5 Şubat 2018 Pazartesi

Devrimci değerleri özümlemek

Devrimci değerleri ve ilkeleri özümlememiş ve bunun gerekleri doğrultusunda hareket etmeyen bir komünistin yığınların sevgi ve sempatisini kazanması ve yoldaşlarının güvenini yakalaması mümkün olamaz. Bu bakımdan mücadelenin zorlu süreçlerinde damıtılarak yaratılmış ve olmazsa olmaz değerler ve kurallar haline getirilmiş olan devrimci değerlerin özümlenmesi yoksa ve her koşulda buna uyulmuyorsa başarıyı elde etmek güçleşir. Dahası değerleri özümleme ve yaşam biçimi haine getirme bilinci yoksa inanç gelişmez. Ve inanmadan yapılan her şey ise insanın kendisini ve başkasını aldatmasından başka bir anlamada gelmez.

Hatırlanacağı üzere faşist karşı devrim 12 Eylül 1980 cuntasıyla, ekonomik ve politik bunalımın bedelini işçi sınıfına ve emekçilere ödettirmeyi hedefleyen halk düşmanı bir yıkım programının uygulayıcısı olarak işbaşına getirildi. Faşist cunta bu aynı süreçte, toplumsal muhalefetin moral zeminini tahrip etmeyi hedefleyen bir de sosyo-kültürel program uygulamak zorundaydı. Madalyonun iki yüzü gibi, biri olmadan diğerini uygulamanın mümkün olmadığı zorbalık ve ahlaksal değersizleşme; Kürt Ulusuna karşı yürütülen kirli savaşın da katkısıyla katmerleşerek hayata geçirildi.

Egemen sınıfların yaratmak istedikleri sonuçlar, bugün Türkiye’nin sosyal yapısında yaşanan derin bir çözülme olarak ortaya koymaktadır.

Değerler alanı tıpkı siyasal alan gibi kaybedilen ve kazanılan bir çatışma alanıdır ve bu çatışma siyasal mücadeleyi doğrudan etkiler, onu güçlendirir ya da zayıflatır. Toplumsal ilişkilerin çimentosu olan ve insan davranışına ölçü oluşturan; açıklık, dürüstlük, adalet duygusu, onur, hümanizm, paylaşım, dayanışma vs. gibi değerlerin eritilmesi; toplumun ortak davranma yeteneğini boşa çıkarır, duyarsız ve düşürülmüş bir toplumun yaratılmasını koşullar. Bu çok yönlü ve çok boylu düşkünleştirme, apolitikleştirerek teslim alma saldırısı sınır tanımadan sürdü. Havuç ve şiddet politikası iç içe geçirilen bu saldırılarda toplumsal dokuyu tahrip etmek için Amerikan kültürü ve değerleri pompalandı. Bu ideolojik, politik, kültürel ve askeri saldırılarda insanlar arası ilişkiler ve bağlar olabildiğine zayıfladığı gibi, aynı zamanda sosyal katılım azaldı, güvensizlik ve kuşku geliştirdi ve giderek anlam kaybı, tutarsızlık, kişilik parçalanması ve içe kapanma gibi sosyo-patolojik sonuçlar ortaya çıkardı.

Süreçler aktı ve faşizmin yarattığı toplumsal değerlerdeki çözülme değişik tarzda toplumda kendisini gösterdi. Bunlardan en bariz olanı yozlaşma ve lümpenleşmedir. Faşizmin içsel niteliğinin toplumdaki yansıması olan lümpenleşme; paranın ve devletin gücüne tapan, kurnaz, bencil, uşaklığa yatkın, hiç bir değere inanmayan ve bunu yaşamında prensip edinmiş kişilikleri üretti. Medyasından polisine, siyasetçisinden sanatçısına kadar, toplumun her kesimine yayılmış ve hakim olan çözülme tarzı budur. Değersizleşme ve ilkesizlik bu kesimde yerleşik bir hal almıştır.

İkinci kesim ise, olumsal değerlerdeki çözülme karşısında şoka uğramış ve kendisini avutmanın en ilkel aracına; dine sarılan kesimdir. Lümpenleşme azgınlaştıkça değersel arayışlar daha fazla dine sapmış ve sosyal planda kısmen aşılmış (cemaatçilik, bağnazlık, ataerkillik vb.) geri geleneksel değerlerin yeniden canlanmasını koşullamış yayılmasını ve etki alanının gelişmesini sağlamıştır Geçmişte devrimci -demokratik mücadelenin ön saflarında bulunan birçok emekçi semtinde bugün dini gericilerin ve tarikatçıların egemen olmaları bunu gösteriyor.

Üçüncüsü, yenilginin ve toplumsal değer çözülmesinin etkisiyle, siyasal ve ahlaksal inkarcılığın kuşatmasında olan kesimdir. Oturmamış (gerçekçilik, akılcılık, bireycilik vs. )modern değerlerle, (gelecek yerine şimdiyi temel almak, hiç bir toplumsal projelere inanmamak, apolitizm, her şeyi olduğu gibi kabul etmek ve bırakmak vs. ) post modern değerlerin karışımı, taslak bir varoluş sergileyen ve sınıfın - halkın mücadelesi yerine, ‘birey’in mücadelesini koyan, düzenle dolaylı olarak uzlaşmış varoluş tarzıdır. ‘Sol’ ve liberal küçük burjuva kesimlerde özellikle yaygın olan bu anlayış; toplumsal değer yaratma ve bunun gerekleri doğrultusunda hareket etme yeteneksizliğinin sonucu, insana ve insanın eylemine inancı yitirmiş, muhalif fakat değiştirme enerjisini üretemeyen, kendi bireyselliğine kapanmış bir özellik göstermektedir. Koca bir toplumu dolaşıp, kendi bireyselliğinden başka bir şeye rastlayamayan bu değersizleşme ve yozlaşma tarzı en az diğerleri kadar toplum üzerinde etkilidir.

Bugünün bireyciliği - gericiliği - lümpenleşmesi, çürüme toplumsal değersizleştirmenin doruklaştırıldığı faşizm koşullarında üremişlerdir ve bu koşullardan güç almaktadırlar.

Değerler, ödenmiş bedellerin ürünüdürler. Bir değerin büyütülmesi için hiçbir bedel ödememiş insanın o değere sahipliği yaptığı şey kadardır. Hiç bir şeydir. Sosyal yapının böylesine çözülmeye uğradığı koşullarda değerler mücadelesi vermek salt ahlaksal bir sorun değil, aksine yüksek oranda siyasal bir sorundur da. Siyasal mücadele alanında değerlerini korumayı başaranların bir güç olabildiklerini, değersel çarpılmaya uğrayanların ise teslimiyetten kurtulamadıkları yeterince kanıtlanmıştır...

Önce bu değer kaymasını tüm ilişkilere sirayet ettiği gerçeğini görmemiz gereklidir. Çünkü değerlerle şekillenen ‘toplumsal kişilik’ bir çözülmeye uğramışsa, birey kişiliklerini oluşturan temel sakatlanmış demektir. Dolayısıyla; topluluğun her üyesi şu ya da bu düzeyde kişiliksizleşmeden payını alır. En sağlıklı görünen kişilikler bile eğer bir mücadele içinde değilse; her an karşı karşıya olduğu, soluduğu değersizleşmeye, önce alışmaya başlayacaktır, sonra anlayışla karşılamak ve giderek benimseme gelecektir.

Bu demektir ki; siyasal mücadele verebilmek bir yana insan olmak, insan kalabilmek bile ancak değersizleştirmeye karşı bir Direnişle mümkündür.

En keskin sınır ayrımımız değerlere yaklaşımda olmalıdır. İnsana, insan emeğine, onun eylemine en yüksek kıymeti biçmek, değerden yoksun olanı her yerde ayaklar altına almaktan çekinmeyen bir yaklaşım gereklidir. Çokça öne çıkardığımız güç olmak; bizim için, önce değerlerde güç olmaktır. Bedel ödeme ve bedel ödetme gücümüzü bundan alırız.

Faaliyete günü kurtarma ve anlık çıkarlar temelinde yaklaşım, onun aslında bir değer mücadelesi olduğunu, değerlerimizi yayma ve özümsetme mücadelesi olduğunu kavrayamayan çalışmanın; yüzeysel ve yenilmeye mahkum olacağı kesindir.

Bulunduğumuz alan değer insanı olma alanıdır. İnsanımızın geleceği de, geleceğin insanı da bu yoldan geçecektir. Çünkü biliyoruz ki geleceğe bırakacağımız en temiz ve en güçlü miras devrim ve sosyalizm mücadele değerlerimiz ve değer mücadeleciliğimizdir.

Faşizmin ve gericiliği hedefi yenik düşürülmüş, lümpenleştirilmiş ve yozlaştırılmış halkı emperyalizmin ve egemen sınıfların emir eri yapmaktır. Ya devrimci ve komünistler olarak egemen sınıfların yozlaştırma ve kendi sorunlarında uzaklaştırarak teslim alma saldırısına boyun eğip yerde sürüneceğiz ya da M-L temelinde örgütlenip devrimci değerlere ve ilkeleri sıkıca sarılarak devrimi zafere taşımak için dövüşeceğiz. Devrimci ve komünistler olarak, değer çözümü ve her türden yozlaşmaya ve düşkünlüğe karşı sürekli ve sitemli bir savaşım yürüterek faşizmin devrimci hareketi ehlileştirme ve düzene bağlayarak boğma saldırısına karşı durmalı ve silkinip ayağa kalkarak devrimci ve komünist değerleri bayraklaştırmalıyız.

Hiç yorum yok: