3 Haziran 2019 Pazartesi

Enternasyonal devrimci Nâzım Hikmet'i anarken

Nâzım Hikmet Ran, çok yönlü bir sanat insanıydı. Şiir, roman ve tiyatro oyunlarının yanı sıra resimle de yakından ilgileniyordu. Fakat onun sanatla olan bağını temellendirip güçlendiren şairliği olmuştu. Ve o bağ, her geçen dönem daha da güçlenmiş, kendisinden sonraki şairleri de etkilemişti. Hapishaneler, yasaklar, baskılar ve sürgün onu hiçbir zaman şiirinden geriye düşüremedi. Aynı şekilde sanatından da. Şiirlerini yazdı, resimlerini çizdi ve yaşadı. Kendi ömrünün güzelliğini hiçbir zaman soldurmadan, umutsuzluğa kapılmadan ve doğru bildiği sözleri söylemekten sakınmadan.

Nâzım Hikmet 17 Ocak 1902'de Selanik'te doğdu.  Doğduğu esnada Babası Hikmet Bey, Selanik’te Hariciye Nezareti’nde memur idi.

Ailesi ve seceresi
Nazım Hikmet'in babası Hikmet Bey, Galatarasay Lisesi (Mekteb-i Sultani) den mezun olmuş, önceleri ticaretle uğraşmış daha sonra da Dışişleri'nde çalışmış Matbuat Umum müdürlüğü ve Hamburg konsolosluğu yapmış bir devlet adamıydı.  

Annesi Celile Hanım ise eğitimci Hasan Enver Paşa'nın kızıdır. Hasan Enver Paşa, Polonya'dan 1848 ‘de Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden, Osmanlı vatandaşı olunca Mustafa Celalettin Paşa adını alan Konstantin Borzecki'nin oğludur. Mustafa Celaleddin Paşa subay olarak görev yapmış ve Türk tarihi üzerine önemli bir eser olan 'Les Turcs anciens et modernes' (Eski ve yeni Türkler) kitabını yazmıştır. Celile Hanım'ın annesi ise Alman kökenli Osmanlı generali Mehmet Ali Paşa'nın (Karl Detroit) kızı olan Leyla Hanım'dır. Celile Hanım'ın kız kardeşi Münevver Hanım, şair Oktay Rifat'ın annesidir. Bu yüzden Nâzım Hikmet ile Oktay Rıfat teyze çocuklarıdır. Annesi Celile Hanım, iyi bir eğitim görmüş piyano çalmayı, Fransızcayı ve resim yapmayı iyi bilen bir kadındır. Nâzım ailenin dört çocuğundan biridir. Diğer kardeşleri ise Samiye, Piraye ve Seyda’dır. Kardeşi İbrahim Ali, kuşpalazından hayatını kaybetmiştir.

Tahsil hayatı  ve deniz subaylığı dönemi
Baba tarafından Dedesi Nâzım Paşa Selanik, Diyarbakır, Halep, Konya ve Sivas valilikleri yapmış olan şair ruhlu bir Osmanlı Paşasıdır. Nâzım Hikmet’in babası memuriyetten ayrılıp ve ailece Halep' te vali olan, Nâzım’ın dedesinin yanın da ticaret yapmaya gider. Orada yeni bir iş ve hayat kurmaya çalışır ama başarısız olunca İstanbul'a gelir.  Hikmet Bey'in İstanbul'daki iş kurma denemeleri de iflasla sonuçlanır.  Bu yüzden iyi düzeyde Fransızca bildiğinden hiç sevemediği halde memuriyet hayatına dönmek zorunda kalmıştır.

Nazım Hikmet şiir dedesi Nâzım Bey’in telkinleri ile sevmiştir. Mehmet Nâzım Paşa Mevlevi tarikatına bağlı ve Mithat Paşa'nın yakın arkadaşlarından bir devlet adamıdır.  Nazım Hikmet ilkokul ikinci, üçüncü sınıfta iken Paşa dedesinin yanında Halep’te kalmıştır. 

İlköğrenimini  İstanbul'da Göztepe Taşmektep, Galatasaray Lisesi ilk bölümü (1914), Nişantaşı Numune Mektebi'nde tamamlamıştı. Mekteb-i Sultani'nin orta bölümünde okurken yakın ve kader arkadaşı olan Vala Nureddin ile tanışmıştı.

 İlk şiiri olan Feryad-ı Vatanı 3 Temmuz 1913'te Göztepe Taşmektep’te ortaokuluna bile daha başlamadan yazıp yayımlamıştı. Bu şiiri yazdığında henüz 12 yaşındaydı. "Bir Bahriyelinin Ağzından" adlı bu Şiirini bir aile meclisinde Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın huzurunda okur. Bahriye Nazırı Cemal Paşa' annesi Celile Hanım ve babası Hikmet Bey’e  “Bu çocuğu deniz harp okuluna yollayın “der. Bu öğüdün üzerine Heybeliada Bahriye Mektebi'ne kaydedilir.

Deniz Harp Okulu’na "Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Şahâne” de öğrenci iken Lisedeki hocaları arasında: Yahya Kemal, Ahmet Hamdi(Akseki), İbrahim Aşki Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi meşhur isimler öğretmenlik yapıyordu. Kimi kaynaklara göre Nazım Hikmet kendi evlerinde Yahya Kemal’den özel dersler de almıştır.

Annesi Celile Hanım, 1917’de babası Hikmet Bey’den ayrılmıştı.  Annesi ünlü şair Yahya Kemal ile büyük bir aşk yaşamaya başlamıştı. İşte tam bu sıralarda Yahya Kemal, evlerine geliyor Nazım Hikmet’e özel ders veriyordu. Çünkü Celile Hanım da Nazım’ın şair olmasını istiyor, üstelik Yahya Kemal’i de seviyordu. Ancak bu ilişki Nazım tarafından da fark edilmiş hocası Yahya Kemal’in cebine bir pusula bırakmıştı. “ Hocam olarak geldiğin bu evden babam olarak çıkamazsın”  Celile Hanım ile Yahya Kemal’in aşkını belki de bu pusula bozmuş oldu. Yahya Kemal bir daha eve gelmedi. Celile Hanım’ da biten aşkın sonrasında bir süre Paris’e gitti. Deniz Harp Okulu arşivlerinde Mehmet Nazım, okula kayıt anında; 45 kg ağırlığında, 1.56 m boyunda, sarı saçlı, yüzünde çiller olan, koyu mavi gözlü, beyaz tenli bir çocuk olarak kaydedilmiştir.

Milli Mücadele yılları ve Rusya’ya gidiş süreci
(1918). Nâzım Hikmet Bahriye'yi bitirdikten sonra Hamidiye Kruvazörü'ne stajyer güverte subayı olarak verilmiş, bir gece nöbetinde üşütüp zatülcemp olmuştur. (1919) Kaynakların ifadesine göre bu hasatlık uzun sürer. Bu yıllarda İstanbul işgal edilmiş Anadolu’da Kurtuluş Savaşı başlamıştır. Kaynaklar onun deniz subaylığından atılması hakkında çelişkili bilgiler sunmaktadır. Kimi kaynaklara göre sağlığını kazanamayınca askerlikten çürüğe çıkarılmıştır (1920). Fakat kimi kaynaklara göre ordudan atılmasının temel sebebi zatülcemb hastalığı değil sık sık disiplin suçu işlemesi “aşırıya kaçan halleri bulunduğundan “ ordudan işliğinin kesildiği şeklindedir.  Sebep ne olursa olsun 17 Mayıs 1921’de ordudan ilişiği kesilmiş,  dönemin okul gemisi Hamidiye Gemisi Güverte Stajyer Subaylığı görevinden atılmıştır.

Kaynaklaraskerlikten ayrıldıktan sonra, ailesinden habersiz olarak  İstanbul’un işgaline üzüldüğünden dolayı ve Milli Mücadele'ye katılmak için Anadolu’ya geçmiş olduğunu yazar. 1 Ocak 1921'de Anadolu’daki Milli Mücadele için silah ve cephane kaçıran gizli bir örgütün yardımıyla Faruk Nafiz, Yusuf Ziya Ortaç, Nâzım Hikmet ile Vala Nureddin, Sirkeci'den kalkan Yeni Dünya vapuruna gizlice binerek İnebolu'ya ulaşırlar. Ankara'ya geçebilmek için beş altı gün, izin ve yol parası beklemişler, o sırada Almanya’dan gelen sosyalist öğrenciler ile tanışmışlardır. Kaynaklara göre ilk kez bu öğrenciler sayesinde Sosyalizm ile tanışır. Birlikte gelen dört şairden yalnızca Nazım Hikmet ile Vala Nureddin’e Ankara’ya gitmek için izin çıkar. İki arkadaş Ankara’ya gelerek verilen ilk görevleri olan İstanbul gençliğini milli mücadeleye çağıran bir şiir yazarlar. Bu şiir Milli eğitim tarafından on bin adet basılıp dağıtılmış fakat öğrenciler Ankara’ya gelecek olsalar nasıl görevlendirileceği sorunları yüzünden tartışımalar yaşanmıştı. Kimi kaynaklara göre Vala Nureddin ile Nazım Hikmet Mustafa Kemal Paşa ile de görüşmüşlerdi.

Her iki arkadaş Ankara Hükümetinin ataması ile Bolu Lisesi'ne öğretmen olarak yollanırlar. İki ahbap kısa bir süre Bolu’da öğretmenlik yapmıştır. (1921)  İki şair arkadaş Rus Devrimi ile yakından ilgilenmektedir. Bir süre sonra Bolu’dan ayrılarak Moskova’ya gitmeye karar verdiler. 30 Eylül 1921’e Batum’ a ulaşırlar. Esasında Vala Nureddin ile Nâzım Hikmet’i Rusya’ya sevk eden amiller yeterince açık değildir. İnegöl’de bekledikleri sırada tanıştıkları Sosyalist öğrencilerin telkinlerinin Rusya’ya gitmeleri için ne derece etkili olabileceği tartışmalı bir konudur. Rusya’ya gitme kararı Bolu’da alındığına göre bu sebeplerin Bolu’da şekillendiği ortadadır.

Rusya yılları
Batum’a ulaşan Nâzım Hikmet ve Vala Nureddin Moskova’ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ne (KUTV) yazıldılar. Nâzım Hikmet, Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde siyasal bilimler ve iktisat okudu. Henüz yapılanmakta olan devrime tanık oldu ve komünizm ile tanıştı. (1922-1924). 1924'te Moskova'da yayınlanan ilk şiir kitabı 28 Kanunisani sahnelendi. Rus fütüristleri ve konstrüktivistlerinin etkisi altındaki ilk serbest şiirleri ve basamaklı dizeleri bu yıllarda yazdı; bazılarını İstanbul'da çıkan Aydınlık dergisinde yayımladı.

“Bu arada ilk eşi Nüzhet Hanım'la kısa süren bir evlilik yaptı. 1924 Ekiminde gizlice Türkiye'ye girdi, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası'nın yayın organları Orak-Çekiç gazetesi ile Aydınlık dergisinde çalışmaya başladı. 1 Ocak 1925'te Dr. Şefik Hüsnü'nün Beşiktaş'taki evinde toplanan Türkiye Komünist Partisi (TKP) II. Kongresi'ne katıldı, TKP Merkez Komitesi üyeliğine seçildi. Komünistlerin tutuklanmaya başlamaları üzerine Haziran 1925'te yeniden Moskova'ya gitti.”

Yurda dönüşünden sonra Aydınlık dergisine katılmış, burada çıkan şiirlerinden ötürü hakkında "gıyaben" mahkûmiyet kararı verilmişti On beş yıl içerde kalmaktan korkan şair yeniden Rusya'ya geçti. 1925. 1926'da diş hekimi Yelena Yurçenko ile ikinci evliliğini yaptı. Dr. Yelena Yurçenko, Odessa'da vize beklerken 1929'da salgın bir hastalığa yakalanarak öldü.1928'de Bakû'da ilk şiir kitabı Güneşi İçenlerin Türküsü'nü yayımladı.

 928’de çıkan Af Kanunundan yararlanmak için Türkiye'ye döndü ve bir süre Hopa cezaevinde tutuklu kalmış oldu. (1928)

Nâzım Hikmet daha sonra İstanbula yerleşmiş, Vâlâ Nurettin'in aracılığıyla çeşitli gazete ve dergilerle film stüdyolarında çalışmış, Muhsin Ertuğrul için birçok filmin senaryosunu yazmıştı. Cici Berber", "Fena Yol", "Karım Beni Aldatırsa", “Naşit Dolandırıcı”, “Söz Bir Allah Bir”, “Aysel Bataklı Damın Kızı”, “Leblebici Horhor Ağa”, “Milyon Avcıları.”  Şiir kitaplarını çıkarıyor ve Oyunlarını yazıyordu.(1928-1932). Bir Ölü Evi, Unutulan Adam adlı oyunları Şehir Tiyatrosu'nda sahnelendi. 1935'te bir süredir birlikte olduğu Piraye Altınoğlu ile evlendi. Fakat TKP ile ilişkilerinden ve yazılarından dolayı sürekli mahkemelik oluyor, kimi davaları aflardan dolayı düşüyor veya ona dokunulmuyordu.  Aralık 1936'da 13 kişiyle birlikte tutuklanarak komünistlik suçlamasıyla yargılandı.

Bir ara yine tutuklanmış, Cumhuriyet'in 10. yılı dolayısıyla çıkarılan af yasası ile yine özgülüğüne kavuşmuştu. Akşam Son Posta, Tan gazetelerinde Orhan Selim takma adıyla fıkra yazarlığı ve başyazarlık yapıyordu. (1933)

Bu defa Resimli Ay dergisinde çalışmaya başladı. Kara Harp Okulu öğrencileri arasında propaganda yaptığı, askeri ayaklanma hazırladığı, iddiasıyla yargılanmış, Harp Okulu Askeri Mahkemesi'nce 15 yıl, ardından Donanma içinde faaliyette bulunduğu iddiasıyla da Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nce 20 yıl olmak üzere toplam 35 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Cezası 28 yıl dört aya indirilmişti. (1938) Hapse giren Nazım Hikmet 12 sene boyunca hapis yattı. Ankara, Çankırı ve1940'ta Bursa Cezaevi'nde 1950 Temmuzuna kadar süren yılları boyuncu şiir ve oyun yazmayı sürdürdü.

Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinden sonra af yasası (1950) kapsamına alınması için bir kampanya başlatıldı. Sonunda geri kalan cezası affedildi. Hapishanede âşık olduğu Münevver Andaç'la birlikte annesinin Cevizlik'teki evinin bir katına yerleşti. İpek Film Stüdyosu'nda dublaj yönetmeni olarak çalışıyor, senaryolar yazıyordu. 23 Mart 1951'de eşi Piraye'den boşandı. 26 Mart 1951'de Münevver Andaç'tan oğlu Memet dünyaya geldi. Serbest bırakıldıktan sonra iş bulamayan, kitap çıkaramayan hakkında askerlik kararı alınan ŞAİR  öldürülmek korkusunu da duymaya başlamıştı. Kız kardeşinin kocası Refik Erduran'ın yardımıyla Romanya bandıralı bir gemiye binerek Türkiye'den kaçtı. 

1950 yılında Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği'ne gitti. Bunun üzerine 25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulunca Türkiye vatandaşlığından çıkarıldı. Nazım Hikmet’in Türkiye’den kaçtıktan sonraki yaşamı tam olarak aydınlatılabilmiş değildir. Mültecilik yılları boyunca birçok uluslararası toplantıya katılmış, Doğu Avrupa ülkelerinin yanı sıra Roma, Berlin, Paris, Viyana, Havana, Pekin ve Tanganika'ya gitmişti. Türk vatandaşlığından çıkartıldığı için kendine bir vatan arayan şair anne tarafından büyük Polonya asıllı büyük dedesi olan Mustafa Celaleddin Paşa (Konstantin Borzecki)'nın memleketi olan Polonya vatandaşlığına geçerek Borzecki soyadını aldı. Nâzım Hikmet'in Türk vatandaşlığından çıkarılmasıyla ilgili Bakanlar Kurulu kararının iptali edilerek Nâzım Hikmet'in Türk vatandaşlığı iade edildi.

Şairin tüm eserleri Asım Bezirci 8 cilt halinde topladı (1975-1980)

Takma adları
Asıl adı Mehmet Nâzım Ran. Orhan Selim, Adsız Yazıcı, Ahmet Cevat, Ahmet Oğuz Saruhan, Ben, Bendeniz, Ercüment Er, Fıkracı, İbrahim Sabri, İhsan Koza, İmzasız Adam, Kartal, H. İhsan, Mazhar Lütfi, Mümtaz Osman, Osman Cemal, Sarı Murat, Süleyman Sabur Ran takma adlarını da kullandı

Nâzım Hikmet’in edebi kişiliği
Nâzım Hikmet, "Hece ölçüsü" ile yazdığı ilk şiirlerini Yeni Mecmua, İnci, Ümit ve Celal Sahir (Erozan)'ın çıkardığı Birinci Kitap, İkinci Kitap vb. dergilerinde yayımlamıştır. "Bir Dakika" adlı şiiriyle Alemdar gazetesinin açtığı yarışmada birincilik kazanmış,(1920). Daha sonra Aydınlık, Resimli Ay, Hareket, Resimli Herşey, Her Ay gibi dergilerde yazan Nâzım Hikmet cezaevine girdikten sonra yıllarca yayın yapamamıştır. Ancak, 1940'lı yıllarda, Yeni, Edebîyat Ses, Gün, Yürüyüş, Yığın, Baştan, Barış gibi toplumcu dergilerde İbrahim Sabri, Mazhar Lütfi takma adlarıyla ya da imzasız olarak bazı şiirleri çıkmıştır. Kuvâyı Milliye Destanı İzmir'de Havadis gazetesinde tefrika edilmiştir (1949). Uzun bir müddet şiirleri ve serleri yasaklı kapsamın alınmış TC vatandaşlığından da çıkartılmıştır. Bu yasak ilk önce Yön dergisi tarafından delinmiş (1965) Nâzım Hikmet'i yeniden okurlara ulaştırılmıştır.

Şiir kitaplarının basıldığı dönemlerde yayımladığı şiirleri biçim ve içerik özellikleriyle geleneksel Türk şiir anlayışından farklı yazılmış, şiirlerdir. Bu şiirler Orhan Veli  ve arkadaşlarından önce Serbest Şiirin edebiyatımızdaki ilk örnekleridir.  Bu vezinsiz, serbest şiirlerde dizeler, hatta sözcükler kırılarak merdiven basamakları biçiminde sıralanıyor, keskin uyaklar, iç uyaklar kullanılıyor, yeni konu ve sözcüklerle içerik zenginleştiriliyordu. Bu şiirler, içerik, biçim, dize sıralaması ve anlayışı, konu temalar ve yaklaşım olarak Rus şairlerinin ve batılı serbest şiirlerinin şiirlerine benziyordu. 1940'a kadar yazdığı şiirleri şairin ilk dönemi kabul edilen şiirleridir.

Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı ile Nâzım Hikmet'in şiirinde yeni bir dönem başlamış oluyordu. "Burada şekil bakımından, halk vezni unsurları, divan edebiyatı unsurları bence azami haddinde kullanılmıştır. Diğer taraftan bu kitap, şekil bakımından, o zamana kadar elde edebildiğim bütün şekil imkânlarının bir muhasebesiydi." Bu şiir kitabı ile geleneksel şiir ile batı tarzı şiirinin özellikleri birleşmiş oluyor, Nâzım Hikmet, geleneksel şiirimizden istifade eden yenilikçi bir şair görünümü veriyordu.

Son dönem şiirleri ise 1950 den sonraki şiirleridir. Bu yıllarda yazdığı şiirlerinde üslubu yumuşamış, yurt özlemini, barışa, gelecek güzel günlere olan inancını, aşkı, umudu, umutsuzluğu, ölümü, "insana özgü olan her şeyi" konu almaya başlamıştı.

Nâzım Hikmet kimilerine göre sadece siyasi konuları işleyen şair olamayan birisi, kimilerine göre âlemin en iyi şairi olarak kabul edildi. Gerçek olan bir şey varsa şiir sanatı ve edebi kimliği akademisyenler tarafından yeterince analiz edilip ortaya dökülmedi. Hakkında yapılan değerlendirmeler sağ veya sol görüşler açısından öznel değerlendirmeler olarak kaldı. 

Hiç yorum yok: