Devrimci değerleri ve ilkeleri özümlememiş ve bunun
gerekleri doğrultusunda hareket etmeyen bir komünistin yığınların sevgi ve sempatisini
kazanması ve yoldaşlarının güvenini yakalaması mümkün olamaz. Bu bakımdan
mücadelenin zorlu süreçlerinde damıtılarak yaratılmış ve olmazsa olmaz değerler
ve kurallar haline getirilmiş olan devrimci değerlerin özümlenmesi yoksa ve her
koşulda buna uyulmuyorsa başarıyı elde etmek güçleşir. Dahası değerleri
özümleme ve yaşam biçimi haine getirme bilinci yoksa inanç gelişmez. Ve
inanmadan yapılan her şey ise insanın kendisini ve başkasını aldatmasından
başka bir anlamada gelmez.
Hatırlanacağı üzere faşist karşı devrim 12 Eylül 1980 cuntasıyla,
ekonomik ve politik bunalımın bedelini işçi sınıfına ve emekçilere ödettirmeyi hedefleyen
halk düşmanı bir yıkım programının uygulayıcısı olarak işbaşına getirildi.
Faşist cunta bu aynı süreçte, toplumsal muhalefetin moral zeminini tahrip
etmeyi hedefleyen bir de sosyo-kültürel program uygulamak zorundaydı.
Madalyonun iki yüzü gibi, biri olmadan diğerini uygulamanın mümkün olmadığı
zorbalık ve ahlaksal değersizleşme; Kürt Ulusuna karşı yürütülen kirli savaşın
da katkısıyla katmerleşerek hayata geçirildi.
Egemen sınıfların yaratmak istedikleri sonuçlar, bugün Türkiye’nin sosyal yapısında yaşanan derin bir çözülme olarak ortaya koymaktadır.
Değerler alanı tıpkı siyasal alan gibi kaybedilen ve
kazanılan bir çatışma alanıdır ve bu çatışma siyasal mücadeleyi doğrudan
etkiler, onu güçlendirir ya da zayıflatır. Toplumsal ilişkilerin çimentosu olan
ve insan davranışına ölçü oluşturan; açıklık, dürüstlük, adalet duygusu, onur, hümanizm,
paylaşım, dayanışma vs. gibi değerlerin eritilmesi; toplumun ortak davranma
yeteneğini boşa çıkarır, duyarsız ve düşürülmüş bir toplumun yaratılmasını koşullar.
Bu çok yönlü ve çok boylu düşkünleştirme, apolitikleştirerek teslim alma
saldırısı sınır tanımadan sürdü. Havuç ve şiddet politikası iç içe geçirilen bu
saldırılarda toplumsal dokuyu tahrip etmek için Amerikan kültürü ve değerleri
pompalandı. Bu ideolojik, politik, kültürel ve askeri saldırılarda insanlar
arası ilişkiler ve bağlar olabildiğine zayıfladığı gibi, aynı zamanda sosyal
katılım azaldı, güvensizlik ve kuşku geliştirdi ve giderek anlam kaybı,
tutarsızlık, kişilik parçalanması ve içe kapanma gibi sosyo-patolojik sonuçlar
ortaya çıkardı.
Süreçler aktı ve faşizmin yarattığı toplumsal değerlerdeki
çözülme değişik tarzda toplumda kendisini gösterdi. Bunlardan en bariz olanı
yozlaşma ve lümpenleşmedir. Faşizmin içsel niteliğinin toplumdaki yansıması
olan lümpenleşme; paranın ve devletin gücüne tapan, kurnaz, bencil, uşaklığa
yatkın, hiç bir değere inanmayan ve bunu yaşamında prensip edinmiş kişilikleri
üretti. Medyasından polisine, siyasetçisinden sanatçısına kadar, toplumun her
kesimine yayılmış ve hakim olan çözülme tarzı budur. Değersizleşme ve ilkesizlik
bu kesimde yerleşik bir hal almıştır.
İkinci kesim ise, olumsal değerlerdeki çözülme karşısında
şoka uğramış ve kendisini avutmanın en ilkel aracına; dine sarılan kesimdir.
Lümpenleşme azgınlaştıkça değersel arayışlar daha fazla dine sapmış ve sosyal
planda kısmen aşılmış (cemaatçilik, bağnazlık, ataerkillik vb.) geri geleneksel
değerlerin yeniden canlanmasını koşullamış yayılmasını ve etki alanının
gelişmesini sağlamıştır Geçmişte devrimci -demokratik mücadelenin ön saflarında
bulunan birçok emekçi semtinde bugün dini gericilerin ve tarikatçıların egemen
olmaları bunu gösteriyor.
Üçüncüsü, yenilginin ve toplumsal değer çözülmesinin
etkisiyle, siyasal ve ahlaksal inkarcılığın kuşatmasında olan kesimdir.
Oturmamış (gerçekçilik, akılcılık, bireycilik vs. )modern değerlerle, (gelecek
yerine şimdiyi temel almak, hiç bir toplumsal projelere inanmamak, apolitizm, her
şeyi olduğu gibi kabul etmek ve bırakmak vs. ) post modern değerlerin karışımı,
taslak bir varoluş sergileyen ve sınıfın - halkın mücadelesi yerine, ‘birey’in mücadelesini
koyan, düzenle dolaylı olarak uzlaşmış varoluş tarzıdır. ‘Sol’ ve liberal küçük
burjuva kesimlerde özellikle yaygın olan bu anlayış; toplumsal değer yaratma ve
bunun gerekleri doğrultusunda hareket etme yeteneksizliğinin sonucu, insana ve
insanın eylemine inancı yitirmiş, muhalif fakat değiştirme enerjisini üretemeyen,
kendi bireyselliğine kapanmış bir özellik göstermektedir. Koca bir toplumu
dolaşıp, kendi bireyselliğinden başka bir şeye rastlayamayan bu değersizleşme
ve yozlaşma tarzı en az diğerleri kadar toplum üzerinde etkilidir.
Bugünün bireyciliği - gericiliği - lümpenleşmesi, çürüme
toplumsal değersizleştirmenin doruklaştırıldığı faşizm koşullarında
üremişlerdir ve bu koşullardan güç almaktadırlar.
Değerler, ödenmiş bedellerin ürünüdürler. Bir değerin
büyütülmesi için hiçbir bedel ödememiş insanın o değere sahipliği yaptığı şey kadardır.
Hiç bir şeydir. Sosyal yapının böylesine çözülmeye uğradığı koşullarda değerler
mücadelesi vermek salt ahlaksal bir sorun değil, aksine yüksek oranda siyasal
bir sorundur da. Siyasal mücadele alanında değerlerini korumayı başaranların
bir güç olabildiklerini, değersel çarpılmaya uğrayanların ise teslimiyetten
kurtulamadıkları yeterince kanıtlanmıştır...
Önce bu değer kaymasını tüm ilişkilere sirayet ettiği
gerçeğini görmemiz gereklidir. Çünkü değerlerle şekillenen ‘toplumsal kişilik’
bir çözülmeye uğramışsa, birey kişiliklerini oluşturan temel sakatlanmış
demektir. Dolayısıyla; topluluğun her üyesi şu ya da bu düzeyde
kişiliksizleşmeden payını alır. En sağlıklı görünen kişilikler bile eğer bir
mücadele içinde değilse; her an karşı karşıya olduğu, soluduğu değersizleşmeye,
önce alışmaya başlayacaktır, sonra anlayışla karşılamak ve giderek benimseme
gelecektir.
Bu demektir ki; siyasal mücadele verebilmek bir yana insan
olmak, insan kalabilmek bile ancak değersizleştirmeye karşı bir Direnişle
mümkündür.
En keskin sınır ayrımımız değerlere yaklaşımda olmalıdır.
İnsana, insan emeğine, onun eylemine en yüksek kıymeti biçmek, değerden yoksun
olanı her yerde ayaklar altına almaktan çekinmeyen bir yaklaşım gereklidir.
Çokça öne çıkardığımız güç olmak; bizim için, önce değerlerde güç olmaktır.
Bedel ödeme ve bedel ödetme gücümüzü bundan alırız.
Faaliyete günü kurtarma ve anlık çıkarlar temelinde yaklaşım,
onun aslında bir değer mücadelesi olduğunu, değerlerimizi yayma ve özümsetme
mücadelesi olduğunu kavrayamayan çalışmanın; yüzeysel ve yenilmeye mahkum
olacağı kesindir.
Bulunduğumuz alan değer insanı olma alanıdır. İnsanımızın
geleceği de, geleceğin insanı da bu yoldan geçecektir. Çünkü biliyoruz ki
geleceğe bırakacağımız en temiz ve en güçlü miras devrim ve sosyalizm mücadele
değerlerimiz ve değer mücadeleciliğimizdir.
Faşizmin ve gericiliği hedefi yenik düşürülmüş,
lümpenleştirilmiş ve yozlaştırılmış halkı emperyalizmin ve egemen sınıfların
emir eri yapmaktır. Ya devrimci ve komünistler olarak egemen sınıfların
yozlaştırma ve kendi sorunlarında uzaklaştırarak teslim alma saldırısına boyun
eğip yerde sürüneceğiz ya da M-L temelinde örgütlenip devrimci değerlere ve
ilkeleri sıkıca sarılarak devrimi zafere taşımak için dövüşeceğiz. Devrimci ve komünistler
olarak, değer çözümü ve her türden yozlaşmaya ve düşkünlüğe karşı sürekli ve
sitemli bir savaşım yürüterek faşizmin devrimci hareketi ehlileştirme ve düzene
bağlayarak boğma saldırısına karşı durmalı ve silkinip ayağa kalkarak devrimci
ve komünist değerleri bayraklaştırmalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder