19 Eylül 2012 Çarşamba

Devrimci çalışmada kendi gücüne güven

Tabi ki örgütsel ilişkiler ve gizliliği bozmamak, ilkeli davranmak koşuluyla. Bura da kişiye duyulan sempati, anti pati vb. ya da kişinin şu ya da bu kişisel özelliğine duyulan tepki vb. yoldaşlık ilişkilerinde belirleyici olmaz, olamaz. En başta böylesi bir ilişkiden uzak durulmalıdır. Yoldaşlık ilişkilerinde, bugünün zorluklarla baskılanmış ortamında yoldaşlar birbirlerine karşı daha çok duyarlı olmak durumundadırlar. Sorunları anlamadan, dinlemeden, kulaktan dolma, ya da kişinin arkasından konuşulan dedikodulara dayanarak, ya da hayal âleminde komplocu teoriler üretip, senaryolar kurarak, yoldaşlık ilişkilerini dinamitleyen tutumlara prim vermek, komünist bir kadronun asla kabul edip uzlaşacağı bir durum olarak görülemez. Mevcut durum, yoldaşlık ilişkilerinde komünistlerin tam anlamıyla akıntıya karşı kürek çekmek, yoldaşlık ilişkilerini daha da sıkıca örüp, dışarıdan gelebilecek her türlü saldırılara karşı dövüşülerek yürünecek bir konumda durulduğunu gösteriyor. Haliyle yoldaşlık ilişkileri söz konusu olduğunda, güven sorunu önemli ilişkilerden biri olarak karşımıza çıkar. Elbette bu güvenin temeli aynı davaya olan bağlılık, aynı örgütün insanları alma ve aynı sosyalist kültür ve değerlerle yetişmiş insan olmakta ifadesini bulur. Burada karşımıza sıkça kullandığımız ve kesinlikle doğru olan bir kural çıkar; güven iyidir, ama bunun denetimle birleştirilmesi durumunda bu güven ilişkileri daha sağlam bir hal alacaktır. Onun içindir ki öncelikle komünist çalışmada güven sorununun yerli yerine oturtulması ve tüm yoldaşları bağlayacak ortak kuralların ve değerlerin yaratılması gerekiyor.

Güven sorunu somut bir olgu olduğundan dolayı, gerçek değerini pratik-örgütsel çalışmalar içinde bulur. Öncelikle hiç bir yoldaşa önyargıyla bakmamalı ve kendi gerçekliğini bilerek, durumuna uygun düşen görevler vererek mücadele içinde insanların güvenini kazanmalı ve geliştirmeliyiz. Kişileri değerlendirirken temel ölçütümüz örgütsel-pratik faaliyetlerin sonucu olmalıdır. 

Oldukça zor ve birçok bakımdan durumun komünistlerin aleyhine olduğu yıkıntılı bir süreçten geçiyoruz. Sosyalizme yönelik saldırının dur durak bilmeden sürdüğü ve devrimci hareketin yığınlara gitme ve onların içinde erime de istenen başarıyı yakalanamadığı koşullarda, bir inanç çözülmesi, kendi gücüne ve emekçilerin gücüne güven noksanlığı koşullarında, devrim ve sosyalizmin zafere taşınması için örgütlü savaşıma katılanların sayıları oldukça düşük kalır. Bu bakımdan egemen sınıflar ve ağababaları emperyalistler, komünistlerin toplumsal savaşımda oldukça küçük bir yer tuttuklarını söyleyerek,  onları "dikkate pek alınmayacak bir büyüklükte" küçük marjinal bir azınlık olarak göstermekten geri kalmazlar.

Çünkü tarihsel haklılık, bilimsel öngörü ve yaşanan gerçekler vb. gibi olgular  böyle bir ortamda geniş kitleler açısından pek fazla bir anlam ifade etmiyor. Komünizmin öldüğü, bir daha ayağa kalkamayacağı ve kapitalizmin ve çoğulcu demokrasi denilen burjuva sistemin kesin zafer kazandığı yönlü gerici vaazlar sistemli olarak işçi ve emekçi yığınların kafalarına her gün gerçeğin ifadesi olarak şırınga edildi ve ediliyor da.

Geniş yığınlar için devrim, komünizm en iyi halde nostaljik takılan kimi dinozorların ütopyalarının adı oldu. Böylesi bir ortamda devrimci komünist faaliyette kısa dönem içinde büyük başarıları ve hızlı gelişmeleri beklemekte gerçeği yansıtmaz Kuşku yok ki 2008 dünya emperyalist kapitalist sistemin derin krizi sistemi sarsıcı ve sosyalizmin haklılığını yeniden teyit edici bir durum yarattı. Türkiye de  bazı lokal eylemler ve son olarak Tekel direninin geniş yığınları sarıp sarmalaması olayı devrimci hareketin hareket alanın genişletici ve kendi gücüne güveni tazeleyici oldu.

