18 Ekim 2018 Perşembe

KP-İÖ’nün Ölüm Orucu savaşçısı Ali Ekber Barış yoldaşı anarken

Ne yapsam ne söylesem ve ne düşünsem, nereye gitsem hayat, Yine de çözüm bekleyen yanların olduğunu biliyorum. Seni köhnemiş bir zindanda tanıdım. Hiç yüzünü görmedim, sesini duymadım ama yazılarını, resimli duygu yüklü mektuplarını okudum birde ben gidiyorum ama beni ailemi unutmayın diyen vasiyetini. 18 Ekim 2002 yılında Ölüm Orucu savaşçısı olarak zindanlarda dayatılan teslimiyet ve ihaneti parçalamak için tam 6 ay bedenini açlığa yatırarak, ölümsüzler ordusuna katılan Ali Ekber Barış yoldaşı anmak, onu anlamak büyük önem taşıyor.

Her bir yoldaş öncelikle Ali Ekber Barış yoldaşın yaşamını ve devrimci kavgasını okumalı-ders çıkarmaları ve aynayı kendisine tutmalıdır. Ama yalandan değil bunu gerçekten yapmalıdır.

Hiç yorulmadan dönen bir değirmen taşı olarak gördüm güneşi. Aynı yerde dönüyordu taşları. Onu çeviren zaman, su olmuştu 24 saatlik dilimlere bölünüp. Siyah ve beyaz renkli elleriyle hızlı vuruyordu ki taşlara, hızına yetişmek mümkün değildi. Gecenin gündüzün düşleri arasında, un ufak olan ömür, uçsa da, kaçsa da toprağa düşüyordu sonuçta.

Yer açmak için yenilerine, yeşillerine süzülerek uçtular. Bazen sulara, bazen, bazen taşlara, bazen çimenler üstüne. Uzaklaşıp gitti zaman dönmemek üzere, Onları da katarak önüne. Ve ben geç kalmıştım, bazı gerçeklerin olduğu gibi nitelenmesinde: kuşlara, arılara, çocuklara, otlara, deliğinden takırdayan farelere, yavru kediye, yılana.

Ah yıldızlar. Ne zaman başımı kaldırıp baksam gökyüzüne, yerinizdesiniz. Attığınız demirlerimi gözlerimize değen ışıklarınız Öyle ise sakın toplamayınız halatlarınız. Kendiniz gibi beni de yerime çivilediniz ve ben geç kalmışım, özlemim durak bilmez yollarında, ihanetin ihanet olduğunu anlamadan, safça yalanları gerçek olarak algılamaktan, hazırlıksız yakalanıp yürüdüğümü anlamak için.

İkilerde mi düğümleniyordu yaşam. Ateş ile su, yer ile gök, sevgi ile nefret, kadın ile erkek iyi ve kötü hep yan yana mıydı? Ben ile ruhun iç içeliğin de yok muydu bir tersliklerimiz, garipliklerimiz.

Hem cenneti, hem cehennemi mi yaşıyorduk aynı anda. Tutunan yanımıza kimler egemen olmuştu böyle? Ve tutulamayan yanımızla hangi uzak ellerde çiçek topluyorduk? Hangi gözlerle sevgi buluyor, hangi yüreklerde aşk arıyorduk! Uçan böceklere ne zaman boyun eğmişlik böyle?

Hep uzaklarda filizlenen duygular değimliydi bizi kendine çeken? Ne olduğunu bilemediğimiz düşler, rengini, soluğunu, biçimini öremediğimiz yüzler değimliydi?

Yüreğimizde ona dokunabilme umudu taşıdık hep. Pusulasız yollarda, adresiz şehirlerde sokaklar ve evler tanıdık gibi geldi de, parmağımızı uzatamadık bir kapının ziline.

Dimdik bekledik hep, bize bir ses ‘gel’ desin diye. Ama hiç yitirmedik içimizdeki özlemi, devrime olan umudu. Şimdinin nasıl dünü varsa, yarınında bugününü yönelttik özgürlüğe yaşamamız bunun içindir. Mavi bir çiçeğin kokusunu koklar gibi, pınar başlarında yudumlanan bir avuç soğuk su gibi, açlığı bastıran bir lokma ekmek gibi, türkü gibi, marş gibi, şiir gibi, özgürlüğe kanat çarpan kuşlar gibi, hücrede direniş türküsü söyleyen ıslık gibi, ölüm orucunda milim milim ölüme koşan Ali Ekber Barış yoldaş gibi.

Ey sevgili yoldaş sen gideli kocaman 16. yıl oldu. KP-İÖ’nün savaşçısı olarak zindanlarda dayatılan ihaneti, bedenini ölüm orucuna yatırarak geri püskürttün. Sen bir özgürlük rüzgarıydı estin emekçilerin üzerinde hep. Biz yoldaşlara, yürekli militan devrimci duruşunla  yoldaşlığı bir kez daha hatırlattın. Onun içindir ki  hasretsin dinmedi bir türlü.

Nice acılar ve ihanetler yaşadık sensiz. İhanetler-kaçanlar düzene dönenler oldu utanmazcasına. Ama ben seni bir adım gizemime sarıp doldurdum hep yüreğime. Ve faşist baskı ve zulmün kitleler üzerinde yarattığı kasvetin etkisine rağmen, inanıyoruz ki devrime dönecek olan devrimci rüzgarın esintisinde senin umudunu buluyorum yoldaşım. Daha sıkı sarıp sarmalıyorum seni; vefa ve fedakarlık yüklü siluetin dolaşıyor kavgamızın her anında. Seni anmak tüm güzellikler için dövüşmekti. Seni anlamak halkın acılarını ve yoksunluklarını dindirmek için daha sıkıca sarılmaktı mücadeleye. Seni sevmek daldan kalan sonbahara direnen son yapraktı, gönülden açan özgürlük kuşuydu.

Adeta trenin köprüden son geçişi, nehrin denize son ulaşmasıydı. Ellerini üstümden, sesini sesimden, duygunu gözlerinden ve sözlerimden esirgeme. Seninle yıkılayım toprak üstüne, kar altına, yağmur sularına karışayım. Kavga olup çıkar başını karın altında, inadına filiz veren kardelenler gibi. Başını baharda papatyalarla, çiğdemlerle, nergislerle açtır. Itır kokayım hep yanında yeniden yeniden. Ama sakın ola bana geç kalma deme. Bak derinde kavga sesleri geliyor her yerde vasiyetine bağlı kalıp İnşa'mızı daha da büyütmek için atıyoruz yüreğimizi kavganın kızgın ateşine.

Seni sevgi ve özlemle anarken yarım bıraktığını tamamlayacağımıza söz veriyoruz.

Seni özleyen yoldaşın

Kemal Çelik

Hiç yorum yok: