7 Eylül 2013 Cumartesi

Kuruluşunun 93. yıldönümünde Mustafa Suphi TKP’sinin anısına

“Türkiye Komünist Fırkası bütün füzuyatını (gücünü) işçi halktan almakla beraber, beynelmilel (uluslararası) kardeşlik ve birlik hareketinin pişvası (önderi) olarak halka zafer ve inkılap (devrim) yollarını gösterir. Yeni hayat tesisine delalet eder." (Mustafa Suphi)
Türkiye proletaryası tarihinde ilk kez, 10 Eylül 1920'de kendi öz ve öncü örgütüne kavuştu. Türkiye proletaryasının öncü örgütü TKP, komünistlerin inatçı ve sabırlı mücadelelerinin sonucu olarak, bundan 93 yıl önce, Kemalist gericiliğin kongrenin Türkiye'de yapılmasına izin vermemesi sonucu Bakü'de yapılan kongre ile kurulmuş oldu.

Kongreye, 15 örgütü temsilen, 51'i İstanbul ve Anadolu'dan olmak üzere 74 delege katıldı. Bunlar içinde, oy hakkı olan delegelerin sayısı 32 idi. Ayrıca kongreye, I. Enternasyonal Merkez Komütesi üyesi, Pavloviç, Stasavo, Azerbaycan devrim komitesi başkanı Neriman Nerimanof, Azerbaycan askeri komiseri Ali Haydar Karayef'in yanı sıra 48 misafir delegede katıldı.

TKP'nin görüşlerini ve hangi koşullarda kurulduğunu iyi anlayabilmek için, Ekim devriminin, SBKP (B)’nin ve III. Enternasyonal'in TKP üzerindeki etkisini çok yönlü bir şekilde değerlendirmek gerekir. Ekim devrimi ve SBKP (B) TKP üzerinde, sadece uluslararası planda komünist ve işçi hareketi üzerinde yaptığı güçlü etkinin bir parçası olarak iz bırakmamıştır. Başta Mustafa Suphi Yoldaş olmak üzere, TKP'nin birçok kadrosu Sovyet Devrimi'ne fiilen katılarak, Bolşeviklerle aynı cephede savaşmış ve onların deneylerini bizzat pratik içinde yaşayarak öğrenmişlerdir. Ekim devriminin deneylerinin ve SBKP(B)'nin teorik siyasi, örgütsel sorunlara ilişkin görüşlerini TKP'nin, program, strateji ve taktikleri ve örgütsel yapısı üzerine damgasını vurduğunu söylersek, hiç de abartmış olmayız. TKP'nin 1. Kongre belgelerine ve Kongre'de delegelerin konuşmalarına bakmak, bu yargıya varmak için yeterlidir.

TKP, başta Mustafa Suphi yoldaşın önderlik ettiği, Türkiye komünist teşkilatı olmak üzere, komünist grupların yoğun, ısrarlı ve çok yönlü çabalarının sonucu olarak kurulmuştur. Mustafa Suphi yoldaş, 1. Kongre'de partileşme sürecinde Türkiye Komünist Teşkilatı'nın faaliyetleriyle ilgili raporunda, komünist hareketin geçirdiği evreleri anlatırken şunları belirtiyordu:

“Türkiye Komünist Teşkilatı'nın faaliyeti hakkındaki raporu esas itibarıyla ikiye ayırmak gerekir: Biri 'aydınlanma' (1915-1918) diğeri de 'kuruluş' dönemi (1918-1920) (Türkiye'nin Mazlum Amele ve Rençberlerine S. 78)”

TKP birçok komünist grubun, bilimsel temellere sahip program ve taktikler üzerinde birlik sağlanması ile kuruldu ve böylece, gruplar dönemi de tarihi olarak aşılmış oldu. Ekim Devrimi ve Ulusal Kurtuluş Hareketi'nin de etkisiyle, komünist gruplar arasında yakın ve sıcak ilişkiler doğmuş ve Bakü Kongresi ile komünist hareketin örgütsel birliği gerçekleşmiştir. Komünistlerin birliğini sağlamada, Mustafa Suphi'nin önderlik ettiği Türkiye Komünist Teşkilatı'nın çabaları belirleyici rol oynamıştır. Mustafa Suphi Yoldaş ve onun önderlik ettiği TKT, gerek yurtdışında, gerekse ülke içinde komünist grupların birleştirilmesinde, gerekse de program ve tüzüğün oluşturulmasında başlıca rol oynadı. M. Suphi Yoldaş, ML'in ışığında Türkiye toplumunun materyalist incelemesine dayanan bir program hazırladı ve hazırlanan program kongrece onaylandı. Ekim devriminin ülkemiz proletarya hareketi üzerindeki doğrudan etkisiyle, İstanbul ve Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde komünist çevre ve gruplar doğmuş; fakat emperyalist işgal ve Ulusal Kurtuluş Savaşının etkisiyle nispeten uzun bir süre grup ve çevreler arasında organik ilişkiler kurulamamıştır. 

Komünist grupların ülke çapında işçi hareketinden yalıtılmış durumda olmaları ve dağınık halde bulunmaları, proletaryanın bağımsız bir politik güç olarak, Ulusal Kurtuluş Hareketi'ne ve sosyalizm mücadelesine aktif olarak katılmasına engel olmuştur. Bu durumun bilinciyle hareket eden komünistler bu duruma bir an önce son vermek için yoğun bir faaliyet yürüttüler. İstanbul'daki komünistlerin temsilcisi olarak kongreye katılan Ethem Nejat ve Hilmioğlu Hakkı yoldaşlar, komünist hareketin dağınıklığına son vermek için, komünist grupların birleştirilmesi amacıyla verdikleri teklifte, komünistlerin dağınık halde bulunmasının olumsuzluklarını ve komünistlerin birliğinin önemini şöyle dile getiriyorlardı:

"Komünist teşkilatların ya diğerlerinden habersiz ve rabıtasız (ilişkisiz, düzensiz, dağınık) olarak yahut her hangi bir nazariyat (teoriye ilişkin) ihtilafından (anlaşamamalarından) dolayı bir birine karşı lakayıt veya muhalif vaziyet alarak çalışmaları, inkılap içtimai (sosyal devrim) gayelerine vusulü (ulaşmayı) fevkalade müşkülleştirmektedir (zorlaştırmaktadır)… Kapitalist dünyaya karşı tek ve dik bir ihtilal cephesi teşkil ederek zafer-i kat'iye ihraz (zafer kazanmak için)  için bir memleket dâhilinde müstakilen teşekkül eden (var olan) komünist gruplarının bir merkez-i umumi (genel merkez) etrafında birleşmesi elzemdir (zorunludur). Binaenaleyh, gerek İstanbul'daki komünist gruplarının gerek Anadolu veya Rusya'da vukuatın tesiriyle yek diğerlerinden ayrı olarak vücut bulan teşkilatların, Türkiye Komünist Fırkası (Partisi) ile ittihat ve hepsi birlikte bir vahid-i tam teşkil eylemesi ve Türkiye inkılâbına (devrimine) çalışan yoldaşları mütefferik (dağınık, ayrı ayrı) sahalarda kalarak kuvvetlerini israf ve zayi eylememelerini icap eder." (Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler, s. 130 Mete Tuncay, Birikim Yayınları.)

TKP, proletarya hareketinin tek politik temsilcisi olarak, proletaryanın öncüsünü bağrında toplamıştır. Proletarya hareketinin henüz yeni gelişme döneminde olmasına karşın, TKP bilimsel sosyalizmle işçi hareketinin somut birliğini temsil ediyordu ve proletarya içinde hücre temelinde bir örgütlenmeye sahipti. Komünist grup ve çevreler, sanayinin gelişme gösterdiği başlıca şehirlerde işçi sınıfı içinde çalışma sürdürüyorlardı. Örneğin, Komünist grupların en güçlülerinden biri olan, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Partisi hakkında Ethem Nejat yoldaş bilgi verirken şunları belirtiyordu:

"Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Parti'sine gelince… Onlar tamamen Marksistlerdir ve maksat ve gayelerine hararetle sadıktırlar. Yoldaşım Hakkı'nın izah ettiği gibi, bunlar Avrupa'dan, Almanya, Avusturya, Macaristan ve İsviçre’den gelen kol ve fikir işçilerinin, İstanbul'un eli nasırlı ve mahrum zahmetkeşlerinin birleşmelerinden vücuda gelmiştir. Parti İstanbul'a merkezini nakil eder etmez içtimai inkılabın (sosyalist devrimin) vücuda gelmesi için evvela proletaryanın kat'i sınıf şuuru ve içtimai inkılabın hedefleri hakkında vasi malümat edilmesi ve organize olması lüzum ona katien kani bulunduğundan, işçi birlikleri etrafında toplamaya sarf-ı mesai eyledi." (age, s. 124, aç)

TKP'yi oluşturan komünistler, proletaryanın tarihsel rolünü derinden kavramışlardır ve komünist partisinin bütün varlığıyla proletarya hareketinin bir parçası olması gerektiğinin bilincindeydiler. Ülke çapında bilimsel sosyalizmle, proletarya hareketinin birliğini sağlamak için yoğun bir çaba sarf ettiler. TKP, Türkiye'de Marksizm Leninizm’in anladığı gibi bir işçi sınıfının olmadığı, dolayısıyla da proletarya devriminin olanaksız olduğu, Marksizm’in ulusallaştırılması ve İslamcılıkla birleştirilmesi gerektiği, vb. ideolojik engellerle ve emperyalistler ve Kemalist gericilik tarafından, proletarya hareketini saptırmak için kurulan, "komünist", "sosyalist", "sosyal-demokrat" etiketli burjuva partilerinin pratik engellerine karşı mücadele içinde kuruldu. Proletaryanın öncüsü üzerinde etkili olan, anti-Marksist düşüncelerle hesaplaşıldı ve bu temelde proletaryanın öncüsü komünizme kazanıldı.

TKP'nin kuruluşu sürecinde, proletaryanın öncüsünün komünizme kazanmak için, komünist gruplar tarafından yoğun bir propaganda faaliyeti sürdürüldü. Bu amaçla Mustafa Suphi'nin başkanlığını yaptığı TKT tarafından Yeni Dünya, TİÇSP tarafından Kurtuluş, Eskişehir'de İşçi, Trabzon'da Efi adlı yayın organları çıkarıldı. Ayrıca Anadolu'nun birçok yerinde Sovyet Devrimi’ni ve Bolşevizmi savunan yayın organları çıkıyordu. Dört bin adet basılan Yeni Dünya'nın 2 bini Anadolu'da dağıtılıyordu. Ayrıca, İstanbul'da çıkan Kurtuluş dergisi, komünist hareketin İstanbul'da etkinleşmesinde çok önemli rol oynadı. Komünistlerin propagandalarının esas içeriğini bilimsel sosyalizmin ve Ekim devriminin savunulması oluşturuyordu. Komünistler, propaganda faaliyetlerinin yanı sıra, propaganda faaliyetine sımsıkı bağlı siyasal ajitasyon faaliyetini de ihmal etmiyorlardı. İşçi sınıfının günlük eylemi içinde yer alıyorlar, işçi sınıfın ve emekçi kitleleri, kapitalistlere ve emperyalist işgalcilere karşı mücadeleye çağırıyorlardı. Bu amaçla, özellikle İstanbul'da grevler örgütleniyor; geniş işçi toplantıları düzenleniyordu. Örneğin Millet Meclisi Seçimleri dolayısıyla İstanbul'da komünistler tarafından düzenlenen bir işçi toplantısına üç binden fazla işçi ve işçi önderi katılmıştır.

Bu kısa yazımızda, TKP'nin kuruluş sürecinde komünistlerin faaliyetlerinin bazı yanlarına değindik. Fakat vurgulayalım ki, proletaryayı parti olarak örgütleme göreviyle karşı karşıya olan biz Türkiye komünistlerinin Suphiler’in TKP'sinden ve partinin kuruluş sürecine ilişkin komünistlerin yaklaşımından öğreneceğimiz çok şey bulunmaktadır. Komünist hareket, dünya komünist hareketinin ve kendi geçmişinin deneylerinden ne kadar yararlanabilirse, teori, politik, örgütsel sorunlara ilişkin kavrayışı o kadar gelişecek ve proletarya daha az acılarla, kendi öncü örgütüne o kadar çabuk kavuşacaktır.

12 Mayıs 2013 Pazar

18 Mayıs’ı kavramak geçmişe Marksist-Leninist bakışla yaşamak ve olguları gerçeklikten aramaktan geçiyor


Bölüm: 2

“Par­ti­miz edim­sel ola­rak, ya­ni top­lum­sal köken iti­ba­rıy­la iş­çi sı­nı­fı­nın ‘en bi­linçli azın­lı­ğın­dan’ oluş­tuğ­u kuş­ku­suz söy­le­ne­mez.” (agb. 28)

“Par­ti­miz, ke­sim­sel ça­lış­ma söz ­ko­nu­su ol­du­ğun­da, özel­lik­le büyük met­ro­pol­ler­de güç­le­ri­nin en ço­ğu­nun gi­de­rek iş­çi ça­lış­ma­sın­da ko­num­lan­dır­ma­ya yönel­di… An­cak so­run­da ıs­rar­lı dav­ra­nı­la­ma­dı. Ge­liş­me­miz ha­la cı­lız ve sı­nır­lı­dır… çok sa­yı­da kad­ro sı­nıf ça­lış­ma­sın­da görev­len­diril­se­ de bun­la­rın önem­li bir ke­simine ge­re­ken iş­ler­lik ka­zan­dı­rıl­dı­ğı söy­le­ne­mez… İş­çi iliş­ki­le­ri­mi­zi ör­güt­le­me­de be­lir­gin ge­liş­me­ler ol­du. Ama bu de­vam et­ti­ri­le­me­di…” (Agb. s. 51-52.)

“Par­ti­miz, ko­münist ha­re­ke­ti, bütün var­lığ­ı süre­sin­ce bir göl­ge gi­bi iz­le­yen iş­çi ha­re­ke­tin­den ya­lı­tıl­mış­lık so­ru­nu­nu çöz­me id­dia, görüş açı­sı ve ka­rar­lı­lığ­ı­na sa­hip ol­du­ğu­nu özel­lik­le bun­dan son­ra­ki pra­ti­ğiy­le gös­ter­mek zo­run­da­dır.” (agb. s. 53.)

Da­ha bu­ra­ya ak­tar­ma­yı ge­rek­li gör­me­di­ği­miz bir çok de­ğer­len­dir­me ve ve­ri­ler çe­te­ci­le­rin söy­lem­le­riy­le pra­tik­le­ri ara­sın­da­ki çe­liş­ki­nin de­rin­le­şe­rek sürüp git­tiğ­i­ni ve sı­nı­fı te­mel alan bir ör­güt­sel, pra­tik ça­lış­ma ge­liş­tir­me­dik­le­ri­ni gös­ter­mek­te­dir. Pe­ki 40 yıl son­ra Kay­pak­ka­ya yol­daş ve da­ha son­ra­sın­da ko­münist ha­re­ke­tin ya­rat­tığ­ı, fab­ri­ka iş­çi iliş­ki­le­ri­nin on­da bi­ri­si­ni bi­le ör­güt­le­me, fab­ri­ka iliş­ki­si ya­rat­ma ve hüc­re­leş­me, sen­di­kalar içinde bu­na uy­gun ha­re­ket et­me­di­ği ge­rek­çe­siy­le eleş­ti­rip küçük-bur­ju­va çem­be­ri kı­rıp, dı­şı­na çık­ma­dığ­ı id­di­asıy­la eleş­ti­rip, mah­kum eder­ken, bu­gün­kü MLKP, 40 yıl son­ra semt ve öğ­ren­ci gençlik için­den dev­şir­diğ­i küçük bur­ju­va kad­ro­lar­la, esas ola­rak pra­tik ça­lış­ma­la­rı­nı sı­nıf dı­şı küçük-bur­ju­va ke­sim­ler için­de -ö­ğren­ci gençlik ve semt­ler gi­bi yoğ­un­laş­tı­rır­ken Mark­sist olu­yor ama önün­de ya­rar­la­na­cağ­ı her­han­gi bir de­ney, tec­rübe ve ola­nak­lar vb. yok­ken ilk­li­ğin ve ço­cuk­luğ­un ge­tir­miş ol­duğ­u ne­den­ler­den do­la­yı ay­nı ko­num­da ha­re­ket eden Kay­pak­ka­ya ve ko­münist ha­re­ke­ti çok ra­hat­lık­la küçük-bur­ju­va ola­rak dam­ga­la­ya­rak mah­kum et­me­ye ça­lı­şı­yor. Ba­ka­lım MLKP 26 yıl son­ra ör­güt­sel-po­li­tik ça­lış­ma­nın mer­ke­zin­de tut­tu­ğu­nu id­dia et­tiğ­i sı­nıf­la bir­leş­me­de ne ka­dar yol ka­t et­miş­tir?


“MLKP’nin sı­nıf ha­re­ke­ti­ne bağ­lan­ma­dı­ğı, onun te­mel za­afı, iş­çi sı­nı­fıy­la bağ­la­rı­nın faz­la­sıy­la za­yıf ol­ma­sı­dır…” (2. Kong­re Bel­ge­le­ri, s. 27.)

“Par­ti­miz edim­sel ola­rak, ya­ni top­lum­sal köken iti­ba­rıy­la iş­çi sı­nı­fı­nın ‘en bi­linçli azın­lığ­ın­dan’ oluş­tuğu kuş­ku­suz söy­le­ne­mez.” (agb. 28.)

“Par­ti­miz, ke­sim­sel ça­lış­ma söz­ ko­nu­su ol­duğ­un­da, özel­lik­le büyük met­ro­pol­ler­de güç­le­ri­nin en çoğ­u­nun gi­de­rek iş­çi ça­lış­ma­sın­da ko­num­lan­dır­ma­ya yönel­di… An­cak so­run­da ıs­rar­lı dav­ra­nı­la­ma­dı. Ge­liş­me­miz ha­la cı­lız ve sı­nır­lı­dır… çok sa­yı­da kad­ro sı­nıf ça­lış­ma­sın­da görev­len­di­ril­se­ de bun­la­rın önem­li bir ke­si­mi­ne ge­re­ken iş­ler­lik ka­zan­dı­rıl­dı­ğı söy­le­ne­mez… İş­çi iliş­ki­le­ri­mi­zi ör­güt­le­me­de be­lir­gin ge­liş­me­ler ol­du. Ama bu de­vam et­ti­ri­le­me­di…” (Agb. s. 51-52.)

“Par­ti­miz, ko­münist ha­re­ke­ti, bütün var­lığ­ı süre­sin­ce bir göl­ge gi­bi iz­le­yen iş­çi ha­re­ke­tin­den ya­lı­tıl­mışlık so­ru­nu­nu çöz­me id­dia, görüş açı­sı ve ka­rar­lı­lı­ğı­na sa­hip ol­du­u­nu özel­lik­le bun­dan son­ra­ki pra­ti­ğiy­le gös­ter­mek zo­run­da­dır.” (agb. s. 53.)

18 Mayıs’ı kavramak geçmişe Marksist-Leninist bakışla yaşamak ve olguları gerçeklikten aramaktan geçiyor

Bölüm: 1
18 Ma­yıs 1973, Tür­ki­ye pro­le­tar­ya­sı­nın ye­tiş­tir­miş ol­du­ğu en­der ko­münist ön­der­ler­den İb­ra­him Kay­pak­ka­ya yol­da­şın Di­yar­ba­kır iş­ken­ce­ha­ne­le­rin­ de hun­har­ca kat­le­dil­di­ği gün­dür. Ön­der yol­da­şı kat­le­di­li­şi­nin 25. yı­lın­da, izin­de yürüme­nin coş­ku­suy­la anı­yo­ruz. O’ndan ö­ğre­nip, O’nu aş­ma­nın ka­rar­lı­lığ­ı ve O’nun gi­bi çok yön­lü ve ye­te­nek­li ko­münist ön­der­le­rin sı­kın­tı­sı­nı çek­ti­ği­miz bir or­tam­da, O’nu da­ha de­rin­den kav­ra­ya­rak, bi­ze dev­ret­tiği ko­münist hat­tı­nı de­rin­leş­ti­re­rek ile­ri ta­şı­mak ve O’nun gi­bi uz­laş­maz sı­nıf sava­şı­mı­ ze­mi­nin­de ıs­rar­la yürümek her bakımdan büyük önem ta­şı­yor.

Kay­pak­ka­ya yol­daş Ni­san 1972 yı­lın­da bir grup yol­da­şıy­la bir­lik­te Tür­ki­ye ko­münist ha­re­ke­ti­ni, TKP/ML Ha­re­ke­ti şah­sın­da ye­ni­den ayak­la­rı üze­ri­ne dik­ti. Ül­ke­miz­de sol har­eket üze­rin­de ege­men­lik kuran 50 yıl­lık re­form­cu­lu­ğu, re­viz­yo­niz­mi ve pa­si­fist par­la­men­ta­rizm ge­le­neğ­i­ni kı­rıp, dev­ri­min si­lah­lı baş­kal­dı­rıy­la ger­çek­leş­ti­ri­le­ce­ği­ni pra­ti­ğiy­le or­ta­ya ko­ya­rak, Ke­ma­lizm dal­ka­vuk­çu­lu­ğu­na, Kürt ulu­su­nu in­kar eden Türk şo­ve­niz­mi­ne, Şe­fik Hüs­nü TKP’si­nin bur­ju­va mil­li­yet­çi­si opo­rtünist çiz­gi­si­ne, Sov­yet Sos­yal em­per­ya­liz­mi­ne, Troçkiz­me vb. sı­nıf dı­şı akım­la­ra kar­şı, kav­ra­yı­şı ve de­ne­yi­mi öl­çü­sün­de cep­heden tu­tum ala­rak, pro­le­tar­ya ve emek­çi yı­ğın­la­rın eli­ne na­sıl ör­güt­le­nip sa­va­şa­cak­la­rı­ sa­ğlam bir müca­de­le si­la­hı­nı tu­tuş­tur­du.

El­bet­te Kay­pak­ka­ya yol­da­şın or­ta­ya koy­muş ol­duğ­u bu M-L’ist görüş­ler, ilk ve genç ol­ma­nın ge­tir­di­ği önem­li yetmezlikler, ek­sik­lik­ler ve ha­ta­lar ta­şı­yor­du. Bu­nun böy­le ol­ma­sı bir nok­ta­da doğ­al­dır da.

Ne­ki Kay­pak­ka­ya yol­daş döne­min do­ru­ğu ola­rak ger­çek­le­re çö­züm­ler bul­maya çalıştı. Düşün­dük­le­ri­ni ve be­lir­le­dik­le­ri­ni or­ta­ya ko­yup, pra­ti­ğe gi­ri­şe­rek te­ori­si­ni pra­ti­ğin de­ne­ği­ne vur­du. 1 yıl­lık gi­bi yo­ğun bir müca­de­le­nin ar­dın­dan TKP/ML Ha­re­ke­ti, fa­şiz­min yoğ­un sal­dı­rı­la­rı so­nu­cu ağr bir ye­nil­gi al­dı. Ama Kay­pak­ka­ya’nın ge­ri­de ka­lan yol­daş­la­rı pra­tiğ­in so­nuçla­rı­nı ir­de­le­ye­rek, süre­ci göz­den ge­çi­re­rek kapsamlı olarak yar­gı­la­dı, bu müca­de­le­de bir çok olum­lu-olum­suz so­nuçla­rı bu­lup, or­ta­ya çı­kar­ta­rak, ko­münist hare­ke­tin ha­ta­la­rın­dan arın­dı­rıla­rak ge­li­şip, güç­le­ne­ceğ­i ger­çeğ­in­den şaş­maz­ca­sı­na ha­re­ket ede­rek, Kaypak­ka­ya yol­da­şın ek­sik­lik­le­ri­ni ve yet­mez­lik­le­ri­ni, do­gma­tizm ve in­kar­cı­lı­ğa düş­me­den, M-L çiz­gi­de ka­rar­lı­lık­la yürüye­rek aş­tı­l ve O’nun ko­münist özünü ge­liş­ti­rip, de­rin­leş­ti­re­rek da­ha da sağ­lam bir hatta çekti.

Kay­pak­ka­ya yol­daş, ko­münist ha­re­ket için ön a­çı­cı ol­du, bir çok alanda ta­bu­la­rı par­ça­la­ya­rak biz­le­re yol gös­te­ri­ci ol­duğ­u gi­bi, ay­nı za­man­da 1 yıl­lık gi­bi kı­sa bir pra­tik süreçte yaşadı ve bu­nun so­nuçla­rı­nı değ­er­len­dir­me fırsa­tı­nı bu­la­ma­dana Kaypakkaya yoldaş katledildi.

Kay­pak­ka­ya yol­da­şı ve ko­münist ha­re­ke­ti yar­gı­la­ma­da, da­ha­sı ko­münist ha­re­ke­tin ya­kın geçmi­şi­ni ele alıp de­ğer­len­dir­me sorunu, dev­rim­ci ha­re­ket saf­la­rın­da en faz­la tar­tı­şı­lan so­run­la­rın ba­şın­da gel­di. Bu alan­da iki eği­lim sürek­li ola­rak ça­tış­tı; bi­rin­ci­si M-L ba­kış ya­ni olay­la­rı ve ol­gu­la­rı ken­di ko­şul­la­rı için­de ele alıp değ­er­len­dir­me ve ko­münist­le­rin ha­ta­la­rı­nı müca­de­le içinde aşa­ğı do­ğru­su­nun sa­vu­nu­cu­su ve ta­kip­çi­si ola­rak ger­çek­ler üze­rin­de po­li­ti­ka ya­pan ko­münist­ler ve ikin­ci­si­ de her ne ka­dar görünüş­te fark­lı yer­ler­de du­ru­yor­lar­mış gi­bi görün­tü için­de ol­sa­lar da, geçmi­şe dogma­tik ve in­kar­cı­lık te­me­lin­de mükemmel­i­yet­çi bir ba­kış­la olay­la­ra ve ol­gu­la­ra yak­la­şımda ide­alist bir mev­zi­de birleşiyor opor­tünist ce­nah.

Geçmi­şin doğ­ru dev­rim­ci bir yak­la­şım­la nes­nel bir ze­min üze­rin­de ele alın­ma­sın­da do­gma­tik ve in­kar­cı opor­tünist­le­rin te­mel özel­lik­le­ri, sürek­li ola­rak dualizm-ikirciklilik- ve key­fi­yet­çi bir de­ğer­len­dir­me-mükemmeliyetçi-inkarcı- için­de ol­malarıdır. Bu akım­la­rın he­men tüm- MLKPden TKİP’e, EMEP’ten TİKB’nin değişik gruplarına, TKP-ML’den MKP’ye- akımların geçmi­şi değ­er­len­di­rir­ken ken­di­le­ri­ne opor­tüniz­mi, hoş­görüyü ve uz­laş­ma­cı­lığ­ı uy­gu­lar­lar­ken, baş­ka­la­rı­na, abar­tı­cı­lığı, acı­ma­sız­lığ­ı, key­fi­yet­çi­li­ği ve çift stan­dart­çı opor­tünist yak­la­şım­la­rı ve değ­er­len­dir­me­le­ri uygulamayı esas al­dıklarını görüyoruz. . Bu­ra­dan ola­rak, Kay­pak­ka­ya yol­da­şın şah­sın­da 1972-79 döne­mi­ne in­kar­cı ve do­gma­tik ba­kış açı­sıy­la mükemmeli­yet­çi yada hatalardan azade bir ko­num­da dura­rak, ger­çek­le­ri çar­pı­tan ve ol­gu­la­rı ken­di ze­mi­nin­den ko­pa­ra­rak ele alan do­gma­tik ve in­kar­cı opor­tünist ce­nah ile ko­münist­ler ara­sın­da­ki ni­te­lik­sel yak­la­şım ve ay­rım çiz­gi­si­ni or­ta­ya koy­mak bir kez da­ha öne­mi ta­şı­yor.

Ko­münist ha­re­ke­tin de­ğer­len­dir­me­sin­de opor­tünist mev­zi­de yer alan­la­rın, 40. yıl sonra bir ar­pa bo­yu bi­le iler­le­ye­me­me­le­ri ve Kay­pak­ka­ya’yı ve 72-79 döne­mi­ni sı­nıf­la bir­le­şeme­di­ğin­den do­la­yı eleş­ti­rip, mah­kum eden­le­rin bu ka­dar de­ney, tec­rübe ve bi­ri­ki­mi­n ar­dın­dan ha­la ay­nı yer­de ça­kı­lıp kal­ma­la­rı ve on­dan son­ra­da ay­maz­ca­sı­na “yok­tur bir­ bi­ri­miz­den far­kı­mız ama biz Os­man­lı Ban­ka­sı­yız” slo­ga­nı gi­bi, sık sık görüş değ­i­şik­liğ­i­ne git­se­ler­ de, dün ak de­dik­le­ri­ne bu­gün ka­ra de­se­ler­ de, bu opor­tünist ce­nah, yi­ne­de ken­di­le­ri­ni ko­münist ola­rak ni­te­le­mek­ten ge­ri durmadı ve dur­ma­mış­lar­dır. Bu­da bu akım­la­rın ne ka­dar an­ti-Mark­sist bir ko­num­da dur­duk­la­rı­nı ve di­ya­lek­tik ma­ter­ya­liz­mi ne ka­dar derinden kav­ra­dık­la­rı­nı ve ko­münist ha­re­ke­tin do­ğu­şu, ge­li­şi­mi ve par­ti­leş­me süre­ci­ne yak­la­şım­da ne ka­dar sa­lam bir ko­num­da dur­duk­la­rı­nı gösteri­yor.
İş­te opor­tünist ce­nah­la, ko­münist­le­rin ara­sın­da geçmi­şe yak­la­şım­da­ki te­mel ay­rım­la­rı ve ger­çek­ler. Kim ko­münist ve kim değ­il? Bun­la­rı bir kez da­ha or­ta­ya koy­mak ve Marksizm-Le­ni­nizm üze­rin­de şaş­ma­dan iler­le­mek ge­re­ki­yor.

28 Nisan 2013 Pazar

18 Mayıs'ın ışığıyla 1 Mayıs'a!

Meyvesiz ağacı sallamak beyhude bir çabadır

Bazı durumlarda politik ve örgütsel durumu daha kolay yoldan izah etmek ve akılda kalmasını sağlamak için halk deyimlerine başvurulur yada yaşanmış gerçekleri ifade eden fıkralarla durum izah edilmeye çalışılır. Her zaman olmasa da bir kısım halk deyimleri ve fıkraları mevcut durumu izah etmede belki de sayfalarca yazılacak daha etkili olabilir.

Çünkü halk deyimleri ve fıkralar yüzyıllık halkın tarihinde süzülüp gelmekte ve birçok bakımdan da yaşanmışlıkları yada yaşanacaklara ilişkin deney ve tecrübeler sunmaktadır. Bu bakımdan M-L ustaların çeşitli dönemlerde kaleme almış olduklarında yazılarında kendi halklarının deyimleri ve fıkralarında yararlanarak konuları daha basite indirgeyerek gerçekleri emekçi yığınlara yalın bir dille anlattıklarına tanık olmaktayız. Bu bakımdan bir çok uygarlığın yaşamış olduğu ülkemizde de halklarımızın tarihsel yaşamından bugünlere taşınan binlerce deyim ve fıkralar var.

Bunların bir çoğu önemli dersler içinde barındırmakta toplumu, insanlığı, sistemi vb. anlamada bizlere yardımcı olmaktadır. " Meyvesiz ağacı sallamak beyhude bir çabadır" halk deyimi de bu binlerce güzel deyimlerden birçok bakımdan anlam yüklü olan ve yerinde, zamanında kullanıldığında durumu anlama ve ona çözüm bulmaya yönlendiren bir deyim olduğu unutulmamalıdır.

Bilindiği gibi her meyve ağacında aynı ölçüde meyve oluşmuyor. Bazı ağaçlar daha fazla meyve veriyor, bazıları ise daha az ve hatta bazılarında ise hiç meyve olmuyor. Elbette bunun değişik nedenleri var. Ama aynı bakım yapıldığı halde meyve vermeyen yada az meyve veren ağaçlar olduğunu biliyoruz. Aslında meyve ağacı burada bir sembol rolünü oynamaktadır. Burada görülmesi gereken kişilerin doğru tanınması ve ondan ne beklenildiğinin iyi bilinmesi ve rastgele meyve yetiştiriciliğine yönelinmemesidir. Bu halk deyimini örgütlü mücadeleye uyarlamaya yöneldiğimizde karşımıza meyve ağacı olarak ifade etmemiz gereken örgütün temel direği olan kadrolar ve sempatizanlar çıkmaktadır.

Nasıl ki bir bahçede aynı meyve ağaçlarında su, gübreleme, ilaçlama vb. bakımı aynı olmasına karşın alınan meyve aynı olmuyorsa bu aynı şeyi örgütü oluşturan kadrolar için daha fazla geçerlidir. Belki de meyve vermeyen bir ağaca başka bir meyveyi aşılamak mümkün olabiliyor, örneğin meyve vermeyen yada az meyve veren bir elma ağacı bol meyve veren başka bir elma ağacından aşılama yaparak meyve vermeyen ağacı meyve verir bir duruma getirmek olanaklıdır. Ama bu aynı şeyin insanlarda uygulanması söz konusu olmamaktadır. Bu bakımdan da örgütün kadro ve sempatizanlarını iyi tanıması ve onların ne kadar gelişmeye açık, yetenekli ve verimli olduklarını iyi bilerek hareket etmeli, meyve verme özelliği taşıyanları öne çıkararak örgütü bunların üzerine bina etmelidir.

Bilindiği üzere burjuva kapitalist sistem yaşamın her alanında eşitsizliklerle dolu ve daha işin başında eğitimde başlayarak parası olana daha iyi eğitim olmayana doğru düzgün eğitim vermediği ve temellerini sağlamca atarak eşit eğitimi yaratmadığı bir durum ortadır. Burjuva kapitalist sistemin daha işin başında ayrımcı davrandığı bir sistemde insanların olanaklarında eşit bir şekilde geliştirmeleri söz konusu olmamaktadır. Durum böyle olunca bir çok insanın gelişimi ve yeteneklerini ortaya çıkararak insanlığın gelişimi yada örgütlü mücadelenin ileriye doğru taşınması doğrultusunda kullanılması söz konusu olmamaktadır.

Sistemin insanları ayrıştırdığı bu durum kaçınılmaz olarak örgütlü mücadeleye de yansımaktadır. Sorunlara ilgi duymak, kendisini geliştirip, yenilemek için yetişenler ile, bütün çaba ve uğraşlara rağmen pek fazla gelişim göstermeyenler örgütlü mücadele içinde de kendisini netçe açığa sermektedir. Elbette burada sorunun özünü önceden eğitim alıp almama oluşturmuyor. Bunun sorunları anlama ve kavramada önemli bir etkisi olsa da tek başına bir kişinin "meyve veren bir ağaç olması" için yeterli olmuyor. Bunun inanç, kararlılık ve topluma karşı kolektif sorumluluk duygusuyla birleşmesi gerekiyor. Bu iki unsur iç içe olmadan ve biri diğerini güçlendirerek ilerlemeden kadroların verimli bir konuma getirilerek yeşermelerini sağlamak söz konusu olamaz.

Haliyle buraya bahçeyi kuran ve bakan bahçıvan rolünde olan örgüt yöneticilerine büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Bahçıvan nasıl ki bahçesindeki ağaçlarını ve çiçeklerini iyi tanırsa örgütün yönetici kadroları da örgütün kadro ve sempatizanlarını iyi tanımalı ve boşa kürek çekmekten uzak durmalıdır.

Devrimci çalışmada zamanın oldukça önemli olduğu reddedilmez bir olgudur. Burjuvazinin hergün her saat her saniye emekçi yığınları zehirlemek için bin bir türlü araç ve gereçle çalışmaya devam ettiği koşullarda, kısıtlı kadro ve olanaklara buna karşı mücadele yürüten devrimci ve komünist örgütlerin daha bir titiz olmaları gereklilikten öteye bir zorunluluktur. Bu bakımdan devrimci örgütlenmenin kadro yetiştirmede zamanı iyi değerlendirmeli ve meyvesiz ağaç durumunda olan, yani pek gelişmeye açık olmayan ve kendisi dışında kimselere bir faydası olmayan hep başkalarının önderliğine gereksinim duyan insanlarla zaman harcama ne kişiye ne de devrimci mücadeleye bir yararı olmayacağı açıktır.

Kadrolaşmaya hava kadar, su kadar gereksinim duyulduğu bir ortamda adeta el yardımıyla kadrolaşmaya yada ya tutarsa biçiminde kendinliğindenci yaklaşımlara prim vermek enerji ısrafından başka bir yarar vermeyecektir. Üzerinde durulmasına ve her türlü destek verilmesine ve olanak sağlanmasına rağmen hala kişiler oldukları yerde saymaya devam ediyor ve başkalarına göre davranmaktan kapanmıyorlarsa, bütünden insanlarla daha fazla zaman öldürme kişiye ve örgüte zarardan başka bir sonuç getirmeyecektir.

Kadrolaşmada meyve vermeye aday olan insanlar seçilmeli ve bunların eğitimi ve kalıba dökülmeleri için özel bir çaba içine girişilmelidir. Verileri olmayan ve kendisi birşeyler katma çabası içinde olmayanlarla uğraşmanın örgütü darlığa ve yığın savaşımının ihtiyaçlarını yanıtlamaktan geriye düşerek önderlik iddiasında uzaklaşmaya neden olacağı unutulmamalıdır.

Örgütlü mücadele planlı ve programlı bir çalışmadır. Kendiliğindencilik ve bilinmezlikler yada tesadüfler bu çalışmaya zarar verir. Haliyle örgüt çalışması bir yerde kadrolaşma çalışması olduğuna göre meyve vermeyen yani gelişmeye açık olmayan insanlarla pek fazla zaman öldürmemeyi gerektirir. Onun için örgütün planlı ve programlı çalışmalarında istenilen sonucu alabilmesi ve hedefini yakalayabilmesi için enerjisini, güç ve olanaklarını olabildiğince iyi kullanmalı ve meyve vermeyen ağaçları sallayarak boş bir çaba içinde olmamalıdır. Bu bir yerde sallanan meyve ağacını iyi tanıyıp, tanımamayla bağlı bir durumdur.

Nasıl ki bir bahçıvan bahçesindeki meyve ağaçlarının ne kadar meyve verdiğini bilmezse, enerjisi ve zamanını meyve veren ağaçla, meyve vermeyen ağaç arasında bir ayrım yapamaz ve meyve vermeyen ağacı boş yere sallayarak enerji ve zaman kaybına uğrar. Tıpkı örgütlü mücadelede yöneticilerin örgüt kadro ve sempatizanlarını mücadele sürecinde tanımak için özel çaba sarf etmeden herkese aynı biçimde yaklaşarak enerji ve zaman kaybına yol açacak bir durumun yaratılması gibi.

Tüm bu olumsuz durumlardan hızla kurtularak, devrimci kadroların verimli ağaçlar olarak kavgaya sürülmesi ve sempatizan çevreler içinde yeni kadroların tespit edilerek geliştirilip yetkinleştirilerek enerji ve zaman kaybının ortadan kaldırılarak, verimli ve gelişme vaat eden insanların kadrolaştırılması için meyve veren ağaçları sallamalı ve gözü kapalı bir şekilde ve el yardımıyla yürümekten hızla kurtulunmalıdır.

KP-İÖ'nün I. Konferans belgelerinden

KP-İÖ’nin doğuşu: 1. Bölüm
KP-İÖ, kökleri kitle çizgisi, birlik politikası, önderlik anlayışı ve hareketimizin sosyalist demokrasi geleneklerinin bugüne taşınmasına dek uzanmaktadır. Dahası KP-İÖ, her şeyiyle ve her yönüyle Hareketimizin sürdürücüsüdür. Birlik süreci öncesi tartışılan görüş ayrılıkları ve örgüt içi yaşam ve uygulamalar sorununda farklılıklarımız bütün kamuoyu ve yoldaşlarca az ya da çok biliniyor.

Fakat birlik tartışmaları öncesi ve sonrası uzanan süreçte, eskiden beri Hareket geleneğinden kopmuş ve yaşamını bütünüyle birliğe bağlayan Hareket MK'sındeki oportünist kanat, gerçek görüş ve yaklaşımlarını hep gizli kapaklı olarak örgüte taşımaya çalıştı. Örgüt ortamına göre hareket eden Hareketin değerlerinden bütünüyle kopmuş, bir çok yönüyle çürümüş ve ahlaksız, yalancı bir konuma kaymış olan önderliğin oportünist kesimi, bir çok sorunda ortak davranış içinde olarak ve örgüte karşı dolap çevirerek, geri kadro ve sempatizanlarımızı etkilemeye çalıştı. Dahası Hareketi dağıtmak için tek başına bir şeyler yapılamıyor havasını vererek, oportünist birlik görüşlerini egemen kılmak için olmadık şaklabanlıklar yapmaktan kendilerini alamadılar.


Ölümsüzlük, yürek yüreğe çarpmaktır

Evet, ölümsüzlük sokaktaki kavgadandır. Ölümsüzlük mücadelenin kızgın pratiği içerisinde yılmadan omuz omuza, yürek yüreğe çarpışmak ve bu uğurda hiç bir tereddüte düşmeden savaşmaktır.

Nice şehitler verdik kadını, erkeğiyle, nice canlar düştü toprağa. Hepsi gülerek kucakladı ölümü, bir an olsun arkasına bakmadan.

Onlar bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için yola çıkmışlardı. Eşit, özgür bir dünya kuracaklarına inanmışlardı. Teslimiyet, güvensizlik ve icazet çemberinden kopmuşlar, halkların kurtuluş yolunu göstermişlerdir. Ölümü göze almak, yaşamı türkü tadında sevebilenlerin tüm dünya ve insanlık için yaşamayı bilenlerin yapabileceği bir fedakarlıktır. İşte bu fedakarlığı dara ğaçların da, ölüm oruçlarında, faşist kuşatmalarda, yargısız infazlarda ve işkencehaneler de hayatı türkü tadında sevebilenler omuzladı. Köklerimiz Anadolu’nun isyankar topraklarından, gücümüz Pir Sultan’ların, Baba İshak’ların ve Şeyh Bedrettin’lerin kavgaların isyan ateşindendir.

Bu geleneği anlamak hayatı anlamaktır. Bu geleneği taşımak yeni gelenekler eklemek hayatı coşkuyla savunmak, zorun, zorbanın karşısında halkın öfkesini ve cesaretini bayraklaştırmaktır.

Gelecek, zalimlerin, sömürücülerin değil halkın güvenini, umudunu taşıyanların olacaktır. Gelecek şehitlerimizin kanlarıyla örülmüş yapılarda şekillenmekte, güçlenmektedir. Gelecek ellerimizdedir. Gelecek orakla çekicin buluştuğu yerdedir.

Bitmedi o kavga sürüyor ve sürecek!
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek..

Dürüstlük devrimciliğin yalan oportünizmin mayasıdır

He­men her sa­yı­mız­da dev­rim­ci­lik, sos­ya­list il­ke­ler ve de­mok­ra­si ne­dir so­ru­la­rı üze­rin­de du­ru­yo­ruz. Or­ta­ya ko­yup eleş­tir­di­ği­miz şey­le­rin bir ço­ğu­nu Le­nin ve Sta­lin yaz­mış ve Tür­ki­ye­li ko­münist­ler uy­gu­la­mış­lar­dır. Yak­la­şık 30 yıl­lık müca­de­le de­ney ve pra­ti­ği­miz­de da­mı­tı­la­rak or­ta­ya çı­kan, ge­le­nek­sel ha­le gel­miş olan bu ger­çek­le­re bağ­lı kal­mak ve hal­ka, ör­güt kit­le­si­ne açık ol­ma dürüst tu­tu­mu 95 Ağus­tos’un­dan bu­güne, MLKP ta­ra­fın­dan tam bir kör­ler-sa­ğır­lar di­ya­lo­ğuy­la al­tüst edi­le­rek, bı­rak sen ko­münist il­ke ve nom­ları, dürüst sı­ra­dan fe­odal in­san­la­rın mert­li­ği ve yi­ğit­li­ği bi­le ara­nır du­ru­ma gel­miş­tir. Yak­la­şık 5 ay­dır süren ya­lan ve de­mo­go­ji üze­ri­ne ku­ru­lu po­li­ti­ka ya­pa­rak, dev­rim­ci ta­ba­nı yoz­laş­tı­ra­rak düşüne­mez bir du­ru­ma ge­tir­me yön­lü ça­ba­lar kor­kunç bir yoz­laş­ma, ah­lak­sız­lık ve bo­zul­ma­yı or­ta­ya çı­kar­mış du­rum­da.

Tor­ba­sın­da ide­olo­jik-si­ya­sal hiç bir şey kal­ma­yan­la­rın ge­nel­lik­le baş­vur­du­ğu ya­lan, do­lan ve yıp­rat­ma yön­lü sal­dı­rı­lar görül­me­miş bo­yut­ta sür­düğü gi­bi, yürek­li­ce bu sal­dı­rı­la­ra da sa­hip çı­kıl­mı­yor. Bu­güne ka­dar 30’u aş­kın dev­rim­ci MLKP’li­le­rin sal­dı­rı­la­rı so­nu­cu ya­ra­lan­mış­tır. on­lar­ca pu­su ku­rul­muş­tur.

Komp­lo­cu­luk ge­liş­ti­ril­miş ve bı­çak-so­pa, si­lah, de­mir çu­buk gi­bi de­li­ci, ke­si­ci, öl­dürücü alet­ler devrimci­le­re kar­şı kul­la­nıl­mış­tır. İşin da­ha da önem­li­si HA­DEP mi­tin­gi, ATİF ge­ce­si, bir ti­yat­ro dönüşün­de ve en son ola­rak Bah­çe­li­ev­ler Za­fer Si­ne­ma­sın­da ya­pı­lan Aras Kar­go iş­çi­le­ri­nin gre­viy­le da­ya­nış­ma ge­ce­sin­de pro­va­kas­yon amaçlı sal­dı­rı­lar, Me­tin Gök­te­pe’nin ce­na­ze tö­re­nin­de tah­rik­ler­de bu­lun­mak, polisin sal­dı­rı­sı­na or­tam ha­zır­la­ya­cak yön­lü kit­le ey­lem­le­rin­de sal­dı­rı­ya ge­çe­rek, dev­rim­ci il­ke, ku­ral ve so­rum­lu­luk­tan uzak­la­şa­rak, hal­ka ve dev­rim­ci ka­mu­oyu­na kar­şı say­gı­sız­lık için­de ol­muş­lar­dır. bu­güne ka­dar­ki ya­zı­la­rı­mız­da so­run­la­rı ne ki­şi­sel­leş­tir­dik ve ne­de ya­lan de­mo­go­ji üze­rin­de yük­sel­te­rek ko­lay yol­dan par­sa top­la­ma yo­lu­na gir­dik. Böy­le dav­ran­dıy­sak bu­nun ne­de­ni, hal­ka ve dev­ri­me kar­şı olan so­rum­lu­lu­ğu­muz ve ko­münist özümüz­dür. So­ru­nu ta baş­tan iti­ba­ren ide­olo­jik-si­ya­sal ve ör­güt­sel ilkeler ze­mi­ni üze­rin­de ele al­dık ve bun­dan as­la sap­ma­dık.

Maoist Komünist Parti eleştirisi: Herkes kendi bayrağı altında toplanmalıdır

Devrimci hareket bir yandan bölünme parçalanma yaşarken, öte yandan her akım teorik-pratik duruşuyla gerçek niteliğini ortaya koymaktan ve kendi niteliğine rücu etmekten geri kalmıyor. Bunun bir çok bakımdan olumlu olduğunu söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. At izinin it izine karıştığı bir dönemde devrimci hareketin düzlüğe çıkması ve herkesin kendi bayrağı altında toplanma çabasının olumlu bir gelişme olduğunu söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. Kendilerine bugüne kadar ML diyen ama M-L ile hiç bir ilişkisi kalmamış olan akımların kendi gerçek kimlikleriyle ortaya çıkmaları, bir yerde devrimci kadrolar ve emekçi yığınlar nezdinde dünden bugüne bu akımların nasıl bir çizgi içinde hareket ettiklerini ve ML’yi kendilerine nasıl bir maske olarak kullandıklarını açıkça ortaya sermesi ve ideolojik, politik gerçekliğin ortaya konması bakımından önemlidir.

Yakın döneme kadar ML’nin prestijini kullanarak kendi gerçek niteliklerini gizlemeye çalışan akımların, gelinen durumda, biçimsellikten kurtularak özlerine dönmeleri ve bunu sakınmadan ortaya koymaları, bu akımların gerçekliğini daha bir netlikle açığa serdiği gibi, aynı zamanda komünistlerin bu akımların ML ile hiç bir ilişkileri olmayan oportünist-revizyonist akımlar oldukları yönlü eleştiri ve iddialarını da doğrulayıcı olmuştur. Demek ki, bir akımın kendisine ML demesi, ya da ML bazı doğruları savunuyor görüntüsü içinde olması, o akımın ML olduğu anlamına gelmez.

Bir akımın ML olması, strateji, program ve temel taktiklerde ML bir hatta durmasının yanında, aynı zamanda pratik mücadelede de bunun gereklerine uygun davranmasını gerektirir. Yani teoride proletarya diktatörlüğünü savunan ve pratikte buna uygun davranan bir akım ancak komünist olabilir. Onun içindir ki, bir akımın komünist olmasının temel kıstası, teorisi ile pratiği arasındaki uyumun yakalanması ve bunun için gereken devrimci çabanın gösterilmesidir. Aksi durumda, yani strateji, program ve temel taktiklere dayalı ML bir hatta durmayan bir akımın, örgütsel, pratik çalışmalarında proletaryayı kurtuluşa götürecek bir devrimci hat oluşturması ve buradan dünyayı ve toplumu devrimci anlamda değiştirme, dönüştürme mücadelesine öncülük etmesi beklenemez.

Dahası devrimci teori olmadan devrimci pratiğin yaratılması ve emekçi yığınların devrim ve sosyalizm savaşımlarının ileri taşınması beklenemez. ML programsız komünist olunamadığı gibi, bu programın gereklerine uygun düşen bir devrimci pratik çalışma yaratılmadan da komünist olmak olanaksızdır. Haliyle bir komünist hareketin öncelikle nasıl bir dünya için mücadele yürüttüğü ve neyi amaçladığını ortaya koyarak ideolojik-politik duruşunu netleştirmeli ve buradan hangi sınıfa dayandığı ve hangi sınıfın temsilcisi olduğu gerçekliğini ortaya koyması gerekiyor. Bir akımın niteliğini belirlemede göndere çekilmiş bayrak olan strateji, program ve temel taktikler ayıraç çizgisidir.

Haliyle bir akımı değerlendirirken öncelikle program ve politik duruşunu yargılamalı ve buradan pratik çalışmalarına uzanılmalıdır. Yani akımları değerlendirmede teorik, politik çözümlemeleri ve değiştirip-dönüştürmeyi amaçladığı ülkenin ve dünyanın gerçeklerine nasıl baktığının öncelik açığa çıkarılması ve ideolojik olarak hangi mevzide durduğunun ortaya konması gerekiyor. Çifte sandalyede oturma ya da ML ile hiç bir bağı kalmadığı halde sırf onun prestijinden yararlanmak için gölgesinde geçinmeye çalışmak, kendi gerçek kimliğini saklayarak devrimci kadroları ve emekçi yığınları aldatmaya yönelmek oportünist akımların genel karakteri olmuştur.

Oportünist akımların hemen çoğu ML’ye açıktan tutum alma yerine onu savunuyor görünerek, oportünist ve revizyonist çizgilerini gizlemeye çalışmışlardır. Bu aynı duruma ülkemiz devrimci ve komünist hareketinin yakın tarihinde onlarca kez tanık olduğumuz gibi, bugünde yaşıyoruz. En son TKP-ML'nin kendisini MKP olarak ilan eden 1. Kuruluş Kongresi’nde de görmek mümkündür. 15 Eylül 2002 tarihli MKP’nin 1. Kuruluş Kongresi'nde bir çok konu ele alınmış olduğundan dolayı, biz bunların en önemli olanlarına kısa değinmeler yapacak ve daha çokta M-L’in 3. nitel aşaması olarak ifade edilen ve MKP’nin ideolojik, politik olarak daha da geriye savrulmasının göstergesi olan Mao Zedung eleştirisi üzerinde yoğunlaşmaya çalışacağız.

Çünkü, MKP’nin üzerinde yükselmiş olduğu ideolojik zemin Maoizm olduğu için, bizde asıl olarak okun sivri ucunu Maoizme yönelterek, MKP’nin bugüne kadar savuna gelmiş olduğu oportünist görüşleri bir kez daha eleştireceğiz. Elbette MKP’nin 1. Kuruluş Kongresi değerlendirme ve kararları uzun süre tartışma yaratacak ve kendi durumlarının ve TKP-ML'nin tarihini yeniden masaya yatırılmasını koşullayacaktır. MKP kongresi 30 yıllık bir sürecin geniş ve kapsamlı değerlendirmesini yapıyor. Bunu bir yerde kendi gerçekliğini ortaya koyması ve hatalarına eleştirel bir yaklaşım içinde olması bakımından olumlu bir çaba olarak söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. Neki, eleştiriler zamanında ve yerinde yapıldığında bir yeri, ağırlığı ve değeri olur. Aksi halde eleştirinin bayağılaşması ve çürütücü hale gelmesi kaçınılmazdır.

MKP’nin 30 yıllık mücadele tarihinin eleştirisinde, bir noktada, kendilerinin nasıl çürüyerek geriye savrulduklarını ve bir türlü oportünist önderlikten kurtulamadıklarını gösteriyor. MKP’nin 1. Kuruluş Kongre açıklamasında şunları okuyoruz: “Enternasyonal proletaryanın Türkiye-Kuzey Kürdistan kolu; Kürt, Türk ve çeşitli milliyetlerden Türkiye-Kuzey Kürdistan proletaryasının öncü müfrezesi olan partimiz Maoist Komünist Partisi, TKP-ML’den Maoist Komünist Partisi’ne otuz yıllık parti tarihimizin muhasebesini yaparak bugüne kadar halkımızın kurtuluş mücadelesindeki öncü rolünü tüm yönleriyle sorgulamış ve deneyimlerini Maoizm’in süzgecinden geçirmiştir...” “Bu Tarih Bizim!.. Tarih bize doğru bir siyasi çizginin kendiliğinden ve sakin bir şekilde değil, ancak mücadele içinde ortaya çıkıp, geliştiğini göstermiştir. Bütün komünist partileri bu süreci yaşamıştır. Bu durum, partimiz için daha da geçerlidir. Çünkü, partimiz kurulduktan kısa bir süre sonra hem kurucu önderini yitirmiş, hem de yenilgi almış; dahası arkasından oluşan önderliklerin izledikleri politik-taktik çizgilerin esasta MLM değil, oportünist olma gerçekliği vardır. Bu çizgilerin sol veya sağ çizgi olması fark etmez. Sağ ve sol çizgilerin hepsi de MLM çizginin gelişmesi önünde engel ve aynı derecede tehlikelidir.

1. yenilgi sonrasından günümüze kadar devam ede gelen önderlikler doğru bir politik-taktik siyasal çizgi izlemedikleri içindir ki partimizin genel ideolojik-siyasi çizgisi kitlelere yeterince nüfuz edememiş, parti çizgisi maddi güç haline gelememiş ve yeni yenilgiler almaktan kurtulamamıştır. Yoldaş Kaypakkaya sonrası önderliklerimiz Mao savunmasını merkezci bir güzergâhta Hocacılıkla birleştirerek Maoizm’in eklektik kavrayışını uygulaya gelmişlerdir. Mao Zedung düşüncesi formülasyonu bu eklektizmden dolayı terk edilmiştir.”

Sanırız MKP’nin Kaypakkaya’dan sonra partinin önderliğinin oportünistlerin elinden kurtulamadığı, ama yinede partinin ML kaldığı yönlü savları, dünya devrimci ve komünist hareketinin tarihinde pekte karşılaşılmayan, TKP-ML'ye özgün bir durum olsa gerek. Bir örgütü 30 yıl oportünistler yönetecek ama, o örgüt ya da parti hala M-L olarak ayakta kalacaktır. Böylesi değerlendirmenin bilimsellikle ve gerçeklikle hiç bir ilişkisinin olmadığını söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. Yine MKP’nin 30 yıllık mücadele tarihine dogmatizm, sağ ve sol sapmalar damgasını vuracak ve anti-Marksist düşünceler partinin yönetimine egemen olacak, yine de o parti çizgisi ve politikaları ML olarak kalacak. Bunların hiç biriside süreci açıklamada ve yapılan değerlendirmelerin altını doldurmada yeterli ve ikna edici olmamaktadır. MKP’li arkadaşlar 30 yıllık sürece ayna tutmaya yönelmişler ama, bunu sonuca götürerek adını koymada cüretkar davranmayarak iki arada, bir derede gidip gelerek zorlanmışlar. Bir partinin yönetimine 30 yıl oportünistler egemen olmuş ve parti politikalarını bu oportünistler çizmiş ve yönetmişlerse, sağ ve sol oportünizmin etkinliğinin bu süreçte sürdüğü ve dogmatizmin ve sübjektif düşünce tarzının bir örgüte egemen olduğu durumda, o örgüt ya da partinin uzun yıllar kendisini bırakalım komünist olarak ayakta kalmasını, az çok tutarlı devrimci bir örgüt olarak varlığını sürdürmesi de zor bir olaydır. MKP’li arkadaşlar bu değerlendirmelerini örgütlerinin üzerinde yükselmiş olduğu Maoizm’e yönelterek oradan kopuşu sağlamış olsalardı, 30 yıllık muhasebe gerçek yerine oturacak ve belki de daha olumlu gelişmelerin önü açılmış olacaktı.

Neki MKP Kongresi hem geçmişe yönelik bir dizi eleştiri yapıyor ve hem de bu hataların temellerinden birisi durumunda olan Maoizm’e tutum alarak ondan kopma yerine, kurtuluşu ona daha fazla sarılmakta buluyor. Bu yaklaşım aslında MKP’nin geçmiş süreçte yapmış olduğu hataların devam etmesinin daha başta ilanı anlamına geliyor. Çünkü hata ve zaaflarının ideolojik kaynağı olan Maoizm’den kopulmadan, biçimsel bazı değişiklikler yapmakla, işlerin düzelmesi ve istenilen devrimin öncü örgütünün yaratılması başarılamaz.


Üstelik ideolojik-politik olarak 30 yılın ardından Türkiye gerçekliğine tümüyle gözünü kapatarak, dogmatizm ve sübjektivizm mevzisinde durarak ve bunu bir çizgi halini getirerek, Türkiye devriminin temel sorunlarına doğru yanıtlar bulmak ve bu doğrultuda devrimci taktiklerle sürece müdahale ederek ilerlemekte olanaksızdır. Yıllardan bu yana TKP(M-L)nin temel çıkmazlarından birisi olan Çin ve ÇKP kopyacılığı ve Maoizm savunusu ve düşünme tarzı nedeniyle, kendi ifadeleriyle, ciddi bir gelişme kat edememeleri gerçekliği bir yana itilerek, çıkış Maoizm de aranıyor. MKP açıklamasında şunları okuyoruz; “Partimiz, ülkemiz proletaryasının ve halkımızın demokrasi ve bağımsızlık kavgasında gerçek bir öncü güç olarak şehitlerimize ve halkımıza verdiğimiz bağımsızlık, halk demokrasisi, sosyalizm ve komünizm sözünü daha sağlam, daha bilinçli ve daha sınanmış, yanılgı ve yenilgilerinden öğrenmiş bir kavrayışla yerine getirme kararlılığındadır. Partimizin adını Maoist Komünist Partisi olarak değiştirmemiz de bu daha ileri kavrayışımızın sonuçlarından biridir...

Partimiz Maoist Komünist Partisi, TKP(ML)nin ideolojik, siyasi ve örgütsel devamı ve onu yaratan Maoizm’in Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki en üst düzeydeki temsilcisi, Kaypakkaya Güzergahı’nın kararlı savunucusu ve takipçisidir.

Maoizm, Marksizm-Leninizm’den ayrı değil, onun yeni, nitel, üçüncü aşamasıdır. Maoizm savunulmadan Marksizm-Leninizm savunulamaz. Bundandır ki Komünist Partisi isminde Maoizm vurgusunun da bulunması tayin edicidir. Yoldaş Kaypakkaya açıkça ilan etti: Hareketimiz Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünüdür. Bu, kesin bir ayrım çizgisidir. Kongremiz, TKP(ML) isimlendirmesini bu ideolojik bilinçten hareketle Maoist Komünist Partisi olarak değiştirdiğini coşkuyla duyurur.

Kongremiz, Partimizin bütünlüklü tarihi muhasebesi içerisinde, Maoizm kavrayışımızın yanısıra Devrimci Enternasyonalist Hareket’i ve Partimiz'in onunla ilişkilerinde izlediği tutumu da değerlendirmiş ve 1997 yılına kadar Partimiz'in bu alanda izlediği sol sekter, eklektik - merkezci oportünist siyaseti alt ederek aşağıdaki sonuçlara varmıştır:

Geçmişte Partimizde hakim hale gelen merkezci sol sekter çizgi ve bölünmeler nedeniyle Devrimci Enternasyonalist Hareket ile ilişkilerimiz aksamıştır. İlişkilerin aksaması esasen Partimizin yanlış değerlendirme ve tutumundan ileri gelmekteydi. Bunun asıl nedeni Maoizm’den sapmaydı. Gelinen aşamada, Partimiz, Devrimci Enternasyonalist Hareket ve onun yayınladığı ‘Deklarasyon’ ve ‘Yaşasın Marksizm - Leninizm - Maoizm’ belgesini MLM olarak değerlendirmekte ve sahiplenmektedir.”

Devrimci Enternasyonalist Hareketin Deklarasyonu'nun ne kadar M-L olduğunu bir yana bırakarak yukarıdaki paragrafta aslında MKP’li arkadaşların kendi hata ve zaaflarını yanlış yerde aradıkları ve haliyle de yanlış sonuçlara gittikleri görülüyor. TKP-ML'nin 30 yıllık tarihinde başarısızlıklarının ve hatalarının kaynağı Maoizmden sapma ve ya da “Hocacılıkta karar kılma” eklektizmi olarak ifade edilmesi değil, tersini Türkiye gerçekliğine M-L bir pencereden bakma başarısı gösterememesidir. Yıllardan bu yana TKP(M-L)nin temel çizgisinde her hangi bir değişiklik olmadığı gibi, önderlik değişikliklerinde daha çok Maoculuğa sarılma adına geriye gidişler yaşanmış ve çizgiye bağlılık adına sübjektivizm ve dogmatizm yarışına girişilmiştir.

Durum böyle olunca MKP’nin hatalarının kaynağını Maoizm’i özümlememek ve buna uygun bir politik çizgi izleyememekte araması ne bilimsel ve nede doğru bir yaklaşımdır. Tersine Türkiye gerçekliği Maoizm'in çözümlemelerinin boşa çıkarmasının ve Çin - ÇKP kopyacılığıyla mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt olunamayacağının çarpıcı olarak açığa çıkması görülmelidir. Öteki bütün değerlendirmeler bu gerçekliğin anlaşılmasını perdelemeye yönelik, zaman kaybından başka bir işe yaramayan boş çabalar olarak kalacaktır.

Eğer, MKP kendi hata ve zaaflarının asıl kaynağı olan dogmatizm, dar deneycilik ve sübjektif düşünme tarzından kurtulamaz ve Maoculuktan ciddi bir kopuş yaşamayı göze alamazsa, söylemleri doğrultusunda ciddi bir gelişme ve atılım yakalamasının hayal olacağını belirtmeliyiz.

Çünkü, MKP değerlendirmeleriyle hem devrimci kamuoyuna ve hem de kendi tabanına büyük sözler vermiştir. Verilen bu sözlere bağlı kalmak devrimciliğin olmazsa olmazlarındandır. Teori ile pratik arasındaki bağın doğru olarak kurulması ve bunun gereklerinin yerine getirilmesi oldukça önemlidir. Tüm bunları pratik gelişmeleri yakinen izleyerek göreceğiz, ama daha bugünden bazı şeyleri söylemek hiçte MKP’ye zarar verici bir durum olmayacaktır.

MKP bir yandan tarihten yeterince ders aldıklarını ve bu hataları tekrarlamayacaklarını söylüyor, öte yandan TKP-ML'nin örgütsel, pratik çalışmalarını dumura uğratan Maocu iki çizgi mücadelesini, örgütsel dağınıklık ve parçalanmadan çıkış olarak sunuyor. Bugüne kadar TKP-ML cenahı parti içinde iki çizgi mücadelesini Maoist parti öğretisinin temellerinden birisi olarak M-L’ye karşı savundular. Ama MKP Maoist partilerin savunduklarını bir türlü pratiğe uygulayamadıkları iki çizgi mücadelesinin kendi pratiklerinde nasıl bir bölünme, parçalanma ve dağılmaya neden olduğunu değerlendirmelerinde görmek hiçte güç olmasa gerek. MKP’nin açıklaması, iki çizgi mücadelesinin TKP-ML pratiğinde nasıl bir sonuca yol açtığını şöyle aktarıyor;

“Parti tarihimizde İki Çizgi Mücadelesinin eklektik bir şekilde savunulması ve uygulanması bir yandan ayrılıkçılık, bağımsızlıkçılık, isyan ve hizipçilik kültürünü; dolayısıyla bir yandan da Maoistler'in birliği hedefini merkezine oturtmayan yıkıcı, sekter ve sol tasfiyeci çizgileri diğer yandan da mücadelesiz birlikler ve ilkesiz uzlaşmalarla liberal ve sağ tasfiyeci oportünist çizgileri beraberinde getirmiştir.


Parti içi iki çizgi mücadelesinin doğru ile yanlış arasındaki mücadele olduğu kavranmadığından, bu konuda ideolojik ve teorik kaos içerisindeki önderlik çizgileri doğal olarak bir çok hizipsel bölünmelerin gelişmesine de zemin hazırladılar. Hizipleri savunmak, bu hiziplerin çıkış gerekçelerini doğru bulmak ve savunmak Maoist parti içi iki çizgi mücadelesi ile bağdaşmaz. Açıktır ki bütün hizipler anti-Maoist bir çizgiden hareketle partiye bayrak açmış ve zarar vermişlerdir. Ancak bu durumların yaratılmasında önderliklerin hatalı çizgilerinin payı da ciddi bir değerlendirme konusu yapılmamıştır.”

MKP’nin Mao’dan alarak savunmaya çalıştığı parti içinde iki çizginin ebedi ve sürekli yaklaşımının eleştirisini Maoizmin parti öğretisini eleştirdiğimiz bölümde daha genişçe ele almaya ve konuyu aydınlatmaya çalışacağız. Bizim yakınen bildiğimiz gelişmeler, Maocu parti ve örgütler içinde iki çizgi mücadelesini özümlemek bir yana farklı görüşlere bile tahammül etmede ciddi problemler yaşadıkları ve sekter tutumlar içine girdikleri ve bu nedenle darbeci ve komplocu yöntemlere kadar işi uzattıkları bilinen olgulardır. Bu bakımdan MKP’nin parti içi demokraside sicilinin pekte temiz olduğu söylenemez. İki çizgi mücadelesinin anti Marksist bir yaklaşım olduğu görülüp mahkum edilmeden, partinin irade ve eylem birliğini sağlamak ve hiziplerle bağdaşmayan demir disiplinli devrimin öncüsü partiyi yaratmak söz konusu olamaz. Bu yönüyle MKP’nin tarihinden iyi ders alarak aynı hatalarını tekrarlanmaması için gereken örgütsel, pratik düzenlemeleri yaptığı söylenemez.

Nitekim MKP’nin gerçekliği ve Maocu kültürle bezenmiş olması bu akımın saflarında ciddi olumsuzlukların doğmasını ve yayılmasını koşullamıştır. M-L bir hatta yürümeyen ve kendisini sürekli olarak yenileme başarısı içinde olmayan, eleştiri ve özeleştiri silahını devrimci anlamda kullanmada başarılı olamayan bir akımın sonuçta çürüme ve yozlaşmaya kadar gidecek hastalıklara yakalanması kaçınılmazdır. Somutta bunu TKP(M-L)in tarihinde yakıcı olarak görüyoruz. Kaypakkaya çizgisinin savunucusu olduğunu söyleyen ve yıllardan bu yana bunun propagandasını yapan TKP(M-L), işkencede direniş söz konusu olduğunda Kaypakkaya’nın “ser verip sır vermeme” geleneğini pratiğe sürmede başarılı olamadıklarını ve bugüne kadar parti önder ve kadrolarının yüzde 90’lara varacak düzeyde poliste direngen bir tutum gösteremedikleri ve haliyle de örgütün bu alanda olumsuz bir pratik sergilediğini açıklıyor. 30 yılda bir örgüt bu kadar deney ve tecrübeden sonra eğer işkencede direniş konusunda hala gerilerde seyrediyor ve Kaypakkaya’ca direniş geleneğini yakalayamıyorsa, o örgütün ideolojik, politik hattı ve kadro politikası tümüyle masaya yatırılarak, buradan sorunlara yanıt aranmalıdır. MKP’nin örgüt içi demokrasi kültürü ve pratiği konusunda da ilginç değerlendirmelere tanık oluyoruz:

“Bizim ki gibi ülkelerde, küçük burjuvazi yaygın bir şekilde örgütsel olarak partiye katılırken bu sınıftan insanların ideolojik dönüşümünü sağlamak, ideolojik olarak partiye katmak, parti önderliğinin görevidir.

Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne, Çin işi olarak bakan ve Maoist Halk Savaşı Stratejisi’ni salt bir askeri savaş stratejisi olarak algılayan, Maoist kitle çizgisinden ve kitleleri savaş içerisinde dönüştürmenin Halk Savaşı’nın zaferinin yegane garantisi olacağından bihaber, dahası demokrasi kültüründen yoksun bir önderlik elbetteki kendi içindeki küçük burjuvaziyi gerçek anlamda proleterleştiremez. Bu başarılmadığı için küçük burjuvazinin örgüt içi ilişkilerdeki yıkıcı tarzı bir çizgi halinde partiye hakim olmuştu. Bu çizgi, özellikle 1986-87 yıllarında daha da boyutlu bir hal almıştı. Öznelcilik ve şekilciliğin düşüncede hakim olduğu bir partide, onun da ötesinde son yıllarda devrimci teorinin küçümsendiği, deneyci ideolojinin daha çok hakimiyetini sağladığı bir parti çizgisi tabi ki Marksizm, Leninizm, Maoizm’den sapacaktı ve sapmıştır.

Maoist parti ve Maoist iki çizgi mücadelesi anlayışından kopuş ve monolotik parti yaklaşımı, ayrılıkların temel nedenlerinden birisidir. Merkezi önderliklerin çizgilerini gerekçe göstererek ayrılanlar konferansa katılmamışlarsa, bu somut bir örnektir. Aynı şekilde önderliklerin de muhalefet üzerinde sopa kültürü bir başka yanlıştır. Maoist iki çizgi mücadelesinin olmadığı yerde ideolojik ve kültürel yozlaşmanın, burjuva kültürle uzlaşmanın ve amaca yabancılaşmanın kaçınılmaz olacağı açıktır. Bu yabancılaşmanın ürünü olarak ilkesiz, kişisel, grupsal ve bölgesel çıkarlar temelinde birlikler, her türlü proleter dışı düşünce ve yaşam tarzı ile uzlaşmalar söz konusu olmuştur. Bunun da ötesinde yabancılaşma, parti adına, parti ve devrimin çıkarları adına ilkelerin ayaklar altına alındığı en dejenere pratiklere girilebilmesine kadar götürmüştür. Partimiz tarihinde bunun iki üç örneği yaşanmıştır.” (MKP 1. Kuruluş Kongre açıklaması)

Demokrasi kültürünün olmadığı yerde her türlü kirliliğin ve sağlıksız eğilimlerin yeşermesini TKP(M-L) pratiğinde netçe görmek mümkündür. Oportünizme karşı mücadelede devrimci bir çizgide ısrar edilmemesi ve örgütün bir araç olmaktan çıkarılarak amaç haline dönüştürülmesi TKP(M-L) saflarında kabul edilemez yanlışların ve olumsuzlukların yaşanmasını sağlamıştır. Bu durum yığınlar nezdinde hem TKP(ML)ye ve hem de genel olarak devrimcilere güvensizliği körükleyici olmuş ve bir çok dürüst devrimci kadronun ve insanın devrimden soğuması ve uzaklaşmasına neden olmuştur. TKP(M-L) nezdinde ise daha da ağır bir fatura çıkarmıştır ortaya. Yapılan bu hata ve yanlışların öz-eleştirisi yapılarak aşılması oldukça zordur. Yıllar akıp gitse de bu yanlışlar bu akımların yakalarından bir türlü düşmeyecek ve her hangi bir gelişmede hep karşılarına çıkacaktır.

MKP hemen her alanda yönünü Maoizm'e kırdığı gibi, Maozm'i M-L'in nitel bir düzeye sıçratılması olarak kabul ederek felsefeden ekonomi politiğe oradan sınıflar mücadelesine kadar uzanan bir dizi konuda M- L'in sorunlara yanıt veremez duruma geldiğini söyleyerek, Maoizme olmadık roller yüklemekte ve ortada duran gerçekleri kaba bir şekilde ya yok saymakta yada çarpıtmaktadır .Örneğin Mao’nun felsefe alanında M-L'i geliştirdiği ve diyalektik materyalizme katkılar yaptığı iddiası üzerinde öncelikle durarak iddaları tek tek tek ele alarak M-L'in bakış açısıyla eleştirmeye ve Maoizm'in M-L'i nitel bir düzeye sıçratamadığı, aksine onu her bakımdan özünden saptırarak nasıl anlaşılmaz bir hale soktuğunu tanıtlamaya çalışacağız. Böylece MKP'nin ideolojik ve teorik zeminini ve politik duruşunu da eleştirmiş olacağız. Çünkü MKP hemen tüm görüşlerini Mao'dan almış ve referans olarak da Mao'yu göstermektedir.Bu bakımdan Mao’nun eleştirisi aynı zamanda MKP ve tüm Maoist'lerin eleştirisi anlamına geleceği unutulmamalıdır. Bizde MKP'yi eleştirdiğimiz bu yazımızda esas olarak Mao'yu eleştirerek bu doğru yolu izlemeye çalıştık. Eleştirimize öncelikle felsefeden başlayalım.
Bu yazı ideolojik mücadeleyi canlandırmak adına Devrimci Halkın Birliği dergisinden alınıp yayınlanmıştır.

18 Nisan 2013 Perşembe

Önceller bu kadar mı kötüydü, kopuş için bu telaş niye?

Atılım Gazetesi’nin 51. ve 52. sayılarında MLKP-MK üyesi ve 1. Konferans delegesi ile yapılan ve çeşitli sorunlara ilişkin MLKP'nin görüşlerini açıklayan bir röportaj yayınlandı. Bizi daha çok ilgilendiren röportajın 51. Sayısı’nda yayınlanan birinci bölümüdür. Bu röportajın diğer bir özelliği ise, gazetemizin birinci sayısında “nasıl bir parti ve görevlerimiz” başlığı altında işlediğimiz parti, partileşme süreci ve MLKP'nin bu sorunlarda işin hangi noktasında durduğuna ilişkin eleştiri ve değerlendirmelerimizi, MLKP MK üyesinin birincil elden doğrulaması ve dahası geçmişle bütün bağlarını kestiklerini ilan ederek, köksüz bir ağaca dönüşmelerini gururla açıklamalarıdır.

Oportünizmin bir özelliği görüşlerini dobra dobra söylemekten uzak durarak, fırsat kollama ve uygun anda görüşlerini ilan etmektir. Bütün oportünist ve revizyonist akım ve  kişiler hep böyle davranmışlardır. Örgüte egemen olmak için önce onlar gibi düşünür gözükür, sonra adım adım görüşlerini sağdan-soldan sokuşturmaya çalışır. İktidarda olmanın avantajını oportünist görüşlerini yaymak ve egemen kılmak için kullanmaya yönelir. Çünkü işbaşında olanlar için konuşmak, görüşlerini yaymak serbesttir. Hem de bunu aymazcasına yapar. Dün dündür, bugün bugündür bu oportünist zihniyetin temel yaklaşımıdır. Sorunları örgüte taşımak bunlar için yüktür. Çünkü örgüt adına hareket eden etkili ve yetkili şahıslar varsa, tabanın ve kadrolarının düşünmelerine hiçte gerek yoktur.

MK üyeleri her şeyi söyleme özgürlüğüne sahiptir. Ama bunları eleştirmek kimsenin haddine düşmüş değil. İşte bütün bunları Atılım Gazetesi’nde MLKP MK üyesi ile yapılan röportaj netçe ele veriyor. Gerçekler çarpıtıldığı gibi, doğru olmayan ve MLKP gerçekliği ile uyuşmayan şeylerde olmuş gibi gösterilerek, taban, kadrolar ve devrimci kamuoyu yanlış bilgilendiriliyor. Dahası geçmişin komünist değerleri bir çırpıda unutularak, yeni kültürden bahsediliyor. Bir yıllık süreçte hala ne olduğu yeterince belirginleşmeyen ve sınanmayan bir pratikten büyük sonuçlar çıkarılmaya çalışılarak, zafer sarhoşluğu ilan ediliyor. Kuru ajitasyonla ideolojik tutumlar ve ilkesel sorunlar geçiştirilmeye ya da üzeri kapatılmaya çalışılıyor. MLKP'de var olan derin görüş ayrılıkları ve ilkesel farklılıklar, büyük bir erdemmiş gibi sunuluyor. Keza parti, partileşme süreci ve görevlerimize ilişkin tartışmalar yok sayılıyor ve MLKP önceli her iki akımın savunduğu “parti işçi sınıfı hareketi ile sosyalist hareketin birliğidir”, görüşünün yanlış olduğunun özeleştiri yapılıyor.

Bütün bunlar “birlik devrimi” adına yapılıyor. Esasında cicim aylarının üzerinde rüzgâr bulutlarının geçerek fırtınaya dönüşmesi, üzeri atlanan ya da buzdolabına kaldırılan sorunların gümbür gümbür nasıl MLKP'nin başına bela olacağını şimdiden söylemek hiçte abartıcı bir değerlendirme olmayacaktır.

MLKP  neyden kopuyor?
MK üyesi ile yapılan röportajda, MLKP'nin bir yıllık süreci değerlendiriliyor ve parti ilanına ilişkin görüşler ortaya konarak, dünün devrimci geleneklerinin sürdürücüsü lafının sahte ve aldatmacı olduğu şu satırlarla ortaya çıkıyor:

“Kuruluş ekini” kaldırmakla “dün” den kopuşu tamamlamış olduk. Bunu yapay bir biçimde yapmadık elbette. Yani "kuruluşu" kaldırırsak, parti oluruz, geçmişle bağlarımızı keseriz  “gibi kaba bir tutum içinde olma ciddiyetsizliği ne başarılarımıza, nede ideallerimize yakışır...” (Röportajın birinci bölümü.)

Yine aynı röportajda MK yetkilisi gerçek düşüncelerini ve inkarcı yaklaşımlarını şu sözleriyle sürdürüyor: “Kuruluş geçmişle bağın bir görüntüsüydü.”

Bu satırlar MLKP'nin öncelleriyle bütünüyle bağlarını kestiklerinin açık bir ilanıdır. Hani MLKP köksüz bir ağaç değildi ve komünist öncülerinin birikimleri üzerinde yükselen bir oluşumdur. Hani MLKP bütün mücadele sürecinin bir senteziydi. Demek ki söylenen bu sözler bütünüyle tabanı ve kadroları aldatmaya yönelik bir manevraydı. Böyle olduğu için MLKP-K'nın “kuruluş” ekinin konması da çarpıtılarak aktarılıyor ve oportünist önderlik MLKP gerçeğini yanlış olarak kamuoyuna taşımaya çalışıyor.

Bir kere kuruluş ekinin konması, geçmişin görüntüsünün sürmesini ifade etmiyordu. Kuruluş ekinin konmasının temel nedeni MLKP-K'yı ilan eden delegelerin çoğunluğunun sınıf hareketiyle, komünist hareketin birliğinin sağlanamadığı ve başka bir deyişle iki hareketinde ayrı ayrı yollardan yürüdüğü düşüncesiydi. Yoksa bu platformda bugün MLKP'de egemen olan sınıf dışı parti fikrini savunanlar azınlıktaydı ve çoğunluk sınıfta kopuk parti kurulamaz görüşünü savunuyordu. Buradan hareketle de bir yıllık süreç içinde MK'nın önüne sınıf içinde çalışmaları yükselterek sınıfa azçok bağlanarak, hücreler temelinde kendini sınıf içinde üretir bir duruma getirme birincil görevini koymuştu ve bütün güçlerle bu olana yüklenmek gerektiğine özel olarak vurgu yapılmıştı.

Ne var ki MK üyesi arkadaş bu gerçeği bir kalem darbesiyle bir yana fırlatarak, kuruluş kongresinde çoğunluk tarafından ret edilen sınıf dışı parti kurulur görüşünü haklı çıkarmak için, "Kuruluş" ekinin konuluş gerekçesinin eksik ve olduğu kadarıyla da yanlış koyuyor. Röportaj da MK üyesinin açıkladığı gibi, MLKP-K'nın ilanı geçmişle görünüşte bağları sürdürdüğü biçimde, değildi. Tersine MLKP-K önceli iki örgütün daha ileri düzeyde yeni bir formda kendilerini birleşerek-kaynaşarak sürdürmesiydi. Yoksa  MLKP MK temsilcisini idare ettiği gibi MLKP'nin ilanı yeni bir çığırın açılarak, süper komünistlerin ortaya çıktığı bir örgütlenme değildi.

Ya da bilinmeyenleri açığa çıkaran ve ML katkı yapan bir örgütlenme değildi. Hatta birçok nokta da önceleri TKP-ML Hareketi’ne göre daha da geriye savrulan, sınıf içindeki faaliyetlerden yan çizen, sapan ve asli görevlerinden uzaklaşan ve örgüt içi demokrasiyi ortadan kaldırmasıyla da TDKP ve DHKP-C'ye özenen bir örgüt haline gelmiştir. İddia edildiği gibi MLKP öncellerini aşmadı ve daha ileri bir örgütsel omurga ortaya çıkaramadı. Geçmişin daha ileri ve olumlu değerlerinin altında ezilen ve o değerleri yakalama başarısı gösteremeyen MLKP önderliği, durumu kurtarmak için zorlama değerlendirmelere girişmekten kendisini alamıyor. MLKP'nin kuruluş sürecine kadar eskinin devamcısı ve Eylül ayından bugüne kadar ise, yani iki aylık süreçte ise, geçmişle bütün bağlarını kopararak kendisini parti ilan ederek, her şeye yeniden başladığını iddia edecek kadar dünün devrimci komünist değerlerinden kopan bir partidir.

Peki, MLKP MK'sına sormazlar mı; siz nereden geldiniz ve hangi devrimci zemin içinde yürüdünüz, öncelleriniz komünist değil miydi ki, onlardan koptuğunuzu ve geçmişle bağlarınızı kestiğinizi ilan etmekten zevk duyuyorsunuz. Görünen o ki; MLKP önderliği daha ilginç değerlendirmeler yaparak, komünist hareketin hanesine, yeni tarzlar katmayı sürdürecek. MLKP, öncellerinin değerlerinden koptu ama iki arada bir derede kaldı. Bu arkadaşlar, kimlerin devamcısı olduklarını da açıklarlarsa aydınlanmış oluruz.

MLKP işçi hareketiyle birleşmedi ama yine de partidir
MLKP-K'nın ilanı 1. Kongre’de parti sorununda öncellerinin temel yaklaşımını onaylar ve sınıfla birliğe özel bir vurgu yaparken, MLKP'nin ilan edildiği 1. Konferans’ta tersi yapılıyor. Bir yılda tam 180 derece geriye tornistan çekiliyor.

Peki, ne oldu da bir yılda iki temel farklı görüş MLKP'ye egemen oldu. Birincil olarak MLKP önderliği ideolojik teorik olarak oturmuş bir yapıya sahip değil. İkincisi örgüt içi demokrasi dumura uğratılarak 1. Konferans’a, ideolojik-teorik ve siyasal olarak çok geri, örgütsel deney ve tecrübeleriyle birikimi zayıf gençler delege olarak atanarak, normal koşullarda görüşlerini MLKP'ye kabul ettiremeyenler, bu anti-demokratik yolla 1. Konferans’ta egemen olmayı hedeflemişler ve bunu da başarmışlardır. İşin en ilginç yönü de bir yıl önce çoğunluğun karşı çıktığı ve örgüt tabanın da kabul etmediği görüşler,  bir yıl sona anlattığımız nedenlerle kabul gördüğünde hiç kimse ne oluyor deme cüretkarlığını göstererek bu oportünist önderliğe karşı tutum alma başarısını gösterememesidir. Normal bir tartışma süreciyle, azınlık görüşlerinin çoğunluk olmasında anormal bir yan yoktur. Ama bu bir yönüyle anti-demokratik ve oldubittiye getirilen bir yolla yapılıyorsa burada bir anormallik var demektir. MLKP'de yapılan tam da bu olmuştur.

Leninist parti öğretinin özü ve MLKP'nin öncellerinin temel yaklaşımı olan, “parti sosyalist hareketle sınıf hareketinin birliğidir” görüşü, bir yıl sonra MLKP 1. Kongresi’nce yanlış ilan edilerek Leninist parti özüne ayran suyu dökmüştür. MLKP öncellerinin görüşlerine ilişkin özeleştiri yapmaya ne hakkı ve nede yetkisi vardır. Hem TKP/ML Hareketi’nin geleceğiyle bütün bağlarını ve ilişkisini kestiğini ilan et ve hem de onlar adına özeleştiri yap. Bunun açıktan dürüst olmayan ikiyüzlü bir tutum olduğunu belirtmeliyiz.

Çünkü TKP/ML Hareketi’nin, parti konusundaki görüşlerini ancak TKP/ML Hareketi kadroları değiştirebilir. MLKP'nin hareketle uzakta-yakında bir ilişkisinin kalmadığı ortamda, parti sorunundaki temel görüşler de özeleştiri yapma hakkı da, kimseye devredilmiş değildir. Ancak MLKP-K'nın kurulduğu dönemde savundukları ile 1 yıl sonrası savundukları arasındaki temel farkları ortaya koymak bağlamında, MLKP MK temsilcisinin özeleştiri yaparak, gerçeği teslim etmeleri ve sınıf dışı parti fikrinde konakladıklarını ilanları olumlu bir gelişmedir. Bu bağlamda MLKP MK temsilcisinin açıklamaları bizlerin eleştirilerini bir kez daha onaylaması bağlamında da olumlu olduğunu vurgulamalıyız.

Peki, dün parti, işçi hareketiyle sosyalist hareketin birliği diyen MLKP-MK'lı bugün ne diyor?
“Gerçekte de komünist partisi iradi kararın, çabanın bir ürünü olarak mı kurulur, yoksa komünistlerin “işçi sınıfı hareketiyle birleşecekleri güne kadar” beklenmesi mi gerekir? Enine boyuna tartışıldı bu sorunlar. Konferans sınıf hareketiyle birleşme olgusunun göreceli olduğunu dikkate alarak davrandı. Bugün işçi hareketinin sosyalist hareketle ayrı ayrı kanallarda aktığı doğrudur. Proletaryanın devrimci örgütlülüğü hatta demokratik örgütlülüğü bile çok zayıftır. Türkiye'de yaklaşık 4 milyon proletarya var; neredeyse 3/4'ü sendikasız. Bu durum alınması gereken  mesafeyi dile getiriyor. Biz bu, başarıyı elde etmek için, (sınıfı örgütlemek kastediliyor-HB) önümüze hedefler koyan; ama parti olmanın tek ve belirleyici kriteri olarak kabul edemeyiz. MLKP değil, ama onun öncelleri böyle bir düşünce savunmuşlardır. Yanlıştı, sığdı ve mahkûm edildi.

Evet, MLKP, işçi hareketiyle birleşebilmiş değildir, ama partidir. Şu satırlar da MLKP'nin parti sorununda ne söylediğinden bir şeyler anlayan beri gelsin. Burada her şey var ama hiçbir şeyin yanıtı yok. Sorular yanıtsız kalmış ve bazıları öyle buyurduğu için MLKP parti ilan edilmiştir. MLKP'nin sınıfın örgütlülüğünün geri olduğunu ileri sürmesinin partinin sınıfla birleşmesiyle kurulacağının bir ilişkisi olabilir mi? Bizce hayır. Komünist partisinin iradi çabayla kurulacağını savunmak, sınıftan kopuk parti kurulur görüşünü haklı çıkarmaz ya da biri diğerinin alternatifi olabilir mi? Yine hayır.

Önümüze  hedefler koyarız yönümüzü fabrika bacalarının tüttüğü  bölgelere dönerek, işçi sınıfına bilimsel sosyalizm taşırarak hücreler temelinde sınıf örgütlenir mi? Ya da sınıfla bağlantıyı göreceklerdir diyerek, partinin azçok kendisini sınıf içinde üretir duruma gelmeden kurulamaz temel Leninist ilkesinden vazgeçilerek, genel ve yuvarlak laflarla önce parti kurulur sonra sınıfla birleşir saçma ve sınıf dışı görüşlere kapı aralanabilir mi? Yine hayır.

Öncelleriyle bağlantısını ve ilişkisini keserek yeni tarz adı altında abartıcılık ve sübjektivizm pompalayan bir zihniyet, TKP/ML hareketi adına özeleştiri yapabilir mi? Yine hayır. Lenin'in parti sosyalist hareketle işçi sınıfının birliğidir görüşü yanlışsa peki parti için temel kriter nedir? Bu konuda söyleyebileceğiniz herhangi yeni bir şeyler var mı? Yok eğer söylenecek yeni şeyler yoksa kendinizi zorlamanın ve saçmalamanın alemi ne. MLKP işçi hareketiyle birleşmemiş ama partidir?

Peki, MLKP sınıf partisi mi yoksa başka bir parti mi? Bütün bu sorular ve yanıtlar, MLKP'nin bütünüyle TKP/ML hareketinin ML görüşlerinden, devrimci sosyalist geleneğinden ne kadar koptuğunu, uzaklaştığını ve yeni bir hatta oportünist hata kaydığını gösteriyor.

Ve röportaj MLKP MK temsilcisinin birçok konuda doğru olmayan ve gerçekleri çarpıtan açıklamalarıyla sürüyor. Onları eleştirmeyi önümüzdeki sayılarımıza bırakıyoruz. MLKP tabanını, dün söyledikleriyle bugün yaptıkları arasındaki çelişkiyi inceleyerek, doğrulardan yana tutum almaya çağırıyoruz.
Bu yazı 1996 yılında Proleter Halkın Birliği Dergisi'nin 1996 yayınlanmıştır. Belgesel önemi olduğu için yeniden yayınlandı.

Sömürüye, yoksulluğa ve şovenizme halklara politik özgürlük için: 1 Mayıs’ta alanları dolduralım!

İşçiler, emekçiler, aydınlar, gençler, Kürdistan’ın yoksulları, emekçi kadınlar:
Amerikan işçilerinin kanlarını akıtma pahasına açtıkları 1 Mayıs  kavga bayrağı altında dünya işçileri ve emekçilerinin birleşip  burjuva kapitalist sömürücü düzene karşı  savaşmalarının  146. yıldönümündeyiz.

147  yıldır, işçi sınıfını birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs dünya işçi sınıfını uluslararası sermaye ile savaşım ve sermayeye karşı güç gösterisi günleri oldu. 1 Mayıs’larda dünyanın ezilen ve sömürülen halkların ve ulusların savaşımlarıyla, işçi sınıfını birleşik mücadelesiyle dayanışma içinde oldular; 1 Mayısları, emperyalizme, faşizme ve gericiliğe karşı mücadele günleri yaptılar.

147. yıldönümünde dünya işçi sınıfı ve ezilen halklara uluslararası sermaye ve dünya gericiliğiyle karşı karşıya gelecektir. Özgürlük, demokrasi ve sosyalizm şiarları yükselecek. Modern çağın ücretli kölelik düzenini yıkmak için ayağa kalkmış, devrim ve sosyalizm güçleriyle, karşı-devrimin hesaplaşması yaşanacak.

1 Mayıs’ta, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın işçi ve emekçileri, ezilen ve yok sayılan Kürt ulusu faşist diktatörlüğün baskı ve terörüne, ulusal zulme ve sömürüye karşı onurlu barışçı sesini yükselterek, kendi kaderini kendi eline almaya ve inkar ve imha politikaların son diyecektir.

Kokuşmuş işbirlikçi tekelci sermaye ve büyük toprak sahipliğine; zulmün ve zorbalığın kurumu TC devletine; faşist diktatörlüğün  baskılarına, yasaklarına; ulusal, ayrımcılığa, imha ve inkarcılığa; emperyalist uşaklığına, NATO’ya bağımlılığa, savaş tamtamlarına karşı; eğitimin ve sağlığın parasız olması ve herkese geçinecek kadar ücret için; demokrasi, özgürlük, devrim ve sosyalizm için!

Krize ve işçi kıyımı terörüne, düşük ücrete, sendikaların altını oyma ve örgütsüzleştirme saldırılarına; zamlara ve vergi soygunlarına, esnek çalışma dayatmalarına karşı; üniversitede, fabrika polis-jandarma terörüne, faşist-gerici dinci ve paralı eğitim sistemine  karşı; özerk ve demokratik  ve nitelik üniversite için YÖK’e karşı: Faşist 12 Eylül anayasasına karşı; faşist ırkçı terörle mücadele yasası ve diğer kararnamelere ve özel yasalara karşı: yeni TCK ve infaz  yasalarına karşı; iş, ekmek, temel hak ve özgürlükler için; Kürt ulusunu kendi kaderini kendi eline alması için; kadınların kölelik zincirlerini parçalayıp özgürleşmesinin yolunun açılması için; işçi, memur ve bütün çalışanlara özgür sendikacılık ve grevli toplu sözleşme hakkı için; devrimci tutsaklara özgürlük için; krizin yıkıcı etkisini, işçi kıyımlarını, örgütsüzleştirme dayatmalarını, grev yasaklarını ve zamları geri püskürtmek için, emekçilere daha iyi yaşam ve daha iyi çalışma koşulları, politik özgürlükler için; 1 Mayıs’ta fabrikada, okullarda, semtlerde güçlerimiz birleştirerek alanlara çıkalım ve sermayenin ve faşizmin saldırı dalgasına karşı birleşik gücümüz harekete geçirelim.

İşçiler, emekçiler, devrimciler, gençler, kadınlar:
İşçi ve emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 2013’te 1 Mayıs’ı emperyalizme, faşizme ve sermayeye karşı mücadele günü yapabilmek ve onun devrimci özünü yaşatabilmek için; 1 Mayıs’ın içeriğinin boşaltılmasına, düzen sınırlarına hapsedilmesine ve sendika ağalarınca sisteme bağlanma çabalarına karşı, 1 Mayıs’ta tüm gücümüzle alanlara çıkalım ve 1 Mayıs’ın emeğin sermayeye karşı mücadele günü olarak için mücadele edelim.

Çeşitli ulus ve ulusal azınlıklardan Türkiye işçi ve emekçiler olarak, 1 Mayıs’ta alanlara çıkarak gücümüzü, faşizme ve sermayeye düzenine karşı ortaya koyalım, “Faşizme ölüm, halklara özgürlük” şiarıyla güçlerimiz birleştirip, 1 Mayıs’a susku kumpasını ve faşist dinci ve gerici dayatmaları-saldırıları boşa çıkararak, Taksim 1 Mayıs alanında 1 Mayıs’ı kutlamalarının yasak dayatmalarının parçalanması, emekçilerin koluna vurulmaya çalışılan zulüm zincirlerini parçalamak için sokaklara akalım.

Yaşasın 1 Mayıs!
Biji yek gulan!
Faşizme ölüm halka özgürlük!
Yaşasın hakların kardeşliği!
Kahrolsun emperyalizm kapitalizm!
Yaşasın devrim ve sosyalizm!
  
Nisan 2013
Komünist Pari-İnşa Örgütü (KP-İÖ)