7 Aralık 2011 Çarşamba

Örgütsüz ve dağınık devrimcilerin örgütlenmesi sorunu aciliyetini koruyor

Biliyoruz ki her dönem kendi sorunlarını yaratır ve bu sorunların çözümünü de devrimcilerin gündemine koyar. Ve elbette sorunların derinliği ve büyüklüğü sorunların daha sonrası sürece taşınmasını da koşullar. Keza dağınık ve örgütsüz devrimcilerin örgütlenmesi sorunu 12 Eylül faşist darbesi ve ardından alınan ağır yenilgi, bu yenilginin bir türlü sağlıklı değerlendirme acilen aşılamaması olgusu, bu sorunu devrimci ve komünistlerin önünü çözümü aciliyet kazanmış bir sorun olarak duruyor. Örgütlü devrimci hareketin birkaç mislinden daha fazla örgütsüz ve dağınık devrimci güç var ve bunların enerjileri ve güçleri atıl halde durmaktadır. Buda haliyle hem devrimci hareketi zayıf düşürmekte ve hem de moralsiz kılmaktadır. Her ne kadar bazı devrimci kesimler sorunu yeterince anlama başarısında olmalar ya da durumu basit bir yaklaşımla “niyetlere” bağlayıp, her şeyi kendilerinden menkul görmeye çalışsalar da, bu görevin gerektirdiği sorumluluğu göstermeseler de sorun, çözümü gündeme gelmiş sorun olmaktan çıkmıyor.

Peki, dağınık ve örgüsüz devrimci güçlerde kavramında kimler anlatılıyor? Bu kavram 12 Eylül faşist darbesiyle, örgütünden kaçmış, örgütünü bulmayan, örgütleri hataları ve zaaflarından dolayı örgütünü bulamayan, örgütsüz kalan kadrolar, devrimci-demokrat ve komünist örgütlerin eski taraftarları ve dahası yeni koşullarda mücadelenin öne çıkardığı ama devrimci ve komünist örgütlere güvensizlikten dolayı kendi başına kalmış mücadeleci öğeler anlatılıyor.


Burada özellikle vurgulanması gerekir ki, burada geçici yol arkadaşları, örgütlü devrimci mücadeleden kaçanlar, devrimci barutunu tüketmiş tatlı su balıkları, örgütsüzlüğü teorize vb. edenler bu kavramın dışında tutuluyorlar.

Bir kitle olarak on binleri ifade eden bu dağınık devrimci güçler sorunu, 12 Eylül faşist darbesi ve ardından yenilgi alınmasıyla gündeme gelmiş ama devrimci hareketin toparlanıp sürece aktif bir şekilde müdahale ederek çekim merkezi oynayacak duruma gelememesiyle dünden bugüne taşınana ve hem de derinleşip, yaygınlaşarak süren bir olgu olmuştur. Haliyle öncelikle bu olgunun incelenmesi gerekiyor.

12 Eylül 1980 faşist darbesiyle karşı-devrim topyekûn saldırı başlattı. Devrim, hazır olmadığı çok ileri bir saldırıyla karşı karşıya kalmıştı. Faşist karşı devrim inisiyatifi ezici bir üstünlükle ele geçirdi. Devrim güçleri bu ağrı ve topyekûn saldırı karşısında tutunamayarak, aşır, moral bozucu ve direnişsiz bir yenilgi aldılar. Yenilen yalnızca devrimci ve komünist hareket değildi, aynı zamanda işçi ve genel demokratik halk hareketiydi. Dolayısıyla sonuçlar, her bakımdan daha ağır ve yıkıcı oldu.

Gemi azıya alan faşist karşı-devrimin azgın saldırıları karşısında devrim ve komünist yoğunluklar düzenli geri çekilmeyi, ana güçlerini korumayı başaramadılar. Dar anlamda devrimci hareketin ana gövdesini oluşturan yoğunluklara çoğu, işkencelerde olumsuz sınavlar vermişti. Kısa sürede işleyemez duruma düşürüldüler. Devrimci saflarda özellikle küçük burjuva akımlarda güçlü olan erken devrim hayalleri iflas etmişti. Bu durum aslında devrimci hareketin önderlerinin çapsızlığıyla da birleşince, sonuçlar daha da yıkıcı oldu.

Düşmanın azgın ideolojik, politik ve fili saldırıları, ezme ve imha çizgisi oldukça etkili oldu. Moral bozukluğu genel olarak egemen hale geldi. Bu ortamda devrimci saflarda kaçış kitlesel bir hal almıştı. Tasfiyecilik, devrimden uzaklaşmak dönemin modası akım haline gelmişti. Bütün bunlar devrimci ve komünist saflarda ideolojik-politik ve örgütsel bunalımlara, çözülmeler, içten içe çürümeleri vb. beraberinde getirdi. Bu durum yenilgiyi daha da derinleştirici ve yayıcı bir etkide bulundu.

Ardından gelen Sovyet revizyonizmin çöküşü ve devrimci hareketin toparlanmada başarılı olamaması ve kendi içine kapanmayı sürdürmesi vb. bölünme ve parçalanmalar, devrimci hareketin saflarında karşı-devrimci yöntemlere öykünmeler, ilkeler ve değerlerin aşınması ve geriye savrulmayla birlikte, devrimci hareketi her bakımdan tasfiyeciliğin ölüm döşeğine yatırıcı oldu. Haliyle devrimci hareket, sürekli kan kaybetmeye devam etti, daraldı, küçüldü uzun süre kendisini üretemez duruma geldi.

Konumuza açısından bütün bunların anlamı şudur; erken devrim hayalleri ve erken büyüme ve kitlesellik olma hayalleri tuzla buz olmuştu. O şaşalı yapılan çökmüş ve devrimci ilke ve değer yargıları hızla erozyona uğrayıp hızla çözülmüştü. Böylece büyük bir boşluk doğmuştu. Faşist karşı devrim elinde geldiğince bu boşluğu doldurmaya çalıştı. Revizyonizmine reformizm ona eşlik etti. Döneme göre tasfiyecilik kılık değiştirerek sürdü devrimci yükselişin gecikmesi ve toparlanmanın uzaması, süreci daha fazla olumsuz yön de etkileyici oldu. Özetle yığınla devrimci kadro ve sempatizan, emekçi devrimci örgütlerden koptu, uzaklaştı. Devrimci ve sosyalist hareketler yığın bağlarının ana gövdesini ve olanaklarını kaybettiler. Binlerce devrimci kadro, on binlerce, yüz binlerce devrimci taraftar kendi başına bırakıldılar. Bu onlar açısından da yeni bir durumdu ve kaçınılmaz olarak yeni sorunları gündeme getirecekti, getirdi de.

Nitelendirilmesinden de anlaşılacağı gibi, dağınık ve örgütsüz devrimci güçler önemli bir kitledir. Yani bu gücü tek tek değil bit kitle olarak ele almak gerekiyor. Ve dahası bu kitle, taşıdığı özellikler, bilgi ve deney birikimi, mücadeledeki yeri, sorunları, beklentileri bakımından ortak yanların yanı sıra, farklılıklar da göstermektedir. Bu anlamda bu kitlenin farklı “kesim”lerden oluştuğunu da buna eklemek gerekiyor. Bunun pratik anlamalı, onlara yönelimde her birinin çalışmalarda nereye oturtulacağında, güçlerin tasnif edilmesinde kaçınılmaz olarak farklılıklarında olacağıdır.

Dağınık devrimci güçlerden devrimci demokratik ve sosyalist güçlerin “eski” kadrosu ve taraftarlarının durumuna, başlıca zaafları ve eksiklikleri ve beklentileri gelince: Bunların bir kısmının önemli bir bilgi bikrimi mücadele deneyimi var. Bazı hem 12 Eylül faşist darbesi öncesinin yükseliş koşulları ve hem de sonrasını n yenilgi ve politik durağanlık koşulları, doğrudan deneyimlerini taşıyorlar. Yani bu iki dönemi doğrudan yaşamışlardır. Fakat buralardan bazıları, özelliklede Avrupa’dakilerin önemli bir kesimi, sahip oldukları bilgi birikimine ve mücadele deneyimlerini örgütlü mücadelenin ihtiyaçları doğrultusunda kullanmıyorlar, kullanamıyorlar. Özellikle Avrupa’dakiler durumlarından memnundurlar; memnun olmayanlarda –hoşnutsuzluklarını zaman zaman ve çok çeşitli biçimlerde dile getirmiş olsalar da- durumlarını köklü olarak değiştirebilmek için gerekli olan kararlılığı gösteremiyorlar.

Dağınık devrimci güçlerden devrimci ve sosyalist hareketin eski kadro ve taraftarlarında, yenilgi, politik durağanlık ve devrimci yükselişin gecikmesi ve istenen atılımın sağlanamamasından derinden etkilenmişlerdir. Yenilgi ve tasfiyeciliğin psikozu hala aşılabilmiş değil. Bu etkiler değişik biçimler altında sürüyor. Her ne kadar tasfiyecilikten etkilenenlerden bazıları yeniden devrimci çalışmalara ilgi duyup destek olsa da bunarlın sayısı seyirci kalanlara ve örgütsüz olanlara göre oldukça sınırlı. Politik duyarsızlık ve güvensizlik hala egemen eğilim olarak devam ediyor. Bilgi birikimleri, mücadele deneyimleri göz önüne alındığında, bu örgütsüz devrimci kesimlerin enerjilerini çevrelerini devrimleştirmede konusunda harcadıkları vb. söylenemez.

Öte yandan bu kesimlerin, yenilgi ve örgütsüz dağınık dönemlerinin salgın hastalığı tasfiyecilikten belirgin şekilde etkilendiklerini ve bununla da bağlı olarak geçmişe inkârcı ve sübjektif yaklaşımları da bir gerçek. Yapılan devrimci işleri küçümsenme, olumlu çalışma ve yönelimler, atılan adımlara üsten bakarak burum kıvırma eğilimi bu kesim arasında oldukça güçlü. Haliyle her şeye abartılmış mükemmeliyetçi yaklaşımlarla çoğu zaman hem kendilerine ve hem de devrimci harekete karşı güvensizlik göstermenin kaynağı oluyorlar.

Ayrıca gerek düşmanın dur durak bilmeden süren ağır saldırıları ve gerekse de devrimci ve sosyalist yoğunlukların vermiş olduğu kayıplar ve içine yuvarlanmış oldukları olumsuz durumlar nedeniyle, uzun yıllardır örgütlü mücadeleden uzak kalmalarına rağmen, sempati ve güven duydukları devrimci hareketi arayıp bulan bir kesiminde olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu kesim, politik çalışmalarında, örgütlü mücadeleden uzak kalmanın olumsuz etkilerini şu ya da bu şekilde taşıyor olsa da mücadele isteği içinde oldukları bir olgudur.

Dağınık devrimci güçlerden, devrimci ve sosyalist hareketin, eski kadro ve taraftarlarının beklentilerini belli başlı şu noktalarda toplamak mümkündür: Bu kesimler özellikle geçmişin tekrarlanmasını ve yaşanmış hataların sürmesini istemiyorlar. Zira kendileri geçmişin olumsuzluklarını, hata ve eksikliklerini bizzat yaşamışlardır, onların sonuçlarını görmüşlerdir, yaşamışlardır. Haliyle aynı şeyleri yeniden yaşamak, görmek istememektedirler. Güven veren sağlam temellerde güçlü oluşumları arıyorlar. Bulamayınca da bundan olumsuzca etkileniyorlar. Bu bakımdan daha ziyade “bekle gör” şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşım içindedirler. Aradıkları oluşumların sanıldığı gibi kısa sürede yaratılamayacağını ve dahası, bu işin proletarya hareketi ve genel demokratik halk hareketin gelişiminin olmayacağını, anlayamıyorlar. Çoğu zamanda kendilerini bu çalışmanın dışında bırakıyorlar. Kafalarda tasarlanan mükemmel oluşumlar yaratılmadan, mevcut devrimci hareketlerden birinin saflarından pratik olarak işe koyulmama yönünde hatalı tutumlar bu keaimlerden epeyce yaygın ve bunlar ileriye çıkma konusunda engelleyici bir rolde oynuyor.

Diğer yandan, bu kesimlerde geçmişin “teorisizliği”nden ya da önü devrimci teori tarafından yeterince aydınlatılmamış dar pratikçiliğinden haklı olarak yakınıyorlar, tepki duyuyorlar. Ama ne var ki, sağlam bir konumdan hareket etmedikleri için tersi yönde, uç noktalara gitmekten de kendilerini alamıyorlar. Bu kez de, pratik devrimci çalışmanın önemini küçümseyen, teori ve teorik çalışmanın rolünü tek yanlı abartan ve hatta yer yer idealize eden sapmacı eğilimleri besliyorlar, şaşıyorlar. İçlerinden bazıları, devrimi ve sosyalist hareketin geçmiş hata ve zaaflarını çoğu zaman örgütlü mücadeleden uzak kalmalarının gerekçesi haline getiriyorlar.

Sözü edilen geçmişin hata ve zaafları örgütlü mücadele konumundan eleştirip, düzeltilmeye çalımladığında, hatalar ve olumsuzluklar karşısında da pasif kalmak kaçınılmaz bir sonuç alıyor. Hatta bu kesimler açısından bu durum sonuçta tam teorisizliğe bile yol açıyor.

Dağınık devrimci güçlerin diğer bir kesimine, yeni dönemde yetişip de örgütsüz durumda olan, devrimci ve sosyalist hareketlere ulaşmamış, ulaşamamış kesimlere gelince; öncelikle belirtilmesi gereken; bunların mücadele arzusuyla dolu oldukları daha canlı, atılgan ve gelişmeye yeniliğe açık oldukları olgusudur. Bu olgu kavranmadıkça, bu kesimlerinin gerek gerçek durumları ve gerekse de onların mücadelede tutmuş oldukları ve tutacakları yer doğru bir şekilde kavranamaz.

Daha mücadeleci, canlı, atılgan vb. olmaları, daha az sorunlu olmaları, daha az sorunlu olmaları, yenilgi, politik durağanlık ve dağınıklık koşullarından daha az etkilenmeleri vb. nedeniyle bu kesim daha kolay örgütlenme ve mücadele mevzilerine yerleştirilme, daha güçlü seferber edilme durumundadırlar. Mevcut durumda bunlar daha ziyade işçi ve öğrenci gençlik içerisinde yoğunlaşmış bulunuyorlar.

Görüleceği üzere, dağınık devrimci güçlerin özetlenen durumu, sorunları, beklenti ve yönelimleri dikkate alındığında, aralarında önemli farklar bulunmaktadır. Buradan hareketle, gerek mücadelenin öne çıkardığı “yeni” öğeler olmaları, gerek yeniliğe, değişme, daha fazla açık olmaları, gerekse de yeni dönemin canlılığı taşıyor olmaları nedeniyle, kısacası daha mücadeleci ve daha kolay örgütlenmeye açık olmaları nedenleriyle, yeni dönemde mücadelenin yarattığı, ancak örgütsüz olan ve arayış içerisinde olanlara daha fazla ilgi göstermek, onarla ulaşma çabasını önde tutmak gerekmektedir. Bunun gibi “eski”lerden kendilerine ulaşıldığında mücadeleye katılma durumunda olanlara da gereken değer verilmelidir.

Olanaklı olan her durumda devrimci güçlerin durumları kendilerine anlatılmalı, kendileriyle dirsek teması ve sürekli diyalog kurulmalıdır. Bu açıdan dağınık devrimci güçlerden “eskileri”nin özetlenen hata ve zaaflarına karşı mücadele edilmeli, bunların uzun vadeli sonuçlarına işaret edilmeli, örgütlü devrimci mücadelenin zorunluluğu sürekli işlenmelidir. Ama n bu kendi başına yetmez, aynı zamanda onların ‘aynı şekilde “yeni”lerinin de beklentileri de karşılanmalı, ya da karşılanmaya çalışılmalıdır. Bu noktada, geçmişin hatalarını, zaaflarını vb. aşmak ve ortaya koymak vb. önem taşımaktadır.

Bu noktada geçmişin hataları, zaaflarını vb. aşmak ve ortaya koymak gerekli olduğu gibi, teori, program, strateji, taktik örgütlenme sorunlarını sürekli işlemek, yeni açılımları ortaya koymak vb. önem taşımaktadır. Aşınan, sarsılan güven duygusunu yeniden onarmak ve gerekli güveni yenden vermek gerekiyor.

Dahası dağınık devrimi güçler olanaklı her yerde, yığın örgütleri ve devrimci çabalar etrafında bir araya gelmeli ve örgütlenmelidirler. Yaygın olarak m örgütlenmeleri, onları toparlayıcı, kendilerine güvenlerini artırıcı, inisiyatiflerini ve politik uyanıklarını geliştirici, mücadelenin sorunlarına müdahale etme sorumluluk ve yaratıcılıklarını kamçılayıcı bir rol oynayacaktır. Dağınık devrimci güçlerin bir kitle oluşturduğu dikkate alınırsa, kitleye yaygın bir şekilde seslenebilmenin yol ve araçlarını yaratmanın önemi var olanlarında geliştirilmesi gerektiği kendiliğinden anlaşılırdır. Sorun onlarla gerekli diyalogu kurabilmek, diğer açıdan da elverişli koşulları yaratabilmektir.

Öte yandan devrimci ve sosyalist hareketler arasında olanaklı olan her düzeyde eylem birliklerinin gerçekleştirilmesi de bu kesimleri olumlu etkileyecek moralmen güçlendirecektir. Devrimci yoğunluklar arası olumlu ilişkiler, dayanışmalar, eylem birlikleri vb. dağınık ve örgütsüz haldeki bu kitleyi de aynı ya da benzer çabalara girmeyi zorlayacaktır. Bunlar yalnızlık duygusunu da en iyi bu yolla yenecektir. Bu aynı zamanda gerek kendi aralarındaki ve gerekse de mücadelenin diğer alanlardaki kitleyle dayanışmayı geliştirmenin de yoludur.

Hiç yorum yok: