopu gibi inanılmaz bir halde yuvarlanarak büyüdü ilk dönemler açık alanın çekiciliği ve risksizliği uzun yıllardır yeraltında ve zindanlardan kalmış olan kadro ve tabanda çekici-rahatlatıcı etki bıraktı. 2002 Baharından sonra MLKP'de çabuk kitleleri kazanma ve buradan ilerlemeye döndü.

Önceki süreçte sıklıkla vurgulanan cüretle öne atılma, savaş örgütü vb. sözleri değerlendirmeleri bu sefer kitleleri kazanma ve onun içinde erime, önderliği kazanma kulağa hoş gelen haliyle “öncü partiden, önder partiye” geçiş öne çıkarılmış, askeri örgüt özel bir örgütlenmeye dönüştürülmüş, daha çokta sağa-sola bomba koyan bir hedefsiz ve amaçsız, kitle mücadelesinin ileriye taşınmasına hizmet etmeyen daha çokta durumu kurtarmaya ve tabana, kadrolara gaz vermeye amaçlı, propaganda değeri taşıyan askeri eylemlerle bir dönem daha “savaşçı örgütüz” havası devam ettirilmeye çalışılmıştır.

Örneğin boş boşuna MK'sına bağlı ve askeri eylemler örgütlemekle yükümlendirilmiş, yerellerde de milis örgütleriyle desteklenen, gittikçe şehirlerde olan hâkimiyetini kırmayı hedefleyecek olan kızıl müfrezeler düşmanın darbeleriyle çökertilip dağıtılmasına rağmen, MLKP önderliği neden kızıl müfrezelerin işlevsizleştirilerek de sürdürülmediğine ilişkin herhangi somut bir açıklama yapmadı.

2002 - 3. Kongreden sonrası, geçmiş sürece partinin varlık yokluk durumuna gelmesi ve uçurumun kenarına getirilmesi, tasfiyeciliğine karşı ilk kuruluş döneminin cüreti ve engel tanımayan militanlığıyla örgütün yeniden ayağa kaldırılıp, hak ettiği yere getirileceği belirtilerek, eski bir biçimde tekrarlanmaya çalışılmasına, yeni tarz, engelleri hiçe sayan bir cüretle ileriye atılmaktan, illegal örgütü güçlendirmek ve savaşçı bir konuma getirilmekten bahsedilmiş aslında, MLKP saflarında eskiden beri savunulan ama ortamı bekleyen legalizm, tasfiyecilik ve yenilginin etkisiyle daha fazla ilgi gösterilen bir görüş haline gelmiştir. Zaten önemli ölçüde legal olan örgüt, düşmanın saldırılarıyla darmadağın olunca, yeraltı örgütünün toparlanması oldukça zor ve güç olmuştur.

Zaten yer altı çalışma ve devrimci şiddeti örgütleyerek inat ve ısrarla ileriye doğru yürüme MLKP'nin önderliğinde legal çalışmaya yüklenme ve dağınıklığı buradan güç biriktirerek aşma yöntemi bir çıkış olarak algılanmıştır. Yani zar zor ve uzun vadeli örgütü güçlendirecek, bir devrim örgütü olarak hazırlayıp-geliştirecek yol yerine, tasfiyeciliğin ve devrimciliğin bir yerde bitişinin başlangıcı olacak olan legalizme yaslanma ve buradan çıkış yolu tercih edilmiştir.

Elbette bu yolda yürünürken yıllardan bu yana söylenenler ve açık parti kuranlara karşı yapılan eleştirinin sıcaklığını koruduğu ve kadro-tabanın yasadışı örgüt ve mücadele yöntemlerine göre düzenlediği-yetiştirildiği koşullarda, politik koşullarda büyük alt üst oluşların olmadığı, devrimci kitle hareketinin egemen sınıfların yönetiminde çatlaklar yaratırdı. Fiiliyatta demokrasi ve özgürlüklerin daha fazla kullanılır bir halde olmadığı koşullarda, tümüyle legalizm de buluşulacak bir legalizm anaforuna yelken açmak hiçte hoş görülecek bir durum olamazdı.

Nitekim zaten yasadışı çalışma ve mücadele biçimleri oldukça sınırlanmış dağılmış, örgütlerin yenilenerek ya da tamir edilerek de yoluna devam edilmediği, legal çalışmaya daha fazla kadro ve teknik olanağın ayrıldığı, hemen her şeyin buna göre düzenlendiği bir durumda, daha uzun bir dönem illegal faaliyetleri ve mücadele araçlarını geriye iten MLKP, özel olarak örgütlemiş olduğu ağırlıklı olarak pankart asan, yer yer korsan gösterilerde ses bombası, molotof vb. kullanan MLKP'nin hedefin nerden, nereye doğru yürüyeceği belli olmayan iki yıl içinde gerçekleştirmiş olduğu birçok bomba patlatan vb. eylemleri sonucu kurumlaşmadan çökertildi.

2002-2006 yılları arasında MLKP'de illegal örgüt ve mücadele alanında önemli bir iç mücadele yaşandı. Açık parti tartışması ve örgütün legalist olmasına karşı çıkan bir gurup önce MK'dan istifa edip, ardından gerçek MLKP-YKH adı altında kopuş yaşadılar- MLKP'nin, TDKP'nin izinde yürümesine karşı çıkan birçok kadro ya atıldı ya da yollarını ayırdı. Böylece MLKP iç mücadele sonucu örgütte legalizmi egemen kılacak olan sağ tasfiyecilik egemen kılındı. Tamda bu legalizm tasfiyeciliğinin kongrede ilan etme hazırlıklarının yapıldığı bir dönemde ki bu dönemde zaten legal bir platformda örgütün omurgası açığa çıkarılmıştı. 2006 operasyon dalgası geldi. Bu operasyonla, yer altıda kalmak zorunda olanlarında önemli bir bölümü legalistti. Geriye çok az sayıda hala aranan ya da düşman tarafından pek bilinmeyen bazı kadroların, durumu idare etmek için illegalde kalmaları dışında örgütün tamamen legalize edilmiş ve tüm çalışmaları buna göre düzenlenmiştir. Bir yandan devrim güncel bir sorun denmiş, öte yandan bunun gereklerine göre bir örgüt ve mücadele tarzı da oluşturulmamıştır.

Hem faşist diktatörlük koşullarında yasadışı mücadelenin temel alınmasından ve bundan milim sapılmamasından dem vurulmuş, hem de politik koşullarda değişen pek bir şey olmadığı halde legalizm anaforuna yelken açılarak, büyüme ve gelişme legalizme yaklaşmakta görülmüştür. Tam tezat-bir durum MLKP'nin ki, 2002-2006 yılı içinde MLKP'nin faaliyetleri eskiden farklı olmamış-militanlık ve cüretlik adına protestocu küçük grupların öncü çıkışına dönüşmüştür. Bir eylemden diğerine sürüklenen ve yığınları dikkate almadan örgüt kadro ve sempatizanlarının protestosu eylemlerine yoğunlaşan örgüt güçleri düşmanın saldırıları, tutuklamaları, arkadan taze güçlerin eylemlere çekilmemesi, eylemci kitlenin bir süre sonra yorulmasına ve ardından irade kırılmasına neden olmuştur. Elbette düşmana karşı iktidar savaşımı içinde olan ve illegal zeminde örgütlenip, militan bir kitle çizgisi izleyen, devrimci şiddeti bir mücadele biçimi olarak reddetmeden yer yer uygulayan bir örgütün düşmanın baskı ve saldırılarından ağır kayıplar vermesi, beklenmedik bir durum olarak görülemez.

Dahası MLKP örgütsel kayıplar ve yenilgiler, örgütün izlemiş olduğu kitlelerden kopuk öncü savaşçı ve dağılan-yıkılan örgüttün yerini alacak, boşluğu hemen dolduracak kadroların olmamasıdır. Keza MLKP'de ağır yenilgi ve düşmanın sıklıkla el uzatmasının yalnızca sol çizgi ve yetişkin kadro üretimindeki zaaflarla geçiştirilecek bir durum değildir. MLKP'nin üzerinde yaşananlara bakıldığında, polis tahribatının derinliği ve kelepir başarısında örgütsel alandaki liberalizm, illegal çalışmanın genellemesine uymayan, ilkesiz ve kuralsız düşmanı küçümseyen davranışlardır.

Aslında bu konuda TDKP'yi eleştirirken MLKP şunları söylüyordu; “Önder kadrolarının tamamına yakını birbirlerinin evlerini ve tüm ilişkilerini biliyordu. Sık sık dağıtılan organlar, yer değiştirmeler nedeniyle pek çok önder ve ileri kadro gereğinden çok fazla örgüt, gizli bilgisine sahipti. Gizlilik ve teknik tedbirlerin hayata geçirilmesinde en büyük zaaflar-pervasızlıktan da öte liberalizm-önder kadrolarda ortaya çıkıyordu. Partiyle ilgili en önemli evraklar, akıl almaz bir liberalizmle hazırlanan sigorta randevuları, partinin en önde gelen-partinin her şeyiyle teslim edildiği, emanet edildiği-kadroların evlerinin de, polise hiç bir direnme göstermeden-bu konuda hiç bir önlem alınmadığı gibi, evlerde en kıymetli evrakların bulundurulması liberalizmi bir yana, direnmek, vermemek için gerekirse ölümü göze almak gibi, basit şeyler düşünülmemişti bile-Parti teslim ediliyordu.” (TDKP Merkezi yayın organı, Devrimin Sesi’nden aktaran TDKP nereye?, sayfa: 42-43-95, Varyos Yayınları.)

TDKP önderliği geçmişiyle ilgili bu değerlendirmeyi yaptığında yıl 80’lerin sonuydu. Sonra TDKP önderliği tüm bu söylenenleri bir yana iterek, 90’lı yılların başında legalizm bayrağına sarılarak, devrimin öncü örgütünden, parlamentoyu kutsayan legalizm de konaklayan legal partiye yelken açarak, tüm söylediklerini bir kez daha yalayıp, yutuyor ve tasfiyecilik yolunda inatla ve ısrarla yürüyerek, TDKP'yi pratikte intihara sürüklüyordu. O dönemde MLKP: TDKP'nin tutumuna ilişkin şunları söylüyordu; “Türkiye komünist ve devrimci hareketine, Türkiye ve Kürdistan proletaryası ve halklarına karşı ağır suçlar işlemiş ve üstelik bunun hesabını vermemiş olan bu arkadaşlar, TDKP'ye bir siyasal intihara ölüme sürükleye biliyorlar...” (Age. sf: 43)

MLKP doğru olarak TDKP'yi 1995 yılında bu şekilde eleştirip, taban ve kadrolarına uyarılardan bulunurken, 1995-2006 yılları arasında MLKP pratiğinin TDKP'den çokta farklı olduğu söylenemez. MLKP kadroları bu düşüncelerle eğitilmişlerdi. Örgüt önder ve militan kadroların evleri polislerce sıklıkla basılmış, hiç bir evde direnme örneği bile gösterilmemiş örgütün, arşivi, belgeleri, teknik malzemeleri vb. ele geçirilmiş ve buna karşı tek bir kurşun atılıp direnilmemiş- iki kez yüklü silah ve bomba, askeri araç, gereç depoları çözülme ve ihanet sonucu ele geçirilmiş buralarda düşmana karşı her hangi bir karşı koyuş olmamıştır. Buradan hareket edildiğinde haklı olarak TDKP eleştirilirken ki TDKP  bu hataların hiç değilse özeleştirisini yapmış sıra kendisine gelince MLKP önderliği dut yemiş bülbüle dönüyor ve hataları, olumsuzluklarıyla yüzleşmekten kaçınıyor.2006 operasyonun değerlendirmesi yapılırken, bile örgütsel liberalizm ve ilkesizlikten arınmamış, fatura neredeyse illegaliteye kesilmiştir. 2006 Gaye operasyonuyla MLKP tarihinin en büyük operasyonuyla yüz yüze kalırken, legalizm kararı alacak olan 4. Kongre’de geriye itilmiş oluyordu. Gaye operasyonunda kongre delegelerinin hepsi ve yönetici ileri ve orta düzey kadroların ezici çoğunluğu polisçe alınmıştı.

Çünkü örgüt görünüşte illegal ama aslında platform adı altında ona göre de legale çıkmıştı. Duruşmanın iki yıllık taktiğiyle, çoktan ağlarla örtülmüş ve düşmanın baskı ve saldırılarına karşı her dönem ayakta kalmayı başardığı, büyük övünmelerle ifade MLKP önderliği, aslında hiçte doğru söylemediği ve düşmanın iki kez kısa zaman aralıklarıyla MLKP'nin beynine el uzattığını ve felç haline getirdiğini gösteriyordu. 2006 Gaye adılı operasyonu. Her ne kadar Gaye operasyonunda meydan okuyan ve aynı çizgide cüretle yürüyeceği açıklamaları yapılarak, örgütün kendisini yenileyerek yoluna devam edeceği belirtildi. Yani 2006 Gaye operasyonu aslında MLKP'nin legalizme kapaklanmasının yolunu daha rahatça açtı. Her ne kadar illegal çalışmanın tasfiye edilmesi bu operasyonla 2009 yılında ilan edilen 4.kongreyi ertelemiş aslında, legalleşme kararı bir amaçtı ve bu 2006 yılında tamamlanmıştı.

Büyük ideallerle kurulan ve birlik devrimci olarak ilan edilen süreç tam bir tasfiyeci hüsranla, yasalcılık sonlanmıştır. Dev-Yol, Kurtuluş, TDKP gibi MLKP'de kendi program, strateji ve tüzüğüne uygun bir pratik geliştirmemiş sol maceracı çizgi ve kitlelerden kopuk öncü savaşçı örgütsel alandaki liberalizm ve illegal yaşamın gereklerine uygun hareket edilmemesi, polis sızmaları vb. polisin saldırılarına karşı MLKP'yi zaaflı bir duruma getirmiştir. Tekrarlanan hatalarından kurtulunmasını sağlayamadığı gibi, sıklıkla hamle en üst düzeyde darbeler yiyerek sil baştan yapılmasına zemin yaratılmıştır.

İllegal çalışmada kökleşmemiş ve buna göre kadrolar yatıştıramamış, zorlu mücadelelerden geçmiş, deneyim ve bilgi birikimine sahip olan kadroların MLKP  saflarından koptuğu koparıldıkları, başarısızlığı ve çapsızlığı her dönem tespit edilmiş olan önderliğin aynı hataları adeta karanlık haline getirmesi ve aynı zamanda MLKP önderliğinin düşmana karşı savaşımında silahlı şiddeti esas almış ve bunun gerekleri doğrultusunda her türlü fedakârlığı ve zorlukları omuzlayacak bir atılımcı, başlandığı işçi sorununa kadar götürücü, yıkılanların yerine yenilerini koyarak iktidarı alma savaşımında iddialı bir militanlığa sahip olmaması, MLKP'yi kısa dönem içinde polise her alanda açık bir hak getirmiş ve yaratılan olanaklar ve değerler, ciddi bir karşı direniş içine girilmeden, yelkenler suya indirilmiştir.

Bir örgüt ağır ‘96 Mart ve ‘97 operasyonlarında örgütün en üst organlarına polis el uzatıyorsa, önemli kadroları etkisiz hak getirilerek zindanlara kapatılıyorsa, bunun MLKP’nin söylendiği gibi sağlam bir yeraltı örgütü yaratamadığını ve illüzyonlarla uğraştığını gösteriyordu. 2. Kongre’de bir yerde MLKP'nin  gösterişçi günlerin geride kaldığını, tasfiyeci sürece doğru yol aldığını ifade ediyordu.

1997'de 2002 yılı 3. Kongre'ye kadar MLKP düşük profilde kendini korumaya çalıştı. Zindanda çıkan kadrolarla MLKP  yeniden gerçekliğiyle yüzleşmeye yönelerek 2. Kongre kararlarını ve MLKP'nin pratiğini tasfiyeci, devrimci kendiliğindencilik, geriye gidiş, vb. olarak değerlendirip mahkûm eden 3. Kongre, çalışmaların yeniden ilk kuruluş dönemi gibi olacağı yönlü kararlarla, yeni döneme girildiği yönlü kararlar yayınlandı. Her ne kadar 3. Kongre’nin yarıda kaldığı ve değişik düşüncelerden dolayı kongrenin bitmeden dağıldığı, sonrasında uzlaşılarak 3. Kongre’nin bitirildiği gibi sorular ileri sürülse de, gizlilik vb. bahane edilerek 3. Kongre’nin örgütsel pratik çalışmalarını değerlendirici raporun yayınlanmamış oluşu, 3. Kongre’nin ardından önce MK'dan istifa edip sonra MLKP önderliğinin legalist tasfiyeciliğe kapaklandığını öne süren bir gurup MLKP - YKH  adına yollarını ayırdığını ilan etmiş, içe tartışmalarda öne çıkan temel unsurun illegal çalışma ve açık parti kurma tartışmaları olduğu açığa çıkmıştı.

MLKP’nin, TDKP gibi legalleşme yolunu izlemesi, legalizm tasfiyeciliğine tutum alan kadroların ya geriye itilmesi ya da tasfiye edilmesiyle sorun çıkaran etkisiz hale getirilerek legalizm ve açık parti kurarak illegal çalışmayı göstermelik hale getirmede, riskli devrimci devrimciliğin önündeki engelleri kaldırmak MLKP'yi içi boşaltılmış bir tabela örgütü haline getirmeyi hedefliyordu. 3. Kongre’nin ardından MLKP'de bir bölünmenin ardından, 2004 yılında FESK yöneticileri iddiasıyla gözaltına alınıp tutuklanan operasyon, iki yıllık polis takibinin ardından 2006 yılında en üst kadro listesinin düşmanın eline geçmesi sonucu operasyonun genişletilmesi ve beynin hareket edemez bir duruma getirildi, yine İzmir de ağır bir darbenin yenmesi, MLKP önderliğini keskin solculuktan tasfiyeci legalizme savurdu.

Biliyoruz ki devrimci savaşımda solculuk sağcılığın ters yüz edilmiş halidir. Gaye operasyonun ardından illegal çalışma güçlendirmede ve dağılan örgütler yeniden inşa edilecek beklentisi varken, maalesef MLKP önderliği yarım kalan tasfiyecilik yolunda ilerleyerek, illegal çalışmalar geriye düşerken, en iyi kadrolar legal çalışmaya sevk ediyordu. Böylece 2009 yılında tasfiyecilik 4. Kongre’de kolektif karar haline getirilerek, açık alandaki platform ve çalışmayı esas almak, adeta bugünden devrimci şiddetin örgütlenmesi perspektifi terk ederek, açık parti çalışmaları her şeyin merkezine oturtuldu.

Zaten legalize olmuş olan örgüt omurgası açık parti kurma kararıyla resmileşmiş oldu ve tüzük hükümleri ve MLKP kongresinden kararlaştırılmış olan illegaliteyi temel alarak ve illegal bir çekirdek etrafında örgütlenmeleri ve mücadele biçimlerinin buna uygun olması1 iddiaları tümüyle güme gidiyor ve maalesef düzen içine çekilmiş ve düşmanın kolayca ulaşmasına zemin yaratılmış bir açık parti çalışmasıyla, kurulu sistemi devrimci şiddetle yıkmak için işçi ve emekçi yığınları hazırlamada olanaklı ve mümkün olmayacaktır. Böylece çok sık söylenen burjuvazinin faşist diktatörlüğünü komünist partisinin öncülüğünde halkın örgütlü şiddetiyle yıkıp, devrimci ve sosyalist bir devrimin başarılacağı ve devrimci ve sosyalist bir iktidarına kurulacağını düşlemek hayalden öte bir durumdu.

Nitekim MLKP göstermelik illegalite dışında, örgütün omurgası tümüyle açık alana çıkarıldı. Zaten çok güçlü olmayan ve ciddi bir kadro sıkıntısı yaşayan MLKP bir yandan illegal çalışmayı temel alıp, öte yandan açık alanda çalışmaları geliştirmek olanaksız bir durumdu. İllegalitenin biçimsel bir hale getirilmesi ve legal çalışmanın merkeze alınması, illegalitenin ve mücadele tarzının küçümsenmesini ve önemsiz hale getirilmesini, gelişememenin temel nedeni olarak illegalitenin temel alınması geliştirilerek, ÖDP-SDP-EMEP'in yolunda gidilmeye çalışılmıştır.

Dahası bu alanda 17 yıl önce TDKP'nin EMEP'leşme yolunda ilerlemesini şiddetle eleştiren MLKP, dünden bugüne politik koşullarda köklü değişiklikler olmamasına, faşist diktatörlüğün çözülmesi, durumuna ilişkin yeni tahliller yapmamasına  rağmen, polis operasyonlar kadar söylemlerinin tümüyle çöp sepetine atıldığını ve kitleselleşmenin yolunun legalizme sarılmaktan  geçtiğini söyleyerek soluğu legalizm  limanında alıyordu.

17 yıl önce MLKP'nin TDKP için söyledikleri, aslında gelinen durumda kendi hikâyesinin tescil edilmesi anlamına geldiğini ifade ediyor.

Peki, MLKP, 17 yıl önce TDKP'nin açık alana çıkma yönelimiyle ilgili ne demişti, bir ona bakalım; “Görünen o ki, TDKP'deki  iç çürüme Leninist örgütsel normların çiğnenmesinin süreklileştiği, örgüt içinde kendilerinin lobi dediği hizip çekirdeklerinin oluşmuş ve yerleşiklik kazanılmış olduğu, siyasal polisin gerçekleştirdiği sınırlı saldırıların bile, TDKP'nin saflarında ciddi kayıpların ötesinde önemli bir moral bozukluğu göstermelik hale, geldiği anlaşılıyor. Ve bütün bunlara bağlı olarak proletaryanın ve emekçilerin demokrasi ve sosyalizm savaşımlarının gelişmesi olanakları, konusunda karamsarlığa kapılmış bulunan TDKP'nin artık illegaliteyi kurtulunması gereken bir kambur olarak görmeye başladığı ve şimdiden fiilen önemli ölçüde legal bir örgüt haline geldiği anlaşılıyor. Gelinen nokta da bu arkadaşların utangaç legalizmlerini de bir yana atarak, gerçek niyetleri neredeyse tüm çıplaklığıyla sergilemeye başlamış olmaları, konumlarını daha berrak bir biçimde kamuoyunu, Lenin’in anladığı tarzda bir illegal partiden, yeni yasal ve yarı-yasal işçi kuruluşları ağıyla çevrelenmiş partiden yana oldukları konusunda ikna etmek için bugüne değin hayli ter döken bu arkadaşlar, şimdi maskelerini indirmiş ve içinde, hemen herkesin “yer alacağı sözünü ona bir kitle partisinden yana olduklarını açıklamışlardır.” (TDKP nereye?, sf: 49-50)

Aslında buradaki eleştirilerin hepsi dün TDKP için haklı olduğu gibi 17 yılın ardından bugün MLKP nerden  nereye? sorusunu yanıtlamak bakımında da önem taşıyordu. Bu satırlarda dile getirilen, dün TDKP, bugün ise MLKP için fazlasıyla geçerlidir. Dün gerektiğinden silahlı eylemlerin devreye sokulmasından,  bugün gerektiğinden illegale çekilmeye dönmüştür. Silahlı direniş perspektifiyle yetişen insanlar bir dönem sonra, sınıfsal perspektiften arındırılmış " hümanist-demokrat" bir konuma çekilirken, gerektiğinde illegale çekilecek olanlar ise, devrimci yaşam tarzından arındırılmış, küçük burjuva düzen yaşamına, hareket tarzına ve liberal reflekslerin içine çekilmiş, iddia ve devrimci tutkudan uzak insanlar ortalarda cirit atar olacaklar.

Tüm iyi niyetlerden bağımsız açıktan söylenmesi gereken bir gerçek var ki, oda bugün açık partide çalışan kadroların büyük çoğunluğunun süreç içinde düzenli uyumlu yaşamı risksiz devrimcilik alışkanlığı vb-gerektiğinde yer altına geçebilecek ne enerji, ne istek ve nede kararlılık kalmış olacaktır.

Burada en önemli şeyin, kadroların yeraltının artık kaçınılmaz zorunluluklar yeri olduğunu bilmeleriyle bağ kesilir. Açığa çıkmada sorunlu olan kadroların yalnızca zorunlu olarak ya da zorunda kaldıkları illegal çalışmada tutulan göstermelik bir yer altı çalışmasıyla devrimin öncülüğünü yakalayan bir hatta yürümek mümkün olamaz. 2006 Gaye operasyonu neticesiyse illegal yapı ve askeri örgütlemenin tamamıyla çökmüş olduğu yeraltı örgütünün bir daha yeniden inşasına girilmesi için ciddi bir adımın atılmadığı, bilinen ve tanınan en ileri kadroların açık parti çalışmasında konumlandırıldığı durumda, illegaliteyi temel alan ve bunun gereklerine göre hareket eden bir partide bahsetmek mümkün olmayacaktır.97 operasyonunda sonrası,  MLKP önderliğinin saflarında adım adım açık parti kurma ve burada kitleselleşme eğilimi gelişmiş,  2006 Gaye operasyonuyla bu durum aslında tümüyle doruğa çıkmıştır. Operasyon tasfiyeci legalizmin daha fazla görünmesini sağlamış, illegal çalışmayı temel alma ve buna göre örgütü konumlandırma yaklaşımından uzaklaşmıştır. Öncü savaşçı sol maceracılıktan, “kitleleri fethetme kitlelere hücum” vb. görüntüsü altında sağ oportünist legalizmden  soluklanılmıştır.

Örgütün dağılan illegal yapısı yeniden yaratılmamış, zindanlarda çıkan kadrolar açık alan çalışmalarına aktarılmıştır. Böylece yeraltı çalışmasının güvenilir olmadığı, kitleleri kazanmada istenilen sonucu elde edemediği vb. gerekçelerle, yeraltı çalışması tasfiye ediliyor ve artık illegal örgütlere pekte ihtiyaç kalmamış oluyordu. Açık parti çalışmasının yarattığı tipik özelliklerden birisi devrimci erozyon ve çürümedir. Legalizm yolu, ise illegaliteyi yok ettiği gibi aynı, orta sınıf ya da küçük burjuvazinin yaşam alışkanlıkları olağan bir hal almış gibi, ortalama bir kadronun alışkanlıkları, düşünüş ve davranışının, ortalama küçük burjuva yaşam tarzından farkı kalmamıştır. Yaşamını komünistçe düzenleyen, disiplinle, düzenle her türlü bağını koparmada kadrolar tutucu, geri kalmış, yeni dönemin özelliklerine ayak uyduramayan kadrolar ekarte-tasfiye  edilmeye başlanmıştır.

Açık alanı esas alan ve buna göre çalışmalarını düzenleyen MLKP polis darbelerinden uzak kalmak için daha dikkatli ve riskleri almamaya özen gösteren bir hatta ilerlemeye çalışıyor. Zaman zaman askeri eylemliklere başvurması, MLKP'nin tasfiyeci legalizme kapağı attığı gerçeğini gizleyemez. Çünkü bütün politik hamleler, örgüt ve mücadele yöntemleri yasalcılık üzerinde yükselmekte ve tabanı-ikna olmamış kadroların gözünü boyama, devrimci, kamuoyunda gelecek eleştirilerin önünü kesme amacını taşımaktadır. 2006-2009 4. kongre toparlanma süreci örgütün tasfiyeci legalizm yönünde kadro ve tabanın kalıba dökülerek ikna edilme süreci yaşandığını ve legalizme geçiş için her şeyin hazırlandığını gösteriyor. MLKP önderliği her durumu olduğundan farklı görmeye, göstermeye çalıştı.

Yozlaşma, çürüme ve erezyon süreci, “her şeyin partinin norm ve kuralları içinde normal olarak ve iyi gittiği” şeklinde “mutluluk ve umut” sloganları altında gelişti. Bu örgüt norm ve kuralları ise gerçekçi; “sınıf mücadelesi devam ediyor”, “demokratik merkeziyetçilikte gelişiyor”, “eleştiri-özeleştiri, devam ediyor”, “partide çok sıkı bir disiplin vardır”, “artık-oportünist unsurlar” geride kalmıştır vs. vb. değerlendirmelerle durum güllük gülistanlık olarak gösterildi.

Trajik ve ölümcül hataların özünü oluşturan sürecin doğru olarak kavranmamış olması, işin özünden çok biçimle uğraşılması, işçi sınıfı yerine, sınıf dışında kesimler arasında çalışmayı temel almaktan kurtulmamış olunması, MLKP'de kongrelerinde göstermelik bir hale getirilmesini sağladı. Kongreler örgütün çalışmalarının değerlendirilip, sorunlarının çözülerek bir yerde yenilenme ve elenme sürecidir. Ama MLKP'de kongreler bir öncekinin tekrarı olmaktan öte geçmemiş ve hataları, zafer ve yapılan özeleştiriler zira çekmecelerinin dışına çıkmamış, defalarca başarısızlıkları tescil edilmiş olanlar önderlikten kalmaya devam etmişlerdir. Sosyalist iç demokrasi rafa kaldırılmış, tartışma ve eleştiri adeta yasak sürmenin ötesine geçmemiş. “Her şeyi önderlik bilir” yaklaşımı egemen kılınarak, kadroların önderliği ve örgüt politikalarının denetlenmesi zaafa uğratıcı durum yaratmıştı.

2002-2009 7 yıl içinde MLKP örgütü legalizme hazırlık yapmak ve kadroları ikna etme seanslarıyla geçiştirmiş ve her şey önderliğin gereksinimine göre düzenlenmiştir. 2009 - 4. Kongre’nin örgüt içinde verimli tartışmaların yapılarak toplandığı söylenemez. İyi ve verimli bir iç tartışmanın yaşandığı söylenemez. 4. Kongrenin ana gündem maddesi açık parti kurmak ve legal çalışmayı öne almakla bağlı olduğu görülüyor. MLKP önderliğinde bazı kişiler 90'lardan itibaren açık parti kurulması fikrini savunuyorlardı. Ama örgüt karşı çıkması nedeniyle uzun yıllar bu sağ tasfiyeci görüş pek itibar görmemişti. Kongrede öne çıkan tartışma legal, illegal mücadelede ve örgüt biçimleri, devrimci şiddetin nasıl bir perspektifle hazırlandığı ve pratiğe sürüleceği ve tüm bunları pratiğe geçirecek olan kadroların komünistçe yaşamlar militanlarının sınanması ve sorumluluk duygusu içinde hareket etmeleriydi. Kuşku yok ki 4. Kongre’nin almış olduğu kararların başına nasıl bir parti sorusu geliyordu?

Sorusuna yanıtı da içinde taşıması bağlamında ve MLKP'nin nerden gelip nereye gittiğini somut laması bakımından büyük önem taşıyan yasal parti kurma kararıydı. Hiç bir devrimci legal olanaklardan yararlanmak ve sesimizi daha geniş yığınlara duyurmak açısından ilkesel olarak legal parti kurulmasına karşı çıkmaz. Ama faşist diktatörlük koşullarında mücadele yürüten bir örgütün örgütlenme modeli düşmanın eline uzatamayacağı ve çalışmalarını etkisiz hale getiremeyeceği, her durumda devrimci çalışmayı sürdürecek, devrimciliğin esaslarına, göre partinin örgütlenme modeli belirlenir.

Dolaysıyla bu durum devrimci şiddetle gerçekleşebileceği olgusuna göre, daha bugünden şiddetin pratikte nasıl örgütleneceği de örgütün legal-illegal çalışma ilişkisinde hangisinin önde geleceğini de belirleyecektir. Legal-illegal bağının şekilciliğe indirgenmesini, gerçek ihtiyaçlardan ve politik koşullardan kopuk, M-L ilke ve kurallardan koparılmış tarzda ele alınması, MLKP'nin TDKP'nin 17 yıl önce yürüdüğü yolda bugün yürüdüğünü gösterir başka bir şey, değil. 1970'den buyana devrimci hareketin en çok tartıştığı sorunların başında nasıl bir örgüt ve nasıl bir mücadele ve örgüt biçimi gelmiştir. Hemen her örgüt illegaliteyi temel aldığını ve devrimci şiddet hazırlığına göre konumlandığını kabul edip sorunlarına rağmen, mevzuat kısa bir dönem bu söylemlere uyulmuş ve uzun yıllar bu ilke ve normlar biçimsel bir görüntü dışında başka bir anlam ifade etmemiştir.

Örgütler daha çok ve ağırlıklı olarak yarı-legal örgütlenmişler ve düşmanın saldırılarına her zaman açık olunması nedeniyle de, her üç dört yılda bir devrimci hareketler düşmanca tırpanlanmış, sil baştan yapılmış ve kırık plak gibi aynı noktadan dönüp durulmuştur.1980 sonrası süreçte aynı alışkanlıkların devam etmesi ve bugün bunun daha kötü bir şekilde illegalitenin tasfiye edilerek legalizmden konaklanılması, devrimci hareketin devrimciliğini tartışmalı hale getirmiştir.  Aynı zamanda devrimci hareketin gelişememe ve kitlelerden yalıtılmışlık haline daha fazla legal çalışmaya yönelecekti bulabileceğini düşlüyor-üstelik bu alanda.

Dev-Yol, Kurtuluş, TDKP örnekleri yakıcı olarak ortada durduğu halde MLKP tasfiyecilik, dışından başka bir şey üretmemiş ya da çare olarak öne sürüyordu. Aslında burada yeni olan hiçbir şey yoktur. MLKP tarihine şöyle bir göz attığımızda her düşmanın saldırısının ardından”, kitlelere hücum ve kitleleri fethetme" sloganı kurtarıcı olarak öne sürülmüş ama söylenenler kısa bir süre sonra unutulup gidilmiştir.

18 yıldır MLKP kitlelerin öncüsü olma ve onları fethetmeyi önüne başat görev aldığını açıklamış ama bu alanda kendi deyimlerine bakılırsa bir arpa boyu yol alınmamıştır. PKK örneğini kendisine destur almaya kalkışan MLKP aslında büyük bir yanılgıya düşmüştür. PKK uzun yılları bulan illegal çalışma ve silahlı mücadelenin yaratmış olduğu geniş yığınları harekete geçirmeye ve mücadeleye katma durumu ve mücadeleyi örgütleyip ileriye taşıyarak ve düşmanın el uzatmasının oldukça güç olduğu gerilla mücadelesi ve dağlarda konumlanma, PKK'yi illegal tutmuş ve geniş kitlelerin mücadeleye daha kolayca katılmaları ve açık alanın Kürt direnişi için önemli bir alan olarak kullanılması illegal çalışmanın öncülüğünde legal çalışmanın devrimcileşmesini sağlamıştır.

Yani Kürt hareketine damgasını vuran illegal örgütlü PKK gücü ve dağlarda gerilladır. Haliyle PKK yalnızca eylemleriyle değil, varlığıyla da devlet bakımında bir kriz unsurudur ve bu varlığın sonucu devrimcilik üretmektedir. Dahası PKK'de hegemonya ve yönlendiricilik, illegal örgütün elindedir. Legal alan çalışmasını da burası yönetip, yönlendirmektedir. Aslında MLKP'nin ne örgütsel gücü nede politik etkisi her iki alanda çalışmaları da at başı ileriye taşıyabilecek durumda değil, MLKP güçlü ve her koşulda iyi bir şekilde işleyen illegal örgüt yaratabilmiş değil. Sınırlı illegal gözle legal alanı yönetmek ve "güçlendirmek mümkün olamaz. Sıklıkla karşılaşılan polis operasyonları olumsuz yönde etkileyici olmuş ve dağılan yeraltı örgütleri yeniden inşa edilmemiştir. Böylesi bir durumda, yasal partinin -politikanın ve günlük mücadelenin merkezi olacağı bir durumda, biçimsel olarak ayakta tutulan bir MLKP'nin devrimci mücadele için pekte gerekli olacağı bir durumda kalmayacaktır. MLKP politika üreten merkezinin yanında kadro eğitme ve yetiştirme alanında açık alan olması, devrimci üreten değil tasfiyecilik üreten bir merkez haline gelecektir.

Yine tabanın tepkisini etkisiz kılmak ve kadroları tasfiyeci sürece adım adım katma için biçimsel anlamda askeri bir örgütün kayıt altında tutulmasından öteye, pek bir devrimci geliştirici halde olmayacaktır. Her bakımdan politika merkezin açık alan olduğu bir çalışmada, iktidar için değişen ve devrime hazırlanan militan bir komünist örgüt yaratılması da mümkün olamaz.

Peki, MLKP'nin dün tasfiyeci olarak eleştirdiği şiddetle karşı çıktığı açık pati hangi politik koşullar değişti yada hangi yığınları kucaklayıp-fetheder bir hale geldi de açık parti kurma çizgisine girdi. Pratik koşullarda temelden bir değişim olmadığına, devrimci yığın mücadelesini grev ve direnişlerle faşist diktatörlüğün çeperinden derin yarıklar açarak, onların üzerinde ciddi bir kitlesel devrimci baskı, yaratılmadığına göre açık parti kurma ihtiyacı nereden çıkmıştır? Açık partinin neden kurulması gerektiğini bir kaç noktada toparlamaya çalışıyor MLKP önderliği: Sol çevrelere yakın duran ama örgütlenmemiş, diğer reformist legalist partilerin örgütleyemediği kesimleri parti çatısı altında toplamak, partiye nispeten yakın duran ama riskli devrimciliğe gelemeyenlerin parti çatısı altına girmeyen ve giremeyenleri örgütleme ve politik süreçlere daha güçlü şekilde müdahale edebilme olanağı sağlayacak bir kurum olarak düşünülebilir.

Aslında sırf bunlar için açık alanda bir parti kurmak ne kadar devrim ve sosyalizm mücadelesine hizmet edebilir ki. Ayrıca ilk adım riskli devrimcilikten uzak duranlar için bir parti ya da örgüt değil, aksine hareket halinde olan işçi ve emekçi yığınları örgütleyip, mücadeleye seferber edecek olan bir komünist partisinin yaratılmasıdır. Aynı zamanda ortada bu kesimlere daha kolayca ulaşıp örgütleyecek olan ÖDP, SP, EMEP vb. parti ve örgütlerin olduğu bir yerde, MLKP'nin kurduğu yasal partiye gelip çalışmaları hiçte gerçekçi bir yaklaşım ve beklentide olmayacaktır. MLKP, 18 yıl önce illegal çalışmayı esas alan kararlılığını göstermeyerek, kendi yeraltı korkularına teslim olarak burjuvazinin ve faşist diktatörlüğün legalitesine duydukları güveni eleştirerek, girilen bu yolun tasfiyeci olduğunu çoktan dillendirerek kendilerine bu yolun yıkım getireceğini devrimcilere anlatmaya devam edeceklerini söylüyordu.  Ama gelinen süreçte MLKP önderliği, kendi dışındaki legalist akımlara eleştirdiği aynı duruma bugün kendisi düşmüştür.  Burjuvazi ve faşist diktatörlüğün legalitesine güven duyarak illegal çalışmanın her zaman esas olacağı görüşleri geminin bordasında denize atılmıştır. Yani MLKP başkası kurarsa yanlış, kendisi kurarsa doğrudur bakış açısıyla yasal parti sorununa bakarak: ÖDP,  SDP-SP- EMEP'in izlemiş olduğumuz legalizm filmini yeniymiş gibi bize yeniden izletmek istiyor.

Ama bu filmin sonucu daha baştan bellidir:  legalizmden yararlanalım diyerek, illegal örgütlenme ve çalışmadan vazgeçerek, iktidarı devrimci bir temelde devrimci şiddeti örgütleyerek yıkmaya göre ihtilalci bir komünist örgüt yaratılmaktan vazgeçilerek, tasfiyeci legalizme bulaşmak, sol oportünizmden, sağ oportünizme yol almak kaçınılmaz olacaktır.