Haziran 1940 itibarıyla
Hitler, tarihte diğer hiçbir liderin ulaşamadığı kadar büyük bir alanı
Avrupa’da ele geçirmişti. Polonya, Slovakya, Norveç, Danimarka, Benelüks
devletleri ve Fransa doğrudan Nazi idaresi altındaydı. Bohemya ve Avusturya,
Reich’ın eyaletleri olmuşlarken; İtalya, Macaristan ve Romanya askeri
müttefiklerdi. Hitler, aynı zamanda devrimci Blitzkrieg’ın etkililiğini
kanıtladı ve 1914’te Alman Başkomutanlığının elinden kaçmış olan insanın aklını
başından alacak kadar muhteşem bir zafere ulaşmak için eski Schlieffen
Planı’nda değişikler yaptı.
"Barbarossa Harekatı"nın etkisi, Almanya’yı kendisinden nüfus olarak üç kat, toprak olarak dokuz kat ve sanayi olarak çok daha büyük olan bir güç ile savaşa sokmak oldu. Rusya’da Wehrmacht tarafından önemli askeri başarısızlıkların deneyimlenmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Akabinde, bunlara Britanya’nın baskısı eklendi ve Akdeniz ile Kuzey Afrika gibi çevresel bölgelerde açtığı cephelerin bu baskıya katkısı oldu.
Hitler en büyük ihmalkârlığını, 1941’de savaş ilan ettiği Birleşik Devletler’e karşı gösterdi. Etnik ve ırksal karışıklığının Amerika’yı yozlaşmış bir güç haline getirdiğine inanıyordu. Aynı zamanda Birleşik Devletler’in savaş yeteneğinin olası bir çatışmada Japonya’nın her halükârda kazanacağı Pasifik ile sınırlı olduğunu sandı.
Hitler başka büyük bir hata daha yaptı. Ocak 1942’de Roosevelt, Churchill’e Almanya’nın mağlup edilmesine öncelik vereceğine dair güvence verdi ki, Hitler’in düşüncesi Amerika’nın Japonya üzerinde yoğunlaşacağıydı. Batılı Müttefikler, aynı zamanda stratejilerinde işbirliği yapma ve komutanın Birleşmiş Genelkurmay Başkanları Komitesi’ne bırakılması konularında uzlaştılar. Gerçekten de, tek bir güç olarak savaştılar ve Hitler, Mussolini ve Tojo arasında asla var olamayan bir birlik derecesine ulaştılar. Birleşik Devletler’in girmesi savaşı batıda yeniden hareketlendirdi ve 1943’te İtalya’nın işgali de dahil olmak üzere daha doğrudan bir güney stratejisini mümkün kıldı. Almanya 1943 ve 1944 boyunca, aynı zamanda bombardıman akınına maruz kaldı ve bu hava akınları Roosevelt’in deyişiyle, Hitler’in “Avrupa kalesinin” çatısız bir kale olduğunu gösterdi.
Hitler çok büyük stratejik hatalar yaptı. Bu, kaba genellemenin kuşattığı ve mızmız ayrıntıları takıntı haline getirmiş, fakat akıldan ziyade sezgiler tarafından rehberlik edilen bir zihniyetin marifetiydi. 1939 ve 1940’taki ilk başarısından sonra Hitler aşırı derecede kendisine güvenir oldu ve Jöld’ün ifadesiyle “Ulusun ve savaşın lideri olarak kendi yanılmazlığına dair neredeyse mistik bir inanç” ortaya koydu.
Askeri operasyonları idare edişi de benzer kusurları sergiledi. “Reich’ın yazgısı bana bağlıdır” anlayışına inanmış olarak, Aralık 1941’de Wehrmacht’ın tüm kontrolünü üstlenerek komutanlarına hiçbir serbest hareket alanı bırakmadı. Hiçbir askeri komuta deneyimi olmadığından dolayı, cephedeki generallerin karşılaştıkları sorunları gerçekten hiç anlamadı ve izni olamadan, acil durum önlemlerini almalarına müsaade etmeyerek, inisiyatif kullanmalarını da engelledi.
Fakat Rusya seferi, Hitler’in askeri idaresinin olumsuz yönlerini gösterdi. “Barbarossa Operasyonu”nun 1941’in sonundan önce sonuçlandırılacağına katıksız bir biçimde ikna olmuştu, çünkü “Biz sadece kapıyı tekmeledik ve tüm çürük yapı bundan sonra çökecektir” diyordu. Sonuç olarak, 1941 yazında Balkanlar’daki karışıklıkla uğraşmanın gerekmesi tarafından neden olunan harekata başlamandaki gecikmeye rağmen, Alman askerleri kışlık üniformalarına bile sahip değillerdi.
1945 itibarıyla Alman birlikleri tüm Avrupa geneline dağılmış durumdaydılar ve bu, Reich’ın Sovyet, Amerikan ve İngiliz birliklerinin işgaline karşı savunmada olduğu anlamına geliyordu. Bu tuhaf siyasanın nedeni Hitler’in asla galibiyet umudunu yitirmemiş olmasıdır ki, onun beklentisi ilk uygun fırsatta savunmadan saldırıya geçmekti; böylece ne pahasına olursa olsun onun getirdiği konumlar korunacaktı. Kendi durumunu 1761’deki Büyük Friedrich’inkine benzetiyordu ve karşısındaki İttifak’ın dağılmasını takip edeceğini hissettiği kurtuluş anının gelmesi için bekledi. 1944’te generallerine şunları söyledi: “Tarihteki tüm koalisyonlar er ya da geç dağıldılar. Tek şey doğru an için beklemektir.” Zaman içinde düşmanlarını bir oyalama savaşı ile yıpratmayı umdu. Sovyetler Birliği ve Batılı Müttefikler aralarındaki farklılıkların Üçüncü Reich’ın çökertilmesinin önünde bir engel olmasına izin vermezlerken, yıpratma taktiği savunmadakilere işgalcilerden daha fazla zarar verdi.
Sovyetler Birliği 1941’de “Barbarossa Operasyonu” tarafından şaşkına çevrilmişti, ama sonradan gelen kendini toparlama süreci Stalin’in 1929’dan beri uygulamakta olduğu iktisadi siyasaya çok şey borçluydu. Beş Yıllık Planlar, Rusya’nın iktisadi temelini dönüştürmüştü ve bir savaş durumu iktisadiyatına geçiş, olağanüstü bir hızla gerçekleştirildi. Silahlanma komiserlikleri tankların ve savaş uçaklarının seri üretimini, Avrupa Rusya’sından taşınan ve Luftwaffe’nin menzilinin ötesine, Urallara, Kazakistan’a, Batı Sibirya’ya ve Orta Asya’ya yeniden kurulan fabrikalarda sağladılar. 1942 sonrasında Kızıl Ordu’ya savaş gereçlerinin sağlanması Wehrmacht’ın giderek artan ihtimaller ile savaşması anlamına geliyordu. Bundan dolayı Tippelskirch şunu itiraf etti: “1943’ten sonra askeri operasyon bölgelerinin semalarındaki düşmanın mutlak kontrolünü sekteye uğratmak, artık mümkün değildi hiçbir şekilde.”
Aynı şeyler kara donatımına da yapıldı; Kursk Savaşı’nda Sovyet tankları yadsınamaz biçimde bir sayısal üstünlüğe sahiptiler ve Guderian, Rus KV ve T-34 tanklarının Alman denklerinden performans bakımından üstün oldukları sonucunu çıkardı. Aynı zamanda, Sovyet sahra topları da daha gelişmişti ve buna Stalingrad’da ve daha sonra Berlin’de yıkıcı sonuçlar veren BM-13 (veya Katyusha) roketleri de dahildi. Neticede, Sovyetler Birliği silahlanma yarışında tartışmasız bir üstünlük elde etti ve 1942’de ki toptan üretim rakamları şöyleydi:
Bu arada Almanya’nın iktisadi bütünlüğü, giderek artan zorluklarla karşı karşıya kaldı. Alman ekonomisi 1936 Dört Yıllık Planı ile bir savaş durumu yapılanmasına dönüştürülmüş olsa da, yerel kaynakların maksimum kullanımından ziyade diğer ülkelerin yağmalanması üzerine kuruluydu. Alman halkının, Stalin’in Beş Yıllık Planları altında Rusların yaşadığı zorlukların hiçbirini yaşamamış olduğu doğrudur, ama bunun bedeli Alman iktisadi potansiyelinin çok geç olana kadar asla yoğun bir şekilde işletilmemesi oldu. Hitler’in Silahlanma Bakanı Speer, Nazi bürokrasisini, üç milyon erkeği askere almak için serbest hale getirmenin bir aracı olarak kadınların cephane fabrikalarında çalıştırma konusundaki isteksizliğini eleştirdi. Almanya’nın dış kaynaklara ve emeğe bağlılığı, 1943 sonrasındaki mağlubiyetinin aniliğinden kısmen sorumluydu. Doğu’da Lebensraum’unun galibiyetlerinden yoksun kalan Almanya, sınırlarını sürekli olarak geriye doğru iten iki sanayi devinin kaynakları ve silahlanması ile baş etmeyi artık umamazdı.
Ne ki, beş yıl zarfında
Üçüncü Reich yıkıldı ve Alman askeri üstünlüğü yok edildi. 1941 sonrasındaki
dönem, ulusun kaynaklarının gerçekçi ve doğru olmayan siyasalar uğrunda yanlış
bir biçimde kullanılmasına klasik bir örnektir. Bu bölüm, özellikle Hitler’in
stratejik ve askeri hataları üzerine ve bir yanda Almanya ile öbür yanda iki
müttefik güç arasındaki devasa endüstriyel eşitsizlik üzerine yoğunlaşacaktır.
Savaş tasarıları
Polonya ve Fransa’ya karşı görkemli bir biçimde başarılı olmuş olsa bile,
Hitler Britanya, Sovyetler Birliği ve Birleşik Devletlere karşı yürütülen
çarpışmayı çok kötü bir biçimde ve yanlış yönetti.
Britanya’yı asla tam bir düşman olarak görmemişti; gerçekte, Sırlar Kitabı'nda Britanya’dan “Almanya’nın doğal dostu” olarak bahsetmişti. Sonuç olarak, her zaman için uzlaşmaya hazırdı, hatta “Dünyayı bölme temeli üzerinde” olsa bile. İlk başlardaki stratejisi, Britanya’yı tarafsızlığa geri dönmeye zorlamak üzerine kuruluydu ve 1940’ta Almanya’nın tüm askeri kapasitesini Britanya’yı işgal etmek üzere seferber etmeyerek ağır bir hata etti.
Britanya’yı asla tam bir düşman olarak görmemişti; gerçekte, Sırlar Kitabı'nda Britanya’dan “Almanya’nın doğal dostu” olarak bahsetmişti. Sonuç olarak, her zaman için uzlaşmaya hazırdı, hatta “Dünyayı bölme temeli üzerinde” olsa bile. İlk başlardaki stratejisi, Britanya’yı tarafsızlığa geri dönmeye zorlamak üzerine kuruluydu ve 1940’ta Almanya’nın tüm askeri kapasitesini Britanya’yı işgal etmek üzere seferber etmeyerek ağır bir hata etti.
Britanya’nın ayakta
kalması, Hitler’in Reich’ının nihai çöküşüne doğru ilk adımdı. Tek başına
Almanya’yı yenebilecek askeri ve sanayi kapasiteye sahip değildi. Britanya’nın
asıl güçlü olduğu alan kara kuvvetlerinden ziyade deniz kuvvetleri olduğu için
yanlış türde bir güçtü. Ne ki, aynen Napolyon Savaşları boyunca olduğu gibi, bu
durum Britanya’ya uzun süreli bir direnme kapasitesi sağladı. Churchill’in
kesin rolü savaşı Batı’da sürekli kılmak ve çatışmayı çevresel bölgelere,
özellikle Kuzey Afrika’ya ve Atlantik’e doğru genişletmekti.
Hitler bu stratejiyi
yakalamaya dair kimi çabalarda bulundu ki, bunlara Cebelitarık’a karşı bir
saldırı ile Franco’nun İspanya’sını işgal etmeye dönük başarısız bir girişim de
dahildi. Fakat Amiral Reader’ın Britanya’nın İmparatorluk ile bağlarının
koparılmasına ilişkin ve Malta, Süveyş ve Kuzey Afrika’ya harici sefer
düzenlenmesine dair önerisine çok az ilgi gösterdi. Ayrıca, Reader’ın Almanya’nın
tüm kaynaklarının Batı’daki çarpışma için harekete geçirilmesi için Doğu'ya
ilişkin daha ileri düzeydeki projelerin ertelenmesine dair tavsiyesini de
dikkate almadı. Britanya’nın savaştaki rolünün etkisi, Almanya’nın Kuzey
Afrika’daki ve 1942’den sonra İtalya’daki üstlenmeleri Rusya’daki Wehrmacht’ın
taarruzunu zayıflattıkça giderek daha da ciddileşti. Aynı zamanda, Britanya müttefiklerin 1944’te Normandiya çıkarması için bir üs işlevini yerine
getirmesi gibi, Birleşik Devletler’in Almanya’ya karşı düzenlediği bombardıman
için de bir basamak işlevi gördü.
Hitler’in kariyerindeki en büyük hata
Rusya’nın işgali
(1941), kuşkusuz Hitler’in kariyerinin en büyük hatasıydı. Bu işgalin
başlatılmasına ilişkin karar da, söz konusu ülkenin çetin coğrafyasını ve
iklimini vurgulayan Genelkurmay’ın tavsiyelerine karşın alınmıştı. Ne ki, öyle
görünüyor ki Hitler, eş zamanlı olarak Ari ırkına vaat edilmiş Lebensraum’unu
verecek ve Avrupa Yahudiliği ile uluslararası Bolşevizm’in kökünü kurutacak
olan nihai tasarılarına ödünsüz bir biçimde kendisini adamıştı. Stratejik
meşrulaştırması daha mantıklıydı ama daha az sorgulanabilir değildi. Örneğin,
Rusya işgal edilince Britanya’nın tecrit edileceğini ve “Rusya mahvedildiği
zaman, Britanya’nın son umudu suya düşecektir” diye düşündü. Fakat bu, onun
1939’daki “Rusya ile sadece batıda rahata çıktıktan sonra karşı karşıya
gelebiliriz” şeklindeki görüşü ile direkt olarak uyuşmuyordu. Rusya’yı erken
bir zamanda işgal etme girişimi Nazi-Sovyet Saldırmazlık Paktı’nın tüm avantajlarını
ortadan kaldırdı ve 1930’lardaki diplomasisinin büyük bölümünün kaçınmaya
çalışmış olduğu Almanya’nın iki cephede birden büyük güçler ile savaşa girmesi
sorununu ortaya çıkardı.
"Barbarossa Harekatı"nın etkisi, Almanya’yı kendisinden nüfus olarak üç kat, toprak olarak dokuz kat ve sanayi olarak çok daha büyük olan bir güç ile savaşa sokmak oldu. Rusya’da Wehrmacht tarafından önemli askeri başarısızlıkların deneyimlenmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Akabinde, bunlara Britanya’nın baskısı eklendi ve Akdeniz ile Kuzey Afrika gibi çevresel bölgelerde açtığı cephelerin bu baskıya katkısı oldu.
Hitler en büyük ihmalkârlığını, 1941’de savaş ilan ettiği Birleşik Devletler’e karşı gösterdi. Etnik ve ırksal karışıklığının Amerika’yı yozlaşmış bir güç haline getirdiğine inanıyordu. Aynı zamanda Birleşik Devletler’in savaş yeteneğinin olası bir çatışmada Japonya’nın her halükârda kazanacağı Pasifik ile sınırlı olduğunu sandı.
Hitler başka büyük bir hata daha yaptı. Ocak 1942’de Roosevelt, Churchill’e Almanya’nın mağlup edilmesine öncelik vereceğine dair güvence verdi ki, Hitler’in düşüncesi Amerika’nın Japonya üzerinde yoğunlaşacağıydı. Batılı Müttefikler, aynı zamanda stratejilerinde işbirliği yapma ve komutanın Birleşmiş Genelkurmay Başkanları Komitesi’ne bırakılması konularında uzlaştılar. Gerçekten de, tek bir güç olarak savaştılar ve Hitler, Mussolini ve Tojo arasında asla var olamayan bir birlik derecesine ulaştılar. Birleşik Devletler’in girmesi savaşı batıda yeniden hareketlendirdi ve 1943’te İtalya’nın işgali de dahil olmak üzere daha doğrudan bir güney stratejisini mümkün kıldı. Almanya 1943 ve 1944 boyunca, aynı zamanda bombardıman akınına maruz kaldı ve bu hava akınları Roosevelt’in deyişiyle, Hitler’in “Avrupa kalesinin” çatısız bir kale olduğunu gösterdi.
Bu arada, Hitler,
Birleşik Devletler’e direkt olarak saldıramıyordu ve bu da Amerikan sanayi
üretimi asla hava akınları ile kesintiye uğratılamayacak demekti.
Anglo-Amerikan savaş çabası doruğuna, Batı Cephesi’nde Fransa’da 1944’te
ulaştı.
Hitler çok büyük stratejik hatalar yaptı. Bu, kaba genellemenin kuşattığı ve mızmız ayrıntıları takıntı haline getirmiş, fakat akıldan ziyade sezgiler tarafından rehberlik edilen bir zihniyetin marifetiydi. 1939 ve 1940’taki ilk başarısından sonra Hitler aşırı derecede kendisine güvenir oldu ve Jöld’ün ifadesiyle “Ulusun ve savaşın lideri olarak kendi yanılmazlığına dair neredeyse mistik bir inanç” ortaya koydu.
Askeri operasyonları idare edişi de benzer kusurları sergiledi. “Reich’ın yazgısı bana bağlıdır” anlayışına inanmış olarak, Aralık 1941’de Wehrmacht’ın tüm kontrolünü üstlenerek komutanlarına hiçbir serbest hareket alanı bırakmadı. Hiçbir askeri komuta deneyimi olmadığından dolayı, cephedeki generallerin karşılaştıkları sorunları gerçekten hiç anlamadı ve izni olamadan, acil durum önlemlerini almalarına müsaade etmeyerek, inisiyatif kullanmalarını da engelledi.
Hitler’in bir askeri
lider olarak zayıflığına ilişkin çeşitli örnekler verilebilir. İlki 1940 ve
1941’de Britanya’ya karşı düzenlenen harekatı tümden yanlış bir biçimde
yönlendirmesiydi. Goering, Britanya hava savunmasının dört gün içinde
yıkılacağını ve dört hafta içinde şartların işgal için ideal hale geleceğini
vaat etti. Ne ki, ani ve ezici bir akın halini alabilecek olan RAF’ın ayakta
kalması sonucu ile Luftwaffe hava üslerinin yıkılmasından, şehirlerin ve sanayi
hedeflerinin bombalanmasına dönüştü.
Sayısal olarak düşmanı karşısında geri kalmasına rağmen büyük oranda pilotlarının daha iyi eğitiminden, Spitfire ve Hurricane gibi İngiliz avcı uçaklarının daha iyi manevra yapabilme kabiliyetleri ve radarın bir uyarı sistemi olarak en başından beri kullanılmasından dolayı, RAF yavaş yavaş üstünlüğü ele geçirdi. Hitler, Luftwaffe’yi maksimum kapasitede etkili olarak kullanamıyordu, çünkü esasen bu birim bağımsız bir komuta birimi olarak savaşmaktan ziyade bir Blitzkrieg operasyonunda kara kuvvetlerine destek olmak için tasarlanmıştı. Aynı zamanda, hatalarından ders alma ve dikkatini Luftwaffe’nin yeniden tasarlanmasına ve İngiltere’nin bilimsel öncülüğüne son vermeye yoğunlaştırma hususlarında başarısız oldu. Bunun yerine, hava savaşının alışılmadık sahnesine olan ilgisini kaybetti ve daha önce denenmiş olan kara taktiklerine geri döndü.
Sayısal olarak düşmanı karşısında geri kalmasına rağmen büyük oranda pilotlarının daha iyi eğitiminden, Spitfire ve Hurricane gibi İngiliz avcı uçaklarının daha iyi manevra yapabilme kabiliyetleri ve radarın bir uyarı sistemi olarak en başından beri kullanılmasından dolayı, RAF yavaş yavaş üstünlüğü ele geçirdi. Hitler, Luftwaffe’yi maksimum kapasitede etkili olarak kullanamıyordu, çünkü esasen bu birim bağımsız bir komuta birimi olarak savaşmaktan ziyade bir Blitzkrieg operasyonunda kara kuvvetlerine destek olmak için tasarlanmıştı. Aynı zamanda, hatalarından ders alma ve dikkatini Luftwaffe’nin yeniden tasarlanmasına ve İngiltere’nin bilimsel öncülüğüne son vermeye yoğunlaştırma hususlarında başarısız oldu. Bunun yerine, hava savaşının alışılmadık sahnesine olan ilgisini kaybetti ve daha önce denenmiş olan kara taktiklerine geri döndü.
Fakat Rusya seferi, Hitler’in askeri idaresinin olumsuz yönlerini gösterdi. “Barbarossa Operasyonu”nun 1941’in sonundan önce sonuçlandırılacağına katıksız bir biçimde ikna olmuştu, çünkü “Biz sadece kapıyı tekmeledik ve tüm çürük yapı bundan sonra çökecektir” diyordu. Sonuç olarak, 1941 yazında Balkanlar’daki karışıklıkla uğraşmanın gerekmesi tarafından neden olunan harekata başlamandaki gecikmeye rağmen, Alman askerleri kışlık üniformalarına bile sahip değillerdi.
Hitler aynı zamanda
ulaşılması gereken en önemli hedefler hakkında bile fikrini değiştirmişti.
Aslında o Leningrad’ın önemini vurgularken Brauchitsch, Halder, Book, Guderian
ve Hoth’un hepsi de Moskova üzerine toptan bir saldırıyı savundular. Ardından,
dikkatini Ukrayna’ya kaydırdı ve Halder’e göre tutarsızlığı yüzünden 1941’de
Rusya’yı savaş dışına atma fırsatını kaçırdı. Sovyet yönetimi, Moskova’nın
mahvının ertelemesi ile doğan soluklanma boşluğundan, güç toplamak ve bir karşı
taarruza geçmek için tamamıyla faydalandı. Stalingrad savaşında Hitler,
Paulus’un düzenli bir geri çekilmeye girişmesine izin vermedi ve bunun
sonucunda, Zhukov Altıncı Ordu’yu kuşatabildi ve Ocak 1943’te teslim olmaya
zorlayabildi.
Ayrıca, Almanlar seri
üretim tekniklerinden düşmanları kadar iyi şekilde yararlanmadılar, çünkü
yığınlar halinde daha sınırlı sayıda silah üretmek yerine belli başlı
silahların üretilmesi taleplerine öncelik tanıdılar. Tek tek etkinliği sınırlı
ama seri üretimi kolay silahlar yerine güçlü silahlar Almanları büyüledi;
giderek daha da büyüyen tanklar ve silahlara döndüler. Alman Tiger tankları
II. Dünya Savaşı’nın belki de en iyi tankıydı. Ama hem yüksek maliyetli hem de
tamiri son derece zordu. Dönemin koşullarına göre son derece karmaşık yapısı
nedeniyle sık sık arıza yapıyordu. Bir Tiger tankını üretmek için 30.000 saat
iş gücü gerekirken, Rusların T-34 ya da Amerikalıların Sherman tankını üretmek
için gereken iş gücü bunun neredeyse onda biri kadardı. Fakat en önemli kusuru,
yakıt sıkıntısı çeken Almanya’da Tiger tanklarının oluk oluk yakıt içmesiydi.
Nitekim Ardenler Saldırısı’nda pek çok Tiger tankı, yetersiz yakıt nedeniyle
tek bir mermi bile atamadan savaş dışı kalmıştı.
Hitler’in silah üretimi
için kaynakların tahsis edilmesine ve daha sonra silahların kullanımına
müdahalesi de kötü sonuçlar doğurdu. Örneğin, Me262’nin savaş uçağı olarak
kullanılmamasını emrederek (oysa bu
şekilde kullanıldığında çok etkili bir uçaktı) Almanların jet motorlu
uçakları konusundaki liderliğini çöpe attı. Roketler de diğer bir tartışmalı
Alman askeri politikasıydı. V2 roketleri beş dakikada 200 mil (322 km.) yol alabilmesine rağmen, o
zamanlar var olan teknoloji bu roketlerin hedefi vurmasını sağlayacak kadar
gelişmemişti. Sonuçta ne istenilen psikolojik etkiyi yaratabilecek ne de
düşmanın stratejik tesislerine zarar verebilecek bir programa çok büyük maddi
kaynak ayrılmıştı.
Stalingrad savaşın dönüm noktası oluyor
Stalingrad şüphesiz savaşın dönüm noktası oldu. 1943
itibarıyla Hitler, giderek daha fazla savunmadaydı ki, bu onun nahoş ve zor
bulduğu bir roldü. Tüm cephelerde düzenli bir geri çekilme yerine Hitler,
Schramm’ın “Dalga kırma doktrini” olarak adlandırdığı usulü geliştirdi ve bu
şekilde, düşmanın birliklerin gerisine geçmesinden ve onları izole etmesinden
sonra bile konumlar korunacaktı. Ayrıca cephedeki komutanlar tarafından sık sık
kaygılar dile getirilse de, “Atlantik Duvarı” gibi yetersiz savunmalara aşırı
derecede güvendi.
1945 itibarıyla Alman birlikleri tüm Avrupa geneline dağılmış durumdaydılar ve bu, Reich’ın Sovyet, Amerikan ve İngiliz birliklerinin işgaline karşı savunmada olduğu anlamına geliyordu. Bu tuhaf siyasanın nedeni Hitler’in asla galibiyet umudunu yitirmemiş olmasıdır ki, onun beklentisi ilk uygun fırsatta savunmadan saldırıya geçmekti; böylece ne pahasına olursa olsun onun getirdiği konumlar korunacaktı. Kendi durumunu 1761’deki Büyük Friedrich’inkine benzetiyordu ve karşısındaki İttifak’ın dağılmasını takip edeceğini hissettiği kurtuluş anının gelmesi için bekledi. 1944’te generallerine şunları söyledi: “Tarihteki tüm koalisyonlar er ya da geç dağıldılar. Tek şey doğru an için beklemektir.” Zaman içinde düşmanlarını bir oyalama savaşı ile yıpratmayı umdu. Sovyetler Birliği ve Batılı Müttefikler aralarındaki farklılıkların Üçüncü Reich’ın çökertilmesinin önünde bir engel olmasına izin vermezlerken, yıpratma taktiği savunmadakilere işgalcilerden daha fazla zarar verdi.
II. Dünya Savaşı her
şeyden önce bir mekanize savaştı. 1939 ve 1940’ta en iyi savaş makinesini
kontrol etmesine rağmen, Hitler 1941 itibarıyla, tarihin en büyük iki sanayi
gücü ile karşı karşıya geldiği için üstünlüğü kaybetti.
Sovyetler Birliği 1941’de “Barbarossa Operasyonu” tarafından şaşkına çevrilmişti, ama sonradan gelen kendini toparlama süreci Stalin’in 1929’dan beri uygulamakta olduğu iktisadi siyasaya çok şey borçluydu. Beş Yıllık Planlar, Rusya’nın iktisadi temelini dönüştürmüştü ve bir savaş durumu iktisadiyatına geçiş, olağanüstü bir hızla gerçekleştirildi. Silahlanma komiserlikleri tankların ve savaş uçaklarının seri üretimini, Avrupa Rusya’sından taşınan ve Luftwaffe’nin menzilinin ötesine, Urallara, Kazakistan’a, Batı Sibirya’ya ve Orta Asya’ya yeniden kurulan fabrikalarda sağladılar. 1942 sonrasında Kızıl Ordu’ya savaş gereçlerinin sağlanması Wehrmacht’ın giderek artan ihtimaller ile savaşması anlamına geliyordu. Bundan dolayı Tippelskirch şunu itiraf etti: “1943’ten sonra askeri operasyon bölgelerinin semalarındaki düşmanın mutlak kontrolünü sekteye uğratmak, artık mümkün değildi hiçbir şekilde.”
Aynı şeyler kara donatımına da yapıldı; Kursk Savaşı’nda Sovyet tankları yadsınamaz biçimde bir sayısal üstünlüğe sahiptiler ve Guderian, Rus KV ve T-34 tanklarının Alman denklerinden performans bakımından üstün oldukları sonucunu çıkardı. Aynı zamanda, Sovyet sahra topları da daha gelişmişti ve buna Stalingrad’da ve daha sonra Berlin’de yıkıcı sonuçlar veren BM-13 (veya Katyusha) roketleri de dahildi. Neticede, Sovyetler Birliği silahlanma yarışında tartışmasız bir üstünlük elde etti ve 1942’de ki toptan üretim rakamları şöyleydi:
Amerikan iktisadi
yapısındaki tüm sektörlerin askeri durum üretimine dönüşümü tamamıyla farklı
bir modeli izledi. Gerçekten de, Goering tamamıyla başarılıp başarılamayacağı konusunda şüpheliydi, şunu belirtiyordu: “Amerikalılar uçak
yapamazlar, sadece dondurma kutusu ve ustura ağzı üretebilirler.” Ne var ki,
1941 itibarıyla sürekli bir tüketim malları akımı üretmiş olan üretim bandı
teknikleri, silah imalatı için yeniden donatılmışlardı. Bu dönüşüm Beş Yıllık
Planlar ile değil de Roosevelt’in Borçlanma - Kiralama Sistemi siyasası ile
başarıldı. Niyet edilen şey Amerikan silah sanayini, bütünlüğü Birleşik
Devletler’in güvenliği için hayati öneme sahip olan tüm devletlere yardım
sağlamak için desteklemekti. Kısa bir süre içinde silah üretimi tüm eksen devletlerinkini
geçti. 1940 ve 1945 arasında Amerikan fabrikaları ve projeleri 300.000 uçak,
86.000 tank ve 71.000 savaş gemisi imal etti. 1942 süreci boyunca Almanya’nın
uçak üretimi Birleşik Devletler’inkinin sadece yüzde otuz biri kadardı ve bu da
1943 itibarıyla müttefiklere hava gücü üstünlüğünü sağlayan bir etmendi. Toplam
1.421.000 tonluk petrol tankeri filolarının kaybedilmesine rağmen, Amerikan
petrol tankeri filosunun tonajı 1942’de 4.620.000 iken 1945’te 12.875.000 tona
ulaştı.
Bu arada Almanya’nın iktisadi bütünlüğü, giderek artan zorluklarla karşı karşıya kaldı. Alman ekonomisi 1936 Dört Yıllık Planı ile bir savaş durumu yapılanmasına dönüştürülmüş olsa da, yerel kaynakların maksimum kullanımından ziyade diğer ülkelerin yağmalanması üzerine kuruluydu. Alman halkının, Stalin’in Beş Yıllık Planları altında Rusların yaşadığı zorlukların hiçbirini yaşamamış olduğu doğrudur, ama bunun bedeli Alman iktisadi potansiyelinin çok geç olana kadar asla yoğun bir şekilde işletilmemesi oldu. Hitler’in Silahlanma Bakanı Speer, Nazi bürokrasisini, üç milyon erkeği askere almak için serbest hale getirmenin bir aracı olarak kadınların cephane fabrikalarında çalıştırma konusundaki isteksizliğini eleştirdi. Almanya’nın dış kaynaklara ve emeğe bağlılığı, 1943 sonrasındaki mağlubiyetinin aniliğinden kısmen sorumluydu. Doğu’da Lebensraum’unun galibiyetlerinden yoksun kalan Almanya, sınırlarını sürekli olarak geriye doğru iten iki sanayi devinin kaynakları ve silahlanması ile baş etmeyi artık umamazdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder