19 Mart 2022 Cumartesi

Alçak Gönüllülük, Sebat, Zorluklardan Yılmamak ve Sosyalizm Davasına Sonsuz Bağlılığın Adıdır A.Muharrem Çiçek..!


 Bundan tam olarak 48.yıl önce yıl önce 19 Mart 1973 günü Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş 12 Martın faşist katilleri tarafından şehit edildi. Saygıyla anıyoruz. Ahmet Muharrem yoldaş,1952 yılında Elazığda dünyaya gözlerini açtı, muhafazakar bir ailenin çocuğu olarak  daha lise sıralarındayken devrimci fikirleri benimsemişti. 1969-70 öğrenim döneminde İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne girdi. Bu yıllarda, gençliğin, emperyalizme ve faşizme karşı mücadelesi bir çığ gibi büyüyordu. 0 da zaman geçirmeden bu mücadeleye katıldı. A. Muharrem yoldaş üzerine düşen görevleri gösterişe kapılmadan yerine getiriyordu. Alçak gönüllüydü. Bu özellikleriyle arkadaşları tarafından kısa zamanda sevildi. Devrim davasına sarsılmaz bir inancı vardı. 12 Mart askeri faşist diktatörlüğünün, devrimciler ve halk üzerinde baskısını arttırdığı şartlarda, birçok kimse mücadeleyi terk edip burjuva hayatına dönerken. Muharrem yoldaş duraksamadan gençliğin illegal mücadelesine katıldı. Gençliğin askeri-faşist diktatörlüğe karşı verdiği mücadeleye önderlik etti. Yılgınlık göstermedi, gösterenlere moral verdi,. Mücadelede soğukkanlılığı ve becerikliliğiyle mücadele yoldaşlarını güvenini kazandı. Daha sonra gençlik içindeki mücadeleden işçi sınıfı içinde mücadeleye geçti. Bir çok işçi tanıdı. İşçiler üzerinde ağırbaşlılığı ve alçak gönüllüğü ile olumlu etkiler bıraktı, Onların güvenini kazanmasını sağladı. 

Devrimci güçlerin darbeler yediği, devrimci mücadelenin geçici gerilediği dönemde devrimci hareketler de büyük zorluk ve sıkıntılar içindeydiler. A.Muharrem yoldaş, bütün bu sıkıntılar içindeydi. A. Muharrem yoldaş, bütün bu sıkıntıları açlık, soğuk, yol parası olmadığı için yaya yürüme gibi yaşadı. Buna rağmen hiç şikayette bulunmadı. 0 örnek proleter fedakarlığa sahip bir proleter savaşçısıydı. Üzerine aldığı devrimci görevleri başarıyla yerine getirdi. Daha büyük görevler üstlendi. Faşist terör çalışma arkadaşlarına ulaştığın da A.Muharrem yoldaş en ufak bir korku ve paniğe kapılmadı. Yenilen ağır örgütsel darbelere rağmen  devrimci çalışmalarını hiç aksatmadı, dağılan örgütleri yeniden topalayarak yoldaşlarına önderlik etti. Yakalanan yoldaşlarının görevlerini de üstlendi. Çalışmalarını sürdürürken 19 Mart 1973 günü bir evde birkaç arkadaşıyla birlikte polisin tuzağına düştü. Polis A.Muharrem yoldaşın üzerinde bulunan iki silahtan birini buldu.' Onu yanındaki arkadaşa kelepçeledi. Başlarında otomatik silahlı bir polis bulunuyordu. Diğeri haber vermeye gitmişti. Muharrem yoldaş bir fırsatını bulup boşta kalan eliyle silahını çekti. Başlarında bekleyen polis selameti kaçmakta buldu. Muharrem yoldaş ateş ederek kendisini arkadaşına bağlayan kelepçeyi kırdı. Pencereden, önce yanındaki arkadaşlarını kaçırıp daha sonra kendisi kaçacaktı. İki arkadaş çıkmayı başardılar. Geride kalan Kutsiye Bozoklar yoldaş kaçamadı. Muharrem yoldaşta onunla birlikte kaldı. Bu arada yardım alan faşist katiller İstanbul Şehremin de kaldıkları evi sardılar. A.Muharrem yoldaş son kurşununa kadar direndi faşist katillere karşı devrimci sloganlar haykırdı. Faşistler onu ancak aldığı yaralar sonucu baygın olduğu halde ele geçirebildiler.
Onun kararlılığı ve direnişi karşısında aciz kalan faşist katiller, yaralı yoldaşımızın kafasına silahı dayayıp iki el ateş ederek Muharrem yoldaşı şehit ettiler.
İstanbul II no.lu sıkıyönetim mahkemesinde görülmüş olan TKP(M-L) davası dosyasında bulunan, 21 Mart 1973 tarihli ve 236/2 683 sayılı Adli Tıp raporlarında şu satırlar yer alıyor: "Bu durumda kafatasına aynı nahiyeden, yani sağ pari etalda ki bitişik atış yerinden birbiri peşi iki merminin girmesi mümkündür.
.... Kafatası sağ kısmında bulunan mermi giriş deliği hususiyetlerini bitişik atış vasfını gösterdiği, aynı yerden iki merminin kafatasına girdiği ve çıktığı... "
Yukarıdaki satırların yer aldığı otopsi raporları Ahmet Muharrem Çiçek yoldaşa aittir. Faşist katillerin işlediği cinayetleri otopsi raporları açıkça ortaya sermektedir.
Bu gerçek sıkıyönetim mahkemelerinde, TKP (M-L) davasında tek tek ortaya serildi. Savcılık makamını işgal eden 12 Mart’ın işkenceci faşist katillerinden Yaşar Değerli'ye, savcılık görevi gereği bu cinayetin üzerine gitmesi gerektiği halde neden gitmediğini sorulduğunda, 0, mevcut evraklara şöyle bir baktığını, bu raporların gözünden kaçtığını" söyledi ve arkasından "Ahmet Muharrem   Çiçek'i, polise teslim olmamakla, direnmekle bu sonu göze almıştır, durumdan kendisi, sorumludur" dedi. Su vahşi politik cinayeti haklı göstermeye çalıştı.
Muharrem yoldaşın katilleri de 12 Mart’ın diğer. işkenceci ve katilleri gibi gizlendi ve  işledikleri cinayetlerin hesabını vermediler. Bugün de ayrı katiller cinayetlerine yenilerini ekliyorlar. Fakat hiçbir siyasi cinayet hesapsın, katiller de cezasız kalmayacaktır. 12 Mart'ın ve bugünün faşist cinayet şebekeleri ergeç hesap verecekler, hak ettikleri cezayı göreceklerdir.
Muharrem yoldaşın çok kısa süren yaşamı bize bir proleter devrimcinin en iyi özelliklerini miras bırakmıştır. Alçak gönüllülük, sebat, zorluklardan yılmamak davaya sonsuz inanç, bütün bu özellikler onda en iyi şekilde toplanmıştı, O emperyalizme, faşizme karşı mücadele eden devrimci proletaryanın bayrağı altında saf tutmuştu. Onun yaşamı, mücadelesi bize örnek olacak, yolumuzu aydınlatacaktır. 
Sözümüzü Muharrem yoldaşın katledilmesi üzerine yayınlanan bir bildiriden şu satırları yeniden hatırlayalım::
"ONUN OTOMATİK SİLAHI YOKTU, FAKAT HAKİM SINIFLAR ÖNÜNDE BOYUN EĞMEYEN ÇELİKTEN YÜREĞİ VARDI. "

Devrim ve Sosyalizm İçin Yaşamlarını Feda Edenler Ölümsüzdür..!

Paris Komünü Bayrağı Dünya Sosyalist Cumhuriyetinin Bayrağıdır..!

 Bundan tam 151.yıl önce 1871 yılı 18 Mart’ında ayaklanan Paris emekçi yığınları, iktidarın işçi sınıfının eline geçmesini sağladı. Paris işçi sınıfının egemenliğini ilan etti. 28 Mayıs’a dek tam 72 gün süren bu büyük alt üst oluş tarihe Paris Komünü adıyla geçti.

Komünü hazırlayan koşullar nelerdi?
Herşeyden önce 1848 devrimi yenilgiye uğramış, burjuvazi işçi hareketini bastırmıştı. Ancak işçi sınıfından duyduğu korkusunu hala bastırabilmiş değildi. Bu nedenle 3. Napolyon’un ordularına sığınmayı da ihmal etmedi. Çünkü hala bürokratik militarist sistemin burjuvazinin egemenliğini güvence altına alacağı ümitlerini yitirmemişti. 1848 devriminin yenilgisiyle birlikte kurulan Bonapartist sistem koşullarında Fransa tam bir ekonomik yıkıma uğradı. Emekçi yığınların giderek çekilmez hale gelen yaşam koşulları, ırkçı-şöven-saldırgan politikalarla geri plana itilmeye çalışılıyor, dış politikadaki saldırganlık, iç ekonomik ve politik sorunların üzerini örtücü rol oynuyordu.
Bonapart’ın emekçi yığınların dikkatlerini ülkenin ekonomik toplumsal sorunlarından uzaklaştırmak amacıyla ırkçı-şöven dış politikalarını Almanya’ya karşı savaş ilan ederek sürdürmesi, çok geçmeden savaşın, Napolyon’un yenilgisiyle sonuçlanması, emekçi yığınların “kahrolsun imparatorluk” şiarıyla ayaklanmasına yol açtı. Ayaklanan halk yasama meclisine girmeyi ve cumhuriyetin ilan edilmesini sağlamayı başardı.
Ancak oluşturulan yasama meclisinin çoğunluğu kralcılardan ve cumhuriyetçi burjuvazinin sağ kanadından oluşuyordu. Halk kitleleri Prusya’ya karşı ulusal savunmayı örgütlemesi için hükümete baskı yapıyordu. Zaten emekçi yığınların baskısıyla oluşan hükümette “ulusal savunma hükümeti” adını taşıyordu. Bunun sonucunda düşmanla savaşmak amacıyla halkın silahlandırılması kabul edildi. işçiler ve esnaflardan kurulu Ulusal Muhafız taburları oluşturuldu. Fakat 1848 ayaklanmasının korkuları ve tecrübesi burjuvaziyi ihanete sürükleyen “sebepler” oldu. Burjuvazi, işgalcilerin ülkeden kovulmasını, kendisinin siyasal iktidarına son verecek ayaklanmanın izleyeceğini, silahlanmış halkın silahlarını kendisine çevireceğini biliyordu. Bu nedenle Mareşal Barzaine işgalci Alman birlikleriyle savaşmak yerine 170.000 kişilik ordusuyla Prusya ordularına teslim oldu. Bunun ardından hükümete karşı ikinci kez ayaklanma gerçekleşti. Fakat ayaklanmanın önderlerinin halk kitleleriyle bağlarının olmaması, ayaklanmanın başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açtı.
Başarısız ayaklanmanın ardından hükümet Prusya ile bir teslimiyet anlaşması imzaladı. Ülke topraklarının üçte birinin işgalcilerin kontrolü altında olduğu bir sırada gerçekleştirilen teslimiyet anlaşmasıyla Fransa 5 milyar altın Frang’ı, Almanya’ya ödedi. Alsas-Loren’den çekildi.
28 Ocak 1871’de Prusya ile gerçekleştirilen anlaşma sonrasında yapılan ulusal meclis seçimlerinde 700 milletvekilinin 450’si krallık yanlısıydı. Ve daha ilk oturumda cumhuriyeti reddederek kralcı bir hükümet oluşturdular. Thiers hükümeti teslimiyet anlaşmasını imzaladı. Ancak Paris ulusal muhafız birliğini silahsızlandırmaya cesaret edemedi. Oysa kralcı hükümetin ilk işi halkı silahsızlandırmak için, Paris ulusal muhafız birliğinin silahlarını teslim etmesini istemek olmuştu. Paris emekçi yığınları, işgal birliklerine karşı kenti savunmak için oluşturduğu askeri birliği olan ulusal muhafız birliğinin silahlarını teslim etmesi yönündeki çağrılara kararlılıkla ret cevabını vermiş, ellerindeki silahların özellikle topların kanları-canları pahasına elde ettikleri ve koruyabildikleri gerçekliğini bir kez daha haykırarak, teslimiyet anlaşmasının emekçi yığınlarca yırtılıp atılmasına da vesile olmuştur. Teslimiyet anlaşmasında, ulusal muhafızların silahlarının Bismark birliklerinin girmediği bölgelere çekileceği kesinlikle belirtilmiş olmasına ve Bismark birlikleri kente girmemiş olduğu halde, kralcı hükümetin halkı silahsızlandırmaya çalışması, Paris halkından duyduğu korkuyu ve halka karşı işgalci Bismark’la el ele vermesinin, ihanetinin kaçınılmaz sonucuydu.
Silahların teslim edilmesi yönündeki baskılara halkın kararlılıkla karşı çıkması sonucu 17-18 Mart’ta hükümet saldırıya geçerek, silahsızlandırma işi zor yoluyla gerçekleştirmeye çalıştı. Böylece iç savaş fitilini de ateşledi. Hükümet ulusal muhafızları silahsızlandırmak için çağrılar yayınlayıp, türlü oyunlar çevirirken bir yandan da Paris’in kuşatılması yoluna gidiliyordu. Paris’in kuşatılmasından önce hükümet Bordeauks (Bordo)ye çekilmişti. Başkentin de Versa’ya taşıması, bunu çok geçmeden Fransız büyük burjuvazisi ve bürokratlarının da kenti terk etmesi, ayaklanan Paris halkının zaferinin kolaylaşmasını sağlamıştı. Ancak hükümetin ve burjuvaların kentten kaçmalarına göz yumulması, daha sonraki yenilgide önemli rol oynayan zaaflardan biri olarak görülmüştür.
Ulusal Muhafız Merkez Komitesi önderliğinde ayaklanan halk Paris’i ele geçirdi. Daha ayaklanmalar başlamadan çok önce işçi sınıfının iktidar için örgütlülüğünün ve birleşik önderliğinin bulunmadığını gören Marks, zamansız ayaklanmanın yanılgılarına dikkat çekerek, işçi sınıfını uyarmaya çalıştı. Ancak hareket başladıktan sonra da canla başla katılarak, başarılı olması ve en az zararla atlatılması için elinden geleni yaptı.
Paris işçi sınıfı ayaklanmasının başarısıyla gerçekleşen devrim, kendinden önceki devrimlerden temelden farklıydı. Bu farklılıkların en belli başlılarını şöyle belirtebiliriz:
Birincisi; bu devrim, eski devlet mekanizmasının el değiştirmesi değil, eski devlet mekanizmasının parçalanarak yerine yenisinin örgütlenmesinin getirilmesi. Böylece tarihte yer alan ve bir sömürücü sınıfın elinden bir başka sömürücü sınıfın eline geçen, devletin el değiştirmesini ifade eden devrimlerin aksine Paris Komünü eski devlet mekanizmasının parçalanarak yerine yeni tipte bir devletin konulması girişimiyle ayrılıyordu.
İkincisi; daha önceki devrimler, sonuçta azınlığın çoğunluk üzerindeki egemenliğine son vermiyor, azınlığın çoğunluk üzerindeki egemenliğinin bir başka biçimde sürmesi anlamına geliyordu. Oysa Paris Komünü tam tersine çoğunluğun azınlık üzerindeki diktatörlüğü olarak ortaya çıkıyordu.
Marksizmin kurucusu Marks, Paris Komünü deneyimlerini inceleyerek, devlet ve devrim, işçi sınıfının siyasal mücadelesinde partinin rolü, proletarya diktatörlüğünün nesnel koşulları vb. hakkındaki görüşlerini geliştirmiş, zenginleştirmiş, daha sonraki işçi sınıfı mücadelelerine eylem kılavuzu olarak hizmet ederek teorilerini sağlam temellere oturduğunun görülmesine ve daha iyi anlaşılmasına olanak sağlamıştır.
Paris işçi sınıfı ayaklanmasının başarıya ulaşmasıyla birlikte yürürlüğe koyduğu ve 72 günlük iktidarı döneminde uygulamaya çalıştığı politikalar, devrimin ulusal dönüşüm bakımından perspektifini de ortaya koyuyordu.
Komün, öncelikle kiliseye yapılan devlet yardımını kesmiş, kilisenin devlet eliyle palazlanarak, emekçi yığınların üzerinde dini otorite ve nüfuzunu kullanarak mevcut sömürü sisteminin temel dayanaklarından biri olma rolünü oynamasına son vermiştir. Kilisenin görevi sadece evlilik, doğum ve ölüm kayıtlarının tutulmasıyla sınırlanmış, okullarda din dersleri kaldırılarak, eğitimdeki dinsel gericiliğin otoritesinin devlet eliyle ağırlaştırılmasının önüne geçilmiş, din işlerinin devlet işlerine müdahalesine son verilmişti. Manastırların çoğu halk yararına kullanılır duruma getirilmiş, sanatı teşvik edici önlemlerle birlikte, müzelerin halk yararına işletilmesi öngörülmüştü.
Yine Komün yöneticilerinin en yüksek ücretinin, en yüksek işçi maaşını aşmaması ve bunun o günün koşullarında yıllık 6 bin Frang’ı geçmeyeceği ve yine yöneticilerin genel oyla seçilerek istenildiğinde de genel oyla tekrar görevlerinden alınabileceğinin karar altına alınması, komünün emekçi yığınlar için en geniş demokrasiyi temsil ettiğini gösteriyordu. Askerlik yoklaması ve düzenli ordunun kaldırılması, eski burjuva devlet aygıtının parçalanması yolundaki kararlılığı, sürekli ordu ve bürokrasinin yerine halkın devrimci girişkenliğinin konulmasını ifade ediyordu. Böylece sürekli ordunun yerine tüm savaşabilecek yurttaşların silahlandırılmasının geçirilmesi sağlanıyordu.
Patronların Paris’in kuşatılması sırasında ve sonrasında terk ettiği tüm işletme ve atölyelere komün adına el konularak, bu işletme ve atölyeler ulusal işletmeler olarak ilan ediliyor, el emeğinin ücretlerini belirleyen yeni bir ücret sistemi getirilerek işçi sınıfının yaşam koşullarının iyileştirilmesinin koşullarının yaratılması yönünde çalışmalar yürütülüyordu.
Fırınların gece çalışması yasaklanıyor, daha o zamandan gece çalışmasının, gündüz çalışmasından farklı olduğunu, işçi sınıfını fiziksel ve ruhsal olarak aşırı derecede yıprattığı bilinciyle hareket edilerek bunun önüne geçilmeye çalışılıyordu. işletmelerde para cezaları kaldırılmış, herkese genel okuma yükümlülüğü getirilmişti ki, bu komünün emekçi yığınların kültürel gelişimine verdiği önemi gösteriyordu.
Yoksulların rehine malları kendilerine iade ediliyor, küçük işletmelerin borçları ve faizleri erteleniyor ve genel olarak da tüm borçlar ertelenerek Paris’ten kaçmış olan ve boş durumda olan burjuvaların evlerine el konuluyordu.
Kadınlara eşit haklar tanınıyor, kadınlar eşit haklara sahip bireyler olarak yeni bir toplumsal konum elde ediyor, kadını ikinci sınıf insan olarak gören gerici anlayışlar bir daha geri-fiilen yaşamda ne derece uygulama olanağı bulduğundan bağımsız olarak- gelmemek üzere tarihe gömülüyordu. Bugün sosyal yaşamda, toplumsal koşullar fiilen uygulanmasını olumsuz yönde etkilesede, kadını ikinci sınıf insan olarak ele alan gerici-feodal görüşlerin teoride savunulamıyor olmasının temellerini Paris Komünü oluşturmuştur.
Komünü yenilgiye götüren koşullar nelerdi?
Herşeyden önce Paris proletaryası ve halkı yetkin, doğru birleşik bir önderlikten yoksundu. Paris proletaryası ve halkını ayaklanmaya seferber eden Ulusal Muhafız Merkez Komitesi, birleşik doğru bir çizgiye sahip yetkin önderlerden oluşmuş yönetim merkezi olma özelliğinden uzaktı. Merkez komitede iki güç, Prudoncular ve Blanguistler yer alıyor, zaman zaman kendi teorilerine ters doğru işler yapsalar da esasta hatalı işler yapmaktan kurtulamıyorlardı.
Daha başlangıçta Paris’te siyasal iktidarı ele geçiren proletaryanın Versailles’e kaçan eski hükümette ve uluslararası gericiliğe karşı gerekli uyanıklığı göstermemesi, Versailles’e kaçan hükümet üzerine yürüyerek dağıtmak gerekirken buna yönelmemesi, dahası burjuvalar komüncüleri yakaladıkları yerde katlederken, komünün, burjuvazinin Paris’ten kaçmasına ve Versailles’teki hükümet güçlerinin yanında yer almalarına göz yumulmasıdır. Burjuvazi Paris’i kuşatır, bunun için zaman kazanır diğer şehirlerden yalıtılmış Paris üzerine saldırmak için hazırlık yaparken, Ulusal Muhafız Merkez Komitesi yetkilerini devretmek amacıyla alel acele gündeme soktuğu seçimlerle zamanı geçirmiş, karşı-devrime toparlanması için muazzam bir olanak sağlamıştır. Dahası, bankalara el konulmamış, kendisi tek kuruşa muhtaç durumda olan komün, karşı-devrimcilerin bankalardaki paraları Paris’ten kaçırarak Komüne karşı kullanmalarına olanak verilmiştir. Bu nedenle burjuvazi güçlerini toparlayarak, Paris proletaryası üzerine yürümek için en elverişli olanaklara kavuşmuştur. Daha önce Bismark ordularına teslim olan hükümet orduları serbest bırakılarak Paris halkına karşı savaşa sürülmüşlerdir.
Komün İlkeleriyle Yaşıyor
Ancak Komün, ardında son derece zengin bir deneyim bırakarak, gelecekteki zaferlerin yolunu açtı. Bunu Lenin ve Stalin önderliğinde ayağa kalkan Sovyet halklarının örgütlü savaşımıyla Ekim Devrimi ve ardında Arnavutluk, Bulgaristan ve Doğu Avrupa ülkelerinde devrimler zafere taşındı.
1871 Paris Komünü ağrı bir yenilgiyle sonuçlansa da Ekim devriminden Çin-Arnavutluk ve Doğu Avrupa devrimlerinden yeniden yaşatılan , “ Komün ilkeleri ölümsüzdür ve yok edilemezler; bu ilkeler, işçi sınıfı kurtuluşunu elde edeceği güne değin kendilerini zorla kabul ettirmekten geri kalmayacaklar.”
“Komün savaşçılarının anısı, sadece Fransız işçileri için değil, ama tüm dünya proletaryası için kutludur. Çünkü Komün yerel ve sıkı sıkıya ulusal bir amaç için değil, ama tüm emekçi insanlığın, bütün aşağılanmışların, bütün küçük düşürülmüşlerin kurtuluşu için savaştı. Toplumsal devrimin öncü savaşçısı olan Komün, proletaryanın acı çektiği ve savaştığı her yerde sevgiler kazandı. Yaşam ve ölüm tablosu, dünya başkentini eline geçiren ve iki aydan çok elinde tutan işçi hükümeti imgesi, proletaryanın kahramanca savaşımının ve yenilgiden sonraki acılarının görünüşü, tüm bunlar milyonlarca işçinin ruhunu tutuşturdu, sosyalizme olan umutlarını canlandırdı ve sevgilerini kazandırdı. Paris toplarının gürlemesi, proletaryanın en geri katmanlarını derin uykularından uyandırdı ve sosyalist devrimci propagandaya her yerde yeni bir atılım verdi. Bu nedenle Komün’ün yapıtı ölü değil, şimdiye değin her birimizde yaşadı o. Komünün davası toplumsal devrim davasıdır, emekçilerin bütünsel siyasal ve iktisadi kurtuluş davasıdır, dünya proletaryasının davasıdır. Ve bu anlamda ölümsüzdür” (V. İ. Lenin).
Komün ilkeleriyle bugünde yeni devrimler için yol göstermeye devam ediyor.