15 Aralık 2018 Cumartesi

Che Guevara’nın 1964’te Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşma

Che Guevara, 11 Aralık 1964’te New York’taki Birleşmiş Milletler Zirvesi’nde Küba heyeti adına tarihi bir konuşma yaptı. Aralık 1964’te Küba devrimi 5. yılını geride bırakmaya hazırlanırken New York’taki 19. Birleşmiş Milletler Zirvesi’nin en popüler konuğu Ernesto ‘Che’ Guevara idi.
1945’te 50 ülkeyle kurulan Birleşmiş Milletler, 1964’e gelindiğinde 115 üyeye ulaşmıştı. Bunun önemli nedenlerinden biri 2. Dünya Savaşı sonrası yaşanan dekolonizasyon süreciydi. SSCB, Çin gibi ‘devrim’ ülkelerinin varlığının yanı sıra geçmişte emperyalistlerin boyunduruğunda olan pek çok halk ayağa kalkıyor ve özellikle Asya ile Afrika’da birbiri ardına genç cumhuriyetler kuruluyordu. Bunlar arasında yer alan, 3 eski Britanya sömürgesi, Zambiya, Malavi ve Malta, 1964’te BM’ye katılan ülkeler arasında yer alıyordu.
Che’nin zamanında büyük ses getiren konuşması, emperyalizme karşı halkların özgürlük arayışını temel alıyor, farklı sistemlere sahip ülkelerin barışçıl biçimde yaşamalarının sağlanması gerektiğini savunuyordu. Che, Küba ve Latin Amerika dahil olmak üzere bu barışa en büyük tehdidi oluşturan ABD emperyalizmini ve onun destekçilerini mahkum ettiği konuşmasında, dünyanın her yerindeki özgürlük hareketlerini desteklediklerini vurguluyordu. 
Dönemin bu anlamdaki önemli krizlerinden Türkiye-Kıbrıs meselesine de değinen Che’nin tarihi konuşmasının belli başlı bölümlerini hatırlatırken günümüzde de halkların kendi kaderlerini tayin hakkını tanımayan ve kapitalizmi bayrak edinen anlayışın neden olduğu benzer sorunların / aktörlerin varlığını anımsamamak mümkün değil. Konuşma sırasında New York’taki Kübalı devrim karşıtlarının bazukalı saldırıyla gerçekleştirdikleri provokasyon girişiminin de sonuçsuz kaldığını belirtelim. Ve Aralık 1964’te Küba devrimi 5. yılını geride bırakmaya hazırlanırken New York’taki 19. BM Zirvesi’nin en popüler konuğu Ernesto ‘Che’ Guevara idi.

19 Kasım 2018 Pazartesi

Gerilla Savaşı - Che Guevara

SUNUŞ
Camillo Cienfuegos'a
Bu eser Camilo Cienfuegos'un [*] anısına sunulmuştur. Onu okumalı ve gerekli düzeltmeleri yapmalıydı, kaderi buna izin vermedi. Bu satırlar, Direniş Ordusunun büyük yüzbaşısına, bu devrimin yarattığı en büyük gerilla şefine, kusursuz devrimciye, kardeşçe bağlı olduğum dosta saygı ifadesi olarak kabul edilebilir. 

Camilo, Fidel'in silah arkadaşı, savaşın zor anlarında güvenilir adamı, fedakar mücadeleci, fedakarlığından daima karakterini çelikleştirmek ve birliğininkini işlemek için araç olarak yararlanan bir savaşçıydı. Sanırım ki, gerilla savaşının kazandırdığı bütün deneyleri bir araya topladığımız bu el kitabını onaylayacaktı, çünkü deneyimimiz hayatın ta kendisinin ürünüdür. Fakat bu sayfalara ancak bazı tarihi kişiliklerde görülebilen kusursuzluktaki duygularının, zekasının ve cesaretinin canlılığını ekleyecekti. 

Bununla birlikte, Camilo'yu yalnız dehasının gücüyle olağandışı işler başaran bir efsane kahramanı olarak düşünmemek gerekir. Onu, halkın, zor koşullar ve mücadele içinde kahramanlarını, şehitlerini, şeflerini muazzam bir seçimle oluşturduğu gibi kendi içinden çıkardığı bir unsur olarak görmelidir.


11 Kasım 2018 Pazar

1917: Dünyayı değiştiren devrimlerin yılı: Bütün iktidar Sovyetlere

Çarlık Rusyası’nın yıkılıp Sovyetler Birliği’nin kurulması ile sonuçlanan 1917 Ekim devrimi 101 yaşında.

20’inci yüzyılın başında büyük devletlerarasında yerini almış olan Rusya dışarıdan bakıldığında zamanının en güçlü imparatorluklarından biriydi. Ülkenin başında Çar II. Nikolay bulunuyordu. Ancak ülke, kendi içinde kaynıyordu. Yaşanan ekonomik sıkıntılar, büyük bir köylü nüfusun akın ettiği şehirlerde yaşanan sefalet ve Çar’ın otoriter yönetimi, hoşnutsuzlukların her geçen gün artmasına neden oluyordu. Devrim kıvılcımı ilk olarak 1905’te tutuştu.

22 Ocak 1905’te papaz Gapon’un örgütlediği yaklaşık 200 bin insan, yaşadıkları sıkıntıları ‘Çar Baba’larına aktarmak için, Kışlık Saray’a doğru yürüyüşe geçti. Ancak bu barışçı yürüyüş askerlerin halkın üzerine ateş açması ile bir katliama dönüştü. Tarihte ‘Kanlı Pazar’ olarak geçen ve yaklaşık 500 kişinin öldüğü bu olay, Rus Halkı ile Çar’ın son manevi bağının da ortadan kalktığı, bu nedenle de Sovyet devriminin ilk temellerinin atıldığı dönüm noktası olarak kabul ediliyor. Daha sonra bu olaylara 1905 devrimi dendi.

18 Ekim 2018 Perşembe

Davaya adanmışlığın timsali ölüm orucu şehidi Ali Ekber Barış yoldaş ölümsüzdür!

"Yolun düşerse kıyıya bir gün ve maviliklerini enginin seyre dalarsan, dalgalara göğüs germiş olanları hatırla, selamla, yüreğin sevgi dolu çünkü onlar fırtınayla çarpıştılar eşit olmayan savaşta ve dipsizliğinde enginin yitip gitmeden sana liman gösterdiler uzakta?"
Faşist diktatörlüğünün, dışarıyı - içeriyi F tipi cezaevine çevirerek devrimci halk muhalefetini ezip dağıtmak için 19 Aralık 2000 tarihinde 20 cezaevine yönelik kanlı katliamını yaparak, içeride, dışarıda emekçileri ve devrimcilere gözdağı vermeyi ve zindanları teslim alarak, ihanet yuvaları haline getirmeyi amaçladı. Ne ki faşist diktatörlüğün bu kanlı katliamlarına ve zindanları teslim alarak ihanet yuvalarına dönüştürme planlarına karşı devrimci ve komünist tutsaklar, SAĞ ve büyük Ölüm Orucu eylemiyle yanıt verdiler.

İşçi ve sınıfı ve emekçi yığınların öncüsü devrimci ve komünistleri teslim alarak toplumu da teslim almayı hedefleyen, F tipi hücre saldırılarına karşı mücadele bir yandan faşist diktatörlüğün topyekûn zindanları teslim alma ve Mamaklaştırma - Diyarbakırlaştırma saldırısına cepheden duruş iken, öte yandan devrimci hareket içinde yeni bir saflaşmanın muştusuydu aynı zamanda. Hatırlanacağı üzere, 19 Aralık 2000 operasyonu bizzat MGK'nın kararıyla Genelkurmayın inisiyatifinde gerçekleştirilmiş; çok yönlü ve kapsamlı bir faşist saldırıydı. Bu çok yönlü ve kapsamlı saldırıyı geri püskürtmek ve zindanların ihanet ve teslimiyet yuvaları olmasını darbelemek, etkisiz hale getirmek topyekûn kararlı ve dirençli bir devrimci direnişi zorunlu ve gerekli kılıyordu. Faşist diktatörlüğün 19 Aralık 2000 cezaevleri operasyonuyla zindanlarda yeni bir dönem açılmıştı. Özgürlük tutsakları ya saldırılara karşı topyekûn direnecek ya da düşmana teslim olunacaktı.

KP-İÖ’nün Ölüm Orucu savaşçısı Ali Ekber Barış yoldaşı anarken

Ne yapsam ne söylesem ve ne düşünsem, nereye gitsem hayat, Yine de çözüm bekleyen yanların olduğunu biliyorum. Seni köhnemiş bir zindanda tanıdım. Hiç yüzünü görmedim, sesini duymadım ama yazılarını, resimli duygu yüklü mektuplarını okudum birde ben gidiyorum ama beni ailemi unutmayın diyen vasiyetini. 18 Ekim 2002 yılında Ölüm Orucu savaşçısı olarak zindanlarda dayatılan teslimiyet ve ihaneti parçalamak için tam 6 ay bedenini açlığa yatırarak, ölümsüzler ordusuna katılan Ali Ekber Barış yoldaşı anmak, onu anlamak büyük önem taşıyor.

Her bir yoldaş öncelikle Ali Ekber Barış yoldaşın yaşamını ve devrimci kavgasını okumalı-ders çıkarmaları ve aynayı kendisine tutmalıdır. Ama yalandan değil bunu gerçekten yapmalıdır.

Hiç yorulmadan dönen bir değirmen taşı olarak gördüm güneşi. Aynı yerde dönüyordu taşları. Onu çeviren zaman, su olmuştu 24 saatlik dilimlere bölünüp. Siyah ve beyaz renkli elleriyle hızlı vuruyordu ki taşlara, hızına yetişmek mümkün değildi. Gecenin gündüzün düşleri arasında, un ufak olan ömür, uçsa da, kaçsa da toprağa düşüyordu sonuçta.

13 Ekim 2018 Cumartesi

Özgürlük ağacını kanlarıyla sulayan Ekim şehitleri ölümsüzdür!

Ekim ayı dünya işçi ve emekçileri bakımından sosyalist Ekim devrimiyle nasıl ki tarihsel bir olaya tanıklık ettiyse aynı biçimde Türkiye’de de Ekim ayında onlarca devrimci, devrim ve sosyalizm için yaşamlarını ortaya koydular.

Ve Ekim, baharın bitişi yeni bir baharın müjdeleyicisi... Yenibaharlar doğurmaya gebe bırakır yaşamı... Ve bir doğuş, bir doğuş daha. Ölümden yaşamı yaratan, yaşamı ölümsüzleştiren yaşamın diyalektiği bütünleşir yaşama yenibaharlar, yeni yaratımlar bahşeden Ekimle.

Ekim ayı kahraman şehitler ayı... Öyle kahramanlar bağrına bastı ki, yazılamaz, çizilemez ve anlatılamazlar. Her birisi sayfalar dolusu romanların konusu... Her birisi birer efsanenin başkahramanıdır.

13 Eylül 2018 Perşembe

O güle koku, güzelliğe ışık olan yoldaşlara yol gösteren zor süreçlerin ön açıcı önderi İrfan Çelik yoldaş ölümsüzdür!

“Bin kez budadılar körpe dallarımızı 
bin kez kırdılar. Yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz
bin kez korkuya boğdular zamanı bin kez ölümlediler
yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz. 
Bitmedi daha sürüyor o kavga”

İnşamızın önceli TKP-ML Hareketi’nin önderlerinden İrfan Çelik yoldaşı Davutpaşa zindanında katledilmesinin 38. yıldönümünde saygıyla anıyor ve ondan öğrenerek daha iyisini kurmaya çalışıyor ve yarım bıraktığı görevleri yerine getirmek için yoldaşları olarak ısrarlı bir savaşım yürütüyoruz.

Bilindiği üzere asıl olan, bireyleri, içerisinde hareket ettikleri, onları şekillendiren ya da fırsat ve olanakları yaratan tarihsel çerçeve içerisinde kavramaktır. Bireyler ancak içerisinde hareket ettikleri koşulları ve bu koşulların öne sürdüğü sorunları anladıkları ve bunların üzerinde geldikleri ölçüde başarılı ve etkilidirler. Kendi rolünün bilincinde olan birey, etkindir. Komünist hareketin yaşantısında ve gelişiminde belli başlı büyük gelişme ve dönüşümün yaşandığı bir döneme damgasını vuran tarihsel bir kişilik olarak önder komünist İrfan Çelik yoldaşın yaşam ve mücadelesinde öğreneceğimiz çok şeyler vardır. Ama onun bütünlüklü portresini daha önceki sayılarımızda yeri geldikçe verdiğimizden dolayı, burada kendimizi özel olarak, irfan yoldaşın örgütçü niteliklerinden bazı yönleriyle sınırlı tutacağız. 

11 Eylül 2018 Salı

45 yıl önce bugün Şili'nin sosyalist devlet başkanı Salvador Allende darbeciler tarafından katledildi

Bugün, Şili’de sosyalist hükümetin CIA destekli darbeyle devrilmesinin 45. yıldönümü. Allende’nin öldürülmesi sonrası 17 yıl süren tarihin en karanlık dönemlerinden biri başlamıştı.

Güney Amerika ülkesi Şili’de seçimle başa gelen sosyalist hükümet, 45 yıl önce bugün CIA destekli bir darbeyle devrildi. 1970 seçimlerinde Unidad Popular (Halk Birliği) adlı koalisyonla seçimi kazanan Devlet Başkanı Salvador Allende, bombardıman altındaki başkanlık sarayı La Moneda’da 11 Eylül 1973’te hayatını kaybetti. Dönemin ABD Başkanı Richard Nixon ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissenger’ın çabalarıyla tezgâhlanan darbe sonrası Şili, 17 yıl, ABD destekli diktatörlüğe mahkûm edildi.

Şili’li devlet adamı Allende, 1908 yılında Valparaiso’da dünyaya geldi. Amerika’daki devletlerarasında serbest seçimle iktidara gelen ilk Marksist devlet başkanı olmasıyla, tarihte kendine ilginç bir yer bulmayı başarabilmişti.

26 Ağustos 2018 Pazar

Gül teniyle toprağa düştü binlerce ışık olan Kemal Yazar yoldaş ölümsüzdür

Tam 22. yıl önce Almanya’nın Duisburg kentinde MLKP önderliğinin talimatıyla hain pusuda kaybettik Kemal Yazar yoldaşı. Tarih yaprakları 27 Ağustos 1996 yılını gösterirken faşizmin defalarca yok etmeye çalıştığı Kemal Yazar yoldaşı bir dönemler yoldaş diyen MLKP’liler bedenine onlarca kurşun sıkarak katlettiler. Usulca kanadı yürek ve türküler sustu. Birçok şehit yoldaş gibi Kemal yoldaş da devrim ve sosyalizm yolunun sarp, dolambaçlıdır, zor ve meşakkatli ve hain pusularla yüklü olduğunu biliyordu. O bu uzun emeğin özgürleşmesi yolculuğunda uslanmaz yüreği, büyük bir aşkla çiçeklenen direnciyle dava insanı olmayı, örgütçülüğü, yoldaşlığı, direnmeyi, devrim için, örgüt için, gerektiğinde ölmesini bilmeyi öğreten yoldaştı.

Bir kere şunun altını özenle çizmeliyiz ki, tüm olumsuzluklara kılıç çalarak, dünden bugüne gelenekten geleceğe devrim ve sosyalizm yürüyüşünde, örgütlü mücadele ve devrimin maneviyatını yükseltme, güçlenme ve yaşatma bakımından önemlidir. Dahası devrim ve sosyalizm şehitleri devrim ve sosyalizm savaşımımızın manevi zenginliği kadar hazinesidir aynı zamanda. Bunu korumak ve gelecek kuşaklara taşımak her komünist örgütün olduğu kadar, her bir komünist ve devrimcinin de görev ve sorumluluğudur. Bu tarihe olduğu kadar, kendi devrimci tarihine karşı da bir sorumluluk ve görevdir.

Komünist hareketi yeniden ete kemiğe büründürmek için 21 Ağustos 1995 ‘de kurulduğu günden bu yana faşist diktatörlüğün ve oportünist revizyonist kesimlerin ateş altında tuttuğu bir örgüt olarak, kendi tarihini zorluklar, olanaksızlıklar ve ihanete karşı savaşım içinde yazmaya çalıştı. Dünyada, özelde de Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da çeşitli ulus ve ulusal azınlıklardan işçiler ve emekçi halkların mücadelelerle yarattığı tüm değerleri, kazanımları ve şehitlerini bütünlüklü olarak sahiplenen örgüt, dünden bugüne bugünden geleceğe devrimci yürüyüşünü bu perspektifle zorluklara karşı sürdürmektedir. 22 yıllık mücadele tarihinde bu yürüyüşün bedeli olarak şehitler verdik Örgütün oğulları ve kızları bu kavgada devrimin zaferi için canlarını ve kanlarını verdiler, yapı taşları olmuşlardır. Komünizmin yüce idealleri uğruna ölümde olsa bu bedeli göğüslemeyi, düşmana aman vermemeyi, baş eğmeyip direnmeyi ve önce ben düşmeliyi mi öğreten olmuşlardır.

18 Ağustos 2018 Cumartesi

İnşa’mızı silkinip ayağa kaldırmanın yolu feda ruhunu kuşanmaktan geçiyor

Zorluklara karşı inatla ve ısrarla savaşım yürüterek komünist hareketi yeniden ayakları üzerine dikme savaşımının üzerinde 23. yıl geçti. Elbette bir kişinin yaşamı bakımından 23. yılın pek fazla olduğu söylenemez. Ama örgütlü savaşım bakımından 23. yılın hiçte az bir zaman olmadığını söyleyebiliriz. Kuşku yok ki İnşa'mız kitle mücadelesinin gelişip güçlendiği ve yığınların devrimci harekete aktığı bir dönemde zincirleri kırarak ortaya çıkmadı.

21 Ağustos 1995 yılında KP-İÖ bir avuç komünist tarafında yokluk, yoksunluk ve zorluklar ortamında kuruldu. İnşa'mız kuruluşundan itibaren hem faşizm ve hem de MLKP oportünist önderliğinde ağır saldırı, operasyon ve baskılarıyla yüz yüze kaldı. Belki de hiç bir devrimci hareketin maruz kalmadığı azgın saldırı ve pusularla yüz yüze kaldık. Her şeye rağmen bu faşist ve gerici kuşatmayı komünist fedakarlık ve devrimci iradeyle püskürtüp, devrim ve sosyalizm savaşımına sıkıca sarılarak, devrim ve sosyalizmde iddiasını ortaya koydu. Hem içte yaşanana ihanetler, kaçkınlara ve düşkünlükler gerekse faşizmin ve MLKP’nin bir birini tamamlayan gerici saldırıları daha hızlı gelişip güçlenmemizi olumsuz yönde etkiledi. Ama her defasında darbeleri ve ihanet yaralarını sarmasını başaran ve feda ruhu için canla başla sarılıp komünist hareketi ete kemiğe büründürmeye çalışan KP-İÖ savaşçıları, asla iddialılıklarında geri durmadılar.

Gelinen durumda İnşa'mız örgütsel pratik olarak geliştirip büyütme ve devrimcin öncüsü konumuna yükseltme zamanıdır. Dahası, devrimci hareket her bakımdan silkinip ayağa kalkma bakımından önemli bir eşikten geçiyor. Devrimci hareket ölü toprağını üzerinde atması, silkinip ayağa kalkması ve sınıflar savaşımına aktif olarak müdahale etmesi için her bakımdan eski alışkanlıklara vurarak, bütün enerjisini açığa çıkarıp kamçılayarak feda ruhunu canlandırması ve çalışmalarda kendiliğindenciliği yere çalarak, devrimci iradeyi konuşturması gerekiyor. Bunun için feda ruhu içinde öne atılarak kitlelerin arasına dalıp onları örgütleyip-mücadeleye seferber ederek yeni bir soluk getirmek, devrimci ve komünist hareketin önünde acil bir görev olarak duruyor.

12 Haziran 2018 Salı

Hitler taslağı şeflik rejimine sendikasızlaştırma kölece çalışma koşullarına ve faşist teröre dur demek için daha güçlü ve yeni 15-16 Haziranlar gerekiyor

Türkiye işçi sınıfının, kazanılmış sendika haklarının gasp edilmesine yönelik Demirel hükümetinin çıkarmaya çalıştığı DİSKİ kapatma ve kazanılmış hakları gasp etme hedefli gerici yasalara karşı 15-16 Haziran 1970 yılında ayağa kalkarak bölgesel genel greve geçtiği direnişinin 79. yıl dönümü. Burjuvazi ve onların temsilcisi faşist gerici güçleri korkuya salan, 15-16 Haziran Büyük İşçi direnişi, sınıfın vahşi sömür ve örgütsüzlük dayatmasına karşı güncel olmaya devam ediyor.

Çeşitli ulus ve ulusal azınlıklardan oluşan Türkiye İş­çi sı­nı­fı, 1970 15-16 Ha­zi­ran’ın­da, ta­ri­hi­nin en gör­kem­li di­re­ni­şi­ni ya­rat­tı ül­ke­miz­de. Tüm ile­ri­ci, dev­rim güç­le­ri ey­lem ala­nın­da ön­der­li­ğin­de bir­leş­ti­ren iş­çi sı­nı­fı, kar­şı dev­ri­min top­ye­kün güç­le­ri­ne kar­şı baş­ta İs­tan­bul ol­mak üze­re, İs­tan­bul ve İz­mit iş­çi­le­ri böl­ge­sel bir genel di­re­niş ya­ra­ta­rak, ken­di sı­nıf­sal hak­la­rı­nı ko­ru­mak, eko­no­mik, de­mok­ra­tik, sen­di­kal hak ve ka­za­nım­la­rı­na yö­ne­lik ge­ri­ci-fa­şist sal­dı­rı­la­rı iş­çi yum­ru­ğuy­la püs­kürt­mek için so­kak­la­ra çık­tı.

Üre­tim­den ge­len gü­cü­nü ha­re­ke­te ge­çi­rip, ey­lem alan­la­rın­da bir­leş­ti­ren iş­çi sı­nı­fı, 15-16 Ha­zi­ran 1970’de, iş­çi sı­nı­fı­nın bugün kal­bi olan İs­tan­bul’a so­kak­la­rın sa­hi­bi­ni gös­ter­di. Kav­ga­nın şa­fak­la­rın­da do­ğan, kav­ga­nın sa­hi­bi­ni ta­nıt­tı. İş­çi sı­nı­fı­nın bir­le­şik gücünün ya­rat­tı­ğı di­re­ni­şi, ik­ti­dar kav­ga­sı­nın za­fe­ri­ni ne ka­dar ya­kın­laş­tır­dı­ğı­nı, te­kil ey­lem ve is­tem­ler­de za­fe­ri na­sıl ya­ka­la­dı­ğı­nı öğ­re­ti­ci ol­du. Sı­nı­fın ken­di gücüne güve­ni­ni ge­liş­ti­ri­ci ve pe­kiş­ti­ri­ci ol­du. Dev­ri­min di­ğer güç­le­ri­ne, ön­cü güç ola­rak güven ve­ri­ci­li­ği­ni ey­le­miy­le ka­nıt­la­dı.

3 Haziran 2018 Pazar

Seçimler, devrimci taktik ve oportünist taktiklerin eleştirisi

24 Haziran'da AKP-MHP’nin ittifakıyla hem cumhurbaşkanlığı ve hem de parlamento seçimleri yapılacak.

İşçi ve emekçi yığınların politikaya daha fazla ilgilerinin arttığı koşullarda, devrim ve komünistler seçimler ve parlamentoda yararlanıp, yararlanmayacaklarını yani seçimlerde nasıl bir taktik çizgi izleyeceklerini,, işçi ve emekçi yığınların somut durumu, devrimci hareketin yığınlarla bağı ve burjuvazinin yığınlar üzerindeki etkisi vb. analizi üzerinde yükselir.

Haliyle devrimci ve komünistlerin seçimlere ve parlamentoya yaklaşımlarında temel ilke, seçimler ve parlamentonun işlevinin ne olduğu sorusunun yanıtıdır.  Marksizm-Leninizm’in burjuva parlamentosuna burjuvazinin egemenlik aygıtı olan devletin bir organı olarak bakarlar. Marksizm-Leninizm’in sınıf egemenliği ve devletle ilgili diğer fikirleri bir yana, bu cümle çok şey ifade etmektedir. Buna göre parlamento burjuva egemenliğine yabancı ya da dışsal bir organ olmayıp, onun organik bir parçasıdır. Nasıl ki günümüzün devleti “tüm halkın devleti” değil de toplumda küçük bir azınlık olan burjuvazinin devletiyse, onun bir parçası olan parlamento da aynı şekilde burjuvazinin parlamentosudur. Elbette bu, parlamentoya işçi sınıfının ve diğer sınıfların temsilcilerinin, hatta devrimci temsilcilerin giremeyeceği anlamına gelmez. Aksine dünyada parlamenter deneyimin büyük bölümünde bunun sayısız örnekleri görülmüştür. Sorun şu ki, bu tür temsilcilerin varlığı olsun, bunların kendi sınıflarının çıkarları doğrultusunda parlamento zemininde de şu ya da bu biçimde bir mücadele yürütmeleri olsun, parlamentonun sınıfsal özünü değiştirmemektedir.

31 Mayıs 2018 Perşembe

31 Mayıs 1971 Nurhak direnişi halka bağlılığın ve devrim için ölümü hiçe saymanın adıdır

Deniz ve yoldaşlarının idamını engellemek amacıyla Malatya’nın Kürecik kasabasından ABD’nin üssünü basmaya giderken bir ihbar sonucu pusuya düşürülerek 31 Mayıs 1971’de THKO’nun gerillaları Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga, faşist diktatörlükçe katledildiler. Onlar ilk olarak elde silah dilde devrimci şiarlarla düşmanın üzerine yürüdüler ve halka bağlılıklarını ölümü hiçe sayarak ortaya koydular. Nurhak dağları 31 Mayıs 1971’de 3 devrimci yiğit gerillanın acısıyla yasa büründü. Bölge halkı şehitleri kalbine gömerken, faşist diktatörlüğe karşıda kabaran bir kinle doldu ve Nurhaklar devrimcilerin yatağı olmaya devam etti. Sinan, Kadir ve Alpaslan katledilirken, sayısız devrimcinin doğması ve onların izinde gitmelerinin tohumları düşüyordu toprağa.

Deniz Gezmiş, Hüseyin inan ve Yusuf Aslanın bırakılmaları amacıyla Malatya’nın - Kürecik kasabasından ABD’nin üssünü basmaya giderken bir ihbar sonucu pusuya düşürülerek 31 Mayıs 1971’de THKO’nun gerillaları Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve Kadir Manga, faşist diktatörlükçe katledildiler. Onlar ilk olarak elde silah dilde devrimci şiarlarla düşmanın üzerine yürüdüler ve halka bağlılıklarını ölümü hiçe sayarak ortaya koydular. Nurhak dağları 31 Mayıs 1971’de THKO'lu 3 yiğit devrimci gerillanın acısıyla yasa büründü. Bölge halkı şehitleri kalbine gömerken, faşist diktatörlüğe karşıda kabaran bir kinle doldu ve Nurhaklar devrimcilerin yatağı olmaya devam etti. Sinan, Kadir ve Alpaslan katledilirken, sayısız devrimcinin doğması ve onların izinde gitmelerinin tohumları düştü toprağa.

O günlerde 12 Mart faşist darbecilerince estirilen faşist terör ve baskı kampanyası, mücadeleye olan bağlılığı ve alttan yükselen kıvılcımları boğmaya yetmedi, Sinan, Kadir ve Alpaslan’ın cenazeleri üzerinden yas değil mücadele yeminleri edildi. Nitekim onların açtığı yolda devrimci hareket inatla ve ısrarla yürüyerek, milyonlara ulaşmayı başardı. Nurhak çatışmasında yer alan THKO’nun yürekli ve gözü pek gerillaların cesaretleri ve devrim-halk için canlarını feda etmedeki gösterdikleri özverinin büyükleri ortadadır. Onların açtığı elde silah direnerek yaşamı güzelleştirme direnişleri devrimci ve komünist kuşaklara örnek oldu.

47. yıl dönümlerinde Nurhak şehitleri Sinan, Kadir ve Alpaslan'ı anarken, onların eksiklik ve yetmezliklerinden öğrenerek, devrimci mücadeleyi daha sağlam bir zemin üzerinden ileriye taşıyarak Nurhak şehitlerinin kavgasını yaşatacağız.

Nurhak şehitleri ölümsüzdür!
Faşizmi döktüğü kanda boğacağız!
Yaşasın devrim ve sosyalizm mücadelemiz!

17 Mayıs 2018 Perşembe

18 Mayıs, dogmatizm ve mükemmeliyetçilik altında inkarcılığa karşı devrimci duruşun adıdır

18 Mayıs 1973, İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Diyarbakır zindanında 3,5 ay süren ağır işkencelerin ardından hunharca katledildiği gündür. Dahası 18 Mayıs, Diyarbakır zindanında komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın düşmana açıktan; “ben bir komünistim politik düşüncelerimi asla gizlemem ama örgütsel konularda konuşmam” diyerek, ser verip sır vermeme tutumuyla, devrimci ve komünist harekete ışığın adıdır. Kim işkenceye düştüyse ilk aklına gelen İbrahim Kaypakkaya oldu. Kuşku yok ki 18 Mayıs yalnızca bir başkaldırı ve direniş geleneği yaratmak değil, aynı zamanda Mustafa Suphi TKP'sinin ardında Türkiye Kuzey Kürdistan coğrafyasında komünist hareketi ve önderliği de ete kemiğe büründürmenin adımıydı.

Buradan hareket ettiğimizde 18 Mayıs nezdinde Kaypakkaya’nın önderliğinde buz kıran rolünü oynayan TKP-ML Hareketi'nin kuruluşu ve gelişim süreci ve geçmişe hangi pencerede bakmak gerçekliği kapıyı çalar.

Bugüne kadar, devrimci hareketi, hem kendi gerçekliğine ve hem de kendi dışındaki komünist hareketin gerçekliğine sağlıksız - dogmatik ve mükemmeliyetçilik altında inkarcılık biçiminde bakmaktan bir türlü kurtulamadı. Dahası devrimci akımlar için "geçmişi olmayanın geleceği olamaz" belgisi süslü laflardan öte pek fazla bir önem taşımadı. Devrimci hareket saflarında iki eğilim sürekli olarak çatışa geldi, birisi olayları ve olguları kendi zemininde koparmada dünle bugün arasında diyalektik yaklaşımla iç bağı içinde Marksist-Leninist bakış, diğeri ise komünist harekete hatalardan azade gören dogmatizm ya da mükemmeliyetçilik altında inkarcılık. Her ne kadar bu iki eğilim bir birine karşıtmış gibi görünmüş olsa da özünde mükemmeliyetçi buluşmakla aynı hatta durmaktadır.

5 Mayıs 2018 Cumartesi

İdam edilmelerinin 47. yılında Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan devrim ve sosyalizm kavgamızda yaşıyorlar

Türkiye devriminin tarihine baktığımızda çok zengin deneyimlerle dolu olduğu görülür. Bu deneyimler yenilgilerle, direngenliğenliklere ve aynı zamanda parlamenterist sağcı reformist çizgiye ve bu sağcı çizgiden, reformizmden uzaklaşarak devrimci çizgide mücadeleyi, kavgayı ve savaşımı savunarak Türkiye halklarının kurtuluşu için canlarını ortaya koyan devrimciler ve devrimci önderler ülkemiz halklarının bağrından doğarak, işçi ve emekçi yığınlara mal olmuş, abideleşmiş yılmaz savaşçılardan bedenlerini darağaçlarında halkların kurtuluşu uğruna feda edenlerden THKO’nun kurucuları ve önderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’dır. 

Deniz, Hüseyin ve Yusuf Türkiye halklarının bağımsızlığı ve özgürlüğü için hiçbir bireysel çıkar gözetmeden yaşamlarını ortaya koyup, ölümü hiçe sayarak 12 Mart faşist diktatörlüğü tarafından 1972’de 6 Mayıs 1972’de darağacına götürülerek idam edildiler. Deniz’i, Yusuf’u ve Hüseyin’i ipe çekerek ancak emperyalizmin uşağı, işbirlikçi-tekelci kapitalizme ve büyük toprak sahiplerinin iktidarının savunucusu halk ve devrim düşmanı olduklarını bu saldırgan tutumlarıyla devrimcileri idam ederek, kurşunlayarak ve işkencede katlederek kanıtlamaya çalışıyorlardı. Elbette halkların özgürlüğü için döğüşenlere karşı, faşist diktatörlükten, başka tarzda bir tutum beklemek de olmazdı.

Çünkü, sömürücü egemen sınıflar, kendilerinin çürümüş, kokuşmuş düzenlerini sürdürmek için; ezilen sömürülen işçi ve emekçi yığınların kurtuluşu, bağımsızlığı ve özgürlüğü yolunda kavgaya atılan militanları ve önderleri her zaman yok etmek için; Deniz, Yusuf ve Hüseyin gibi yiğit önderleri ya idam edeceklerdir, ya da başka yöntemlerle katledeceklerdir. Bundan dolayıdır ki çürümüşlüğe, kokuşmuşluğa ve kan emicilere başkaldırmak ve halkların düşmanlarının egemenliğini sarsmak ve zorbalara korku salmak bedel ödemeyi gerektirir.

Marksizm yeni ve bilimsel bir öğreti olmaya devam ediyor: Marx 200 yaşında

Proletaryanın büyük önderi ve öğretmeni, bilimsel sosyalizmin kurucusu, Karl Marks, 5 Mayıs 1883 yılında Almanya’nın Tirier kentinde doğdu 14 Mart 1883'te hayata gözlerini yumdu. Marks, on yıllar boyunca bilimsel sosyalizmin ülküsü uğruna olağanüstü bir özveri ve inançla çalıştı, işçi sınıfının pratikteki kavgasına aktif olarak katıldı. O, dahi bir teorisyen, usta bir pratisyen idi. O'nun ölümü, dünya proletaryası ve sosyalizm davası için büyük bir kayıptır. Ama o ardından çağlar boyu yaşayacak olan değerli bir mirası, bilimsel sosyalizmi bıraktı. Bugün, Marksizm'in dahi kurucusu Marks, enternasyonal proletaryanın bilincinde yer etmekte, adıyla, eserleriyle yaşamakta ve yeniden bayraklaşmaktadır.

Karl Marks, 5 Mayıs 1818'de Almanya'nın Trier şehrinde doğdu. Orta öğrenimini bu şehirde tamamladıktan sonra, önce Bonn, sonra Berlin üniversitesine devam etti. 1841 yılında Epicurusun felsefesi üzerine yaptığı doktora teziyle üniversite öğrenimini tamamladı. Bu dönemde Marks, görüşleri bakımından Hegelci bir idealist, radikal bir demokrattı. Marks, 1844 Elyazmaları'yla, bilimsel sosyalizmin temellerini atarak, kendisini proletaryayla özdeşleştirdi.

Gericilik onu Avrupa'nın bir ülkesinden ötekine sürüp durdu. O, politik bir sürgün olarak, oldukça ağır koşullar altında yaşadı. Zorluklar ona geri adım attıramadı. Marks, bilimsel sosyalizmin teorisini ve taktiklerini bizzat pratik devrimci çalışma içerisinde ve hasımlarıyla hesaplaşarak geliştirdi.


Kitle hareketinin önündeki barikatın yıkılması ve daha büyük mücadelelerin önünü açmak için faşist kafatasçı "Cumhur ittifakı"nın yenilmesi gerekiyor

Seçim zamanı sermayenin temsilcisi burjuva düzen partileri açısından aynı zamanda bol vaat zamanıdır. 16 yıldır ülkeyi tek başına yöneten başında Erdoğan'ın bulunduğu AKP baskın seçim de emekçilerle adeta alay edercesine; “daha çok özgürlük, daha çok demokrasi, daha çok refah” ve “tam bağımsız yargı ve adalet” vadediyor. Sanki 16. yıldır tek başına yönetimde başkaları varmış gibi halkın gözünün içine baka baka yalan söylüyor. Perşembenin gelişi Çarşambada belli olur diye bir halk deyimi var. AKP iktidarının 16.yılda yaptıkları bakın, bundan sonrası neler yapacaklarının teminatıdır.

Ne ki haber izlemeyen, gazete okumayan, ekmek parası için gece gündüz çalışan geniş kitleler açısından sorun hiçte bu kadar basit değil.

Kısa bazı hatırlatmalara bile, AKP’nin işbaşına geldiğinden bugüne halka faşist baskı, zulüm ve yasaklar kustuğunu gösterir. Erdoğan başkanlığındaki AKP iktidarı 2002 yılında iş başına geldiği günden bu yana, emekçi halkların her türlü demokrasi, eşitlik ve özgürlük istemlerini sonuna kadar istismar etme ve ne dediyse tam tersini yapma konusunda önceki bütün hükümet ve iktidarları geride bırakan bir pratik sergiledi. Hemen her şeyi iktidar basamağı yapmak için kullandılar. Ülkenin tarihini, halkın demokrasi ve özgürlük taleplerini, daha iyi bir yaşam özlemlerini, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük istemlerini Müslüman ve Arap halklarının Anti-Amerikan duygularını, halkın yurtseverlik duygularını sonuna kadar istismar ettiler, sömürdüler.

Demokrasi ve özgürlük talep eden halka Hitler taslağı “tek adam tek parti rejimini” dayattılar. Bağımsız yargı talebi yerini, Saray’dan gelecek işaretle hareket eden bir Erdoğan bir yargısına bıraktı. Ekonomik refah talepleri, emperyalist ve yerli tekellere peşkeş çekilen kamu kuruluşlarının yağmalanması ile karşılığını daha az işe, daha az aşa bıraktı. Patronlar rahat etsin, iyi sömürsün diye olağanüstü hal devreye sokuldu ve grevler-direnişler yasaklandı. Onca “millilik” demagojilerine karşın milli para yerlerde yuvarlanır oldu. 1 Euro 5 TL'yi aştı. Kürt halkının özgürlük ve eşitlik talepleri kan ve ateşle bastırıldı, şehirler, ilçeler yıkıldı-yıkıldı ve on binler göçertildi, seçilmiş belediye başkanları görevden alındı, yerlerine “kayyım” atandı, eş başkanlar ve milletvekilleri zindanlara tıkıldı. Ortadoğu’da ülkelerin yıkılmasına, emperyalist işgal ve müdahalelere aracılık yapıldı, “Bu fırsattan istifade ne kadar yayılırsak, o kadar kazanç sağlarız” yayılmacı ve işgalci politikası izlendi.

Kısacası, reform talepleri karşı reformla, özgürlük talebi daha fazla faşist baskıyla, demokrasi talepleri diktatörlükle, demokratik bir ülke talebi, tek adam padişahlık rejimiyle yanıtlandı. Eğer şimdi “daha çok demokrasi, özgürlük, refah, yargı bağımsızlığı” diyorlarsa bunların karşılığı daha fazla faşist baskı, terör, emir komuta altına alınmış yargı, sanayisi ve tarımı yıkıma uğratılmış bir ülke olacaktır. Dışarıda ise olacaklar bellidir: Daha fazla Ortadoğu sorunlarına batmış, atacağı adımları kendisinin karar verme imkanı kalmamış, şeriatçı destekleyerek Irakta, Suriye'de olduğu gibi komşu halkların yıkımına daha fazla yardım eden saldırgan yeni Osmanlı hayalcisi politikalar uygulayan bir ülke pozisyonunda olmak.

Kuşkusuz seçimleri Erdoğan cephesinin kaybetmesi ülkenin içinde bulunduğu sorunlara, halkın çözün bekleyen demokrasi ve özgürlük talep ve özlemlerine çözüm getirmeyecektir. Faşist Cumhur İttifakının alternatifi yine sağcı ve sisteme dokunmayan "Millet ittifakı" olamaz. Ama HDP etrafında örülecek devrimci-demokrat ve ilerici güçlerin demokrasi ittifakı, emekçilerin iki seçim bloku dışında üçüncü bir seçim ittifakının halka alternatif olarak yükseltileceğini ortaya koyacak.

Yine halklar nezdinden çözüm bekleyen demokrasi, eşitlik ve özgürlük sorunlarının köklü çözümü için, işçi ve emekçi halkın örgütlenerek, uzun ve zorlu bir devrimci mücadele yürütmesi ve kurlu düzenin temelde değişmesi için dövüşmesi gerekiyor. Ama bu seçimler Erdoğan cephesi dışında kimin kazanacağı ile öne çıkan değil, Erdoğan cephesinin 16.yıllık saltanatının sona ermesi ve şeflik rejimine geçit verilmemesi için politik olarak mutlak kaybetmesi ile öne çıkan bir seçim olma özelliği taşıyor. "Cumhur ittifakı"nın yenilgisi, en başta emekçi halk hareketine nefes aldıracak, onun toparlanmasına, moral üstünlük kazandıracak ve emekçilerin güçlerini tanımalarına vesile olacaktır. Buda daha güçlü mücadelelere hazırlamanın yolunu döşeyecektir.

1 Mayıs 2018 Salı

Yaşasın 1 Mayıs!

Seçimlerin emekçi yığınları her dört ya da beş yılda bir aldatma ve kurtuluşun emekçilerin örgütlü devrimci gücün ayağa kaldırmaktan geçtiğini yüksek sesle haykırmak için: 1 Mayıs’ta fabrikalarda, okullarda, semtlerde güçlerimiz birleştirerek alanlara çıkalım ve sermayenin ve faşizmin saldırı dalgasına karşı birleşik gücümüz harekete geçirelim.

İşçiler, Emekçiler, Devrimciler, Gençler, Kadınlar;

İşçi ve emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 2018’de 1 Mayıs’ı emperyalizme, faşizme ve sermayeye karşı mücadele günü yapabilmek ve onun devrimci özünü yaşatabilmek için; 1 Mayıs’ın içeriğinin boşaltılmasına, düzen sınırlarına hapsedilmesine ve sendika ağalarınca sisteme bağlanma çabalarına karşı, 1 Mayıs’ta tüm gücümüzle alanlara çıkalım ve 1 Mayıs’ın, 1 Mayıs Taksim Meydan’ın özgürleşmesi ve yasakların kırılması savaşımını, demokrasi ve özgürlük savaşımının geliştirilmesi için manivela yapalım.

Çeşitli ulus ve ulusal azınlıklardan Türkiye işçi ve emekçiler olarak, 1 Mayıs’ta alanlara çıkarak gücümüzü faşizme ve sermayeye düzenine karşı gösterelim, İstanbul’da “1 Mayıs Taksim alanın yüz binlerin sesini buluşturmak için 1 Mayıs’ta Taksim’deyiz” şiarıyla güçlerimizi birleştirip, 1 Mayıs’ı faşizme ve sermayeye karşı baskı, sömürü ve zulüm zincirlerinin kırıldığı mücadele günü yapmak için her yerde alanlara çıkalım.

Yaşasın 1 Mayıs!
Biji yek gulan!
OHAL-KHK şeflik rejimine hayır!
Yaşasın hakların eşitliği özgürlüğü ve kardeşliği!
1 Mayıs alanı taksime özgürlük!
Yaşasın proletarya enternasyonalizmi! 

31 Mart 2018 Cumartesi

Marksizm-Leninizm’in aynasında 24 Nisan TKP/ML Hareketi’nin doğuşu ve gelişimi üzerine

Devrimci hareketin 1960'lı yıllar boyunca işleyen tarihine bakıldığında görülecektir ki: atılan her yeni adım belki bir şeyleri alıp götürmüştür, ama kesin olan odur ki, bir öncekinin ilerisindedir. İlerleme doğrusal değil sıçramalıdır ve TKP-ML Hareketinin kuruluşu, Türkiye devrimci hareketinde temel bir çizginin, önceki çizgilerden kopmuş ve artık kendi özgüllüğünü kurmuş bu çizginin de "ilk vuruşu" anlamına geliyor.

TKP-ML Hareketi'ni, 24 Nisan 1972 yılında Malatya’ya bağlı Kürecik’ nahiyesine bağlı bir köyde, İbrahim Kaypakkaya önderliğinde bir grup genç devrimci tarafından PDA/Aydınlık hareketiyle yollarını ayırarak kuruldu.

İlk kurucu üç kişi -İbrahim Kaypakkaya, Ali Taşyapan ve Ali Mercan- olmasına rağmen süreç için örgütün önderliği Koordinasyon Komitesine (KK) yeni üyelere katılarak (PDA içinde yer alan kadrolarla yapılan tartışmaların ardından Muzaffer Oruçoğlu ve Aslan Kılıç ardından Almanyalı Kadir ve Cem Somel’inde katılımıyla) bu sayı 7 kadar çıkmıştır. İşin ilginç olanı 1972 yılında TKP-ML Hareketi’nin önderliğini oluşturan KK üyesi kadrolar Kaypakkaya yoldaşın katledilmesinin ardından geriye düşmüşler ve süreç içinde ya mücadeleden kopmuşlar ya da Ali Mercan ve  Arslan Kılıç örneğinde olduğu gibi Aydınlık/PDA’ya geri dönmüşlerdir.

30 Mart 2018 Cuma

Kızıldere’nin yaktığı devrim meşalesi yanmaya devam ediyor

Bundan tam 46. yıl önce 30 Mart 1972’de, Tokat’ın Kızıldere kasabasında, Amerikan uşağı faşist diktatörlüğün ölüm kusan namluları THKP-C ve THKO önder kadrolarından Mahir Çayan, Cihan Alptekin ve 8 yoldaşına doğru yöneldi. Faşist caniler dört duvar arasına kıstırılmış 10 devrimciye karşı bir orduyu seferber ederek, ne kadar güçlü olduklarını gösterdiler. Faşist namlular Deniz Gezmiş ve yoldaşlarının idamlarını önlemek amacıyla İngiliz teknikerleri kaçıran Mahir Çayan ve yoldaşlarının kaldığı evde namlular üzerlerine çevrilerek, sorgusuz sual sizce verilen ölüm kararlarının infazları yerine getirildi. Ama faşist katiller Mahir Çayan ve yoldaşlarını hunharca katletmekle ne devrimci militanlığı yere gömebildiler nede halkın karşısında halkın nezdinden katiller olarak anılmaktan kurtulabildiler. Mahir Çayan ve yoldaşlarının katledilmesinden sonrası faşizme karşı devrimci direnişi ve militan duruş, faşist diktatörlüğe yıkmak ve halaların devrimci demokratik iktidarını kurma savaşımında yükselip yayılmasına engel olmadı.

Biliyoruz ki tarih asla yanılmaz ve hiç bir güç tarihin verdiği kararlardan kurtulamaz. Nitekim yaşana olgular bunu doğrulamıştır.

Hatırlanacağı üzere 12 Mart 1971 dönemi, faşistlerin gemi azıya aldığı ve gözleri dönmüşçesine halka saldırdıkları yıllardı. Cumhuriyet tarihinin ve karanlık yıllarından bir kaçı o dönemde yaşandı. Zihinlerde silinmez anılar ve tecrübeler edinildi. Kızıldere katliamı bu dönemin unutulmaz kesitidir. Elbette bu olay, bir bütün olarak 12 Mart döneminden ve Onu hazırlayan koşullardan bağımsız olarak ele alınırsa anlamsızlaşır. Tarihi gelişimi içinde yer alan olaylar, zincirleme bir birlerini etkileyerek gelişir ve yeni olayların doğuşunu hazırlarlar.

19 Mart 2018 Pazartesi

Faşist kuşatmayı yarmak kirli savaşa dur demek için Newroz’da isyanı körükleyelim

Newroz’un yaratıcısı Kürt emekçileri dört bir yandan emperyalistlerin ve uşaklarının kuşatması altında tutularak, Efrin'de, Rojava'da, Kobane'de, Sur'da, Cizre'de, İstanbul'da, İzmir'de ve dahası Kuzey Kürdistan da, Kürt ulusal kurtuluş hareketinin ehlileştirilerek denetim altına alınıp tasfiye edilmesi için her türlü yöntemin denendiği ve kirli ittifakların devrede olduğu ve Efrin de olduğu gibi fiili işgalin devreye sokulduğu koşullarda, her yerde Newroz bayramı kutlanıyor. Yıllardan bu yana, sömürü, baskı ve zulme karşı başkaldırı, silkinip ayağa kalma günü olarak kutlana gelen Newroz bayramı, 2018’de AKP-MHP ittifakına dayanan iktidar faşist inkar ve imha politikalarını yeniden devreye soktuğu kirli savaşın her yerde OHAL gölgesinde pratiğe sürüldüğü faşist kuşatmayı geri püskürtme perspektifiyle kutlanmalıdır Newroz bayramı. Bunun için Newroz, enternayonalist bir karakter kazanarak emekçilerce her yerde kutlanmalı ve Kürtlere onurlu barış ve emekçi halklara demokrasi istemiyle Newroz ateşi ülkenin her yerinde daha güçlü olarak yakılmalıdır.

İnkarcı ve imhacıları yere çalmak adına ''Çağdaş Dehak’ı'' Erdoğan-Bahçeli, AKP-MHP faşist diktatörlüğünü mezara gömmek ve yeni Ninowaları yakmak, eşitliğe, demokrasi ve özgürlüğe el uzatmak, teslimiyeti ve ihaneti yere çalmak için, şimdi Newroz ateşini daha güçlü yakma zamanıdır. Şimdi devrimci Kawa'nın meşalesinden ateşlenmek ve sokakları tutuşturmak zamanıdır.

Şimdi, Türk ve Kürt uluslarından ve ulusal azınlıklardan emekçilerin demokrasi ve özgürlüklerini koparıp almak, halkların eşitliği ve özgürlüğünü ete kemiğe büründürmek için kavgayı yeniden ve yeniden yükseltip yayma ve faşizmin tuzaklarını boşa çıkartarak, kirli savaşa her alanda karşı durma zamanıdır.

Newroz piroz be! Yaşasın yeni gün Newroz!
Yaşasın halkların kardeşliği!
Bimre koledar biji azadi!
Kürt ulusuna kendi kaderini tayin hakkı!
Faşizmi devrimle ezeceğiz!
Yaşasın devrim ve sosyalizm mücadelemiz!
Yaşasın KP-İÖ!

KP-İÖ 

Her baharda yeşeren umut ağacı Ahmet Muharrem Çiçek

“Dalın üstünde kuş,
kavgada söylenen türkü,
beyaza boyanmış gökyüzü,
ve bir de sen kalmışın aklımda,
o soğuk ilkyaz gününde”

Elde silah dilde devrimci şiarlarıyla 19 Mart 1973 yılında polis baygın haldeyken kafasına sıkmış olduğu kurşunlarlar da kaybettiğimiz Ahmet Muharrem Çiçek yoldaşı, toprağın canlandığı ve yeşillendiği bir ayda kaybettik.

Komünist hareketin kurucu militanlarından ve İstanbul Bölge sorumlusu olan Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş, 1952 yılında Elazığ’ın Karakoçan ilçesinde tutucu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Devrimci fikirlerle lise yıllarında tanışan Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş, 1969-70 öğrenim döneminde İstanbul Tıp Fakültesine girdi. 1968-70’li yıllarda kabaran ve geniş emekçi ve öğrenci kitlelerini kucaklayan anti-faşist, anti-emperyalist mücadelede aktif olarak yerini alan Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş, kısa zaman içinde örgütlü savaşıma katıldı. 1972 Nisan ayında İbrahim Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan TKP/ML Hareketi saflarında yerini alan Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş, 22 Ocak 1973 yılında işkencede katledilen Meral yakar yoldaşla gençlik çalışmalarını omuzladı.

O gün her şey, bir bahar tazeliğinde başlamıştı. Nasıl ki bir baharın başlangıcında kavgaya katıldıysa. Martın toprağı ve yaşamın canlanışında da yaşama ve mücadeleye elde silah dilde devrim türküsüyle veda edecekti Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş. Oysa doğadaki her canlı, ömrünün baharındaydı ve doğa, yeni bir yaşamın müjdesini veriyordu. Her güzelliğin bir bedeli vardı veya her yaşam bir ölümden geçiyordu. Bu çelişkinin yakıcı gerçekliğini bir bahar günü ölümsüzlüğe el sallayarak bir kez daha yaşayacaktık.

Ahmet Muharrem yoldaşta bu inançla devrimci görevlere yaklaşıyor ve eldeki kadroları kavganın örülmesine seferber ediyordu. Ancak buna karşın, devrimin ve sosyalizmin düşmanlarının bu umutları karartma çabaları da daha ilk günden eksik olmamıştır.

İşte tarih yaprakları 19 Mart 1973 gösterdiğinde İstanbul Şehrimin de kaldıkları bir ev polislerce basılıyordu. Evde Ahmet Muharrem yoldaş ve bir kaç yoldaş daha bulunuyordu. Polis baskın yaptığında Ahmet Muharrem yoldaşın üzerinde iki silah vardı. Polisi baskında birisini buldu ama diğerini bulamamıştı. Yoldaşın elini hemen kelepçeleyen polis, operasyonun rahatça gerçekleştirmenin sevincini yaşarken, ikinci silahını çıkartarak polisi etkisiz hale getiren Ahmet Muharrem yoldaş kelepçesini kırarak silahını ateşledi. İki yoldaşını kaçırmayı başardı. Kaçamayan Kutsiye Bozoklar yoldaşını polise bırakmak istemedi. Evi kuşatmış olan polisle yoldaşlarının kaçabilmesi için son mermisine kadar çatıştı. Düşman çil yavrusu gibi korkusunda girecek delik aradı.” Kahrolsun Faşizm, Yaşasın TKP/ML ” şiarlarıyla düşmanı kendi kalesinde titretti. Polis kurşunlarıyla ağır yaralanan Ahmet Muharrem yoldaş kan kaybında bayıldığı bir dönemde polislerinin yakın mesafede kafasına sıkmış olduğu kurşunlarla hunharca katledildi.

Ahmet Muharrem yoldaşın mücadele yoldaşları olarak bizler, hunharca katledilişinin 43. yıldönümünde, O'nun son anına kadar sönmeyen umutlarını gerçekleştirmek üzere, devrim ve sosyalizm kararlılığımızı yeniliyoruz. Bu yüzden, Ahmet Muharrem yoldaşın devrim için öne atılan ve ölümü yere çalarak bizlere bayrağı devreden umut dolu gözlerini her zaman üzerimizde hissedeceğiz. Bunu bir an bile unutmak, davaya yan çizmek ve ihanet etmek demektir.

Hiç bir şey, son ana kadar yaşamdan vazgeçmeyen kavga yüklü ve cesaret dolu umut saçan gözleri unutturmayacaktır bizlere. Bizleri ancak şehitlerimizin bize devrettikleri devrim ve sosyalizm bayrağına sıkıca sarılarak, İnşa’nın etrafından yıkılmaz bir birlik oluşturarak her türlü başarı ve kazanımlarımız kurtaracaktır. Bu temelde Ahmet Muharrem yoldaşın şahsında, yaşamın gerçek sahibi olan tüm şehitlerimizin huzurunda bir kez daha devrimi zafere taşıyacağımız sözümüzü yeniliyor ve anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.

5 Mart 2018 Pazartesi

Sosyal-demokrasi Hitler'e iktidar yolunu nasıl açtı?

Tarihsel ABD Komünist Partisi'nin önde gelen önderlerinden William Z. Foster’in 1955 yılında yayımlanan “III. Enternasyonal'in Tarihi” kitabından aşağıda aktardığımız parça, Alman Sosyal-Demokrasisi’nin Hitler'in iktidara giden yolunu nasıl açtığını kısa ve özlü biçimde özetlemektedir. 

Alman faşizminin ilerleyişi
Hitler faşizminin 1933 yılındaki zaferi, reformist sosyal demokrasinin, işçi sınıfı muhalefetini kırarak faşizmin yolunu hazırladığı göz önünde bulundurulmadan anlaşılamaz. Sosyal demokratlar “düşman solda” sloganıyla, Almanya’nın ne pahasına olursa olsun “Bolşevizmden korunması” gerektiğini savundular. Kapitalist sistemin en sadık bekçileri olarak gitgide daha da sağa kaydıkça, onları ve onlarla birlikte Almanya’yı faşizm felaketine sürükleyen burjuvaziyle sınıf işbirliği yolunu tuttular.

Faşizmin tohumları sosyal demokrasinin dünya savaşı ve 1918 Alman devrimi sırasındaki ihanetiyle ekildi. Bu olaylar sosyal demokrasinin, kapitalizmin işçiler tarafından yıkılmasına karşı bedeli ne olursa olsun sonuna kadar mücadele edeceğini açıkça gösterdi. Gericiler 1920’de Kapp darbesiyle büyük bir karşı-devrim hamlesine giriştiyse de, bu zamansız hamle sonuçsuz kaldı. Gericiliğin zafere giden yolu sarp ve dolambaçlıydı; devrimin ardından faşizme ulaşmaları, sosyal demokrasinin eşsiz yardımlarına rağmen, tam on beş yıl aldı.

28 Şubat 2018 Çarşamba

Hitler’in yenilgisi

Haziran 1940 itibarıyla Hitler, tarihte diğer hiçbir liderin ulaşamadığı kadar büyük bir alanı Avrupa’da ele geçirmişti. Polonya, Slovakya, Norveç, Danimarka, Benelüks devletleri ve Fransa doğrudan Nazi idaresi altındaydı. Bohemya ve Avusturya, Reich’ın eyaletleri olmuşlarken; İtalya, Macaristan ve Romanya askeri müttefiklerdi. Hitler, aynı zamanda devrimci Blitzkrieg’ın etkililiğini kanıtladı ve 1914’te Alman Başkomutanlığının elinden kaçmış olan insanın aklını başından alacak kadar muhteşem bir zafere ulaşmak için eski Schlieffen Planı’nda değişikler yaptı.

Ne ki, beş yıl zarfında Üçüncü Reich yıkıldı ve Alman askeri üstünlüğü yok edildi. 1941 sonrasındaki dönem, ulusun kaynaklarının gerçekçi ve doğru olmayan siyasalar uğrunda yanlış bir biçimde kullanılmasına klasik bir örnektir. Bu bölüm, özellikle Hitler’in stratejik ve askeri hataları üzerine ve bir yanda Almanya ile öbür yanda iki müttefik güç arasındaki devasa endüstriyel eşitsizlik üzerine yoğunlaşacaktır.

Savaş tasarıları Polonya ve Fransa’ya karşı görkemli bir biçimde başarılı olmuş olsa bile, Hitler Britanya, Sovyetler Birliği ve Birleşik Devletlere karşı yürütülen çarpışmayı çok kötü bir biçimde ve yanlış yönetti.

Teoriyi politik eylem ve örgütle birleştiren önder Stalin

Ölümümün 65. yılında Stalin yoldaşı anarken ondan öğrenmek ve onun devrimci iradeyi pratiğe geçirmedeki kararlılığı, örgütçülükteki başarısını ve yoldaşlık ilişkilerindeki titizliğini, başladığı işi sonuna kadar götürmedeki iddiacılığı ve inatçılığını kendimize örnek almak büyük önem taşıyor. Kuşku yok ki Stalin yoldaş devrimci teorinin öneminin devrimci pratiğe yol göstermesiyle bağlı olduğuna özel vurgu yapan, boş konuşup iş yapmayan yani teorisi ayrı pratiği ayrı  işgüzar devrimciliği ve geze komünistliği ateş altına alan önderlerdendi.

Elbette devrimci irade soyut değildir, son derece somuttur. Salt teorinin griliği içine sıkıştırılamaz. Ve teori, zaten, toplumun dönüştürülmesini ve devrimi öngörmüyor ve bu zorunluluğun yolunu aydınlatmıyorsa, toplumsal pratiğe gösteren bir eylem kılavuzu değilse, ne nesnelliğin bilgisidir, ne bilimsel ve ne de devrimcidir. O halde, devrimci irade, nesnelliğin bilgisine, devrimci teoriye dayanmalı; ama teori alanına sıkışıp kalmamalıdır. Ortalık, devrimci iradeye, herhangi bir konuda ne yaptığını bilerek karar verme yetisine sahip olmayan akademisyenlerle doludur.

Haliyle teorik bilgi temel önemdedir; toplumsal gelişmenin yasalarını bilmeden irade devrimci tarzda kullanılamaz. Stalin yoldaş teorinin önemine dair şunları belirtiyordu;

Deniz Gezmiş kimdir?

Bir dönem, orkestra şefi gibi idare ettiği kitleleri peşinden sürükledi. Henüz 20’lerindeyken öğrencilerin, köylünün, işçinin sesiydi. Gezi direnişinde AKM’ye onun resmi asıldı. Onun hayatını Türkiye solundan bağımsız düşünemeyeceğimiz için bu liste uzayıp gidiyor.

Deniz Gezmiş 28 Şubat 1947’de Ankara’da tek katlı bir evde doğdu. Babası ileride ona yazdığı bir mektupta, “Karlı bir Şubat sabahı gözlerini açtığın zaman ilk işin ağlamak olmuştu. Şimdi anlıyorum; çünkü karşında yaratık olarak ilk defa bizi görmüştün: İnsanları… Yani bütün istikbalini onların mutlu olmaları uğrunda feda edeceğin insanları…” diyecekti. 

Okumaya Teksas serisi ile başladı. Çelik Blek’in bağımsızlık mücadelesinden çok etkilenmişti. Sonra babasının kütüphanesine dadandı. Hayvanları; kedileri, köpekleri çok seviyordu. O dönem Marshall Yardımı‘yla dağıtılan süt tozlarını sulandırıp mahallenin köpeklerini besliyordu.

22 Şubat 2018 Perşembe

Taylan Özgür, yaşıyor...

68 sonlarıdır, devrimci hareketlerde aktif rol alan, 69 senesinde Beyazıt Meydanı’nda katledilmiştir, ODTÜ’de ‘Devrim’ yazılamasının üç mimarlarından Hüseyin İnan ve Alparslan Özdoğan’la birlikte iddia edelinlerdendir. ODTÜ’de Komer’in arabasının yakılması anti-emperyalist mücadelede önemli bir yerdedir. Komer’in arabasını deposundan aldıkları benzinle, Sinan Cemgil, Taylan Özgür, Ulaş Bardakçı, Tuncay Çelen ve İbrahim Seven arabayı ateşe vermişlerdir. 
Bundan tam 49 yıl önce polis kurşunuyla katledilen Mustafa Taylan Özgür 1948 yılında bugün doğdu.

Taylan Özgür, ODTÜ öğrencisiydi. 68 kuşağının gençlik önderlerinden biri olan Taylan, henüz 21 yaşında, 23 Eylül 1969’da İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Genel Kurulu’na katılmak için geldiği İstanbul’da Beyazıt Meydanı’nda arkadan vurularak katledildi.

Taylan Özgür, 23 Şubat 1948 yılında doğdu. Annesi Necla Özgür, babası emekli bir subay olan Hasan Özgür'dü. Taylan, Ankara Atatürk Lisesi'nden mezun olduktan sonra ODTÜ'ye girdi ve gençlik hareketlerine katılmaya başladı. ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü ve ODTÜ Öğrenci Birliği Denetleme Kurulu üyesiydi.

1969 yılının ocak ayında ODTÜ'de Vietnam kasabı olarak bilinen ve Ankara'ya ABD Büyükelçisi olarak atanan Robert William Komer'in makam arabasının yakılma eylemine katıldı. Eylemden sonra tutuklanan 13 öğrenci arasındaydı ve iki ay kadar tutuklu kaldıktan sonra 12 Mart 1969'da tahliye edildi.

ODTÜ Stadyumu'ndaki büyük "Devrim" yazısını yazan üç öğrenciden biri olduğu iddia edilir; diğerleri ise Hüseyin İnan ve Alparslan Özdoğan.

23 Eylül 1969'da İstanbul Üniversitesi'nde katıldığı Öğrenci Birliği Kongresi sırasında kolluk kuvvetleri tarafından Beyazıt Meydanı'nda vuruldu. ODTÜ öğrencisi Mustafa Taylan Özgür, İstanbul Üniversitesi'nde katıldığı Öğrenci Birliği Kongresi sırasında polislerin yaptığı baskın sonrası katledildi. Kimin öldürdüğü bugüne kadar aydınlatılmadı. Failleri ise hala bulunamadı.
1969 yılının ocak ayında ODTÜ'de Vietnam kasabı olarak bilinen ve Ankara'ya ABD büyükelçisi olarak atanan Robert William Komer'in makam arabasını yakılmış, bu olaya karışanlardan, önder olanlar tek tek yakalanıp katledilmiştir. Bu önder kadronun ilk kurbanı Taylan Özgür’le birlikte devrimci şehidimiz; Vedat Demircioğlu’yla beraber, Taylan Özgür nezdinde, Deniz Gezmişler, Mahir Çayanlar, İbrahim Kaypakkayalar’ın Türk-İslam sentezi altında saklanan İslamcı sapık güruhun işledikleri cinayetleri unutulmayacaktır. Devrimci geleneğimiz bitmedi, bitmez! O çağında devrimcileri vardı, bugünde var; çoğalsınlar. Er ya da geç hesap sorulacaktır! 

19 Şubat 2018 Pazartesi

Ulaş Bardakçı’nın savunması

12 Mart askeri darbesi tarafından 19 Şubat 1972 tarihinde katledilişinin 46 yılı; Arnavutköy Üvez Sokak'ta kaldığı eve düzenlenen operasyonda katledildi Ulaş Bardakçı. Güzel bir dünyanın hayalini kuruyordu ve daha 25 yaşındaydı. KP-İÖ ölümsüzlüğünün 46. yılında Ulaş Bardakçı’nın savunmasıyla 68 Hareketi önderi Ulaş Bardakçı yoldaşı saygıyla anar. 
Ulaş Bardakçı’nın savunması: “THKP ve THKC’nin bir savaşçısıyım!”

Adım Ulaş Bardakçı. 1947 doğumluyum. THKP ve THKC’nin bir savaşçısıyım. THKC ve savaşçıları emperyalizme karşı bağımsızlık için silaha sarılma hakkını kullandılar. Savaşçılarının son teki de ölene kadar bu hakkı kullanmaya devam edeceklerdir.
Rasih Ulaş Bardakçı’nın 1971 tarihli bu savunması, THKP-C’nin ilk döneminde benimsediği Milli Demokratik Devrim kuramına yaslanıyor. Mahir Çayan’ın Maltepe Cezaevi’nden firarından sonra kaleme aldığı Kesintisiz Devrim II-III broşüründen sonra MDD çizgisinin “milli burjuvazi” yanılgısından uzaklaşan THKP-C “ülkemizdeki tekelci kapitalizm kendi iç dinamiği ile gelişmediğinden ve de yerli tekelci burjuvazi, baştan emperyalizmle bütünleşmiş olarak doğduğundan, stratejik hedefimiz anti-emperyalist ve anti-oligarşik devrimdir” diyecekti. Ulaş Bardakçı’nın savunmasını Arnavutköy’de katledilmesinin 46’ıncı yıldönümünde yalnızca tarihsel değeri açısından değil devrimcilik, devrimcilerin ikonlaştırılması ve anti-emperyalist mücadele konusundaki tespitleri dolayısıyla da düzenleyerek yayımlıyoruz.
Hakim bey, önce geçen celsede cevaplandırmadığım soruya mahkeme heyetine güven duyup; duymama sorusuna cevap vermek isterim. Mahkeme heyetinde görev alan şahısların hiç birini tanımam. Bu sebeple güven duyup duymamak söz konusu değildir. Fakat gerçek olan şudur ki: Mahkemeniz bağımsız bir mahkeme olma niteliğine sahip değildir. Bu durumu göz önüne alarak istifa etmeniz gerekir. Cevap vermediğim kimliğime gelince, adım Ulaş Bardakçı. 1947 doğumluyum. THKP ve THKC’nin bir savaşçısıyım.

İddianamade, Kurtuluş Savaşı’ndan, Anayasa’dan, gençlik olaylarından bahsedilerek ve yayın organlarından, yazılarımızdan parçalar alınarak, bir giriş yapıldığını, buna bağlı olarak yaptığımız eylemleri okudum. Bu eylemler sonucu anayasayı ihlal suçundan ceza görmemiz isteniyor.

5 Şubat 2018 Pazartesi

Devrimci değerleri özümlemek

Devrimci değerleri ve ilkeleri özümlememiş ve bunun gerekleri doğrultusunda hareket etmeyen bir komünistin yığınların sevgi ve sempatisini kazanması ve yoldaşlarının güvenini yakalaması mümkün olamaz. Bu bakımdan mücadelenin zorlu süreçlerinde damıtılarak yaratılmış ve olmazsa olmaz değerler ve kurallar haline getirilmiş olan devrimci değerlerin özümlenmesi yoksa ve her koşulda buna uyulmuyorsa başarıyı elde etmek güçleşir. Dahası değerleri özümleme ve yaşam biçimi haine getirme bilinci yoksa inanç gelişmez. Ve inanmadan yapılan her şey ise insanın kendisini ve başkasını aldatmasından başka bir anlamada gelmez.

Hatırlanacağı üzere faşist karşı devrim 12 Eylül 1980 cuntasıyla, ekonomik ve politik bunalımın bedelini işçi sınıfına ve emekçilere ödettirmeyi hedefleyen halk düşmanı bir yıkım programının uygulayıcısı olarak işbaşına getirildi. Faşist cunta bu aynı süreçte, toplumsal muhalefetin moral zeminini tahrip etmeyi hedefleyen bir de sosyo-kültürel program uygulamak zorundaydı. Madalyonun iki yüzü gibi, biri olmadan diğerini uygulamanın mümkün olmadığı zorbalık ve ahlaksal değersizleşme; Kürt Ulusuna karşı yürütülen kirli savaşın da katkısıyla katmerleşerek hayata geçirildi.