12 Nisan 2011 Salı

KP - İÖ 15 yaşında!

Şan olsun 15. yıla

Mücadelenin emekçilerine, KP-İÖ üyelerine, dostlarına ve Türkiye işçi sınıfına selam olsun! Nice nice yıllara!
Komünist Parti – İnşa Örgütü
15. YIL 1995 – 2010

Şan olsun partiye...

Devrimci militanın silahı diyalektiği doğru anlamak

Genel "Teorik" kavrayış açısından Türkiye “Devrimci Hareketi”nin birikimi, bugünde ortalama bir militanın diyalektiğin temel yasalarını "Teorik olarak" bilebildiği bir düzeye tekabül ediyor. Ancak bizim üzerinde ivedilikle durmak istediğimiz sorun, diyalektiğin bir eylem kılavuzu olarak kullanılmasındaki kabiliyet sorunudur. Bu sorunu bazı temel başlıklar altında irdelemek istiyoruz. 

Alanın analizi: Militan, çalışma yürüteceği üretim -eğitim - yerleşim biriminin nesnel ve öznel yapısını mümkün olduğunca iyi bilmelidir. İlgili birimin ezilen ya da sömürülen kitlesi, bağlı olduğu sektörün ve toplumun temel sorunlarını, hangi biçimlerde yaşamaktadır? İlgili birimin kendi özgün yapısından kaynaklanan özel sorunlar var mıdır? Bunlar varsa, bunların genel sorunlarla bağlantısını nasıl kurmak gerekir? İlgili birimin sorunları içerisine ana kitleyi en çok rahatsız eden ve harekete geçirme potansiyeli taşıyanı hangisidir? İlgili birimin ezilen ya da sömürülen kitlesi hangi tür örgütlülüklere sahiptir. Yaşam tarzları nelerdir? Bunlardan nasıl yararlanılabilir? İlgili birimin doğal önderleri kimlerdir? İlgili birimi ezen ya da sömüren gücü nasıl örgütlenmiştir? Zayıf ve güçlü yanları nelerdir? İlgili birimin başka birimlerdeki mücadeleyle birleşmesinin potansiyeli ve olanakları nelerdir? İlgili birimin fiziki koşulları nelerdir? Bu koşullar militana ne gibi kullanım alanları sunmaktadır. Faaliyet Planı: Militan, genel devrimci çalışmanın dışında, kendi birimiyle ilgili özel bir plana, özel bir faaliyet için sahip olmalıdır. Hangi talep ve örgüt biçimiyle ana kitle üzerinde, harekete geçirici rol oynanabilir? Ve bu hareketin bir sonraki gelişme biçimi nasıl hedeflenir? İlgili hedef doğrultusunda çalışmanın iskeletini oluşturacak araçlar nelerdir? Düşmanın muhtemel karşı hamleleri nelerdir? Bunları boşa çıkaracak davranışlar neler olabilir? Birim çalışmasını istikrara ve devrimci iktidar mücadelesiyle bağlantıya kavuşturacak daha dar çalışmanın, devrimci kadro, örgüt ve eylem geliştirme çalışmasının biçimleri ve hedef unsurları nelerdir? Doğrudan devrimci kitle ajitasyonu ilgili birime yaymanın özel biçimleri, ilgili birimin sorunlarıyla bağlantılı biçimleri nelerdir? Her türlü "Ani gelişmeye" hazırlığımız, araç ve kadro yedeği olarak nasıl sağlanabilir?

.
Uygulamada çok yönlülük: Militan, planın uygulanmasında, mücadelenin sağlıklı gelişimini güvence altına alan birçok yönlülüğe sahip olmalıdır. Yürütülecek çalışmanın sendikal-siyasal-teorik olarak temel yönleri ayrı ayrı nasıl örgütlenebilir ve gelişebilir? Sendikal, siyasal ve teorik yönlü çalışmayı, tek bir plan ve hedef doğrultusunda "Birleştirmenin" örgütsel ve eğitsel biçimleri neler olabilir? Kullanılması faydalı bulunan çalışma biçimi ve araçları, kendi kullanım yeteneğimizle ne düzeyde örtüşmektedir ve bu noktada geliştirmemiz gereken kişisel ya da örgütsel özellikler nelerdir? 

Ve son olarak, diyalektik perspektifi öznel itilimi üzerine: Kuşkusuz yukarıdaki maddeler çoğaltılabilir. Ancak son olarak hangi temel düşünceyle diyalektiğin yakalanabileceğine değinmek istiyoruz. Eğer bugün toplantı yapmak için sağlamaya çalıştığımız ev olanaklarının, yarın bizi aylarca gizleyebileceğini düşünürsek... 
Eğer bugün bildirilerimizi gizlediğimiz yeri, yarın daha büyük işlerde kullanılabileceğini düşünürsek... Eğer bugünün siyasete meraklı çocukluktan yeni çıkan gencinin, yarın biriminin tüm sorumluluğunu üstlenebileceğini ve bizlerinde üç ya da dört birimden sorumlu olacağımızı hesaplarsak… Eğer bugünkü kitle gösterisinin, polisin ilk saldırısını püskürtmesinde daha militan mücadeleyi örmenin embriyonunu görebilirsek... İşte o zaman, devrimi "Düşünü görmeyi" öğrendiğimiz zaman, diyalektik düşünme ve davranış yeteneğimizin gelişme olanakları yeterince güçlü olacaktır. Uzun yılların palazlanmış sağcılığın ve "Solculuğun" mücadeleyi "Kuşa çevirdiği" ortamda, gerçek militanlar olmanın tarihi önemi, omuzlarımıza çökmüş bulunmaktadır.

KP-İÖ’ye sahip çık, davana omuz ver

İŞÇİLER, EMEKÇİLER,
GENÇLER, DEVRİMCİLER, YOLDAŞLAR!
Faşist MGK diktatörlüğünün işçi sınıfı, emekçi yığınlar, Kürt halkı ve devrimcilere yönelik topyekûn saldırı dalgası artarak sürüyor. İşçi ve emekçi yığınların, demokrasi, özgürlük ve sosyalizm istemleri sınırsız faşist terörle karşılanıyor. Egemen sınıflar sömürü ve zulüm düzenlerini tahkim etmek için faşist terör ve korku psikolojisini önde tutuyorlar. Kürt özgürlük hareketini ezmek için kirli savaş politikaları uygulamaya sokuluyor. Faşist diktatörlük iflas etmiş politikalarını ayakta tutmak için, devrimci ve Kürt özgürlük muhalefetine karşı gerici kitle hareketi yaratarak, linç kültürünü egemen kılarak toplumu zapturapt altına almaya çalışıyor.

Sömürü ve zulüm üzerinde yükselen faşist MGK diktatörlüğünün bu topyekun saldırı dalgasına karşı başta Kürt emekçileri olmak üzere işçiler, emekçiler ve devrimciler güçlerini toparlayıp direnmeye ve devrimci çalışmaları ileriye taşımaya çalışıyorlar. Dahası bu faşist saldırı dalgasına karşı güçlü bir karşı duruşun örgütlenmesi ve sürecin devrimci iradeyle karşılanması, faşist karşı devrimin saldırısının göğüslenmesi her alanda devrimcilere feda ruhu içinde ileriye atılmayı dayatıyor.

Neki bu kadar faşist baskı, sömürü ve zulme rağmen devrimci hareketin yığınları örgütleyip ayağa kaldırma ve mücadeleye seferber etme yetemezliği, dağınıklığı, küçük düşünme ve grupçulu faşizme karşı ortak çalışma alışkanlığı ve birlikte mücadele etme isteminin pratiğe sürülmesini, komünist önderliğin yaratılmasını darbeliyor ve haliyle bu olumsuz durum faşizm ve sermayeye, sendika ağalığı ve gericiliğe karşı gelişen emekçilerin mücadelesini güçten düşürüyor. Haliyle bu durum devrimin düşmanlarına önemli fırsatlar sunuyor. Çektiğimiz acıları ve yoksulluğu daha da büyütüyor.

O halde devrimci örgütlenmeyi geliştirmek, yığınları komünist bir önderlik etrafında birleşmek en yakıcı sorun olarak önümüzde durmaktadır. İşte, bundan dolayı diyoruz ki; Devrim ve sosyalizm için önce öncü örgüt şiarıyla yola çıkan örgütümüz KP-İÖ, “KP-İÖ’ye sahip çık, davana omuz ver” şiarıyla bir bağış kampanyası örgütlenmiş bulunuyor. Devrimin öncü örgütünü yaratarak olumsuzluğa daha aktifçe müdahale etmek ve durumu emekçilerin lehine çevirebilmek için Komünist Parti-İnşa Örgütü sizleri; “KP-İÖ’ye sahip çık, davana omuz ver” bağış çağrısına her bakımdan destek verip, maddi bakımdan güçlendirip saflarında birleşmeye çağırıyor!

KP-İÖ'ye omuz ver ki, sesin daha gür çıksın. Davana sahip çık ki, sömürü düzeni, barbar ve faşist MGK diktatörlüğün ömrü daha da kısalsın. Kavgaya KP-İÖ saflarında katılın ki, çektiğiniz bunca acılar son bulsun ve özgürlüğe el uzatılsın!

İŞÇİLER, EMEKÇİLER,
GENÇLER, DEVRİMLER, YOLDAŞLAR!
İnşamız, her türden baskı, saldırı, yokluk ve yoksunluğa rağmen devrim ve sosyalizm kavgasını inatla sürdürdü. O, bu onurlu kavgasında emekçilerin kurtuluşundan başka bir şey düşünmedi. Şehitlerimize verdiğimiz devrim sözüne bağlı kaldı. Devrim ve sosyalizmin zaferinden başka bir amacı olmayan KP-İÖ gücü ve olanakları ölçüsünde, her alanda, faşizm ve gericiliğe, emperyalizm ve kapitalizme karşı kafa tuttu. İşçi sınıfı ve emekçi yığınları örgütleyip devrime seferber etmek için mücadele yürüten KP-İÖ’ye sahip çıkıp, saflarında birleşme zamanı. Bu görev, devrim ve sosyalizm isteyen ve yüreği bu doğrultuda çarpan bütün emekçilerin ve devrimcilerin, sorumluluğunun bir gereğidir. Komünistlerin arkasında, emperyalist tekeller, yerli holdingler, kapitalistler, toprak sahipleri, tefeci tüccarlar, mafya babaları vb. yoktur! Devrimci ve komünistlerin desteği yalnız siz; ezilen, sömürülen, milyonlarca emekçidir.

Diyoruz ki, işçiler, emekçiler, yoldaşlar davanıza sahip çıkın! Çünkü bu dava sizin; eşitlik, özgürlük, bağımsızlık ve toplumsal kurtuluş davanızdır. Unutmayınız ki, KP-İÖ’ye vereceğiniz her kuruş, vahşi sömürüye, kanlı faşist diktatörlüğe karşı bir mücadele aracı olarak geri dönecektir. Unutmayınız ki, vereceğiniz her kuruş, KP-İÖ’nün öncü örgütü yaratma, işçi sınıfını örgütleme, sınıfın faşizm ve sermayeye, sendika ağalarına karşı mücadelesini, ilerletmesine destek olacaktır. Bilmelisiniz ki, vereceğin her kuruş; MGK faşist diktatörlüğün topyekun saldırısına, baskısına ve sömürüsüne karşı çeşitli milliyetlerden işçi ve emekçi halkların örgütlü birleşik devrim kavgasını ileri taşımaya bir katkıya dönüşecektir. Bilmelisiniz ki, vereceğin her kuruş, Kürt ulusunun özgürlük yürüyüşüne, gençlerin, kadınların, ezilen ve sömürülenlerin ortak bir hatta örgütlenip birleşerek devrimci mücadeleye katılmasına manivela olacaktır.

O halde; bütün işçileri, emekçileri ve yoldaşları “KP-İÖ’ye sahip çık, davana omuz ver” bağış kampanyasına katılmaya ve O’nu her alanda desteklemeye çağırıyoruz!

KP-İÖ saflarında, birleşin, örgütlenin ve mücadeleye atılın!
Devrimci mücadele devrimci özveri üzerinde yükselir!
Faşizmi devrimle ezeceğiz!
Yaşasın devrim ve sosyalizm mücadelemiz!


KOMÜNİST PARTİ-İNŞA ÖRGÜTÜ
YURTDIŞI ÖRGÜTÜ (KP-İÖ YDÖ) 

Yaşasın 1 MAYIS! Yaşasın proletaryanın burjuvaya karşı savaşı!

Partiye, devrime, sosyalizme güç ver!

Hasta la victoria siempre!

Kaypakkaya yaşıyor

Yolumuzu aydınlatmaya devam ediyorlar

Yaşamını halka adayanlar ölümsüzdür

Nasıl anlatsak, nereden başlasak seni anlatmaya inan yüreğimiz elvermiyor. Sözcükler anlamsızlaşıyor seni anlatırken. Ölüm adin kadar soğuksun öyle soğuksun ki bir ateş kütlesi düşürdün yüreğimize. Yüreğimizin sıcaklığı ile ve milyonların yanan derin yüreği ile yoldaşımızı ölümsüz göz bebeklerimizin yanına gözlerinden öperek yolluyoruz.

Yokluğunu ve ölümünü senden öncekilerde olduğu gibi kabullenmedik kabullenmeyeceğiz. Biliyoruz ki özlemini unutmayanların ordularında olan sıra neferler ölümsüzdürler insanlık adına atılan her adim, her emek için bedel verenler varlığını insanlığın güzel geleceğine adayanlar asla ölmeyecekler ve ölmezler onların varlığı milyonlara adanmıştır. Bundandır ki sınıflar mücadelesiyle her daim var olacaksınız. Bundan sonra can yoldaşım senide ölümsüz kahramanlarımızla anacağız. Adin elimizde bayrak dilimizde şiar olacak. Seni asla ve asla unutmayacağız.

Can yoldaşım bizi üzen ve derin acılarla yüreğimizi yakan senin bu talihsiz aramızdan ayrılısını asla kabullenmiyoruz. Bu ayrılığın yüreğimize bir yara oldu. Acılarla kıvranıyoruz. Senin yokluğunla gözlerimiz pınarlaşıyor bu damlalar milyonlarca emekçinin çektiği açlığın, sefaletin, baskının, şiddetin ve seni ölümsüzlüğe uğurlamanın göz damlalarıdır. Onlar yüreğimizin deryasında süzülerek her bir damlası milyonların acıları sefaleti yokluğuyla ve tarihin birikmiş acıların tümüyle dolu olan pınarlaşan gözlerimizle seni ölümsüz kahramanlarımızın yanına uğruyoruz.

Sanmasınlar ki bizler acılardan anlamıyoruz. Bizler milyonlarca emekçilerin ve kavgamızda yitirdiğimiz yoldaşlarımızın acıları ile kavruluyoruz. Bundandır ki onlardan devraldığımız kavga bayrağında ısrar ederek bugüne kadar yaşadığımız acıları tarihin çöplüğüne gömmeye kararlıyız.

Talihsiz bir kalp krizi sonucu 05.02.11 tarihinde yitirdiğimiz Fahri yoldaş 1966 yılında Elbistan’ın Demircilik kasabasında doğdu. İlk orta öğrenimini yaşadığı kasabada tamamlayan Fahri yoldaş devrimci mücadeleyi çocukluk yasta biliyordu. Bölgenin devrimci bir yapıya sahip olmasından aile bireylerinin devrimci çalışma içerisinde olmasından dolayı devrimci mücadele ile iç içeydi. Ayni zamanda bölgede öncelimiz olan TKP-ML/HAREKETİ’nin yoğun çalışmaları onda harekete karşı sempati yaratmıştı.

1993 yılında gelmiş olduğu yurt dışında öncelimiz olan hareketin bir sempatizanı olarak çalışmalara canin gönülden katildi. Birlik süreci ile başlayan tasfiye sürecinin ardında öncelimiz olan hareketimizin öngörüsünü kendine rehber alan örgütümüz KP-IÖ nün çalışmalarını koşulsuz benimseyerek onun içerisinde aktif olarak görev alıp katildi. Çalışmalara katıldığı her alanda örgüt çalışmalarını yaymaya özen göstererek tüm pratik çalışmalar içerisinde dur durak bilmeden hareketimizi büyütmeye, geliştirmeye özen göstermiştir. Politik yetersizliğine rağmen yoldaşımız hiç bir koşulda örgütümüzün verdiği hiç bir görevi ret etmeden omuzlamış ve örgütümüz içerisinde gün ve gün öne çıkmıştır.

1998 yılında örgütümüzün almış olduğu ağır darbeler sonucu o dönem yurtdışında yönetici konumunda olan bazı Abbas yolcular hareketi bırakıp umutsuzluğa yelken acarken o yetersizliğine ve yetmezliğine rağmen Avrupa’nın her yerinde hareketimizin umut olması için çırpınıyordu. Hareketimizin birçok alanda kurumsallaşmasında onun emekleri büyüktür ayni zamanda ülkedeki mücadeleye destek sunmak olanak yaratmada yer yer ülkedeki örgüt çalışmalarına da fiili olarak katılıp çalışmalarda yer almıştır. Bunun için kavgamız içinde onu bilmeyen yoktur. O kavgamızın fedakârlarındandır. Örgütüne gelecek tüm saldırılara karşı örgütünü koruyan granitte bir kayaydı. Bu kişi Fahri Kaya yoldaştı.

Örgütümüzün yurt dışında görev alan Fahri yoldaş insanların umutsuzluğa yelken açtığı bir dönemde o ısrarla yalnız kalsam bile derneğimizi devamlı koruyacağım deyip devrimci değerlerden ısrar edenlerdendi Fahri yoldaş.

Fahri yoldaşı erken kaybetmemiz birçok yükün onun omuzlarında olmasından kaynaklanıyordu. Örgütümüze ekonomik zorluklardan korumak için bir yandan ağır çalışma koşullarından çalışırken diğer yandan derneğin ayakta kalması için çaba sarf ediyordu. Tüm bu durumlar ve insanların erken umutsuzluğa yelken açmaları vefasızlığı onun o güzel kalbini yorgun düşürmüş bu acımasız yasama gözlerini yumarak yüreğimize ateş düşürmüştür.

Fahri yoldaşı andığımız bu günde 12 Eylül zindanlarında ağır bedel ödemiş hareketimizin bir taraftarı olan ve olanaklarını hareketimizden esirgemeyen örgütümüze emeği ve katkısı olan 16.01.11 tarihinde lanet olası kanser sonucu yitirdiğimiz Doğan Soysüren yoldaşı da buradan anmadan geçemiyoruz.

Onlar yaşamının en güze günlerini insanlığın mutluluğuna adayarak ölümsüzler kervanına katılmışlardır. Bundan sonrada onlar ezilenlerin özgürlük demokrasi mücadelesi ile birlikte devamlı bizlere ilham olacaklardır. Onların bıraktığı umudu yeşerteceğimize geleceğin güzel ülkesini kuracağımıza onlar adına söz veriyor ve anılarını mücadelemizde yaşatacağız.

FAHRİ KAYA YOLDAŞ ÖLÜMSÜZDÜR!
DOGAN SOYSÜREN YOLDAŞ ÖLÜMSÜZDÜR!
DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!

KP-İÖ - YDÖ

30 Mart 1972 Kızıldere direnişi: Devrime adanmışlığın ve siper yoldaşlığının manifestosudur!

39. yıl önceki "Kızıldere"den bugüne
30 Mart 1972'de Kızıldere'de 10 devrimcinin öldürülmesinin üzerinden 39 yıl geçti. Dönemin başbakanı Nihat Erim anılarında çatışmadan sağ kalanların da öldürüldüğünü söylemişti. Geçen yıl ilk defa meclise Kızıldere'nin araştırılması için genelge sunuldu. Tarihe Kızıldere Katliamı olarak geçen olay, Türkiye'nin devrimci, sosyalist hareket tarihinin bir dönüm noktası olarak kabul görüyor. 12 Mart askeri müdahalesi sonrası yakalanan THKO militanları Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın idam edilmesine engel olmak için 11 devrimci ortak eyleme geçerek 26 Mart 1972'de Ordu'nun Ünye ilçesindeki NATO üssünde görevli iki Kanadalı bir Britanya'lı teknisyeni rehin aldılar. Tokat'ın Niksar ilçesi, Kızıldere Köyü'nde yerleştikleri evde güvenlik güçlerince sarılan Mahir Çayan ve arkadaşları teslim olmayı reddettiler. Makineli tüfekler, havan topları ve bombalarla yapılan saldırı sona erdiğinde teknisyenler de dâhil on devrimci ve üç teknisyen hayatlarını kaybetmişti. Bitişikteki samanlığa sığınarak kurtulan Ertuğrul Kürkçü ertesi gün yapılan aramada yerel jandarma tarafından sağ olarak bulundu.

Nasıl bir dönemdi?
Deniz'lerin idamına ve Kızıldere'ye giden dönemin kırılma noktası 12 Mart Muhtırası ile başladı. Dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, başbakanı Adalet Partili (AP) Süleyman Demirel'di. 12 Mart 1971'de, Cumhurbaşkanı Sunay'a, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri komutanı Faruk Gürler , Deniz Kuvvetleri komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri komutanı Muhsin Batur 'un imzasıyla hükümeti istifaya zorlayan bir muhtıra verildi.

Muhtıranın gerekçesi şöyle açıklandı: "Parlamento ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk'ün ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür."

Dönemin başbakanı Adalet Parti'li (AP) Süleyman Demirel istifa etti.

Nihat Erim sekiz yıl sonra öldürüldü
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Kocaeli milletvekili Nihat Erim 26 Mart'ta başbakan oldu. 22 Mayıs 1972'ye kadar işbaşında kaldı. Deniz ve arkadaşları, cumhurbaşkanı Sunay'ın da onayıyla 6 Mayıs 1972'de idam edildi. Nihat Erim, başbakanlığı sırasında, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan Yusuf Aslan'ın idam edilmesine kadar varacak Balyoz Harekâtı olarak bilinen uygulamaları başlatması nedeniyle Balyoz lakabıyla anılıyor. "Gerekirse demokrasilerin üstüne şal örtmeli" sözü nedeniyle de Aziz Nesin tarafından kendisine "Şalcı Nihat" denmiştir. 19 Temmuz 1980'de İstanbul Dragos'taki evinin yakınında Mahir Çayan ve arkadaşlarının "intikamının alınması" adına Dev-Sol militanları tarafından silahlı ateşle öldürüldü.

"Sağ kalanları öldürmüşler"
Nihat Erim'in 2005'de yayımlanan anı kitabı Günlükler'de yer alan şu cümleler, Kızıldere’de askerlerin eve girdikten sonra, hiçbir tehdit olmamasına rağmen sağ kalan devrimcileri de öldürdüğünü ispatlar nitelikte. "Akşam saat 18.00'de Tağmaç telefon etti. Hepsi ölü olarak ele geçmiş. Saat 16.30’da nasihatin etkisi olmadığını ve devamla bomba ve silah attıklarını görünce, jandarma da ateş açmış. Eve sokulup girmişler, İngilizleri ölü bulmuşlar, ötekilerden sağ kalanları öldürmüşler." Kızıldere'nin ardından geçen onlarca yıla rağmen 2007 ve 2008'de Kızıldere'de ölenlerin yer aldığı afişi asmak ve ölenlerden övgüyle bahsetmek suç sayılmıştı.

38 yıl sonra Kızıldere için meclise genelge sunuldu
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekili Şerafettin Halis, geçen yıl, 10 devrimcinin öldürülmesinin 38. yılında Kızıldere katliamıyla ilgili araştırma yapılması ve sorumluların belirlenmesi için Meclis'te önerge verdi. Halis, "Bu gün zaman aşımı nedeniyle doğrudan cezalandırılamayacak olsalar da, 12 Mart Muhtırasında ve bu yargısız infazda rol alanların kimler olduğunun ortaya çıkması, bir daha böyle benzer olayların yaşanmasını engeller" dedi.

Kızıldere'deki devrimciler
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) kurucularından Mahir Çayan, Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, Dev-Genç Merkez Yürütme Kurulu üyesi Hüdai Arıkan, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) militanı Cihan Alptekin, Fatsalı şoför Nihat Yılmaz, Fatsalı öğretmen Ertan Saruhan, Ünyeli çiftçi Ahmet Atasoy, Dev-Genç Genel Sekreteri Sinan Kazım Özüdoğru, Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği Yönetim Kurulu üyesi Sabahattin Kurt, THKO militanı Ömer Ayna ve "Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü"nün kurucusu üsteğmen Saffet Alp.

Dövüşerek ölenler geleceğe köprü oldular
Kızıldere’de on devrimci ölümsüzleşirken, Türkiye devrimci hareketinin tarihine büyük ve unutulmaz bir direniş destanı yazılır. ON’ları Denizler izler, idam sehpasına başı dik giderler. Ardından da bir başka büyük devrimci önder İbrahim Kaypakkaya işkencelerde ser verip sır vermeyerek ölümsüzleşir. İşte devrimci hareket de bu büyük devrimcilerin yolundan serpilip büyük. Böylelikle dövüşerek ölenler yarınların kazanılmasına köprü olurlar. 39. yılında Kızıldere direnişi ve bu direnişte kızıllaşan yoldaşlarımızın önünde saygıyla eğiliyoruz.

Türkiye Devrimci Hareketi’nin ölümsüz liderlerinden Deniz Gezmiş 64 yaşında!

... ....68 Kuşağı'nın devrimci önderi Deniz Gezmiş 64 yaşında...
Türkiye Devrimci Hareketi'nin ölümsüz önderlerinden Deniz Gezmiş 64 yaşında. İdam edilişinin ardından 40 yıl geçmesine rağmen hala halkı tarafından unutulmayan ve saygıyla anılan Devrimci önder Deniz Gezmiş idam edilmeseydi bugün 64 yaşında olacaktı. Hiçbir canlının canına kastetmeden suçları sadece halkının geleceği için fikir mücadelesi vermek olan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını saygıyla anıyoruz.

Deniz Gezmiş, 1947'nin Şubat ayının sonunda Ankara'nın Ayaş ilçesinde doğdu. Babası Erzurum, Ilıca (bugünkü Aziziye) nüfusuna kayıtlı ilköğretim müfettişi Cemil Gezmiş, annesi ise Erzurum'un Tortum ilçesinden ilkokul öğretmeni Mukaddes Gezmiş'tir. Ailenin üç erkek çocuğundan ikincisidir. Ağabeyi Bora Gezmiş, hukuk fakültesinden ayrılıp bankacılık yapmıştır. Hamdi Gezmiş ise, mali müşaviridir.

Gezmiş, ilk ve ortaöğrenimini Sivas'ta, liseyi İstanbul'da okudu. Henüz lise öğrencisiyken sol düşünceyle tanıştı ve kendini dönemin eylemleri içinde buldu.

Siyasi yaşamı
1965'ten sonra, Türkiye'de gelişen gençlik hareketinin en önemli önderlerinden ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)'nun kurucu ve yöneticilerinden Deniz Gezmiş, 1965'de Türkiye İşçi Partisi (TİP)'nin Üsküdar ilçe başkanlığına üye oldu. İlk kez 31 Ağustos 1966'da Ankara'dan İstanbul'a yürüyen Çorum Belediyesi temizlik işçilerinin Taksim Anıtı'na çelenk koymaları sırasında işçileri destekleyen ve Türk-İş yöneticilerini protesto eden gösteri sırasında gözaltına alındı. 7 Kasım 1966'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. Ardından 19 Ocak 1967'de Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) binasının yedd-i emine verilmesi sırasında çıkan olaylarda yakalandı ve bir gün sonra iki arkadaşıyla çıkarıldığı mahkeme tarafından serbest bırakıldı. 22 Kasım 1967'de öğrenci örgütlerinin düzenlediği Kıbrıs Mitingi sırasında Aşık İhsani ile birlikte ABD bayrağını yaktıkları gerekçesi ile gözaltına alınıp daha sonra serbest bırakılan Deniz Gezmiş, Hukuk Fakültesi'nde birlikte okuduğu arkadaşlarıyla birlikte 30 Ocak 1968'de Devrimci Hukukçular Örgütünü kurdu. 7 Mart 1968'de İÜ Fen Fakültesi konferans salonunda düzenlen toplantıda konuşma yapan Devlet Bakanı Seyfi Öztürk'ü protesto ettiği için tutuklandı. 2 Mayıs'a kadar tutuklu kalan Gezmiş, 30 Mayıs'ta 6. Filo'yu protesto ettiği için yargılandı ve beraat etti. Öğrenci eylemleri içinde etkinliği giderek artan Deniz Gezmiş, 12 Haziran 1968'de İstanbul Üniversitesi'nin işgal edilmesinde önderlik etti. İşgal Konseyi adına İÜ Senatosu ile Baltalimanı'nda yapılan görüşmelere katılan öğrenci heyetinin içinde yer aldı; öğrenci haklarının elde edilip işgalin sona erdirilmesinde etkili oldu. İşgalden kısa bir süre sonra İstanbul'a gelen 6. Filo'yu protesto eylemlerinde yer alan Gezmiş, 30 Temmuz'da bu eylemlerden dolayı tutuklandı ve 20 Eylül'de serbest bırakıldı. Bütün bu olaylardan sonra öğrenci hareketinin efsanevi lideri haline geldi.

TİP içinde yoğunlaşarak, ayrılıklara ve tartışmalara yol açan ideolojik sorunlarda Milli Demokratik Devrim (MDD) görüşünü benimseyen Deniz Gezmiş, bu görüşün özellikle devrimci öğrenciler arasında yayılmasında etkili oldu. Ekim 1968'de eylemlerde birlikte olduğu Cihan Alptekin, Mustafa İlker Gürkan, Mustafa Lütfi Kıyıcı, Devran Seymen, Cevat Ercişli, M. Mehdi Beşpınar, Selahattin Okur, Saim Kurul ve Ömer Erim Süerkan'la birlikte Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB)'ni kurdu. 1 Kasım 1968'de TMGT (Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı) , AÜTB, ODTÜ-ÖB ve DÖB'ün başlattığı Samsun'dan Ankara'ya Mustafa Kemal Yürüyüşü'nü düzenledi.

Ardından 28Kasım 1968'de ABD büyükelçisi Kommer'in gelişi sırasında Yeşilköy Havaalanı'nda düzenlenen protesto gösterileri nedeniyle tutuklandı ve bir süre sonra serbest bırakıldı.

İstanbul Üniversitesi'nde sağcı güçlerin 16 Mart1969'da girişmiş olduğu hareketlere öğrenci kitlesiyle birlikte karşı koyan Gezmiş, bu eylemi gerekçe gösterilerek 19 Mart'ta yeniden tutuklanarak 3 Nisan'a kadar hapis yattı. Ardından 31 Mayıs 1969'da İÜ Hukuk Fakültesi öğrencilerinin, reform tasarısının gerçekleşmemesini protesto için giriştikleri işgale önderlik etti. Üniversitenin kapatılıp, polise teslim edilmesi nedeniyle çıkan çatışmalarda yaralandı. Hakkında gıyabi tutuklama kararı olmasına rağmen hastaneden kaçan Gezmiş, Haziran'ın sonunda Filistin'e gitti. Filistin'e gitmeden önce 23 Haziran 1969'da TMGT'nin topladığı 1. Devrimci Milliyetçi Gençlik Kurultayı'na kendisi gibi haklarında tutuklama kararı olan FKF Genel Başkanı Yusuf Küpeli ile birlikte bir mücadele programı gönderdi. Eylül'e kadar Filistin'de gerilla kamplarında kalan Deniz Gezmiş,1 Eylül 1969'da, 10 Haziran'da "üniversiteyi işgal" ettiği gerekçesiyle Hukuk Fakültesi'nden ihraç edildi. Hakkında tutuklama kararının olduğu bu dönemde gazetecilere gizlendiği yerden demeçler verdi. 23 Eylül 1969'da Hukuk Fakültesi'nde olduğu sırada haber verilen polislerin de fakülteye gelmesi üzerine teslim olan Gezmiş, 25 Kasım'da serbest bırakıldı. Ancak Yıldız Devlet ve Mühendislik Akademisi'nde Battal Mehetoğlu'nun sağcılar tarafından öldürülmesinden sonra okulda yapılan aramada, ele geçirilen dürbünlü bir tüfeğin Gezmiş'e ait olduğu öne sürülerek hakkında yeniden tutuklama kararı alındı. 20 Aralık 1969'da yakalanan Gezmiş, kendisiyle birlikte tutuklanan Cihan Alptekin'le birlikte 18 Eylül 1970'e kadar tutuklu kaldı. Bundan sonra öğrenci eylemlerinden uzaklaşarak, mücadelesini değişik alanlarda sürdürdü. Sinan Cemgil ve Hüseyin İnan'la birlikte THKO'yu kurdu. 11 Ocak 1971'de THKO adına Ankara İş Bankası Emek Şubesi'nin soygununu gerçekleştirenler arasında yer aldı. 4 Mart 1971'de dört ABD'li erin Balgat'taki Tuslog Tesisleri'nden kaçırılması eyleminde de bulundu. Kaçırılan erler daha sonra serbest bırakıldılar.

Yakalanışı ve İdamı
12 Mart Darbesinin ilk günlerinden sonra Yusuf Aslan ile birlikte Sivas'a gitmekteyken motosikletleri bozuldu. Bir ihbar sonucu polislerin gelmesi üzerine çıkan çatışmada Aslan ile birbirlerini kaybettiler. Aslan o esnada Elmalı'da iken, Gezmiş ise 16 Mart 1971 salı günü Sivas'ın Gemerek ilçesinde etrafı sarılarak yakalandı ve Kayseri'ye getirildi. Buradan Ankara'ya zamanın İçişleri Bakanı Haldun Menteşeoğlu'nun makamına götürüldü. Gezmiş'in anlatımına göre olay şöyle gerçekleşti: Çok keyifliydi. Ayaktaydı. Odası, sabahın sekizinde gazetecilerle dolu.
Ben hep başımı dik tutmaya, canlı, dipdiri görünmeye çalışıyorum. Nasıl bitkinim oysa, ayaklarımı zor sürüyorum. Ayakta duracak gücüm kalmamış. Ama belli etmiyorum. “Geçmiş olsun,” dedi gülerek İçişleri Bakanı.
Suratına baktım pis pis. Hiç bir karşılık vermedim. Gazetecilere döndü: “Şu pejmürde kılıklı adam, Halk Kurtuluş Ordusu’nun kahramanıymış.” “Beğenemedin mi? Tabii kahramanıyım, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun savaşçısıyım.”
“Nereye gidiyordun?”
“Devrime.”
Haritayı gösteriyor duvarda, Sivas’ı gösteriyor:
“Buradan mı gidilir devrime?”
“Senin kafan almaz böyle şeyleri.”
“Türkiye’de bir tek ordu vardır, o da Türkiye Cumhuriyeti’nin ordusudur.”
“Onun için Demirel ve senin gibiler hemen istifayı bastınız.”
Sinirlendi. Üzerine bir adım attım. Geriledi. Şaşırdı. Dehşetli bir panik havası içinde, elini sallayarak ve kekeleyerek: “Gö-gö-götürün bunu” dedi. Sürükleyerek çıkardılar beni odadan. “Göstereceğiz sana da, senin gibilere de, Amerikanın güvenilir köpekleri!” diye bağırdım kapıdan çıkarılırken.
Gazetecilerin yüzünde büyük bir şaşkınlık vardı. Mahkemesi 16 Temmuz 1971 günü Altındağ Veteriner Okulu Binası'nda Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığında Baki Tuğ savcılığında Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 no'lu Mahkemesi'nde başladı ve 9 Ekim 1971 günü bitti. Deniz ve arkadaşları 16 Temmuz 1971'de başlayan THKO-1 Davası'nda TCK'nin 146. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle, 9 Ekim 1971'de 146/1 idam cezasına çarptırıldı.

İdam cezaları o zamanlar senato tarafından onaylanmak zorundaydı. İsmet İnönü "siyasi suçlar idamla cezalandırılmamalıdır" diyerek Bülent Ecevit ile birlikte red oyu kullanır. AP genel başkanı Süleyman Demirel ise infazdan yana oy kullanır. Olaydan 15 yıl sonra, Süleyman Demirel bir gazeteciye verdiği demeçte idamlar için; soğuk savaşın talihsiz olaylarından biri yorumu yapar. Mahkumların özür dilemesi istenir. Hiçbiri yaptıklarından özür dilemez. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ise idamları Onaylar.

İdam edilmeden önce Alman Der Spiegel dergisinde çıkan son yazısında "Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm. Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun emperyalizm!" dediği belirtildi. .

Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde, gece 1:00-3:00 arası, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde asılarak idam edildi. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının 1969'da öldürülen Taylan Özgür'ün yanına gömülme isteği, yerine getirilmez ve apar topar gömülür. İdamından sonra bayraklaşarak devrim mücadelesinin çok önemli bir sembolü oldu; bir çok sol örgüt başka konularda fikir ayrılıkları olmasına rağmen mutabık kaldıkları nadir konulardan birisi Deniz Gezmiş'in devrim önderliğidir.

15. yıl

9 Nisan 2011 Cumartesi

KP-İÖ Program ve Tüzük

Türkiye komünist hareketi yaklaşık 25 yıldır Türkiye devriminin asgari ve azami hedeflerini ortaya koyan ve mücadelenin damıtılarak yazılı hale getirilmesini sağlayan çeşitli dönemlerde program çalışmaları yaptı. Elbette proletaryanın açık ve nihai amaçlarını ortaya koyan ve uzun bir savaşımın pratiğinde denenerek ortaya çıkan gerçeklerin yazılı hale getirilmiş olan "Ne için mücadele yürütüyoruz", "Neyi amaçlıyoruz" başlığıyla proletarya ve emekçi yığınların kurtuluş yolunu gösteren dağınık devrimci güçlere üzerinde birleşip gelecek için daha bir kararlılıkla savaşacakları İbrahim Kaypakkaya'nın temelini attığı ve komünistlerin bin bir zorlu savaşım hatalarından, eksikliklerinden arındırarak bugünlere taşıdıkları Komünist Parti - İnşa Örgütü'nün programını tarihi bir belge niteliği taşıdığını düşünerek yayınlamayı devrimci bir görev bildik. Elbette bu program daha da geliştirilip, derinleştirmeye muhtaç yanlar taşımaktadır. İnanıyoruz ki sınıflar savaşımı bu eksiklikleri, yeniden yenilenmesi gereken yanları ortaya çıkaracak ve komünistler bu gerçekler ışığında mücadelelerine yön veren programlarını gözden geçirmekten geri kalmayacaklardır.

Lenin'den program üzerine: “…Elbette bir açıklamada olmadan, her işçi programda söylenenlerin hepsini anlamayacaktır. Marks ve Engels tarafından tamamlanan sosyal demokrasinin (komünistler) doktrinini yaratmak için birçok büyük sosyalist çalışmıştır; bütün ülkelerin işçileri, bizim yararlanmak istediğimiz tecrübeyi elde etmek için büyük mücadeleden geçmişlerdir. Bu yüzden işçiler, programın, onların mücadele sancağının her kelimesini anlamak için sosyal-demokrasinin öğretisini öğretmek zorundadırlar. Ve işçiler, sosyal-demokrat programı özel bir kolaylıkla anlıyorlar ve öğreniyorlar, çünkü o program, her düşünen işçinin gördükleri ve kazandıkları tecrübelerden söz ediyor. Programın ilk aşamasındaki “güçlük”ten korkup yılmasın. Her işçi daha fazla okudukça ve düşündükçe, mücadelede o kadar fazla tecrübe kazanacak, programı o kadar daha tam anlayacaktır.” (Kır Yoksulları, s.95)

"Program bir partinin elde etmek için uğrunda savaştığı her şeyi, açık, seçik ve kısa olarak ifade eden bir bildiridir. Sosyal-demokrat, parti bütün halkın bilmesi için açık ve kesin bir programı dile getiren bir partidir. Bütün emekçi halkı, burjuvazinin boyunduruğundan kurtarmak için savaşmayı gerçekten isteyen ve bu savaşın nasıl sürdürüleceğini doğru olarak anlayanlar böyle bir program hazırlamıştır." (Kır Yoksulları, Lenin, s.52)

KP-İÖ Kuruluş Bildirgesi: Neden ayrı yürüyoruz?

İşçiler, emekçiler, gençler, devrimciler, yoldaşlar…
Devrimci kamuoyunun da yakından bildiği gibi, bir dizi tartışmanın ve sancılı sürecin ardından, Türkiye Komünist İşçi Hareketi (TKİH) ve TKP/ML Hareketi Eylül 1994’te Birlik Kongresi'ni gerçekleştirerek, MLKP-K saflarında birleştiler. Birliğe birçok noktada eleştiri ve kaygısı olan bizler de, geçmiş sorunların geçmişte kalacağına olan inancımızla bu sürece katıldık.

Ne var ki, 11 aylık süreçte gördüğümüz o ki, geçmişte yaşanan olayların intikamı alınmaya, kadro politikasından sapılarak evet efendimcilik geliştirilmeye ve bazı kadrolara karşı tasfiyecilik politikası uygulamaya kondu. MLKP- K önderliği 'yeni tarz' adı altında bürokratizmi ve benmerkezciliği egemen kılarak, sosyalist demokrasi ve aleniyetçi geleneğimizi dumura uğrattı. Bütün bu olumsuzluklara karşı başlangıcından itibaren mücadele ederek, durumu düzeltmeye ve anti-demokratizme karşı durmaya çalıştık. Tüm iyi niyetli çaba ve uğraşılarımız MLKP-K önderliğince; ''önderliğe güvensizlik'', ''aşırı demokratizm'', ''eskiye takılıp kalmak'' ve "MLKP-K'lılaşamamak" olarak değerlendirildi, eleştiri ve uyarılarımıza kulak asılmadı ve kendini beğenmiş aydın bireyciliği içinde hareket ederek, kadrolar ve taban sürü olarak görüldü. Tartışma istemlerimiz: ''kişilerin kendi problemleri ve hazımsızlıkları'' olarak görüldü ve sorunları çözmeye yönelik çabalarımız ''örgüt ortamını kirletme'' olarak damgalanarak, pratik görevlerin büyüklüğü öne sürüldü ve tartışmalardan kaçıldı.

Yalancılık ve komploculuk burjuvazinin imdat frenidir, Kurtuluş’un kültürü burada ya senin kültürün ne MLKP?

Bütünüyle yaşamını ve varlığını yalan üzerine oturtan ve her geçen gün kuyruklu yalanları daha fazla açığa çıkan, devrimci akımlar arasında bile abartıcı ve yalancı olarak teşhir edilen MLKP çetelerinin yeni yalanlarıyla ilgilenmeyi uzun bir dönemdir bir yana itmiştik. Ne ki P. Doğrultu adlı derginin dokuzuncu sayısında çırılçıplak yalanları ve ahlaksızlığın sınır tanımaz bir durumda olduğunu görünce bu açıklamayı yapmayı devrimci sorumluluğumuzun bir gereği olarak gördük. "Boynuz kulağı geçer" misali, abartıcılık ve palavracılık da ders almış olduğu Aydınlık ve TDKP'yi geride bırakan MLKP çetelerinin bu yalanlarına çok yakın dostları bile "yeter diyerek" isyan etmek zorunda kaldılar.

Kurtuluş Dergisi'nin Gazi yıl dönümü sürecinde MLKP çetelerinin verdiği bilgiler ve yaptığı değerlendirmelere ilişkin veriler sunarak "neden yalan söylüyorsunuz, Gazi yürüyüşünde 2000 bin kişi yürüttük yazıyorsunuz, ama elimizde somut bilgiler var, bırak sen 2000 bin kişi yürütmeyi, bunun yarısı kadar bile kitle yürütmediniz anacak 500 kişi yürüttünüz" diyor. Palavracılar ordusunda tıs yok. Aynı değerlendirmeleri aşağı yukarı Özgür Gelecek, Partinin Sesi ve diğer dergilerde de görmek mümkündür.

Hatta Özgür Gelecek MLKP'nin kortejinin kimlerden oluştuğunu şu sözlerle dile getiriyor: "Mahallenin delisinin yüzüne maske takıp, eline şehitlerin resmini verip hallaç pamuğuna çevirten bir mantık, kendi taraftarları olmayan insanların eline maske verip MLKP milisi diye gösteren mantık." (Özgür Gelecek, Sayı: 93) Palavracılar ordusunda yine tıs yok. Propaganda da yalanı sanat ve kültür haline getirdin mi, akan sular bile durur. Buradan olarak Kurtuluş'un kültürü öylede ya senin kültürün nedir diye sormak zorunluluğu ortaya çıkıyor bu palavracılara.


KP-İÖ’nün I. Konferans Belgeleri'nden: "KP-İÖ’nün doğuşu ve gelişimi"

KP-İÖ, kökleri kitle çizgisi, birlik politikası, önderlik anlayışı ve hareketimizin sosyalist demokrasi geleneklerinin bugüne taşınmasına dek uzanmaktadır. Dahası KP-İÖ, her şeyiyle ve her yönüyle “Hareket”imizin sürdürücüsüdür. Birlik süreci öncesi tartışılan görüş ayrılıkları ve örgüt içi yaşam ve uygulamalar sorununda farklılıklarımız bütün kamuoyu ve yoldaşlarca az ya da çok biliniyor. Fakat birlik tartışmaları öncesi ve sonrası uzanan süreçte, eskiden beri Hareket geleneğinden kopmuş ve yaşamını bütünüyle birliğe bağlayan Hareket MK'sındaki oportünist kanat, gerçek görüş ve yaklaşımlarını hep gizli kapaklı olarak örgüte taşımaya çalıştı. Örgüt ortamına göre hareket eden Hareket’in değerlerinden bütünüyle kopmuş, birçok yönüyle çürümüş ve ahlaksız, yalancı bir konuma kaymış olan önderliğin oportünist kesimi, birçok sorunda ortak davranış içinde olarak ve örgüte karşı dolap çevirerek, geri kadro ve sempatizanlarımızı etkilemeye çalıştı.

Broşür: Gençlik ve Örgütlenmesi - 1

ÖNSÖZ YERİNE
1972’de İbrahim Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan komünist hareket 1975’de gençlik politikasının temellerini attı. Komünist hareket, daha politik bir hareket olarak doğuşuyla birlikte, bağımsız bir komünist gençlik hareketi yaratma perspektifine sahipti. 1978’de gelindiğinde, gençlik politikası; gençliğin öncü, cephesel ve mesleki örgütlerine ilişkin çizgi derinleştirildi, olgunlaştırıldı. 1988’de kuruluşu ilan edilen Genç Komünistler Hareketi (GKH), 1978’de olgunlaştırılan politikayı kendine rehber aldı ve günün politik koşullarına uygun geliştirmeye çalıştı. Ne ki oportünist birlik sonucu GKH dağıtıldı. Hareket’in M-L çizgisini sürdüren ve mirasına sahip çıkan Komünist Parti-İnşa Örgütü (KP-İÖ), Genç Komünistler Hareketi (GKH)’yı yeniden oluşturmak ve gençlik mücadelesine konsomolla müdahale etmek için uğraşıyor.

Gençlik, gelecekti. Geleceğin temsilcisi olan proletaryanın gençliği kazanmak istemesi doğaldır. Çünkü kapitalizmde gençliğin geleceği yoktur. Gençliğin geleceği sosyalizmdedir. Sosyalizmi ise kurmaya yetenekli tek sınıf proletaryadır. Bundan dolayıdır ki halk gençliği proletaryanın saflarında, Türkiye proletaryasının öncü politik kurmaylarından komünistlerin saflarında birleşmelidir.

Broşürde ortaya konulan politika, Genç Komünistler Hareketi’nin temel politikasını yansıtma tadır. Bu politika yalnızca Genç Komünistler Hareketi’nin değil, aynı zamanda, tüm devrimci ve sosyalist gençlerin eline verilmiş güçlü bir silahtır. Oportünizme, revizyonizme, reformizme karşı mücadelede bu Leninist silah kuvvetli bir biçimde kullanılmalı, gençlik, komünist hareketin saflarına kazanılmalıdır.

Broşür: Gençlik ve Örgütlenmesi - 2

II. Bölüm
Gençliğin Komünist Örgütlenmesi

Gençliğin komünist mücadelesi, komunist bir gençlik örgütlenmesini, zorunlu kılar. Gençliğin komünist örgütlen mesi, halk gençliğinin öncü politik örgütlenmesidir. Bu bağlamda konsomol örgütü, gençliğin en derin en mücadeleci, en bilinçli en fedakâr öğelerinin militan birliğidir.


Gençliğin komünist örgütlenmesi, proletarya partisinin ideolojik, siyasi öncülüğünü kabul eden, örgütsel bakımdan ise bağımsız bir örgütlenmedir. İdeolojik bağımlılık ilkesi, Lenin'in öncülüğünde, II. Enternasyonal oportünizmine karşı mücadele içerisinde onaya çıkmış, 1919'da III. Enternasyonal'in kuruluşuna paralel kurulan Komünist Gençlik Enternasyonal’inin kuruluşu ve geliştirilmesiyle derinleştirilmiş, doğruluğu kesin bir biçimde kanıtlanmış ve dünya komünist hareketinin gençlik politikasına yol göstermiş bir ilkedir. Genç Komünistler Hareketi’nin örgütlenmesine de bu Leninist ilke yön vermektedir.

İdeolojik bağımlılık; partinin ideolojik ve siyasi öncülüğünü tanıma, gençliğin komünist öncüsünün, partinin teorik, programatik, stratejik ve taktik çizgisini tanımasında somutlaşır. Parti çizgisinin propaganda ve ajitasyonunu sistemli bir biçimde yapmak, sosyalist gençlik örgütünün en önemli görevlerinden biridir.

Unutulmasınlar diye...

Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesinin ölümsüz neferleri, THKO’nun kurucu önderleri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan!

“... Bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler. Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir.”

1965'ten sonra, Türkiye'de gelişen gençlik hareketinin en önemli önderlerinden ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)'nun kurucu ve yöneticileri… Deniz, Yusuf ve Hüseyin(!) Deniz Gezmiş’in idam sehpasına çıkmadan önce yazdığı yukarıdaki sözler hâlâ unutulmadı. Sürgitinde gerçekleşen, sol hareket açısından birçok olumsuz gelişmeler bile o dönemin gençlik önderlerinin hatırasını silemedi. Sol cenah bir kenara, muhafazakâr veya sağcı kesimler bile onu sahiplenmeye çalıştı. Birileri için ateşli delikanlılık yıllarında anarşik faaliyetlere katılmış bir “fidan”; kimileri için bir masal kahramanı derekesine indirgenen bir film malzemesi olsa da, biz devrimciler için sorun, tereddüt etmeksizin mücadeleye atılmış bu önemli insanların siyasal hayatından gerekli dersleri çıkarmak ve bunu sınıf mücadelesi bağlamında değerlendirmek olmalıdır.

Türkiye, kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişimi sonucu, ileri kapitalist ülkelerin yaşadığı sanayileşme ve proleterleşme sürecini 2. Dünya Savaşı sonrasına sarkıtmıştı. Buna koşut gerçekleşen bir diğer süreç de kentleşmeydi. Kırsal alanda doğup büyüyen kuşak bir müddet sonra soluğu şehirde alıyordu. Kırın kapitalizm-öncesi pastoral hayatından çıkıp gelen insanlar, kapitalizmin sömürgen meta ekonomisi doğası karşısında doğal olarak yalpalıyordu.

Diğer yandan, bu dönem burjuvazi için de bir semirme dönemiydi. Sanayileşmenin beraberinde getirdiği aşırı sömürü, toplumdaki kutuplaşmayı da billurlaştırıyordu. Ne var ki, palazlanan, palazlandıkça da horozlanan burjuvazi karşısında işçi sınıfı da varlığını hissettiriyor, kendisini görmezden gelenlere ya da yeterli görmeyip yardımcı kuvvetler arayanlara, fiiliyatta bir yanıt vermeye hazırlanıyordu. Burjuva cumhuriyetinin ilk 30 yılında burjuvazinin kesinlikle görmezden geldiği işçi sınıfının ekonomik-sosyal talepleri, kendi niceliksel ve niteliksel artışıyla yasalarda da yansımasını bulmuştu. Görece demokratik ’61 anayasasının yarattığı ortamla ilk kez (kelimenin gerçek anlamıyla) nefes alan toplum, sol yayınlardan nasibini alıyor, parlamentoya temsilcilerini gönderiyor, 200 bin kişilik Saraçhane mitingleri düzenliyordu.

Uluslararası arenadaysa iki kutuplu dünyanın batı yakası, savaş-sonrasından itibaren yaşadığı ekonomik büyümenin son damlalarını tadıyordu. Savaş-sonrasında devrimci fırsatlar kaçırılmış, “refah devleti” de hareketin yavaşlamasına etkide bulunmuştu. Doğu yakasıysa 1960’lara kadar yaşadığı sıçramalı ekonomik yükselişleri bitirmişti. Artık dolmakalemin bile karaborsaya düşeceği günlere giden yolun önü açılmıştı. Bürokratik-despotik sınıf, bir on yıl önce Macaristan’da yaptığını bu kez de Çekoslovakya’da uyguluyordu. Yine arızi gelişmeler olarak ele alınması gereken başarılı gerilla-köylü mücadeleleri de devrimci mücadele açısından gündemdeki ağırlığını hissettiriyordu.

’68 olayları işte bu koşullar altında patlak verdi. İşçi sınıfıyla yan yana mücadele ettiğinde kendi gücünü katmerleşeceğini gösteren gençlik hareketi dünyanın dört bir yanını kasıp kavurdu. Düzenden bir şekliyle rahatsız olan kitleler bir kez daha görüşlerini kapı arkasında değil, sokak ortasında gösterdi. Gelgelelim, tıpkı önceki ve sonraki sayısız devrimci kabarış gibi bu da aynı kapıya çarptı: devrimci önderlik sorunu. Bu topraklardaysa gerçek “68 olayları” diğer ülkelerde inişe geçtiğinde geldi ama pir geldi. 15–16 Haziran ile işçi sınıfı devrimciliği yapmak isteyenler açısından sapla saman ayrılmıştı. “âlâ” kuramsal çatışmaların çözümüne yine pratikte ulaşılmış, burjuvazi pılı pırtısını bile toplayamadan şehir dışına kaçmıştı.
.
Ancak düzenden rahatsızlık duyan, değiştirmek için bir şeyler yapmak isteyen genç insanlar açısından bir alternatif olduğu bile söylenemezdi. Bu durumda, TİP’in düzen-içi yollarla kerte kerte ulaşılacak ve bir ucu güleryüzlü sosyalizm anlayışına dek uzanan parlamenter “sosyalizm” çizgisine de haliyle sıcak bakmayan veya o çizgiden kopan devrimciler için arayışlar söz konusuydu. Bu direngen enerjiyi yanlış yollarda heba etmeden sınıf mücadelesinin meşakkatli rotasında değerlendirecek, devrimci kadrolar haline dönüştürecek enternasyonalist bir partinin yokluğu bu süreçte sonuca götürücü bir rol oynadı. Tıpkı o gün olduğu gibi bugünün de temel sorunu budur. Ve bunun farkında olan bizler bugün çok daha şanslıyız. En ufak bir örnekle, bilimsel sosyalizmin kaynaklarına birinci elden ulaşabilmek artık mümkün. Kulaktan duyma veya ikinci kaynaklardan alıntı üzerinden devrimcilik yapmak zorunda değiliz. Sınıf mücadelesinin deneyimleri ışığında bugün bir an önce bir şeyler yapmanın anlamını, yani, önce bunu gerçekleştirecek, katalizör rolünü oynayacak o aracı yaratmak gerektiğini biliyoruz. Keza bu devrimci partinin yaratılması tıpkı o gün olduğu gibi bugün de yakıcı bir sorundur.
.
Bizim için bir diğer önemli çıkarımsa, öğrenci liderlerinin bu denli ön plana çıkmış olmasının yarattığı veya yaratabileceği yanılsamalardır. Tarihin çeşitli vesilelerle gösterdiği üzere kendinden menkul bir öğrenci hareketi düşünülemez. Biz komünistlerin görevi, Marx ve Engels’in uyardığı üzere, her türlü muhalefeti sınıf mücadelesi içerisine kazanmak olmalıdır. Aksi takdirde bunların yalıtık ve güdük kalacağı muhakkaktır. İşçi sınıfı hareketinden kopuk olmayan öğrenci hareketi gerçek gizil gücünü ancak bu şekilde gösterecektir. Devrimciler açısından Deniz, Yusuf, Hüseyin ve diğer devrimcilerin mücadeleci hatıralarının yaşatılması da mücadele etmek anlamına gelmelidir. Zira bu devrimci değerlere sahip çıkmak da yine ve ancak fiiliyatta mümkündür.
.
SON SÖZLERİ... .
Deniz Gezmiş: “Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun emperyalizm!”
.
Yusuf Aslan: “Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum! Sizler bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz! Biz halkımızın hizmetindeyiz, sizler Amerika’nın hizmetindesiniz! Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!”
.
Hüseyin İnan: “Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım! Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım! Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum! Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm!”

Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi lideri, Marksist-Leninist devrimci önder Mahir Çayan

Samsun doğumlu olan Mahir Çayan ortaokul ve lise dönemlerini Haydarpaşa Lisesi'nde yani İstanbul'da geçirdi. 1963'te İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu. Ertesi yıl Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğrenimine devam etti. Bu dönemde TİP ve FKF'ye (Fikir Kulüpleri Federasyonu) bağlı olan SBF (Siyasal Bilgiler Fakültesi) Fikir Kulübüne girdi. 1965'te bu kulübün başkanlığını da üstlendi.

1967'de kısa süreliğine Fransa'ya gitti. Buradaki sosyalist hareketlerin genel seyri ve içinde bulundukları tartışmaları izledi. 1968'deki 6. Filo eylemlerine İzmir'de katıldı ve gözaltına alındı. Bu dönemde Türkiye İşçi Partisi (TİP) içinde başlayan Mihri Belli'nin savunduğu Milli Demokratik Devrim tartışmaların içerisinde ve daha sonra kurulan THKP-C'nin önder kadrosunda bulundu. Bu tartışma sürecinde TİP adına Zonguldak Ereğlisi'nde çalışmalar yürüttü.

Bu geziden sonra ideolojik olarak Milli Demokratik Devrim saflarında yer aldı. TİP ile olan temel ayrılığı devrim sorunu olarak tarifler. Fransa'da bulunduğu süreçte Latin Amerika silahlı (fokoist) mücadelerinden etkilenir. TİP'i bu süreçte yasalcılıkla suçlar, Türkiye'deki devrim sürecinin ancak silahlı bir mücadeleyle ve kendi özgül koşullarının tespit edilmesiyle olabileceğini savunur. Bu görüşe daha yakın olan Türk Solu ve Aydınlık dergilerinde yazılar yazar. Bu dönemde yazdığı önemli yazıları "Revizyonizmin Keskin Kokusu 1", "Revizyonizmin Keskin Kokusu 2" ve "Aren Oportünizminin Niteliği" dir.

1969 yılında Ankara'da yapılan ve adını DEV-GENÇ (Devrimci Gençlik Federasyonu) olarak değiştirdiği toplantıda, Türkiye sosyalist hareketinin seyrini değiştirir. 1971 yılında yapılan TİP kongresine katılmamış, TİP ve kendi çalışma çevresinden öğrenci ve işçilerle birlikte bir toplantı örgütler. Mihri Belli ile olan ayrılıkları iyice ortaya çıkmış olmasıyla birlikte yolunu Milli Demokratik Devrim (MDD) sürecinden ayırarak, önce "genç subayların" askeri darbe yapmasını beklemek yerine halk ihtilali için silahlı propaganda faaliyetlerine başlar. Bu ayrışmanın temel noktası, aslında MDD tespitinin TİP yasalcılığının başka bir versiyonu olduğu görüşüdür. O dönemde Türkiye devrim sürecini Kesintisiz Devrim I-II-III broşürlerinde dile getirir. Türkiye'nin sahip olduğu yapıyı oligarşi olarak tanımlar. Ek olarak da "Türkiye'deki geçmişe nazaran refah seviyesinin artması ile birlikte devlet ve halk arasında bir denge vardır," demiş ve bu dengeyi suni denge olarak adlandırmıştır. Suni dengeyi de bozmanın ancak silahlı mücadele ile olacağını savunmuştur.

Bu süreçte Münir Ramazan Aktolga ve Yusuf Küpeli ile birlikte THKP-C'nin kuruluş çalışmalarını sürdürür. Örgütün diğer önemli isimleri arasında; Ertuğrul Kürkçü, İlhami Aras, Ulaş Bardakçı ve Hüseyin Cevahir yer alır. Şehir gerillası modellini benimseyen Mahir Çayan buna uygun silahlı eylemlerin planlanmasında ve gerçekleştirilmesinde bizzat bulunur. Çalışmalarını sürdürmek için Şubat 1971'de İstanbul'a geçen Mahir Çayan burada da silahlı eylemlere devam eder. 1 Haziran 1971'de kaldıkları evden kaçarken polisle girdikleri çatışmada Hüseyin Cevahir öldürülür, Mahir Çayan yaralı olarak ele geçirilir. Daha sonra arkadaşlarıyla birlikte Kartal Maltepe Askeri Cezaevi'nden kaçan Mahir Çayan bir süre İstanbul'da saklanır. Ocak 1972'de THKO ile ortak eylem kararı alarak arkadaşları ile birlikte Fatsa'ya geçer. Mart 1972'de Ünye radar istasyonunda çalışan 3 İngiltereli teknisyeni kaçırır ve karşılığında THKO (Türkiye Halkın Kurtuluş Ordusu) önderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın serbest bırakılmasını ister. Niksar'ın Kızıldere köyünde jandarmayla girdikleri çatışmada dava arkadaşları ile beraber öldürülür. Çatışmadan sadece Ertuğrul Kürkçü sağ çıkar.

Dev-Genç'in tarihi: Sosyalist Zemin

YazılarıAren Oportünizminin Niteliği
Revizyonizmin Keskin Kokusu I
Revizyonizmin Keskin Kokusu II
Sağ Sapma, Devrimci Pratik ve Teori
Yeni Oportünizmin Niteliği Üzerine
ASD'ye Açık Mektup
Yayın Politikamız
Devrimde Sınıfların Mevzilenmesi
Kesintisiz Devrim I
Kesintisiz Devrim II-III
Toplu Yazıları
İbrahim Kaypakkaya

TKP/M-L Hareketi’nin kurucusu ve önder İbrahim Kaypakkaya

1949 yılında Çorum'da doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra Hasanoğlan Öğretmen Okulu'na girdi. Burayı bitirdikten sonra İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu'na başladı. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi-Fizik Bölümü öğrencisi olan Kaypakkaya, sol düşüncelerle burada tanıştı. Mart 1968'de Çapa Fikir Kulübü'nün kurucuları arasında yer aldı. Çapa Fikir Kulübü'nün başkanı olan Kaypakkaya, 6. Filo'ya karşı bildiri yayınladığı gerekçesiyle Kasım 1968'de okuldan atıldı. FKF ve TİP içinde ortaya çıkan ayrışmada MDD kesiminde yer aldı. İşçi-Köylü gazetesinin İstanbul’daki bürosunda çalışan Kaypakkaya, Aydınlık ve Türk Solu dergilerine yazılar yazdı. Aydınlık içinde meydana gelen ayrışmada Doğu Perinçek'in başını çektiği PDA saflarında yer aldı. 1972 yılına kadar PDA (TİİKP) saflarında çalıştı ve DABK üyesi olarak görev yaptı. Bu tarihte PDA oportünistleriyle yolları ayrıldı. Doğu Perinçek ve çevresinin revizyonist ve oportünist olduklarını söyleyen Kaypakkaya, ayrılık sonrasında TKP/ML-Hareketini kurdu.
.
TKP/ML Hareketinin faaliyetlerini yoğunlaştırdığı Dersim bölgesinde mücadele ederken, 24 Ocak 1973'de Vartinik mezrasında faşist diktatörlüğün resmi güçleri tarafından etrafi sarıldı. Çatışma sırasında Ali Haydar Yıldız yoldaş şehit düşerken, Kaypakkaya yoldaş yaralı olarak çatışma alanından uzaklaştı. Ancak beş gün sonra kendisinin kaldığı köydeki bir öğretmenin ihbarıyla yakalandı. Dört ay süren işkencelerde hiçbir şeyi kabul etmedi ve bu işkenceler sonucu 18 Mayıs 1973'de şehit düştü..
.
18 MAYIS TARİHTİR UNUTMA!
KOMÜNİST ÖNDER KAYPAKKAYA YOLDAŞ ÖLÜMSÜZDÜR!
Bilindiği gibi 18 Mayıs, Türkiye işçi sınıfının tarihsel yürüyüşünün, sınıfsız toplum yaratma yolunun aydınlatıcısı ve komünist militanların yüreklerinde devrime olan inancın bitmez tükenmez dinamosu TKP/ML Hareketinin kurucu önderi komünist İbrahim Kaypakkaya yoldaşın faşist diktatörlüğün eli kanlı cellatlarınca Diyarbakır zindanlarında 3.5 ay süren ağır işkenceler sonucu 1973 yılında hunharca katledildiği gündür. Komünist önder yoldaşı kaybedeli 35. yıl oldu. Faşist karşı devrimin tüm unutturma ve yok sayma çabalarına, oportünistlerin dogmatik ve inkârcı yaklaşımlarına karşın Kaypakkaya yoldaş devrimci teori ve pratiğin adı olduğu gibi komünist hareketi yeniden ayakları üzerine dikerek tabuları kırıp ön acıcı olmanın da kutup yıldızı olmuştur.

İşte bunun içindir ki tarihte kimi anlar vardır ki, kazanma ile kaybetme, var olma ile yok olma, yücelme ile cüceleşme gerçekliği paradoksal bir biçimde iç içe geçer ve yaşanır. Bu tarihsel süreçlerde bilinmezlik, kaygı, ürkeklik, korku, tedirginlik had safhaya ulaşır. Duygular mecrasını kaybeder, bilinç dumura uğrar, yürek atışları ritmini yitirir, ruhsal ve düşünsel yoğunlaşma çözüldükçe derinleşir.

Önder kişiliklerin temel özelliklerinden biri; olayları herkesten önce tespit edip görmek, sorgulayıp analiz ederek bilince çıkarmaktır. Acılar içinde kıvranma, korkunç trajediler yaşama onların vazgeçilmez kaderleridir adeta. İnsanlığa yol gösterme, çıkış kapılarını açma, zifiri karanlıkta ışık olma, dertlere derman, körlere göz, sağırlara kulak olma; herkesin, çağın, hatta tüm insanlığın acılarına ortak olma ve tüm bunları bir anda duyma, hissetme, etinde-kemiğinde yaşama, onlar için olmazsa olmaz bir özelliktir bir anlamda.

Genel olarak önder olmak zordur, ama bazı koşullarda daha da zordur. 12 Mart 1971 faşist darbesinin ardında Diyarbakır işkence hanelerinde ise çok daha zordu. Hele hele, o vahşet koşullarında, o cehennem ortamında, yüzlerce devrimci ve Kürt emekçisinin işkence tezgâhlarına çekildiği fırtınalı günlerde önder olmak sözcüklerle ifade edilemeyecek kadar daha da zordu. Öyle anlar vardır ki, tarihin bütün handikaplarını içinde barındıran, olumlu-olumsuz bütün birikimleri bağrında toplayan bir bütünden kopuşu sağlayabilmek devrimci görevlerin en büyüğü olabilir. Böylesi tarihsel anlar, sonraki gelişmelerin önünü açan, yeni bir başlangıcı muştulayan tarihi dönemeçlerdir. Türkiye komünist hareketi için de, devrimci-komünizmin, Marksizm-Leninizm’in Türkiye topraklarına sağlamca ayak basmasının bir başka ifadesidir Nisan 1972 yılı İbrahim yoldaş ve 1972 yılı; pratikten soyutlanmış ve masa başında üretilen teorilerin devrime hiç bir katkısının olmadığını, tam tersine köstekleyici ve kafa karıştırıcı olduğunu, demiri tavında dövmek için ve bazı yengilerden daha çok kazanımlar bırakan bir yenilgi pahasına, Türkiye devrimci ve komünist hareketinin başlama vuruşudur da aynı zamanda.

Rahatlıkla ve övünerek söyleyebiliriz ki, çokça sözü edilen ama bir türlü yakalanamayan "Amerikan pratiği"nin ve "Rus devrimci atılımı"nın Türkçeleştirilmiş bir biçimidir Kaypakkaya’nın önderliğindeki komünist atılımı. Mesele, tarihin o anında o tür bir şekillenmeye uğrayan pratiğin militanlaştırılmasını, bugün daha üst bir düzeyde tekrarlayabilmek maharetini gösterebilmek, devrimin önderlik sorununa kilitlenmek önümüzdeki en devrimci görevlerimizden biridir. Bunun içindir ki 18 Mayısın tarih olduğunu ve ondan öğrenerek ileri atılım yapılacağını unutmadan Kaypakkaya yoldaşın teori ve pratiğinden öğrenip onun gibi teori ile pratiğin birliğini sağlayan bir hatta yürüyerek, yarım bıraktıklarını tamamlamak için canla, başla çalışmalıyız.

İşte bunu içindir ki, 18 Mayıs tarihtir unutmamalıyız ve bu tarihten öğrenerek daha bir inançla ve inatla sömürü ve zulmü yere çalarak, demokrasi, özgürlük ve sosyalizmi kurmak için savaşmalıyız.

İnşacılar olarak; işkencede katledilişinin 35. yıldönümünde Komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşı anarken, O’nu azizleştiren dogmatizme ve ya da O’nu inkar eden mukememliyetçilik altında tasfiyeciliğin her türüne karşı O’nun komünist mirasına sahip çıkıp, O’nun izinde yürüyerek devrimin Türkiyesini yaratma savaşımını körükleyeceğiz. Ona layık olmanın da buradan geçtiğini biliyoruz. O halde, 18 Mayıs tarihtir bu komünist direniş tarihini unutmayacağız ve unutturmayacağız, hesap sorma sorma bilincini hep taze tutacağız.

18 Mayıs tarihtir unutma!
Tarihte öğren inatla savaş!
Komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaş ölümsüzdür!
Faşizme ölüm halka özgürlük!
Yaşasın proletarya enternasyonalizmi!
Yaşasın devrim ve sosyalizm mücadelemiz!