4 Eylül 2019 Çarşamba

Karanlığa ışık olan Turan Dursun’u katledilmesinin 29. yılında anarken

Din alanda uzman olan ve eleştirel yaklaşımlarıyla şeriatçıların yalanlarını açığa seren Turan Dursun 4 Eylül 1990 yılında Şeriatçılarca hunharca katledildi. Turan Dursun öldürüldü. Ama düşünceleri yok edilemedi. Çünkü bir kez ortaya çıktıktan sonra maddi bir güce dönüşür. "Din Bu" yu ve Turan Dursun’u okuyunca, bu çok bilinen gerçeği bir kez daha ayrımına vararak düşünüyor insan. Şeriatçı faşist gericiler Turan Dursun’u öldürmekle yeni bir efsanenin doğmasına yol açtılar sanki. Işıklı düşünceler tüm parıltılarıyla yolumu aydınlatırlar ve asla yok olmazlar.

Daha güzel bir dünyanın, daha, özgürlüklü dünya olmadan gerçekleşemeyeceği açık. Daha özgürlüklü bir dünyanın kurulabilmesi içinde "tabuların yıkılması gerekir” Her türlü tabu yıkılmalı. Özgürlükleri bağlayan her türlü zincir kırılmalı. En başta kafalardaki iman zinciri "Daha güzel" daha bir dünyanın kurulmasıdır Dursun'un istediği. Bunun için aydınlık gerekir, ışık gerekir: Akıl ve bilim aydınlık kesimdedir. “Din” ve “iman”sa karanlık kesimde. “Aklın”, “bilimin" ölçüleri bellidir. “Gözlem” vardır, “deney” vardır, “nesnellik” vardır. Yolu “ışıklandıranlar"da bunlar. Din ve imandaysa bunlar yoktur. Karanlığı da bundandır. Görülüyor, bir aydınlanmacı Turan Dursun. Lenin, Çarlık Rusya’sının dinsel karanlığının yoğun günlerinde Engels’de esinlenerek şöyle diyordu arkadaşlarına: “Bir zamanlar Engels’in Alman sosyalistlerine verdiği öğüdü şimdi bizim izlememiz gerekebilir, on sekizinci yüzyıl Fransız aydınlanma dönemi düşünür ve ateistlerinin yazıları çevirmeli ve geniş ölçüde yayılmalıdır. Sanırız bu sözler iki binli yıllarda bizler içinde geçerli. Genç kuşakların bu yazıları pek okudukları söylenemez.

Zaten bu yazıların yeni çevirileri de yoktur. Öte yandan Türkiye Müslümanların yoğunlukta olduğu bir ülke. İslam, kapitalizmin gelişmediği ülkelerde yaygın bir din. Bu ülkelerde yaygın bir din. Bu ülkelerde aydınlanma dönemi yaşanması demek oluyor. Ve dinle savaşın geleneği çok az. İslam’ın tabuları ve yasakları çok fazla, çok etkili bu nedenle. Dinle savaşma görevi tarihsel olarak devrimci burjuvazinindir.

Ancak, burjuva devrimlerini tamamlamamış, bizim gibi ülkelerde dinle savaşma görevi, devrimci proletarya ve sosyalistlerindir. Bu arada, devrimci-demokratların ve doğrusu, Türkiye de varlıklarından endişeli olduğumuz militan materyalistlerin de görevidir dine karşı mücadele etmek. İşte, bu tür az-bulunur kişilerdendi Turan Dursun. “Din Bu” Dursun'un dinsel tabulara karşı uzun yıllardır yürüttüğü kavganın bir özlü ifadesi sanki. İslam’ın tabularını yıkmadan, bıkmadan anlatımın örnekleri diyebiliriz bu yazılar için.

Marx, Hegel'in Hukuk Felsefesine Giriş önsözünde din için şunları söyler: “Din ya kendisini henüz bulamamış ya da kendisini tekrar kaybetmiş bir insanın kendi bilinci ve kendine saygısıdır. Dinsel inanç insanın zavallılığıdır. İnsanın kendi gücüne inancı arttıkça dinsel inancın etkisi azalıyor. Baskı dönemleri çaresizlik dönemleridir, insanın kendi gücüne inancı azalıyor. İnsanın kendi gücüne inancı azaldıkça dinin gücü artıyor. İnsan, doğaya ve kendi yazgısına egemen olduğu ölçüde insanlaşıyor. Ve insan, doğaüstü güçlere bağımlılıktan vazgeçtiği ölçüde insanlaşıyor. Baskı dönemlerinde insan insanlığını yitirsin diye uğraş diyor. Dinin işlevi de, bu insanlıktan uzaklaştırma misyonunu yerine getirmek oluyor. Dinde, insan bir kendini ifade etme tarzı ve yolu buluyor. Basta dönemleri acılı dönemlerdir. Din gerçek acının gerçek dışı çözümü oluyor. Baskı ve çözümsüzlük dönemlerinin bilinç malulü insanları rahatlatıyor ve onlara yanılsamalı bir mutluluk sağlıyor. Dinsel acı, gerçek acının anlatımıdır ve gerçek acıya tepkidir de. Din, ezilen yaratığın haykırmasıdır ve tıpkı ruhsuz koşulların ruhu olması türünden bir kalpsiz dünyanın kalbidir. Halkın afyonudur” der Karl Marx.

Dünya çapında bir yenilgi dönemi yaşanırken, insan soyu kendini dine sarılarak gerçekleştiriyor. Gerileme ve yenilgi geriye düşüş dönemlerinde idealizm ve tanrı inancı yeniden önem kazandı. Umutları tükenen insanlar çareyi “ilahi güce” sığınmakta buldular. “Kapitalizmin yıkılmazlığına” tekrardan inanmaya başlayan insanın yılgınlığını ve korkularını ifade etme biçimi yine din oluyor. Bundan yüz yıl önce Lenin; " İşçilerin ekonomik baskı altında olmaları, kaçınılmaz biçimde her türlü siyasal baskıya, toplumsal aşağılanmaya, kitlelerin ruhsal ve moral çöküntüsünün artmasına yol acar. İşçiler ekonomik kurtuluşları adına az ya da çok ölçüde siyasal özgürlük elde etmek için savaşabilirler.

Ne var ki, kapital gücü yönetimden yok edilmedikçe ne oranda olursa olsun elde edilecek siyasal özgürlük, işçileri yoksulluktan işsizlikten ve baskıdan kurtaramayacaktır. Başkaları hesabına çalışmaktan. Yerine getirilmeyen isteklerden ve yalınız bırakılmışlığı yılmış halk kitleleri üzerine her yerde büyük ağırlıkla yüklenen ruhsal biçimlerinden biri dindir. 

Doğaya yenik düşen ilk insanlarına Tanrı’lara, şeytanlara, mucizelere ve benzer şeylere inanmasına yol açışı gibi, sömürülen sınıfların sömürenlere karşı mücadeledeki yetersizlik de kaçınılmaz olarak ölümden sonra daha iyi bir yaşamın varlığına inanmalarına yol açar. Din, bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, bu dünya da azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umudun sürdürmeyi öğretir. Oysa yine din, başkalarının emeği, sırtından geçinenlere bu dünyada hayırseverliği yapmayı öğreterek, sömürücü varlıklarının ceremesini pek ucuza ödemek kolaylığını gösterir ve cennette de rahat yaşamaları için ehven fiyatlı bilet satmaya bakar. Böylelikle din, halkı uyutmak için afyon niteliğindedir. Din, sermaye kölelerinin insancı düşlerini, insana daha yaraşan bir yaşam istekleri içinde boğdukları bir çeşit ruhsal içkidir” demişti Marx. Yüzyılı aşkın yıl önceki sözleri bunlar Marx’ın. Bugün, söylenenler dünden daha fazla gerçeklik kazamıyor Dinin “ruhsal içki” olma durumu her zamankinde daha geçerli.

Çünkü insanlar için umut daha uzaklarda görünmektedir. Günümüzün genel görünüm göz önüne alındığında dinsel inanca tabulara karşı mücadele her zamankinden daha önemli. Ülkemiz özelinde daha önemli. Çünkü dinsel inancı güçlendirilmesi bir devlet politikası. Egemenleri yeni ideolojisi "Türk-İslam Sentezi" ile inançlara karşı mücadele bir zorunluluk. Bu koşullarda Turan Dursun'un dinsel inançlara ve tabulara karşı yürüttüğü mücadelede pek çok önem kazanıyor. Ve Turan Dursun bu mücadeleyi ölümüne veriyor. Tabuları tabu yapan üstlerindeki esrar perdesidir. Tabuların üstündeki karanlık kalktıkça korkulur olmaktan çıkar. Karanlık korkutucudur. Üstün tutulan ışık korkuyu yok eden "Tanrıları korku yarattı" diyor Lenin. Turan Dursun'un yaptığı tanrılar karşı, korkuya karşı mücadeleydi. Işıktan ürkenlerce karanlığın kalkmasından korkanlarca yok edildi, bu nedenle Turan Dursun... Ve biz, Turan Dursun'u kitabını okumalıyız ve okutmalıyız. Tabuların Üstündeki sisi kaldırdığı için ve İslam’daki akıl dışı ve saçma ögeleri sergilediği için. Kişi kar; çıktığı şeyi iyi tanımak durumundadır. Biz dine inanmayanlar olarak okumalıyız, ama dine inananların göz ile de okumalıyız. Asıl amacımız dine inananları düşüncelerini değiştirmektir çünkü...

Faşizmin Türk-İslam sentezi olarak göründüğü günümüzde, İslam’ın bilinmesi, Islama kendi zaaflarını sergileyerek vurulması önemli. Dinle savaşmak bizde " İslami ideoloji ile savaşmak" demek oluyor. Tüm yönleri ile tanıdığımız bir düşmanla daha iyi savaşacağımızı tekrar belirtmek isteriz.

Çünkü din emekçileri uyutmak için önemli bir araç. Ancak dinle nasıl savaşacağımızda önemli.

"Dinle savaşmalıyız" bu her türlü maddeciliği ve doğal olarak Marksizm’in ABC'si. Ancak Marksizm, ABC'de donmuş kalmış; maddecilik değildir. Marksizm daha ileri giderek söyle der; "Dinle nasıl savaşacağımızı bilmeliyiz, bunu; bilmek içinde inancın ve dinin kökenini kitlelere maddeci bir biçimde açıklamalıyız. Dinle savaş, soyut ideolojik örgütler çerçevesinde kalamaz. Bu tür sınırlı öğütlere indirgenmemelidir. Dinle; dinin toplumsal kökenini ortadan kaldırmaz amaçlayan sınıf hareketinin somut uygulamasına bağlanmalıdır. Dine karşı mücadele ile sınıf hareketi arasındaki bağlantıyı iyi kurmak gerekir. Bir Marksist’in maddeci olması, yani dine karşı olması gerekir, ancak, bir diyalektik maddecinin dine karşı mücadeleyi soyut, kuramsal, değişmez bir biçimde değil de, uygulamada sürmekte olan ve kitleleri her şeyden iyi eğiten sınıf mücadelesinin somut temele dayanarak yürütmesi gereklidir." (Lenin) Evet, dinle savaşmak Marksizm’in ABC'sidir. Ama kitlelere da derinlere inen köklerini kavratmadıkça dine karşı yeterince mücadele edemeyiz.

“Tanrıları korku yarattı” Sermayenin kör-hali kitleleri tarafından önceden sezilemediği için kör gücünün korkusu yani proletaryanın ve ufak esnafın yaşamının her adımında “ansızın”, beklenmedik ve “rastlantısal” bir yıkıntı, yok olma, yoksulluk, fahişelik, açlıktan ölmek gibi tehlikeler yaratan gücün korkusu modern dinin kökenidir. Maddeciler anaokulu düzeyinde kalmak istemiyorlarsa öncelikle bunu hatırdan çıkarmamalıdırlar. Kapitalist düzenin ağır işi altında ezilen ve kapitalizmin kör, yıkıcı güçlerinin insafına bağlı olarak yaşamını sürdüren kitleler, dinin bu kökenine karşı savaşmayı, sermaye egemenliğinin her türlüsüne karşı birlikte, örgütlü, planlı ve bilinçli bir savaş vermeyi kendi kendilerine öğrenmedikleri sürece, hiç bir eğitici kitap, bu kitlelerin kafasındaki din inancını çürütemez.

Bu, dine karşı olan eğitici kitapların zararlı ya da gereksiz olması mı demektir? Hayır, hiç de değil. Bu demektir ki, Sosyal demokrasinin ateist propagandası, temel ödevine, yani sömürülen kitlelerin sömürücülere karşı sınıf mücadelesini geliştirmek ödevine bağlanmalıdır. (Lenin)

Dine ve batıl inançlara karşı savaşmak, ancak bu savaşı sınıf mücadelesinin perspektifinden yürütmek... Yapmamız gereken budur. Kitapların rolünü de bu bağlamda ele almalı, ancak asla küçümsememeliyiz. Bu, büyük bir yanılgı olur. Dine ve tabulara karşı yürüttüğü onurlu mücadelede yitirdiğimiz şeriatçı faşist katiller tarafından 4 Eylül 1990 yılında katledilen Turan Dursun'u bir kez daha saygıyla anıyoruz.

Hiç yorum yok: