18 Mayıs 1973, İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Diyarbakır
zindanında 3,5 ay süren ağır işkencelerin ardından hunharca katledildiği
gündür. Dahası 18 Mayıs, Diyarbakır zindanında komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın
düşmana açıktan; “ben bir komünistim politik düşüncelerimi asla gizlemem ama
örgütsel konularda konuşmam” diyerek, ser verip sır vermeme tutumuyla, devrimci
ve komünist harekete ışığın adıdır. Kim işkenceye düştüyse ilk aklına gelen
İbrahim Kaypakkaya oldu. Kuşku yok ki 18 Mayıs yalnızca bir başkaldırı ve
direniş geleneği yaratmak değil, aynı zamanda Mustafa Suphi TKP'sinin ardında
Türkiye Kuzey Kürdistan coğrafyasında komünist hareketi ve önderliği de ete
kemiğe büründürmenin adımıydı.
Dogmatizm ve inkarcılık geçmişi değerlendirme söz konusu olduğunda devrimci hareketin başına musallat olmuş oportünizmin türlerindendir. Her ne kadar bu iki eğilim; dogmatizm ve mükemmeliyetçilik birbiriyle çatışmalı gözükse de, sonuçta aynı noktada buluşarak, devrimci ve komünist hareketi etkisi altına almaya çalışmıştır.
Buradan hareket ettiğimizde 18 Mayıs nezdinde Kaypakkaya’nın
önderliğinde buz kıran rolünü oynayan TKP-ML Hareketi'nin kuruluşu ve gelişim
süreci ve geçmişe hangi pencerede bakmak gerçekliği kapıyı çalar.
Bugüne kadar, devrimci hareketi, hem kendi gerçekliğine
ve hem de kendi dışındaki komünist hareketin gerçekliğine sağlıksız - dogmatik
ve mükemmeliyetçilik altında inkarcılık biçiminde bakmaktan bir türlü
kurtulamadı. Dahası devrimci akımlar için "geçmişi olmayanın geleceği
olamaz" belgisi süslü laflardan öte pek fazla bir önem taşımadı. Devrimci
hareket saflarında iki eğilim sürekli olarak çatışa geldi, birisi olayları ve
olguları kendi zemininde koparmada dünle bugün arasında diyalektik yaklaşımla
iç bağı içinde Marksist-Leninist bakış, diğeri ise komünist harekete hatalardan
azade gören dogmatizm ya da mükemmeliyetçilik altında inkarcılık. Her ne kadar
bu iki eğilim bir birine karşıtmış gibi görünmüş olsa da özünde mükemmeliyetçi
buluşmakla aynı hatta durmaktadır.
Dogmatizm ve inkarcılık geçmişi değerlendirme söz konusu olduğunda devrimci hareketin başına musallat olmuş oportünizmin türlerindendir. Her ne kadar bu iki eğilim; dogmatizm ve mükemmeliyetçilik birbiriyle çatışmalı gözükse de, sonuçta aynı noktada buluşarak, devrimci ve komünist hareketi etkisi altına almaya çalışmıştır.
Biliyoruz ki komünist hareket, kendi tarihinde öğrenme ve
mücadeleyi sürekli bir hatta kesintisiz gelişimi içinde ele almada başarının
yolunu döşemesi mümkün olmaz.
Örneğin 24 Nisan 1972 yılında Kaypakkaya önderliğinde
kurulan TKP/ML Hareketi'ni işçi hareketini merkezde tutun bir çalışma
oturtamadığı iddiasından dolayı, küçük-burjuva olarak mahkum eden (MLKP, TİKB,
EMEP, TKİP vb. örgütler), Kaypakkaya'dan 47. sene sonra bir çok deneyim,
tecrübe ve teorik gelişim kat etmelerine karşın, hala sınıftan uzak bir konumda
semtlerde ve gençlik içinde küçük-burjuva kesimlerden devşirdikleri kadrolarla
ayakta kaldıkları halde, nasıl oluyor da yine de Marksist-Leninist
olabiliyorlar? Bütün bunları M-L’e birazcık ilişkisi olan insanlar düşündüğünde
bu akımların ne kadar fikir fukarası ve çift standartçı keyfiyetçi, her şeyi
kendileriyle başlatma basitliği içinde olduklarını görebilir. Bu inkarcı
oportünist cenahta ortak özellik başkasına mükemmeliyetçilik kendilerine ise
liberalizmi uygulamaktır.