Ama böylede olsa durum her bakımdan tersine dönmüş değil. Gelişmeler yavaş ilerliyor. Bu ortamda insanlara gerçekleri olduğu gibi aktararak, durumun doğru ama geçici olduğunun resmini çizerek, boş ajitasyon ve abartmadan uzak durarak, gerçek devrimci çalışmanın i içine çekmek, onları örgütlemek bugün belki her zamankinden daha zorlu, daha sabırlı ve metanetli bir çalışmayı gerektiriyor. Bu durum, devrimci saflarda büyük bir moral bozukluğunun, yenilgi ruh halinin etki yaparak, devrimci mevzilerden uzaklaşıp reformist-legalist konumlarda konaklayıp, tasfiyeciliğe kapaklanmanın da dış şartlarını oluşturuyor.

Birçok devrimci akımın görüntüde illegal aslında legalizmin kulvarında dolaşması ve bu eğilimin gelişip yaygınlaşması da, gerçek devrimciliği sınıyor. İşte tüm bu gerçekler, yoldaşlık ilişkilerinin denenip, sınandığı özgün bir dönemden geçtiğimizi yakıcı olarak ortaya koymaktadır.

Bilindiği gibi yoldaşlık ilişkisi en başta insanlığı sömürü ve zulümden kurtuluş davası için, gönüllü ve bilinçli olarak, can bedeli çıkarsız bir savaşıma hazır olanların arasındaki hilesiz, hurdasız, ön yargısız, en yalın ve açık, yüce ilişkilerden biridir. Yoldaşlarla ilişkilerde her zaman için ortak idealler için ikircimsizce savaşım ve bunun gereklerine uygun olarak davranma, yoldaşlık ilişkilerini sağlam bir zemin üzerinde örülmesinde başat bir rol oynar.

Yoldaşlarını her türlü saldırı, baskı ve düşkünleştirmeye karşı göz bebeğimiz gibi korumak, onlara sahip çıkmak, kol kanat germek, onlara verebileceğimiz en büyük desteği vermek, onları sevmek ve her şeyimizi onlarla paylaşmak.

Buradan en küçük bir sapma, sonuçta kişileri ön yargılı davranmaya ve tek tek olaylardan hareketle kişiye, organa ve örgüte güvensizliğe kadar gidebilir. Onun için parça ve bütün arasındaki ilişkiler doğru kurulmalı ve tek bir hata ya da içine düşülen zaaftan dolayı hemen örgüt ve kadrolara güvensizlik ilan etmeli, esasında kişinin kendisinin güven sorunun da problem içinde olduğunu gösterir. Aynı zamanda güven-güvensizlik sorunu somut faaliyetlerin sonuçları üzerinden ele alınmalı ve buradan sonuca gidilmelidir. Bir örgüt ve kişide, kitlelere ve yoldaşlarına güven verme başta o kişi ve örgütün belirlemiş olduğu kararlara uygun bir örgütsel-pratik geliştirip-geliştirmeme ve söz ile eylem arasındaki uyumun yok olmasına bağlı bir durumdur.

Bu alanda komünist bir örgütün nesnel gerçekler üzerinden politika yapması olgusu karşımıza çıkar. Eğer kendisine komünist diyen bir örgüt işçi sınıfına yönelik çalışmayı merkezde tuttuğunu söyleyip, bu alanda işin gereklerine göre davranmıyorsa, gerilla savaşını her alana yayma ve geliştirme deyip, altı ayda bir eylem yaparak bunun gereklerini yerine getirmiyorsa, burada örgütün yığınlara ve kendi kadrolarına ne kadar güven verdiğini gösterir. Örgüt, kadro ve organın önüne yerine getirebileceği görevler koymasına rağmen, bu görevler yerine getirilmiyor, işler savsaklanıyor ve verilen sözler, alınan görevler yaratıcı bir şekilde uygulamaya sokulmuyorsa, burada güven ilişkilerinden bahsedilmez.

Demek ki güveni sağlamak komünist örgüt ve onu oluşturan kadroların elindedir. Doğru devrimci politikalara bağlı kalındığı, herkese yapabileceği iş ve görev verildiği ve bu görevlerin sıkı bir şekilde denetlendiği ve çalışmaların sonuçlarının gerekli olarak irdelenip sonuçlar çıkarıldığı koşullarda, örgüt kadrolara ve kadrolar örgüte ve yığınlar örgüt ve kadrolara güven duyacak ve komünist çalışmanın sağlam bir zeminin üzerinde örülmesi yakalanmış olacaktır.

İllegal çalışmanın gerekleri bakımından güven sorununa baktığımızda değişik unsurlar karşımıza çıkmaktadır. Örneğin bir yoldaşın özle görevleri nedeniyle bazı eylemlere katılmaması gerekir. Bu konuda direktif verilir, ya da başka -sahte evrak vb. gibi oldukça önemli görevlere ayrılan yoldaşlarla örgütsel ilişkiler özel olarak düzenlenir. Bu durumda olan yoldaşların neyle meşgul oldukları ya da örgütle ilişki ve bağları yalnızca ilgili organ ve yoldaşlarca bilinmesi gerekliğinden hareketli, yoldaşların durumlarını bilmeden onların hakkında ulu orta konuşma ya da arkalarından korkak, tembel vb. yönlü güvensizliği açıkça ilan eden ön yargıcı tutumlar sergilemek, komünist çalışmayı felç etmek ve örgütsel çalışmaların olumsuzlaşmasının ortaya çıkmasını koşullayacaktır.

Hakkında somut bilgi edinilmeyen ya da kendisini pek ilgilendirmeyen konulara sırf merakçılıktan dolayı bazı yoldaşlara ön yargıcı bir yaklaşımla bakmak, sonuçta yoldaşlara güvensizliğin dayanağı yapmak anlamına gelecektir. Böyle bir durumun yoldaşlık ilişkilerini derinden zedeleyeceğini unutmamalıyız. Bir birimize en çok ihtiyaç duyduğumuz ortamda, güven ilişkilerini zedeleyen ve dumura uğratan tutumlara, keyfi, boş boğaz ve dedikodu tutumlara asla geçit vermeden, eleştiri ve değerlendirme somut olmak durumundadır.

Kuşkusuz eleştirip, hoşumuza gitmeyen bazı yoldaşlarımızın tutum, yaklaşım ve düşünceleri olabilir. Kişi olarak bir yoldaşı ideolojik-politik olarak pek sağlam ve güvenilir olarak ta bulmayabiliriz. Bu durumda sorunlara örgüt platformu ve ilgili yoldaşlar nezdinde ele alıp tartışmak ve buradan giderek sorunları örgütsel kurallar içinde ele alıp çözüm yönelmeli ve uluorta tartışmalardan uzak durulmalıdır. Yine kişilerle ilgili değerlendirmelerde sonuçta belirleyici olduğu ve bunu koruyarak, kişilere ilişkin eleştiri ve güven-güvensizlik ilişkilerini ele alıp değerlendirmek durumunda olunacağı asla unutulmamalıdır. Bazı hallerde tek tek yoldaşlardan hareketle bütün örgütü yargılamak gibi sübjektif ve oldukça abartılı değerlendirmeleri olduğunu dikkate alarak tek tek kişilerden harekete örgüt hakkında genel sonuçlara gitmek gibi bir yaklaşımdan uzak durulmalıdır.

Kadroların örgüte ve örgütün kadrolarına, kadro ve örgütün kitlelere, kitlelerin örgüte güvenini sağlamak, açık, dürüst, ikircimsizce işlere sıkıca sarılarak, sözle eylem arasında, teori ile pratik arasındaki uyumun sağlanması ve ön yargıcı, sübjektif yaklaşımlarda ısrarla yürümek ve yoldaşlar olarak bir birimizin sırtına sırtımızı dayayarak, gerçeklerin üzerinden politika yapmaktan geçiyor. Güveni dinamitlenmiş ve bir birine kuşkulu ve ön yargıyla yaklaşan bir komünist çalışmada, başarılı ve hedefi vuran bir örgüt çalışması yakalamak söz konusu olamaz. Güveni yakalayamamış bir örgütün geleceğe emin adımlarla ilerleyemeyeceğini bilerek, güven ilişkilerinin sağlamca örülmesi için kararlılıkla mücadele yürütmelidir.

18 Eylül 2012 Salı

Katledilmesinin 32. yıl dönümünde İrfan Çelik ölümsüzdür!

Sınıf savaşımının tarih sayfaları mücadele ve direniş destanlarıyla doludur. Sınıflar arası mücadele sürdüğü sürece, bu sayfalar yeni direniş destanları yaratmaya devam edecektir.

İşte tarihin bu sayfaları 14 Eylül 1980'de bu direnişlerden birine, TKP/ML Hareketi MK Genel Sekreteri İrfan Çelik üç ay süreyle İstanbul işkencehanelerinde sermayenin uşakları eli kanlı işkenceci sürüsüne karşı proletaryanın davasına yaraşır bir şekilde direnişine tanık oluyordu. Karşı devrim ve askeri faşist diktatörlüğün yoğun saldırıların yiğitçe direnen ve direniş destanları yazan komünist önder yoldaşımız İrfan Çelik devrimci duruşuyla düşmanın ihanet yüklü saldırılarını boşa çıkarttı.

1 Ocak 1950 yılında Yozgat’ın Yerköy ilçesi, Gültepe köyünde doğdu, İlk ve ortaöğrenimini Yerköy’de tamamladıktan sonra, Tokat Öğretmen okuluna girdi. Öğretmen okulu son sınıfından İzmir Yüksek Öğretmen Okulu'na geçti. İstanbul Üniversitesi Matematik-Astronomi bölümüne girdi. Devrimcileşmesi öğretmen okulu yıllarında başladı.

Üniversite yılları aynı zamanda aktif bir Dev-Genç’lidir. 12 Mart faşizmi yıllarında mücadelesini PDA-TİİKP saflarında sürdürdü. Askeri eğitim için Filistin de iken İbrahim Kaypakkaya önderliğinden ki muhalefet TİİKP'den ayrılmıştır artık. Dönüşünde Kaypakaya’nın yanında TKP/ML Hareketi saflarında yerini aldı ve komünist hareketin kuruluş çalışmalarının zorluklarını tereddütçe üstlendi.

1973 başlarında faaliyet yürüttüğü Kürdistan da yakalandı. Mardin ve Diyarbakır işkencehanelerinden alnının akıyla çıkmasını bildi.

Örgütünü  ve yoldaşlarını koruma, düşmana ve sır vermeme de Kaypakkaya geleneğini tavizsizce sürdürdü. 1973-75 yılları arasındaki mahpusluğunu kendini ve yoldaşlarını, politik ve askeri olarak eğiterek değerlendirdi.12 Mart’çı faşist mahkemelerdeki tutumu komünist militancadır.

1975 Temmuz'unda serbest bırakılınca bütün enerjisiyle komünist hareketi sınıf mücadelesinde ileri çekmek için önderlik organı Koordinasyon Komitesi'nde yer aldı. 1976'da geçmişin hatalarından direnen dogmatik partizan hizbin ayrılığında örgütü ayakta tutanlardan biriydi İrfan yoldaş... ‘Sol’ hatalara karşı mücadelenin sağcı etkilenmelere açtığı yolu kapatmada da örnek bir önderlik sergiledi. O bir yapı ustası gibi zayıflayan ve dağılan örgütlerini yeniden oluşturuyor ve mücadeleye sokuyordu. Engin bir eğitim, ikna ve değiştirme gücü vardı.

1979 Nisan Konferansı'nda oybirliği ile MK’ne seçilerek MK'nın sekreterliğine getirildi. Komünist hareketin ‘75'ten ‘79'a kadar ki mücadelesinde zor günlerin dava adamı olduğunu defalarca kanıtladı. Örgütte ve önderlikteki otoritesi tartışılmazdır.

25 Haziran 1980'de yeniden düşmanın eline düştü. İşkencelerdeki tavrı yine Kaypakkayacıdır. İşkenceciler ondan bir şey alamayınca Davutpaşa askeri cezaevine hapsettiler. 12 Eylül askeri faşist darbesinin hemen ardından yeniden işkenceye alındı. İşkencecilere yanıtı yine ser verip sır vermemekti.

Çünkü İrfan yoldaş yaşamı boyunca birkaç kez işkenceye düştü ve polis saldırısına uğradı. Her defasında da bu zorlu işkence geçitlerinde "ser ver sır verme" ilkesini layıkıyla temsil etti. 1980 Ağustos'unda yakalandığında polis onun kim olduğunu biliyordu. Onun içindir ki sevgili yoldaşımıza en ağır işkenceler uyguladı. Onu tanıdıkları için özel işkence uzmanları getirerek çözmeye çalıştılar. Ama tek kelime alamayan hain it sürüsü bir kez daha kendi kanlı kalelerinde yenildiler. Bu yenilgiyi hazmedemeyen faşizm, işkencelerini cezaevinde de sürdürdü. Ağır işkenceler altında 14 Eylül 1980 yılında Davutpaşa zindanında kaybettiğimiz İrfan yoldaş, en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir sırada aramızdan ayrılması hiç şüphesiz önemli bir kayıptı.

Sınıf mücadelesinin zorlu bir süreçte geçtiği bu dönemde İrfan yoldaş'ı anmanın anlam ve önemi bugün dünden biraz daha önem taşımaktadır. Dünü irdeleyerek bugünü kurmak, hatalardan ders çıkarmak, mücadelenin en zor alanında davanın sadık kurmayları olarak inisiyatifi, yönetme ve yönlendirmeyi elden bırakmamak, işkencelerde proletaryanın sarsılmaz inancını temsil etmek, örgütümüzün dün olduğu gibi bugün de bir geleneğidir, böyle olmaya da devam edecektir.

Tam da burada vurgulanması gereken şudur ki; örgütümüzün bu geleneğini hayatları ile oluşturmuş yoldaşlardan biri de İrfan'dır.

İrfan yoldaş denince akla örgüt çalışmasının kolektif bir ruh içinde yönetimi, örgüte hâkimiyet, kadro yetiştirme ve güven gelir akla. Çünkü önderlik örgüt ve sınıflar savaşımında her günkü bir iştir. Başarılı bir önderliğin olmazsa olmaz koşulu, önderliğin gerektirdiği yoğunlaşmayı gösterebilmektir. Devrim nasıl bir sanatsa, bunu örmek ve çetrefilli durumlardan başarıyla çıkmak olan önderlik bir yönetme sanatıdır. Hem de oldukça büyük incelikleri olan, taşı taş üzerine ustaca koymayı gerektiren bir sanat. Soruna kuş bakışı bakmayanlar, iyi önderler olamazlar. Bu bakımdan İrfan yoldaş iyi bir önderdi, her şeyden önce her durumda yolunu bulur, başkalarına yol gösterirdi. Kuramı "genellemeye çevirmez, aksine onu toplumsal düzeyin, ekonominin ve politikanın verili zamansal ve mekânsal koşullarına uyarlar"dı. Başarılı bir komünist önderlik, karar verirken üzerine sorumluluk alma yeteneğini gösteren ve sorumluluktan korkamayan insan önder”dir anlayışını kendisine düstur almıştı.

Önder odur ki, en ağır sorumluluklar üstlenmekten bir an bile terettüde düşmemeli, zorluklardan yılmamalı, en zor anda dahi yolunu şaşırmadan dimdik ayakta durabilmeli, her zaman mücadelenin gerektirdiği özveriyi gösterebilmelidir. "Gerçek bir sosyalist lider yenilgi anında kendisini kaybetmeyen, başarı anında ne yapacağını şaşırmayan, kararların yürütülmesinde sarsılmaz bir sağlamlık gösteren kişidir." (Dimitrov)

Bu bakımdan yenilgi anında sızlanmaya başlayan ve cesaretini kaybeden sıradan önderleri çok gördük, İrfan yoldaş  bunlardan çok farklı bir önderdi. O, komünist bir örgütün yolunu şaşırmadan başarıya doğru yürütülmesini sağlamanın yolunun dirayetli, sağlam bir önderlikten geçtiği bir gerçekti.

Yine, "Zafer bazı önderlerin başına vurur, onları burnu büyük ve kibirli yapar. Onlar, böylesi durumlarda, zaferi kanıksamaya başlar ve yan gelip yatarlar." (Stalin)

Ama küçük başarılardan başı dönüp, yolunu şaşıran, kibirli önderlerin her dönemin mücadelesinin yöneticileri olarak önder olmayı başarmaları olanaksızdır. İrfan yoldaş gibi komünist bir önder gerçek bir enerji küpü olmadan zorlu süreçlerde hareketin devasa gelişmeleri altından kalkmasının mümkün olamayacağını biliyordu. Siyasal iktidarın fethedilmesi ruhuyla, yani iktidarı alma savaşkanlığıyla davranma kararlılığıyla dolu olmayan bir önder, yüksek inisiyatif ve dinamizm sağlayamaz, aynı zamanda iktidarı almaya kilitlenmeyen hiç bir önderlik kendini yenilemede üstün başarı gösteremez. İşte İrfan yoldaş enginleri fethetme ruhuna sahip, iktidarı koparıp almada engel tanımayan bir önderlik anlayışına sahipti.

Çünkü başarılı bir önderlik için, koşulların gerektirdiği dinamizm ve inisiyatifi göstermek şarttır. Komünist bir önder teoride değil, yalnızca birtakım kararlarda değil, hareketin günlük çalışması içerisinde de dinamik ve inisiyatifli davrandığı koşullarda, küçük burjuva miskinliğe ve kararsızlığa karşı uzlaşmazlık zemini temelinde başarıya yürüyerek, devrimci görevlerini başarıyla yerine getirebilir. Siyasal yaşamda merkez gibi davranma başarılı bir önderliğin olmazsa olmaz koşuludur. Uzağı görmek, belli anda belli sorunlar üzerinde yoğunlaşmak, örgüt kitlesini zamanında harekete geçirmek, kararların uygulanmaya başlanması ve bu yolda karşılaşılacak zorlukların aşılmasında ön ayak olmak vb. önderliğin gereğidir.

Yine başarılı bir önderlik için hareketin ihtiyaçlarının gerektirdiği geniş ve cesur planlar yapmakta vazgeçilmezdir. Ama çalışmaların gerektirdiği canlılık ve girişkenlik olmadan bu da olmaz. Uyuşukluk ve gevşeklik içinde olanlar, var olanlarla yetinenler iyi önderler olamazlar. Teorik donanımını, görevler hakkında bilgilerini, kişiliklerindeki devrimci gücü ve görevlerini uygulama ustalığıyla birleştirmeyenler, gerçek anlamda birer önder gibi davranamazlar.

Keza mücadelenin en çeşitli ve değişen koşullarına uyma yeteneği göstermeyenler örnek tipler değildirler. Oysa başarılı bir önderliğin, koşullar ne olursa olsun, her durumda, olaylara ve gelişmelere olabildiğince “enerjik, türdeş ve akıllıca biçimde cevap” vermesi gerekir. Dinamizm ve inisiyatifin derin bilgiyle, geniş açılımlarla tamamlanması şarttır.

Yine İrfan yoldaş gibi iyi bir önder, sürekli ileriye bakan kişi demektir. Sürekli ileriye bakmak, aynı zamanda kendisinde var olanı aşma yeteneğini gerektirir. Böyle olduğu içindir ki, önderlik bir aşama sorunudur. Komünist bir önder, yönünü sürekli olarak tarihsel harekete göre ileriye, gelişen ve yeniye göre tayin etmelidir. Ülke devriminin teorik, stratejik ve temel taktiklerini çizme, revizyonizme ve oportünizme karşı mücadele, tarihsel paralellik içinde dogmatik ya da inkârcı bir mevzide değil, kendisini çevreleyen nesnel ve öznel ilişkilerin materyalist analizine dayandırmalıdır. Attığı her adımı, duruma göre denetleme de, duruma uygun araçlar saptama da ve yaratıcı davranma da diyalektik metoda bağlı kalmak ve buna uygun hareket etmek büyük önem taşır.

Komünist bir önder tutuculuk ve doktrinercilikten uzak durduğu gibi, eylemi ve yaşam biçimiyle, uyuşukluk, dar kalıplardan uzak durmak ve entelektüel gevezelerle arasına kalın çizgi çekmek bakımından da ilkeli davranmalıdır. Bir önderin alçak gönüllülüğü ve hataları karşısındaki tutumu, gerçek anlamda onun çapını gösterdiği gibi, sorunları aşma alanındaki durumu hakkında da bilgi verir. Komünist bir önder yoldaşlarına ve çevresine karşı daima öğretici ve örnek olmalı, kibirliliğe ve hotzotçuluğa meydan vermemelidir. Gördüğü hataları hiç zaman geçirmeden eleştirdiği gibi, kazanıcı olmayı başarmakla yükümlü olduğunu unutmamalıdır. Tembellik, rahatına düşkünlük, konformizme karşı her alanda mücadele yürüterek, bütün zamanını komünist davanın emrine sunmak, büyük iş, küçük iş demeden her göreve koşmak, olayların üstünkörü geçiştirilmesine olanak tanımamak ve olayları ince ayrıntılarına kadar derinliğine inerek açıklığa kavuşturmak, komünist bir önderin davayla bütünleştiğini ve bütün zamanlarını komünizm savaşımının zafere taşınmasına adadığını gösterir.

Komünist bir önder, yoldaşlarının hata ve eksikliklerine karşı mücadeleyi aralıksız sürdürmeli ve iki yol arasındaki savaşımda kararlı olmalıdır. Militan ruh, mücadelecilik, iddiacılık komünist bir önderin her şeyine, pratiğine yön vermelidir. Böyle bir önder ki, ancak, bulduğu duruma korkusuzca saldıran, göğe hücuma kalkan gerçek anlamda komünarların takipçisi olmayı başarabilir. Sınıf düşmanlarına karşı kavgada olduğu gibi, komünist bir önder, Marksizm-Leninizm’den sapmalara karşı mücadelede de büyük dava adamı olduğunu göstermelidir. Kendi gücüne ve ilkelerine güven duyan bir önder, akıntıya kürek çekmekten ve yeri geldiğinde davanın çıkarları için tek başına bir örgüt gibi hareket etmekten korkmaz. Marksizm-Leninizm’in canlı ve devrimci ilkelerinin, ölü, boş formül haline getirilmesine karşı çıkarak, ilkeleri uğruna gerektiği durumda tek başına yürümekten ve bütün bağları koparıp atarak, yeniyi kurmaktan asla sakınmaz. Sınıf mücadelesine aktif olarak katılmak teoriye tutarlılıkla yaklaşmayı sağladığı gibi, aynı zamanda burjuvaziye, faşizme ve oportünizme karşı mücadelede uzlaşmaz bir hatta yürümeyi sağlar. İlkeleri çıkış noktası yaptığından, sağa, sola yalpalamaz ve pragmatizme düşmeden, doğru ilkeler uğruna savaşır. Komünist bir önder demokratik merkeziyetçilikte ilkelere bağlı davranmadan asla geri kalmaz. Örgüt içi mücadelede demokrasi ile merkeziyetçiliğe sıkıca bağlı kaldığı gibi, sosyalist demokrasiyi işletme ve tabanın söz ve karar sahibi olmasına özen gösterir. Tabanla barışık olmayan ve onların istemlerini ve görüşlerini hiçe sayan bir önderlik, komünist sıfatına asla layık olamaz. Kendine güvenen bir önder, inandığı ilkeleri sarsılmadan savunarak, buna uygun bir hareket tarzı oluşturur. Yani örgüt içinde ortaya çıkan farklılıklara karşı asla komplocu, darbeci ve anti demokratik tasfiyeci tutumlar içine girmez ve yetkilerini kötüye kullanmaz. Aktif ideolojik mücadele yerine, farklılıkları baskı, zor ve dedikodu vb. yöntemlerle bastırmaya çalışmak, komünist önderlerin işi olamaz.

İlkelere sıkıca sarılan ve örgüt içi mücadelede sosyalist iç demokrasiyi en özgürce uygulayan bir önderlik, hem merkeziyetçiliği güçlendirecek, kendi etkisini arttıracak ve kendine güvenini ortaya koyacak ve hem de kadrolar ve örgüte güvenini ortaya koyacaktır. Aksi halde bugün ülkemizde yaşandığı gibi, ucube önderler ortaya çıkar ve zorbalıkla ayakta kalmayı, çürüme ve yozlaşmayı komünist önderlik adına devrimci ve komünist harekete dayatırlar. Böyle bir önderlik zihniyetinin tepeden tırnağa küçük burjuvazinin en tortu kesimlerinin anlayışı olduğu görülmeli ve buna karşı her alanda kararlı ve ısrarlı bir savaşım yürütülmelidir. Söz ile eylem arasındaki uyum, komünist bir önderlik bakımından temel bir ayrım çizgisidir. Sözünün eri olması, yani açık sözlü olması, bir komünist önderin karakteristik özelliklerinden birisidir. Böyle bir tutum hem örgüt kitlesinde ve hem de dostlar arasında saygınlık yaratır. Sözü ve eylemi arasındaki uyum, komünist önderin saygınlığının, sözüne güvenirliğinin de bir ölçütüdür. Bol bol konuşup pratikte buna uygun davranmamak, oportünizmin ayırt edici bir özelliğidir. Sosyal pratik, söz ile eylem arasında uyum olup olmamasının da aynasıdır. Bu bakımdan, bir komünist önder, sürecin çeşitli yönleri ve aşamalarında ortaya koyduğu tavırların, teorisiyle pratiği arasındaki uyumun bütünlüğü içinde ele alınıp değerlendirilmelidir. Ancak böyle bir yaklaşım kişiyi tek yanlılıktan kurtarabilir.

İyi bir önder, salt teorisyen değil, aynı zamanda iyi bir örgütçü, eylem adamı, dahası iyi bir pratisyendir. Ancak böyle bir komple önderlik devrimin zorlu ve zahmetli, çetrefilli işlerinin altından kalkarak, sağlam bir zeminde ilerlemeyi başarabilir. Komünist bir önder, her koşulda eğilmez ve bükülmez bir devrimci iradeye sahip olmalıdır. Düşman karşısında bükülmez bir irade, önderliğin, örgütü şekillendirmesinde tayin edici bir rol oynar. Proletarya kahramanlığıyla donanan komünist önder, görülmemiş bir proleter cesaret ve devrimci duruşa sahip olmalıdır. Düşmanla tutuştuğu savaşın her cephesinde -işkencede, silahlı çatışmada, zindanlarda, mahkemelerde vb.- komünist önder ideolojik, politik olarak olduğu gibi, pratik duruşuyla da önder olduğunu ortaya koymalı ve en ön saflarda kavganın zorluğunu göğüslemelidir. Davanın çıkarları söz konusu olduğunda komünist bir önder yaşamı dâhil, her şeyini kavgaya sürmekte asla ikircimli davranamaz. Bir önder olarak milyonların temsilcisi olduğunu hiç bir koşulda unutmadan, düşmanla teke tek giriştiği mücadelenin her etabında, davanın ve örgütün çıkarlarını merkezde tutar ve bunun gereklerine uygun hareket ederek, ölümü gülerek kucaklamaya hazır bir devrimci iradeyle yeni direnişler yaratmaya ve geleceğe olumlu değerler bırakmaya özen gösterir.

Komünist bir önder, örgütün hazinesi olan kadrolara yaklaşımda bir baba şefkati içinde olmayı başarmalıdır. Şuna ya da buna göre, tek yanlı ve ön yargılı davranıştan uzak, pratik çalışmaların sonuçlarını baz alarak değerlendirme yapıp, kadrolara nadide çiçek gibi yaklaşmalı, onların teorik, politik, örgütsel sorunlarıyla olduğu gibi, kişisel, ailevi vb. sorunlarıyla da ilgilenmeyi başarmalıdır. Kadrolarla arasına bürokratik sınırlar çeken ve onların içinde erimeyi başaramayan önderler, gerçek önderler olamazlar. Kadroların göreve getirilmesi ve yükseltilmesinde olduğu gibi, görevden alınması ve düşürülmesinde de önderler çok özenli ve haksızlığa yol açacak yanlışlıklardan mümkün olduğunca kaçınarak, olabildiğince nesnel davranmalıdırlar. Duygulara göre hareket eden değil, bilimsel ölçütler ve ilkelere göre hareket eden önderler gerçekten devrimin önderliğini yakalayabilirler, kadroların güvenini, sevgi ve sempatisini kazanarak daha verimli bir çalışma ortamının sağlanmasını yakalayabilirler.

Dolayısıyla komünist bir önder, yaşam biçimiyle olduğu gibi, ahlaksal tutum ve davranışlarıyla da kadrolar halka örnek olmalıdır. Toparlarsak, komünist önderlik, teorik bilgi birikimine, politik yetkinliğe, örgütsel deney ve tecrübeye, uzak görüşlülüğe, tek başına yolunu bulma, bağımsız davranabilme, zorlukların altına kendini sürme ve görevlerini enerji dolu bir tutkuyla yerine getirme kararlılığına, iktidarı almada savaşkanlık tutkusuyla ileriye atılmaya, halka ve yoldaşlarına sevgi ve saygıyla bakmaya, örgütler kurup, yönetme, fikir oluşturma, görev verme ve denetleme, sonuç almada ısrarcı olma özellikleriyle, düşmana karşı her cephede uzlaşmaz bir kavga yürütmede, ilkelere bağlı kalma ve gelişmelere diyalektik materyalist bir pencereden bakabilme yeteneğini kazanma, yaşamı ve ahlaksal davranışlarıyla kendisini davanın ve örgütün emrine sunmuş kişi ya da kişilerin toplamı demektir. Burada çizdiğimiz komünist önderlik tipolojisi, İrfan Çelik yoldaşı anlatıyor bir yerde.

İrfan Çelik yoldaş, insana değer veren, O’nu olduğu gibi kabul eden ama her günkü görevleri içinde onları eğiten ve ilerleten deneyim bir komünist önderdi.

İrfan Yoldaş, hatalara karşı mücadelede örnek ve önderdi. Önyargıdan uzak, alçak gönüllü ama hatalara karşı uzlaşmazdı. Örgüt kitlesini doğru fikirlere kazanmadaki başarısı hiziplere, oportünizme ve revizyonizme karşı mücadelede komünist örgütü ilerletici olmuştur.

Evet, sevgili İrfan yoldaş; seni andığımız bugünlerde mücadelede kararlı, sebatlı ve inatla yürüyen yoldaşların olarak senden öğrenerek, senin yarım bıraktıklarını tamamlamak için çalışıyoruz. Seni unutmadık, unutmayacağız. Seni anmanın ne demek olduğunu biliyoruz. Seni kavgada,  isyanda, oportünizme ve  revizyonizme karşı mücadelede ve de seni proletarya partisini kurma mücadelesinde anıyoruz. Sözümüz söz yoldaş.

Uğruna ölümü severek kucakladığın sosyalizm ülküsünü kurana dek, mücadele edeceğimize dün olduğu gibi bugün gene söz veriyoruz.

Sen proletaryanın kararlı ve yılmaz savaşçısı İrfan yoldaş; seni işçi çalışmasında, seni en zor kavga çemberlerinde, seni mücadelenin sıcaklığıyla anıyoruz. Sen hep bizimlesin, bizimle kalacaksın.
Anın hep yolumuzu aydınlatacak ve kavgamıza önder olmaya devam edecektir!