13 Mayıs 2017 Cumartesi

18 Mayıs anısına | Komünist önder İbrahim Kaypakkaya ve önderlik sorunu

Kuşku yok ki 18 Mayıs denince akla; komünist önderlik, eskiye vurup yeniyi kurma, tapuları parçalama ve dipten doruğa baskı ve zulüm kusan faşist gerici burjuva devletine karşı  cepheden savaşa tutuşarak, feda ruhu içinde öne atılmak, yapılmaz deneni yapmak ve teori ile pratiğin uyumuna özen göstermek ve devrim-sosyalizm için kendini feda etmek gelir. 50. yıllık revizyonist-reformist kuşatmayı yararak TKP-ML hareketi nezdinden 24 Nisan 1973 tarihinde komünist hareketi ayakları üzerine diken İbrahim Kaypakkaya yoldaş, bir yıllık bir devrimci faaliyetin ardından 24 Ocak 1973 yılında Vartinik-Mirik mezrasında jandarmanın operasyonunda yaralandı. Beş gün ağır kış koşullarında dağlarda barınmaya çalıştı. Donma tehlikesi nedeniyle bilmediği bir köye indi. Köyde bir öğretmenin ihbarı sonucu Fehmi Altınbilek’in önderliğindeki devlet güçlerince gözaltına alındı. Uzun bir süre karlı ve buzlu yollarda yırtık ayakkabıyla yürütülerek Elazığ’a getirilip zaman geçirmeden Diyarbakır’a götürülerek işkenceye çekildi.

Diyarbakır zindanlarında tam 3.5 ay en ağır işkencelere maruz kaldı. Tırnakları çekildi, donmuş ayak parmakları kesildi, her türlü işkence yöntemlerine başvuruldu ama ser verip sır vermeyen komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın  direniş duvarına  vurup geriye düşmekten öte bir anlam ifade etmedi.

Dahası ağır işkenceler altında politik düşüncelerini ifade etmekten geri durmayan Kaypakkaya yoldaş, örgütü ve yoldaşları hakkında tek söz etmedi. Zor dönemin ön açıcı önderi olduğunu hem teorik-politik alanda ve hem de örgütsel pratik alanda yoktan var ederek, taşı taş üstüne koyarak ortaya koydu. Bu teorik-politik çözümlemeleri ve  örgütsel-pratik alandaki kararlılığı, işkencede ser ver sır vermeme direnişçiliği Kaypakkaya yoldaşın ortadan kaldırılmasının temel gerekçesi yapıldı.

Ortaya koymuş olduğu komünist çizgisi devlet tarafından oldukça tehlikeli bulunan ve Kemalist devletin gerçekliğini çözümleyen Kaypakkaya yoldaşın katledilmesine karar verildi. Yaralarının iyileşmesine ve mahkemeye çıkma beklentisi içindeyken 18 Mayıs 1973 yılında İbrahim Kaypakkaya yoldaş Diyarbakır zindanında kalmakta olduğu hücresinde ağır işkenceler sonucu parça parça edilip kurşunlanarak katledildi. Komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın işkencede parça parça edilerek katledilmesinin 44. yıldönümündeyiz. Kaypakkaya yoldaş sıradan bir önder değildi. Koşulları içinde nasıl bir kuşatmayı yararak komünist hareketi gün yüzüne çıkardığını onun özel hamurdan yoğrulup özle iplikten dokunduğunu gösterir. 44. yılında Kaypakkaya yoldaşı anarken bugün devrimci ve komünist hareketin sıkıntı çektiği ve geriye düşüşün önemli nedenlerden birisi olan  komünist önderlik sorunu nedir  ve  anlamak gerektiği üzerinde duracağız.

Biliyoruz ki   önderlik, insanlığın çağlar boyu özlemidir. Neden? Çünkü her şey onunla yükselmiş, o olmayınca geriye düşüşler ve yenilgiler kaçınılmaz olmuştur. Komünist ve devrimci hareketin Ulusların ve devletlerin güçleri tarih boyunca çıkarabildikleri önderler kadar olmuştur.

Devrim ve sosyalizm savaşımında bireysel ve kolektif önderlik nedir?
Önder demek-gerek birey ve gerekse de kolektif olarak- yol üzerinde olup da, nereye gittiğini bilmeyenlere ve bu yolun ilerisinde neler olduğunu ve sonunda nereye çıkacağını söyleyerek onların ruhsal ve fiziksel gücünü artırmak, yerinde ve zamanında devrimci müdahalelerle güçleri doğru alana seferber ederek, olabildiğince örgüte ve sınıf savaşımının sorunlarına egemen olan demektir.

Her şeyden önce önder demek Kaypakkaya yoldaş gibi devasa sorunları, büyük dertleri küçültüp ve On’ları devrimci irade ile yok etmek demektir. Olanaksızlık içinde iyimserliği koruyarak büyük düşünmek ve bunu yoldaşlarına empoze etmek, fikir ve çözümlemeleriyle  önderliğini kavga içinde kabul ettirmek. Komünist önderlik tüzük hükümlerine dayanarak  otorite sağlamak değil, mücadele içinde cesaretli, mütevazi ve adaletli yaklaşımıyla  yoldaşlarının güvenini kazanmak demektir. Kaypakkaya yoldaş ön görüsü, ikna gücü, kararlılığı ve enginleri fethetme ve politik çözümlemeleri ve ideolojik duruşuyla örgüt içinde önderliğini kabul ettirmiş ve bunu örgütsel / pratik duruşuyla ortaya koymuştur.  Haliyle Kaypakkaya yoldaş bu kararlı ve ısrarlı pratiğiyle  insanların duygularını mahmuzlayarak onları güçlendirmiş ve ayağa kaldırmasını bilmiş. 

Keza devrimci ve komünist hareket, uluslar ve toplumlar, önderin ya da önderliğin  heyecan, tutku ve isteklerini yakalayınca, amaçlarını da sahiplenmeye başlar; amaca ve hedefe kendilerini adamaları sonunda sınır tanımayan bir dürtüyle de hareket etmeye başlarlar. Bunu Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan TKP-M-L Hareketi’nin bir yıllık kısa süren faaliyet  döneminde, örgütü hem teorik cephede hem de örgütsel pratik cephede var olan güçlere dayanarak ileriye taşıma kararlılığı içinde olması, zindanda örgütün yaralarını nasıl sararak bildiği yolda inatla ve ısrarla yeniden toparlama planları kurması, onun komünist  bir önder olarak yenilgilerden eğilip bükülmeden silkinip ayağa kalkma kararlılığını görürüz.

Yeryüzünde insanların körü körüne bağlılık ve itaat duygusu yerine, bilimsel bir zemin üzerinde  hayal güçlerine hitap ederek etkilemeyi ancak Kaypakkaya yoldaş gibi doğallığıyla bilimselliği birleştirmiş  önderler anlayabilmiştir. Devrimci ve komünist hareketin buhran ve tehlikeli dönemlerden asgari acı ve kayıpla geçebilmeleri, sağlam geleceklere ulaşabilmelerinin tek yolu örgütün önderleri ve militanlarının kararlı ve ısrarlı duygularla, gücünü ve kararlılığını sergilemesi sayesinde çıkılabilir. Bunu öncelikle  önder ya da önderlik yapar. Fırtınanın esas gücünün gizlendiği, en sakin görünen yeri, merkezini harekete geçirir.

Birtakım ilkeleri ve kuralları öğrenmiş olmak insanın ne kişiliğini değiştirir, ne de geliştirir. İlkeler ve kurallar devrimci faaliyette  daha iyi nasıl yapılabileceğini öğretmek, daha dikkatli ve özenli çalışma için lazımdır.

Doğa, insan doğası ve tarih merkezli kültür öğrenilmeden önderin de ne olup olmadığı anlaşılamaz. Yetenek doğadan gelir, akıl ve beden olarak sağlıklı birini alır eğitirseniz, verdiğiniz eğitimle kazandığı becerilerini mesleğinde ve işinde kullanır; ister kamu ister özel sektörde kendi sahasında başarılı da olur, ancak bunların "önderlikle" uzaktan veya yakından hiçbir ilgisi yoktur.

Elmasın ham maddesi kayadır. Onlarca işlemden sonra elması elde edersiniz. Ama içinde elmas cevheri bulunmayan bir kayaya istediğiniz kadar işlem yapın, sonuçta elde edebileceğiniz herhangi bir şey yoktur. Bir kayaya sanatla yaklaşırsanız (eğitim verme) sonunda kayayı bir şekil veya biçime getirirsiniz, bu da bir şeydir, ama elde edilen elmas değil, biçim verilmiş kayadır. Kayanın ham maddesi ise sadece binlerce kum tanesidir.
Buradan hareket ettiğimizde önder ya da önderliğin değişik özelliklerinden  bahseder.

‘Önderlik doğuştan gelir’ diye bir şey yok. Önderlik öğretilebilir ve geliştirilebilir. Ama bunun için bireyin öz farkındalığını yaratması şarttır. Bu öz farkındalık olmadan önderlik formatı ortaya çıkmıyor. Genellikle tüm dünyada yanlış anlaşılan bir olgu var: Bir insan ne zaman bir başarıya imza atsa bu insanı hemen bir lider olarak görüyoruz. Herkes kendi çapında başarılara imza atabilir ve kendince iyi şeyler yapabilir. Hatta bunun bir kısmı diğer insanlara da katkı sağlayabilir. Ama önderlikteki kilit kavramlar; uzun vadeli stratejik düşünme, vizyon, faaliyet planları gibi olgulardır ve bir bütünsel mantık için olayı görebilmektir. Sözün özü; kısa vadeli hareket planları içinde davrandığımız için o arzu ettiğimiz ve kafamızda canlandırdığımız ve biraz da şablonsu liderliği göremiyoruz.

Dedik ya önder olarak  doğulmaz.

Kaypakkaya yoldaşın  önderlik tarzında öne çıkanlar; cesaret, hız, öngörü ve özgüvendir
"Önder nasıl birisidir?" ve "Önder kime denir?" diye merak edip öğrenmek isteyenlerin sadece iki yolu vardır. Birincisi, dünya siyasi ve askeri tarihine geçecek değerde toplumları ve halkları yüceltmiş veya ordularına zaferler kazandırmış kişilerin biyografilerini okuyarak onların mizaç ve karakter yapılarını anlayıp çözmek; İkincisi de eğer bu önderler yaptıklarını kaleme aldılarsa, onları okuyup, hangi hal ve şartta nasıl karar verip bunu eyleme geçirdiklerini öğrenmektir.

Kimse kurşunu havada tutamaz. Kimseye karada yüzme öğretilemez. Kimse bir ördek yavrusunu kartal yuvasında besleyip büyüterek onu kartal yapamaz. Doğanın ve toplumun  yasaları budur. Her şeyde olduğu gibi bu konuda da doğa ve toplum yasalarına karşı çıkma vardır. İnsanlar doğaya egemen olmak ve toplumu yönetmek isterler. Buda kaçınılmaz olarak insanların bilinçli ve örgütlü bir hareket içinde hareket etmeyi koşullar. Önder ve sanatçı doğulur. Bir insanın kişiliği geniş ölçüde atalarından kalma mirastır. Bu yüzden insanın şahsiyeti doğumundan önce geniş bir ölçüde belirlenir. Tıpkı, cevherinde elmas bulunan kayanın varoluşu gibi.

Bir önderin öne çıkan  dört niteliği vardır. Ve değer sırasına göre bunlar; cesaret, hız, öngörü ve özgüvendir. Bunlar doğal önderin sarsılmaz, tarih boyunca değişmez vasıflarıdır.

İnsanlar iyinin ve kötünün, cesaret ve korkaklığın tohumlarını içlerinde taşırlar. İnsanın en değerli şeyi onun canıdır. Beyni de bu canı her türlü tehlikeden koruyacak gibi tasarlanmıştır. Ve öyle çalışır. Canı yoksa dünya onun için zaten tamamlanmış demektir. Bu nedenle önemli olan tek insan ve bireydir. Önder, idealleri uğruna hiçbir şahsi kaygı duymadan doğanın kaçınılmaz hükmü olan ölümü göze alır. Böyle olmadığı durumda önder yoldaşlarına ve topluma güven veremez.

Korkak bir kişi önder olmaz. Çünkü korku cesaretin düşmanıdır. Dahası korku kendini koruma içgüdüsüyle geliştirilmiş bir duygudur. Korku içinde yaşayan insan asla özgür değildir. Korku gelecek bir kötülüğü beklemektir. Bulaşıcıdır. Çocuklara büyüklerden geçer. Korkunun kendisi insana korkulan şeyden daha çok acı verir. Gerçek eninde sonunda gelip çatacaktır. Onunla hemen yüzleşmek en iyisidir. Dünyada her şey cesaret ve şiddetli arzu ile gerçekleşir. Cesaret kaybolunca yenilgi kaçınılmazdır. Korku bütün meziyetleri de gölgeler ve engeller. Orta kırat bir insan tehlikeden önce çekingen, tehlike sırasında korkak, tehlike geçtikten sonra cesur olur.

Ölüm de doğanın gücüdür. Hiçbir canlı ölümle baş edemez. Bu eninde sonunda  olacaktır. Korkarak, kaçarak yapılacak bir şey yoktur. Üstelik, eğer korkuyla yaşarsan ve dillendirirsen ölüm seni mutlaka herkesten önce yakalayacaktır.

Ölüm bilinci ve tüm istek her türlü korkuyu kökünden söker atar.

Sürat. Bu erdemin de düşmanları; tereddüt, yavaşlık ve kararsızlıktır. İnsanı öldüren bir silahtan çıkıp bedenine saplanan kurşun parçası değil, onun süratidir, hızıdır. İnsan bedenine çelik, demir, çivi veya bir başka metal yerleştirin onunla yaşar. Ama karşıdan bunların bir santimi bile geçmeyen küçük bir parçasını süratle atarsanız ölür.

Önderdeki cesaret ve sürat her işin başı ve çözümüdür. Onun için her şeyde ve her faaliyette daima cesaret ve daima sürat şarttır.

Öngörü; doğrudan bilme, yol gösterme, içe doğmadır. Politik deney, tecrübe ve ruhsal algılama yoluyla gelen bilgidir. Geleceği tahmin yeteneğidir. Fesat, kıskanç, art niyetli, önyargılı, şüphe ve endişeyle yaşayan, doğa algısı düşük, zayıf ruhlu insanlarda böyle bir yetenek bulunmaz. Duyguları doğal haliyle ve bütün uçlarıyla açık, tüm canlıları algılamaya yönelik berrak bir ruh sezgi gücüne sahip olabilir.

Tam anlamıyla öngörü, elbette ki sadece "önder" doğasında bulunabilir.

Özgüven, bir ruh halidir. Önderin özgüveni; inancının derinliği, heyecanının yüksekliği, görüşün genişliği ve sevgisinin ölçüye vurulamazlığından gelir.

Özgürlüğü temel alan ve cesaret, hız, öngörü ve özgüvenden oluşan bir ruh ve bunlarla beslenen bir irade yoksa, insanların ahir ömürlerinde peşlerine düştükleri her şey sıradan ve amaçsız gelmeye başlar. Bu hal tepeden yırtıcı bakışıdır ve aşağıda duran, sürünen, koşan, saklanan, uyuyan, birbirini avlamaya ve aldatmaya çalışan her şeyi çok geniş alanlarda keskin bir şekilde görür.

Önder, doğa ve insan doğasından hareketle sıradan insanların şiddetli özlemleri olduğunu bilir. Bunlar severler, nefret ederler ve isterler. Önderlik, tamda bunları kalıba dökmenin adıdır. Önderlik,  adalettir, uygunluk  ve uzmanlaşmaktır  önderin değişmez ölçüsüdür. Hiçbir zaman aslanı kediye boğdurtmaz.

Önder, sel haline gelmeden suyun önünü almasını bilir!
Dünyanın hiç bir yerinde saksıda önderler yetişmemiştir. Önder, dayanıklılığını enerjisinden alır. Önderlerin yaşamları incelendiğinde bir önder kendini gösterir göstermez ona karşı şiddetli bir mücadelenin başladığı görülür. Saman dolu kafalar aralarında bir kıymet ifade eden kafaya tahammül edememiş ve ona karşı müşterek bir kinle hücuma geçmişlerdir.  İnsanlar doğayı tanımadığı için sürekli mutlu olamaz. Bu durum bencilliği ve egosu yüzündendir. Bunlar da onu, "Ne ise o olmayı reddeden" tek yaratık haline getirmiştir. Her fırsatta haklarından bahsederler, hâlbuki hakları kadar sorumlulukları vardır. Önder bunu onlara öğretir ve kanıtlar. İçtenlik ve dürüstlüğün insanın birinci vasfı olduğunu da belleklerine nakşeder.

Önder, sırf insanlar beni sevsin diye hiçbir şey yapmaz; buna ihtiyaç da duymaz. Bir sözün içinde söylenen şeylerin önce sözün sahibinde bulunup bulunmadığına bakar. Konuşulurken söylenen sözlerin değil, ses tonunun doğru söyleyip söylemediğini bilir. Saatlerce konuşup hiçbir şey söylemeyen, lüzumsuz laflarla bir fikri işe yaramaz hale sokanlar, bir papağandan başka papağana aktarmalara hoşgörü göstermez. Çünkü hoşgörü katlanmak demektir. Önder katlanmaz.

Önder, tarihin, felsefenin, edebiyatın, doğa ve insan bilimlerinin usanmak bilmeyen bir öğrencisidir. Özveri ve militanlık olmadan salt teknikle insanların ruhuna girilemez. Tecrübe ve doğru bilgiler insanların kendileri ve çocuklarının gelecek yaşamdaki tehlikeler ve belirsizliklerden kurtulmaları içindir. Hazır olmak için bunlar şarttır. Eğer fikren, ruhen ve bedenen hazırsanız, belki burnunuz kanayabilir, ama kesinlikle kırılmayacaktır.

İnisiyatifsizlik ve özgür olmama; düşünce tembelliği yaratır. Beyinlerde bilgi, yargı, kavrayış ve anlayış olmazsa makine durur. İnsanların düşünceleri ve hareket serbestilerinin ezilmemiş olması gerekir. Bu şekilde yetişmemiş bireylerden oluşan toplumların başlarına nelerin gelebileceğini tahmin etmek zor bir şey değildir. Böyle bir toplumun güç olarak tanımlanması ise tam bir aymazlıktır.

Sorumluluk duymak ve sorumluluğa atılmak yüce bir erdemdir. Özgüveni olmayan insanlar sorumluluk alamazlar, haklarını arayamazlar.
Komünist bir önderlik yoksa mücadele de başarıyı yakalamakta güçtür.  Önder, insanlara haklı oldukları mücadeleden asla korkmamayı aşılar.

Önder, bir örgüt ya da toplumu yükseltmek isteyenin o toplumdakilerden daha yüksek bir karakterde olması gerektiğini bilir. Önder, doğa gücünü insan seçimlerinde iyi kullanır. Çürük tahtadan oyma yapılmayacağını bilir. Genç kaya, iyi ve sert kayadır. Bir mücadelenin ağır yükünü ancak gençlerin kolları kaldırabilir, uzun ve şiddetli solunumu ancak onların akciğerleri yapabilir.

Önder, sel haline gelmeden suyun önünü almasını bilir; kimse bir kütük yığınını arkadan iterek öne doğru hareket ettiremez. Ve kimse, atıl bir buhar yığınından şimşek çıkaramaz. Güçlükler insanın ne olduğunu gösterir, her şeyin değeri zorluğundadır. Ne tip mücadele olursa olsun yenilmesi gereken fizik değil, ruhtur. İnsanların ruhu bükülmeden yenilgi olmaz.

İnsanları mutluluk hallerinde anlamaya çalışanlar yanılırlar. Onları felâket anlarında tanımak gerekir. İnsanları tanımanın mihenk taşı zorluktur. Bir kişinin gerçek karakteri de tarihinin önemli buhranlarında meydana çıkar.

İnsanlar öyle veya böyle kendilerini emniyet içinde hissetmezler. Düşünüldüklerini ve sevildiklerini bilmeye ihtiyaçları vardır. İnsanın en önde gelen ihtiyacı "adam yerine konmak"tır. İbrahim yoldaş yoldaşlarına her daima değer verdi ve Onların düşüncelerine  başvurmaktan ve olumlu özelliklerini geliştirip olumsuzluklarına karşı mücadele etmekten geri durmadı. O insanlara  hep doğruyu söyledi ve On'lara. Doğruları pratikte kendilerinin tartmasını salık verdi

Bir insan başka bir insana herhangi bir şey öğretemez. Öğrenme isteği duyan kişi öğrenir. İnsan kendi kendine öğrenir. İnsanlara hedefi verin; onları hazırlayın ama yollarında durmayın, ilerlemeyi izleyin fakat kimse nefesinizi ensesinde hissetmesin.

Hiç kimse bir yengece düz yürümesini öğretemeyeceği gibi, çürük elmalardan da fazla seçim olmaz. Mazeret kültürü; tembellerin, kaygısızların, işi arsızlığa vuranların kültürüdür. Toplumun en büyük uyuşturucusudur. Bu sorumluluktan kaçma ve özgüven eksikliği ile birlikte, uyku ve mahkum olma halidir. Bunlar, "keşkeciler" ve "dur bakalım ne olacak" grubuna dahildirler. Karar verme ve tahmin yeteneklerinin olmayışı, korkuya esir düşmelerinden kaynaklanır. Sinirleri zayıf olan insanlar karamsar olurlar. Çevrenizde bunlardan varsa, sizin de ruhunuzu karartırlar. Hiçbir işe yaramayanlar da birer itiraz hastalarıdır.

Muharebelerde korktuğun şey, beklediğinden daha çabuk başına gelir. Önder ölümü küçümsettiğinde, herkes bütün korkularını yenmiş olur. Savaşta cesur insanlar yaralandıklarını bile hissetmez. Zamanı gelmeden kimseye hiçbir şey olmaz. Gemi batacaksa, limanda bile batar.

Haliyle komünist önderin bir davranışı bin sözcükten daha değerlidir. İşte Kaypakkaya yoldaş kısa ama yaşadığı dönem içinde her daima sıra dışı bir önderlik profili çizdi ve hem teorik-politik ve hem de örgütsel pratik alanda bir örgütün önderi olduğunu ispat ettiği gibi aynı zamanda teori ile pratiğin uyumu konusunda tutarlı bir hatta yürümeye çalıştı. Nitekim yıllar geçmesine rağmen Kaypakkaya yoldaşın önderlik boşluğunun doldurulamamış olması da bu gerçeği tartışmasızca açığa seriyor. Kaypakkaya yoldaşı andığımız bir 18 Mayıs’ta bir kez daha vurgulamak istiyoruz ki, Kaypakkaya yoldaşın önderlik özellikleriyle donanarak O’nun yarım bıraktıklarını tamamlayacağımıza bir kez daha söz veriyoruz.

Hiç yorum yok: