3 Haziran 2018 Pazar

Seçimler, devrimci taktik ve oportünist taktiklerin eleştirisi

24 Haziran'da AKP-MHP’nin ittifakıyla hem cumhurbaşkanlığı ve hem de parlamento seçimleri yapılacak.

İşçi ve emekçi yığınların politikaya daha fazla ilgilerinin arttığı koşullarda, devrim ve komünistler seçimler ve parlamentoda yararlanıp, yararlanmayacaklarını yani seçimlerde nasıl bir taktik çizgi izleyeceklerini,, işçi ve emekçi yığınların somut durumu, devrimci hareketin yığınlarla bağı ve burjuvazinin yığınlar üzerindeki etkisi vb. analizi üzerinde yükselir.

Haliyle devrimci ve komünistlerin seçimlere ve parlamentoya yaklaşımlarında temel ilke, seçimler ve parlamentonun işlevinin ne olduğu sorusunun yanıtıdır.  Marksizm-Leninizm’in burjuva parlamentosuna burjuvazinin egemenlik aygıtı olan devletin bir organı olarak bakarlar. Marksizm-Leninizm’in sınıf egemenliği ve devletle ilgili diğer fikirleri bir yana, bu cümle çok şey ifade etmektedir. Buna göre parlamento burjuva egemenliğine yabancı ya da dışsal bir organ olmayıp, onun organik bir parçasıdır. Nasıl ki günümüzün devleti “tüm halkın devleti” değil de toplumda küçük bir azınlık olan burjuvazinin devletiyse, onun bir parçası olan parlamento da aynı şekilde burjuvazinin parlamentosudur. Elbette bu, parlamentoya işçi sınıfının ve diğer sınıfların temsilcilerinin, hatta devrimci temsilcilerin giremeyeceği anlamına gelmez. Aksine dünyada parlamenter deneyimin büyük bölümünde bunun sayısız örnekleri görülmüştür. Sorun şu ki, bu tür temsilcilerin varlığı olsun, bunların kendi sınıflarının çıkarları doğrultusunda parlamento zemininde de şu ya da bu biçimde bir mücadele yürütmeleri olsun, parlamentonun sınıfsal özünü değiştirmemektedir.

İşçi sınıfının devrimci mücadelesinin nihai ve bütünleştirici amacı sınıfsız ve devletin sönümlendiği bir toplum olan  komünizmdir. Buraya yürümek için öncelikle anti-emperyalist demokratik halk devrimi eşiğinin aşılmasını gerekiyor. Emekçilerin gerçek kurtuluşu devletinde bir parçası olan parlamentonun devrimle alaşağı edilmesi, işçi ve emekçi halkların devrimci halk cumhuriyetini kurmaylarıyla bağlıdır. Çünkü bu muazzam dönüşümler, işin doğası gereği, ancak geniş halk yığınlarının doğrudan inisiyatifi ile gerçekleşebilecek dönüşümlerdir ve parlamenter biçim başaracak durumda değildir. Marx’ın sözlerini hatırlarsak, “her üç ya da altı yılda bir, parlamentoda halkı yönetici sınıfın hangi üyesinin ‘temsil edeceği’ni ve ayaklar altına alacağını” belirleyen seçimlerle oluşturulan parlamento, halk yığınlarının doğrudan canlı eylemine tamamen dar gelecek bir deli gömleği olabilir ancak. Haliyle  işçi sınıfının devrimci mücadelesinin temel aracı kitle eylemi ve kitlelerin öz-örgütlenmeleridir. Burada parlamentarist hayallerin acı sonuçları konusunda, iyi bilinen trajik Şili örneğini sadece hatırlatmakla yetinelim.

Bir diğer nokta da, burjuva parlamentoların emekçi halkın köklü sorunlarını çözemeyeceği gerçekliğidir. Aslında köklü sorunlar bir yana, parlamentolar emekçi halkın basit ekonomik ve demokratik talepleri için bile genelde başarısızdır.. Kolu kanadı kırılmış burjuva demokrasisi geleneğiyle Türkiye örneği bunun önemli bir laboratuvarı niteliğindedir. Her nasılsa gündeme gelebilmiş, ama egemen burjuvazinin işine gelmeyen birtakım yasa tasarılarının parlamento dehlizlerinde uğradığı okus pokuslar sonucu sırra kadem basması ya da kuşa çevrilerek yasalaşması gibi durumlar, sıradan gözlemcinin bile görmemezlik edemeyeceği sıklıkla yaşanır bu topraklarda. Yine de bu tür dolaplar bize özgü olmayıp, farklı yoğunluklarda olsa da her yerde rastlanan dolaplardır, parlamenter demokrasinin doğasını yansıtırlar. Marx’ın parlamentoyu “domuz ağılı”na benzetmesi orada oynanan bu tür pis oyunlara bir göndermedir.

Son cumhurbaşkanlığına tanınan yetkiler ve şeflik rejimine geçişle birlikte parlamentonun işlevi tümüyle sıradanlaşmış ve tüm yetkiler tek kişinin eline verilmiştir.

Haliyle devrimciler, komünistler ve bilinçli öncü kesimlerin devrimci mücadelesi açısından parlamento ve seçimlerin gerçek niteliği konusunda en küçük bir yanılsama içinde olmamalı, bu konuda emekçileri  aydınlatmalıdırlar. İşçi sınıfının kurtuluşu devrim yoluyla bönce işçi ve emekçi ve ardından sosyalist bir devlet kurarak,  sınıfsız topluma geçiş sürecini başlatmaktan geçmektedir. Burjuva demokrasisinden bin kat daha demokratik ve özgürlükçü bir proleter demokrasisi demek olan işçi ve yoksul emekçi devleti, tam da bu bakımdan kelimenin gerçek anlamında bir devlet olmayıp, geçiş dönemi içinde sönümlenerek, yok olacak bir yarı-devlettir. Bu proleter demokrasi, parlamenter demokrasinin aksine bir doğrudan demokrasidir, sadece birbirinden görünüşte ayrılmış yasama ve yürütme işleri değil, tüm devlet işleri seçime tabidir, seçilenler seçmenler tarafından her an görevden alınabilirler, ayrıcalıkları ve işçilerden yüksek gelirleri yoktur, rotasyona tabidirler, , tüm halk silahlıdır, kahrolası bürokratik işleyiş önemli ölçüde denetim altına alınmıştır.

Seçimler ve parlamentoya sosyalistlerin nasıl yaklaşması gerektiğini ortaya koyduktan sonra şimdi somut olarak 24 Haziran seçimlerine kim nasıl yaklaşıyor sorununu aydınlatmaya gelebiliriz.

Bir kısım devrimci akımlar her halükarda seçimlere katılmak ve HDP’yi desteklemek gerektiğini dillendirirken, bazı devrimci akımlar ise, açık ya da gizli boykotçu tutum içinde hareket ederek, sübjektif düşünce tarzını kendilerine temel alarak, yığınların gerçekliğini hiçe sayan bir hatta yürümektedirler.

İşçi sınıfı ve emekçi yığınların gerçek durumunu veri almayıp, salt kendi duygularını her şeyin merkezinde tutan, bolca devrim ve sosyalizmden bahseden ama devrim ve sosyalizmi emekçilerin örgütlü gücüyle kurulacağı gerçeğini bir yana iten, aslında yığınları sürü görüp taktiklerini öncülerin durumuna göre belirleyen Yürüyüş, Yeniden Demokrasi ve ne i-düğü belli olmayan, “Burjuva düzen partilerine oy verme, hesap sor” sloganını kendisine temel alan YDİ Çağrı, Kızıl Bayrak vb. gibi “sol” gösterip sağ vuran yığınlardan kopuk yaşamın gerçekliğinde uzak hayali senaryolarla uğraşan, yeri geldi mi çok Lenininci geçinen ama Leninizm’i anlama başarısı gösteremeyen, palavracı akımlara karşı burjuva parlamentosunun dağıtacak durumda olmadığımız koşullarda, sistem vurarak emekçilerin politik ve ekonomik istemlerinin önündeki engelleri kaldırmak için yolumuzu açmak bakımından seçimlerde ne yapılacağına ilişkin Lenin’e başvuralım: 

“Burjuva parlamentosunu ve bütün öteki gerici kurumları dağıtmaya gücümüz yetmediği sürece, bu kurumlarda çalışmak zorundasınız, özellikle hala papaz takımının aldattığı ve kır koşullarının aptallaştırdığı işçiler mevcut olduğu için, bu kurumlarda çalışmalısınız. Bunu yapmazsanız gevezeden başka bir şey değilsiniz” der ve yine Lenin biz bilinçli öncüler için zamanını doldurmuş olan parlamentonun geniş yığınlar içi zamanını doldurmadığından hareketler şunları söyler: “Parlamentonun tarihsel ömrünü doldurduğu” yolundaki argümana karşı da Lenin, “Bizim için zamanını doldurmuş olan bir şeyin, sınıf için, yığınlar için zamanını doldurduğunu sanmamak gerektiğini” hatırlatır. (“Sol” Komünizm)

Buradan hareket ettiğimizde Marksizm-Leninizm parlamento ve seçimlerden devrimci amaçlarla yararlanmayı ve yığınları kendi öz-deneyimleri içinde eğitip sistemden koparmayı hedefler. Bunun anlamı, parlamentonun niteliği konusunda hiçbir surette hayaller yaymaksızın, seçim çalışmalarından ve parlamento kürsülerinden, işçi sınıfı ve emekçi yığınların devrimci ve sosyalist dünya görüşünün propagandasını yapmak ve kitlelerin politik bilincini yükseltmek, örgütlenmek için yararlanmaktır.

Keza Marksizm-Leninizm’in kurucuları çok erken bir dönemde devrimci politik çalışmanın bu temel ilkesini öğretmişlerdi. Lenin de bu hususu değişik vesilelerle birçok kez ifade etmiştir. Ya Lenin yoldaşın seçimler ve parlamentoya ilişkin devrimci çözümleri doğru ya da artık Lenin yoldaşın parlamento ve seçimlere dair ilkesel tutumu yanlıştır.

Gizli ya da açık boykotçu Yürüyüş, YDİ Çağrı, Yeni Demokrasi vb. dergi çevreleri yıllardan bu yana Lenin ile bağlarını koparmış öncü savaşı yaklaşımlara göre tutum belirleyen emekçileri sürü gören, sol gösterip sağ pasifist bir konumda duran kesimlerdir.

Kızıl Bayrak ise gizli boykotçu olarak karnından konuşuyor. HDP ile diğer burjuva düzen partilerini aynı kefeye koyuyor ama HDP’ye oy vermeyin çağrısı yapmıyor, yapmıyor. HDP devrim partisi değil. Ama reform-ilerleme partisi olarak, HDP’nin seçim deklarasyonu sistemin temellerinin devamını mı sağlıyor yoksa sistemin birçok bakımından sarsılması ve çeşitli ulus ve ulusal azınlıklardan emekçilerin eşitlik ve özgürlük savaşımının önünü mü açıyor? HDP burjuva düzen partiyse neden HDP’ye oy vermeyin çağrısı yapmıyorsunuz. Bu bile Kızıl Bayrak’ın taktiği yığınların somut durumu üzerinde değil de, kendi öncü savaşçı sübjektif duyguları üzerinde inşa ettiğini gösteriyor.

Devrimci ve komünistler seçimler ve parlamentoya somut durumun somut analizini yaparak, yığınların örgütlülüğü ve politik bilinci temel alarak seçimlerde hangi taktik çizgi izleyeceklerini belirlerler. Komünistler için seçimler ve parlamento amaç değil, stratejik hedefimize yürümede emekçilere uzanmada bir araçtır. “Seçimlerde, gerçekten geniş ve en geniş kitlelerin çıkarlarını yüceltmek isteyen kişinin en başta gelen görevi, kitlelerin politik bilincini geliştirmektir.” (Bir Kere Daha Particilik ve Ademi Particilik Üzerine, vurgu bizim.) Bir başka yerde bunu daha açan Lenin şunları belirtir: “Sosyal-Demokratlar- yani komünistler – için seçimler, özel bir siyasal işlem değildir, bin bir türlü vaatte bulunarak sandalye kazanmaya çalışmak değildir, ama sınıf bilinci olan proletaryanın siyasal dünya görüşünün ilkelerini ve temel isteklerini savunmak için özel bir fırsattır.” (Reformcuların ve Devrimci Sosyal-Demokratların Seçim Bildirgeleri)

İşçi sınıfı hareketi daha Marx ve Engels’in sağlığında seçim ve parlamento faaliyetine başlamıştır. Doğrusu, o günlerden bu yana, işçi sınıfı hareketinin tarihi, burjuva parlamentoları ve seçimler konusunda olumlu ve olumsuz zengin deneyimlerle doludur. İşçi sınıfının mücadeleleri toplumların genel oy hakkını kazanmalarında temel etmen olmuş ve sonrasında da işçi sınıfı partileri seçimlere katılarak parlamentolara temsilcilerini göndermeye başlamışlardır.

Ancak bu çalışma, zaman içinde, sonuçları ağır olan bir sapma doğurmuştur. Bir burjuva kurum olarak parlamento, işçi sınıfının temsilcilerini ayartarak bozma ve düzen içine çekme işlevini görmüş, işçi hareketinde parlamentarist sapmaya yol açmıştır. 

II. Enternasyonal partilerinin önderlikleri, Avrupa’da uzun bir göreli barışçıl gelişme dönemi içinde, giderek artan oy oranları ve sandalye sayılarının etkisi ve düzenin yüksek çıkarları kabul görmenin ayartıcılığıyla seçimler ve parlamento yoluyla gürültüsüz patırtısız barış içinde içinde nihai hedefe varılabileceği yanılsamasına kapıldılar. Ve giderek devrimci kitle eylemine yabancılaşmaya ve legal parlamentarist faaliyeti temel eksen haline getirerek mutlaklaştırmaya başladılar. Lenin i tarafından “parlamenter avanaklık” gibi nitelemelerle de yerilen ve mücadele edilen bu parlamentarist eğilim, sonunda iflas ve ihanet noktasına geldi. 1914’te patlak veren birinci emperyalist dünya savaşı bu dönüşümü tescilleyen dramatik gelişme oldu. Bu pratik içindeki II. Enternasyonal partileri emperyalist savaşta enternasyonalist görevlerini tümüyle unutarak sosyal-şovenizme savruldular ve farklı ülkelerin işçilerini birbirlerine boğazlatan kendi burjuvazilerinin peşine takıldılar. Böylece, gerçekte engelleme ya da bir devrimle sonuçlanmasını sağlama potansiyeline sahip oldukları bu savaşta, milyonlarca insanın ölmesinin ve sakat kalmasının sorumluluğuna ortak oldular.

Düzenin temel kalelerinden biri olan parlamentonun, işçi sınıfının temsilcilerini yoldan çıkarıp düzene esir almak için tehlikeli bir ortam yaratması nedeniyle, Rus devrimci işçi hareketinde bu nokta ciddi bir tartışma konusu olmuş ve Lenin de bu noktanın üzerinde önemle durmuştur. Menşevikler, parlamento grubunun parti içinde hakim bir konumda olması anlayışına yatkın ve parlamento içi yasama çalışmalarının ayrıntılarına fazladan önem verme, parlamentoya giden vekillerin ellerinin de görece serbest bırakılması eğilimindeydiler. Buna karşı Lenin, bu hususların tümünde katı biçimde karşıt eğilimde olmuş, parlamentodaki parti grubunun kendi başına buyruk olmaması ve mutlak surette parti denetiminde olmasında ısrar etmiştir. Parlamenter faaliyeti, parlamento dışı asli faaliyete tabi, onun bir uzantısı olarak ele almış ve Bolşevik milletvekillerinin bu çizginin dışına çıkmaması için katı kurallar getirilmesine önayak olmuştur.

Lenin’in belirttiği üzere parlamentodaki sosyalistler konumlarını sadece parlamento konuşmaları yapmak için değil, fakat aynı zamanda işçilerin komünist partiye ve devrimci mücadelelerine her çeşit parlamento dışı yardımı yapmakta kullanmalıydılar. Bolşeviklere göre kitlelerin dolaysız mücadelesi hareketin en yüksek biçimi ve kitlelerin doğrudan eylemine dayanmayan parlamenter faaliyet ise hareketin en düşük biçimiydi.

Bolşevikler özellikle Menşeviklerle kesin ayrışmanın yaşandığı 1912’den sonraki meclis (dördüncü Duma) faaliyetlerini (1914’te savaşın başlamasıyla Bolşevik vekiller sürgüne gönderilmiştir) çok başarılı biçimde yürütmüşlerdir. Bolşevik milletvekillerinin tamamı fabrika işçileriydiler (dört metal işçisi, iki tekstil işçisi) ve hepsi de büyük sanayi bölgelerinden seçilmişlerdi. Bu vekiller çalışmalarını tümüyle parlamento dışında fabrikalardan işçilerle iç içe yürütmüş, parti basını aracılığıyla, vekillerin başları üzerinden kitlelere seslenmeyi esas almışlardı. Duma üyeleri üzerinde partinin kontrolü sağlanmıştı. Örneğin kürsüden yapılacak konuşmaların birçoğunu Lenin bizzat yazardı.

İşçi hareketi içinde parlamentarist sapmanın yanı sıra, parlamenter çalışmayı ilkesel olarak reddeden anti-parlamentocu bir sapma da hep olmuştur. Ancak bu eğilim II. Enternasyonal partilerine egemen olan parlamentarist sapmanın vahim sonuçlarına bir tepki olarak güç kazanmıştır. Kendisini esas olarak parlamento ve seçimleri boykot biçiminde ortaya koyan bu eğilim de Lenin tarafından mahkûm edilmiş ve onun amansız eleştirisinden nasibini almıştır. Lenin’in parlamenter faaliyetin gerekliliği ve parlamentolardan yararlanma konusundaki temel yaklaşımını yukarıda zaten aktarmış bulunuyoruz. Burada esas olarak boykot taktiği sorunu üzerinde duracağız. Zira Lenin’in uyarılarına rağmen, keskin Leninci geçinen birçok küçük devrimci çevre bugün müzmin boykotçu bir tutum içindedir.

Boykot sorunu Rus işçi hareketinin önüne birçok kez gelmiş ve değişik hizipler arasında şiddetli anlaşmazlıklara yol açmıştır.­ Netameli bir sorun olan boykot konusunda her zaman kılı kırk yaran Lenin, tümüyle somut şartlara bağlı olarak boykot tutumunu kimi zaman savunmuş kimi zaman karşı çıkmıştır.

Bu sorun ilk olarak 1905 devrim süreci başladıktan sonra, o yıl içinde çarlığın danışma niteliğinde bir meclis istediğini ilan etmesiyle gündeme geldi. Menşevikler bu meclise ve seçimlerine katılmak gerektiğini savunurken, Lenin ve Bolşevikler buna karşı “aktif boykotu” savundular. Bu tutum, yükselen bir devrim sürecinin gereğiydi ve doğruydu. Lenin bunun koşullarını şöyle dile getirmişti: “Rus devriminin deneyiminin gösterdiği gibi aktif boykot, ancak yaygın, evrensel ve devrimin sürekli yükselişi ve bunun silahlı ayaklanmaya dönüşme koşullarında… Sosyal demokratların doğru taktiğidir.” (Üçüncü Duma Seçimlerine Katılım Konusunda Taslak Karar)

Burada devrimin yükselmeye devam edeceği beklentisi kilit bir yer tutuyordu ve bu nedenle Lenin, “Aktif boykot… Açık, kesin ve dolaysız bir slogan olmadan düşünülemez. Bu slogan ancak silahlı ayaklanma olabilir” diyordu. (Buligin Duması’nı Boykot ve Ayaklanma) 

Nitekim 1905’in sonunda gerçekleşen Moskova ayaklanması da bu tespit ve tutumu haklı çıkardı. Fakat 1906 yılında ise koşullar değişmeye başlamış ve devrim geri çekilmişti. Değişen koşullarda boykot taktiğini sürdürmek yanlıştı. Lenin ilerleyen yıllar içinde bu soruna değinecekti:

“1905’te ‘parlamento’nun Bolşevikler tarafından boykot edilmesi, devrimci proletaryaya son derece değerli bir siyasi tecrübe kazandırdı ve legal ve illegal, parlamenter ve parlamento-dışı mücadele biçimleri birleştirildiğinde, parlamenter biçimleri reddetmenin bazen yararlı ve hatta zorunlu olduğunu gösterdi. Ama bu tecrübeyi körü körüne, taklitçi biçimde, eleştirisiz, başka koşullara, başka durumlara uygulamak son derece yanlış olur. Bolşeviklerin 1906’da ‘Duma’yı boykot etmeleri, küçük ve kolay onarılabilir olmakla beraber, gene de bir hataydı. Duma’nın 1907, 1908 ve sonraki yıllardaki boykotu ise vahim ve onarılması zor bir hata oldu, çünkü o sırada, bir yandan devrimci dalganın çok hızlı bir yükselişi ve bunun ayaklanmaya dönüşmesi beklenemezdi, diğer yandan burjuva monarşinin yeniden dirilişini getiren tarihsel durumun bütünü, legal çalışma ile illegal çalışmanın birleştirilmesini gerekli kılıyordu.” (Sol Komünizm, düzeltilmiş çeviri.)

Özetle Lenin, açık bir devrimci yükseliş söz konusu olmadıkça, meselenin önemini abartmaksızın, en küçük bir fırsat aralığı doğduğunda dahi seçimlerden ve parlamentodan devrimci biçimde yararlanma gereğini savunmuştur. Bu çerçevede, seçimlerin “anti-demokratik” usullerle yapıldığı ya da kitle hareketi bakımından önemli sonuçlar getirme olasılığının güçlü olmadığı gibi, bugün de dillendirilen itirazları yanıtlayarak, fırsatın yine de değerlendirilmesinden yana olmuştur. “Hepimiz şunu gayet iyi biliyoruz ki, 1912 seçimleri (1911 ve 1908’de olduğu gibi, koşullar durumu radikal olarak değiştirmedikçe) ne bir ‘geniş’ ne de bir ‘açık’ ‘kitle seferberliği’ getirmeyecektir ve getiremez. Verebileceğinin tümü eylem için pek de geniş ve açık olmayan mütevazı bir olanaktır ve bu olanak kullanılmalıdır.” (Lenin, Seçim Kampanyasının Temel Sorunları, vurgu bizim.)

Yine bir başka yerde: “Gerici Duma toprak sahiplerine yönetimi, gücü; burjuvaziye pazarlıklarını yapabileceği bir alanı ve proletaryaya da çok az bir söz hakkı veriyor. Bu durumda küçük söz hakkı önemli bir faktör oluyor. Bu küçük söz hakkına gereksinmemiz var. Seçim kampanyasına, kitle içinde devrimci çalışma yapabilmek için gereksinme duyuyoruz.” (Lenin, Dördüncü Duma Seçim Kampanyası ve Devrimci-Sosyal Demokratların Görevleri, vurgu bizim.)

Bugün devrimci harekette tartışma ve eleştiri konusu olan noktalardan birisi de Demirtaş ve HDP’nin desteklenmesi sorunudur. Parlamentoya ve seçimlere doğru devrimci ilkeler temelinde yaklaştıktan sonra, yani işin temelinde bir parlamento ve seçimlerde ne beklediğimiz bilindikten sonra, somut pratik bir sorun olarak eşitlik ve özgürlük savaşımına güç katacak olan demokrat ve ilerici bir parti olan HDP’nin desteklenmesi sorun olmamalıdır. Faşist dinci şeflik rejimine geçişin önünü açan, işçi ve emekçi yığınlar için yeni felaketin yolunu döşeyecek olan, egemen sınıf klikler arası koalisyon ve çelişki-çatışmayı bir yana itecek olan Hitler taslağı şeflik rejiminin karşısında durmak ve okun sivri ucunu AKP-MHP faşist devlet ittifakına yöneltmek ve “Millet ittifakı"nın karşısında emeklere demokratik bir alternatif sunmak oldukça önem taşıyor. Emekçilerin ve devrimcilerin gücünü test etmek bakımından da seçimler bir laboratuvardır.

Kuşku yok ki devrimci bir örgüt için seçimler söz konusu olduğunda önemli olan ve çalışmanın esasını teşkil eden, devrim ve sosyalizmin propagandası için yararlanmaktır, devrimci yöntemdir, devrimci programdır, çalışmanın devrimci içeriğidir, devrimci şiarlardır. Bu çalışma, somutta elbette kime oy vermek gerektiği ya da oy vermemek gerektiği bakımından da önem taşır. Bu nedenle seçimlerde yalnızca propaganda ajitasyon değil aynı zamanda gücümüzün de test edilmesi ve ne kadar yığınları etkilediğimizin açığa çıkarılması da gerekiyor.

Lenin yoldaş devrimci mücadelede ittifaklar ya da bloklar konusunda sağlam devrimci temellere dayanan esnek bir taktik yaklaşımı ortaya koymuştur. Nitekim 1907’de Bolşevikler, kısa bir süre için, ‘sosyalist-devrimciler’ ile Duma seçimlerinde belirli bir siyasi blok teşkil etmişlerdir.

Yine o dönemde Lenin yoldaşın dağınık ve zayıf bir örgütlülük içinde bulunan İngiliz komünistlerine öğütleri de, taktiklerde düz ve kopyacı bir yaklaşım içinde olunmamasını gösteriyor. Nitekim Lenin yoldaş koşulların sağlanması kaydıyla o günün özgün koşullarında İngiliz İşçi Partisi'ni destekleyebileceklerini belirtir. “Henderson’ların, Clynes, MacDonald ve Snowden’lerin iflah olmaz gericiler oldukları doğrudur. Bunların, iktidara geçmek istedikleri ve bu yolda zaten burjuvaziyle koalisyon kurmayı yeğledikleri; burjuva kurallarına göre ülkeyi ‘yönetmek’ istedikleri ve iktidara geçince zorunlu olarak Scheidemann ve Noske’ler gibi davranacakları da doğrudur. Bütün bunlar doğrudur. Ama bundan, bunları desteklemenin devrime ihanet olduğu sonucu çıkarılamaz; bundan çıkarılabilecek tek sonuç, işçi sınıfı devrimcilerinin, devrimin çıkarı için bu baylara belirli ölçüde parlamenter destek sağlamaları gerektiğidir.” (“Sol” Komünizm) 

“Seçim propagandamızı, komünizmden yana bildiriler dağıtarak ve kendi adaylarımızın seçime katılmadıkları bütün bölgelerde, seçmeni, burjuva adaya karşı, İşçi Partisi adayına oy vermeye davet ederek yapardık.” (age)

Burada da görülebileceği Lenin yoldaş politik savaşıma duygusal temelde değil, işçi sınıfı ve emekçi yığınların çıkarları bakımından yaklaşıyor. Değişen politik koşullara göre taktiklerin değişeceğine işaret ediyor. O nedenle, yukarıdaki satırlarda değinilen sorun da dahil her şey farklılaşan koşullar temelinde özenle incelenmeli, kopyacılığa ve lafazanlığa düşülmemelidir. Bolşevizm söz konusu olduğunda da Lenin, boş övgülere değil, sorunların özünü titizlikle incelemeye ihtiyaç olduğuna değinmiş ve “Bizi biraz daha az övün de, Bolşevik taktiğini daha çok inceleyin, o taktiği daha çok benimseyin” demiştir. Sanırız bugün bu sözlere eklenecek fazla şey bulunmuyor.

Lenin ve Bolşeviklerin seçimler ve parlamentoya nasıl yaklaştıklarına ilişkin taktik çizgisini özetledikten sonra şimdide 24 Haziran seçimlerine ilişkin izlemesi gereken taktiğin ne olmasına ilişkin tutumlara bakalım. Seçimlerde yığınların durumunu hiçe sayarak, öyle ya da böyle açık ya da gizli boykot taktiği izleyeceğini açıklayan dergi çevreleri; Yürüyüş, Yeni Demokrasi, Mücadele Birliği, Çağrı, ve Kızıl Bayrak. Aslında boykotçu akımların ortak özelliği, devrimci taktiği kitlelerin içinde bulundukları durum ve devrimci hareketin örgütlülük ve yığınları etkileyip harekete geçirme gücünü analizi değil, öncülerin durumu üzerinde ele almalarında ifadesini bulur.

Bu dergi çevreleri değişik gerekçeler öne sürmüş olsalar da, aslında parlamento ve seçimleri yığınları kazanma ve onları düzenden kopararak devrimci savaşıma çekmede bir devrimci araç olarak görmekten uzak dokunulduğunda kirlenilecek bir araç olarak görmektedirler. Biz açık ya da gizli boykotçu cenahtan, diğer boykotçularla aşağı yukarı aynı zihniyete sahip olmaları nedeniyle Bolşevik parti ve Kızıl Bayrak’ı eleştirerek, diğer boykotçulara da yanıt vermiş olacağız.

Bolşevik Parti fil küllerinde mi yaşıyor…
Geçmişten bu yana sürekli olarak seçimler ve parlamento sorununa sol maceracı ve yığınları hiçe sayan, masa başı sübjektif öncülere göre tavır belirleyen Bolşevik Parti, eski alışkanlıklarını bir dönem seçimlere katılıp HDP’yi destekleyen tutumlarıyla terk etmişlerdi.

Ne ki Bolşevik parti, ideolojik kuşatmayı ve öncülere göre taktik belirleme alışkanlığını aşamadıklarından olsa gerek, 2018 baskın seçimde yine eski herşeye rağmen kendi çalıp kendi oynayan ve Leninizm’le ilgisi alakası olmayan pasifist boykotçuluğa yeniden dönmüş oldu. Dün boykot gerekçesini farklı nedenlere dayandıran Bolşevik Parti bugünde bakın boykot taktiğini neye dayandırıyor:

“Olağanüstü hal şartlarında baskın seçim meşru değildir!
Bu kirli oyunun parçası olma! Oy verme!

18 Nisan’da, baskın seçime gitmeye karar verdiler. Senin onaylaman, oy vermen için yalan üstüne yalanlar yağacak, inanma! Oy verme!

OHAL şartlarında, faşizmin bütün azgınlığıyla hüküm sürdüğü, kitlelerin ırkçı/şoven söylemlerle kışkırtıldığı; demokrasiyi savunan yüzlerce HDP üyesinin zindanlarda olduğu ortamda yapılacak seçim sahtekarlığında… Oy verme!

OHAL şartlarında, savaş koşullarında, koyu faşizmin uygulandığı şartlarda yapılacak seçimler meşru değildir. OHAL şartlarında seçim olmaz, olamaz. OHAL şartlarında yapılacak bir seçimin meşrutiyeti yoktur. OHAL koşullarında HDP’nin seçim çalışmasının engellenmesi muhtemeldir. Silahlar eşit değildir. Faşist devletin kolluk güçleri, Kuzey Kürdistan’da, HDP’ye gidecek oyları süngü zoru ile engelleyecektir. HDP’li milletvekilleri ve binlerce aktivisti hapistedir. HDP’nin burjuva parlamentosunda burjuva siyaset yapmasına dâhi müsaade edilmemektedir. Olağanüstü hâl şartlarında, AKP/MHP’nin oynadığı oyunun parçası olma! oy verme!

Onların değil, kendi kızıl bayrağın senin demokratik devletinde dalgalandığında sana huzur olacak. Unutma! Onlara oy verme!

Vereceğin her oy ile birbirlerinden özde farkı olmayan partiler arasında tercih yapmanı istedikleri için oy verme!

AKP’sinden, CHP’sine, İYİ’sinden, MHP’sine hepsi senden oy isteyecek! Oy verme! Çünkü yok birbirlerinden farkları. Oy verme!

Tercihin devrim olmalıdır. Sosyalizm senin tek kurtuluş sistemindir. Tercihini sosyalizmden yana yap! Bunlardan kurtulmanın gücü sende var! Unutma! (Bolşevik Parti “Bolşevik Parti – Kuzey Kürdistan Türkiye” bildirisinden, 19 Nisan 2018)

Bolşevik Parti’nin bildirisinde kitlelerin içinde bulunduğu somut durumun tahlili hak getire. Peki devrimci taktik neye göre belirlenir: devrim ve karşı devrim arasındaki güç ilişkileri, işçi ve emekçi yığınların örgütlülük ve politik savaşım hali, grev, direniş ve kitle hareketinin gelişme eğilimi devrimci hareketin birleşik gücü vb. bütünsellik içinde ele alınarak devrimci taktik belirlenir.

Ama Bolşevik partinin kitleleri ve devrimci hareketin gerçekliğini ciddi bir şekilde analiz ederek, taktiğini bu gerçek üzerine bina ettiği düşünülemez.

Yani Bolşevik Parti, koyu faşizm koşularında seçimler ve parlamento bir mücadele aracı olarak devrimci harekete tarafından kullanılmayacağı öne sürülüyor. Bu yaklaşım bizlere hiçte yabancı değil. Geçmişte partizan geleneği sıklıkla öncü savaşı yaklaşımlarıyla ve Maocu bakış açısıyla-sürekli devrimci durum ve silahlı mücadele öndedir, kitleleri öncü savaşla uyandırıp ayağa kaldırma yaklaşımı temel alındığından dolayı, parlamento ve seçimler bir mücadele silahı olarak anlaşılamamış ve boykotçuluk geçer akçe kılınmıştır.

Bolşevik Parti'ye göre seçimlere faşist diktatörlük koşullarından katılınamaz. Çünkü seçimler bu koşullarda meşru olmazmış. Peki, faşizmi darbelemek ve yığınları devrimci bilinçle donatmak için, yıkacak güce ulaşamadığımız sürece seçimlerde devrimci amaçla yararlanmalı ve yığınların ve devrimci hareketin gücünü test etmeliyiz.

Dünya devrimi ve komünist hareketinin deneyimleri Bolşevik Parti'nin bu tezini boşa çıkaran onlarca örneğe tanıktır. Faşizmi her şeyi muktedir gören Bolşevik Parti, kitlelerin gücünün faşizmin saflarından nasıl gedikler açıp, demokrasi ve özgürlük mücadelesine alan açtığına pek inanmıyor. Gerek 40’lar da Hitler Almanya’sında ve gerekse de 60-70 ve 70-80 ve 85-90’lar Türkiye’sinde bu gerçekleri görmek hiçte zor olmasa gerek.

Seçimlere bağımsız devrimci-sosyalist adaylar ya da eylem ve güç birliği seçim blokuyla -HDP etrafında olduğu gibi- katılmak, faşizmin yasak ve engellerini devrimci kararlılıkla aşarak yığınlara ulaşmak için neden faşist diktatörlüğün meşrulaştırsın ki. İşçi ve emekçi yığınlara göre egemen sınıfların faşist ve gerici iktidarları zaten meşru değildir. Ama bize göre faşist diktatörlüğü meşru olmaması kitleler içinde meşru olmadığı anlamına gelmiyor. Ayrıca burjuvazinin egemen olduğu sistemde gündemi belirleyen devletin yasalarıdır. Durum böyle olunca biz devrimci ve komünistler bu yasaları tanımasak da, bu yasaların değişimi ve parçalanması için, dur durak bilmeden mücadele etmekle yükümlüyüz. Bu mücadele öncülerin durumuna değil, emekçilerin içinde bulundukları somut durumla bağlı olduğunu unutmamalıyız.

Bolşevik Parti’ye göre bugünkü faşist diktatörlüğe göre daha ilkel ve anti-demokratik uygulamalar içinde olan Çarlık Rusya’sın da Lenin ve Bolşeviklerin seçimlere hiç katılmaması ve sürekli boykot taktiği izlemeleri gerekiyordu.

Ama durumun hiçte Bolşevik Parti’nin düşündüğü gibi; “parlamento ve seçimlere burjuva demokratik hakların olduğu koşullarda katılınır” biçimindeki yaklaşımı, Lenin ve Bolşeviklerin teori ve pratiği boşa çıkarıyor. Rusya da Bolşevikler en gerici Çarlık rejiminde bile Duma seçimlerine katılıyorlar ve hatta Anayasacı Demokratlarla ittifak bile yapıyorlar.

Demek ki temel sorun, devrimci ve komünistlerin kendi güçlerine inanmaları, ilkeli davranmaları ve faşizmin ve gericiliğin engelleme ve yasak dayatmalarını aşmak için gereken devrimci çabayı göstermeli ve yığınları bu doğrultuda harekete geçirmeleridir.

Hiç bir devrimci akım seçimlerin kurtuluş olduğunu söylemiyor. Seçimlere her akım kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda katılıyor. HDP etrafında oluşan emek ve demokrasi ittifakı, faşizmi darbelemek ve eşitlik ve özgürlük savaşımına yol açmak amacıyla seçimleri ve parlamentoyu bir mücadele aracı olarak görüp kullanıyor. HDP içinde seçimleri amaç edinen akım ve partiler olabilir. Dahası buradan hareketle herkesi aynı kefeye koymak hatalı bir tutumdur.

Her ne olursa olsun bu HDP’nin faşizmin kuşatmasını yarma da, demokratik ve ilerici alternatif bir güç olduğu ve yığınları devletle çatışmaya sokmada, onları kendi öz pratiklerinde eğiterek düzenden koparıp devrimci saflara kazanmada önemli bir işlev göreceği gerçeğini gölgeleme. Buradan hareket ettiğimizde Bolşevik Parti aslında yığınları hiçe sayarak kendi durumuna uygun taktik çizgi belirliyor. Bunun bilimsellikle ve yığınların içinde bulundukları durumun analiziyle hiç bir bağının olmadığını görmeli ve pasifist tutumlardan uzaklaşarak, eşitlik, özgürlük ve demokrasi savaşımına güç katan, burjuva düzen partilerinin karşısında özellikle şeflik rejiminin önünü açarak halklarımızı daha fazla karanlık dehlizler içine itmeye çalışacak olan faşist dinci Cumhur ittifakının önünün kesilmesi için, reformistte olsa, demokrat ve ilerici bir seçim bloku olan Demirtaş’ın ve HDP’nin desteklenmesi gerekiyor.

Kızıl Bayrak karnında konuşuyor ve seçim taktiği belirlemede kitleleri hiçe sayıyor
Kızıl Bayrak çevresi devrimci taktikten uzak, özünd seçim taktiğini öncülere göre  belirlemeye kalkışan, ama ne söylediği yeterince belli olmayan, genel yuvarlak laflarla gerçekleri kapatmaya çalışan örneği sunuyor.  24 Haziran seçimlerine ilişkin BDSP’nin bildirisinde yapılan çağrıya bakalım: "Bugüne kadar seçim oyununda kazanan burjuvazi, kaybeden ise biz işçi ve emekçiler oldu. Oysa onların sömürü ve zulüm üzerine kurdukları bu düzene hiç de mahkum değiliz. Bizim devrimci alternatifimiz, buna dayalı devrimci çıkış yolumuz var.

Yapmamız gereken, kendi kaderimizi ellerimize almak, mücadele yolunu tutarak sömürücü haramilerin düzenine başkaldırmaktır. Özgürlük ve bağımsızlık için, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya için kavgaya atılmaktır. Bu çürümüş sömürü düzenini yıkmak işçi ve emekçilerin eşit, kardeşçe yaşayacağı sosyalizmi kurmaktır.

Bunun için tüm kurumlarıyla mevcut düzeni reddetmeli, sosyalist işçi-emekçi cumhuriyeti için savaşmalıyız! Bunun için, emperyalistlerin ve büyük burjuvazinin elindeki kapitalist mülkiyete el konulması, bu sömürücü asalaklara ait tüm zenginliklerin halka mal edilmesi ve tüm toplumun hizmetine sunulması için mücadele etmeliyiz.

Seçim sürecinde “Düzen partilerine oy verme, hesap sor!”, “Çözüm ne seçimde, ne mecliste, ne tek adam rejiminde, çözüm işçi ve emekçilerin devrimci sınıf mücadelesinde! Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde” şiarlarını yükseltmeliyiz.” (Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde, BDSP bildirisinden.)

Kızıl Bayrak’ın emekçilere yönelik çağrısında taktik adına bir şey yok. Çünkü Düzen Partilerine oy verme hesap sor” deniyor. Peki, HDP burjuva düzen partisi mi? İkinci olarak tüm burjuva düzen partileri aynı kategoride mi? Yine devrim iktidar sorunu değil mi. Mevcut halde iktidar AKP-MHP’nin elinde mi yoksa tüm burjuva düzen partilerin mi? HDP burjuva düzenini koruyup kollamak için neler yapmaktadır. Dahası  HDP’nin seçim beyannamesi, işçi ve emekçi yığınların devrimci mücadelelerine nasıl köstek olmaktadır?. K.Bayrak yazarları attıkça coşuyorlar coştukça atıyorlar. İnsan yazılanların ardından dönüp bir okur. Ben ne yazdım ve kime çağrı yapıyorum. Kim dostum kim düşmanım. Kim ara etkisiz yada tarafıs zhale getirilmesi gereken güç. Bunların hiç birisi Kızıl Bayrak’ı ilgilendirmiyor.

O ne kadar çok devrim ve sosyalizm lafı edersem yığınlar o kadar hızla devrim ve sosyalizm savaşımına akar diye düşünüyor. Bu akım 1987 yılında kuruldu. Herkesi reformist revizyonistlik ve parlamentarizmle suçladı. Yıl 2018. Yani Kızıl Bayrak çevresinin yepyeni programla ortaya çıktıkları tarihten bu yana 21. yıl geçti. Kızıl Bayrak 21.yılda nerden nereye geldi ve reformist-legalist olarak suçladığı akımlardan farklı ne yaptı? 

21. yılda bir arpa boyu yol alamayanlar, sınıftan kopuk kendi çalıp kendi oynayan, devrimci işçi hareketi ve devrimci hareketin dipten seyrettiği yönlü değerlendirmeler  yapanlar, şimdi kalkıp yuvarlak laflar etmekten öte gidemeyen ne i-düğü belli olmayan yaklaşımlarla taktiksizliğin teorisini yapıyorlar. Aslında Kızıl Bayrak ve boykotçuların temel yaklaşımı, devrim dışında başka şeyler bizi ilgilendirmiyor noktasına çıkıyor. 

Nitekim şeflik rejimiyle, parlamentonun yetkilerinin daha önde olduğu sistemin emekçiler ve devrimciler için aynı olduğunu söylemek kadar gerçek dışı bir değerlendirme olmaz. Yine iktidarı elinde tutan ve şeflik rejiminin yolunu döşeyecek olan Cumhur ittifakıyla , CHP-İYİ Parti-SP-DP’nin kurduğu “Millet İttifakı”nı aynı kefeye koymakta doğru değildir. Birisi iktidarda diğeri ise muhalefette. Her ikisi de devrim ve emekçi kitle hareketi karşısında elbette gericidirler. Ama gericilikten geriliğe farklı olduğunu da unutmamalıyız. 

Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerini kazanmasının ve Erdoğan kliğinin iktidarı yitirmesinin, Türkiye ve Kürdistan halklarının çözüm bekleyen temel sorunlarını çözmeyeceği ve statükoyu ufak-tefek değişikliklerle sürdürmenin ötesine geçemeyeceği bir gerçek. Zaten devrimcilerin böyle bir beklentisi de olmaz. Devrimci köklü  bir değişiklik ancak, faşist TC devletinin kitlelerin örgütlü devrimci ayaklanmasıyla  politik iktidarı zor yoluyla yıkılacak ve bir işçi-emekçi halk cumhuriyet kurmasıyla mümkündür.

Ne ki işçi ve emekçilerin örgütlüğü, devrimci ve sosyalist hareketin durumu var olan faşist dinci düzeni temelden değiştirme gücünün olmadığı mevcut halde  iktidarın hangi burjuva katmanı ya da kliğinin eline geçeceğinin bizi ilgilendirmediğini de söylemek, yığınları burjuvazinin değişik seçeneklerine  teslim etmek olacaktır. Bunu söylemek ve burjuva rejiminin hangi biçimi alacağını önemsememek ve bunu yaparken -hepsinin de gerici olduğu gerekçesinin arkasına sığınmak- devrimcilik adına sağcılığın daniskasıdır. Devrimci bir durumun olmadığı mevcut halde devrimci ve sosyalistleri ilgilendiren temel sorun şudur; işçi, emekçi ve devrimci eylemin ve muhalefetin gelişmesi ve yaygınlaşması bakımından hangisi daha uygundur? Seçimlerde hangi aday seçimi kazanması işçi, emekçi ve Kürt özgürlük mücadelesinin büyütülmesi açısından  daha uygun bir ortam yaratacaktır. Sorunu dost doğru iktidarda kim ve emekçileri baskı, faşist zulüm, yasak ve zindan korkuluğu altında tutan kimdir ya da kimlerdir sorusunu sorup doğru yanıt verilmezse zarar görecek olan, işçi, emekçi, Kürt ve devrimci hareket olacaktır.

Dahası tüm toplumu bir Hitler taslağı şeflik rejiminin içine hapsetmeye çalışan ve tüm yetkileri kendi elinde toplayan Erdoğan kliğinin totaliter egemenliği ve sıkıyönetim rejimi mi? Yoksa iktidarın farklı burjuva fraksiyonları arasında paylaşıldığı ve farklı burjuva partileri arasındaki yarışmanın devrimci hareket ve kitleler için bir manevra olanağı sunan geleneksel bir gerici burjuva rejimi mi? Her şeyin cahil, kaba, ihtiraslı ve yeni-Osmanlıcı hayaller kuran maceracı bir diktatörün elinde olduğu bir İslami-faşist rejim mi, yoksa burjuva hukukunun yarım yamalak bir tarzda da olsa işlediği, basın, gösteri ve örgütlenme vb. özgürlüklerinin az çok kullanılabildiği çok partili bir gerici burjuva rejimi mi? Bizim için ve emekçi halk için ikincisinin ehven-i şer (kötünün iyisi) olduğu açık olmalı.

Bir kere şunun görülmesi gerekiyor.

16 yıldır iktidarda olan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı yarışını yitirmesi AKP faşist dinci diktatörlüğünün büyük darbe yemesi ve şeflik rejiminin önünün kesilmesi  anlamına geleceği gibi, böyle bir sonuç siyasal iktidarın tümünün Erdoğan kliğinin elinde toplanmasını engelleyecek, AKP’nin ve egemen sınıfın iç çatışmalarını keskinleştirecek ve ezilen/sömürülen yığın ve kesimlerin mücadelesinin  gelişmesi için daha uygun  koşullar yaratacak, onların politik öncülerinin manevra yapma olanaklarını artıracaktır. Bunun tersi durumu ise, Erdoğan kliğine; Kürt halkı ve ulusal kurtuluş hareketi başta gelmek üzere, işçi sınıfına ve halklara ve demokrasi güçlerine daha pervasız bir tarzda saldırma olanağı verecektir; iç ve dış politikada halklara yönelik yeni saldırıların önünü açacaktır.

Kuşku yok ki, işçi ve emekçi yığınların kitlesel eylemlerinin gelişip güçlendiği, grev ve direnişlerin yaygınlaştığı, devrimci hareketin toparlanıp öne fırladığı yani devrimci bir durumun ön gününde olunmuş olsaydı ve Türk işçi ve emekçileri arasında devrimci ve sosyalist hareket önemli bir örgütlülüğe sahip olmuş olsaydı, taktiksel yaklaşım daha farklı olurdu. O zaman günün yakıcı görevi ayaklanmak ve burjuva devletini yıkmak olurdu. Böylesi bir alternatifin kapıda olduğu durumda dikkati esas olarak seçimler ve parlamento üzerine yoğunlaştırmak ve iktidardaki kliğin yerine farklı bir burjuva kliğini gelip gelmeyeceği üzerin tartışılmazdı. Ne var ki hiç kimse kalkıp mevcut halde Türkiye’de böyle bir devrimci durumun yaşanmadığını ve Türk işçi ve emekçileri arasında önemli bir örgütlülüğe sahip olunmadığını inkar edemez.

Sonuç olarak, devrimci harekette seçimlere ilişkin HDP’yi destekleme ve açık ya da gizli boykotçuluk biçiminde tutum farklılıkları, M-L ilklerin ve işçi sınıfı ve emekçi kitle hareketinin tarihsel deneyimleriyle ortaya çıkmış derslerin derinlikli biçimde kavranamamasına, diğer yandan da öznel ve nesnel boyutlarıyla somut güncel durumun (sınıfsal güç dengeleri, sınıf hareketinin durumu, devrimci örgütlülüklerin durumu vb.) gerçek bir devrimci bakış açısıyla doğru değerlendirilememesine dayanmaktadır. Şüphesiz bunun da altında değişik sebepler bulunmaktadır. Türkiye devrimci ve sosyalist hareketi esas olarak işçi sınıfından kopuk, küçük-burjuva karakterli, kendisini dev aynasında gören, benmerkezciliğin, abartıcılığın ve sekterliğin baskın olduğu bir harekettir. Dahası kendisine komünist diyen akımlar bilimsel sosyalizmi özde sindirmiş değildir. Kuşku yok ki bu durum Türkiye Kuzey Kürdistan toplumunun küçük burjuva yapısıyla da bağlıdır.

Nitekim bu olgu kaçınılmaz olarak devrimci hareketin soldan sağa sağdan oportünist ve sekter eğilimlerin sık sık bir arada görülmesine yol açmakta, birçok çevre kendisine, öncülük payesi biçerek, 300-500 kişilik küçük burjuva işsiz ve öğrenci gençlikten aşırılmış güçle, kitleleri harekete geçirebilecek bir güç olarak görmekte, bu haliyle de cin olmadan adam çarpmaya kalkmaktadır. Bugün proleter devrimcileri açısından görev, her zaman yaptıkları şeyi bu kez seçimler bağlamında da yaparak, mütevazı güçleri ölçüsünde hitap edebildikleri duyarlı sınıf kesimlerini devrimci sınıf siyaseti ve örgütlülüğüne çekmeye çalışmaktır.

Yukarıda aktarmış olduğumuz gibi mevcut halde devrimci ve sosyalistler parlamentoyu yerle yeksan edecek ve emekçileri devrim için ayağa kaldıracak üçleri yoksa seçimlerde devrimci amaçla yararlanma yolunu seçmeli ve yığınları devrim ve sosyalizm bilinciyle donatarak kurtuluşlarının devrim olduğu gerçeğinin ortaya konması gerekiyor.

Mevcut politik koşullarda bir yandan faşist dinci şeflik rejiminin temsilcisi AKP-MHP-BBP ve bilumum dinci cemaatçi örgütlerin ittifakına dayanan faşist Cumhur ittifakı, diğer yandan devletin temeline dokunmayan ama şeflik rejimine karşı çıkan CHP-İYİ Parti, SP ve DP’nin ittifakına dayanan "Millet İttifakı." Her iki ittifakta, işçi, emekçi, Kürt, Alevi ve dahası çeşitli ulus ve ulusla azınlıklardan emekçi halkaların temel sorunlarına çözüm konumda değiller.

HDP etrafında devrimci-demokrat ve emekten yana oluşmuş olan seçim bloku emekçiler ve ezilenlerin alternatifidir. Faşist dinci sistemde gedikler açıp, eşitlik, özgürlük ve demokrasi savaşımının yolunu açması için Demirtaş ve HDP’nin desteklenmesi gerekiyor. Aynı zamanda, faşist dinci Cumhur ittifakının yolunun kesilmesi, halkın büyük çoğunluğunun çözüm adresi olarak gördüğü parlamento ve seçimlerde  çare aradığı ortamda, devrimci ve komünistler halktan kopuk, ne duygusallık üzerinden yükselen açık ya da gizli boykotçuluk nede  HDP’nin bazı hata ve eksiklilerini bahane ederek, boş-geçersiz oy kullanma çağrıları devrimci halk muhalefetinin toparlanıp ayağa kalkmasına hizmet etmeyecektir. Buradan olarak, tüm devrimci ve demokrat güçleri, küçük hesapları ve benmerkezciliği bir yana iterek, seçimlerde Demirtaş ve HDP’yi desteklemeye çağırıyoruz.

Hiç yorum yok: