13 Aralık 2017 Çarşamba

17. yılında 19 Aralık F tipi operasyonu ve ölüm orucu dersleri

Zindanlardaki devrimci tutsakların devrimci sesini boğmak ve teslimiyet ihanet yuvaları yaratmak amacıyla faşist MGK diktatörlüğünün 20 cezaevinde aynı anda başlattığı “Hayata Dönüş” adı verilen 19 Aralık faşist katliamla yüklü operasyonun 17. yıldönümü.

Aynı zamanda F tipi hücre cezaevleri dayatmasına karşı başlatılan ve 19 Aralıkta 2000 yılında kitlesel bir hal alan süresiz açlık Grevi (SAG) ve Ölüm Orucu (ÖO) eyleminin 17 yıl dönümü. Faşist diktatörlük her ne kadar 30 aşkın devrimci katlederek F tipi zindan politikasını pratiğe sürdüyse de, zindanlarda devrimci tutsakları teslim alarak buraları ihanet yuvalarına dönüştürme faşist politikası devrimci tutsakların, kan ve can bedeli direnişleri ve feda eylemleriyle 122 şehit ve yüzlerce gazi ile darbelenerek boşa çıkarıldı.

Ne ki faşizmin zindan politikalarını anlamak ve buna karşı uzun vadeli bir savaşım içinde olmak bakımından 19 Aralık 200 F Tipi operasyonu ve Büyük Ölüm Orucu eylemini değerlendirmek, bunun dersleriyle donanmak, hatalarından arınmak ve olumlu yanlarını geliştirmek bakımından önem taşıyor.

Hatırlanacağı üzere F tipi cezaevlerine karşı belli bir propaganda ve ajitasyon döneminden ardından başını DHKP-C’nin çektiği ve MKP ve TKİP’nin de katıldığı üçlü ittifak, 20 Ekim 2000’de açlık grevine başladılar.19 Kasım’da Ölüm Oruç’una (ÖO) dönüştürmelerinin ve direnişe diğer devrimci grupların destek vermesiyle büyümeye başlamasının ve dışarıda da belli bir kamuoyu oluşmasının ardından faşist diktatörlük zindanlarda egemenliği tümüyle sağlamak ve devrimin sesini boğmak için 19 Aralık 2000 katliamını gerçekleştirdi. Bu vahşi operasyonla 30 aşkın devrimci katledilip ve onlarcasının yaralanması ve yüzlercesinin F tipi hücre tabutluklara tıkılmasından sonra direniş yeni bir evreye girdi. Ciddiye alınabilir bir kitle ve kamuoyu desteğinden yoksun bulunmalarına rağmen devrimci tutsaklar, yılları deviren görkemli feda eylemleriyle, 122 şehit ve yüzlerce gaziyle devrimci hareketin tarihinde çoktan yerlerini aldılar.

Kuşkusuz, bu eylem sürgit hale getirilmesi ve F tiplerinin parçalanmasının neredeyse tek bir yumruk politikasına indirgenmesi, zindanlarda değişen politik koşulları, güç ilişkilerinin, devrim ile karşı devrim arasındaki oransız durumun yeterince dikkate alınmaması vb. nedeniyle 2003’den itibaren ağır bir tahribata yol açıcı taktiksel bir yenilgiye neden olması olgusu, hiç bir fedakarlıktan kaçınmayan devrimciler kuşağı yaratabilen bir ülkede, egemen sınıflar ve emperyalizm hiçbir zaman kendilerini rahat hissedemeyecek, devrim ve sosyalizm davasına bağlılık hiçbir zaman yok edilemeyeceğini gerçeğini asla gizleyemez. Bu gerçekliğin altının özel olarak çizilmesi gerekiyor.

Çünkü ÖO eylemine yalnızca F tiplerinin kapatılması ya da maddi elle tutulur bazı temel hakların kazanılması vb. sınırları içine hapseden büyük Ölüm Orucu direnişi küçümseyen sağ liberal bir mevzide bakanların anlayamadıkları olgu tamda bu olsa gerek. Bu devrimci öncünün, çok sayıda devrimcinin ölümü, yaralanması, fiziksel ve zihinsel olarak sakatlanmasıyla nitelenen ÖO direnişi kahramanlığını proleter ve emekçi kitlelerinin kahramanlığıyla birleştirebilen bir devrimci hareketin önünde hiç, ama hiç bir güç duramayacağı gerçeğini anlamak ve bunu yaratmak için daha fazla çaba göstermek gerektiğini bilmek bakımından önem taşıyor.

Faşist zulmün yanı sıra bir susku kumpası ve toplumsal duyarsızlık çemberiyle kuşatılmış olan devrimci tutsaklar, faşist teslimiyet ve devrimci onuru ayaklar altına alarak ihanet yuvaları yaratma saldırısına karşı neredeyse tek silahları kendi kararlılıkları ve iradeleriyle savaşa tutuşmak zorunda kaldılar. Bu faşizmin zindanları Diyarbakırlaştırma - Mamaklaştırma faşist politikasını yere çalmak ve boşa çıkarmak için kullanılabilecek en etkili devrimci silahtı. İşte bu devrimci silah ki zindanların ihanet yuvaları haline dönüşmesini engelledi ve faşizmin saldırı dalgasının önüne barikat olarak dikilmesini sağladı.

SAG ve ÖO eylemi 19 Aralık faşist operasyonun kapsamlı teslim alma politikasını boşa çıkarma saldırısına karşı durma ve devrimci onuru korumak bakımından pratiğe sürülmesi gereken eylem biçimleriydi. Bu bakımdan 19 Aralık faşist operasyonun ardından gelen hiç bir kural tanımadan pratiğe sürülen faşist saldırı dalgasına karşı dur diyecek direniş SAG ve ÖO eylemiydi. Buradan olarak 19 Aralık operasyonunu ardından pratiğe süregelen SAG ve ÖO tamamen doğru ve devrimci bir eylem biçimiydi ve bu nedenle F tipi hücre politikasının darbelenmesin de ve ideolojik-politik teslim alma saldırısının boşa çıkarılmasında başat rolünü oynadı.

Bizce devrimci hareketin hemen tümü de 19 aralık operasyonu öncesi ve sonrası arasındaki zindanlarda temel bir değişim olduğu ve politika ve taktiklerinde bu gerçeğe uygun olması gerektiğini görme, bilince çıkarma ve direnişin taleplerini buna göre yeniden oluşturmada öngörülü olamadıkları gibi, olaya hiç bir şey değişmemiş gibi yaklaşımı sürdürmüşlerdir.19 aralık operasyonu faşist MGK diktatörlüğünün zindanlarda kaybetmiş olduğu otoriteyi yenden tesis etme ve devrimci sesi boğmayı amaçlıyordu. Bu saldırı dalgası bir yıl öncesinden MGK toplantısında kararlaştırılmış, uygun koşulların yaratılması bekleniyordu. 

Dönemin başbakanı Ecevit’in “bu operasyonu bir yıl önce tartışmıştık” sözleri de bu gerçeği doğruluyordu. Bu bakımdan faşizmin 19 Aralık operasyonu devletin zindanları “Islah etme” politikasının pratiğe sürülmesiydi ve çok kapsamlı bir amacı güdüyordu. Bu bakımdan devrimci hareket faşist diktatörlüğün bu zindan politikasını bilerek hareket etmeli ve güçlerini buna göre konumlamalı ve taktiklerini bu zeminde yükseltmeliydi. Ancak düşmanın faşist taktikleri, devrimci taktikler ve manevra yeteneğiyle boşa çıkarılabilirdi.

Onun içindir ki 19 Aralık’ta zindanlarda durum devrimciler lehine ve düşmanla belli bir denge yakalanmışken 19 Aralık operasyonunun ardından hem uzun yılları kapsayan ve onlarca devrimcinin katledilmesi ve yaralanmasıyla kazanılan mevziler ve sağlanan dengeler tümden kaybedilerek durum devrimciler aleyhine ve düşmanın lehine bozuldu ve hem de F tipi hücre uygulaması pratiğe sürülerek, örgütlenme ve direnişte yeni dönemin yolu açılmıştı. Tam da bu koşullarda F tipi tabutlukların parçalanması ya da yıkılması talebi ikinci plana düşmüş ve faşizmin, devrimci tutsakları ideolojik-politik olarak teslim alarak zindanları ihanet yuvaları haline getirme politikasına karşı direniş birinci plana çıkmıştı. Bu koşullarda devrimci taktik teslimiyet ve ihanete geçit vermeden SAG ve ÖO direnişini örmek ve buna dayanarak F tiplerinde tecrit ve izolasyonun kırılmasına karşı mücadeleyi birleştirmek gerekiyordu.

SAG ve ÖO eyleminin F tipi hücre cezaevinin parçalanması zemini üzerine kurulunca bütün taktiklerde buna bağlandı ve bütün güçler tek bir eylemle sonuç almaya bağlanarak bütün güçler cepheye sürüldü. Bu aslında düşmanın zindan politikasını yeterince kavranmadığı gibi aynı zamanda 19 Aralık’la birlikte zindanlarda değişen politik koşullarında hala bilince çıkarılamadığını ve 19 Aralık öncesine uygun taktiklerin ve taleplerin öne sürüldüğüne tanıklık ettik.

20 Ekim 2000’de üç grubun başlayan açlık grevinin 19 Kasımda Ölüm Orucu eylemine dönüşmesi be bu süreçte dışarıda aydınlarında önemli katkılarıyla F tipi tabutluklara karşı duyarlılığın artması ve birçok kesimin F tiplerinin mimarı yapısının değişmesi yönünde tutum belirlemesi ve bu politik baskının hükümet üzerinde baskılanma yapması, devrimci tutsaklarla aydınlar aracılığıyla devletin anlaşmak için yol araması, hükümet yetkililerinin F tiplerinin açılışının erteleneceği ve mimarı durumunu yeniden düzenlenmesi için tartışmaların yapılabileceği vb. açıklamaların yapılması, ÖO düzenleyen bu üç grup içinde erken başarı eğiliminin geliştiğini ve aydınların aracılık yaptığı ve devletin köşeye sıkıştırıldığı ve böylesi bir ortamda kamuoyunun devrimciler lehine olduğu koşullarda, eylemi sonlandırarak hem devrimciler arası parçalı duruma son vermek ve hem de devletin aydınlar ve yığınlar nezdinde yalanlarını deşifre ederek önemli bir kitle gücünü yedeklemek bakımından önem taşıyordu. Aslında bu bir yerde taktiklerde esnek ve politikada ön görülü olmakla bağlıydı.

Ne ki F tiplerine karşı mücadeleyi her şeyin merkezine koyan DHKP-C’nin başını çektiği MKP ve TKİP’in de katıldığı üçlü ittifak, aslında kısa zamanda yakalanmış olan önemli bir fırsatı nasıl heba ettikleri, politik körlük ve ön görüden uzak durarak taktikler de donmuşluk içinde oldukları ve sonrasında ağır bir yenilginin vebalini sırtlarında taşıdıklarını gösterir. Düşmanın zoruyla F tipi hücrelere atılmayı ideolojik bir zayıflık vb. olarak gören ve ölürüz de F tipi zindanlara girmeyiz diyen bu akımların daha sonrasında bu görüşlerine uygun davranmayarak zindanlardaki koşullarda her hangi bir değişim olmamasına karşın f tiplerinde eylemi fiili mücadeleye dönüştürmeleri- DHKP-C dışındakiler tabi ki -aslında bu akımların F tipleri zindan gerçeğini doğru okuyamadıkları ve düşmanın politikalarını yeterince bilince çıkaramadıklarını gösterir. Nitekim eylemin erken başarıya ulaşacağı sol ve sübjektif yaklaşımı ortaya çıkan fırsatlarında heba edilmesini ve eylemin çıkmaza doğru sürüklenmesini koşulladı.

19 Aralık öncesi kaçırılan fırsat 19 Aralık operasyonu sonrasında da devam etti. Devlet bir yandan F tipi zindan politikasını uygulamaya sokarak ve dışarıda aydınların ve sınırlı sayıdaki emekçilerin, ailelerin seslerini boğmaya çalışırken içeride de zaman zaman tutsak temsilcileriyle görüşerek eylemi sürece yayarak adım adım içten çökertmeyi ve tahliye taktiğiyle ailelerin desteğini de etkisiz hale getirmeyi hedefliyordu. Buna karşı içeride F tiplerine karşı direnişin ana gövdesini oluşturan akımlar politik öngörü yoksunluğu ve donmuş taktik dışına çıkamıyorlar ve esas tartışmalar hücrelerin kaç kişi olması üzerinde sürüyordu. 

Eyleminde sıcak etkisiyle MLKP, TİKB Merkez, TKP-ML’nin başını çektiği 8'li grup ile DHKP-C’nin başını çektiği üçlü grup arasında grupçu ön yargılar ve dar yaklaşımlar ortaklaşma yerine farklılıklar biçiminde sürüyordu. F tipi zindan uygulamasının pratikleştiği bir ortamda, DHKP-C ve ittifak güçleri, düşmanla görüşmek için tutsakların getirdikleri cezaevlerine geri götürülmesini şart koşarken, 8’li grup koğuşların en az 15 kişilik olmasını ve aksi halde bir anlaşmanın söz konusu olmayacağını söylüyorlardı. Aslında örgütler somut gerçekliği anlam yerine kafalarındaki sübjektivizme göre hareket ederek hayali önerilerle zaman öldürüyorlardı. Tartışmalar hücrelerin kaç kişi olması ve görüşmeleri de kimlerin muhatap alınması vb. üzerine sürerken ÖO devam ediyor ve şehit haberleri peş peşe geliyordu.

Tüm güçlerini ÖO eylemine süren akımların eylemin erken başarıya ulaşacağı yaklaşımlarının tuzla buz olması, bu akımların elem biçimlerini gözden geçirmelerini koşulladı. Eylem uzun süreceği ve düşmanın uzlaşmaya yanaşma diye bir politikasının ufukta gözükmemiş DHKP-C, MKP, TKP-ML, TİKB merkezi savaşa sürdükleri tüm güçlerini seçilmiş kişilerle Ö.O devam biçiminde değiştirerek sol taktiklerinde bazı düzenlemeler yapmaya yöneltti. Aynı zamanda düşman direnişi kırmak için devrimci hareketin bazı kesimlerinin bu sol maceracı ve erken başarı hayalci politikalarını direnişin içten çözülen bir durumu olarak değerlendirdi ve ondan sonrası da izlemiş olduğu ÖO eylemcilerini tahliye etme taktiğiyle direnişe en büyük darbeyi indirmeyi başardı ve bu taktikle ÖO direnişi adım adım çözmeye yöneldi ve örgütler direnişi kırma olarak görüp değerlendirdikleri düşmanın bu geçici tahliye etmek taktiğine karşı mücadele etme ve böylece boşa çıkarma çağrısı yapmasına karşın tabana ve ailelere söz geçirememesi ve oportünist uzlaşmacı yaklaşımlar sonucu -ki bu tahliye politikasına hiç bir biçimde uymama kararına sıkıca uyan tek bir akım oldu oda DHKP-C idi- başarılı olamadı.

ÖO eylemini uzaması ve dışarıda ailelerin desteğinin de darbelenmesi direnişçiler üzerinde ciddi olumsuz etki yaptı ve içten çözülmelere artarak sürdü. Bu durum görülerek eylem bütün güçlerin ortak katılımın sağlanacağı SAG eylemi örgütlenerek sonlandırılması, dağılan ve yorulmuş olan savaşçıları dinlendirmek ve yeniden toparlamak, ayrı düşmüş olan PKK’li tutsakları da sürece katmak bakımından önem taşıyordu.

Çünkü yalnızca zindanlardaki devrim güçlerin ÖO direnişiyle ve güçleriyle faşizmin F Tipi zindan saldırısını bir vuruşta boşa çıkarmak ve yıkmak söz konusu olmuyordu. Bu gerçeği görerek güçleri tümüyle heder etmeden teslimiyete ve ihanete hayır diyerek ÖO direnişini sonlandırarak filli direnişi sürdürmek ve güçleri yeniden toparlayarak uzun vadeli bir savaşıma hazır olmak gerekiyordu.

Çünkü zindanlardaki savaşım her zaman gelgitler yaşamıştır ve bugünde böyle olacaktır. DHKP-C’li arkadaşların ya hep ya hiç taktikler yanlış ve aynı zamanda somut durumun ihtiyacına yanıt vermediği içinde devrimci ve geliştiricide değildir. Zaten böyle olması nedeniyle DHKP-C, ÖO eylemini sembolik bir hale getirmiş durum da.

Yani ÖO ekiplerini iki ya da üçer kişilik ekiplerle sınırlayarak eylemi daha çok propaganda-ajitasyonun temeli haline dönüştürmüştür. DHKP-C’nin kendisi de bu kadar sınırlı sayıda ÖO ekipleriyle F tiplerinin parçalanarak boşa çıkarılmayacağını biliyor. Ama öncü savaşçı çizgisine ve eylem tarzına uygun biçimde eylemi sürece yayarak devamını savunuyor.

Ne ki ÖO eylemi DHKP-C’nin bu yaklaşımıyla sıradan bir eylem haline düşürülmüş ve vurup alıcı etkisini de zaafa uğratmıştır. Aynı zamanda DHKP-C diğer akımların eylemi bir oldubitti biçiminde bırakmalarına da tepki olarak şehitler bağlılığın duygusallığı içinde de ÖO eyleminin devamını savunuyor.

Toparlamak gerekirse; 19 Aralık faşist operasyonu ve ardından F tipi hücre zindanlarında uygulamaya sokulan ideolojik-politik teslim alma ve ihanet dayatmasına karşı devrimci tutsakların başlatmış oldukları SAG ve ÖO direnişi devrimci bir duruştu ve bu devrimci duruş nedeniyle zindanların ihanet yuvaları haline getirilmesi boşa çıkarıldı. Ama oransız politik güç ilişkileri, dışarı da ciddi bir devrimci muhalefetin zindanlardaki direnişle aynı kulvarda buluşamaması, düşmanın ortak hareket tarzı içinde olması, devrimci tutsakların iç bölünme ve çok parçalılık içinde eyleme katılmaları, PKK tutsaklarının eylem dışında kalmaları, devrimci akımların erken başarı hayali içinde olarak taktiklerde esneklik içinde olamaması vb. nedeniyle devrim tarihine büyük ölüm orucu direnişi olarak geçen ÖO direnişi belli bir dönemden sonrası içten çözüldü ve taktiksel yenilgiyle sonuçlandı. Bunda kuşku yok ki dar grupçuluk ve benmerkezcilik içinde hareket eden devrimci akımların karşılıklı çok büyük hataları ve politik öngörüden uzak ve tek düze taktik çizgisinin belirleyici etkisi oldu.

Zindanlardaki devrimci tutsaklar çok zor koşullarda ve ciddiye alınabilir bir aktif kitle desteği, hatta geniş bir kamuoyu sempatisi olmaksızın faşizme karşı eşine ender rastlanır bir direniş gerçekleştirmişlerdir. Onlar, faşist diktatörlüğün ve emperyalizmin ve onların uşaklarının, tüm vahşet, hile ve çığırtkanlıklarına rağmen ülkemizde kökü derinlere giden devrimci damarı kurutamayacaklarını bir kez daha göstermiş bulunuyorlar.

Yanı sıra, çeşitli devrimci örgütlerden tutsakların, aralarındaki taktik ve anlayış farklılıklarına rağmen zindanlarda ortak bir direniş cephesi oluşturmalarının, örneklerini yaratarak, TDH’nin saflarında hala önemli ölçüde etkili olan grupçuluğa ve sekterizme karşı ortak bir duruşun adı olmuştur.

ÖO direnişini bu olumlu yanlarına karşın eylemin yenilgiye yol açmasını sağlayan hatalı anlayış ve yaklaşımları da söyle özetlemek mümkündür:

Bu hataların başında, sayısız uzun süreli AG’lerinin ÖO eylemlerinin deneyiminden doğru derslerin yeterince çıkarılamamış olması ve düşmanın küçümsenmesi geliyor. Yaşanan cezaevi direnişlerinin deneyimi, düşmanın saldırılarının büyük bedeller ve giderek süresi uzayan AG’leri karşılığında püskürtülebildiğini, ancak varılan anlaşmaların eylemin bitmesinden sonra az ya da çok hızlı bir tempoyla çiğnenmesi ve hakların geri alınması nedeniyle, bir süre sonra yeni bir direnişin gündeme geldiğini göstermekteydi. Cezaevlerindeki kavga tek bir çarpışmadan çok bir savaşa, bir dizi çarpışmadan oluşan uzun süreli bir çatışmaya benziyor. Tıpkı iki ordu arasındaki savaşta olduğu gibi, cezaevindeki belirli ve tekil bir çarpışmada da daha zayıf konumda ve yenilmekte olduğu ortaya çıkan tarafın gücünün tümünü cepheye sürerek çok daha ağır bir yenilgiye çağrı çıkarması ve bütün olanaklarını ve yedeklerini tüketmesi hiç de doğru ve mantıklı değildir. Akıllı bir komutan, herhalde hiçbir zaman böyle davranmazdı. F tiplerine fiilen direnerek ve kendi iradesi dışında kapatılmanın bile adeta teslimiyetle özdeşleştirildiği, bu zindanlarda devrimci onuru korumanın neredeyse olanaksız olduğu ve dolayısıyla bunun çok sayıda ölümler pahasına da olsa mutlaka ve tek hamlede önlenmesi gerektiği tezi, bu “ya hep ya hiç” anlayışının bir sonucuydu. TDH, propaganda ve ajitasyonunu sürdürürken kullanabileceği bu söylemi, taktiksel bir anlayış düzenine çıkarmamalı ve adeta kendi propaganda ve ajitasyonunun kurbanı olmamalıydı.

Gerek genel olarak sınıf savaşımı ve gerekse Türkiye’de yaşanan cezaevi savaşımı, kaçınılmaz olarak tekil yenilgi ve zaferlerle, iniş ve çıkışlarla dolu bir süreç olmuştur ve bundan sonra da böyle olmaya devam edecektir. TDH’nin işçi ve emekçi kitleleriyle bağlarının çok zayıf ve dolayısıyla kitlelerde devrimci tutsaklara yönelik saldırılara karşı duyarlılığın yok denecek düzeyde olduğu koşullarda onun, gücünün tümünü seferber ederek ve cepheye sürerek ve adeta kendini tüketerek faşist rejimin F tipi saldırısını durdurmaya kalkışması, taktiksel önderlik bakımından ağır bir hataydı ve ister istemez yaşanmakta olan yenilginin kapsam ve derinliğini büyütmeye yardımcı oldu. Bu koşullar altında, bazı mevzi kayıplarını geçici olarak sineye çekmek, -ilerde, daha elverişli koşullarda yeniden saldırıya geçmek üzere- geçici olarak geri çekilmekte duraksamamak, direnişi zamana yaymak ve fiili eylem ve direniş biçimlerini öne çıkarmak ve bu arada kamuoyunu tutsaklar yararına biçimlendirmek için uğraş vermek, daha mantıklı ve daha doğru olurdu.

2000 yılı ÖO direnişinin “dış” koşulları da önemli ölçüde farklı olduğu ve TDH bakımından daha ya da çok daha elverişsiz olduğu hesaba katılmadı. 2000 yılında ÖO direnişi başladığında PKK faktörü ortada yoktu ve Kuzey Kürdistan da silahlar susmuştu. PKK’nın ve onu izleyen Kürt halkının fiilen tarafsızlaşmış ve devreden çıkmış olması, siyasal güç dengesinin büyük ölçüde karşı-devrimden yana değişmesine yol açmıştı. TDH’nin çapının da 1996’ya kıyasla daha da küçüldüğü hesaba katıldığında, PKK faktörünün devreden çıkmış olmasının, güç ilişkileri bakımından, devrimin zararına önemli bir değişme anlamına geldiği açıktır. Bunun, “içerdeki” doğrudan sonucu da, siyasal tutsakların ana gövdesini oluşturan PKK’lıların -A. Öcalan’ın “demokratik cumhuriyet” çizgisi uyarınca- ÖO direnişine yer yer sınırlı ve pasif bir destek sunarken, açıklama ve eylemleriyle onu esas itibariyle baltalamaları ve “Farkımızı koyduk, iyi oldu” tutumunu benimsemeleri olacaktı. Keza 2000 de egemen sınıflar ve burjuva düzen partileri bakımından çatışmalar hafiflemiş ve generaller politik durumu kendi lehlerine değiştirmiş ve çelişmeler olabildiğince aşağıya çekilmişti. Aynı zamanda, TDH ve onun bileşenlerinin çoğu, gerek kadro gücü ve gerekse kitle ilişkileri bakımından 2000 döneminde daha bir zayıflamıştı. Yine, ABD ve AB emperyalistlerinin bölge politikalarında TC devleti ile örtüşmesi ve F tiplerinin dayatılmasını inat ve ısrarla “cezaevi reformu” ve tutsakların direnişini “cezaevi reformuna karşı çıkma” olarak sunarak faşist diktatörlüğe destek sağlamış.

Politik koşullardaki bu farklılıkları ve devrim aleyhine olan gelişmeleri kavrayarak F tipine karşı direnişi yürüten devrimci gruplar, kendi -sınırlı- özgüçlerini ve yedek güçlerini doğru bir biçimde değerlendirmeye dayanan bir devrimci taktiksel çizgi izlemeye özen göstermediler. Daha işin başlarında, özgücün esasını oluşturan devrimci tutsakların saflarında taktiksel bir çatlak olduğunun ortaya çıkması, yani DHKP-C, TKP (M-L) ve TKİP’in bir yol, diğer MLKP, TİKB, TKP-ML ve 8’li grupların ise bir başka yol izlemeleri ve direnişin iki ayrı platform halinde sürdürülmesi, onun önemli bir dezavantajıydı. Bu çatlak ve dışarıdaki desteğin sınırlılığı, 19 Kasım’da üç grubun diğer devrimci gruplara rağmen AG’lerini ÖO’na dönüştürmelerini daha da anlamsız kılıyordu.

ÖO direnişinin fazlasıyla uzun bir süre devam etmesinin, devrimci-demokratik muhalefetin zayıf ve dolayısıyla kitleler ve ilerici kamuoyu katında zindanlardaki baskı ve teröre yönelik ilgi ve duyarlılığın sınırlı olduğu koşullarda direniş uzadıkça ve zamana yayıldıkça bu ilgi ve duyarlılığın, doğal olarak daha da azalacağı kavranamadı ya da hesaba katılmadı. Özellikle derinleşen ekonomik ve siyasal bunalım, işçi, küçük esnaf ve emekçi memur eylemleri, egemen sınıfların kendi saflarındaki sürtüşmeler vb. nedeniyle gündemin değişmesi direnişi kaçınılmaz olarak “unutturdu” ve devrimci örgütlerin kendi gövdesini ve kitlesini bile etkileyen bir kanıksama duygusunun yayılmasına yol açtı. Ülkede ve yurtdışında yapılan dayanışma eylemlerine devrimci örgütlerin kendi sempatizanlarının katılımın zamanla hızlı bir biçimde düşmesi bunun somut kanıtı sayılmalıdır.

ÖO direnişinin deklare edilmiş hedefleri elbette tümüyle meşru ve haklıydı. Ancak güç dengesi, bu hedeflere ulaşılmasını olanaksız kılıyordu. Siyasal güç dengesinin elverişli olmadığı, ulaşılması olanaklı olmayan ve gündeme de getirilmeyen istemlerin, 2000 direnişinde gündeme getirilmesi, tümüyle yanlıştı. DGM’lerin kaldırılması ve Terörle Mücadele Yasası’nın iptali türünden istemlerin, yalnızca tutsakların eylemiyle gerçekleştirilemeyeceği, bunun için dışarıda güçlü bir devrimci kitle hareketinin olması gerektiği açıktı. Devrimci örgütlerin kadrolarının gözünde bile pek bir inandırıcılığı olmayan, bu gereğinden fazla katı tutumlar, TDH ile eylemin kararsız ve sallantılı destek güçleri arasındaki bağların daha da gevşemesine ve direnişin arkasındaki sınırlı kitle ve kamuoyu desteğinin daha da erimesine yol açtı.

Bu koşullar altında, zindanlardaki devrimci güçlerin kendilerine olağanüstü bir misyon biçmeleri ve zindan direnişine adeta kitlelerin “pasifizmini” kıracak ve kitle hareketinin önünü açacak bir buzkıran rolü vermeleri, onların hatalı taktikler izlemelerini kolaylaştırmaktaydı.

Genel konumu hemen hemen hiçbir zaman pek sağlam olmayan faşist rejim, elbette ki, kendisi için yakın bir tehdit oluşturmasa da, öteden beri her türden devrimci muhalefeti ezme eğiliminde olmuştur. Ve o, kitlelerle bağlarının düzeyi cılız da olsa, zindanlardaki devrimci güçleri de her fırsatta copla, dipçikle ve kurşunla ödüllendirecektir.

Faşist rejim, zindanlarda yıllarca süren çetin direnişlerle ve büyük bedeller pahasına elde edilen kısmi özgürlük alanlarının varlığından ve buraların devrimci güçlerin kendi eğitimleri ve kendilerini yenilemeleri için kullanılmasından da her zaman rahatsızlık duymuş ve bu alanları ortadan kaldırmak için eline geçen her fırsatı değerlendirme çizgisi izlemiştir ve bundan böyle de böyle yapacaktır.

Bütün bunlara ek olarak, kökü daha derinlerde yatan bir hatalı yaklaşımın varlığından söz edebiliriz. O da, TDH’nin hemen hemen hiçbirinin, Türk egemen sınıflarının faşist gericiliğinin ve vahşetinin düzeyini ve devrimci ve rejim-karşıtı tüm sınıf, katman, örgüt, akım ve kişilere karşı en sert önlemleri almakta asla geri duraksamayacaklarını yeterince kavramamalarıdır.

Tüm bu ve diğer nedenler 19 Aralık operasyonu ve ÖO eyleminin derin derslerle dolu olduğunu ve bu derslerle donanarak hatalardan ve zaaflardan kurtularak büyük direnişlere hazırlanmanın ve başarmanın yolunu açacağını unutmamalıyız.

Hiç yorum yok: