30 Mart 2021 Salı

“Sandık cinayeti” olayı ve Garbis Altınoğlu’na yönelik mesnetsiz iddialar üzerine!

Facebook’ta Celal Ünsal Devrimci 78'liler Federasyonu adına Adil ve Sami Ovalıoğlu'uyla ilgili bir paylaşım yaptı. Celal Ünsal bir başka kişinin aşağıdaki paylaşımını olduğu gibi kabul edip aktarıyor: "Adil Ovalıoğlu 12 Haziran 1972 tarihinde işbirlikçilerin kontra ile planlı cinayetinde katledildi. (Bavul Cinayeti), Sami Ovalıoğlu 29 Mart 1976 tarihinde okulu Yükseliş'in önünde, aralarında Abdullah Çatlı'nın da olduğu faşistler tarafından katledildi. Anılarına saygıyla. Uğur Yıldız."

Kuşku yok ki hem Sami Ovaloğlu'nun ve hem de Adil Ovaloğlu'nun anılması, katledilmelerinin lanetlenmesi ve unutulmaması bakımında oldukça önemli. Ne ki olayları doğru olarak aktarmak ilkesel bir tutum ve dürüst olmanın başıdır. Aynı zamanda bilmeden biliyormuş gibi kalem oynatmak, hiçte doğru ve devrim-sosyalizm mücadelemize yarar sağlayan bir durumda değildir.

Burada bizim karşı çıkıp eleştirdiğimiz, Adil Ovalıoğlu'nun öldürülmesine dair verilen bilgidir. Uğur Yıldız adlı kişi, sanırız ki tarihe "sandık cinayeti" olarak geçen karşı-devrimci bir eylem olarak görülüp mahkum edilen bir olaya dair doğru olmayan, çarpıtılmış bilgi veriyor ve bunu da bir kurum adına Celal Ünsal, Devrimci 78’lilerden bir arkadaş olduğu gibi sahiplenerek gerçekmiş gibi aktarıyor. Peki, ne diyor Uğur Yıldız. " Adil Ovaloğlu 12 Haziran 1972 tarihinde işbirlikçilerin kontra ile planlı cinayetinde katledildi. (Bavul Cinayeti)"

Yani 12 Haziran 1972 yılında Adil Ovaloğlu’nun komplocu bir şekilde karşı-devrimci bir eylemle katledilmesini “işbirlikçi kontracılar ile planlı cinayetinde katledildi” diyerek olayı devlet ile işbirliği içinde olanlar tarafından gerçekleştirildiğini iddia ediyor.

Aslında Adil Ovaloğlu’nun komplocu bir şekilde katledilmesinin sorumlusu başında Garbis Altınoğlu’nun bulunduğu küçük bir grup olan Robert Kolejlilerdir. Kamuoyunca “Sandık cinayeti” olarak bilinen olaya dair bir kısım arkadaşlar ciddi bir araştırma-sorgulama yapmadan gözünü kapalı bir şekilde yalınızca burjuva basını ve PDA-Aydınlık karşı devrimcilerinin yazıp-çizdiklerine dayanarak, hiçte gerçekçi olmayan, önyargıyı körükleyen değerlendirmeler yaparak hatta olayı, “işbirlikçi kontracılarla planlı cinayet” karalamasına kadar taşımaları olumsuz bir yaklaşımdır.

Hatırlanacağı üzere yıllar öncesinde PDA-Aydınlıkçıların o zaman çıkardığı Halkın Sesi gazetesinde, TKP-Ml Hareketi’ni karalamak için “Sandık cinayeti”ni de gündeme getirmiş ve kirli propaganda yapmaktan geri kalmamıştı. Bunun üzerine Halkın Birliği’nin 28 Mart 1978 tarihli 31. sayısında hem gazete ve hem de Garbis Altınoğlu bu karşı-devrimci kampanyaya yanıt vermişti. Olay örgüt içi mücadele de doğru devrimci yöntemler yerine burjuva-küçük burjuvazin komplocu yöntemlerinin uygulanmasıyla bağlantılı karşı devrime hizmet eden bir olay olması nedeniyle hem komünist hareketimizi ve hem de o dönemde komünist hareketin bir savaşçısı olan Garbis Altınoğlu tarafından hiç kimsenin sağa sola çekmeyeceği netlik içinde özeleştirisi yapılarak mahkum edilmiş ve emekçi yığınlarla paylaşılmış bir olaydır. Yani “sandık cinayetinin gizemli herhangi bir özelliği yoktur ve olayın nasıl gerçekleştiği ve neden ve neiçinleri ortaya konmuştur.

Buradan olarak, “Sandık cinayetini” devletin kontracılarıyla işbirliği içinde bir olay olarak gösteren-gösteren arkadaşlar farkında olsunlar ya da olmasınlar nesnel olarak olaya dair özeleştiri yaparak mahkum eden ve daha sonrasında yaşamını devrim ve sosyalizm mücadelesine adamış olan Garbis Altınoğlu’nu şaibe altında bırakan önyargılı ve hatalı değerlendirmeler içinde hareket etmektedirler. Garbis Altınoğlu 2 yıl önce yaşama veda etti. Bu bakımdan bu mesnetsiz iddialara yanıt vermesi mümkün değildir. Yalnız bir dönem birlikte mücadele yürütmüş yoldaşları olarak Garbis Altınoğlu'na yönelik bazı kişilerin yapmış olduğu yapan arkadaşları özeleştiri yaparak, hayal mahsulü savlarından vazgeçmemeye davet ediyoruz.

Halkın Birliği
30 Mart 2021

Garbis Altınoğlu’nun, 1978 yılında Halkın Birliği Dergisi kanalıyla devrimci kamuoyunu aydınlatmak amacıyla yapmış olduğu, her şey netçe ortaya koyan değerlendirmeyi yayınlıyoruz.

Garbis Altınoğlu’nun açıklaması
“Halkın Sesi” dergisi, 148. sayısında kamuoyunda “Sandık cinayeti” diye bilinen olaydaki rolüm nedeniyle bana ve bu vesileyle aynı zamanda proleter devrimci harekete saldırmaktadır. Halkın Sesi oportünistlerinin bu meseleyi gündeme getirirken güttükleri amaç bellidir. Proleter devrimci hareketin kendilerine karşı sürdürdüğü yoğun ideolojik mücadelenin baskısından kurtulmak, dikkatleri kendilerini bunaltan ve ezen bu ideolojik-siyasi mücadeleden saptırarak tartışmayı başka alanlara çekmek. Halkın Sesi oportünistlerinin bu karşı-devrimci manevrasına dikkati çekerken, bu vesileden yararlanarak bazı gerçekleri ortaya koymak ve karanlıkta kalmış olan bazı noktaları aydınlatmak istiyorum.

Ben ve bağlı olduğum grup, PDA oportünistlerine ve onların sağcı, teslimiyetçi çizgisine karşı 1970’den itibaren mücadele etmiştik. Ancak küçük-burjuva sınıf karakterimiz, aydın yapımız, Marksizm-Leninizm'i kavrayışımızdaki eksiklerimiz, siyasi ve örgütsel alanlardaki tecrübesizliklerimiz nedeniyle birçok hatalar işledik. Bunların içinde en büyüğü ve maalesef telafi edilmesi mümkün olmayanı da Adil Ovalıoğlu’nun öldürülmesidir.

O dönemlerde PDA oportünistlerinin sağcı ve teslimiyetçi çizgisine karşı çıkarken, bizde çeşitli “sol” anlayışlar gelişmişti. Bunda, o zamanlar bizi derinden etkileyen Hindistan Komünist Partisi (M-L) ve onun önderi Çaru Mazumdar’ın “sol” oportünist görüşlerinin ve PDA oportünizmine karşı duyduğumuz tepkinin önemli bir payı vardı. Ancak bu hatalara düşmede belirleyici olan, iç etken, yani bizim küçük-burjuva sınıf karakterimizdi. Hatalı anlayışlarımızı, kısaca şöyle sayabiliriz:

1) Ülkemizde silahlı mücadele şartlarının var olduğunu ve Marksist-Leninistlerin bu mücadele biçimini ta ilk baştan temel alması gerektiğini düşünüyorduk. Türkiye’nin somut bir tahlilini yapmıyor; Çin, Vietnam ve Hindistan’daki Marksist-Leninistlerin görüşlerinin olduğu gibi ülkemizde uygulanması gerektiği inancını taşıyorduk. Bu hata dogmatizmden kaynaklanıyordu.

2) Silahlı mücadelenin temel alınması gerektiğini ileri sürmekle kalmayıp, onun tek mücadele biçimi olması gerektiğini, diğer mücadele biçimlerinin çağımızda eskimiş ve modası geçmiş, kitlelerce aşılmış olduğunu düşünüyorduk. Bu nedenle, kitle mücadeleleri örgütlemenin, kitle örgütlerinde çalışmanın ve devrimci yayın faaliyeti sürdürmenin yanlış olduğunu, bunun bizi oportünist ve revizyonist yola sokacağını düşünüyorduk.

3) Proletarya partisinin uzun bir süreç içinde, silahlı mücadelenin ateşi içinde tedricen inşa olacağına inanıyorduk. Aslında bu noktada, proletarya partisinin kurulması ile onun inşası gibi iki farklı (ilişkili olmakla birlikte) şey birbirine karıştırılıyordu. Bundan dolayı mücadelenin başında belirli bir programı, tüzüğü, örgütsel yapısı ve örgütsel işleyiş kuralları (demokratik merkeziyetçilik, kolektif yönetim, eleştiri-özeleştiri vb.) olan bir devrimci örgütün kurulmasını gereksiz görüyorduk. Bu anlayış, örgütsel alanda belirsizliğe ve laçkalığa yol açtığı gibi, körü körüne itaati ve bürokratizmi de yerleştiriyordu.

4) Oportünizme ve revizyonizme karşı mücadeleler konusunda hatalı, aşırı sol anlayışlara sahiptik. Bu gibi unsurlara karşı mücadelenin ideolojik-siyasi mücadele ile sınırlı kalamayacağını, onlara karşı da silahlı mücadele yönteminin uygulanabileceğini düşünüyorduk. Bu hatalı anlayışı pekiştiren iki yan etken vardı: Birincisi, yanlış bir illegalite ve gizlilik anlayışı (gizliliğin önemini abartma); ikincisi, mücadelenin ta ilk baştan silahlı mücadele biçimini alacağı görüşü idi.

5) Kitlelerle bağ kurma konusunda ise sıfırdan başlama anlayışına sahiptik. Yani belli bir kitle temelinin, belli bir devrimci mirasın olduğu alanlara yönelmiyor, kendi çabamızla kuracağımız yeni kitle bağlarını esas almamız gerektiğini düşünüyorduk. Ayrıca kitlelerle ve onların ileri unsurlarıyla mücadele içinde bağ kurmayı hedef almak yerine, işçi ve emekçilerle üretimde birlikte çalışarak bağ kurmayı esas alıyorduk.

Adil Ovalıoğlu’nun öldürülmesi meselesine gelince, Adil ile grubumuzdaki bazı kişiler arasında bazı teorik ve pratik konularda yer yer tartışmalar olmuş ve bu tartışmalar belirli bir gerginlik yaratmıştı. Bu tartışmalarda ben de Adil’in karşısında yer almıştım. Öte yandan Adil’in grubumuzdan habersiz bir biçimde, değişik kişi ve gruplarla ilişki kurma ve tek başına hareket etme eğilimi vardı. O şartlarda, sahip olduğumuz aşırı sübjektivizmin bizi Adil’in örgüt yıkıcılığı yaptığı ya da örgütün yönetimini tek başına kendi eline alma eğilimi taşıdığı sonucuna götürmesi hiç de zor olmadı. O zaman Adil ile ilişkilerimizin kesilmesine rağmen, benim bildiğim kadarıyla o dönemde Adil’in öldürülmesi yolunda herhangi bir karar alınmadı. Ancak, Adil gibi davranan kişilerin öldürülebileceği ve öldürülmesi gerektiği anlayışı hepimizde vardı.

Ben 10 Nisan 1972’de Kayseri’de yakalandım. Cinayetin işlendiği 12 Haziran 1972 günü Mamak Askeri Cezaevi’nde tutuklu bulunuyordum. Adil’in öldürüleceğinden haberim yoktu. Bununla birlikte, söz konusu grubun yöneticilerinden biri olduğum için kendimi bu cinayetin birinci derecede sorumlularından birisi olarak görüyorum. Adil Ovalıoğlu’nun öldürülmesi karşı-devrimci bir eylemdir. Ancak bu olayı değerlendirirken (diğer bütün hataların değerlendirilmesinde olduğu gibi) yalnızca kişilerin sorumluluğu üzerinde durulmamalı, bu hataya yol açan siyasi ve toplumsal etmenler de göz önüne alınmalıdır. Bu olayın bütün devrimcilere olumsuz örnek yoluyla öğretici olması gerektiğine, kendim de bu ağır hatanın bedelini Türkiye halkına ve Türkiye devrimine canla başla hizmet ederek ödeyebileceğime inanıyorum.

Halkın Sesi’nin değindiği diğer bazı noktalara gelince. Birincisi, bu oportünistler cinayetten bizim grubumuzu değil de proleter devrimci hareketin sorumlu olduğu izlenimini yaymak istiyorlar. Böylelikle, onlar bu karşı-devrimci eylemi mahkûm etme sis perdesi altında bu olayla hiçbir ilgisi bulunmayan proleter devrimci hareketi karalamaya çalışıyorlar. İkincisi, ben mahkemede bu cinayeti doğru ve haklı gördüğümü söyledim. Bunun nedeni benim meseleye küçük-burjuva maceracı bir tarzda yaklaşmam ve olayın benim üzerimdeki manevi baskısıydı. Olaya sahip çıkmayıp, bunun karşı-devrimci bir eylem olduğunu söylemenin kendimi kabahatsiz göstermek ve kendi paçamı kurtarmaya çalışmak anlamına geleceğini, devrimcilerin burjuva mahkemesi önünde özeleştiri yapmayacağını düşünüyordum. Aslında, o dönemde cezaevinde bir özeleştiri hazırlamış ve bu özeleştiriyi çeşitli devrimci gruplardan arkadaşların yanı sıra, PDA oportünistlerine de vermiştim. Bu özeleştiride, diğer hatalarımızın yanı sıra, Adil Ovalıoğlu’nun öldürülmesi konusu da (yetersiz olmakla birlikte) ele alınmış ve olay “vahim bir hata” olarak nitelendirilmişti.

Çift ifadem olduğu ve karanlık bir kişiyi gizlediğim iddiasına gelelim. Ben polis sorgusu sırasında iki kişinin adını vermiştim. Daha sonra polis, ifademi yazılı hale getirirken bunları yazmadı. Ben bunun nedenini bilmiyorum. O zaman polisin, bu kişilerin tutuklanması için yeterli neden ve delil bulmadığını sanıyordum. Halkın Sesi, bu kişilerin ajan olduğunu ve benim bunları (bir pazarlık sonucu) himaye ettiğimi ima etmektedir. Eğer Halkın Sesi’nin bu kişiler hakkında herhangi bir bilgisi varsa bunu açıklamalıdır.

Halkın Sesi oportünistleri bugün MİT’in hizmet ettiği hakim sınıflar ve emperyalistlerle işbirliğini teoride ve pratikte açıkça savunarak karşı-devrimci bir çizgide yürümektedirler. Onların bütün lafları ve oyunları bu niteliğini gizleyemez.

Halkın Birliği, 28 Mart 1978, Sayı: 31.

Hiç yorum yok: