“İdeolojik savaşım ile parti içerisindeki oportünist unsurların “yenilebileceğini”, parti yörüngesindeki bu unsurların “üstesinden gelinebileceği”ni savunan teori, partiyi felce ve kronik sakatlığı mahkum etmenin belirtisi olan, çürük ve tehlikeli bir teoridir; bu teori, partinin oportünizme peşkeş çekilmesi tehlikesini doğurur; proletaryayı devrimci partisinde, emperyalizmi karşı savaşımında başlıca silahından yoksun bırakmakla tehdit eder.” (Leninizm’in İlkeleri, Stalin)
Bir
dönem MLKP’nin önderliğinde yer almış ve MLKP’nin 1995 Birlik Konferansı
darbesinde Birlik Kongre’sinin temel görüşlerini ve tüzük ilkelerini bir yana
iterek, azınlık görüşlerini on bir aylık süreç içinde darbe yoluyla çoğunluk
görüşü haline getirilmesine omuz veren H. Ozan, MLKP’nin yozlaşması ve küçük
burjuva devrimciliğine kapaklanması üzerine bolca yazıp çizdiğine tanıklık
ediyoruz. Ama H. Ozan MLKP’nin önderlik eliyle çizgi değişikliğine uğramasını kendi
dışındaki önderliğin sırtına yükleyerek, işin içinde sıyrılmaya çalışıyor.
Aynı keza önderlik eliyle
MLKP’nin ideolojik-politik ve örgütsel olarak evrim geçirerek değişime
uğramadığını söylüyor, ama kendisi öne çıkarak yıllardan bu yana MLKP önderliğinin
ML çizgiyi geminin bordosunda denize atarak komünist hareket ortadan kaldıran
duruma karşı devrimci bir girişkenlik yada önderlik göstermeyerek, MLKP’nin
uzaktan çağrılara yapılarak değişime uğrayabileceği hayalini pompalıyor.
Kısacası her bakımdan savrulduğu ve Birlik Kongre program, stratejisi ve taktik
çizgisinin dışına düştüğünü ilan ettiği MLKP’nin bölünüp-parçalanmamasını ve
tasfiyeciliğin tasfiye edilerek komünist hareketin yeniden ayakları üzerine
dikilmesi için elini taşın altına koyma yerine uzaktan davul çalmaktan öte bir şey
yapmıyor.
H. Ozan MLKP yozlaşıp bir yıl içinde küçük burjuva devrimciliğine
kapaklanmasının suç ortaklarındadır
Bir kere 95 yılında içinde H. Ozan’ın
da yer aldığı MLKP önderliği, örgüt içinde herhangi bir tartışma yapmadan, yetkisi
olmadığı halde, 95’te topladıkları Birlik Konferansı’yla, işçi sınıfına yönelik
çalışmalarından kopmuş ve sendikal çalışmaları tasfiye etmiş, gençlik ve semt
çalışmalarına dayanarak sınıftan kopuk parti kurulabilir küçük burjuva
devrimciliğine rücu ederek, Leninist parti öğretisini mükemmeliyetçilik olarak
ilan edip, öncellerini suçlayarak, örgütü devrimci çizgisinde çıkarmıştı.
Haliyle MLKP’yi bir yıl içinde ML çizgide anti-ML çizgiye ve küçük burjuva
devrimciliğine kapaklandıran, bu darbeci oportünist çizgiye karşı mücadele eden
komünistleri “parti yıkıcısı ve bölücüsü olarak” ilan ederek katletme dahil her
türlü komplocu ve kontracı kirli yöntemlerini devreye sokulmasında H. Ozan’ın
özel rolü olmuştur biliyoruz.
95 Ağustos’unda MLKP ile başta
Leninist Parti öğretisi olmak üzere, örgüt içi demokrasi, kitle çizgisi,
Kürdistan sorunu, geçmişin değerlendirilmesi vb. olmak üzere birçok sorunda
ideolojik birlik sağlanmış olması ve tersine bu görüş ayrılıklarının gittikçe
derinleşmesi, sınıfla var olan bağlarını kaybetmiş bir halde örgüt içinde
herhangi bir tartışmaya müsaade edilmemesi, MLKP-K’nın K’sının kaldırılarak hem
sınıfla birleşmeden hem parti birliği bakımından birleşilecek komünist güçlerin
-TDKP ve TİKB’nin- varlığı orta yerde durduğu halde darbeci bir tarzda parti
ilan edilmesinin ardında bir grup komünist, MLKP’nin parti olmadığı halde parti
ilan edilmesine tutum alarak yollarını ayırarak KP-İÖ’nü kurdular.
94. Birlik Kongre belgelerinde
komünist partisinin işçi hareketiyle sosyalist hareketin birliği olduğu
görüşünü karar altına alan ve MK’sinin önüne bu görevi yerine getirmekle
yükümlendiren Birlik Kongresi’nin bu kararı MLKP-K önderliğince yok sayıldı.
Bunlardan birisi de o dönemde MK’da yer alan H. Ozan’dı.
MLKP’nin
yozlaşıp sol oportünist maceracı küçük burjuva bir çizgiye kapaklanmasında
sorumlu olanlardan öncülerinden olan H. Ozan’dı, MLKP’nin Birlik Kongre
perspektifinde tümüyle uzaklaşıp, ezilenlerin çizgisinde buluşmasına neden ses
çıkarmayıp, bu yozlaşma ve çürümenin bir parçası olduğunu kapsamlı bir şekilde
ortaya koymadığı gibi aynı zamanda hatalarının özeleştirisini yapma tutumu
içinde de olmadı.
Kısacası H. Ozan da sorumlusu
olduğu döneme ilişkin, herhangi bir özeleştirel bir tutum görmediğimiz gibi,
örgüt içi mücadele de ne ölçüde kararlı bir savaşım yürüttüğüne dair ortada
herhangi bir veride yok. Ama MLKP’nin önderliğinin örgüt içi mücadele
yöntemlerini; eleştiri, tartışma yönetimini devre dışı bırakarak, farklı
düşünen yoldaşlara karşı burjuvaziden aşırılmış yasakçı, baskıcı ve şiddet
yöntemlerini devreye sokarak, onları korkutup-sindirerek tasfiye etme yolunu
tutanların arasında H. Ozan’ın yer aldığını biliyoruz Dahası tüm yapılan
kirlilikleri ve Kemal Yazar yoldaşın katledilmesi ve bazı yoldaşların
kaçırılarak kontracılar gibi ihanete zorlamasının pratik öncülerinden olduğunu
unutan H. Ozan, bugün MLKP önderliğini sertçe eleştirerek ne kadar demokrat
olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Ama pek inandırıcı olamıyor.
Unutanlara kısa bir hatırlatma
yapmak gerekirse, 1995 Ağustos'unda yurt dışında MLKP ile yollarını ayıran
KP-İÖ’lü yoldaşlara yönelik saldırıların başında hep H. Ozan, Garbis Altınoğlu
ve M. P. vardı. O dönemde MK adına yurt dışı çalışmalarının başında bulunan,
talimatları veren, evleri basan, insanları kurşunlatıp-bıçaklatan, miting ve yürüyüşlerde
demir çubuk ve çivili sopalarla saldırılar düzenleyen, arabaların, evlerin
camlarını sopalarla kıran, sabahın köründe işe gitmek için evlerinde çıkan işçi
yoldaşlara pusu kurup çivili sopalarla öldüresiye dövdüren, Kemal yoldaşın
öldürülmesi talimatını uygulamaya sokan, yoldaşları kaçırıp devrimci mücadelede
vazgeçirilmesi için TC’nin işkenceci kontracılarını aratmayan psikolojik
işkence yapan, ölüm senaryoları düzenleyen, küçük çocuklarını ailelerine karşı
kullanmaktan beis görmeyen, dahası TC Savcıları gibi yüzlerce sorular
hazırlayıp, yoldaşlara yönelik kara propaganda yapmaktan geri durmayan H. Ozan’ın
kendisidir.
Dün karşı devrimden aşırılmış şiddet yöntemleriyle KP-İÖ’lülere
saldıran H. Ozan ve MLKP önderleri, elbette yalnızca KP-İÖ’lülere değil,
MLKP’de kim kopmuşsa şiddetle cezalandırılmışlar, tehditle sindirilip devrimci
çalışmadan vazgeçirilmiştirler. MLKP YKH; 2006 yılında MLKP’den ayrılan ve
başını TKİH kökenli kadroların çektiği, bir dönem İşçilerin Yolu dergisini
çıkaran grup, içinde H. Ozan’ın da yer aldığı MLKP önderliğinin politik olarak
yok etme karşı-devrimci saldırılarıyla örgütsel olarak dağıtılmışlardır.
Yine 2008 yılında İstanbul da
işçiler içinde faaliyet yürüten bazı kadroların başını çektiği Devrimci
Spartaküs adlı bir grup MLKP’yi eleştirerek ayrıldı. Bunların akıbeti de MLKP
önderliğinin sistemli saldırı ve politik yasakçı gerici saldırıların ardından
dağılan MLKP YKH’nın akibeti gibi olmuştur. Ha keza Garbis Altınoğlu’na yönelik
ayağını denk al tehditleriyle MLKP’yi eleştiren kitabın basımını engelledikleri
bir sır değil. Yine MLKP’de birçok yönetici konumdaki kişinin koptuğunu, MLKP
önderliğinin kirli kontracı yöntemlerinden korktuklarından dolayı, devrimci
saflarda uzaklaşarak düzene döndükleri bilinen bir olgudur.
Kendisini yanılmaz komünist
olarak gören H. Ozan, MLKP önderliğin yer aldığı sürecinde yaptıkları
kontracıları aratmayan kirliliklerde elini Kemal Yazar yoldaşın kanına
bulaştırmış ve onlarca yoldaşın kafasını-gözünü demir çubuklar ve çivili
sopalarla kırılmasında ve kitle eylemlerinde emekçilerin durumunu dikkate
almayarak, “her şey parti için ve partide üstün bir şey yoktur” diyerek örgütü
araç olmaktan çıkararak amaç haline getirmiş ve uzun yıllar omuz omuza devrimci
kavga içinde oldukları yoldaşlarını bir gece ajan-provokatör olarak ilan ederek
hakkında ölüm kararları alıp uygulamaya sokmaktan geri kalmamıştır. Peki,
"her şeye parti, parti için her şey mubah diyen” H. Ozan şimdi nerede? “Tankla
topla kurduk, tankla topla koruyacağız” diyerek komünistlere ve MLKP’yi
eleştirenlere sınır tanımadan saldıran H. Ozan yaratmış olduğu canavarın
karşısında, “aman ha sakın MLKP’yi bölüp-parçalamayın” diyerek yapmış olduğu
eleştirilerin hiç bir diğer taşımadığını ortaya koyuyor.
Bütün bu kirli sürecin baş
mimarlarında birisi olan H. Ozan yaptıklarında herhangi bir rahatsızlık
duymadığı gibi, elini Kemal Yazar yoldaşın devrimci kanını bulamış olduğunu
unutarak-unutarak utanmadan hala devrim ve sosyalizmden bahsedip bir dönemler
kendisini öne sürüp sırtını sıvazlayan kariyerist bukalemun önder
müsveddelerinin tetikçisi rolünü üstelemiş olan H. Ozan, işi bittikten sonrası,
ilkesizliği ilke edinmiş, zor dönemde mülteciliğin anaforuna kapılmaktan geri
kalmayan kader ortakları tarafından tasfiye edilmesine hayıflanıyor. Aslında
Garbis ve bir çok MLKP’de tasfiye edilen yada ayrılmak zorunda bırakılan
kişiler gibi H. Ozan’da komünist değer ve ilkeleri ayaklar altına almış ve 27
yıldır bu çizgide ısrar eden MLKP saflarında hala birilerinin kafasında tavşan
çıkarmasını yani MLKP’de tasfiye edilmiş olan ML çizgisinin birileri
tarafından yeniden örgüte egemen kılınacağı günlerin hayaliyle teselli bulmaya
çalışıyor.
Bugüne kadar bir çok kişi MLKP önderliğini elinde tutan, kadroları
bir birine çatıştırarak aradan sıyrılan kariyerist, pragmatik, bel kemiksiz
bukalemun klik tarafından tasfiye edilmiş ve bu klik kendi çizgisini MLKP’ye
egemen kılmıştır. Onlarca yıldır iktidar ipini elinde bulunduran bu kliğin
egemen olduğu MLKP’de hala içte devrimci bir başkaldırı yaşanarak örgütün çizgi
değişimine uğrayacağı beklentisini pompalamak, yalnızca tasfiyeci oportünist
ezilencilerin değirmenine su taşımaktan öte bir anlam ifade etmeyecektir.
Nitekim yaklaşık 6 yıldır H. Ozan’ın
MLKP’ye yönelik eleştirilerinin havanda su dövmekten öteye bir anlam ifade etmediğini
yakinen görüp yaşadık. H. Ozan, eğer MLKP yozlaştı ve küçük burjuva
devrimciliğine kapaklandı ve önderliği her türlü melanetin temsilcisi bir
konumuna geldiyse, burada yapılması gereken tek şey kalıyor oda H. Ozan’ın
kolları sıvayıp komünist hareketi yeniden ayağa dikmek ve Birlik Kongresi
hattında yeni bir örgüt kurmak için öne atılmak ve MLKP’de var olduğunu iddia
ettiği diri devrimci güçleri yeni bir komünist örgütün ete kemiğe bürünmesi
mücadelesine omuz vermeye davet etmektir.
H. Ozan böyle bir yaklaşım içinde
olmadığından dolayı uzaktan MLKP’ye top atışları yapmaya devam ediyor. Oysa H. Ozan’ın
yapması gereken uzaktan davul çalmakla hiçbir şeyin değiştirilemeyeceğini
bilerek, kendi gücüne güven içinde, devrimci girişkenliği devreye sokarak,
elini taşın altına sokarak, proletaryayı öncü örgütünden mahrum bırakmamak adına,
söylemiyle ile eylemi arasındaki uyumu sağlayarak yeni bir komünist örgütü
kurmaktır. Böyle davranmadığı sürece H. Ozan’ın eleştiri ve önerilerinin hiçbir
değer taşımayacağını söylemeliyiz.
94 Birliği sağlam temelleri üzerinde kurulduysa neden kurucu
önderleri MLKP’yi terk ettiler
Hem H. Ozan, hem Garbis Altınoğlu,
hem MLKP YKH ve hem de mevcut MLKP önderliği 94 Ekim’inde kurulan MLKP-K’nın
sağlam ideolojik-politik ve örgütsel temeller üzerinde inşa edildiğini ve
bugüne kadar Türkiye de örgütlerin birleşmesinde tek olumlu örnek olduğunu
savundular, savunuyorlar. Daha önceki eleştiri yazılarımızda da değinmiş
olduğumuz gibi MLKP-K’nın kuruluşunda güçlü bir ideolojik-politik birlik yoktu.
Kitle çizgisinden geçmişin değerlendirilmesine, Kürdistan sorununda parti ve
partileşme sürecine vb. kadar birçok temel sorunda ortaklaşma sağlanamadığı
için zorlamayla yamalı bohça görünümünde uzlaşmacı bir hatta ortaklaşma
sağlandı.
Bu bakımdan MLKP-K ideolojik-politik
platformu daima pamuk ipliğiyle bağlı ve her an kopmaya müsait bir zemindi. Bu
bakımdan MLKP- platformunda ciddi kan uyuşmazlığı olduğu kısa zamanda açığa
çıktı. Kendisi ideolojik-politik olarak yetmezlik içinde olan MK örgütte farklı
görüşlerin giderilmesi için tartışma-eleştiri ortamını yaratmak bir yana,
yasakladı ve haliyle her eğilim kendi doğrultusunda ilerleyerek kopuşlar kapıyı
çaldı. Örgüt içi demokrasi ve kadroların görevlendirmeleri alanında başlayan ilkesiz,
keyfi ve klikçi ayrımcı yaklaşımlar giderek ideolojik-politik alanlara- parti
ve partileşme sorununda sınıftan kopuk parti kurulabilir ve sınıfı çalışmalarda
merkezde tutmayı geriye iten illegal çalışmayı göstermelik hale getirerek,
legalizmde konaklayan tutumlar ve ideolojik- politik değişimler- taşınarak
sürdü. Aslında MLKP-K’nın çürük bir zeminde kurulduğu kısa zamanda açığa çıktı.
1995 yılında KP-İÖ,2006 yılında MLKP-YKH ve 2008 yılında Devrimci
Spartaküs MLKP’de kopuş yaşarken, MLKP-K kuruluş sürecinde MLKP-K MK’sın
da yer alanların ezici çoğunluğu ve delegelerin çoğunluğu MLKP’den kopuş
yaşadılar. Bunlar bile MLKP-K’nın sağlam bir zemin üzerinde inşa edilmediğini
gösterir. Bir örgütün kuruluş sürecine güçlü bir zihin açıklığı ve sağlam bir
ideolojik birlik ve büyük bir beklentiyle katılan kadroların kısa zaman içinde
kuruluşuna katıldıkları örgütün saflarını terk etmeleri hayra alamet olmasa
gerek.
94 Birlik Kongresi'nde MK’ne 7.
TKP-ML Hareketi kontenjanında, 6. TKİH kontenjanında toplanan 13 kişi atandı.
Çünkü ilk kuruluş Kongresi olması nedeniyle her örgüt kimlerin MK’da yer
alacağını kendi içinde belirledi. Yalnızca Kongre, MK’nın kaç kişide
oluşacağını ve nasıl bir önderlik’e ihtiyaç olduğu ve görev alacak önderliğin
özellikleri, yetenekleri vb. sorunları anlayış düzeyinde tartışıldı. Önderlikte
yer alanlar genellikle hızlı birlikçi kadrolardı.
Ne
ki MLKP-K’nın kuruluşunun ilk 8 ayında 1. Hareket ve diğer 2’si TKİH kökenli
olmak üzere 3 MK asil üyesi önderlikte istifa ettikleri gibi, MLKP-K’yı terk
ettiler. Bu MLKP-K saflarını terk eden önderlik kadrolarından birisi sınıftan
kopuk ve sol oportünist bir çizgiye kapaklandığı eleştirisinde bulunarak
yollarını ayırırken, diğer 2 TKİP kökenli MK üyesi, MLKP-‘yı sağcılıkla
suçlayarak, MLKP-K ile bağlarını koparıp atıyordu. Bu kişilerden birisi Ahmet
Metin Koyuncu’ydu. Aslında A. Metin Koyuncu tam bir DHKP-C ve PKK hayranıydı. Halkın
Kurtuluşu geleneğinde geliyordu ve Halkın Kurtuluşu’nun sağcı kitle çizgisi ve
pratiğine tepkisini sol oportünizme yelken açarak gidermeye çalışıyordu. Kitle
çizgisi ve silahlı mücadele konusunda sol oportünist maceracı bir hatta
duruyordu. Birlik Kongresi’nde bu maceracı görüşlerini ortaya koymaktan geri
kalmadı. Birlik Kongresi'nin kitle çizgisinde ortacı bir kararda bulunması A. Metin
Koyuncu’yu tatmin etmemişti.
Nitekim Gazi olaylarının ardında,
MLKP-K’nın çizgisini sağ opotunist ilan ederek bir MK üyesini daha yanına
alarak, MLKP-K’da koptu. Aslında Birlik Konferansı’nın hemen ardında 3 MK
üyesinin mücadeleden toz olmaları, birliğin iddia edildiği gibi sağlam bir
zeminde örülmediğini ortaya koyuyordu. A. Metin Koyuncu kitle çizgisi
alanındaki maceracı ve bireysel şiddet eylemlerini esas alarak, bu eylemlerle
kitlelerin etkilenip, örgütlenip, ayağa kalkacağı öncü savaşçı hayalciliği
savunuyordu. Keza bu maceracı eylem çizgisi onu 22 Kasım 2000 yılında F Tipi
zindan katliamını protesto etmek için yalnız başına Ümraniye karakoluna yönelik
bombalı saldırı düzenlemeye itti ve tek başına gerçekleştirmeye kalkıştığı
karakola bomba atma eyleminde polis tarafından katledildi.
H. Ozan’ın birlik devrimini
sürekli olarak olumlayarak, ileriye doğru atılmış güçlü bir adım olduğunu
tekrarlaya dursun, başta önderlik organını geliştirip yetkinleştirme olmak
üzere, işçi sınıfını örgütlemeye yüklenmek, ideolojik-teorik alanda derinleşmek
ve güçlü illegal örgüt yaratmak dahası Birlik Kongre kararlarının pratiğe
geçirilmesine önderlik etmekle yükümlendirilmiş MLKP önderliği bu görevlerini
yerine getirme yerine, örgütün temel görüşlerini değiştirmek için Kruşçev’in
yolunu izleyerek, örgütü darbeci yolla ele geçirmeye girişmişti.
İşin ilginç olanı 94 Birlik
Kuruluşu’nda MLKP’nin önderliğinde yer alan hızlı birlikçiler döküle döküle
yalnızca 4 kişi kalmıştı. Hareket kontenjanında MLKP-K önderliğine atanan:
Garbis Altıoğlu, H.O, M.K, C.M, M.P değişik zamanlara yayılacak biçimde MLKP’de
koparken 7. kişiden yalnızca İ.M. Şeref ve S. Battal Bayraktar MLKP saflarında
kaldı. Aynı keza TKİH kontenjanında Birlik konferansında MK’ya atanan 6 kişiden
Ahmet Metin koyuncu ve bir MK üyesi daha ilk altı ayda MLKP’de koparken,
sonrasında da iki kişi daha birisi MLKP YKH’nın başını çekerek bir diğeri ise
farklı nedenlerden dolayı MLKP önderliğinden koptu. Böylece Birlik Kongresi’nde
TKİH kontenjanında MK’ya atanan 2 kişi kalmıştır. Yani MLKP-K’nın kuruluş sürecine
katılan 13 MK üyesinden 9 MLKP’nin dışına düşmüştür. Peki, nasıl oluyor da
kurucularının erkence MLKP’yi terk ettiği bir birlik dört başı mamur başarılı
ve örnek birlik olabiliyor?
Bunlarda klikçi yaklaşım içinde
önderlikte yer alan kadroları kendi durumlarını sağlamlaştırmak için öne
sürmüşler, birbiriyle dövüştürülmüşler ve arada darbeci bukalemun kariyerist
klik arada sıyrılıp çıkmıştır.
Peki, üzerine sayfalarca yazılar
yazılıp büyük bir gelişme, yeni bir sürecin açılmasının kendisi olarak ifade
edilen Birlik Kongre kararlarını tasfiye ederek tam tersini yapan; illegal
örgüt yerine legalizmin yelken açarak illegal örgütü tasfiye eden, proletarya
partisinin işçi sınıfıyla sosyalist hareketin birliğinden geçtiğini ve bunun
içinde işçi sınıfını merkezde tutan bir komünist çalışmanın esas alınması
gerektiği kararlarını bir yana iterek, sınıftan kopuk parti kuralabilir
görüşüyle Leninist parti öğretisini iğdiş ederek ezilenleri temel alan bir
çalışmayı önde tutan yaklaşımla, MLKP nasıl olupta Birlik Kongresi’yle büyük
gelişme ve değişmenin yolunu açmıştır. Eğer 94 Birlik Kongresi H. Ozan’ında
söylediği gibi ideolojik-politik ve örgütsel alanda güçlü bir birlik zemini
yaratılmış olsaydı, MLKP’yi kuran önderlik kadrolar ve militanları MLKP’den
kolay yoldan kopmazdı.
H.
Ozan’a göre her türlü melaneti sorumlusu MLKP önderliği ama yine de MLKP’yi küçük
burjuva devrimciliğinde çekip çıkartacak bu küçük burjuva önderlik
H. Ozan’ın MLKP önderliğine dair
söylemleri -eğer bu söylemlere kendisi inanıyorsa- bizlerin yıllar öncesinden
söylemlerinin su götürmezcesine doğruladığı gibi aynı zamanda MLKP’nin kısa bir
zaman için nasıl küçük burjuva devrimciliğine kapaklandığı nedenlerini ortaya
koymaktadır.
Peki, H. Ozan bir dönem aynı
organda sorumluluk üstelenmiş en azından 1994-2000 yılları arasında aynı organ
için yer almış ve aynı sorumlulara ortak olmuş olan H. Ozan önderliğin
savrulmasına ve örgütü ele geçirip yozlaştırmasına neden karşı durup örgüt
kitlesini harekete geçirme tutumu içinde olmamıştır. Üstelik MLKP önderliğinin
ideolojik-politik olarak savrularak örgütü devrimci çizgisinde çıkarmasında H. Ozan
seyirci kalmak dışında ne yapmıştır?
H.
Ozan örgütün 94. Birlik Kongre kararlarının dışına çıkarılarak, küçük burjuva
bir çizgiye oturtulduğunu, bu küçük burjuva postmodernizmin yeni hali olan
sınıf perspektifini bir yana iterek, ezilenlerin sosyalizmine sıkıca sarılan ,
yıllardan bu yana alaca-bulaca bu küçük burjuva maceracı çizgiyi örgüte egemen
kılan, kimsenin ses çıkarmadığı, ses çıkaranların öyle yada böyle tasfiye edildiği
MLKP’de, hala birilerinin küçük burjuva çizgiyi alaşağı yapmak için ayağa
kalkacağı hayalleriyle yaşıyor ve MLKP içinde var olduğunu düşlediği diri
devrimci güçlerden medet umuyor.
Hem MLKP önderliğince örgüt içi
demokrasinin ortadan kaldırıldığını ve farklı düşünenlere örgüt içinde yaşam
hakkı tanınmadığı ve tartışma-eleştiri ve sorgulama hakkının “örgüt yıkıcılığı”
olarak değerlendirildiği söyleyeceksin, hem Kongre ve Konferansların
göstermelik zorunlu bir geçit haline getirilerek iplerin her bakımından
kendilerine stratejik önderlik rolü yükleyenlerin elinde tuttuğunu
dilendireceksin, hem de MLKP’de birilerinin tüm bu engelleri aşarak, MLKP’de
değişimin öncülüğünü yapacağını düşleyeceksin. Bu ancak sanırız hayal
pazarlamaktan geri durmayan H. Ozan gibilerine uygun bir durumdur.
H.
Ozan, MLKP’nin ideolojik-politik ve örgütsel olarak ML çizgide çıktığını ve
küçük burjuva devrimciliğine kapaklandığı verilerle somutta ortaya koyarken,
MLKP’nin içinde var olduğunu düşlediği, diri devrimci güçlere, yeni bir
komünist örgüt yaratmak için zincirleri kırıp ortaya çıkmaları çağrısı yapmak
yerine, tam tersi çağrı yaparak, “aman ha MLKP’de kopup ayrı bir oluşuma
gitmeyin, böylesi bir adım mücadeleye yarar değil zarar vereceğini” söyleyerek,
MLKP’deki diri devrimci güçlerin MLKP önderliğine boyun eğmelerini ve küçük
burjuva devrimciliğiyle kuzu kuzu yaşamalarını devam etmelerini isteyerek
aslında MLKP önderliğinin değirmenine su taşımaktan geri kalmıyor.
Böylece H. Ozan’ın MLKP’ye dair
tüm eleştiri ve iddiaları somut çözümle birleşmemesi ve küçük burjuva
devrimciliğinin yıkılması ve MLKP’de yeniden ML’in egemenlik kurulması, bir
yerde MLKP’ye egemen olmuş olan, “dar kafalı iktidar hastası çıkarcılığın ve
tutuculuğun ‘parti tarzı”na dönüştürülmesi, tüm devrimci laflara karşın ilkel,
amatör, dar pratikçi, idare-i maslahatçı, klikçi iktidar hastalığı kaçınılmaz
olarak derin ve kapsamlı bir yabancılaşma ve çürüme yaratan, ML’den uzaklaşmış,
proletarya yerine ezilenleri geçirmiş olan MLKP önderliğinin kuşatmasının, diri
devrimci güçler ile birleşerek yeni bir örgüt kurarak Birlik Kongre çizgisinin
pratiğe sürülmesinin yolu açılmalıdır.
Çürümüş, yozlaşmış ve ML çizgiyi
tasfiye etmiş ve küçük burjuva bir bir çizgiye kapaklanmış MLKP’nin yeniden
komünist çizgiye rücu edeceğini bekliyor. Bu aslında ölmüş atı kırbaçlamak gibi
bir şeydir. At ölmüş ama birileri hal atın ölmediğini tanıtlamak için habire
elinde kamçı, atı kırbaçlayıp duruyor, ama ortaya seyircileri aldatmak başka
bir görüntü çıkmıyor. Bu kadar eleştiriden sonra H. Ozan’nın hala MLKP de
devrimci değişim beklentisi içinde olması ve başkalarını da bu hayal
tacirliğine ortak etmeye çalışması, tıpkı yıllardır bu aynı çizgide yürümüş
Garbis Altınoğlu gibi, elini taşın altına sokarak, yozlaşmış-çürümüş ve küçük
burjuva devrimciliğince tasfiye edildiğini düşündüğü komünist hareketi yeniden
ayağa dikmek yerine, MLKP saflarındaki diri devrimci güçlere akıl hocalığı
yapıyor ve böylece MLKP’nin saflarında var olduğunu düşlediği diri devrimci
güçlerin daha fazla, çürüyüp, geriye savurmasına omuz veriyor.
Yani
H. Ozan, MLKP kadrolarına benim yaptığımı yapmayın yani MLKP’nin dışına
düşmeyin içinde kalarak değiştirmek için mücadele edin diyerek, örgüt içi
demokrasinin yok edildiği ve tüzüğün göstermelik sayıldığı bir ortamda, genç kadrolara
hayal çubuğu uzatıyor. Maalesef H. Ozan’ın uzattığı ve pompaladığı hayal
çubuğunda, devrimci olan ve tasfiyeciliğe karşı mücadelede ışığı çıkmıyor.
H. Ozan önderlikle ilgili
uluslararası ve “Türkiye devrimci hareketinin deneyimlerinin gösterdiği gibi,
öncünün ve önderliğin reddi kadar idealize edilmesi de sınıf mücadelesine ağır
zararlar vermiştir, vermeye de devam etmektedir” diyerek, kendi tarihi boyunca “önderlik
boşluğu” yaşayarak gelmiş Türkiye komünist hareketinin öz deneyimleri de bunu
kanıtlamaktadır. MLKP tarihin çağrısına yanıt verecek gelişkin bir önderlik
teorisi ve pratiği yaratamamıştır. Özellikle başta sağ kendiliğindencilik olmak
üzere sağa ve “sol”a savrulan, istikrarsız, iç bütünlükten yoksun öncülük,
önderlik teorisi ve pratiği öyle ya da böyle sürece damgasını basmıştır.
Önderlik,
öncülük bağlamında en ileri çıkışı temsil eden ve Birlik Devrimi’nde somutlaşan
sıçrama ise ne yazık ki daha fazla ilerleyememiş, ilk atılımın ardından giderek
gerileyip dibe vuran bir seyir izlemiştir söylemleriyle H. Ozan, “MLKP’nin önderlik
sorununda hem uluslararası hem mücadele yürüttüğü coğrafyanın ve hem de kendi
deneyimlerin çıkarılan dersler ve geliştirilmeye çalışılan perspektifleri
içselleştirilemediği”ne dikkat çekiyor.
H. Ozan “bireycilik ilkesinin yön
verdiği şaha kalkmış bürokratik bir kült geliştirilmiş ve örgütte iktidar
tekeli kurmaya çalışan küçük burjuva benmerkezci zihniyet ve yönelime karşı
mücadele eden komünistler ise etkisizleştirilmeye, değersizleştirilmeye ve
tasfiyeye yönelinmiş, her açıdan partinin ağır kan kaybına yol açılmıştır. Bu
süreç hala devam etmektedir. Bu olgu, partiyi derin ve kapsamlı bir yıkımla
tüketme sürecinin içerisine götürmüş, kapsamlı bir yabancılaşma üretmiştir”
değerlendirmesiyle MLKP önderliğini politikayı bireysel çıkarları ve hırsları
için yaptığından bahsediyor.
Nitekim H. Ozan, MLKP
önderliğinin içinde bir grubun kendini bürokratik ekipçi zihniyet kendisini
”stratejik önderlik” olarak ilan ettiğini belirterek, böylece kendini partinin,
yani sınıfın stratejik önderliği olan partinin yerine geçiriyor. Tamda burada
kendisini bütün başarıların sahibi, “taktik önderlikler”i ise bütün zaaf ve
yenilgilerin sorumlusu ve suçlusu ilan ediyor. “Enkaz” demagojisi ile zaaflar
vb. “stratejik önderliğin” olmadığı dönemlere bağlıyor.
Bizim bir dönem eleştirdiğimiz ve
içinde H. Ozan’ında yer aldığı darbeci ve sosyalist demokrasiyi ortadan
kaldıran ve yalnızca önderliğin her şeye karar verdiği ve farklı seslere yaşam
hakkı tanınmayıp, tasfiye kılıcını sürekli olarak kadroların başında
dolaştırıldığı dönemde H. Ozan, PKK ve DHKP-C’ye özenilen bürokrat ve
putlaştırıcı önderlik anlayışının karşısında değil yanında duruyordu. Tüzük,
program, strateji ve temel taktikler delme deşik edilirken, temel görüşler
örgüt içinde tartışılarak Kongre sonuçlanır Tüzük hükmü yok sayılarak
önderliğin dediği örgütün görüşü haline gelirken ve örgüt kitlesi sürü yerine
konurken darbeci ve komplocu oldu bitici tutumlara H. Ozan sesini
çıkaramayarak, darbeciliğe ve tüzüğün yok sayılmasına suç ortaklığı yapıyor,
Öcalan ve D. Karataş önderlik zihniyetini taklit eden, örgüt kadrolarını hiçe
sayan kişi ya da küçük bir kafadarın önderlik anlayışının örgüte egemen
kılınarak, demokratik merkeziyetçilik, eleştiri-özeleştiri ve tartışma kültürü
ortadan kaldırılmasına ortak olunuyordu.
Nitekim H. Ozan kendisi de yıllardan sonrada olsa gerçeği görerek bir dönem yol arkadaşlığı ve suç
ortaklığı yaptığı darbeci, klikçi, demokrasiyi rafa kaldıran önderlik kadrosuyla
ilgili şunları söylüyor: “Kongrede seçilmiş MK’nın da kendilerine tabi olacağı
ve mutlak itaat etmesi gereken bir yapı olarak görmektedir. İşin özü budur.
Burada başlıca olarak ulusal demokratik hareketin (PKK) lideri Öcalan’ın
”stratejik önderlik” teorisi ve pratiğinin kötü bir şekilde taklit edilmesiyle
şekillenen bir ”stratejik önderlik” gerçeğiyle karşı karşıyayız. Burada, öteden
beri sert bir şekilde eleştirdiğimiz TKİB’in şu ünlü “çelik çekirdek”
taklitçiliğiyle karşı karşıyayız. Burada DEV-SOL/DHKP-C’nin önderliği idealize
eden taklitçiliğiyle karşı karşıyayız…”
Sınıf savaşımının gerçekliğinde
kopmuş olan MLKP önderliği bürokrat, despot bir önderlik tarzıyla, kendi
iktidarını ayakta tutmayı amaçladı. Kongreler MLKP önderliği için göstermelik
ve zorunlu olarak yerine getirilmesi gereken geçitler oldu. İş o kadar iftiraya
vardırıldı ki Kongreler’in belgeleri bile doğru düzgün yayınlanmadı. İşçi
sınıfı hareketi ile komünist hareketin ayrı yollarda yürümelerini aşmak bir
yana sınıftan kopuk kendi çalıp kendi oynayan ezilenlere dayanan bulamaç bir
partinin yaratılması hedeflendi ve önderlik buna göre konumlandırıldı. Dahası
legalizmin örgüte egemen kıllanarak HDP’ye dayanılarak yığın çalışması bir yana
bırakıldı. Demokratik merkeziyetçiliğin ve kolektivizm çalışma ilkesinin ve
işlerliğinin, bir yana itildiği önderlik ve çalışma tarzı esas alındı.
'95 yılında ayrılık sürecinde
yalan üzerine yalan söyleyen MLKP önderliği örgüt üzerinde etkinliğini
artırdıkça yerini sağlamlaştırmak amaçlı kendileri gibi düşünmeyenleri birer
birer nasıl tasfiye ettiklerini öğreniyoruz. Çünkü 95’te KP-İÖ’nün ayrıldığı
dönemde MK kendisi gibi düşünmeyenleri tasfiye etmesi beklenemezdi. Keza KP-İÖ
ayrılığı döneminde büyük sıkıntı ve zorluk yaşayan darbeci ve komplucu klik –ki
bunların başını çekenler İ. M. Şeref ve P.H.A – ideolojik-politik olarak aynı
hatta durmayan Garbis Altınoğlu, H. O ve M.P’ye tetikçi olarak öne sürüldüler.
Bu üç kişinin işleri bittikten sonra tasfiye edildiler.
Her
şeyden önce işçi sınıfıyla sosyalist hareketin ayrı ayrı yollarda yürüdüğü
koşullarda önderliğin birincil görevi bu durumu aşmaktır. Lenin yoldaş konuya
ilişkin şunları belirtiyor: “Bizim başlıca ve temel görevimiz, işçi sınıfının
politik örgütlenmesi ve politik gelişimini kolaylaştırmaktır. Bu görevi arka
plana itenler, mücadelenin her türlü özel yöntemlerini ve diğer bütün
görevlerini buna bağımlı kılmayı reddedenler yanlış bir yol izlemekte ve
harekete ciddi zararlar vermektedirler.” (Kitle İçinde Parti Çalışması, Lenin,
Ekim Yayınları, s. 13)
İşte komünist önderliğin ilk
yapması gereken iş Lenin’in vurguladığı gibi komünistlerin başat görevinin işçi
sınıfının politik örgütlenmesi ve gelişimini kolaylaştırmak için teoride ve
pratikte bu devrimci perspektife uymak ve uygulamaktır. Gerisi boş laftır,
Marksizm Leninizm’i unutmak, burjuva, küçük burjuva dünyaya yelken açmaktır.
MLKP
batıda ikinci cepheyi açmada başarısız oldu ve bu başarısızlığını Rojava
kapatmaya çalıştı
Hasan Ozan MLKP’nin Birlik
Kongresi’nin ardından Kürt sorunuyla dayanışmak ve birleşik mücadelesinin
örülmesi için batıda ikinci cephe açılmasının zorunluluğuna dikkat çekerek bu
politikayı pratiğe sürmeyi hedeflediğini ama bu politikada başarısız olunması
MLKP’yi Rojava da konumlanmaya ittiği öne sürerek, doğru olarak MLKP’nin Kürt
politikasındaki gelgitler yaşadığını eleştiriyor.
Hatırlanacağı üzere 1994 yılında
kuruluşunu ilan ettiği Birlik Kongresinde belirlenen politikaya göre MLKP,
Türkiye Kuzey Kürdistan işçi ve emekçilerinin öncü örgütü olduğunu ortaya
koymuş ve buradan hareketle Kürt direnişiyle omuz omuza olmak için ivedi olarak
Batıda ikinci bir devrimci cephe açarak, ulusal kurtuluşcu devrimle Batı’daki
proletarya ve emekçilerin birleşik savaşımı geliştirileceğine vurgu yapmıştı.
Kürt ulusal kurtuluş mücadelesi ortak savaşmak bir yana, Türk işçi ve
emekçilerinden ciddi bir destek ve dayanışmasından bahsedilmezdi. Haliyle
devrimci ve komünist hareket Batıdaki görevlerini yerine getirmede
zorlanıyordu. Bu sorun, program, strateji ve taktiklerimiz bakımından acil
olarak çözülmesi gereken yaşamsal bir göreve işaret ediyordu. Devrimci işçi ve
emekçilere kitlesel olarak dayanan ikinci cephenin açılmasıyla hem ulusal
demokratik hareketin stratejik bir zayıflığı giderilecek, hem de devrimi Batıda
yayma olanağı sağlanacaktı.
Ne var ki, bu politikayı MLKP
hayata geçirme de başarısız olunca başta sınıfta kopuk parti görüşüne rücu
ederek, her alanda hızla Birlik Kongresinde belirlenmiş olan politikaları bir
yana iterek, PKK ve DHKP-C kopyacılığına yönelip küçük burjuva öncü savaşçı
çizgiye demir atarak yozlaştı. Sınıftan ve emekçileri devrimci temelde
örgütleyerek batıda Türk şovenizmi dalgasını kırarak, proletaryasının bağımsız
devrimci politikasını, halkların eşitlik, özgürlük ve kardeşlik istemleriyle
pratiğe geçirme de başarısız olması MLKP önderliğini yeni arayışlara itti. 94
Birlik Kongresinin ardında Kürdistan da gerilla mücadelesinin örgütlenmesine
karşı çıkan ve Dersim-Erzincan hattında hareketin örgütlemiş olduğu gerilla
grubunu, çalışmalarımızı batıda işçi ve emekçi yığınlar arasında
yoğunlaştıracağız” gerekçesiyle tasfiye edenler batıda sınıf çalışmalarında
kısa zamanda bir şey elde edememeleri nedeniyle çıkışı batı işçi ve emekçiler
arasında elle tutulur bir başarı elde edememeleri, öncü savaşçı maceracı kitle
çizgisiyle daha önceden Hareket tarafından yaratılmış olan işçi, emekçi ve
sendikal çalışmaların hemen tümü tasfiye edilerek semt çalışmalarını merkeze
alma ve ezilenlerin istemlerini karşılamayı örgütsel-pratik çalışmalarında
temel yaparak, MLKP’yi hızla ezilen Kürt hareketi PKK’nin şemsiyesinin altına
itmiştir.
Haliyle MLKP bağımsız politik
duruşunu bir yana iterek, yönünü varlığını öncüsü olduğunu iddia ettiği işçi
sınıfına değil, ezilen Kürt halkının öncüsü olarak kendisini ifade eden PKK’nin
kuyruğunda, Onun gölgesinde, Kuzey Kürdistan da HPG ve Rojava’ya YPG saflarında
yani başkalarının yaratmış olduğu olanaklar üzerinde, başarısızlığına şal
örtmeye çalıştı.
Elbette Kobane’nin IŞİD
tarafından işgal edilmesi sürecinde bu direnişte aktif olarak yer almak
gerekiyordu. Ama bu durum aşıldıktan sonrası Rojava ancak askeri alanda insan
yetiştirmek için bir alan olabilirdi. Haliyle Batıda işçi ve emekçi kitle
hareketinin alabildiğine paralize ve örgütsüz olduğu bir ortamda, en ileri ve
militan kadroların devrimi ayakta tutma adına Rojava’ya gönderilmesi ve bunda
ısrar edilmesi, Kürt ulusal kurtuluş hareketine yapılacak en büyün
enternasyonalist destek ve dayanışmanın, Batıda ikinci devrimci cephe açmak
gerçeğinden vazgeçmemesi anlamına geliyordu.
Rojava devrimine katılmak batıda
ikinci devrimci cephe açma çalışmasına güç verecek bir zeminde- askeri ve
politik kadro yetiştirme ve yetiştirilmiş kadroların hızla Türkiye’nin batıdaki
devrimci çalışmalara aktarılması gerekiyordu- dahası batıda devrimci çalışmaya
sinerji katacak ele alınması Rojava devrimine katılma konusunda MLKP’yi
eleştiren ve batıda ikinci cephe açmada başarılı olamayan MLKP’nin bu
başarısızlığını aşmak için, Rojava devrimine plansız ve hedefsiz girişilmesini
eleştirerek, MLKP kuruluşundan bugüne kadar Kürdistan da izlenen politikanın
başarısız olduğunu şöyle ifade ediyor: “1994-2021, aradan 26 yıl geçti. Ve uzun
yıllardır Batı’da etkin bir güç olmaktan çıktığımız gibi, hala ciddi bir
toparlanma süreci de yaşanmıyor. Ve bu süreçte, Kürdistan partisi de olma, seksiyonla
Kürdistan devrimine de önderlik etme iddiası geliştirilmiştir. Ki Kuzey
Kürdistan’da da etkin bir güç değiliz. Ciddi bir kitle temeli yaratılamadı. Bu
gerçeklere gözlerimizi kapatmak ise, kafayı kuma gömmek demektir.”
H. Ozan’ın akıl hocalığı MLKP’de pek işe yaramıyor
Hasan Ozan her zamanki gibi MLKP
önderliğine hatalı yoldaşını ve girdiğiniz yol çıkmazdır bir an ç önce bu
yoldan vazgeçin çağrısı yaparak, aklı sıra “akıl hocalığı yapmaya ve hala
MLKP önderliğinde oturmuş çizgi haline gelmiş görüşlerinden vazgeçebileceği
beklentisiyle hayal pompalamaya devam ediyor.
Hasan Ozan “Komünist Parti manifesto
ezilenlerin manifestosu mu?” başlıklı yazıda MLKP’nin 94. Birlik Kongre
kararlarını yok sayarak proletaryayı merkezde tutan ve bu merkezde devrim ve
sosyalizm savaşımına bakışını 25. yıl içinde tümden değiştirdiğini
proletaryanın devrimde önderliğini yadsıyarak, ne idüğü belirsiz ezilenleri
temel alan bir hatta girerek, Marksizm-Leninizm’i reddederek, emekçiler
arasında sınıfsal ayrımları yok sayan ezilenlerin teorisine rücu ederek,
programları ve stratejileri, bağlı olarak taktikleri değiştirerek, ML hatta
uzaklaştıklarını söylüyor.
Devamla
Hasan Ozan MLKP’nin gelinen durumda değişik maskeler altında Marksizm-Leninizm
karşısında konumlandığı gibi aynı zamanda yalnızca proletarya karşıtlığının
değil, aynı zamanda burjuva saflara geçiş yaparak burjuvazinin cephesinde
mevzilendiğini söylemekten geri kalmayarak MLKP’nin devrimci ideallerinden
vazgeçerek legalizm limanına demir attığını ifade ediyor.
Nitekim H. Ozan, MLKP’ye yönelik
değerlendirmelerinde, iş, ekmek, özgürlük, ezilenler propaganda ve ajitasyonuna
dayanan politik çalışmalar esas alınırken, sözde işçi sınıfından, sosyalist
görevlerden bahsedilmesi ise, durumu kurtarmak amaçlıdır.” sözleriyle MLKP’nin
küçük burjuva devrimci-demokrasisi ve sosyal reformizmine demirlediğini
dillendiriyor. Hasan Ozan örgüte yıllardan bu yana egemen olmuş ve örgüt
çizgisini her bakımdan darbeci bir tarzda değiştirmiş olduğu kendisinin sorumlu
olduğu sınıftan kopuk parti kurulabilir görüşünün kabulüyle 1995 Birlik
Konferansın da MLKP’nin parti olarak ilan edilmesiyle zaten darbecilik ve
tasfiyecilik egemen kılınarak, küçük burjuva devrimciliğine kapaklanılmışlığını,
PKK ve DHKP-C kopyacılığına yönlendiğini unutuyor.
H.
Ozan darbeci tasfiyeciliğin ve komplocu sürecin açılması ve örgüte egemen
kılınmasında başta gelen sorumluları birisidir. Bugün kalkıp, “Tasfiyeci
oportünizmin yaptığı da -proletarya yerine, ezilenlerin geçirilmesi-” demesi ve
bu, “Birlik Devrimi’nin teorisinin, program ve stratejisinin ret ve inkar
edildiğinin, içeriğinin boşaltıldığını” söylemesi, sanki MLKP’nin
ideolojik-politik ve örgütsel alanda kısa zamanda yozlaşarak geriye düşmesinde
haberi yokmuş gibi davranış içinde olması, kendisinin bu yozlaşmadaki ortaklığı
içinde olduğunu unutuyor.
MLKP’nin dışına düşene kadar
“Birlik Devrimi atılımı ve başarısı” güzellemesinden bulunan H. Ozan’ın işin
dışına düştükten sonra, bizim 95’de söylediklerimiz gerçeklere ancak 26
yıl sonra ulaşabiliyor ama artık iş işten geçmiştir; “Bu, komünist öncünün
yerine, küçük burjuva sosyalizminin geçirilmesi, Marksist-Leninist öncünün
tasfiyesinden başka bir anlama gelmez” sözleri de H. Ozan’ın MLKP’nin
tasfiyeciliğe kapaklanmasında suç ortaklığı yaptığını asla bir yana itmez.
Hasan Ozan MLKP’nin savrulup
küçük burjuva limana demir atmasını 2000 yıllardan sonraki gelişmelere
bağlıyor. Aslında H. Ozan, önderlik organında kendisinin yer aldığı,
komploculuk ve çete başlığı yaparak gerçekleri dillendiren ve darbeciliğe tutum
alan KP-İÖ’lülere yönelik haçlı seferi başlatan MLKP önderliği, 94. Birlik
Kongresi’nin almış olduğu kararlara uygun bir faaliyet içinde olmadığı gibi,
örgütün. Birlik Kongresi’nde kabul etmiş olduğu temel görüşleri hiç bir biçimde
değiştirme yetkisi olmayan bir Konferans’la darbeci tarzda değiştirerek, örgütü
ele geçirmiş, faşistleri aratmayan kirli kontracı saldırılarla, darbe ve örgüt
çizgisinin zoraki değiştirilmesine karşı ilkeli duruş içinde olan yoldaşlara
yönelik karşı-devrimci saldırılar bir birini kovalamıştır.
MLKP önderliğinin Birlik Kongresi’nde
kabul edilen program, strateji, taktik, tüzük ilkelerinin bizzat Hasan
Ozan’ında içinde yer aldığı iktidar hırsı gözlerini döndürmüş olan bu darbeci
güruh tarafından 1995 birlik konferansında geminin bordosunda denize atılmıştı.
1995 yılında MLKP’nin Leninist parti öğretisini reddederek, “sınıftan kopukta
parti kurulabilir” görüşünü kabul etmesiyle, birlik kongresinde s alınan
kararların hiç edilmesinin yolu açılmış ve tasfiyeciliğin yol döşenmişti. Bu
darbeciliğe H. Ozan karşı çıkmak bir yan partinin birliği koruma adına karşı
devrimci çete faaliyetinin başında yürüyenlerin içinde yer almış, örgütte
darbeciliğe karşı çıkıp mücadele yürütenlerin öldürülmesi kararının altına imza
atmaktan geri durmamış ve birilerinin tetikçiliğinin yapmaktan geri
kalmamıştır.
Bugün “ MLKP’yi birlik
kongresinin belirlediği program, strateji ve taktikleri tasfiye etmekle ve ML
görüşlerin yerine, küçük burjuvazinin ezilenlerinin revizyonist reformist küçük
burjuva legalist devrimciliğini ikam etmekle suçlayan H. Ozan, "komünistlerin
95 yılında tasfiyeciliğe ve darbeciliğe karşı devrimci bayrak açmalar
karşısında, her şey parti için”, sloganıyla MLKP önderliğinin tasfiyeciliği ve
darbeciliğinin en kararlı savunucuları arasında komünistlere yönelik karşı
devrimin kirli yöntemlerini uygulamaya sokup, faşist kontracıları aratmayacak;
silahlı, çivili sopalar, demir çubuklar, insan kaçırma ve öldürmeler, ev ve
büro basma eylemlerini yönetmekle ve komünistlere yönelik kara propaganda
yürütmekle uğraşıyordu.
Dün
Garbis MLKP’de ayrıldığından dolayı Garbis’i korkutup sindirmek için tehdit
edip, MLKP’yi eleştiren kitabının basılmasını engelleyen ve her türlü yalan
yüklü kara propagandaya bu saldırılara destek olan H. Ozan, yaptıklarının
kapsamlı bir özeleştirisini yapmadan, her şeyi kendi dışındaki tasfiyeci ve
darbeci yöneticilere yükleyerek işin içinde kolay yoldan çıkmaya ve Garbis’e
methiyeler düzmeye devam ediyor.
Dün komünistlere kirli
yöntemlerle saldırıp politika yapma yasağı koyanlar, politikayı kendi bireysel ya
da grup hırs ve iktidar amacıyla yapan H. Ozan gibiler, ne zamanki MLKP ile
yollarını ayırdılar ya da atıldılar, ne zaman okun sivri ucu kendilerine döndü
işte o zaman MLKP’nin yozlaşmışlığından, çürümüşlüğünden, klikçiliğinde,
hizipçiliğinden, insan harcamasından, tüzüğü hiçe sayıp, birlik Kongresinin
program, stratejisi ve taktiklerini hiçe saymasından dem vurmaya çalıştılar.
Sonuç:
H. Ozan MLKP önderliğinin artık
iflah olmayacağını her fırsatta yazıp çiziyor. Doğru olarak MLKP önderliğinin
yurtdışına taşınmasından bahsederek 12 Eylül faşist darbesinin ardında
tasfiyeciliğinin etkisiyle birçok öncü kadronun yurt dışına kaçtığı gibi 40 yıl
sonra bu aynı durumun MLKP önderliğinde tekrarlandığını ifade ediyor ve yurt dışına çıkmak için aranır olmak ve cezalar almış olmanın bir ölçüt
olamayacağı ve risksiz devrimcilikle mücadelenin ileriye taşınmayacağını dikkat
çeken Ozan: “Peki devrim yapma iddiasında olduğumuz coğrafyada aranmayanlar
üzerinde mi illegal ve yasadışı partiyi kurup geliştireceğiz” diyerek bu türden
yaklaşımların doğru olmadığına vurgu yapıyor.
Yıllardır Türkiye’de ve Kuzey
Kürdistan’da ciddiye alınabilecek bir illegal-yasadışı partinin olmaması ya da
tasfiye olmuş ve edilmiş olmasının buradaki rolü ne?
Bu tablo en başta da “stratejik
önderler”in “adanmış devrimcilik’le, “eleştirinin devrimci şiddeti”yle en önde
dağılmış çalışmaları toparlayıp geliştirmesi gerekmez mi? Her fırsatta “adanmış
devrimcilik”, “parti tarzı”, “devrimci romantizm” üzerine lafazanlık
yapanların, başka kadrolara ve Türkiye ve Kürdistan’da bin bir emekle, bedelle
mücadele yürüten kadro ve örgütlerimize kendilerini feda etmesini öğütlerken
hangi ilkelere, hangi ahlaki ve vicdani değerlere göre davranıyorlar acaba?
Tüm
bu gerçeklerin sorgulanması ve gerekli derslerin çıkarılması gerekmiyor mu?
Kuşkusuz ki bu durum tipik
tasfiyeci oportünist, tasfiyeci bürokrat zihniyet ve duruşla izah edilebilir
yalnızca.
Peki, bu çözülüşe, bu çürümeye
karşı ilkeli ve sonuna dek giden bir mücadele yürütmeyen kadroların da bu
tablonun sorumluluğunu paylaşmadığı iddia edilebilir mi? Elbette ki bu soruya
verilecek cevabımız hayırdır, aksine son tahlilde suç ortaklığı yapılmaktadır. Peki,
bu durumun da eleştiri, özeleştiri konusu yapılması gerekmiyor mu?
Bizce bu tablonun ana nedeni
tasfiyeciliktir, tasfiyeci kaçış ya da yöneliştir; kendi dar çıkarcı/klikçi
iktidarını koruma vb. hesabına dayanan politik ve örgütsel teori ve pratiktir.
Bu temel üzerinde yurt dışı parti
örgütlerinin eleştiri dinamiğini kırarak yandaşa göre partiyi yeniden
yapılandırmaktır. Yurt dışını kendi dar klikçi hesabına göre cephe gerisi olarak
örgütleme planıdır. Bu gerçeğin az ya da çok yurt dışı parti örgütleri ve parti
tabanımız tarafından görülmediğini düşünmek ise politik saflık olacaktır.
Bu gerçekler de göstermektedir ki
ortada gerçek bir önderlik yok ama ”önderlik”, ”stratejik önderlik” var.
İlkesiz birlikçilik,
Marksizm-Leninizm’e karşı birlik ekseninde öncünün ideolojik ve örgütsel
temellerini sistematik bir tarzda kemirmeye, parti kan kaybetmeye devam
etmiştir ve etmektedir de. Sorun bir komünist partinin içerisinde olabilecek
fikir ayrılıkları ve mücadelesinin çoktan ötesine geçerek, Birlik Devrimi
karşıtlığı, onun temellerinin red ve tasfiyesi, partiyi halkçı, ezilenci,
post-Marksist, Troçkist bir çorbaya dönüştürme çizgisine doğru evrilmiştir.
Artık söz konusu olan, bir tür çizgileşmiş sapmalar ve bu sapmaların proletarya
sosyalizminden koparak post-Marksist tasfiyeci bir yapı inşa etme, elveda
Marksizm-Leninizm deme çizgisine daha açık oturma gerçeğidir.
Özetle, komünistlerin, yukarıda
ortaya koyduğumuz tablo üzerinde (Kürdistan, seksiyon, Rojava bağlamında)
politikasını eleştirel gözden geçirmesi sağlıklı, doğru, komünist devrimci bir
tavır olacaktır.”
H. Ozan’ın MLKP önderliğiyle
ilgili bu değerlendirmeleri aslında kendisine komünist önderlik rolü atfeden
bir kişinin zaman geçirmeden harekete geçmeyi ve hayallerde uzaklaşarak gerçeğe
bağlı davranarak, yozlaşmış ve çürümüş bir örgüte karşı diri ve devrimci
güçlerin aynı kulvarda buluşabileceği yeni bir komünist örgütün kuruluşu için
öne atılmayı gerekli kılıyor. Öncü devrimcilik birazda olma yapılan denilen bir
zamanda öne çıkarak yol açıcı olmak ve buz kıran rolünü oynamak değil mi?
Yıkılmış, dağılmış ve farklı bir
çizgiye oturtulmuş ve her türlü olumsuzluğun yaratıcı ve uygulayıcısı olan bir
önderliğin egemenliği altında her bakımdan devrimci ilkeleri ve değerleri ilga
edilmiş ve farklı düşünenlerin öyle ya da böyle tasfiye edildiği bir örgütte
hala değişim ve dönüşüm beklemek göz göre göre örgütün ölümünü seyretmek
demektir.
H. Ozan’ın tüm eleştiri ve
uyarılarına rağmen pratikte yapmış olduğu tamda budur. Stalin yoldaşın
vurgulamış olduğu gibi bir kişinin ya da partinin yalnızca ideolojik savaşımla
düzelmesi mümkün değildir. İdeolojik savaşımla düzeltilmeyen ve görüş
ayrılıklarını çizgi haline geldiği durumda yapılması gereken şey, örgütsel
ilişkileri kopararak komünist hareketi yeniden ayağa dikmek için görev başına
koşmak ve çürüme ve yozlaşmaya cepheden tutum almak olmaktır. Ne ki H. Ozan, bu
devrimci görevlerden kaçmak için uzaktan akıl hocalığı yapmaya ve hayal
dağıtmaya devam ediyor.
Halkın Birliği
Nisan - 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder