19 Mart 2020 Perşembe

Kadrolaşmada meyvesiz ağacı sallamaktan vazgeçmeden başarı yakalanamaz

Bazı durumlarda politik ve örgütsel durumu daha kolay yoldan izah etmek ve akılda kalmasını sağlamak için halk deyimlerine başvurulur ya da yaşanmış gerçekleri ifade eden fıkralarla durum izah edilmeye çalışılır. Her zaman olmasa da bir kısım halk deyimleri ve fıkraları mevcut durumu izah etmede belki de sayfalarca yazılacak yazıdan daha etkili olabilir.

Çünkü halk deyimleri ve fıkralar yüzyıllık halkın tarihinde süzülüp gelmekte ve birçok bakımdan da yaşanmışlıkları ya da yaşanacaklara ilişkin deney ve tecrübeler sunmaktadır. Bu bakımdan ML ustaların çeşitli dönemlerde kaleme almış olduklarında yazılarında kendi halklarının deyimleri ve fıkralarında yararlanarak konuları daha basite indirgeyerek gerçekleri emekçi yığınlara yalın bir dille anlattıklarına tanık olmaktayız.

Bu bakımdan birçok uygarlığın yaşamış olduğu ülkemizde de halklarımızın tarihsel yaşamından bugünlere taşınan binlerce deyim ve fıkralar var. Bunların birçoğu önemli dersler içinde barındırmakta toplumu, insanlığı, sistemi vb. anlamada bizlere yardımcı olmaktadır. "Meyvesiz ağacı sallamak beyhude bir çabadır" halk deyimi de bu binlerce güzel deyimlerden birçok bakımdan anlam yüklü olan ve yerinde, zamanında kullanıldığında durumu anlama ve ona çözüm bulmaya yönlendiren bir deyim olduğu unutulmamalıdır.

Bilindiği gibi her meyve ağacında aynı ölçüde meyve oluşmuyor. Bazı ağaçlar daha fazla meyve veriyor, bazıları ise daha az ve hatta bazılarında ise hiç meyve olmuyor.

Elbette bunun değişik nedenleri var. Ama aynı bakım yapıldığı halde meyve vermeyen ya da az meyve veren ağaçlar olduğunu biliyoruz. Aslında meyve ağacı burada bir sembol rolünü oynamaktadır. Burada görülmesi gereken kişilerin doğru tanınması ve ondan ne beklenildiğinin iyi bilinmesi ve rastgele meyve yetiştiriciliğine yönelinmemesidir. Bu halk deyimini örgütlü mücadeleye uyarlamaya yöneldiğimizde karşımıza meyve ağacı olarak ifade etmemiz gereken örgütün temel direği olan kadrolar ve sempatizanlar çıkmaktadır. Nasıl ki bir bahçede aynı meyve ağaçlarında su, gübreleme, ilaçlama vb. bakımı aynı olmasına karşın alınan meyve aynı olmuyorsa bu aynı şeyi örgütü oluşturan kadrolar için daha fazla geçerlidir.

Belki de meyve vermeyen bir ağaca başka bir meyveyi aşılamak mümkün olabiliyor, örneğin meyve vermeyen yada az meyve veren bir elma ağacı bol meyve veren başka bir elma ağacından aşılama yaparak meyve vermeyen ağacı meyve verir bir duruma getirmek olanaklıdır. Ama bu aynı şeyin insanlarda uygulanması söz konusu olmamaktadır. Bu bakımdan da örgütün kadro ve sempatizanlarını iyi tanıması ve onların ne kadar gelişmeye açık, yetenekli ve verimli olduklarını iyi bilerek hareket etmeli, meyve verme özelliği taşıyanları öne çıkararak örgütü bunların üzerine bina etmelidir.

Bilindiği üzere burjuva kapitalist sistem yaşamın her alanında eşitsizliklerle dolu ve daha işin başında eğitimde başlayarak parası olana daha iyi eğitim olmayana doğru düzgün eğitim vermediği ve temellerini sağlamca atarak eşit eğitimi yaratmadığı bir durum ortadır. Burjuva kapitalist sistemin daha işin başında ayrımcı davrandığı bir sistemde insanların olanaklarında eşit bir şekilde geliştirmeleri söz konusu olmamaktadır. Durum böyle olunca bir çok insanın gelişimi ve yeteneklerini ortaya çıkararak insanlığın gelişimi yada örgütlü mücadelenin ileriye doğru taşınması doğrultusunda kullanılması söz konusu olmamaktadır.

Sistemin insanları ayrıştırdığı bu durum kaçınılmaz olarak örgütlü mücadeleye de yansımaktadır. Sorunlara ilgi duymak, kendisini geliştirip, yenilemek için yetişenler ile bütün çaba ve uğraşlara rağmen pek fazla gelişim göstermeyenler örgütlü mücadele içinde de kendisini netçe açığa sermektedir. Elbette burada sorunun özünü önceden eğitim alıp almama oluşturmuyor. Bunun sorunları anlama ve kavramada önemli bir etkisi olsa da tek başına bir kişinin "meyve veren bir ağaç olması" için yeterli olmuyor. Bunun inanç, kararlılık ve topluma karşı kolektif sorumluluk duygusuyla birleşmesi gerekiyor. Bu iki unsur iç içe olmadan ve biri diğerini güçlendirerek ilerlemeden kadroların verimli bir konuma getirilerek yeşermelerini sağlamak söz konusu olamaz.

Haliyle buraya bahçeyi kuran ve bakan bahçıvan rolünde olan örgüt yöneticilerine büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Bahçıvan nasıl ki bahçesindeki ağaçlarını ve çiçeklerini iyi tanırsa örgütün yönetici kadroları da örgütün kadro ve sempatizanlarını iyi tanımalı ve boşa kürek çekmekten uzak durmalıdır. Devrimci çalışmada zamanın oldukça önemli olduğu reddedilmez bir olgudur. Burjuvazinin her gün her saat her saniye emekçi yığınları zehirlemek için bin bir türlü araç ve gereçle çalışmaya devam ettiği koşullarda, kısıtlı kadro ve olanaklara buna karşı mücadele yürüten devrimci ve komünist örgütlerin daha bir titiz olmaları gereklilikten öteye bir zorunluluktur. Bu bakımdan devrimci örgütlenmenin kadro yetiştirmede zamanı iyi değerlendirmeli ve meyvesiz ağaç durumunda olan, yani pek gelişmeye açık olmayan ve kendisi dışında kimselere bir faydası olmayan hep başkalarının önderliğine gereksinim duyan insanlarla zaman harcama ne kişiye ne de devrimci mücadeleye bir yararı olmayacağı açıktır.

Kadrolaşmaya hava kadar, su kadar gereksinim duyulduğu bir ortamda adeta el yardımıyla kadrolaşmaya yada ya tutarsa biçiminde kendinliğindenci yaklaşımlara prim vermek enerji israfından başka bir yarar vermeyecektir. Üzerinde durulmasına ve her türlü destek verilmesine ve olanak sağlanmasına rağmen hala kişiler oldukları yerde saymaya devam ediyor ve başkalarına göre davranmaktan kapanmıyorlarsa, bütünden insanlarla daha fazla zaman öldürme kişiye ve örgüte zarardan başka bir sonuç getirmeyecektir.

Kadrolaşmada meyve vermeye aday olan insanlar seçilmeli ve bunların eğitimi ve kalıba dökülmeleri için özel bir çaba içine girişilmelidir. Verileri olmayan ve kendisi bir şeyler katma çabası içinde olmayanlarla uğraşmanın örgütü darlığa ve yığın savaşımının ihtiyaçlarını yanıtlamaktan geriye düşerek önderlik iddiasında uzaklaşmaya neden olacağı unutulmamalıdır.

Örgütlü mücadele planlı ve programlı bir çalışmadır. Kendiliğidencilik ve bilinmezlikler ya da tesadüfler bu çalışmaya zarar verir. Haliyle örgüt çalışması bir yerde kadrolaşma çalışması olduğuna göre meyve vermeyen yani gelişmeye açık olmayan insanlarla pek fazla zaman öldürmemeyi gerektirir. Onun için örgütün planlı ve programlı çalışmalarında istenilen sonucu alabilmesi ve hedefini yakalayabilmesi için enerjisini, güç ve olanaklarını olabildiğince iyi kullanmalı ve meyve vermeyen ağaçları sallayarak boş bir çaba içinde olmamalıdır. Bu bir yerde sallanan meyve ağacını iyi tanıyıp, tanımamayla bağlı bir durumdur. Nasıl ki bir bahçıvan bahçesindeki meyve ağaçlarının ne kadar meyve verdiğini bilmezse, enerjisi ve zamanını meyve veren ağaçla, meyve vermeyen ağaç arasında bir ayrım yapamaz ve meyve vermeyen ağacı boş yere sallayarak enerji ve zaman kaybına uğrar. Tıpkı örgütlü mücadelede yöneticilerin örgüt kadro ve sempatizanlarını mücadele sürecinde tanımak için özel çaba sarf etmeden herkese aynı biçimde yaklaşarak enerji ve zaman kaybına yol açacak bir durumun yaratılması gibi. 

Tüm bu olumsuz durumlardan hızla kurtularak, devrimci kadroların verimli ağaçlar olarak kavgaya sürülmesi ve sempatizan çevreler içinde yeni kadroların tespit edilerek geliştirilip yetkinleştirilerek enerji ve zaman kaybının ortadan kaldırılarak, verimli ve gelişme vadeden insanların kadrolaştırılması için meyve veren ağaçları sallamalı ve gözü kapalı bir şekilde ve el yardımıyla yürümekten hızla kurtulmalıdır.

47. yılında Ahmet Muharrem Çiçek’in katli ve şehremini direnişi

Devrim ve sosyalizm kavgası zorlukları, devrimci irade ile yenme ve feda ruhu içinde ileri atılarak en önde devrimin görevlerine sıkıca sarılan devrimci militan ve adsız kahramanların özverisiyle aşılacak ve başarıya taşınacaktır. Kavgada ikircimsizce öne atılma iradesini kuşanmayan ve her bakımdan kendisini davanın zaferine göre konumlandırmayan bir devrimciler kuşağı yaratmadan devrimin zafere taşınması ve kalıcı başarılar elde etmesi mümkün olamaz. Bu bakımdan dünü bugüne bağlayan ve bugünü geleceğe taşıyan şehitlerimizin yaşamlarından öğrenmeli ve onların erdemleri, cesaretleri ve enginleri fethetme kararlılığı içinde dava için gözlerini kırpmadan kendilerini feda etmede geri kalmayan şehitlerimizden öğrenmeli ve onların eksik bıraktıklarını tamamlamak için canla başla çalışmalıyız.

Elde silah dilde devrimci şiarlarıyla 19 Mart 1973 yılında polis baygın haldeyken kafasına sıkmış olduğu kurşunlarlar da kaybettiğimiz Ahmet Muharrem Çiçek yoldaşı toprağın canlandığı ve yeşillendiği bir ayda kaybettik. Bilindiği üzere bahar ayları doğanın olduğu gibi insanın da kendini yenilediği, yeni başlangıçlara hazırlandığı dönemlerdir. Bu açıdan hep yeni bir sürecin de başlangıcı da sayılmışlardır. Birçok toplum açısından da baharın direnişçi ve başkaldırıcı bir konumu vardır. Özellikle de doğa ile iç içeliğini korumuş, doğadan, doğal yaşamdan kopmamış toplumlarda ve onların yaşamlarında baharın bu özellikleri çok daha açık bir biçimde belirleyicidir. Bu toplumlar, yaşamlarının maddi örgütlenişinden sosyal kültürel yapılanmalarına kadar her alanda bahara bir başlangıç, yenilenme, eskiyi atıp yeniyi alma anlamı vererek çoğu zaman da bunu direnişlerde kutlarlar.

Dahası, deyim yerindeyse baharda doğanın kış uykusundan uyanarak canlanışına toplumlar da, her türlü üretimsel, sosyal kültürel bir silkelenişle cevap vermektedirler. Bu silkeleniş insanın en büyük mücadelesi olan devrim ve özgürlük arayışı savaşımına da tarih boyunca damgasını vurmuştur. Nitekim yeninin muştucusu olarak bahar emekçilerin devrim mücadelesinde önemli bir uyandırma, silkeleyip kendine getirmenin adı olmuştur.

Günümüzde artık bahar, tüm insanlığın yanı sıra özellikle ezilenlerin hayatları açısından, bir yandan binlerce yıldır olduğu gibi doğanın canlanışına paralel bir yenilenmeye, diğer yandan ise insanlığın evrensel kazanımlarına dayanan yeni bir mücadele dönemine tekabül etmektedir. Baharın bu niteliği belki de en çok kendisini devrim ve özgürlüğün kazanılmasına adamış olanlar için önemli bir yere sahip olmuştur.

1972 yılının Nisan ayında İbrahim Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde bir bahar ayında Malatya’nın Kürecik ilçesinde atılan ilk komünist örgütün vücuda gelmesini sağlayan TKP/ML Hareketi’nin kuruluş adımı, büyük darbeler yemesine ve yoluna saptırılmaya çalışılmasına karşın her bahar giderek güçlenmiş, kendisini Türkiye’nin her yerine taşıracak düzeye ulaşmıştır. Türkiye’nin her yerine ulaşma çabaları Kürecik’te başlayıp, Maraş, Antep, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Dersim, Elazığ, Ankara ve İstanbul’a kadar uzanmıştı. Ne ki düşman komünist hareketin ete kemiğe bürünmesine fırsat tanımadan bir biri ardı sıra yapmış olduğu operasyonlarla komünist hareketin üzerine gelmiş ve bu en tehlikeli komünist örgütün büyümeden ve kitlelere bağlanmadan önü kesilerek yok edilmesi amaçlanmıştır.

Komünist hareketin kurucu militanlarından ve İstanbul Bölge sorumlusu olan Ahmet muharrem Çiçek yoldaş 1952 yılında Elazığ’ın Karakoçan ilçesinde tutucu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Devrimci fikirlerle lise yıllarında tanışan Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş 1969-70 öğrenim döneminde İstanbul tıp Fakültesine girdi. 1968-70’li yıllarda kabaran ve geniş emekçi ve öğrenci kitlelerini kucaklayan anti-faşist, anti-emperyalist mücadelede aktif olarak yerini alan Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş kısa zaman sonrasında örgütlü savaşım katıldı. 1972 Nisan ayında İbrahim Kaypakkaya yoldaşın önderliğindeki TKP/ML Hareketi saflarında yerini alan Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş 25 Ocak 1973 yılında işkencede katledilen Meral yakar yoldaşlara gençlik çalışmalarını omuzladı.

12 Mart faşist darbesinin beyaz terörüne karşı üniversiteyi terk ederek illegal çalışmaya geçerek kavganın zorlu yolunu tuttu. Önce gençlik çalışmalarını toparlamaya çalışan Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş darbeler yenip örgütsel gedikler açıldıkça bu gedikleri kapatmak için daha fazla sorumluluklar altına girmekten geri kalmadı. Gençlik ardından işçiler arasında ve askeri alanda görevler üstlenen Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş görevlerin ağırlığı ve çokluğundan asla yılmadı, sarsılmadı. O her açılan gediği devrimci cesaret ve fedakarlıkla kapatmak için militanca çalıştı.

Ama düşman acımasız ve kalleşti. TKP/ML Hareketi’ni maya tutmadan çökertmek için sürek avı örgütledi, 22 Ocak’ta yaralı yakalan Meral Yakar yoldaş ağır işkenceler sonucu 25 Ocak 1973 yılında işkencede katledilirken, 24 Ocak 1973’de Dersim'de Ali Haydar Yıldız yoldaş katlediliyor ve komünist önder Kaypakkaya yoldaş düşmana esir düşüyordu. İstanbul’da devrimci çalışmaların başında bulunan ve gecesini gündüzüne katarak örgütü toparlayıp, mücadelenin gereklerine göre hareket etmeye çalışan Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş, yılgınlığa ve kaçkınlığa karşı önderlik görevlerini yerine getiriyordu. Yoldaşlarının katledilmesinin acısını içine gömerek devrimci görevlere daha sıkıca sarılarak o işten bu işe koşan Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş örgütü toparlamaya çalışıyordu.

Aylardan Mart’tı. Yeninin, canlanmanın adı olan baharın muştusuydu Mart ve aynı zamanda kışın ağır uykusundan uyanma, bu anlamda yeni umutların da yeşermesi anlamına geliyordu. Bu en çok da her baharla birlikte devrim ve özgürlük umutlarını bir kez daha yeşerten işçiler ve emekçiler için geçerlidir. Devrimci ve komünist harekette bu çerçevede her bahara özgürlük umutlarını büyütüp, yeşerterek girmişti. Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş da bu inançla devrimci görevlere yaklaşıyor ve eldeki kadroları kavganın örülmesine seferber ediyordu. Ancak buna karşın, devrimin ve sosyalizmin düşmanlarının bu umutları karartma çabaları da daha ilk günden eksik olmamıştır.

İşte tarih yaprakları 19 Mart 1973 gösterdiğinde İstanbul Şehrimin de kaldıkları bir ev polislerce basılıyordu evde Ahmet Muharrem yoldaş ve bir kaç yoldaş daha bulunuyordu. Polis baskın yaptığında Ahmet Muharrem Çiçek yoldaşın üzerinde iki silah vardı. Polisi baskında birisini buldu ama diğerini bulamamıştı. Yoldaşın elini hemen kelepçeleyen polis, operasyonun rahatça gerçekleştirmenin sevincini yaşarken, ikinci silahını çıkartarak polisi etkisiz hale getiren Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş kelepçesini kırarak silahını ateşledi. İki yoldaşını kaçırmayı başardı. Kaçamayan Kutsiye Bozoklar yoldaşını polise bırakmak istemedi. Evi kuşatmış olan polisle yoldaşlarının kaçabilmesi için son mermisine kadar çatıştı. Düşman çil yavrusu gibi korkusunda girecek delik aradı. “Kahrolsun faşizm, yaşasın TKP/ML” şiarlarıyla düşmanı kendi kalesinde titretir. Polis kurşunlarıyla ağır yaralanan Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş kan kaybında bayıldığı bir dönemde polislerinin yakın mesafede kafalarına sıkmış oldukları kurşunlarla hunharca katledildi.

Nitekim komünist hareket devrimci çalışmaları kitlelere yayma ve günün devrimci görevlerini yanıtlama yöneldiği koşullarda faşist karşı devrimin en büyük saldırına maruz kalmıştır. İşçi ve emekçi halkların kurtuluşunun birleşik devrimci bir kavgada geçtiğini görerek ikircimsizce komünist hareketin saflarında yerine alan enternasyonalist komünist Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş 19 Mart 1973 yılında İstanbul, Şehrimin’de polis kurşunlarıyla katledilerek devrimci yürüyüşümüzün önü kesilmeye çalışılıyordu. Meral Yakar, Ali Haydar Yıldız yoldaşın ardından TKP/ML Hareketi’nin üçüncü şehidi Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş oluyordu. Komünist hareketin en önde gelen kurucu militanlarından birisi olan Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş, İstanbul’da hedeflenerek hareket daha rüştünü ispat etmeden boğulmak istenmişti. Ahmet Muharrem yoldaş devrimci mücadelenin cesaret ve fedakarlıkla dolu olacağının bilinciyle ileri atılmış ve İstanbul’da en zorlu görevlerin altına elini sokmaktan geri durmamıştı.

Belki herkes bakmasını bilir. Ama bakmasını bilmek ve bir de görmek vardır. Gözlerinle baktıklarını algılama gücünü göstermek, her insana nasip olmayan bir anlayış derinliğini gerektirir. İnsan onu ilk gördüğünde hemen dikkat çeken, yüzünde birikmiş yaşam tecrübesiydi Ahmet Muharrem Çiçek yoldaşa. Onun cesaretli, sakin ve militan duruşu, karşısındaki insanda ilk anda doğal bir saygınlık ve güven uyandırıyordu. Yüzünde birikmiş yaşam tecrübesi, kavgaya tüm kaslarıyla katılması ve görevlere aşkla bağlı olması karşısındakine bir tarihi anlatırdı sanki. Bakıp da görmesini bilenleri alıp ta uzaklara götürüyordu Apo yoldaş. Belki de Apo yoldaşı anlatmak bu yüzden çok zordur. Ahmet Muharrem Çiçek yoldaşın yaşamı, yazılmamış bir roman gibiydi ya da söylenmemiş bir türkü Yaşamın doğal gerçekliğinde saklı olan bir roman, her zaman yankısını bulan bir türkü.

O devrimci yaşamı her her açıdan kanıksamıştı. Sonradan eklenmiş veya eklektik kalan hiçbir yanı kalmamıştı sanki. Her özelliği doğalında bu yaşamın bir tarafını dile getiriyordu. Bir yanında mücadelenin, kavgasını ağır bedelleri varken, diğer yanında mücadelenin bedelleri sonucu kazanılan bir yaşam vardı. Hiç bir kimsenin bugüne kadar dile getiremediği yaşam gerçekliğimiz, Onun yaşamdaki doğal duruşunda ifadesini buluyordu. İşte bu yüzden bakmak ve görmek birbirinden çok ayrı şeylerdir. Bakıp da görmesini bilenler adım adım kazanılan bir yaşamın öyküsünü, Ahmet Muharrem Çiçek yoldaşın doğasında yansımasını bulan bu elde silah direnişi başka yoldaşların direnişinde de görmekteyiz. Bundan dolayı salt mekanik, soğuk ve ruhsallıktan uzak bir mantık her şeyi algılamaya bir bütün en yetmeyebilir. Düşünce gücü kadar insanı ısıtan, içini içine sığdırmayan bir yürekle ve bir de gönül gözüyle bakmasını bilmek gerekir. Çünkü Ahmet Muharrem Çiçek yoldaşın yaşamı yürekli çıkışların ve ileri anlatımın ve yoldaşlar için ölümü hiçe sayfa fedakarlığın anlatımıdır.

Apo yoldaşı anlatmaya çalışırken en fazla kullanacağımız kelimelerden bir tanesi onun sadeliği ve doğallıktır. El değmemiş bir doğallığı kendisinde yakalamıştı. Belki de tarihin şafak vaktinde çakılı kalan devrimci ve hiçbir uygarlığın kirletemediği insanlığın en doğal özünü kendisinde taşıyordu. Bugün bile insanlığın iç çekerek en fazla özlemini duyduğu şey, bu çağlar öncesi tarihin şafak vaktinde çakılı kalan özdür.

Bilinen her şey insanda bir anlamlandırma gücünü uyandırmaz. Belki bildiğini sanan, bu anlamda aydın geçinen birçok insan vardır. Ama bildiklerini yüksek bir anlamlandırma gücüne ulaştırabilecek bir ruhtan ve yürekten yoksundurlar. İşte Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş da bu anlamlandırma gücüne ulaştıran, O'nun kuşatılmayan ve teslim alınmayan ruhu ve yüreği olmuştur. O önderi Kaypakkaya yoldaşın perspektifiyle donanarak yoktan var etmesini bilen yürekli bir komünist savaşçıydı.

Yüreğinin gözüyle bizzat yaşamdan okuyarak bir anlam gücüne ulaşmıştı Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş. Kim bilir kaç sefer savaş ortamında ölümün çemberini yararak hayatta kalmayı başarmıştı. O'nun şahsında mücadelenin sonucu olarak kazanılan bir yaşam düzeyini görmek mümkündü. Bu yüzden onurlu bir yaşamın değerini herkesten daha fazla biliyordu.

Çünkü yaşam uğruna ağır mücadele bedellerini ödemiş ve yaşamı uğruna ölecek kadar seviyordu. Ama ölüm kapıyı çaldığında evrimci şiarlarla ölümün üzerine yürümekten geri kalmıyordu.

O gün her şey, bir bahar tazeliğinde başlamıştı. Nasıl ki bir baharın başlangıcında kavgaya katıldıysa. Martın toprağı ve yaşamın canlanışında da yaşama ve mücadeleye elde silah dilde devrim türküsüyle veda edecekti Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş . Oysa doğadaki her canlı, ömrünün baharındaydı ve doğa, yeni bir yaşamın müjdesini veriyordu. Her güzelliğin bir bedeli vardı veya her yaşam bir ölümden geçiyordu. Bu çelişkinin yakıcı gerçekliğini bir bahar günü ölümsüzlüğe el sallayarak bir kez daha yaşayacaktık.

Ahmet Muharrem Çiçek yoldaşın mücadele yoldaşları olarak bizler, hunharca katledilişinin 47.yıldönümünde, O'nun son anına kadar sönmeyen umutlarını gerçekleştirmek üzere, devrim ve sosyalizm kararlılığımızı yeniliyoruz. Bu yüzden Ahmet Muharrem Çiçek yoldaşın devrim için öne atılan ve ölümü yere çalarak bizlere bayrağı devreden umut dolu gözlerini her zaman üzerimizde hissedeceğiz. Bunu bir an bile unutmak, davaya yan çizmek ve ihanet etmek demektir. Hiçbir şey, son ana kadar yaşamdan vazgeçmeyen kavga yüklü ve cesaret dolu umut saçan gözleri unutturmayacaktır bizlere. Bizleri ancak şehitlerimizin bize devrettikleri devrim ve sosyalizm bayrağına sıkıca sarılarak, İnşanın etrafından yıkılmaz bir birlik oluşturarak her türlü başarı ve kazanımlarımız kurtaracaktır. Bu temelde Ahmet Muharrem Çiçek yoldaşın şahsında, yaşamın gerçek sahibi olan tüm şehitlerimizin huzurunda bir kez daha devrimi zafere taşıyacağımız sözümüzü yeniliyor ve anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

15 Mart 2020 Pazar

On'lar: Mahir Çayan

Mahir Çayan’ı anlatmak için, güçlü bir sosyalist blokun olduğu, sosyalist blok ile kapitalist blok arasındaki mücadelenin tüm yerel mücadele süreçlerini üst belirlediği bir döneme geri dönüp, “devrimci TİP muhalefeti”ne, Dev-Genç’e ve onun önderi olduğu THKP-C’ye değineceğiz. Onu anlatırken, “yolumuz Çayan’ın yoludur” demeyeceğiz kuşkusuz ama “küçük burjuva devrimcisi” diyerek kestirip atmayacağız da.

Altmışlı yıllar, sosyalizmin dünya çapında büyük bir prestijinin olduğu, pek çok “üçüncü dünya” ülkesinde devrimci yükselişlerin ve bazılarında kapitalist sistemden kopuşların yaşandığı, bu arada Türkiye’de de solun yükselişe geçtiği bir dönemdi.

Diğer yandan altmışlı yılların kapitalist sistemle çok daha fazla bütünleşmiş Türkiye’sinde sanayi sermayesinin ağırlığı artmış, kentleşme ve sınıfsal ayrışma süreci hız kazanmıştır. Bu dönemde kırdan kente göç kentlerin sınıfsal tablosunu belirlemiş, proleterleşme sürecinin henüz ilk aşamasındaki birinci kuşak işçiler sınıfın ağırlıklı kesimini oluşturmuştur. Aynı dönemde Türkiye kapitalizminin eğitimli iş gücü ihtiyacını karşılamak üzere daha fazla emekçi çocuğu üniversitelere gelmeye, üniversitelerde sol düşünce yeşermeye başlamıştır.