29 Mart 2019 Cuma

30 Mart, Kızıldere: Bir direniş ve dayanışma destanı

Kızıldere katliamı, Türkiye devrimci sosyalist hareketinin tarihinde bir dönüm noktası. 12 Mart muhtırası sonrasında devlet şiddeti artarken, Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi (THKP-C) ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) militanı on bir kişi Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın idamını engellemeye çalışırken Tokat'ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde kıstırıldılar. Aşağıda o günlerin hikayesi...

İstanbul'da Ulaş Bardakçı'nın öldürülmesi ve Ziya Yılmaz'ın ağır yaralı olarak yakalanması, Orhan Savaşçı ve arkadaşlarının tutuklanması, ardından Koray Doğan'ın öldürülmesi ve Oğuzhan Müftüoğlu'nun da tutuklanması üzerine, tasarlanan birkaç umutsuzca çıkışın ve Ankara'da ya da başka bir büyük kentte barınma olanağının olmadığının görülmesi üzerine asıl örgütlenmeden geriye kalan iki kişi Mahir Çayan ve Ertuğrul Kürkçü, THKO üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile birlikte, THKP-C'nin Doğu Karadeniz'deki kitle çalışmalarından edindiği ilişkiler alanına geçmek üzere yollarda yapılan sıkı aramalardan kurtulabilmek için makarna yüklü bir kamyonun yükleri arasına gizlenerek Fatsa'nın Yapraklı köyünde Ahmet Atasoy'un bir akrabasının evine yerleştirildiler.

Cezaevinden kaçıştan başlayarak yapılması mümkün ve gerekli ilk girişimin Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarının önlenmesi olduğu düşüncesinin aralarında sürekli olarak güçlendiği topluluğun eline Fatsa'ya yerleştikten sonra Ankara ve İstanbul'da sahip olmadıkları kadar elverişli bir imkan geçti: Varlığı daha önceden bilinen ve belirlenmiş olan NATO dinleme üssünde görevli İngiliz personeli. Kısa bir durum muhasebesinin ardından CHP'nin üç THKO'lunun idam cezalarının yerine getirilmesine ilişkin TBMM kararına Anayasa Mahkemesi'nde yaptığı itirazın sonucunun beklenmesi ve idamları önleyecek başka hiçbir yasal yol kalmadığında İngiliz görevlilerin rehin alınarak idamların yerine getirilmesinin engellenmesine karar verildi. Ancak, bu kararın yerine getirilebilmesi için gerekli bilgi, araç, barınma olanakları ve ilişkiler, kısacası yerel örgütlenme, ancak seyrek bir sempatizanlar çevresinin gevşek örgütlenmeleri içinde vardı.

17 Mart 2019 Pazar

148. Paris Komünü'nün devrimci ilkeleri pratikleşmeyi bekliyor

Bundan tam 148. yıl önce 1871 yılı 18 Mart'ında ayaklanan Paris emekçi yığınları, iktidarın işçi sınıfının eline geçmesini sağladı. Paris işçi sınıfının egemenliğini ilan etti. 28 Mayıs'a dek tam 72 gün süren bu büyük alt üst oluş tarihe Paris Komünü adıyla geçti. Paris Komünü, bir insan ömrü bakımından sözü bile edilemeyecek kadar kısa süren bu 72 günlük sürece tarihi bir dönüm noktası olması özelliklerini sığdırdı.

18 Mart 1871’de Paris halkı baskıcı ve kalleş hükümete karşı ayağa kalktı, devrimci bir komün kurdu ve kızıl bayrağı Hôtel de Ville üzerinde baş eğmezce dalgalandırdı. Bu olay tüm kıtaya şok dalgaları gönderdi: silahlı yurttaşlar işçi sınıfı mahallelerine barikatlar kurar ve hükümet görevlileri geri çekilirken, ışığın şehri Versaillais bir anda halkın eline geçti.

Sonraki iki ay boyunca, Paris proletaryası mahalle meclisleri ve üretici dernekleri kurarak, hemen geri çağrılabilecek ve maaşı yüksek olmayan delegeler seçerek ve kamusal eğitime ücretsiz erişim, göçmenlere vatandaşlık vermek ve işyerlerini işçi denetimi altında yeniden açmak gibi temel reformları hayata geçirerek kendi kaderini ellerine alırken, Fransız başkentinde devlet iktidarı buharlaştı.

Komün sonunda Versailles hükümeti karşısında yenildi ve bu yenilgiyi 30.000 Komünar ile silahsız yurttaşın katledilmesi izledi. Fakat Versaillais’ın tüm gücüne ve intikamcılığına rağmen Komün ölmedi-fikir varoluşunu kendisine has şekilde devam ettirdi ve şehitlerinin fedakarlıklarında, hayatta kalanlarının arzularında ve öncü teorisyenlerinin eserlerinde, gizliden gizliye yaşamayı sürdürdü.

Sonrasında sol bugün olduğu gibi sekter bölünmelere uğradı ama tüm sosyalistler, komünistler ve anarşistler şu noktada aynı fikirde görünüyordu: Komün, sınıfsız bir toplum kurmaya dönük gelecekteki tüm girişimler için bir köşe taşı haline gelecekti-ne kapitalizmin ne de devletin olduğu gerçek bir demokrasi kurmaya dönük tüm çabalar, eninde sonunda 1871 hareketinin bıraktığı mirasla başa çıkmak zorunda kalacaktı. Kropotkin’in söylediği gibi, “‘Paris Komünü’ adı altında gelecek devrimlerin başlangıç noktası olacak yeni bir fikir doğmuştu.”

Bugün, yeni bir aktivist ve devrimci kuşağı, komün hayalini yeni bir mücadeleler dalgası içinde dirilterek, Komün’ün anısını 20. yüzyıl devlet sosyalizminin boğucu dogmasından kurtarmaya koyulurken, özgün olayın yankısı yerkürenin dört yanında hissedilmeye devam ediyor.

Bu tarihi günde Komün’ün mirasını, Komünarların bıraktığı yerden devralan çağdaş mücadelelerden bazılarına-Rojava’nın özyönetimli kantonlarından Venezüella’nın komün meclislerine, Güney Kore’nin Gwangju Ayaklanması’ndan Meksika’nın Oaxaca Komünü’ne, Durban’ın gecekondu mahallelerinden Barselona kent meclisine ve 1960’ların Amerika’sındaki komünlerin “yeraltı demiryolundan” günümüz ABD’sindeki komüncü ve kooperatifçi harekete-yakından bakan yeni sayımız Revive la Commune ile kutluyoruz.

Bu tarih boyunca kadınların oynadığı merkezi rolün yanı sıra yerkürenin dört bir yanında komünlerin bağımsız gelişiminin de altını çizen bir şekilde, yerli toplumlarından itibaren komün formunun soy kütüğünün izini süren bu sayı, aynı zamanda, komünün dekolonizasyonunu hedefliyor ve müşterek yeni bir yaşamı teorize, tahayyül ve inşa etme girişimlerini uzundur yaralamış olan patriarkal ve Avrupa merkezci dünya görüşünden kurtarılması amacını güdüyor.

Sermayenin ve devletin kendilerini istikrarlı bir toplumsal düzenin çekirdeği olarak yeniden üretme mücadelesi verdiği ve gezegenin yaşam destek sistemlerinin hızla çöküş noktasına yaklaştığı içinden geçmekte olduğumuz bu kriz zamanlarında, özgür ve sınıfsız bir toplum ve akla dayanan, kooperatif ve ekolojik bir üretim tarzının geliştirilmesi mücadelesi ile içsel olarak bağlantılı olan komünün diriltilmesi hedefi, günün en ivedi emri haline geliyor.

Devrimci geçmişin yankılarının tehlikedeki bir geleceğin aciliyetleri ile buluştuğu bu tarihsel kesişim noktasında, Komün, küllerinden yeniden doğan bir Anka kuşu gibi, anımsatıcı gök gürültüsü tüm dünyanın duyacağı şekilde bir kez daha gürleyerek, ayağa kalkmak zorunda:

       Vive la Commune!
       Yaşasın Komün!

ROAR Kolektifi
Çeviri: Serap Güneş
Çevirinin alındığı kaynak: Dünyadan Çeviri

12 Mart 2019 Salı

Sosyalist Meclisler Federasyonu sosyal şovenist TKP'den elini çekmelidir

Dersim’in Ovacık ilçesinde halkçı belediyeciliği pratikleşme de önemli adımlar atan Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) çizgisinde belediye başkanı seçilen Maçoğlu neden TKP'den aday olduğunu yeterli netlikle açıklamamıştı. Biliyoruz ki Kemal Okuyan’ın liderliğindeki TKP tas tamam Kemalist ve sosyal şovenist hatta duran Aydınlık/PDA'nın yeni versiyonu rolüne soyunmuş bir partidir. Her fırsatta devlete akıl hocalığına soyunan, Kürt sorunu söz konusu olduğunda değme Perinçek’ten geri kalmayan Türk milliyetçiliği üzerinde politika yapmaya çalışan, 1925'lerden sonraki Şefik Hüsnü TKP'sinin hattında yürüyerek Kemalizm’in sol versiyonu rolünü üstlenmiş olan Kemal Okuyan’ın TKP'si, cumhuriyet bağlamında, halkların eşitliği ve özgürlüğü söz konusu olduğunda, Kemalist cumhuriyeti ve zoraki birliği savunarak sevr horluyor, Trakya elden gidiyor ile devam eden gerici savunularına cumhuriyet kazanımları zinde güçler ekleyerek Kürtleri hedef tahtasına oturttu.

Kuşku yok ki bu TKP önderliğinin bilinçli uyguladığı bir tarzdı. Devrimci soldan kendisini soyutlayan TKP kendi kulvarında kemik bir kitle yaratmak için uğraşıyordu. Elbette sistemin bir yanının desteğini de almaya ve ya da konjonktürde Türk milliyetçiliğinden yararlanmaya çalışıyordu. Aslında TKP'nin menzili PDA/Aydınlığın karşı devrimci çukurudur. Kürt ulusal sorununda şovenist bir çizgide durmaktadır. 1918-25 Osmanlı/Anadolu sürecine bakış ile Kürt ulusal sorununa bakış ilkesel bir tutumdur. Ya gerçekten devrimci sürece sokar ya da giderek sosyal şövenizme ve oradan da sosyal-faşizme gidersiniz.

Türkiye devrim süreci bağlamında konuyu ele alırsak. Bu sapmaların ağırlık zeminleri tarihsel olarak aşamaları ile bellidir. ML çizgi genel anlamı ile geleceğin düşünsel ve yaşamsal anlayışıdır. Sorun bu çizginin maddi yaşamdaki duruş biçimlerinde maddi yaşama bakış ve müdahale biçimlerindendir. Dahası bu alanda erken teşhis, salgın hastalığın yayılma hızını keser. Bu kadim topraklarda, tarihsel olarak milliyetçilik ve dincilik tehlikeli bir zemindir. Bu ezilen ulus ve halklar açısından da böyledir. Ayarı kaçarsa tehlikeli bir kulvara doğru yol alıp gericileşir. Haliyle, haklılığı sürekli haksızlık üretir. Ulusal ezilmişliğin ve inkar edilmenin vurgulanması ile milliyetçi damarın yükselmesi aynı şey değildir. Ezilen ulus ve halklarda ulusla damar ile direnişe başlasa bile doğru önderlik ve politik bilinç ile devrim ve sosyalizm ile kucaklaşır ya da boylu boyunca milliyetçiliğin batağına saplanarak gericileşir.

Tıpkı Yugoslavya'nın dağılma sürecinde görüldüğü yaşandığı gibi güç kaybeder, bir yerlere yabanır; Kosova, Filistin, Çeçenistan vb. örneğinde görüldüğü gibi. Daha büyük ve önemli tehlike ise ezen ulus milliyetçiliği ya da "soldan" söylenişi ile yurtseverliğidir. Hiçte farkından olmadan bir bakarsın ki sistemin içine boylu boyunca dalınmış ve giderek sosyal şovenizm sosyal-faşizme sıçrarsın. Türkiye’de Aydınlık/PDA’dan Vatan Partisi’ne uzanış buna somuta örnektir.

Bu zemin ezilen ulus milliyetçiliğine asla benzemez ve aynılaştırılamaz. Nazi Almanya’sı konuşulurken sürekli sonuç üzerinden konuşulur, oysa bunun bir de başlangıcı vardır. Versay anlaşmasının Almanya’nın onuru ile oynadığı tüm değerlerini yıktığı ve bölüp parçaladığı söylenirdi. Yine suçlu bir halk bulundu, sol söylemler ağırlığında (Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi) giderek şovenizme ve oradan faşizme yürüdü. Alman Komünist Partisi’nin sosyal demokrasi karşısında bunlara ittifak önerdiğini anımsatayım, elbette belirli bir aşamadan sonra adı kondu.

Kemalist cumhuriyete, devrimci kimlik geçirerek AKP faşizmine karşı savunmak devrimci bakış açısında kabul edilecek bir olay olamaz. Halkların devrimci cumhuriyeti için mücadele etmek varken, AKP’ye karşı anti-demokratik ve emekçilerin adı dahi olmayan tekçi Kemalist cumhuriyeti emekçiler alternatif göstermek sapla samanı karıştırmak olacaktır. Buradan olarak Mustafa Kemal’in önderliğinde 1923'den sonra, dipten doruğa, çeşitli ulus ve ulusal azınlıklarda emekçilerin düşmanı olan, burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin egemenliğini pekiştirme ve halkların istemlerini faşist baskı ve zulümle sindirme, ezme yolunu izleyen, tekçi zihniyeti ve inkarcılığı resmi devlet politikası haline getiren Kemalist cumhuriyeti savunmak, başta Kürt sorununda enternasyonalist hattan uzaklaşmak anlamına gelir.

Peki, Kürt sorunu devrimciliği bırakalım demokrat olabilmenin turnusol kağıdı mıdır ki, öyleyse Kürt sorununda her şart altında ulusların kendi kaderlerini kayıtsız koşulsuz savunduğunu iddia eden SMF nasıl oluyor da, açıktan Kürt sorununda TC devletinin üniter yapısını savunan Türk şovenisti bir hatta duran TKP ile ortak bir seçim ittifakına girebiliyor? Keza SMF bu durumu emekçilere ve devrimci kamuoyuna açıklamak zorundadır. Dersim’de SMF'nin seçim büro açılışlarında TKP adına konuşmacılar davet edilmekte ve yine TKP özellikle İstanbul’daki etkinliklerinde SMF Dersim adaylarını davet ederek konuşmalarını sağlamaktadır. Devrimci hareket saflarında önemli ölçüde teşhir ve tecrit edilmiş, Kemalist cumhuriyet savunucusu TKP ile seçim ittifakı yapmak, Kürt sorununda entrenasyonalist duruştan uzaklaşmak ve samimiyetsiz küçük hesaplar içinde hareket etmek demektir.

Üstelik SMF Dersim (Merkez Belediye Başkan) adayı Maçoğlu’nun TKP'nin Kartal’da yapmış olduğu mitingde sosyalistlerin, yurtseverlerin, komünistlerin, bu ülkenin emekçilerini yok etmeye çalışanların tekerine çomak sokacağını ve sosyalizmin bir ütopya olmadığını herkese göstereceklerini belirterek “Şimdi sosyalistler geliyor, şimdi komünistler geliyor. 31 Mart’ta komünistleri destekleyin, TKP’ye oy verin yoldaşlar. Sizleri üyesi olduğum SMF adına selamlıyorum” biçiminde konuşma yaparak TKP'ye oy verin çağrısı yapması, TKP'nin kuyruğundan kurtulamadığı gibi şovenizmin üzerini gizleme anlamına geliyor. HDP ve ittifak güçlerinin Dersim’de SMF'yi hiçe sayarak dayatma içinde bulunmaları ve benmerkezci tutum içinde olmaları kabul edilecek bir olay değildi ve bu tutumun mutlaka düzletilmesi gerektiğine vurgu yaparak, Maçoğlu’nun desteklenerek güç birliğinin güçlendirilmesi gerektiğine dikkat çekmiştik.

Elbette Dersim belediye başkanlığının kim ya da kimlerden oluşacağına ilişkin ben dedim oldu, yerine demokratik bir yöntem izlenerek belediye başkanı adaylar belirlenmiş olsaydı, güçlerin dağınık halde seçimlere girmesine gerek kalmazdı. Gelinen durumda HDP adayları karşısında daha haklı bir konumda duran SMF, TKP ile ilişkilerinin koparmaması nedeniyle bu haklı konumunu her geçen gün zaafa uğratmaktadır. TKP devrimci bir parti değildir. Öyle olmadığı gibi aynı zamanda şovenist bir yerde duruyor. Bu durumda SMF Dersim ve ilçelerinde seçimlerde başarıyla çıkmak istiyorsa elini şovenist, Türkçü ve Kemalizm’in sol versiyonu TKP'den elini çekmelidir.

5 Mart 2019 Salı

Proletaryanın büyük öğretmeni ve burjuvazinin korkulu rüyası Stalin yoldaş yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor

Bütün ömrünü proletaryanın kurtuluşu davasına adamış, Marksizm-Leninizm'in yılmaz savunucusu ve pratikçisi önderi ve öğretmeni Stalin yoldaşın ölümünün 66. yıl dönümü. Stalin yoldaş, 21 Aralık 1879’da, Gürcistan’ın Gori kasabasında yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi ve 5 Mart 1953 yılında yaşama gözlerini kapayana kadar, devrim ve sosyalizmin uzlaşmaz savunucusu oldu. O proletaryaya, devrim ve sosyalizme yaptığı eşsiz hizmetlerle bu sıfata layık olmuştur. Her türden karşı devrimin, revizyonistin, Troçkistin, liberal döneğin kara çalmalarına, çarpıtmalar ve demagojiler Stalin yoldaşın yüceliğini lekeleyemedi ve lekeleyemeyecektir.

O dünya proletaryasının ve ezilen ulus ve halkaların yüreğinde ve dünya komünistlerinin bilincinde yaşıyor, yaşayacaktır. Onun fikirleri de bugün devrimin önünü aydınlatmaya devam ediyor. Dahası her türden sapmaya karşı Stalin yoldaşın fikirleri yenilmez bir silahtır. Dünya komünistleri, Stalin yoldaşın fikirleriyle faşizm ve gericiliğin her biçimine karşı dünde savaştı, bugünde savaşıyor, gelecekte de savaşacaktır.

Her önder gibi Stalin yoldaşın da hata ve eksiklikleri olmuştur. Ama bu hatalar ve eksiklikler asla onun yaptıkları ve yarattıklarını inkar etme ve yok saymaya neden olmaz, olmamalıdır da. Stalin yoldaş “ölüler hata yapmaz” derken, tam da bu gerçeği dillendiriyordu. Çünkü Stalin yoldaşın fikirleri devrim ve sosyalizmin teminatı olmuş ve pratiğin deneğinden sınanarak yol almıştır. Haliyle Stalin yoldaşın teorisi Marksizm-Leninizm’dir, devrimin ışığıdır, işçi sınıfının kuruluş bilimidir.