Demek ki geçmişe bakışta öncelikle M-L bir bakış açısına
sahip olunmalı ki sürekli olarak gelgitler yaşanmasın ve örgütlerin kendi
kendileriyle uğraşmaları ve kendileriyle barışık olmayan durumları ortadan
kaldırılsın.
Buradan hareket ettiğimizde geçmişe ve geleceğe eleştirel
yaklaşım konusunda Lenin'den şunları okuyoruz: “Bugüne kadar bütün devrimci
partiler gurura kapıldıkları için, güçlerinin nerede yattığını göremediklerini
ve zaaflarını ortaya koymaktan korktuklarından yenildiler.” (Lenin'den aktaran
SBKP (B) tarihi)
Geçmişe ve geleceğe bakarak Lenin yoldaşın bu sözlerini
akıldan çıkarmamalı ve yine Lenin yoldaşın "ama yıkılmayacağız, çünkü biz
zaaflarımızı ortaya koymaktan korkmuyoruz ve onları alt etmesini
öğreneceğiz" (age) sözleri bize yol gösteren bir ilke olmalıdır.
Geçmişe yaklaşırken şimdiye kadar dışımızdaki devrimci
akımlar sürekli olarak tersini uygulaya geldiler. Ya önemli hata ve
eksiklikleri komünistlikle bağdaştırılamaz bir durum olarak algılayıp olaylara
donmuş kalıplar içinde dogmatikçe kalıplar içinde baktılar-Partizan kökenli
akımlar buna somut örnektir. Yenide Demokrasi, Özgür Gelecek, Halkın Günlüğü,
Yeni Dünya İçin Çağrı dergisi vb. ya da olayları ve olguları kendi
koşullarından soyutlayarak komünistliği diyalektik gelişme ve değişme
yasalarının dışında tutarak, olaylara ve olgulara kendi dar sübjektif
mükemmeliyetçi dünyasıyla yaklaşıp, her gelinen durumda geride kalanı geleceğin
uzantısı olarak görmeyen her şeyi kendisiyle başlatan inkarcı bir mevzide
bakan; Atılım, Kızıl Bayrak, Alınteri, Devrimci Proletarya, Devrimci Duruş,
EMEP. vb. akımlar.
Devrimci ve komünist hareketin saflarında hatalara ve
olumsuzluklara bakışta bu sağ ve sol ama özünde aynı kulvarda buluşan
oportünist bakış açısı, devrimci hareketin kendi gerçekliğine Marksist-Leninist
bakışla yaklaşımını dumura uğratıcı olmuştur. Dahası devrimci hareket, olayları
ve olguları kendi gerçekliği zemininde ele alıp değerlendiren ve dün ile bugün
arasında iç bağıntı kurarak dünü bugünün devamı ve geleceğin zemini olarak
görüp, bu gerçeklikten hareket etmeyerek, geçmişe sürekli olarak şüpheci bakan
ve her şeyin altında bir şeyler arayan eğilimlere kapılarak, kadroların ve
tabanında dünyasını altüst eden birbiriyle tezat teşkil eden değerlendirme ve
yargılamalara kapılmaktan kurtulamamıştır.
Elbette bütün bunların sağlıklı bir hatta yapılabilmesi öncelikle, demokratik merkeziyetçilik ve eleştiri, özeleştiri ilkelerinin doğru kavranıp pratiğe uygulanmasıyla bağlıdır.
Elbette bütün bunların sağlıklı bir hatta yapılabilmesi öncelikle, demokratik merkeziyetçilik ve eleştiri, özeleştiri ilkelerinin doğru kavranıp pratiğe uygulanmasıyla bağlıdır.
Bürokratik merkeziyetçiliğin devrimci hareketi sarıp
sarmaladığı koşullarda, demokratik merkeziyetçilikten sapılarak, kararların tek
başına ya da küçük bir azınlık olarak alındığı, demokratik merkeziyetçilik
görüntüsü altında, tartışmaların göstermelik hale getirilerek, bu yolla kendi
eğilimlerini egemen kılarak, kararların kolektif alınmasını engellendiği bir
durumda dünle bugün arasında sağlam bağlar kurulamaz.
"Tek tek kişiler tarafından alınan kararlarda tek
taraflı kararlardır", “kararlar kolektif çalışmanın ürünüdürler. Eğer bu
olmazsa, eğer kararlar tek tek kişiler tarafından verilirse o zaman
çalışmalarda ciddi eksiklikler ortaya çıkar.” (Kolektif Çalışma Parti Yönetimini En
Yüksek İlkesidir, Slepov. s. 6)
Eğer kolektif çalışma ve örgütsel mekanizmanın kolektif
işleyişi sağlanmazsa pratikten kopuk üstün kararları devam eder ve örgütsel
alanda da tek tek kişilerin ya da küçük bir kliğin bürokratik yöntemlerin veya
biçimde kolektif özde ise bürokratizm devam eder. Elbette, bürokratizmin
düşmanı kolektif çalışma ve işleyiştir. Siyasal alanda uygulamamız gereken
alanda da uygularsak, "kitlelerden kitlelere", metodunu örgütsel
alanda da uygularsak yani önderliğin ve üst kademelerin kadrolar ve alt
kademeler tarafından bütün örgütün kitleler tarafından denetimini
sağlayabilirsek, ancak o zaman, bürokratizm’i yıkıp kolektivizmi egemen kılıp,
sık sık önderliğin kendi isteğine göre bir uçtan diğerine giden görüş
değişikliklerine de geçit verilmez.
Yine demokrasinin ve merkeziyetçiliğin birliği,
özgürlüğün ve disiplinin birliği bizim demokratik merkeziyetçiliğimizi teşkil
eder. Ne ki merkeziyetçiliği demokrasiyle birleştirilmez ve örgüt içi
demokrasinin işleyişini sağlayamazsak disiplini de oturtamayız. Bürokratik
merkeziyetçiliğe son vermediğimiz gibi körü körüne itaat ve başka zamanlarda ve
şartlarda sekter, yıkıcı eğilimlerin yeşermesine dönüşebilir. Keza demokratik
merkeziyetçiliği kadroların inisiyatifli davranmalarını sağlamayı
birleştiremezsek, yine liberal ve sekter davranışın etkisi altında kalma
eğilimlerini yok edemeyiz.
Örgüt içi demokrasiyi sistemli ve işin gereklerine göre uyulabilirsek,
örgütün her yönden sağlamlaşmasını, merkeziyetçiliği uygulayabiliriz ve her
ikisini de birleştirebilirsek örgütün savaşma gücünü ve yıkılmaz birliğini
güçlendirmiş oluruz.
Hata ve eksikliklere karşı mücadelede kibirli ve her şeye
tukaka diyen bir konumda durmamalıyız. Hataları aşmak için birinci olarak
eleştiri, özeleştiri mekanizmasını sistemli olarak işletmeli ve ikinci olarak
da eleştiri, özeleştiriyi doğru kavramalıyız. Eleştiri yaparken amacın
ideolojik berraklık ve örgüt birliğinin güçlendirilmesi olduğu asla
unutulmamalıdır. Dahası örgüt içi mücadelede ikna, değiştirip, dönüştürme
metodunu önde tutmalı ve iflah olmaz ve yıkıcı bir konuma kayan durumlarda,
örgütsel önlemlerle bu mücadele birleştirilmelidir.
Her şeyin merkezinde kendisini tutan ve grupçu, klikçi
eğilimlerin, ya da kendisinin yaratmadığı değerleri ve görüşleri burnunun
ucuyla küçümseyerek geriye iten eğilimler, kariyerist ve örgüt çalışmaları
bakımından tehlikeli eğilimlerdir. Böyleleri çok sinsi hareket ederek, fırsat kollayarak
örgütü ele geçirerek kendi eğilimlerini darbeci ya da göstermelik kongre ya da
konferanslar toplayarak çoğunluk görüşü haline getirmeye çalışarak, örgütlü
revizyonist bir mevzie çekmeye çalışırlar. Bu bakımdan, örgütteki
ideolojik-politik fikir mücadelesi örgüt içinde açık yapılmalı ve kadrolar
kimin ne savunduğunu bilmeli ki, olası revizyonist sapmalarda kimin nerede ve
nasıl durduğunu açığa çıkartarak, gereken önlemi almayı başarabilsin.
Elbette örgütün hatalarına karşı acımasız olmalıyız. Ama
burada amaç yıkıcı değil yapıcı olmalı ve dünle bugün, bugünle gelecek
arasındaki iç bağlantıyı kurarak hareket etmeyi gözetmelidir. Aksi durumda
örgütün mücadele sürekliliğinin sağlanması ve bu temelden hareketle
Marksist-Leninist bakış açısını egemen kılarak dogmatizm ve mükemmelliyetçilik
altında inkarcılığı yere çalarak ilerlemek olanaksızdır.
Devrimci hareketi kendi zemininde kopartarak, köksüz
ağaca dönüştürme ve her ilerlemede arkada kalana tukaka diyerek inkar etme ya
da süreci hatasız olarak göstermeye çalışma zihniyeti; ne M-L geliştirilebilir
ve ne de örgütün kendi çizgisine güvenini sağlayarak, kadrolara ve kitlelere
güven aşılayarak sağlam bir zeminde ilerlemeyi sağlayabilir.
Partizan geleneğinden gelen akımların 1976 yılında bu
yana gelişme evrimlerine bakmakta yarar var. 1976 yılında TKP-ML Hareketi’nden,
Türkiye’nin sosyo ekonomik yapısının kapitalist üretim ilişkilerinin egemen
olduğu, şehir çalışmalarının temel alınması gerektiği ve işçi sınıfı içinde
çalışmasının temel olması gerektiği ve kapitalizmin egemen olması nedeniyle
devrimin yolunun kırdan şehre doğru bir yol izlemeyeceği, kızıl siyasi üstler
oluşturarak, iktidarın parça parça alınmasının olanaksız olduğu, TKP-ML Hareket’inin
parti değil parti öncesi komünist bir örgüt olduğu vb. görüşlerine muhalefet
ederek değişik bölgelerde kopan grupların örgütlenme komitesinin çalışmaları
neticesinde Şubat 1978’de Ankara’da I. Kongresini gerçekleştirerek I. Merkez
Komite üyelerini seçmiştir.
Merkez Komite'de; Sefa Kaçmaz, İbrahim Ünal, Erhan Gencer, Baki İşçi, İsa Güzel, A. Yavuz Çengeloğlu ve Süleyman Cihan yer almıştır. Bu kongrede aynı zamanda uluslararası siyasi konjonktür tartışılmış, parti içi özeleştiri yapılmış ve parti tüzüğü konuşulmuştur. I. Kongre’de İbrahim Kaypakkaya’nın yolunda ilerleneceğine bir kez daha vurgu yapılmış ve 1978 yılında merkezi yapıyla 11 ilke doğrultusunda çalışmalara devam edilmesi kararlaştırılmıştır.
Merkez Komite'de; Sefa Kaçmaz, İbrahim Ünal, Erhan Gencer, Baki İşçi, İsa Güzel, A. Yavuz Çengeloğlu ve Süleyman Cihan yer almıştır. Bu kongrede aynı zamanda uluslararası siyasi konjonktür tartışılmış, parti içi özeleştiri yapılmış ve parti tüzüğü konuşulmuştur. I. Kongre’de İbrahim Kaypakkaya’nın yolunda ilerleneceğine bir kez daha vurgu yapılmış ve 1978 yılında merkezi yapıyla 11 ilke doğrultusunda çalışmalara devam edilmesi kararlaştırılmıştır.
TKP-ML/Partizan, tipik dogmatik bir akım olarak ortaya
çıktı. Bu akımın temel özelliği teorisi ile pratiğinin uyumsuz olmasıydı.
Kırlar temel çalışma alanı ve silahlı mücadele kırdan şehirler doğu bir seyir
izleyecek ve devrimin özü köylü toprak devrimi, Türkiye yarı-feodal bir ülke
görüşlerini savunmasına karşı, politik çalışmaları ağırlıklı olarak kentlere
sıkışıp kaldı.
Devrimin özü köylü toprak devrimi demiş olsa da toprak
ağalığının güçlü olduğu yerlerde çalışmayı oturtamadı, daha ağırlıklı olarak
anti-faşist mücadelenin yoğun olduğu Erzincan-Dersim hattında tutunmaya
çalıştı. Buralarda güçlü toprak sorunu olmadığı gibi, büyük toprak ağalığı
sistemde yoktu.
Diyarbakır, Muş, Urfa, Mardin, Erzurum, Van vb. gibi
büyük toprak ağalığı sisteminin nispeten güçlü olduğu kentlerde TKP-ML/Partizan
ciddi bir varlık olmadı.
TKP/ML/Partizanın teorisi ile pratiği arasındaki
uyumsuzluk örgüt içinde sürekli sorun kaynağı olmuştur. Bir yandan hemen
silahlı mücadele ve kırdan şehri kızıl siyasal üstler oluşturma kararları, öte
yandan yaşamın gerçekliğinin bu türden politik kararların sübjektif olduğunu
açığa çıkarması TKP-ML’de sorun kaynağı olagelmiştir. 1980 12 Eylül faşist
darbesinin ardından TKP-ML saflarında, Merkez Komitesini sağcılıkla suçlayıp
silahlı mücadeleye hemen başlanılmasını savunan ve kendilerini TKP-ML Geçici
Koordinasyon Komitesi (GKK) olarak adlandıran İstanbul
ağırlıklı bir grup TKP-ML/Partizan'dan ayrı bir grup olarak ortaya
çıkmıştır. Bu grubun başını çekenler esas olarak TİKKO adlı askeri örgütün
önder kadroları arasında gelmiş ve kurucuları kısa zaman içinde yakalanmışlar
ve işkencede kötü sınav vermişler ve bir süre sonra dağılıp gitmişler.
Nitekim TKP-ML/Partizan GKK'nın baskılanması altında
kalarak, Dersim'in Hozat ilçesinin 1981 yılının Ocak ayında II. Parti Kongresi
toplanmış. II. Kongre de gerilla birliklerinin oluşturulması ve silahlı
mücadelenin başlatılması kararlaştırılmış, bu bağlamda II. Merkez Komite'nin
üyeleri belirlenmiştir. II. MK’ye Süleyman Cihan, Ali Haydar
Akgün, Hıdır Ayata, Zeynel Demirçivi, Mehmet Özgül, Erhan Gencer, Kazım Çelik,
H. Basri Aslan ve Hasan Aksu seçilmiştir. Süleyman Cihan ve Erhan Gencer I.
Merkez Komite’de olduğu gibi II. Merkez Komite’de yerlerini almışlardır.
Aynı zamanda II. Kongre’nin hemen ardından
TKP-ML/Partizan saflarında birçok konuda yapılan iç tartışmalar esasta başını
yurtdışındakilerin çektiği Bolşevik Partizan ayrışması yaşanmıştır. Bu
ayrışmanın esas nedeni başta Mao Zedung olmak üzere birçok teorik-politik sorun
oluşturuyordu.
Ne ki TKP-ML/Partizan, Türkiye’nin sosyoekonomik yapısını
“yarı-sömürge, yarı-feodal”, ülkede baş çelişmeyi “feodalizmle halk yığınları
arasında” devrim aşamasını “demokratik halk devrimi”, devrimin yolunu “kırlarda
kızıl siyasi bölgeler kurarak, şehirleri kırlardan kuşatarak kurtarma biçiminde
halk savaşı yolu” olarak tespit etti ve bunu yaklaşık 42. yıldır savunmaya
devam ediyor.
Daha da önemlisi TKP-ML/Partizan'ın Türkiye Kuzey
Kürdistan devrimine ilişkin bu tespitler, Türkiye’nin sosyoekonomik yapısının
bilimsel bir tahliline dayandırılmamış ve esasta Mao Zedung'un yarı sömürge
ülkeler yarı feodal, yeni sömürge ülkelerde yarı-feodal ekonomi egemendir,
devrimin özü köylü toprak sorunudur devrimin yolu da kırlardan şehirleri
kuşatma biçiminde halk savaşı yoldur.
Bu tespitler, önemli ölçüde Çin Devrimi’nin deneylerinin
yanlış bir şekilde genelleştirilmesi ve Türkiye için Çin Devrimi yolunun bir
şablon gibi kullanılmasının sonucu olan tespitlerdir.
Yani halk savaşı teorisi ve pratiği her ne kadar teoride
öncü savaş teorisini eleştirmiş olsa da aslında pratiği sol maceracılıktan
kurtulamayan öncü savaşçı Partizan, belki de devrimci hareket içinde en çok
bölünen akımların başında yer aldı.
Yani TKP-ML/Partizan, Mao ve ÇKP'yi olduğu gibi kopya
ederek Türkiye'ye uyarlamaya çalışmış ve değiştirip dönüştüreceği toplumsal
gerçekliği analiz etmede başarısız kalmıştır. Türkiye nüfusunun hızla çözülerek
kırdan kente göç yaşanmasına, işbirlikçi tekelci kapitalizm gerek alt yapıda ve
gerekse de üst yapıda egemen olmasına, kır nüfusu aleyhine şehir nüfusunun
yüzde 70'ler düzeyine ulaşmasına karşın, TKP-ML/Partizan çizgisini sürdürme de
ısrar eden Yeni Demokrasi, Özgür Gelecek çevresinin hala Türkiye'nin sosyo-ekonomik
yapısını yarı-feodal, devrimin özünü köylü toprak ve devrimin yolunu kırdan
şehri kuşatan halka savaşı yolu olduğunu savunmaya çalışması, aslında bu
akımların Kaypakkaya yoldaşın komünist bakış açısını anlama başarısında
olamadıklarını ve dogmatizme çakılıp kaldıklarını gösterir.
İşin ilginç olanı, TKP-ML/Partizan saflarında yaşanan
ayrılıkların çoğunluğu İbrahim Kaypakkaya'nın çizgisini anlamamak ve ondan
sapmak zemini üzerinde yükselmiştir.
1987 yılından sonrası TKP-ML/Partizandan yaşanan
ayrılıklar; TKP-ML DABK, TKP/ML Maoist Merkez, Spartaküsler, Merkez, TKP-ML
Devrimci Partizan, TKP-ML Birlik, TKP-ML. İbo'cu Dönüşüm Hareketi, son olarak
Yeni Demokrasi ve Özgür Gelecek kopuşması özünde Maoculuktan kopamamayla
bağlıdır. TKP/ML geleneğini devam ettirmek isteyen akımlar Maocu çizgiden ve
dogmatizmden kopmadıkları ve Türkiye gerçekliğine bilimsel ve ön yargılardan
arınmış olarak bakmadıkları sürece, İbrahim Kaypakkaya yoldaşı savunduklarını
iddia etmeleri buz üzerine yazı yazmaktan öteye bir anlam ifade etmeyecektir.
Düşününki 45. yıldır bir akımın önderlikleri revizyonizm
üretsin, Kaypakkaya'yı anlama başarısı göstermesin, işkence de Kaypakkaya’nın
kızıl direnme çizgisi, ser verip sır vermeme çizgisini bayraklaştıramamış (ki
TKP-ML-TİKKO önderliği, 12 Eylül faşist darbesi sürecinde işkence genelde
olumsuz sınav vermiştir. 7 kişilik önderlikten polisçe yakalanan İbrahim Ünal,
Ali Yavuz Çengeloğlu, Erhan Gencer, Baki İşçi) 12 Eylül öncesinden Partizanda
kopan Baki İşçi 78 yılında TKP-ML Hareketi'nden kopan ve süreç içinde dağılan
küçük Ağustos hizbiyle birleşerek ve TKP-ML YİÖ’nün oluşumunda yer
almış, işkencede çözülmüşler ve polise sayfalarca ifade vermişlerdir.
Diğer iki MK üyesi Sefa Kaçmaz ve İsa Güzel ise Bolşevik
Partizan’ın kurucuları arasında yer almışlardır. TKP-ML önderliğinde direnen
bir tek Süleyman Cihan olmuş. Herkesin bildiği gibi Süleyman Cihan çözülme
sonucu polisçe gözaltına alınmış, işkencede ifade vermediği için hunharca
katledilmiştir. Yani TKP-ML önderlikleri sözde Kaypakkaya yoldaş üzerine çok
methiyeler dizmişler ama bunun gereklerine uygun davranamamışlar. Veriler
TKP-ML önderliğinin yüzde yetmişinin poliste olumsuz sınav verdiğini
ortaya koyuyor. Haliyle böyle bir akımın önderliğinin Kaypakkaya yoldaşın
düşünceleri bir yana işkencede direniş çizgisini de özümleyip pratiğe geçirmede
başarılı olmadığını-olamayacağını gösteriyor.- ve ama yine de bu
akım ya da akımlar komünist bir örgüt olarak varlığını sürdürsün ve komünist
bit hatta yürümeyi başarsın.
TKP-ML/Partizan’dan 1987 yılında kopan ve sonra
kendileri Maoist Komünist Partisi olarak değerlendiren- bu akıma Özgür
Gelecek'ten kopan, Uzun Yürüyüş ve İbocu Dönüşüm Hareketi katılmış. İşin ilginç
olanı ise bir dönemler Maoculuğu sıkıca savunan ve ÇKP kopyacılığında
sınır tanımayan sübjektif düşünce tarzının savunucusu olan bu dogmatik akımlar,
bir uçtan diğer uca hızla savrulmaktan geri kalmamışlar. Bu akımların Kaypakkaya ile hiçbir ilişkileri kalmamış olmasına rağmen,
yine de kendilerini en iyi Kaypakkaya’cı olarak göstermekten geri
kalmamaları, bu akım ya da akımların ne kadar bilimsellikten uzak
olduklarını gösterir.
Örneğin MKP, uzun yıllar ısrarla savunduğu yarı-sömürge
ülkeler yarı feodaldir ve devrimin yolu da halka savaşıdır görüşlerini bir
gecede geminin bordosunda denize atarak, Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı
kapitalist ve haliyle de devrimde sosyalist devrim görüşüne rücu
etti. Daha önceden Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısını kapitalist üretim
ilişkileri egemendir olarak tahlil etmesi ve haliyle şehir çalışmaları esastır
ve düşmana son darbeyi şehirler vuracaktır tezlerini savunanları İbrahim’i
reddetmek ve gözü kapalı Troçkistlikle suçlayanların, şimdi utanmazca
”İbrahim’i en iyi biz savunuyoruz” demeleri bu akım yada akımların nasıl bir
devrimci ahlak ve değerlerden uzak durduklarını gösterir.
TKP-ML/Partizan geleneğinde kopan yeniden birleşenler
bugüne kadar dönüp arkalarına hiç bakmamışlar ve neden ayrıldık, neden
birleştik, hata ve eksikliklerimiz neydi sorularına yanıt olunmadığından ve
köklü ideolojik kopuşların yaşanmaması nedeniyle, üstün körü ve ciddiyetsiz
tutumlar yeni bölünmelerin yolunu döşemiştir.
45. yıldan bu yana hiçbir şeyi değişmez olarak gören-gösteren ve Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısını hala yarı-feodal olarak tespit edip, devrim teorisini ve devrimin yolu tespitini bunun üzerine oturtan Yeni Demokrasi, Özgür Gelecek'te Türkiye de kapitalist üretim egemendir o halde devrimini ilk adımı sosyalist devrimdir, devrimin yolu ne idüğü belirsiz sosyalist halk savaşıdır diyen Halkın Günlüğü ve İbrahim Kaypakkaya yoldaşın ortaya koymuş olduğu perspektifin hemen hiç birisini savunmayan, iki aşamalı parti teorisi, onlarca maddeyi bulan komünistliğin kıstası, Kürdistanı statüsünü sömürge görmesi, faşizm teorisi vb. konularında tümüyle Kaypakkaya’dan farklı bir çizgide duran Yeni Çağrı dergi çevresi Kaypakkaya’ya yalnızca faydacı yaklaşmaktan öteye gitmemişler ve dogmatizmi aşamamışlardır.
45. yıldan bu yana hiçbir şeyi değişmez olarak gören-gösteren ve Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısını hala yarı-feodal olarak tespit edip, devrim teorisini ve devrimin yolu tespitini bunun üzerine oturtan Yeni Demokrasi, Özgür Gelecek'te Türkiye de kapitalist üretim egemendir o halde devrimini ilk adımı sosyalist devrimdir, devrimin yolu ne idüğü belirsiz sosyalist halk savaşıdır diyen Halkın Günlüğü ve İbrahim Kaypakkaya yoldaşın ortaya koymuş olduğu perspektifin hemen hiç birisini savunmayan, iki aşamalı parti teorisi, onlarca maddeyi bulan komünistliğin kıstası, Kürdistanı statüsünü sömürge görmesi, faşizm teorisi vb. konularında tümüyle Kaypakkaya’dan farklı bir çizgide duran Yeni Çağrı dergi çevresi Kaypakkaya’ya yalnızca faydacı yaklaşmaktan öteye gitmemişler ve dogmatizmi aşamamışlardır.
Gerek dogmatik bir hatta İbrahim Kaypakkaya ve
örgütüne yaklaşan Partizan geleneği olsun gerekse Kaypakkaya ve
örgütü TKP/ML Hareketi'ni küçük burjuva köylü devrimcisi olarak görüp mahkum
etmeye çalışan, mükemmeliyetçilik adı altında inkarcı bir hatta
duran, ama 40. yıldır sınıf sınıf deyip bir arpa boyu ilerleyemeyip sınıftan
kopuk kendi çalıp kendi oynayan; MLKP, TKİP, EMEP, TİKB vb. gibi akımlar olsun
Kaypakkaya yoldaş ve örgütünü değerlendirmede oportünist bir
kulvarda buluşmaktan beisi görmemişlerdir.
Yıllardır bu alanda M-L bir konumda durarak inkarcılığa
ve dogmatizme karşı kararlı bir ideolojik savaşım içinde olan komünist hareket,
bugünde bu doğru devrimci hattından sapmadan, çift standartçılığın üzerine
yürüyerek, devrimci hareketi çürüme ve yozlaşmaya iten donmuş kalıplara,
tabulara ve mükemmeliyetçilik altında inkarcılığa ve dogmatizm vurarak
ilerleyecek ve komünist hareket, hata ve zaaflarına karşı mücadele için gelişip
güçleneceği gerçekliğiyle 18 Mayıs’ı anlayıp, onu derinleştirerek aşmada
başarıyı yakalamış olacağız.
Şan olsun 18 Mayıs’a!
İbrahim Kaypakkaya
ölümsüzdür!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder