14 Mayıs 2021 Cuma

Partizan dogmatik cenahının 24 Nisan 1972 yılında TKP-ML Hareketi’nin parti olarak kuruldu iddiası beyhude bir çabadır

Kaypakkaya yoldaş 24 Nisan 1972 yılında bir grup yoldaşıyla birlikte Türkiye komünist hareketini, TKP/ML Hareketi şahsında yeniden ayakları üzerine dikti. Ülkemizde sol hareket üzerinde egemenlik kuran 50 yıllık reformculuğu, revizyonizmi ve pasifist parlamentarizm geleneğini kırıp, devrimin silahlı başkaldırıyla gerçekleştirileceğini pratiğiyle ortaya koyarak, Kemalizm dalkavukçuluğuna, Kürt ulusunu inkar eden Türk şovenizmine, Şefik Hüsnü TKP’sinin burjuva milliyetçisi oportünist çizgisine, Sovyet sosyal emperyalizmine, Troçkizm’e vb. sınıf dışı akımlara karşı, kavrayışı ve deneyimi ölçüsünde cepheden tutum alarak, proletarya ve emekçi yığınların eline nasıl örgütlenip savaşacakları sağlam bir mücadele silahını tutuşturdu.

Elbette Kaypakkaya yoldaşın ortaya koymuş olduğu bu ML’ist görüşler, ilk ve genç olmanın getirdiği önemli yetmezlikler, eksiklikler ve hatalar taşıyordu. Bunun böyle olması bir noktada doğaldır da.

Ne ki Kaypakkaya yoldaş dönemin doruğu olarak gerçeklere çözümler bulmaya çalıştı. Düşündüklerini ve belirlediklerini ortaya koyup, pratiğe girişerek teorisini pratiğin deneğine vurdu. Bir yıllık gibi yoğun bir mücadelenin ardından TKP/ML Hareketi, faşizmin yoğun saldırıları sonucu ağır bir yenilgi aldı. Başta İbrahim Kaypakkaya yoldaş olmak üzere birçok önemli kadrosunu kaybetti ve 1973 yılında polis tarafından çökertildi. 1974’te zindanda başlayan toparlanma yeni bir KK oluşturularak hareketimiz toparlanmaya çalışı. Ama Kaypakkaya’nın geride kalan yoldaşları pratiğin sonuçlarını irdeleyerek, süreci gözden geçirerek kapsamlı olarak yargıladı, bu mücadelede bir çok olumlu-olumsuz sonuçları bulup, ortaya çıkartarak, komünist hareketin hatalarından arındırılarak gelişip, güçleneceği gerçeğinden şaşmazcasına hareket ederek, Kaypakkaya yoldaşın eksikliklerini ve yetmezliklerini, dogmatizm ve inkarcılığa düşmeden, ML çizgide kararlılıkla yürüyerek aştı ve O’nun komünist özünü geliştirip, derinleştirerek daha da sağlam bir hatta çekti.

Kaypakkaya yoldaş, komünist hareket için ön açıcı oldu, birçok alanda tabuları parçalayarak bizlere yol gösterici olduğu gibi, aynı zamanda bir yıllık gibi kısa bir pratik süreçte yaşadı ve bunun sonuçlarını değerlendirme fırsatını bulamadan Kaypakkaya yoldaş katledildi. Kaypakkaya yoldaşı ve komünist hareketi yargılamada, dahası komünist hareketin yakın geçmişini ele alıp değerlendirme sorunu, devrimci hareket saflarında en fazla tartışılan sorunların başında geldi. Bu alanda iki eğilim sürekli olarak çatıştı; birincisi M-L bakış yani olayları ve olguları kendi koşulları içinde ele alıp değerlendirme ve komünistlerin hatalarını mücadele içinde aşağı doğrusunun savunucusu ve takipçisi olarak gerçekler üzerinde politika yapan komünistler ve ikincisi de her ne kadar görünüşte farklı yerlerde duruyorlarmış gibi görüntü içinde olsalar da, geçmişe dogmatik ve inkarcılık temelinde mükemmeliyetçi bir bakışla olaylara ve olgulara yaklaşımda idealist bir mevzide birleşiyor oportünist cenah. 

Geçmişin doğru devrimci bir yaklaşımla nesnel bir zemin üzerinde ele alınmasında dogmatik ve inkarcı oportünistlerin temel özellikleri, sürekli olarak dualizm-ikirciklilik- ve keyfiyetçi bir değerlendirme -mükemmeliyetçi, inkarcı- içinde olmalarıdır. Bu akımların hemen tümü -MLKP'den TKİP’e, EMEP’ten TİKB’nin değişik gruplarına, TKP-ML’den MKP’ye- geçmişi değerlendirirken kendilerine oportünizmi, hoş görüyü ve uzlaşmacılığı uygularlarken, başkalarına, abartıcılığı, acımasızlığı, keyfiyetçiliği ve çift standartçı oportünist yaklaşımları ve değerlendirmeleri uygulamayı esas aldıklarını gördük.

Buradan olarak, Kaypakkaya yoldaşın şahsında 1972-79 dönemine inkarcı ve dogmatik bakış açısıyla mükemmeliyetçi yada hatalardan azade bir konumda durarak, gerçekleri çarpıtan ve olguları kendi zemininden kopararak ele alan dogmatik ve inkarcı oportünist cenah ile komünistler arasındaki niteliksel yaklaşım ve ayrım çizgisini ortaya koymak bir kez daha önemi taşıyor. Çünkü bu dönemi incelerken, tek yanlılığa ve yüzeyselliğe düşmemeye daha çok yükümlüyüz. Buna, bu dönemdeki Marksist-Leninist ve devrimci değerleri bugün savaşımımız da yaşatmak açısından gerek olduğu gibi, ML adına, içi boş lafızlarla ML’in karikatürü konumuna düşmemek açısından da, dünden çok daha fazla gerek var. Çünkü aynı konudaki hatalar birden çok defalar tekrarlandıkça, örgütümüzün, bizlerin kendi gücümüze ve güvenimizin zayıflamasına devrimci inanç ve enerjimizi kaçınılmaz olarak tüketmeye hizmet ederler.

Nitekim komünist hareketin değerlendirmesinde oportünist mevzide yer alanların, 50. yıl sonra bir arpa boyu bile ilerleyememeleri ve Kaypakkaya’yı ve 72-79 dönemini sınıfla birleşemediğinden dolayı eleştirip, mahkum edenlerin bu kadar deney, tecrübe ve birikimin ardından hala aynı yerde çakılıp kalmaları, hatta geriye savrulmaları ve ondan sonrada aymazcasına “yoktur bir birimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız” sloganı gibi, sık sık görüş değişikliğine gitseler de, dün ak dediklerine bugün kara demeleri de, bu oportünist cenahın, yine de kendilerini komünist olarak nitelemekten geri durmamaları onların ne kadar aymazlık içinde hareket ettiklerini ve yine bu akımların ne kadar anti-Marksist bir konumda durduklarını ve diyalektik materyalizmi nasıl iğdiş ettiklerini, ve komünist hareketin doğuşu, gelişimi ve partileşme sürecine yaklaşımda ne kadar sağlam bir konumda durduklarını gösteriyor.

Komünist hareket mücadele içinde olgunlaşır ve partileşme sürecini yaşar
Her ülkede komünist hareket doğduğunda partileşme sürecini yaşar. Partileşme süreci, komünist hareketin gelişmesi, büyümesi, bir parti olarak ileri taşınması ve bir parti olarak örgütlenmesi sürecidir. Evriminin bu aşamasında da komünist hareket ne kadar geniş ya da dar olursa olsun, doğası gereği politik bir kimlik taşır. Eğer daha farklı bir durum olmazsa, o gelişerek, olgunlaşarak parti haline gelir ve bu evrim, derinliğine ve genişliğine, niteliğin ve niceliğin gelişmesi süreci olarak çok yönlüdür. Komünist hareketin evrimindeki aşamalar, aynı nitelikteki bir olgunun olgunluk farklarıyla ayrılan farklı gelişme süreçleridir. Komünist hareketin evrimindeki bir gelişme aşamasından bir diğerine geçmesi, komünist hareketin kendi kendini inkar ederek niteliğini değiştirmesi demek değildir.

Peki, partileşme sürecinin ayırt edici özelliği nedir? Marksizm'in yeni girdiği ülkelerde, komünist hareket, devrimci-demokrasinin parçalanması sürecinde oluşacağına göre, bu oluşum genellikle proletaryanın hareketi dışında gerçekleşir. Komünist hareket, proletaryanın hareketi dışında doğduğu için, komünist hareketin proletarya hareketinde yalıtılmış olduğu bir dönem yaşar. Bu dönem, tersinden bakıldığında, komünist hareketin proletarya hareketine bağlanması, bilimsel sosyalizmin proletarya hareketine sokulmasıyla da proletarya hareketiyle bilimsel sosyalizmin birleşmesi sürecidir. Bu süreç aynı zamanda programın oluşturulup, derinleştirilmesi ve varsa komünist güçlerin ML program etrafında toparlanma sürecidir.

Elbette bütün bu sürecin zafere taşınması yani komünist hareketin partiyi yakalaması sınıf hareketiyle birliğinden geçer. Komünistliğin denek taşı sorununda temel doğruları ortaya koyan örgütümüz, bu görüşlerini şu noktada toparladı: Teoride proletarya diktatörlüğünü ön gören, kabul eden yani proletarya diktatörlüğüne uygun bir siyaset izleyen pratikte propaganda, ajitasyon, örgütlenme buna uygun davranan kişi örgüt, parti vb. komünisttir. Söz ile eylem, teori ile pratik arasında uyum olmalıdır. Yani proletarya diktatörlüğünün kabulü sözde kalmamalıdır. Kimin komünist olduğu sözle değil, eyleme göre değerlendirilmelidir. Ve bu tamamen somut bir sorundur. 

Dolayısıyla somut koşullar içinde alınmalıdır. Ama teori ile pratik arasında ki ilişkiyi kurarken diyalektiğin gelişim yasasını kavramak gerekiyor. Aksi halde, sözle eylem arasındaki ilişkide doru kavranamaz ve mekanik benzetmeler yapılarak yanlışlara kapanmak kaçınılmaz olur. Bu bakımdan teorinin pratiğe sürülmesi ve pratiğe bire bir yansıması ve bütünüyle ona hakim olması önemli bir süreci alacağı baştan görülmeli ve gelişmelere bu pencereden bakılmalıdır. Komünist hareketin ortaya koyduğu bu ML’ist görüşler, devrimci ve komünist hareketin olayları ve olguları hangi yönde değerlendirmesi gerektiğinde yol gösterici olmuştur. Geçmişe bakışta ikiz kardeş; dogmatizm ve inkarcılığın çıkmazı.

Ne ki buna rağmen birçok akım bu alanda düalizmden kopamadı ve işine geldiği yerde işine geleni alıp kullanarak seçmeci bir çizgide ilerleyerek komünist hareketin gelişim tarihine yaklaşımda anti-Marksist bir konumda yer aldılar. Keyfi değerlendirmeler ve ilkesiz yaklaşımlar Marksizm olarak yutturulmaya çalışıldı. İnkarcılık ve dogmatizm, ‘80 öncesi olduğu gibi özellikle 12 Eylül yenilgisi ve tasfiyecilikten sonra inkarcılık ve yeniden tarih yazımı aldı başını yürüdü. Görüşlerinden 180 derece dönüş yapanlardan, kendi mücadelesine intikamca saldıranlara -MLKP, TKİP vb.- kadar çok değişik eskinin devamcısı yeni inkarcılarla karşılaşıldı. Bu yeni türedi inkarcılar eskilerini aratır oldular. Her şeyi kendileriyle başlatan bu oportünistler, ortaya attıkları görüşleri gelinen durumda savunmaktan aciz bir konuma düştüler. “Gerçek bir Marksist yönelişin özünü ve esasını, proletaryanın tarihsel rolünü kavrayışı oluşturur. Bu kavrayışa ulaşmış ve dolayısıyla Marksist-Leninist sıfatını hak etmiş bir siyasal hareket, teorik gelişmenin siyasal faaliyetinin ve örgütsel şekillenişinin odağında yalnızca ve yalnızca işçi sınıfını koyar. Örgütsel gelişimin, proletaryanın öncüsünü komünizme kazanmayı ifade ettiği parti örgütünün yaratılmasının proletaryanın bilinçli kesimini örgütlemek demek olduğu ‘proletaryanın en üst örgütlenme biçimi olarak parti’ sözünün boş ve rastgele bir söz olmadığı hep unutulmuştur. Küçük-burjuvazinin bağrında komünist parti inşa etmeye kalkmak, kesinlikle bir tesadüf, ya da basit bir yanılgı değildir. Bu, Marksizm’in-Leninizm’in özü demek olan proletaryanın tarihsel rolünü kavrayamamak demektir…” (Yakın Geçmişe Genel Bakış ve Program Taslağı, s. 20 yıl 1987)

“Partileşme sürecimizin bugün halen zayıf sınıf hareketiyle birleşme alanıdır derken biz henüz fazla bir mesafe alamadığımızı zaten açıklıkla ifade ediyoruz. Fakat eğer bugüne kadarki tüm çabalarımıza rağmen bugün henüz sınıf hareketi içinde anlamlı bir mesafe alamadığımız bir gerçekse ve biz sınıf hareketiyle birleşme ve partimize bu zemin üzerinde bir politik-örgütsel yaşam alanı yaratmada buna rağmen özel bir ısrar gösterebiliyorsak, kendi başına bu olgu bile, bizim komünist ideolojik kimliğimizin ve sınıf devrimciliği çizgimizin kanıtı sayılmalıdır.” (Ekim, sy.157 Başyazı)

Ekim örgütü, ilk ortaya çıktığı dönemde genel olarak devrimci ve komünist hareketi sınıf zemini üzerinde yükselen ve bunun gereklerine göre örgütsel bir inşa çalışması içinde olmadığından dolayı, lafta ne söylese de pratikte proletaryayı merkezde tutan bir parti geliştirmediği nedeniyle halkçı popülist olarak mahkum etmeye çalıştı. Sınıf zemini üzerinde yükselemeyen hareketlerin ideolojisi ile politikası arasındaki çelişkiye dikkat çekerek, özellikle TDKP’yi gençlik hareketi zemininde örgütlendiğinden dolayı acımasızca eleştirdi.

Ne ki Ekim-TKİP örgütü dün söylemiş olduğu bu görüşleri kendisi de aşamamış ve proletarya partisinin proletarya hareketinin zemini üzerinde yükselterek, onun ileri öğelerinin komünist bir örgüt etrafında birleştirilerek gerçek anlamda sınıf partisinin kurulacağı görüşünden çark etmiştir. İdeolojik önderlikle sınıf hareketi olduğunu kanıtlamaya çalışacak kadar pusulasını şaşıran ve bu aynı görüşü başkaları savunduğu için onları fütursuzca eleştiren bu aklı evvel oportünistler, aradan 34 yıl gibi uzun bir süreç geçtiği halde ve önlerinde yararlanabilecekleri o kadar fazla ve gelişkin deney, tecrübe ve olanak olmasına karşın, bu kendinden menkul yeni yetme inkarcılar, söylediklerine uygun bir pratik geliştiremedikleri gibi, proletaryasız parti kurulabilir fikrinde konaklayarak 50-100 kişilik küçük-burjuvaziden devşirilmiş güçlerle, yani esas olarak gençlik içinde kalan çalışmalarıyla dün eleştirip, mahkum ettiği, küçük-burjuva popülizm olarak eleştirdikleri parti fikrine kapaklanmaktan kurtulamadılar. Ve Ekim-TKİP örgütü, proletaryadan ayrı telden çalarak etrafına toplamış olduğu küçük-burjuva sınıf ve kesimlerinden aşırılmış kadrolarla işçi sınıfının ihtilalci partisini yaratmaya ramak kaldığından ve dem vurarak sınıftan kopuk bir kuruluş kongresiyle TKİP adını alarak yeni bir işçi sınıfını öncü tabela partisini ilan etmekten kendisini alamadı.

Demek ki TKİP-Ekim örgütü, söylemlerine uygun hareket etmediği gibi, komünist harekete yaklaşımında da devrimci bir konumda durmadığını ortaya koyuyordu 30 yıl sonrasında Ekim örgütü sınıftan kopuk TKİP’i kurarak, sınıfa gideriz tasfiyeci küçük-burjuva fikrinde konaklıyor, böyle kendisine oportünizmi başkasına Marksizm’i uygulama oportünizminden bir türlü kurtulamıyordu. Daha önce etmiş olduğu iri lafları yutmaktan ve unutmaktan çareyi buluyordu. Haliyle komünist harekete büyük laflarla saldırısının da inandırıcı bir yanı kalmıyordu. Bu aynı durum, yeni yetme inkarcılardan, çift standartçılık ve keyfiyetçilikte akıl hocalarını geride bırakan MLKP’de de görülmektedir. Hemen her şeyi kendisiyle başlatma ve yeninin, “yeni tarzın” -ki bunun DHKP-C ve PKK kopyacılığı ve karikatürizmi olduğu su götürmez biçiminde açığa çıkmıştır- kurucusu ve geliştiricisi olduğu iddiasında bulunan MLKP, TDKP’den aşırdıkları ve TİKB, TKİP-Ekim’le aynı hatta buluştukları inkarcı görüşlerini, “dün dündür, bugün bugündür” oportünist görüşlerini pervasızca savunmaya götürmüştür. Kaypakkaya yoldaşı ve komünist hareketin 72-79 sürecini, küçük-burjuva devrimciliği aşamayan, sınıf hareketini temel alarak bu zeminde komünist hareketi yükseltmeyen bir süreç olarak görüp mahkum eden bu aklı evvel akım, gelinen durumda bütün bu söylediklerini unuturcasına aymazca hareket ederek, “ Ekim devriminin yolunun, yani proletaryayı temel alan bir siyasal, örgütsel strateji ve taktiğe ilişkin Leninist bakış açısının, bizim gibi ülkelerde (yani geri bağımlı ülkelerde) geçerli olmadığı yolundaki önyargının damgasını bastığı THKO-THKP-C ve TKP-ML bu anlayışlarının doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olarak anti-Leninist bir parti anlayışında konaklanıyorlar.”

“Proletaryanın önderliğini, esas olarak lafta benimsemiş, proletaryanın yerine teoride köylülüğü (ki burada üç hareketi de aynı kefeye koyarak TKP/ML Hareketi ile diğer akımlar arasındaki net olan ayrım çizgisini kabaca çarpıtmak ve Kaypakkaya’nın savunmadığı görüşleri savunuyor göstermek dürüstlükten öte tarihi gerçekleri çarpıtmak anlamına gelir. TKP/ML Hareketi hiç bir zaman ve hiç bir yerde teoride köylülüğü temel almamıştır. Bu iddia düpedüz yazarın Kaypakkaya’ya ve komünist harekete ne kadar düşmanlık içinde olduğunu gösterir. HB) ve pratikte de köylü yığınlarından da kopuk olan devrimci öncüyü koymuş olan ‘71 devrimci hareketi…” (P. Doğrultu, s. 8, s.5-6)

Yeni yetme oportünist inkarcılığın bir söylediği diğerini tutmadığından ve yamalı bohça olarak farklı görüşleri aynı torbada taşıdığından dolayı yazılarında da bu farklılıklar görülmekte ve tezatlıklarını yakalamak zor olmuyor. Bir yanda sınıf hareketi üzerinde yükselmeyen ve bunun gereklerine göre pratikte adımlar atarak siyasal, örgütsel mücadeleyi asıl olarak sınıf içinde olmayan akımların komünist olamayacağını savunacaksın ve buradan hareket ederek Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi’ni küçük-burjuva devrimciliği olarak niteleyeceksin, ondan sonra da tam olarak 50. yıl sonra kalkıp, sınıftan kopuk ve onu lafta temel alan ve pratikte buna uygun bir mücadele -örgüt hattında yürümeyen, küçük- burjuvazinin deklase kesimleri üzerinde yükselen, esas olarak semt ve öğrenci gençlik zemini üzerinde oturan MLKP’yi büyük M-L parti olarak niteleyeceksin? 

Hem de legalizm limanına demir atarak. Böyle keyfiyetçilik ve çift standartçılık olacak bir şey değildir. MLKP önderleri büyük gürültü kopardıkları ve parti aldı başını gidiyor havasını bastıkları koşullarda, çok özel koşullarda gerçekleştirilmiş bir toplantı olarak gösterilmeye çalışılan, 2. Kongre belgelerinde bu söylediklerinden fersah fersah uzak olduklarını göstermektedir: “Komünist partisinin, işçi sınıfı hareketiyle bilimsel sosyalizmin birliği olduğu yolundaki Marksist-Leninist öğreti tamamen doğrudur.

Fakat bu birliğin kural olarak komünist partilerin kuruluşundan önce gerçekleştiği ve gerçekleşmesinin zorunlu olduğu, bundan önce parti kurulmayacağı vb. iddia edilemez. Geçmişte bu yönde iddiaların ileri sürüldüğü bilinmektedir… Komünist partisi sonuç olarak bir örgüttür ve kuruluşu sorunu, onu kuranların iradesine bağlıdır.” (2. Kongre Belgeleri s. 25) derken MLKP, dün işçi sınıfı partisinin sınıftan kopuk olarak kurulacağını savunanları parti öğretisini sıradanlaştırarak ayağa düşürmek olarak eleştirip bu yaklaşımları mahkum ederken, bugün nihayetinde partiyi, komünist hareketin sınıfla birliğine, yerel örgütler oluşturmasına, kadrolaşmasına vb. bakmadan bir avuç devrimcinin bir araya gelerek, sınıftan kopuk olarak kendi iradeleriyle partiyi ilan edeceklerini söyleyerek komünist işçi partisini sıradan bir örgüt derekesine düşürerek Maocu parti anlayışlarıyla aynı kulvarda buluşmuşlarıdır. Keza MLKP, dün Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi’ni sınıfla birleşmeyi merkezde tutmayıp, pratikte buna uygun hareket etmediği gerekçesiyle eleştirip küçük burjuva çemberi kırıp, dışına çıkmadığı iddiasıyla eleştirip, mahkum ederken, bugünkü MLKP, 50 yıl sonra semt ve öğrenci gençlik içinden devşirdiği küçük burjuva kadrolarla, esas olarak pratik çalışmalarını sınıf dışı küçük burjuva kesimler içinde -öğrenci gençlik ve semtler gibi yoğunlaştırırken Marksist-Leninist oluyor ama önünde yararlanacağı her hangi bir deney, tecrübe ve olanaklar vb. yok iken ilkliğin ve çocukluğun getirmiş olduğu nedenlerden dolayı aynı konumda hareket eden Kaypakkaya ve komünist hareketi çok rahatlıkla küçük-burjuva olarak damgalayarak mahkum etmeye çalışıyor. Bakalım MLKP 50 yıl sonra örgütsel-politik çalışmanın merkezinde tuttuğunu iddia ettiği sınıfla birleşmede ne kadar yol kaydetmiştir?

“MLKP’nin sınıf hareketine bağlanmadığı, onun temel zaafı, işçi sınıfıyla bağlarının fazlasıyla zayıf olmasıdır…”(2. Kongre Belgeleri, s. 27)

“Partimiz edimsel olarak, yani toplumsal köken itibarıyla işçi sınıfının ‘en bilinçli azınlığından’ oluştuğu kuşkusuz söylenemez.” (agb, 28)

“Partimiz, kesimsel çalışma söz konusu olduğunda, özellikle büyük metropollerde güçlerinin en çoğunun giderek işçi çalışmasında konumlandırmaya yöneldi… Ancak sorunda ısrarlı davranılamadı. Gelişmemiz hala cılız ve sınırlıdır… çok sayıda kadro sınıf çalışmasında görevlendirilse de bunların önemli bir kesimine gereken işlerlik kazandırıldığı söylenemez… İşi ilişkilerimizi örgütlemede belirgin gelişmeler oldu. Ama bu devam ettirilemedi…” (Agb, s. 51-52)

“Partimiz, komünist hareketi, bütün varlığı süresince bir gölge gibi izleyen işçi hareketinden yalıtılmışlık sorununu çözme iddia, görüş açısı ve kararlılığına sahip olduğunu özellikle bundan sonraki pratiğiyle göstermek zorundadır.” (agb, s. 53)

Daha buraya aktarmayı gerekli görmediğimiz birçok değerlendirme ve veriler çetecilerin söylemleriyle pratikleri arasındaki çelişkinin derinleşerek sürüp gittiğini ve sınıfı temel alan bir örgütsel, pratik çalışma geliştirmediklerini göstermektedir. Peki, 50 yıl sonra Kaypakkaya yoldaş ve daha sonrasında komünist hareketin yarattığı, fabrika işçi ilişkilerinin onda birisini bile örgütleme, fabrika ilişkisi yaratma ve hücreleşme, sendikalar içinde buna uygun hareket etmediği gerekçesiyle eleştirip küçük-burjuva çemberi kırıp, dışına çıkmadığı iddiasıyla eleştirip, mahkum ederken, bugünkü MLKP, 50 yıl sonra semt ve öğrenci gençlik içinden devşirdiği küçük burjuva kadrolarla, esas olarak pratik çalışmalarını sınıf dışı küçük-burjuva kesimler içinde -öğrenci gençlik ve semtler gibi yoğunlaştırırken Marksist oluyor ama önünde yararlanacağı herhangi bir deney, tecrübe ve olanaklar vb. yokken ilkliğin ve çocukluğun getirmiş olduğu nedenlerden dolayı aynı konumda hareket eden Kaypakkaya ve komünist hareketi çok rahatlıkla küçük-burjuva olarak damgalayarak mahkum etmeye çalışıyor. Bakalım MLKP 26 yıl sonra örgütsel-politik çalışmanın merkezinde tutumunu iddia ettiği sınıfla birleşmede ne kadar yol kat etmiştir? “MLKP’nin sınıf hareketine bağlanmadığı, onun temel zaafı, işçi sınıfıyla bağlarının fazlasıyla zayıf olmasıdır…” (2. Kongre Belgeleri, s. 27)

“Partimiz edimsel olarak, yani toplumsal köken itibarıyla işçi sınıfının ‘en bilinçli azınlığından’ oluştuğu kuşkusuz söylenemez.” (agb, 28)

“Partimiz, kesimsel çalışma söz konusu olduğunda, özellikle büyük metropollerde güçlerinin en çoğunun giderek işçi çalışmasında konumlandırmaya yöneldi… Ancak sorunda ısrarlı davranılamadı. Gelişmemiz hala cılız ve sınırlıdır… çok sayıda kadro sınıf çalışmasında görevlendirilse de bunların önemli bir kesimine gereken işlerlik kazandırıldığı söylenemez… İşçi ilişkilerimizi örgütlemede belirgin gelişmeler oldu. Ama bu devam ettirilemedi…” (Agb, s. 51-52) “Partimiz, komünist hareketi, bütün varlığı süresince bir gölge gibi izleyen işçi hareketinden yalıtılmışlık sorununu çözme iddia, görüş açısı ve kararlılığına sahip olduğunu özellikle bundan sonraki pratiğiyle göstermek zorundadır.” (agb, s. 53)

Daha buraya aktarmayı gerekli görmediğimiz birçok değerlendirme ve veriler MLKP’nin söylemleriyle pratikleri arasındaki çelişkinin derinleşerek sürüp gittiğini ve sınıfı temel alan bir örgütsel, pratik çalışma geliştirmediklerini göstermektedir.

Peki, 50 yıl sonra Kaypakkaya yoldaş ve daha sonrasında komünist hareketin yarattığı fabrika işçi ilişkilerinin onda birisini bile örgütleme, fabrika ilişkisi yaratma ve hücreleşme, sendikal çalışmalar yakalamayı başaramayan MLKP’nin kendisini komünist, ama gerçek komünistleri küçük burjuva olarak nitelemeye kalkışması ne kadar doğru ve dürüst bir yaklaşımdır? Bu açıktan “benimse iyidir ötesi tufandır” biçimindeki küçük-burjuva oportünist inkarcı bir değerlendirme değil mi? Nitekim MLKP’nin inkarcı oportünist görüşleri kendi gerçekliğini kavrama ve değerlendirmede ayak bağı olmuştur ve gelinen durumda kendi gerçekliğini açıklamada zorlandığı gibi tam bir çıkmaz yaşamaktadır. Ülkemizde küçük burjuvazi, nüfusun en büyük kesimini oluşturan bir sınıftır.

Bu sınıfın çıkarlarını savunan ancak proletarya adına hareket etme iddiasında olan küçük burjuva grup ve çevrelerin sayısı bir hayli kabarık. M-L parti öğretisi, bu grup ve çevrelerin yadsıdığı sorunlardan biridir. Bu gruplar biçimde birbirlerinden ayrılıyor gözükseler de, özde aynı nokta da birleşmektedirler. Genel doğruları sıralayan ama iş ülke somutuna geldiğinde inkarcı anlayış, partinin sübjektif koşullarının hazırlanmasını reddeden tabelacı yaklaşım, ML parti öğretisinin günümüzde geçerliliği olmadığı tezleri vb. oportünist anlayışların bazı örnekleridir. Hepsinin ortak özelliği de küçük-burjuva bireyci sınıf tavrıdır. Dünyanın merkezine kendilerini koyarak, kendilerini en büyük ML ilan etmek amacıyla teoriyi yaratmaya çalışmak, gerçekleri tarif ederek sözde tespitler yapmak oportünist akımların ortak özelliklerinden biridir. Küçük burjuva sınıf tavrının açık bir ifadesi olan bu yaklaşım tarzı düşünce planında muğlaklık ve teorinin çarpıtılması ile birleşiyor. Sonuçta bütün küçük-burjuva akımların vardıkları nokta ise, proletarya partisi sorununda anti-Marksizm. Küçük-burjuva akımlar, Leninist parti teorisini katlederken işçi sınıfından kopuk komünist partisi kurulacağı görüşüyle partinin sübjektif şartların tahrifine, reformcu dönüşüm teorisine kadar bir dizi oportünist görüşler savunmaya götürmektedir. 

Elbette bu oportünist cenahın görüşlerini burada tek tek ele alıp eleştirmek yazımızın hacmini aşacaktır. Ama biz burada oportünist anlayışlardan ikisi üzerinde duracağız. Bu iki oportünist eğilim, genelde devrimci hareketin üzerinde birleştiği yaklaşımlar olduğu için bu eleştirilerimiz diğer akımlar içinde geçerliliğini korumaktadır. Bilindiği gibi geçmişe bakış alanında iki akım daha çok öne çıkarak oportünist görüşlerin sistemli savunucuları olmuştur.

Diğer akımlar, asıl olarak bu iki akımın özellikle de TDKP’nin inkarcı mükemmeliyetçi görüşlerinin takipçileri olmuşlardır. TDKP ve TKP-ML bu her biri kendisini dünyanın merkezinde tutma -bunlara daha sonra TİKB, Ekim, MLKP gibi gruplar da katılmışlar. Ama bütün bu örgütlere önderlik eden ve anlayış veren TDKP oportünizmi olmuştur kendi gruplarını yanılmaz saymayı, M-L göstermeyi çıkış noktaları yapmaları, gerçekleri buna göre çarpıtmaları ortak dünya görüşlerinin başlıca yansımalarındandır. Kendi içinde tutarlı bakış açısına sahip olmamaları, muğlaklık, eklektizm ve mekanizm içinde yüzmeleri yukarıda belirttiklerimize eklenmelidir. TDKP ve diğer inkarcı oportünistleri-ki daha sonrasında bu çizginin üzerine kapaklanan MLKP, EKİM, TİKB’nin her iki kanadı vb. akımlar bu inkarcılığın en kaba biçiminin kararlı takipçisi haline gelmişlerdir- eklektizmlerini teorik yaklaşımdaki muğlaklıkla birleştirmekte, kaba bir inkarcılık olarak biçimlenmektedir. 

TDKP, MLKP, EKİM, TİKB vb. mükemmeliyetçi bir yaklaşımla geçmişi bütünüyle reddederek, komünist hareketin geçmişine hayasızca saldırılara giriştiler. Bu akımlar özellikle komünist hareketin geçmişine mükemmeliyetçi mevzide saldırırlarken, gerek kendi geçmişlerini ve gerekse bugün içinde bulundukları durumlarını ele alırken olabildiğine hoşgörülü bir yaklaşımla hareket ederlerken, sonuçta bütün çabaları her şeyin kendileriyle başladığını, kendileriyle süreceği iddialarında düğümlenmektedir. 

TDKP, Kaypakkaya’dan 7 yıl sonra bunları savunmaktadır; ve daha sonraki süreçte ve bugüne kadar TDKP bu görüşlerinin bir çoğunun özeleştirisini köklü olarak yapmadığı gibi kongre bile toplamamıştır, ne ki, görüşlerini çaktırmadan oportünist yöntemlerle terk eder gözükmekten geri durmayan TDKP gelinen durumda likidasyona uğramıştır. Fakat tüm bunlara karşın TDKP, kıskançlığını bu küçük burjuva görüşlerini Marksist olarak göstermeye çalışırken kendisinden fersah fersah ileride olan Kaypakkaya ve komünist hareketi küçük-burjuvalıkla suçlamadan geri durmamıştır. TDKP’nin görüşleri; “ Türkiye emperyalizmin yarı-sömürgesi altında yarı-feodal bir ülkedir.” (TDKP Kongre Belgeleri, s. 86)

“Mevcut şartlarda Türkiye devriminin yolunun genel çizgisi toprak devrimini yürüterek ve köylük bölgelerde tahkim edilmiş üslere dayanılarak, kırlardan şehirlere gelişen halk savaşı yoluyla iktidarın parça parça alınması çizgisidir.”(Parti Bayrağı, s.1, s.20)

TDKP’nin ‘dün dündür bugün bugündür ’oportünist ve çift standartçı yaklaşımlarının kıskançlıkla savunucularından biriside TİKB ve bugün MLKP’de ifadesini bulan TKİH, EKİM eğilimidir. Konunun daha iyi anlaşılması bakımından bu akımlardan bazı görüşleri buraya almayı yararlı bulduk. TKİH belgelerinden; “ Bütün organlar lağvedildi. Kolektif çalışmaya son verildi. İnsanlar kendi başlarına bırakıldı. Karar alınırken örgütün bir daha ne zaman toplanacağı konusunda bile hiç bir garanti verilmedi. (Sınıf mücadelesini tatil eden örgüt komünist oluyor da, her koşulda düşmana cepheden kafa tutan Kaypakkaya ve örgütü küçük-burjuva olarak değerlendirile biliniyor) hatta açıktan, ‘örgütü bir daha yeniden kuramayacağımız’ dahi söylendi.” (TKİH Genel Toplantı Kararları, s. 12, yıl 1984.)

“Değerlendirmelerde eskiyen yanlarda var. Bu eskimeye kısmen 84’ün ağır şartlarının baskısı altında yapılan sübjektif, diğer gruplara karşı aşırı güvensiz yapay, yer yer kibirli saptamalar, yer yer maddi koşullardaki değişmelere yol açmıştır.” (Age, s.1. yıl 1990)

“Türkiye’nin sosyoekonomik yapısının yarı-feodal olarak tanımlanması yerine, bu gerçeğe daha uygun bir biçimde yeni, ‘geri kapitalist’ olarak tanımladığımızı da ayrıca belirtelim.” (Age. s. 3)

TİKB belgelerinden; “toprak ağalığı ekonomisi yaşamdaki belirleyiciliği konumunu korumaktadır.” (TİKB Programı, Aktaran Birlik Üzerine, s. 54) “Kuşkusuz henüz sınıf temeline oturmayışı, mücadele taktikleri, örgütlenme biçimleri yeterince gelişmemiş komünist bir örgütte çeşitli darlıklar, sığlıklar ve uzlaşmacı eğilimler görülebilir.” (Orak-Çekiç, sy. 70 s. 31)

“TİKB’nin genel platformu bundan 34 yıl önce yani 1979 yılının ilk aylarında yazıldı. Dolayısıyla (dikkat edilsin tam 34 yıl sonraki bugün ortada kaç TİKB kaç TİKB olduğu belli değil. HB) yayınlandığı dönemin işleriyle beraber hamlıkların ve geçmiş yanılgıların bazı kalıntılarını taşıyordu. Platformun yazıldığı dönemde hareketimiz henüz gençti ve doğal olarak teorik birikim bakımından bugüne göre daha geriydi. Platformun üslubunu, çözümlemelerini, derinlik düzeyini ve formülasyonlarının ifade ediliş tarzını hareketimiz çoktan açmış bulunuyor, bugün artık…” (Orak-Çekiç, s. 74, s.13)

“Programımız ve bazı konulardaki temel politikalarımızın, kısmi eksiklik ve yetersizlikleri taşımasının yanı sıra, geçmişin kimi yanlışlarından ve revizyonist kalıntılardan tümüyle azade olmadıklarını bugün daha iyi görebiliyoruz.” (TİKB 2. Kongre Belgeleri, s. 105)

“Ciddi bir siyasal kimlikle kitlelerin karşısına çıkabildiğimiz ölçüde bir alternatif sunmuş oluruz. Bir an önce parti kimliği ile ortaya çıkmamızı gerektiren temel nedenlerden biri de budur. Kitlelerin ileri kesimlerini, bu yolla, sosyalizme açık kesimini kastediyorum. Bir an önce parti kimliğiyle ortaya çıkmamızı gerektiren temel etkenlerden biri de budur. (Ekim sınıf hareketinin ayrı yolda kendilerinin hala ayrı yolda yürüdüklerini ve sınıfla birliği az-çok yakalayamadıklarını ve sınıf hareketinin bir durgunluk sürecinden geçtiğini söylemektedirler. HB) Bunu biz,bu ilkel, bu ciddiyetsiz, gelinen yerde bu sorumsuz devrimci akımlarla araya daha belirgin bir mesafe koymakla mutlaka birleştirmek durumundayız.” (Kızıl Bayrak, sy. 28, s.17)

İnkarcı oportünist cenahın sübjektivizme, küçük-burjuvazinin bireyci sınıf tavrına dayalı çıkış noktası, onlarınsa savunduğu tezler hakkında fikir veren başlıca noktalardan birisidir. Söylenen tüm bu sözler, yapılan tespitler, belirttiğimiz çıkış noktasıyla uyum içinde, her şeyin kendileriyle başladığını ispatlamanın berbat birer aracı olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Bazı konuların geçiştirilmesi, eklektizm vb. tümü bu vaziyeti kurtarma çabasının küçük-burjuva bireyciliğin faturasıdır.

Geçmişe bakışta mükemmeliyetçiliğin bir başka hali dogmatizm
Dogmatik Maocu TKP-ML ve MKP cenahının geçmişe ve bugüne ilişkin inkarcı oportünist cenahtan tamamen farklı tespitler yapmaları, bunların aralarındaki köklü bir ayrılıktan kaynaklandığını söylenemez. Aksine, komünist hareketin şahsında geçmişi reddeden inkarcılıkta, yine geçmişi idealize eden, hataları görmek, kabullenmek yerine bunlara sıkıca sarılarak komünist hareketi hatalardan azade bir yaklaşım içinde değerlendiren dogmatizmde aynı temel üzerinde yükselir. Farklılık aynı dünya görüşünün, sınıf tavrının değişik biçimlerinden ibarettir. Bilindiği gibi dogmatik TKP-ML, MKP ve diğerleri Maocu cenahı, Türkiye’de örgütlü komünist hareketin ikinci kez 1972 yılında TKP/ML Hareketi ile doğduğunu ve partinin kurulduğunu savunmaktadır. Bu doğru tespitten hareketle geçmişin hatalarına sıkı sıkıya sarılmaktan geri durmuyor. Burada TKP-ML, MKP vb. cenahı sübjektif unsurun önemini yadsıyor. Bir komünist partisinin belirli objektif temeller üzerinde sübjektif koşulların olgunlaşmasıyla kurulacağını, sübjektif koşulların mücadele ile olgunlaştırılacağını reddediyor. Tabi ki böyle bir görevden kendisini azade gören bu oportünistler, parti isminin kullanılmasıyla herşeyin hallolacağını, parti sorununun çözümleneceğine inanıyorlar.

Partiyi bilinç ve örgütlenme düzeyi oldukça geri bir grup derekesine düşüren bir anlayışın savunuculuğunu yapmak, partinin kurulması için en temel hazırlıkları bir yana itmek partinin proletaryanın örgütlü öncü gücü olduğunu reddetmekle, partiyi sıradan bir örgüt düzeyine düşürmekle eşitliyor. İnkarcı ve dogmatik oportünistler sınıf mücadelesinin gelişim yasasını kavrayamıyorlar. Bu yasanın kavranmayışı inkarcı oportünist cenahı geçmişi değerlendirirken mükemmeliyetçilikle birleşip, inkarcılık olarak somutlaştırırken,yine aynı diyalektik yasanın kavranmayışı, TKP-ML, MKP vb. Maocu cenahın,geçmişi idealize ederek sınıf mücadelesinin gelişim yasasının dışına çıkarmaya, geçmişin hatalarına sarılmaya götürmekte ve dahası açıkça inkarcılığa karşı çıkar görünen TKP-ML, MKP Maocu cenah, 72’den bu yana bilinç ve örgütlenmedeki gelişmeyi reddederek, inkarcılığın kaba bir örneğini sergilemektedirler.

Aynı biçimde geçmişte ciddi hata ve zaaflarını kabul etmenin, geçmişi ML’ist olarak değerlendirmekle çelişeceğini düşünmekte, mükemmeliyetçiliğinin bir başka örneğini sergilemektedir.Nitekim bu cenah saflarında sık sık ayrılıkların yaşanması, geçmiş hatalarının pratiğin verileriyle bilimsel bakışla ele alınıp değerlendirme ve artık mücadelenin gerisinde kalmış olan sosyal gelişmenin ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzaklaşmış görüşlerini gözden geçirerek, oportünist ve dogmatik görüşleri aşma yerine, geride kalma ve dogmatikler eliyle daha da geriye çekilerek, hataları sistemli hale getirerek çizgiye dönüşmüş ve ortaya Maoist ve yaşamın gerçekliliğinden kopuk, sol oportünist bir çizgi ortaya çıkmıştır. Bu arkadaşlar ekonomik, politik ve sosyal gelişmenin yasalarını durağan, statik olarak gördüklerinden dolayı, dün mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt veren ama bugün mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt olmaktan geri kalmış görüşlerle mücadele etmeye çalışırlarsa, sonuçta ortaya ne deve ne kuş gibi ucube bir durum ortaya çıkar ve TKP-ML, MKP vb. Maocu cenahı, bu olumsuzluğu, geçmişe sahip çıkma adına kıskançlıkla savunmaya çalışarak, Kaypakkaya yoldaşa saygısızlıkta kusur etmez bir konumda yürümekten kendisini alamaz.

TKP-ML, MKP vb. Maocu cenahın her iki-üç yılda bir önderliklerini oportünist olarak suçlayıp, çizgiden uzaklaştıkları vb. yönlü eleştirilerde bulunmalarına karşın, yinede TKP-ML’yi Marksist olarak görmeleri de kendi içinde ne kadar tutarlı bir konumda durduklarını gösterir.İnkarcı akımlar geçmişe mükemmeliyetçi yaklaşırlarken yaşanan bu kadar deney ve tecrübeden sonra kendi durumlarını ve yakın geçmişlerini değerlendirirken büyük bir hoş görüyle hareket etmeleri, bu oportünist cenahın ne kadar eklektizm içinde yüzdüklerini ve diyalektik gelişim yasasını kavramadıklarını gösterir. Dolayısıyla bu akımların kendi içinde birbirleriyle taban tabana zıt görüşlersavunmaları kaçınılmaz olmaktadır. Her iki akımın, dogmatizm ve inkarcılığın ulaştığı noktada aynıdır; Leninist parti ilkelerinin ve partileşme sürecine yaklaşımın reddi.

TKP-ML, MKP vb. Maocu cenahın işçi sınıfının öncüsü komünist partiyi sıradan bir grup derekesine düşürerek, bunu yapmaktadırlar. O, kendi örgütünü parti olarak ilan etmekle kalmayıp,  TKP-ML isminin kullanılmasından dolayı Türkiye’de partinin 72’den bu yana var olduğunu iddia etmekten de geri durmuyor. Sınıf hareketinden kopuk ve diğer bir çok görevi yerine getirmede daha yeni adım atmış ve düşmanın saldırıları sonucu atılan bu adımların önemli ölçüde bu pratikte denenip sınanmadığı bir durumda TKP/ML Hareketi’nin doğuşundan itibaren parti olduğunu savunmak, ML parti öğretisinin kaba reddi demektir. İnkarcı oportünist cenahın savunduğu görüşlerde bütün palavralarına karşın reformcu dönüşüm teorisi üzerine binerek, sınıftan kopuk parti fikrinde buluşmuşlardır. Küçük burjuva örgütlerin bölünmeden, parçalanmadan adım adım dönüşerek, proletarya partisinin sınıftan kopuk olarak kurulup, daha sonra sınıfla birleşeceği görüşü, TKP-ML, MKP vb. Maocu cenahın ters yüz edilmiş, partiyi sıradan bir grup düzeyine düşüren, oportünist yaklaşımdan pekte farklı bir yanı olmadığını gösterir. Görüleceği gibi her iki oportünist cenah da sorunu ele alırken çıktıkları temel noktaları ve ulaştıkları yer hep aynıdır.

Çünkü her iki eğilimde aynı dünya görüşüne ve bakışına sahiptir. Özde aynı olmasına karşın biçimdeki ayrılıklar, hatta bir birine tamamen ters görünmeleri yanıltıcı olmamalıdır. Önemli olan, özün kavranmasıdır. Böylece özle biçim arasındaki ilişki sağlıklı ve doğru kavranabilir. inkarcı oportünist cenahın kafa karıştırma, sorunu çarpıtma gayretlerinin yoğunlaştığı konuların başına bakış açısı gelmektedir. Olguların şartları içinde değerlendirilmesi gerektiğini, olguların yer ve zaman kavramalarından soyutlanamayacağını inkarcılar özellikle karartmaya çalışıyorlar. M-L az çok bilen herkesin kavrayabileceği bu en temel unsurun; bakış açısının geçiştirilmesi ilginçtir. Genel söylemlerin sürekli tekrarlandığı da hatırda tutulursa oportünistlerin bilinçli geçiştirme çabaları kolayca görülür. İnkarcıların, bu alanda ısrarlı çabaları boşuna değildir.

Doğru bakış açısının devrimci kadrolar ve kitleler tarafından kavranışı, oportünist manevraların, keyfi değerlendirmelerin önünde engel olacaktır. Hareket alanlarını sınırlayacaktır. O halde oportünizm için yapılması gereken, sorunu karmaşıklaştırmak, iyice muğlaklaştırmaya çalışmak vb.’dir. İnkarcıların yapmaya çalıştıkları da budur. İnkarcıların, bakış açısı sorununda hemen hiç bir şey ortaya koymadıklarını belirtmiştik. Bu nedenle bu alandaki eleştirilerimizi, onların çeşitli konulara ilişkin, değerlendirmelerindeki yansımalarından hareketle yapacağız. Bu akımların ortak özelliklerinden biri, keyfiliktir. İnkarcıların sorunu doğru bakış açısı ile ele alarak olgulara ortak ölçütlerle yaklaştıklarında oportünist tespitlerinin ne kadar havada kalacağını bilmektedirler. Oportünist tespitlerine sarılarak, ML yaklaşımın reddi ise, onun sınıf niteliğine tamamen uygundur. Bu oportünistler geniş bir manevra alanına ihtiyaç duyarlar. Bazen mükemmeliyetçiliğin paslı zırhına bürünerek geçmişe saldırmak,işine gelmediğinde bunu çıkarıp büyük bir hoşgörü ile hareket etmek için oportünist muğlaklığa ihtiyaç duymaktan geri kalmazlar. Olgulara ortak ölçütlerde, aynı anlayış temelinde yaklaşmak, değerlendirmelerde buna azami titizlik göstermek, oportünistler için tahammül edilmez bir şeydir. Kimse böyle bir girişimde bulunmamalıdır. Fakat hayır, komünistler, inkarcıların sözünü bile etmek istemediği bu ve benzeri konular üzerinde ısrarla duracaklardır.

Bu inkarcı cenahın bırakalım dünlerini, bugünlerine de baktığımızda ‘72-79’un çok gerisinde durduklarını görürüz. 30-40 yıllık deney ve tecrübenin ardından bu akımlar sözlerine uygun bir pratik geliştirmeleri gerekirken, ne yazık ki, İbrahim Kaypakkaya’nın 72’lerde çözdüğü sorunları ancak bugün anlamaya başladıkları görülmektedir. Bu akımların kendileri için uyguladıkları bu oportünist uzlaşmacılık, ‘72-79 dönemine geldiğinde tersine dönmektedir. Birazcık tutarlılık olabilmesi için ölçütlerin diğer akımlara da aynı biçimde uygulanması gerekir. Bu temel gerçeği görmeyecek kadar tutarsızlığa düşmek küçük-burjuvaziye özgü bir dualizmle, keyfilikle eklektizmle izah edilebilir. Bu oportünist inkarcı cenah, 40-50 yıl sonra “sınıf hareketinden kopuğuz” diyerek fergat figan ederlerken 72-79 yılında komünist hareketin neden işçi hareketiyle birleşmediğinden dem vurarak, bu dönemi basit bir mantıkla küçük-burjuva devrimciliği olarak mahkum etmeye çalışmaktan da geri kalmamışlardır.

Peki bugün bu inkarcı akımlar komünist hareketi değerlendirmede kullandıkları ölçütleri neden kendilerine uygulayarak sınıftan kopukluğu aşamadıkları ve küçük-burjuvazinin dışına çıkan bir örgüt çalışması yaratamadıkları gerçekliğinden hareketle kendilerini küçük-burjuva olarak mahkum etmiyorlar? Evet öyle ama, bu akımlarda ilke ve istikrar denen bir olay olmadığından dolayı, bunlar için dün dündür, bugün bugündür. 

Bunlar genellikle kendilerine uzlaşmacılığı, liberalizmi, dışındakilerine ise acımasızca saldırıp, mükemmeliyetçi uygulamayı reva görmüşlerdir. Bu akımların soruna yaklaşımı konusunda bilinçli sessizlikleri, keyfiliği, ML’in en basit gerçeklerinin tahrif edilmesiyle el ele gitmektedir. Oportünist yazarlar, komünist hareketin gelişimini izahta oldukça sıkıntı çekiyorlar, oportünist tespitlerini kurtarabilmek amacıyla yılan eğrileri çiziyorlar. İnkarcı akımların bütün bu sıkıntılarını gidermede en fazla sarıldıkları reformcu dönüşüm teorisi oluyor. inkarcı akımların gelişim sürecini bugünkü durumların izahta başvurdukları bu reformcu teori, aynı zamanda ideolojik uzlaşmayı vaaz etmektedir. İnkarcı oportünizmin reformist dönüşüm teorisi ML örgütlerin doğuş koşulları, partinin sübjektif koşulları ele alışta muğlaklık ve program, sınıfla birlik vb. konularındaki oportünist yaklaşımlar, dönüşüm teorisi ile birleştirildiğinde, bu akımların parti sorunundaki yaklaşımlarının ana tablosu tamamlanmaktadır.

Bu bakımdan, inkarcılığın teorik dayanaklarından birisi olan reformist dönüşüm teorisi üzerinde durmakta yarar olduğu ortaya çıkmaktadır. Peki nedir dönüşüm teorisi? işçi sınıfı özel mülk sahibi olmayan, geleceği temsil eden tek modern sınıftır . Onun dünya görüşüyle mülk sahibi sınıfların dünya görüşleri arasındaki uzlaşmazlık, ekonomik alanda üretimin sosyal niteliği ile özel mülkiyet arasındaki çelişkinin üst yapıdaki ifadesidir. Öte yandan olgular, uygun koşullar altında kendine özgü temeller üzerinde yükselir. İşçi sınıfının diğer sınıfların ideolojileri, politikaları, örgütlenmeleriyle kesin bir sınır çizilmesinin şartları olgunlaştığından ML örgütlerin doğabileceği tanımlanması bu gerçeğin değişik bir anlatımıdır. Kısacası işçi sınıfının bilimini, yaşanılan dönemin tarihi, sosyal ve iktisadi şartları içinde almadan bu temelde örgütlenmeden ML olunamaz. Komünist hareket ML’yi temel alarak doğar ve gelişebilir. Aksi tezler, işçi sınıfının ideolojisiyle, diğer sınıf ideolojileri arasındaki uzlaşmazlığı yok sayan oportünist, uzlaşmacı anlayışa dayanmaktadır. Küçük-burjuva akımlar içinde uygun dış şartlarda ML fikirlerin gelişip, yaygınlık kazanması önemli bir itibar sağlaması tamamen mümkündür. Ve örnekleri çokça görülmektedir.

Fakat bu, o akımın nitelik değiştirmesi anlamına gelmez. ML’in küçük burjuva akımları etkilemesi, içinde yer alan kişilerin veya bazı çevrelerin nitelik değiştirmesi mümkündür. Ancak, bir küçük-burjuva akımın bütünüyle dönüşüme uğraması pratikte imkansızdır. Söz konusu ettiğimiz ve doğru olan; bu akımlar içinde ML fikirlerin gelişmesi diğer uygun koşullarla birleştiğinde ML kişi ve grupların çıkabilmesidir. Tabi ki böyle bir gelişmenin olduğu noktada ML kanat giderek küçük-burjuva hareketle bütün bağlarını keserek varlığını sürdürebilir, gelişebilir. Böyle bir gelişme adım adım reformcu bir dönüşümle değil, küçük-burjuva akım içinde ideolojik politik çatışmalarla, parçalanmalarla, kaynaşma ve mücadelelerle birlikte olur. Küçük-burjuvazinin ideolojik-politik ve örgütsel çizgiden tam bir kopuşu, onları tümüyle reddedip, ML’i temel alıp, pratikte sert mücadelelerle, örgütsel alanda da ayrışma ile el ele gidecektir.

Bu eşyanın tabiatı gereği böyledir. Küçük-burjuva bir siyasi hareket içinde niteliği gereği sınıfın çıkarlarını savunan kanat ya da kanatlar mutlaka olacaktır. Bunu yadsımak, sınıf hareketlerinin kendi sınıf çıkarlarını savunduğu ilkel gerçeğini yadsımak olur.İnkarcı oportünist cenah, küçük-burjuva örgütlerin bölünüp, parçalanmadan adım adım ML’i kabul ederek komünist hale gelebileceklerini ileri sürerek, TDKP, TKP-ML Hareketi’ni, TKİH vb. akımların esas gövdelerini koruyarak, ciddi parçalanmalara ve bölünmelere uğratılmadan, bu akımların reformcu yoldan dönüştükleri görüşlerini savunmaktadırlar. İşin ilginci şu ki bu örgütler öyle küçük burjuva örgütler ki bir çok kez çizgi değişikliğine uğruyor,ama bu akımların saflarında küçük-burjuva çizgilerini savunan hiçbir akım çıkmıyor. Bu akımların saflarında küçük-burjuvazinin sınıf çıkarlarını savunan, direnen hiç bir kesimin çıkmaması bu akımların ne kadar küçük-burjuva olduklarını gösteriyor. Böyle küçük-burjuvalar dostlar başına versin. Olayın özü sınıfın çıkarlarının objektifliğidir. Kişilerin niteliği de öyle. Sübjektif niyetlere bakılarak değerlendirme yapılmayacağı gibi, sadece niyetlere dayanarak, siyasal gelişmelerde izah edilemez. Buradan hareket ettiğimizde reformcu dönüşüm teorisinin anti-Marksistliği daha net karşımıza çıkar.

Çünkü köklü eleştirilerle küçük-burjuva bir akımın devrime inançla adım adım Marksizm-Leninizm’i eylem kılavuzu olarak kabul ederek Marksist olması söz konusu edilemez. Konuya ilişkin olarak Lenin şunları belirtir; “…Rusya’da demokratların fikirleriyle sosyalistlerin fikirleri arasında hiç bir derin nitelik farklılık olmadığı yolundaki düşüncenin, bugün kesinlikle hiç bir temeli yoktur. Tam tersine; geniş bir uçurum, bu fikirleri ayırmaktadır ve Rus sosyalistlerinin bunu anlamalarının, demokratların görüşlerinden tam ve kesin bir kopmanın kaçınılmaz ve zorunlu olduğunu anlamalarının zamanı gelmiştir.” (Halkın Dostları Kimlerdir, s. 164)

Burada Lenin’in sözleri açıktır. İdeolojik uzlaşmayı reddetmekle, proletaryanın siyasi hareketinin Marksizm temeli üzerinde yükseleceğini vurgulamaktadır. Dönüşüm teorilerinin savunucuları ise, ne i-düğü belirsiz eleştirilerle, aşama aşama küçük-burjuvaların aşılacağını, küçük-burjuva bir akımın bütünlük içinde komünist bir hareket haline dönüşeceğini vaaz etmektedirler. Küçük-burjuva devrimci bir örgüt içinde Marksist kişi ve gruplar çıkabilir. Bu küçük burjuvaziden kesin ideolojik kopuşla mümkündür. Küçük burjuva örgütün adım adım dönüşüm teorisi, devrimci gelişmenin dolayısıyla ideolojik uzlaşmanın ifadesidir. Ayrıca böyle bir dönüşüm eşyanın tabiatına da aykırıdır. Küçük burjuva bir akımın içinde Marksist bir kanadın çıkması dönüşüm olarak nitelenemez. Burada söz konusu olan dönüşümle bir değişme değil, bir nitelik sıçramasıdır. Elbette ki bu, büyük mücadeleleri, çalkantıları beraberinde getirir. Saflaşmalara yol açar. Bu, oportünist dönüşüm teorisinden tamamen farklı gelişim seyridir. İnkarcı cenah, gelişim sürecini dönüşüm teorisiyle izah ettiğinden, komünist hareketin hangi şartlarda doğup, gelişmesi ve partileşmesi sürecine ilişkin olarak önemli dönemeç noktalarına değinmeyerek tartışmanın özünden kaçmaktadırlar. Onların bu konularda da yaptıkları keyfi ve çift standartçı değerlendirmelerdir. Aslında dönüşüm teorisi, sözünü ettiğimiz sorunlara nasıl yaklaşıldığı konusunda genel bir fikir verdiğinden, üzerinde daha fazla durmaya da gerek yoktur.

Yukarıda ortaya koymuş olduğumuz görüşlerin bütünselliğini dikkate aldığımızda Kaypakkaya yoldaş ve komünist hareketin doğuşu, gelişimi ve partileşme sürecini değerlendirme konusunda oportünistler ile Marksistler arasındaki temel ayrım çizgisinin okyanuslar kadar derin olduğu netçe görülmektedir. Bu oportünist akımlar, kendilerine oportünist uzlaşmacılığı uygularken, dışındaki akımlara karşı aynı ortak ölçütlerden uzaklaşarak, daha acımasız ve keyfiyetçi bir yaklaşım içinde hareket ederek, inkarcı ya da dogmatik bir konumda yaklaşarak, komünist hareketi olumsuz değerlendirirlerken, aynı hataları bu kadar deney, tecrübe, birikim ve olanağa karşın 39. yıl sonra da sürdüren ve bir çok alanda geçmişin çok gerisinde kalarak, şehir küçük burjuvazisi içinde örgütlenmekten öte gidemeyen oportünist akımların bu gerçekleri görmezden gelerek ters yüz etmeleri, kendilerini komünist olarak göstermeye çalışmaları, bu akımların ciddiyetsizliklerin ive düalizmlerini ortaya koymaktadır.

Geride bıraktığımız 49. yıllık süreç içinde yanlışlarını, eksikliklerini atıp, sürekli ve sistemli olarak dorular üzerinde yürüyerek komünist hareketi yeniden ayakları üzerine dikerek salam zemin üzerinde örmeye çalışan İnşa’mız, bundan sonrasında da ML’in ışıklı yolunda ve komünist programı yaşama geçirme savaşımında bildiği doğru ve devrimci yolda kararlılıkla ilerleyecek ve sınıflar kavgasını devrimci görevleri yerine getirerek ileri taşıyacaktır. Her türden oportünizme, revizyonizme, inkarcılığa, dogmatizme ve sınıf dışı her türden anti-Marksist akımlara karşı uzlaşmaz bir hatta savaşım yürüterek, gerçeklerin dobra dobra savunucusu olacak ve yanlışların, çarpıtmaların açığa çıkarılarak eleştiri silahının hedefi olmaktan geri kalmayacaktır. Eleştiriciliğin dönüştürücü ve kavratıcı gücünü Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde 24 Nisan 1972 yılında tüm barikatları kırarak komünist hareketin ikinci kez gün ışığına çıkarılışının 49. yıl dönümünde olanca gücümüzü kullanarak, komünist hareketi kendi gerçekliğinden koparmadan ele alıp değerlendirecek ve çift standartlılığın çıkmaz sokak olduğunu unutmayacak, unutturmayacağız.

Hiç yorum yok: