17 Mayıs 2018 Perşembe

18 Mayıs, dogmatizm ve mükemmeliyetçilik altında inkarcılığa karşı devrimci duruşun adıdır

18 Mayıs 1973, İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Diyarbakır zindanında 3,5 ay süren ağır işkencelerin ardından hunharca katledildiği gündür. Dahası 18 Mayıs, Diyarbakır zindanında komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın düşmana açıktan; “ben bir komünistim politik düşüncelerimi asla gizlemem ama örgütsel konularda konuşmam” diyerek, ser verip sır vermeme tutumuyla, devrimci ve komünist harekete ışığın adıdır. Kim işkenceye düştüyse ilk aklına gelen İbrahim Kaypakkaya oldu. Kuşku yok ki 18 Mayıs yalnızca bir başkaldırı ve direniş geleneği yaratmak değil, aynı zamanda Mustafa Suphi TKP'sinin ardında Türkiye Kuzey Kürdistan coğrafyasında komünist hareketi ve önderliği de ete kemiğe büründürmenin adımıydı.

Buradan hareket ettiğimizde 18 Mayıs nezdinde Kaypakkaya’nın önderliğinde buz kıran rolünü oynayan TKP-ML Hareketi'nin kuruluşu ve gelişim süreci ve geçmişe hangi pencerede bakmak gerçekliği kapıyı çalar.

Bugüne kadar, devrimci hareketi, hem kendi gerçekliğine ve hem de kendi dışındaki komünist hareketin gerçekliğine sağlıksız - dogmatik ve mükemmeliyetçilik altında inkarcılık biçiminde bakmaktan bir türlü kurtulamadı. Dahası devrimci akımlar için "geçmişi olmayanın geleceği olamaz" belgisi süslü laflardan öte pek fazla bir önem taşımadı. Devrimci hareket saflarında iki eğilim sürekli olarak çatışa geldi, birisi olayları ve olguları kendi zemininde koparmada dünle bugün arasında diyalektik yaklaşımla iç bağı içinde Marksist-Leninist bakış, diğeri ise komünist harekete hatalardan azade gören dogmatizm ya da mükemmeliyetçilik altında inkarcılık. Her ne kadar bu iki eğilim bir birine karşıtmış gibi görünmüş olsa da özünde mükemmeliyetçi buluşmakla aynı hatta durmaktadır.

Dogmatizm ve inkarcılık geçmişi değerlendirme söz konusu olduğunda devrimci hareketin başına musallat olmuş oportünizmin türlerindendir. Her ne kadar bu iki eğilim; dogmatizm ve mükemmeliyetçilik birbiriyle çatışmalı gözükse de, sonuçta aynı noktada buluşarak, devrimci ve komünist hareketi etkisi altına almaya çalışmıştır.

Biliyoruz ki komünist hareket, kendi tarihinde öğrenme ve mücadeleyi sürekli bir hatta kesintisiz gelişimi içinde ele almada başarının yolunu döşemesi mümkün olmaz.

Örneğin 24 Nisan 1972 yılında Kaypakkaya önderliğinde kurulan TKP/ML Hareketi'ni işçi hareketini merkezde tutun bir çalışma oturtamadığı iddiasından dolayı, küçük-burjuva olarak mahkum eden (MLKP, TİKB, EMEP, TKİP vb. örgütler), Kaypakkaya'dan 47. sene sonra bir çok deneyim, tecrübe ve teorik gelişim kat etmelerine karşın, hala sınıftan uzak bir konumda semtlerde ve gençlik içinde küçük-burjuva kesimlerden devşirdikleri kadrolarla ayakta kaldıkları halde, nasıl oluyor da yine de Marksist-Leninist olabiliyorlar? Bütün bunları M-L’e birazcık ilişkisi olan insanlar düşündüğünde bu akımların ne kadar fikir fukarası ve çift standartçı keyfiyetçi, her şeyi kendileriyle başlatma basitliği içinde olduklarını görebilir. Bu inkarcı oportünist cenahta ortak özellik başkasına mükemmeliyetçilik kendilerine ise liberalizmi uygulamaktır.

Demek ki geçmişe bakışta öncelikle M-L bir bakış açısına sahip olunmalı ki sürekli olarak gelgitler yaşanmasın ve örgütlerin kendi kendileriyle uğraşmaları ve kendileriyle barışık olmayan durumları ortadan kaldırılsın.

Buradan hareket ettiğimizde geçmişe ve geleceğe eleştirel yaklaşım konusunda Lenin'den şunları okuyoruz: “Bugüne kadar bütün devrimci partiler gurura kapıldıkları için, güçlerinin nerede yattığını göremediklerini ve zaaflarını ortaya koymaktan korktuklarından yenildiler.” (Lenin'den aktaran SBKP (B) tarihi)

Geçmişe ve geleceğe bakarak Lenin yoldaşın bu sözlerini akıldan çıkarmamalı ve yine Lenin yoldaşın "ama yıkılmayacağız, çünkü biz zaaflarımızı ortaya koymaktan korkmuyoruz ve onları alt etmesini öğreneceğiz" (age) sözleri bize yol gösteren bir ilke olmalıdır.

Geçmişe yaklaşırken şimdiye kadar dışımızdaki devrimci akımlar sürekli olarak tersini uygulaya geldiler. Ya önemli hata ve eksiklikleri komünistlikle bağdaştırılamaz bir durum olarak algılayıp olaylara donmuş kalıplar içinde dogmatikçe kalıplar içinde baktılar-Partizan kökenli akımlar buna somut örnektir. Yenide Demokrasi, Özgür Gelecek, Halkın Günlüğü, Yeni Dünya İçin Çağrı dergisi vb. ya da olayları ve olguları kendi koşullarından soyutlayarak komünistliği diyalektik gelişme ve değişme yasalarının dışında tutarak, olaylara ve olgulara kendi dar sübjektif mükemmeliyetçi dünyasıyla yaklaşıp, her gelinen durumda geride kalanı geleceğin uzantısı olarak görmeyen her şeyi kendisiyle başlatan inkarcı bir mevzide bakan; Atılım, Kızıl Bayrak, Alınteri, Devrimci Proletarya, Devrimci Duruş, EMEP. vb. akımlar.

Devrimci ve komünist hareketin saflarında hatalara ve olumsuzluklara bakışta bu sağ ve sol ama özünde aynı kulvarda buluşan oportünist bakış açısı, devrimci hareketin kendi gerçekliğine Marksist-Leninist bakışla yaklaşımını dumura uğratıcı olmuştur. Dahası devrimci hareket, olayları ve olguları kendi gerçekliği zemininde ele alıp değerlendiren ve dün ile bugün arasında iç bağıntı kurarak dünü bugünün devamı ve geleceğin zemini olarak görüp, bu gerçeklikten hareket etmeyerek, geçmişe sürekli olarak şüpheci bakan ve her şeyin altında bir şeyler arayan eğilimlere kapılarak, kadroların ve tabanında dünyasını altüst eden birbiriyle tezat teşkil eden değerlendirme ve yargılamalara kapılmaktan kurtulamamıştır.

Elbette bütün bunların sağlıklı bir hatta yapılabilmesi öncelikle, demokratik merkeziyetçilik ve eleştiri, özeleştiri ilkelerinin doğru kavranıp pratiğe uygulanmasıyla bağlıdır.

Bürokratik merkeziyetçiliğin devrimci hareketi sarıp sarmaladığı koşullarda, demokratik merkeziyetçilikten sapılarak, kararların tek başına ya da küçük bir azınlık olarak alındığı, demokratik merkeziyetçilik görüntüsü altında, tartışmaların göstermelik hale getirilerek, bu yolla kendi eğilimlerini egemen kılarak, kararların kolektif alınmasını engellendiği bir durumda dünle bugün arasında sağlam bağlar kurulamaz.

"Tek tek kişiler tarafından alınan kararlarda tek taraflı kararlardır", “kararlar kolektif çalışmanın ürünüdürler. Eğer bu olmazsa, eğer kararlar tek tek kişiler tarafından verilirse o zaman çalışmalarda ciddi eksiklikler ortaya çıkar.” (Kolektif Çalışma Parti Yönetimini En Yüksek İlkesidir, Slepov. s. 6)

Eğer kolektif çalışma ve örgütsel mekanizmanın kolektif işleyişi sağlanmazsa pratikten kopuk üstün kararları devam eder ve örgütsel alanda da tek tek kişilerin ya da küçük bir kliğin bürokratik yöntemlerin veya biçimde kolektif özde ise bürokratizm devam eder. Elbette, bürokratizmin düşmanı kolektif çalışma ve işleyiştir. Siyasal alanda uygulamamız gereken alanda da uygularsak, "kitlelerden kitlelere", metodunu örgütsel alanda da uygularsak yani önderliğin ve üst kademelerin kadrolar ve alt kademeler tarafından bütün örgütün kitleler tarafından denetimini sağlayabilirsek, ancak o zaman, bürokratizm’i yıkıp kolektivizmi egemen kılıp, sık sık önderliğin kendi isteğine göre bir uçtan diğerine giden görüş değişikliklerine de geçit verilmez.

Yine demokrasinin ve merkeziyetçiliğin birliği, özgürlüğün ve disiplinin birliği bizim demokratik merkeziyetçiliğimizi teşkil eder. Ne ki merkeziyetçiliği demokrasiyle birleştirilmez ve örgüt içi demokrasinin işleyişini sağlayamazsak disiplini de oturtamayız. Bürokratik merkeziyetçiliğe son vermediğimiz gibi körü körüne itaat ve başka zamanlarda ve şartlarda sekter, yıkıcı eğilimlerin yeşermesine dönüşebilir. Keza demokratik merkeziyetçiliği kadroların inisiyatifli davranmalarını sağlamayı birleştiremezsek, yine liberal ve sekter davranışın etkisi altında kalma eğilimlerini yok edemeyiz.

Örgüt içi demokrasiyi sistemli ve işin gereklerine göre uyulabilirsek, örgütün her yönden sağlamlaşmasını, merkeziyetçiliği uygulayabiliriz ve her ikisini de birleştirebilirsek örgütün savaşma gücünü ve yıkılmaz birliğini güçlendirmiş oluruz.

Hata ve eksikliklere karşı mücadelede kibirli ve her şeye tukaka diyen bir konumda durmamalıyız. Hataları aşmak için birinci olarak eleştiri, özeleştiri mekanizmasını sistemli olarak işletmeli ve ikinci olarak da eleştiri, özeleştiriyi doğru kavramalıyız. Eleştiri yaparken amacın ideolojik berraklık ve örgüt birliğinin güçlendirilmesi olduğu asla unutulmamalıdır. Dahası örgüt içi mücadelede ikna, değiştirip, dönüştürme metodunu önde tutmalı ve iflah olmaz ve yıkıcı bir konuma kayan durumlarda, örgütsel önlemlerle bu mücadele birleştirilmelidir.

Her şeyin merkezinde kendisini tutan ve grupçu, klikçi eğilimlerin, ya da kendisinin yaratmadığı değerleri ve görüşleri burnunun ucuyla küçümseyerek geriye iten eğilimler, kariyerist ve örgüt çalışmaları bakımından tehlikeli eğilimlerdir. Böyleleri çok sinsi hareket ederek, fırsat kollayarak örgütü ele geçirerek kendi eğilimlerini darbeci ya da göstermelik kongre ya da konferanslar toplayarak çoğunluk görüşü haline getirmeye çalışarak, örgütlü revizyonist bir mevzie çekmeye çalışırlar. Bu bakımdan, örgütteki ideolojik-politik fikir mücadelesi örgüt içinde açık yapılmalı ve kadrolar kimin ne savunduğunu bilmeli ki, olası revizyonist sapmalarda kimin nerede ve nasıl durduğunu açığa çıkartarak, gereken önlemi almayı başarabilsin.

Elbette örgütün hatalarına karşı acımasız olmalıyız. Ama burada amaç yıkıcı değil yapıcı olmalı ve dünle bugün, bugünle gelecek arasındaki iç bağlantıyı kurarak hareket etmeyi gözetmelidir. Aksi durumda örgütün mücadele sürekliliğinin sağlanması ve bu temelden hareketle Marksist-Leninist bakış açısını egemen kılarak dogmatizm ve mükemmelliyetçilik altında inkarcılığı yere çalarak ilerlemek olanaksızdır.

Devrimci hareketi kendi zemininde kopartarak, köksüz ağaca dönüştürme ve her ilerlemede arkada kalana tukaka diyerek inkar etme ya da süreci hatasız olarak göstermeye çalışma zihniyeti; ne M-L geliştirilebilir ve ne de örgütün kendi çizgisine güvenini sağlayarak, kadrolara ve kitlelere güven aşılayarak sağlam bir zeminde ilerlemeyi sağlayabilir.

Partizan geleneğinden gelen akımların 1976 yılında bu yana gelişme evrimlerine bakmakta yarar var. 1976 yılında TKP-ML Hareketi’nden, Türkiye’nin sosyo ekonomik yapısının kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu, şehir çalışmalarının temel alınması gerektiği ve işçi sınıfı içinde çalışmasının temel olması gerektiği ve kapitalizmin egemen olması nedeniyle devrimin yolunun kırdan şehre doğru bir yol izlemeyeceği, kızıl siyasi üstler oluşturarak, iktidarın parça parça alınmasının olanaksız olduğu, TKP-ML Hareket’inin parti değil parti öncesi komünist bir örgüt olduğu vb. görüşlerine muhalefet ederek değişik bölgelerde kopan grupların örgütlenme komitesinin çalışmaları neticesinde Şubat 1978’de Ankara’da I. Kongresini gerçekleştirerek I. Merkez Komite üyelerini seçmiştir. 

Merkez Komite'de; Sefa Kaçmaz, İbrahim Ünal, Erhan Gencer, Baki İşçi, İsa Güzel, A. Yavuz Çengeloğlu ve Süleyman Cihan yer almıştır. Bu kongrede aynı zamanda uluslararası siyasi konjonktür tartışılmış, parti içi özeleştiri yapılmış ve parti tüzüğü konuşulmuştur. I. Kongre’de İbrahim Kaypakkaya’nın yolunda ilerleneceğine bir kez daha vurgu yapılmış ve 1978 yılında merkezi yapıyla 11 ilke doğrultusunda çalışmalara devam edilmesi kararlaştırılmıştır.

TKP-ML/Partizan, tipik dogmatik bir akım olarak ortaya çıktı. Bu akımın temel özelliği teorisi ile pratiğinin uyumsuz olmasıydı. Kırlar temel çalışma alanı ve silahlı mücadele kırdan şehirler doğu bir seyir izleyecek ve devrimin özü köylü toprak devrimi, Türkiye yarı-feodal bir ülke görüşlerini savunmasına karşı, politik çalışmaları ağırlıklı olarak kentlere sıkışıp kaldı.

Devrimin özü köylü toprak devrimi demiş olsa da toprak ağalığının güçlü olduğu yerlerde çalışmayı oturtamadı, daha ağırlıklı olarak anti-faşist mücadelenin yoğun olduğu Erzincan-Dersim hattında tutunmaya çalıştı. Buralarda güçlü toprak sorunu olmadığı gibi, büyük toprak ağalığı sistemde yoktu.

Diyarbakır, Muş, Urfa, Mardin, Erzurum, Van vb. gibi büyük toprak ağalığı sisteminin nispeten güçlü olduğu kentlerde TKP-ML/Partizan ciddi bir varlık olmadı.

TKP/ML/Partizanın teorisi ile pratiği arasındaki uyumsuzluk örgüt içinde sürekli sorun kaynağı olmuştur. Bir yandan hemen silahlı mücadele ve kırdan şehri kızıl siyasal üstler oluşturma kararları, öte yandan yaşamın gerçekliğinin bu türden politik kararların sübjektif olduğunu açığa çıkarması TKP-ML’de sorun kaynağı olagelmiştir. 1980 12 Eylül faşist darbesinin ardından TKP-ML saflarında, Merkez Komitesini sağcılıkla suçlayıp silahlı mücadeleye hemen başlanılmasını savunan ve kendilerini TKP-ML Geçici Koordinasyon Komitesi (GKK) olarak adlandıran İstanbul ağırlıklı bir grup TKP-ML/Partizan'dan ayrı bir grup olarak ortaya çıkmıştır. Bu grubun başını çekenler esas olarak TİKKO adlı askeri örgütün önder kadroları arasında gelmiş ve kurucuları kısa zaman içinde yakalanmışlar ve işkencede kötü sınav vermişler ve bir süre sonra dağılıp gitmişler.

Nitekim TKP-ML/Partizan GKK'nın baskılanması altında kalarak, Dersim'in Hozat ilçesinin 1981 yılının Ocak ayında II. Parti Kongresi toplanmış. II. Kongre de gerilla birliklerinin oluşturulması ve silahlı mücadelenin başlatılması kararlaştırılmış, bu bağlamda II. Merkez Komite'nin üyeleri belirlenmiştir. II. MK’ye Süleyman Cihan, Ali Haydar Akgün, Hıdır Ayata, Zeynel Demirçivi, Mehmet Özgül, Erhan Gencer, Kazım Çelik, H. Basri Aslan ve Hasan Aksu seçilmiştir. Süleyman Cihan ve Erhan Gencer I. Merkez Komite’de olduğu gibi II. Merkez Komite’de yerlerini almışlardır.

Aynı zamanda II. Kongre’nin hemen ardından TKP-ML/Partizan saflarında birçok konuda yapılan iç tartışmalar esasta başını yurtdışındakilerin çektiği Bolşevik Partizan ayrışması yaşanmıştır. Bu ayrışmanın esas nedeni başta Mao Zedung olmak üzere birçok teorik-politik sorun oluşturuyordu. 

Ne ki TKP-ML/Partizan, Türkiye’nin sosyoekonomik yapısını “yarı-sömürge, yarı-feodal”, ülkede baş çelişmeyi “feodalizmle halk yığınları arasında” devrim aşamasını “demokratik halk devrimi”, devrimin yolunu “kırlarda kızıl siyasi bölgeler kurarak, şehirleri kırlardan kuşatarak kurtarma biçiminde halk savaşı yolu” olarak tespit etti ve bunu yaklaşık 42. yıldır savunmaya devam ediyor.

Daha da önemlisi TKP-ML/Partizan'ın Türkiye Kuzey Kürdistan devrimine ilişkin bu tespitler, Türkiye’nin sosyoekonomik yapısının bilimsel bir tahliline dayandırılmamış ve esasta Mao Zedung'un yarı sömürge ülkeler yarı feodal, yeni sömürge ülkelerde yarı-feodal ekonomi egemendir, devrimin özü köylü toprak sorunudur devrimin yolu da kırlardan şehirleri kuşatma biçiminde halk savaşı yoldur.

Bu tespitler, önemli ölçüde Çin Devrimi’nin deneylerinin yanlış bir şekilde genelleştirilmesi ve Türkiye için Çin Devrimi yolunun bir şablon gibi kullanılmasının sonucu olan tespitlerdir.

Yani halk savaşı teorisi ve pratiği her ne kadar teoride öncü savaş teorisini eleştirmiş olsa da aslında pratiği sol maceracılıktan kurtulamayan öncü savaşçı Partizan, belki de devrimci hareket içinde en çok bölünen akımların başında yer aldı.

Yani TKP-ML/Partizan, Mao ve ÇKP'yi olduğu gibi kopya ederek Türkiye'ye uyarlamaya çalışmış ve değiştirip dönüştüreceği toplumsal gerçekliği analiz etmede başarısız kalmıştır. Türkiye nüfusunun hızla çözülerek kırdan kente göç yaşanmasına, işbirlikçi tekelci kapitalizm gerek alt yapıda ve gerekse de üst yapıda egemen olmasına, kır nüfusu aleyhine şehir nüfusunun yüzde 70'ler düzeyine ulaşmasına karşın, TKP-ML/Partizan çizgisini sürdürme de ısrar eden Yeni Demokrasi, Özgür Gelecek çevresinin hala Türkiye'nin  sosyo-ekonomik yapısını yarı-feodal, devrimin özünü köylü toprak ve devrimin yolunu kırdan şehri kuşatan halka savaşı yolu olduğunu savunmaya çalışması, aslında bu akımların Kaypakkaya yoldaşın komünist bakış açısını anlama başarısında olamadıklarını ve dogmatizme çakılıp kaldıklarını gösterir.

İşin ilginç olanı, TKP-ML/Partizan saflarında yaşanan ayrılıkların çoğunluğu İbrahim Kaypakkaya'nın çizgisini anlamamak ve ondan sapmak zemini üzerinde yükselmiştir.

1987 yılından sonrası TKP-ML/Partizandan yaşanan ayrılıklar; TKP-ML DABK, TKP/ML Maoist Merkez, Spartaküsler, Merkez, TKP-ML Devrimci Partizan, TKP-ML Birlik, TKP-ML. İbo'cu Dönüşüm Hareketi, son olarak Yeni Demokrasi ve Özgür Gelecek kopuşması özünde Maoculuktan kopamamayla bağlıdır. TKP/ML geleneğini devam ettirmek isteyen akımlar Maocu çizgiden ve dogmatizmden kopmadıkları ve Türkiye gerçekliğine bilimsel ve ön yargılardan arınmış olarak bakmadıkları sürece, İbrahim Kaypakkaya yoldaşı savunduklarını iddia etmeleri buz üzerine yazı yazmaktan öteye bir anlam ifade etmeyecektir.

Düşününki 45. yıldır bir akımın önderlikleri revizyonizm üretsin, Kaypakkaya'yı anlama başarısı göstermesin, işkence de Kaypakkaya’nın kızıl direnme çizgisi, ser verip sır vermeme çizgisini bayraklaştıramamış (ki TKP-ML-TİKKO önderliği, 12 Eylül faşist darbesi sürecinde işkence genelde olumsuz sınav vermiştir. 7 kişilik önderlikten polisçe yakalanan İbrahim Ünal, Ali Yavuz Çengeloğlu, Erhan Gencer, Baki İşçi) 12 Eylül öncesinden Partizanda kopan Baki İşçi 78 yılında TKP-ML Hareketi'nden kopan ve süreç içinde dağılan küçük Ağustos hizbiyle birleşerek ve TKP-ML YİÖ’nün oluşumunda yer almış, işkencede çözülmüşler ve polise sayfalarca ifade vermişlerdir.

Diğer iki MK üyesi Sefa Kaçmaz ve İsa Güzel ise Bolşevik Partizan’ın kurucuları arasında yer almışlardır. TKP-ML önderliğinde direnen bir tek Süleyman Cihan olmuş. Herkesin bildiği gibi Süleyman Cihan çözülme sonucu polisçe gözaltına alınmış, işkencede ifade vermediği için hunharca katledilmiştir. Yani TKP-ML önderlikleri sözde Kaypakkaya yoldaş üzerine çok methiyeler dizmişler ama bunun gereklerine uygun davranamamışlar. Veriler TKP-ML önderliğinin  yüzde yetmişinin poliste olumsuz sınav verdiğini ortaya koyuyor. Haliyle böyle bir akımın önderliğinin Kaypakkaya yoldaşın düşünceleri bir yana işkencede direniş çizgisini de özümleyip pratiğe geçirmede başarılı olmadığını-olamayacağını gösteriyor.- ve  ama yine de bu akım ya da akımlar komünist bir örgüt olarak varlığını sürdürsün ve komünist bit hatta yürümeyi başarsın.

TKP-ML/Partizan’dan 1987 yılında kopan ve  sonra kendileri Maoist Komünist Partisi olarak değerlendiren- bu akıma Özgür Gelecek'ten kopan, Uzun Yürüyüş ve İbocu Dönüşüm Hareketi katılmış. İşin ilginç olanı ise bir dönemler Maoculuğu sıkıca savunan ve ÇKP  kopyacılığında sınır tanımayan sübjektif düşünce tarzının savunucusu olan bu dogmatik akımlar, bir uçtan diğer uca hızla savrulmaktan geri kalmamışlar. Bu akımların Kaypakkaya ile hiçbir ilişkileri kalmamış olmasına rağmen, yine de kendilerini en iyi Kaypakkaya’cı olarak göstermekten geri kalmamaları, bu akım ya da akımların ne kadar bilimsellikten uzak olduklarını  gösterir. 

Örneğin MKP, uzun yıllar ısrarla savunduğu yarı-sömürge ülkeler yarı feodaldir ve devrimin yolu da halka savaşıdır görüşlerini bir gecede geminin bordosunda denize atarak, Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı kapitalist ve haliyle de  devrimde sosyalist devrim görüşüne rücu etti. Daha önceden Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısını kapitalist üretim ilişkileri egemendir olarak tahlil etmesi ve haliyle şehir çalışmaları esastır ve düşmana son darbeyi şehirler vuracaktır tezlerini savunanları İbrahim’i reddetmek ve gözü kapalı Troçkistlikle suçlayanların, şimdi utanmazca ”İbrahim’i en iyi biz savunuyoruz” demeleri bu akım yada akımların nasıl bir devrimci ahlak ve değerlerden uzak durduklarını  gösterir.

TKP-ML/Partizan geleneğinde kopan yeniden birleşenler bugüne kadar dönüp arkalarına hiç bakmamışlar ve neden ayrıldık, neden birleştik, hata ve eksikliklerimiz neydi sorularına yanıt olunmadığından ve köklü ideolojik kopuşların yaşanmaması nedeniyle, üstün körü ve ciddiyetsiz tutumlar yeni bölünmelerin yolunu döşemiştir. 

45. yıldan bu yana hiçbir şeyi değişmez olarak gören-gösteren ve Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısını hala yarı-feodal olarak tespit edip, devrim teorisini ve devrimin yolu tespitini bunun üzerine oturtan Yeni Demokrasi, Özgür Gelecek'te Türkiye de kapitalist üretim egemendir o halde devrimini ilk adımı sosyalist devrimdir, devrimin yolu ne idüğü belirsiz sosyalist halk savaşıdır diyen Halkın Günlüğü ve İbrahim Kaypakkaya yoldaşın ortaya koymuş olduğu perspektifin hemen hiç birisini savunmayan, iki aşamalı parti teorisi, onlarca maddeyi bulan komünistliğin kıstası, Kürdistanı statüsünü sömürge görmesi, faşizm teorisi vb. konularında tümüyle Kaypakkaya’dan farklı bir çizgide duran Yeni Çağrı dergi çevresi Kaypakkaya’ya yalnızca faydacı yaklaşmaktan öteye gitmemişler ve  dogmatizmi aşamamışlardır.

Gerek dogmatik bir hatta İbrahim Kaypakkaya ve örgütüne yaklaşan  Partizan geleneği olsun gerekse Kaypakkaya ve örgütü TKP/ML Hareketi'ni küçük burjuva köylü devrimcisi olarak görüp mahkum etmeye çalışan, mükemmeliyetçilik adı altında  inkarcı bir hatta duran, ama 40. yıldır sınıf sınıf deyip bir arpa boyu ilerleyemeyip sınıftan kopuk kendi çalıp kendi oynayan; MLKP, TKİP, EMEP, TİKB vb. gibi akımlar olsun Kaypakkaya yoldaş ve örgütünü değerlendirmede  oportünist bir kulvarda buluşmaktan beisi görmemişlerdir.

Yıllardır bu alanda M-L bir konumda durarak inkarcılığa ve dogmatizme karşı kararlı bir ideolojik savaşım içinde olan komünist hareket, bugünde bu doğru devrimci hattından sapmadan, çift standartçılığın üzerine yürüyerek, devrimci hareketi çürüme ve yozlaşmaya iten donmuş kalıplara, tabulara ve mükemmeliyetçilik altında inkarcılığa ve dogmatizm vurarak ilerleyecek ve komünist hareket, hata ve zaaflarına karşı mücadele için gelişip güçleneceği gerçekliğiyle 18 Mayıs’ı anlayıp, onu derinleştirerek aşmada başarıyı yakalamış olacağız.

Şan olsun 18 Mayıs’a!
İbrahim Kaypakkaya ölümsüzdür!

Hiç yorum yok: