24 Haziran'da AKP-MHP’nin ittifakıyla hem
cumhurbaşkanlığı ve hem de parlamento seçimleri yapılacak.
İşçi ve emekçi
yığınların politikaya daha fazla ilgilerinin arttığı koşullarda, devrim ve
komünistler seçimler ve parlamentoda yararlanıp, yararlanmayacaklarını yani
seçimlerde nasıl bir taktik çizgi izleyeceklerini,, işçi ve emekçi yığınların
somut durumu, devrimci hareketin yığınlarla bağı ve burjuvazinin yığınlar
üzerindeki etkisi vb. analizi üzerinde yükselir.
Haliyle
devrimci ve komünistlerin seçimlere ve parlamentoya yaklaşımlarında temel ilke,
seçimler ve parlamentonun işlevinin ne olduğu sorusunun yanıtıdır.
Marksizm-Leninizm’in burjuva parlamentosuna burjuvazinin egemenlik aygıtı
olan devletin bir organı olarak bakarlar. Marksizm-Leninizm’in sınıf egemenliği
ve devletle ilgili diğer fikirleri bir yana, bu cümle çok şey ifade etmektedir.
Buna göre parlamento burjuva egemenliğine yabancı ya da dışsal bir organ
olmayıp, onun organik bir parçasıdır. Nasıl ki günümüzün devleti “tüm halkın
devleti” değil de toplumda küçük bir azınlık olan burjuvazinin devletiyse, onun
bir parçası olan parlamento da aynı şekilde burjuvazinin parlamentosudur.
Elbette bu, parlamentoya işçi sınıfının ve diğer sınıfların temsilcilerinin,
hatta devrimci temsilcilerin giremeyeceği anlamına gelmez. Aksine dünyada
parlamenter deneyimin büyük bölümünde bunun sayısız örnekleri görülmüştür.
Sorun şu ki, bu tür temsilcilerin varlığı olsun, bunların kendi sınıflarının
çıkarları doğrultusunda parlamento zemininde de şu ya da bu biçimde bir
mücadele yürütmeleri olsun, parlamentonun sınıfsal özünü değiştirmemektedir.
İşçi sınıfının devrimci mücadelesinin nihai ve bütünleştirici amacı sınıfsız ve devletin sönümlendiği bir toplum olan komünizmdir. Buraya yürümek için öncelikle anti-emperyalist demokratik halk devrimi eşiğinin aşılmasını gerekiyor. Emekçilerin gerçek kurtuluşu devletinde bir parçası olan parlamentonun devrimle alaşağı edilmesi, işçi ve emekçi halkların devrimci halk cumhuriyetini kurmaylarıyla bağlıdır. Çünkü bu muazzam dönüşümler, işin doğası gereği, ancak geniş halk yığınlarının doğrudan inisiyatifi ile gerçekleşebilecek dönüşümlerdir ve parlamenter biçim başaracak durumda değildir. Marx’ın sözlerini hatırlarsak, “her üç ya da altı yılda bir, parlamentoda halkı yönetici sınıfın hangi üyesinin ‘temsil edeceği’ni ve ayaklar altına alacağını” belirleyen seçimlerle oluşturulan parlamento, halk yığınlarının doğrudan canlı eylemine tamamen dar gelecek bir deli gömleği olabilir ancak. Haliyle işçi sınıfının devrimci mücadelesinin temel aracı kitle eylemi ve kitlelerin öz-örgütlenmeleridir. Burada parlamentarist hayallerin acı sonuçları konusunda, iyi bilinen trajik Şili örneğini sadece hatırlatmakla yetinelim.
İşçi sınıfının devrimci mücadelesinin nihai ve bütünleştirici amacı sınıfsız ve devletin sönümlendiği bir toplum olan komünizmdir. Buraya yürümek için öncelikle anti-emperyalist demokratik halk devrimi eşiğinin aşılmasını gerekiyor. Emekçilerin gerçek kurtuluşu devletinde bir parçası olan parlamentonun devrimle alaşağı edilmesi, işçi ve emekçi halkların devrimci halk cumhuriyetini kurmaylarıyla bağlıdır. Çünkü bu muazzam dönüşümler, işin doğası gereği, ancak geniş halk yığınlarının doğrudan inisiyatifi ile gerçekleşebilecek dönüşümlerdir ve parlamenter biçim başaracak durumda değildir. Marx’ın sözlerini hatırlarsak, “her üç ya da altı yılda bir, parlamentoda halkı yönetici sınıfın hangi üyesinin ‘temsil edeceği’ni ve ayaklar altına alacağını” belirleyen seçimlerle oluşturulan parlamento, halk yığınlarının doğrudan canlı eylemine tamamen dar gelecek bir deli gömleği olabilir ancak. Haliyle işçi sınıfının devrimci mücadelesinin temel aracı kitle eylemi ve kitlelerin öz-örgütlenmeleridir. Burada parlamentarist hayallerin acı sonuçları konusunda, iyi bilinen trajik Şili örneğini sadece hatırlatmakla yetinelim.
Bir
diğer nokta da, burjuva parlamentoların emekçi halkın köklü sorunlarını
çözemeyeceği gerçekliğidir. Aslında köklü sorunlar bir yana, parlamentolar
emekçi halkın basit ekonomik ve demokratik talepleri için bile genelde
başarısızdır.. Kolu kanadı kırılmış burjuva demokrasisi geleneğiyle Türkiye
örneği bunun önemli bir laboratuvarı niteliğindedir. Her nasılsa gündeme
gelebilmiş, ama egemen burjuvazinin işine gelmeyen birtakım yasa tasarılarının
parlamento dehlizlerinde uğradığı okus pokuslar sonucu sırra kadem basması ya
da kuşa çevrilerek yasalaşması gibi durumlar, sıradan gözlemcinin bile
görmemezlik edemeyeceği sıklıkla yaşanır bu topraklarda. Yine de bu tür
dolaplar bize özgü olmayıp, farklı yoğunluklarda olsa da her yerde rastlanan
dolaplardır, parlamenter demokrasinin doğasını yansıtırlar. Marx’ın
parlamentoyu “domuz ağılı”na benzetmesi orada oynanan bu tür pis oyunlara bir
göndermedir.
Son
cumhurbaşkanlığına tanınan yetkiler ve şeflik rejimine geçişle birlikte
parlamentonun işlevi tümüyle sıradanlaşmış ve tüm yetkiler tek kişinin eline
verilmiştir.
Haliyle
devrimciler, komünistler ve bilinçli öncü kesimlerin devrimci mücadelesi
açısından parlamento ve seçimlerin gerçek niteliği konusunda en küçük bir
yanılsama içinde olmamalı, bu konuda emekçileri aydınlatmalıdırlar. İşçi
sınıfının kurtuluşu devrim yoluyla bönce işçi ve emekçi ve ardından sosyalist
bir devlet kurarak, sınıfsız topluma geçiş sürecini başlatmaktan
geçmektedir. Burjuva demokrasisinden bin kat daha demokratik ve özgürlükçü bir
proleter demokrasisi demek olan işçi ve yoksul emekçi devleti, tam da bu
bakımdan kelimenin gerçek anlamında bir devlet olmayıp, geçiş dönemi içinde
sönümlenerek, yok olacak bir yarı-devlettir. Bu proleter demokrasi, parlamenter
demokrasinin aksine bir doğrudan demokrasidir, sadece birbirinden görünüşte
ayrılmış yasama ve yürütme işleri değil, tüm devlet işleri seçime tabidir,
seçilenler seçmenler tarafından her an görevden alınabilirler, ayrıcalıkları ve
işçilerden yüksek gelirleri yoktur, rotasyona tabidirler, , tüm halk
silahlıdır, kahrolası bürokratik işleyiş önemli ölçüde denetim altına
alınmıştır.
Seçimler
ve parlamentoya sosyalistlerin nasıl yaklaşması gerektiğini ortaya koyduktan
sonra şimdi somut olarak 24 Haziran seçimlerine kim nasıl yaklaşıyor sorununu
aydınlatmaya gelebiliriz.
Bir
kısım devrimci akımlar her halükarda seçimlere katılmak ve HDP’yi desteklemek
gerektiğini dillendirirken, bazı devrimci akımlar ise, açık ya da gizli
boykotçu tutum içinde hareket ederek, sübjektif düşünce tarzını kendilerine
temel alarak, yığınların gerçekliğini hiçe sayan bir hatta yürümektedirler.
İşçi
sınıfı ve emekçi yığınların gerçek durumunu veri almayıp, salt kendi
duygularını her şeyin merkezinde tutan, bolca devrim ve sosyalizmden bahseden
ama devrim ve sosyalizmi emekçilerin örgütlü gücüyle kurulacağı gerçeğini bir
yana iten, aslında yığınları sürü görüp taktiklerini öncülerin durumuna göre
belirleyen Yürüyüş, Yeniden Demokrasi ve ne i-düğü belli olmayan, “Burjuva
düzen partilerine oy verme, hesap sor” sloganını kendisine temel alan YDİ Çağrı,
Kızıl Bayrak vb. gibi “sol” gösterip sağ vuran yığınlardan kopuk yaşamın
gerçekliğinde uzak hayali senaryolarla uğraşan, yeri geldi mi çok Lenininci
geçinen ama Leninizm’i anlama başarısı gösteremeyen, palavracı akımlara karşı
burjuva parlamentosunun dağıtacak durumda olmadığımız koşullarda, sistem
vurarak emekçilerin politik ve ekonomik istemlerinin önündeki engelleri
kaldırmak için yolumuzu açmak bakımından seçimlerde ne yapılacağına ilişkin
Lenin’e başvuralım:
“Burjuva parlamentosunu ve bütün öteki gerici kurumları dağıtmaya gücümüz yetmediği sürece, bu kurumlarda çalışmak zorundasınız, özellikle hala papaz takımının aldattığı ve kır koşullarının aptallaştırdığı işçiler mevcut olduğu için, bu kurumlarda çalışmalısınız. Bunu yapmazsanız gevezeden başka bir şey değilsiniz” der ve yine Lenin biz bilinçli öncüler için zamanını doldurmuş olan parlamentonun geniş yığınlar içi zamanını doldurmadığından hareketler şunları söyler: “Parlamentonun tarihsel ömrünü doldurduğu” yolundaki argümana karşı da Lenin, “Bizim için zamanını doldurmuş olan bir şeyin, sınıf için, yığınlar için zamanını doldurduğunu sanmamak gerektiğini” hatırlatır. (“Sol” Komünizm)
“Burjuva parlamentosunu ve bütün öteki gerici kurumları dağıtmaya gücümüz yetmediği sürece, bu kurumlarda çalışmak zorundasınız, özellikle hala papaz takımının aldattığı ve kır koşullarının aptallaştırdığı işçiler mevcut olduğu için, bu kurumlarda çalışmalısınız. Bunu yapmazsanız gevezeden başka bir şey değilsiniz” der ve yine Lenin biz bilinçli öncüler için zamanını doldurmuş olan parlamentonun geniş yığınlar içi zamanını doldurmadığından hareketler şunları söyler: “Parlamentonun tarihsel ömrünü doldurduğu” yolundaki argümana karşı da Lenin, “Bizim için zamanını doldurmuş olan bir şeyin, sınıf için, yığınlar için zamanını doldurduğunu sanmamak gerektiğini” hatırlatır. (“Sol” Komünizm)
Buradan
hareket ettiğimizde Marksizm-Leninizm parlamento ve seçimlerden devrimci
amaçlarla yararlanmayı ve yığınları kendi öz-deneyimleri içinde eğitip
sistemden koparmayı hedefler. Bunun anlamı, parlamentonun niteliği konusunda
hiçbir surette hayaller yaymaksızın, seçim çalışmalarından ve parlamento
kürsülerinden, işçi sınıfı ve emekçi yığınların devrimci ve sosyalist dünya
görüşünün propagandasını yapmak ve kitlelerin politik bilincini yükseltmek,
örgütlenmek için yararlanmaktır.
Keza
Marksizm-Leninizm’in kurucuları çok erken bir dönemde devrimci politik
çalışmanın bu temel ilkesini öğretmişlerdi. Lenin de bu hususu değişik
vesilelerle birçok kez ifade etmiştir. Ya Lenin yoldaşın seçimler ve
parlamentoya ilişkin devrimci çözümleri doğru ya da artık Lenin yoldaşın
parlamento ve seçimlere dair ilkesel tutumu yanlıştır.
Gizli
ya da açık boykotçu Yürüyüş, YDİ Çağrı, Yeni Demokrasi vb. dergi çevreleri
yıllardan bu yana Lenin ile bağlarını koparmış öncü savaşı yaklaşımlara göre
tutum belirleyen emekçileri sürü gören, sol gösterip sağ pasifist bir konumda
duran kesimlerdir.
Kızıl
Bayrak ise gizli boykotçu olarak karnından konuşuyor. HDP ile diğer burjuva
düzen partilerini aynı kefeye koyuyor ama HDP’ye oy vermeyin çağrısı yapmıyor,
yapmıyor. HDP devrim partisi değil. Ama reform-ilerleme partisi olarak, HDP’nin
seçim deklarasyonu sistemin temellerinin devamını mı sağlıyor yoksa sistemin birçok
bakımından sarsılması ve çeşitli ulus ve ulusal azınlıklardan emekçilerin
eşitlik ve özgürlük savaşımının önünü mü açıyor? HDP burjuva düzen partiyse
neden HDP’ye oy vermeyin çağrısı yapmıyorsunuz. Bu bile Kızıl Bayrak’ın taktiği
yığınların somut durumu üzerinde değil de, kendi öncü savaşçı sübjektif
duyguları üzerinde inşa ettiğini gösteriyor.
Devrimci
ve komünistler seçimler ve parlamentoya somut durumun somut analizini yaparak,
yığınların örgütlülüğü ve politik bilinci temel alarak seçimlerde hangi taktik
çizgi izleyeceklerini belirlerler. Komünistler için seçimler ve parlamento amaç
değil, stratejik hedefimize yürümede emekçilere uzanmada bir araçtır.
“Seçimlerde, gerçekten geniş ve en geniş kitlelerin çıkarlarını yüceltmek
isteyen kişinin en başta gelen görevi, kitlelerin politik bilincini
geliştirmektir.” (Bir Kere Daha Particilik ve Ademi Particilik Üzerine, vurgu
bizim.) Bir başka yerde bunu daha açan Lenin şunları belirtir:
“Sosyal-Demokratlar- yani komünistler – için seçimler, özel bir siyasal işlem
değildir, bin bir türlü vaatte bulunarak sandalye kazanmaya çalışmak değildir,
ama sınıf bilinci olan proletaryanın siyasal dünya görüşünün ilkelerini ve
temel isteklerini savunmak için özel bir fırsattır.” (Reformcuların ve Devrimci
Sosyal-Demokratların Seçim Bildirgeleri)
İşçi
sınıfı hareketi daha Marx ve Engels’in sağlığında seçim ve parlamento
faaliyetine başlamıştır. Doğrusu, o günlerden bu yana, işçi sınıfı hareketinin
tarihi, burjuva parlamentoları ve seçimler konusunda olumlu ve olumsuz zengin
deneyimlerle doludur. İşçi sınıfının mücadeleleri toplumların genel oy hakkını
kazanmalarında temel etmen olmuş ve sonrasında da işçi sınıfı partileri
seçimlere katılarak parlamentolara temsilcilerini göndermeye başlamışlardır.
Ancak
bu çalışma, zaman içinde, sonuçları ağır olan bir sapma doğurmuştur. Bir
burjuva kurum olarak parlamento, işçi sınıfının temsilcilerini ayartarak bozma
ve düzen içine çekme işlevini görmüş, işçi hareketinde parlamentarist sapmaya
yol açmıştır.
II. Enternasyonal partilerinin önderlikleri, Avrupa’da uzun bir göreli barışçıl gelişme dönemi içinde, giderek artan oy oranları ve sandalye sayılarının etkisi ve düzenin yüksek çıkarları kabul görmenin ayartıcılığıyla seçimler ve parlamento yoluyla gürültüsüz patırtısız barış içinde içinde nihai hedefe varılabileceği yanılsamasına kapıldılar. Ve giderek devrimci kitle eylemine yabancılaşmaya ve legal parlamentarist faaliyeti temel eksen haline getirerek mutlaklaştırmaya başladılar. Lenin i tarafından “parlamenter avanaklık” gibi nitelemelerle de yerilen ve mücadele edilen bu parlamentarist eğilim, sonunda iflas ve ihanet noktasına geldi. 1914’te patlak veren birinci emperyalist dünya savaşı bu dönüşümü tescilleyen dramatik gelişme oldu. Bu pratik içindeki II. Enternasyonal partileri emperyalist savaşta enternasyonalist görevlerini tümüyle unutarak sosyal-şovenizme savruldular ve farklı ülkelerin işçilerini birbirlerine boğazlatan kendi burjuvazilerinin peşine takıldılar. Böylece, gerçekte engelleme ya da bir devrimle sonuçlanmasını sağlama potansiyeline sahip oldukları bu savaşta, milyonlarca insanın ölmesinin ve sakat kalmasının sorumluluğuna ortak oldular.
II. Enternasyonal partilerinin önderlikleri, Avrupa’da uzun bir göreli barışçıl gelişme dönemi içinde, giderek artan oy oranları ve sandalye sayılarının etkisi ve düzenin yüksek çıkarları kabul görmenin ayartıcılığıyla seçimler ve parlamento yoluyla gürültüsüz patırtısız barış içinde içinde nihai hedefe varılabileceği yanılsamasına kapıldılar. Ve giderek devrimci kitle eylemine yabancılaşmaya ve legal parlamentarist faaliyeti temel eksen haline getirerek mutlaklaştırmaya başladılar. Lenin i tarafından “parlamenter avanaklık” gibi nitelemelerle de yerilen ve mücadele edilen bu parlamentarist eğilim, sonunda iflas ve ihanet noktasına geldi. 1914’te patlak veren birinci emperyalist dünya savaşı bu dönüşümü tescilleyen dramatik gelişme oldu. Bu pratik içindeki II. Enternasyonal partileri emperyalist savaşta enternasyonalist görevlerini tümüyle unutarak sosyal-şovenizme savruldular ve farklı ülkelerin işçilerini birbirlerine boğazlatan kendi burjuvazilerinin peşine takıldılar. Böylece, gerçekte engelleme ya da bir devrimle sonuçlanmasını sağlama potansiyeline sahip oldukları bu savaşta, milyonlarca insanın ölmesinin ve sakat kalmasının sorumluluğuna ortak oldular.
Düzenin
temel kalelerinden biri olan parlamentonun, işçi sınıfının temsilcilerini
yoldan çıkarıp düzene esir almak için tehlikeli bir ortam yaratması nedeniyle,
Rus devrimci işçi hareketinde bu nokta ciddi bir tartışma konusu olmuş ve Lenin
de bu noktanın üzerinde önemle durmuştur. Menşevikler, parlamento grubunun
parti içinde hakim bir konumda olması anlayışına yatkın ve parlamento içi
yasama çalışmalarının ayrıntılarına fazladan önem verme, parlamentoya giden
vekillerin ellerinin de görece serbest bırakılması eğilimindeydiler. Buna karşı
Lenin, bu hususların tümünde katı biçimde karşıt eğilimde olmuş, parlamentodaki
parti grubunun kendi başına buyruk olmaması ve mutlak surette parti denetiminde
olmasında ısrar etmiştir. Parlamenter faaliyeti, parlamento dışı asli faaliyete
tabi, onun bir uzantısı olarak ele almış ve Bolşevik milletvekillerinin bu
çizginin dışına çıkmaması için katı kurallar getirilmesine önayak olmuştur.
Lenin’in
belirttiği üzere parlamentodaki sosyalistler konumlarını sadece parlamento
konuşmaları yapmak için değil, fakat aynı zamanda işçilerin komünist partiye ve
devrimci mücadelelerine her çeşit parlamento dışı yardımı yapmakta kullanmalıydılar.
Bolşeviklere göre kitlelerin dolaysız mücadelesi hareketin en yüksek biçimi ve
kitlelerin doğrudan eylemine dayanmayan parlamenter faaliyet ise hareketin en
düşük biçimiydi.
Bolşevikler
özellikle Menşeviklerle kesin ayrışmanın yaşandığı 1912’den sonraki meclis
(dördüncü Duma) faaliyetlerini (1914’te savaşın başlamasıyla Bolşevik vekiller
sürgüne gönderilmiştir) çok başarılı biçimde yürütmüşlerdir. Bolşevik
milletvekillerinin tamamı fabrika işçileriydiler (dört metal işçisi, iki
tekstil işçisi) ve hepsi de büyük sanayi bölgelerinden seçilmişlerdi. Bu
vekiller çalışmalarını tümüyle parlamento dışında fabrikalardan işçilerle iç
içe yürütmüş, parti basını aracılığıyla, vekillerin başları üzerinden kitlelere
seslenmeyi esas almışlardı. Duma üyeleri üzerinde partinin kontrolü
sağlanmıştı. Örneğin kürsüden yapılacak konuşmaların birçoğunu Lenin bizzat
yazardı.
İşçi
hareketi içinde parlamentarist sapmanın yanı sıra, parlamenter çalışmayı
ilkesel olarak reddeden anti-parlamentocu bir sapma da hep olmuştur. Ancak bu
eğilim II. Enternasyonal partilerine egemen olan parlamentarist sapmanın
vahim sonuçlarına bir tepki olarak güç kazanmıştır. Kendisini esas olarak
parlamento ve seçimleri boykot biçiminde ortaya koyan bu eğilim de Lenin
tarafından mahkûm edilmiş ve onun amansız eleştirisinden nasibini almıştır.
Lenin’in parlamenter faaliyetin gerekliliği ve parlamentolardan yararlanma
konusundaki temel yaklaşımını yukarıda zaten aktarmış bulunuyoruz. Burada esas
olarak boykot taktiği sorunu üzerinde duracağız. Zira Lenin’in uyarılarına
rağmen, keskin Leninci geçinen birçok küçük devrimci çevre bugün müzmin
boykotçu bir tutum içindedir.
Boykot
sorunu Rus işçi hareketinin önüne birçok kez gelmiş ve değişik hizipler
arasında şiddetli anlaşmazlıklara yol açmıştır. Netameli bir sorun olan boykot
konusunda her zaman kılı kırk yaran Lenin, tümüyle somut şartlara bağlı olarak
boykot tutumunu kimi zaman savunmuş kimi zaman karşı çıkmıştır.
Bu
sorun ilk olarak 1905 devrim süreci başladıktan sonra, o yıl içinde çarlığın
danışma niteliğinde bir meclis istediğini ilan etmesiyle gündeme geldi.
Menşevikler bu meclise ve seçimlerine katılmak gerektiğini savunurken, Lenin ve
Bolşevikler buna karşı “aktif boykotu” savundular. Bu tutum, yükselen bir
devrim sürecinin gereğiydi ve doğruydu. Lenin bunun koşullarını şöyle dile
getirmişti: “Rus devriminin deneyiminin gösterdiği gibi aktif boykot, ancak
yaygın, evrensel ve devrimin sürekli yükselişi ve bunun silahlı ayaklanmaya
dönüşme koşullarında… Sosyal demokratların doğru taktiğidir.” (Üçüncü Duma
Seçimlerine Katılım Konusunda Taslak Karar)
Burada
devrimin yükselmeye devam edeceği beklentisi kilit bir yer tutuyordu ve bu
nedenle Lenin, “Aktif boykot… Açık, kesin ve dolaysız bir slogan olmadan
düşünülemez. Bu slogan ancak silahlı ayaklanma olabilir” diyordu. (Buligin
Duması’nı Boykot ve Ayaklanma)
Nitekim 1905’in sonunda gerçekleşen Moskova ayaklanması da bu tespit ve tutumu haklı çıkardı. Fakat 1906 yılında ise koşullar değişmeye başlamış ve devrim geri çekilmişti. Değişen koşullarda boykot taktiğini sürdürmek yanlıştı. Lenin ilerleyen yıllar içinde bu soruna değinecekti:
Nitekim 1905’in sonunda gerçekleşen Moskova ayaklanması da bu tespit ve tutumu haklı çıkardı. Fakat 1906 yılında ise koşullar değişmeye başlamış ve devrim geri çekilmişti. Değişen koşullarda boykot taktiğini sürdürmek yanlıştı. Lenin ilerleyen yıllar içinde bu soruna değinecekti:
“1905’te
‘parlamento’nun Bolşevikler tarafından boykot edilmesi, devrimci proletaryaya
son derece değerli bir siyasi tecrübe kazandırdı ve legal ve illegal, parlamenter
ve parlamento-dışı mücadele biçimleri birleştirildiğinde, parlamenter biçimleri
reddetmenin bazen yararlı ve hatta zorunlu olduğunu gösterdi. Ama bu tecrübeyi
körü körüne, taklitçi biçimde, eleştirisiz, başka koşullara, başka durumlara
uygulamak son derece yanlış olur. Bolşeviklerin 1906’da ‘Duma’yı boykot
etmeleri, küçük ve kolay onarılabilir olmakla beraber, gene de bir hataydı.
Duma’nın 1907, 1908 ve sonraki yıllardaki boykotu ise vahim ve onarılması zor
bir hata oldu, çünkü o sırada, bir yandan devrimci dalganın çok hızlı bir
yükselişi ve bunun ayaklanmaya dönüşmesi beklenemezdi, diğer yandan burjuva
monarşinin yeniden dirilişini getiren tarihsel durumun bütünü, legal çalışma
ile illegal çalışmanın birleştirilmesini gerekli kılıyordu.” (Sol Komünizm,
düzeltilmiş çeviri.)
Özetle
Lenin, açık bir devrimci yükseliş söz konusu olmadıkça, meselenin önemini
abartmaksızın, en küçük bir fırsat aralığı doğduğunda dahi seçimlerden ve
parlamentodan devrimci biçimde yararlanma gereğini savunmuştur. Bu çerçevede,
seçimlerin “anti-demokratik” usullerle yapıldığı ya da kitle hareketi
bakımından önemli sonuçlar getirme olasılığının güçlü olmadığı gibi, bugün de
dillendirilen itirazları yanıtlayarak, fırsatın yine de değerlendirilmesinden
yana olmuştur. “Hepimiz şunu gayet iyi biliyoruz ki, 1912 seçimleri (1911 ve
1908’de olduğu gibi, koşullar durumu radikal olarak değiştirmedikçe) ne bir
‘geniş’ ne de bir ‘açık’ ‘kitle seferberliği’ getirmeyecektir ve getiremez.
Verebileceğinin tümü eylem için pek de geniş ve açık olmayan mütevazı bir
olanaktır ve bu olanak kullanılmalıdır.” (Lenin, Seçim Kampanyasının Temel
Sorunları, vurgu bizim.)
Yine
bir başka yerde: “Gerici Duma toprak sahiplerine yönetimi, gücü; burjuvaziye
pazarlıklarını yapabileceği bir alanı ve proletaryaya da çok az bir söz hakkı
veriyor. Bu durumda küçük söz hakkı önemli bir faktör oluyor. Bu küçük söz
hakkına gereksinmemiz var. Seçim kampanyasına, kitle içinde devrimci çalışma
yapabilmek için gereksinme duyuyoruz.” (Lenin, Dördüncü Duma Seçim Kampanyası
ve Devrimci-Sosyal Demokratların Görevleri, vurgu bizim.)
Bugün
devrimci harekette tartışma ve eleştiri konusu olan noktalardan birisi de
Demirtaş ve HDP’nin desteklenmesi sorunudur. Parlamentoya ve seçimlere doğru
devrimci ilkeler temelinde yaklaştıktan sonra, yani işin temelinde bir
parlamento ve seçimlerde ne beklediğimiz bilindikten sonra, somut pratik bir
sorun olarak eşitlik ve özgürlük savaşımına güç katacak olan demokrat ve
ilerici bir parti olan HDP’nin desteklenmesi sorun olmamalıdır. Faşist dinci şeflik
rejimine geçişin önünü açan, işçi ve emekçi yığınlar için yeni felaketin yolunu
döşeyecek olan, egemen sınıf klikler arası koalisyon ve çelişki-çatışmayı bir
yana itecek olan Hitler taslağı şeflik rejiminin karşısında durmak ve okun
sivri ucunu AKP-MHP faşist devlet ittifakına yöneltmek ve “Millet ittifakı"nın karşısında emeklere demokratik bir alternatif sunmak oldukça önem taşıyor.
Emekçilerin ve devrimcilerin gücünü test etmek bakımından da seçimler bir
laboratuvardır.
Kuşku
yok ki devrimci bir örgüt için seçimler söz konusu olduğunda önemli olan ve
çalışmanın esasını teşkil eden, devrim ve sosyalizmin propagandası için
yararlanmaktır, devrimci yöntemdir, devrimci programdır, çalışmanın devrimci
içeriğidir, devrimci şiarlardır. Bu çalışma, somutta elbette kime oy vermek
gerektiği ya da oy vermemek gerektiği bakımından da önem taşır. Bu nedenle
seçimlerde yalnızca propaganda ajitasyon değil aynı zamanda gücümüzün de test
edilmesi ve ne kadar yığınları etkilediğimizin açığa çıkarılması da gerekiyor.
Lenin
yoldaş devrimci mücadelede ittifaklar ya da bloklar konusunda sağlam devrimci
temellere dayanan esnek bir taktik yaklaşımı ortaya koymuştur. Nitekim 1907’de
Bolşevikler, kısa bir süre için, ‘sosyalist-devrimciler’ ile Duma seçimlerinde
belirli bir siyasi blok teşkil etmişlerdir.
Yine
o dönemde Lenin yoldaşın dağınık ve zayıf bir örgütlülük içinde bulunan İngiliz
komünistlerine öğütleri de, taktiklerde düz ve kopyacı bir yaklaşım içinde
olunmamasını gösteriyor. Nitekim Lenin yoldaş koşulların sağlanması kaydıyla o
günün özgün koşullarında İngiliz İşçi Partisi'ni destekleyebileceklerini
belirtir. “Henderson’ların, Clynes, MacDonald ve Snowden’lerin iflah olmaz
gericiler oldukları doğrudur. Bunların, iktidara geçmek istedikleri ve bu yolda
zaten burjuvaziyle koalisyon kurmayı yeğledikleri; burjuva kurallarına göre
ülkeyi ‘yönetmek’ istedikleri ve iktidara geçince zorunlu olarak Scheidemann ve
Noske’ler gibi davranacakları da doğrudur. Bütün bunlar doğrudur. Ama bundan,
bunları desteklemenin devrime ihanet olduğu sonucu çıkarılamaz; bundan
çıkarılabilecek tek sonuç, işçi sınıfı devrimcilerinin, devrimin çıkarı için bu
baylara belirli ölçüde parlamenter destek sağlamaları gerektiğidir.” (“Sol”
Komünizm)
“Seçim propagandamızı, komünizmden yana bildiriler dağıtarak ve kendi adaylarımızın seçime katılmadıkları bütün bölgelerde, seçmeni, burjuva adaya karşı, İşçi Partisi adayına oy vermeye davet ederek yapardık.” (age)
“Seçim propagandamızı, komünizmden yana bildiriler dağıtarak ve kendi adaylarımızın seçime katılmadıkları bütün bölgelerde, seçmeni, burjuva adaya karşı, İşçi Partisi adayına oy vermeye davet ederek yapardık.” (age)
Burada
da görülebileceği Lenin yoldaş politik savaşıma duygusal temelde değil, işçi
sınıfı ve emekçi yığınların çıkarları bakımından yaklaşıyor. Değişen politik
koşullara göre taktiklerin değişeceğine işaret ediyor. O nedenle, yukarıdaki
satırlarda değinilen sorun da dahil her şey farklılaşan koşullar temelinde
özenle incelenmeli, kopyacılığa ve lafazanlığa düşülmemelidir. Bolşevizm söz
konusu olduğunda da Lenin, boş övgülere değil, sorunların özünü titizlikle
incelemeye ihtiyaç olduğuna değinmiş ve “Bizi biraz daha az övün de, Bolşevik
taktiğini daha çok inceleyin, o taktiği daha çok benimseyin” demiştir. Sanırız
bugün bu sözlere eklenecek fazla şey bulunmuyor.
Lenin
ve Bolşeviklerin seçimler ve parlamentoya nasıl yaklaştıklarına ilişkin taktik
çizgisini özetledikten sonra şimdide 24 Haziran seçimlerine ilişkin izlemesi
gereken taktiğin ne olmasına ilişkin tutumlara bakalım. Seçimlerde yığınların
durumunu hiçe sayarak, öyle ya da böyle açık ya da gizli boykot taktiği
izleyeceğini açıklayan dergi çevreleri; Yürüyüş, Yeni Demokrasi, Mücadele
Birliği, Çağrı, ve Kızıl Bayrak. Aslında boykotçu akımların ortak özelliği,
devrimci taktiği kitlelerin içinde bulundukları durum ve devrimci hareketin
örgütlülük ve yığınları etkileyip harekete geçirme gücünü analizi değil,
öncülerin durumu üzerinde ele almalarında ifadesini bulur.
Bu
dergi çevreleri değişik gerekçeler öne sürmüş olsalar da, aslında parlamento ve
seçimleri yığınları kazanma ve onları düzenden kopararak devrimci savaşıma
çekmede bir devrimci araç olarak görmekten uzak dokunulduğunda kirlenilecek bir
araç olarak görmektedirler. Biz açık ya da gizli boykotçu cenahtan, diğer
boykotçularla aşağı yukarı aynı zihniyete sahip olmaları nedeniyle Bolşevik
parti ve Kızıl Bayrak’ı eleştirerek, diğer boykotçulara da yanıt vermiş
olacağız.
Bolşevik Parti fil küllerinde mi yaşıyor…
Geçmişten
bu yana sürekli olarak seçimler ve parlamento sorununa sol maceracı ve
yığınları hiçe sayan, masa başı sübjektif öncülere göre tavır belirleyen
Bolşevik Parti, eski alışkanlıklarını bir dönem seçimlere katılıp HDP’yi
destekleyen tutumlarıyla terk etmişlerdi.
Ne
ki Bolşevik parti, ideolojik kuşatmayı ve öncülere göre taktik belirleme
alışkanlığını aşamadıklarından olsa gerek, 2018 baskın seçimde yine eski
herşeye rağmen kendi çalıp kendi oynayan ve Leninizm’le ilgisi alakası olmayan
pasifist boykotçuluğa yeniden dönmüş oldu. Dün boykot gerekçesini farklı
nedenlere dayandıran Bolşevik Parti bugünde bakın boykot taktiğini neye
dayandırıyor:
“Olağanüstü hal
şartlarında baskın seçim meşru değildir!
Bu
kirli oyunun parçası olma! Oy verme!
18
Nisan’da, baskın seçime gitmeye karar verdiler. Senin onaylaman, oy vermen için
yalan üstüne yalanlar yağacak, inanma! Oy verme!
OHAL
şartlarında, faşizmin bütün azgınlığıyla hüküm sürdüğü, kitlelerin ırkçı/şoven
söylemlerle kışkırtıldığı; demokrasiyi savunan yüzlerce HDP üyesinin
zindanlarda olduğu ortamda yapılacak seçim sahtekarlığında… Oy verme!
OHAL
şartlarında, savaş koşullarında, koyu faşizmin uygulandığı şartlarda yapılacak
seçimler meşru değildir. OHAL şartlarında seçim olmaz, olamaz. OHAL şartlarında
yapılacak bir seçimin meşrutiyeti yoktur. OHAL koşullarında HDP’nin seçim çalışmasının
engellenmesi muhtemeldir. Silahlar eşit değildir. Faşist devletin kolluk
güçleri, Kuzey Kürdistan’da, HDP’ye gidecek oyları süngü zoru ile
engelleyecektir. HDP’li milletvekilleri ve binlerce aktivisti hapistedir.
HDP’nin burjuva parlamentosunda burjuva siyaset yapmasına dâhi müsaade
edilmemektedir. Olağanüstü hâl şartlarında, AKP/MHP’nin oynadığı oyunun parçası
olma! oy verme!
Onların
değil, kendi kızıl bayrağın senin demokratik devletinde dalgalandığında sana
huzur olacak. Unutma! Onlara oy verme!
Vereceğin
her oy ile birbirlerinden özde farkı olmayan partiler arasında tercih yapmanı
istedikleri için oy verme!
AKP’sinden,
CHP’sine, İYİ’sinden, MHP’sine hepsi senden oy isteyecek! Oy verme! Çünkü yok
birbirlerinden farkları. Oy verme!
Tercihin
devrim olmalıdır. Sosyalizm senin tek kurtuluş sistemindir. Tercihini
sosyalizmden yana yap! Bunlardan kurtulmanın gücü sende var! Unutma! (Bolşevik
Parti “Bolşevik Parti – Kuzey Kürdistan Türkiye” bildirisinden, 19 Nisan 2018)
Bolşevik
Parti’nin bildirisinde kitlelerin içinde bulunduğu somut durumun tahlili hak
getire. Peki devrimci taktik neye göre belirlenir: devrim ve karşı devrim
arasındaki güç ilişkileri, işçi ve emekçi yığınların örgütlülük ve politik
savaşım hali, grev, direniş ve kitle hareketinin gelişme eğilimi devrimci
hareketin birleşik gücü vb. bütünsellik içinde ele alınarak devrimci taktik
belirlenir.
Ama
Bolşevik partinin kitleleri ve devrimci hareketin gerçekliğini ciddi bir
şekilde analiz ederek, taktiğini bu gerçek üzerine bina ettiği düşünülemez.
Yani
Bolşevik Parti, koyu faşizm koşularında seçimler ve parlamento bir mücadele
aracı olarak devrimci harekete tarafından kullanılmayacağı öne sürülüyor. Bu
yaklaşım bizlere hiçte yabancı değil. Geçmişte partizan geleneği sıklıkla öncü
savaşı yaklaşımlarıyla ve Maocu bakış açısıyla-sürekli devrimci durum ve
silahlı mücadele öndedir, kitleleri öncü savaşla uyandırıp ayağa kaldırma
yaklaşımı temel alındığından dolayı, parlamento ve seçimler bir mücadele silahı
olarak anlaşılamamış ve boykotçuluk geçer akçe kılınmıştır.
Bolşevik
Parti'ye göre seçimlere faşist diktatörlük koşullarından katılınamaz. Çünkü
seçimler bu koşullarda meşru olmazmış. Peki, faşizmi darbelemek ve yığınları
devrimci bilinçle donatmak için, yıkacak güce ulaşamadığımız sürece seçimlerde
devrimci amaçla yararlanmalı ve yığınların ve devrimci hareketin gücünü test
etmeliyiz.
Dünya
devrimi ve komünist hareketinin deneyimleri Bolşevik Parti'nin bu tezini boşa
çıkaran onlarca örneğe tanıktır. Faşizmi her şeyi muktedir gören Bolşevik Parti,
kitlelerin gücünün faşizmin saflarından nasıl gedikler açıp, demokrasi ve
özgürlük mücadelesine alan açtığına pek inanmıyor. Gerek 40’lar da Hitler
Almanya’sında ve gerekse de 60-70 ve 70-80 ve 85-90’lar Türkiye’sinde bu
gerçekleri görmek hiçte zor olmasa gerek.
Seçimlere
bağımsız devrimci-sosyalist adaylar ya da eylem ve güç birliği seçim blokuyla -HDP
etrafında olduğu gibi- katılmak, faşizmin yasak ve engellerini devrimci
kararlılıkla aşarak yığınlara ulaşmak için neden faşist diktatörlüğün
meşrulaştırsın ki. İşçi ve emekçi yığınlara göre egemen sınıfların faşist ve
gerici iktidarları zaten meşru değildir. Ama bize göre faşist diktatörlüğü
meşru olmaması kitleler içinde meşru olmadığı anlamına gelmiyor. Ayrıca
burjuvazinin egemen olduğu sistemde gündemi belirleyen devletin yasalarıdır.
Durum böyle olunca biz devrimci ve komünistler bu yasaları tanımasak da, bu
yasaların değişimi ve parçalanması için, dur durak bilmeden mücadele etmekle
yükümlüyüz. Bu mücadele öncülerin durumuna değil, emekçilerin içinde bulundukları
somut durumla bağlı olduğunu unutmamalıyız.
Bolşevik
Parti’ye göre bugünkü faşist diktatörlüğe göre daha ilkel ve anti-demokratik
uygulamalar içinde olan Çarlık Rusya’sın da Lenin ve Bolşeviklerin seçimlere
hiç katılmaması ve sürekli boykot taktiği izlemeleri gerekiyordu.
Ama
durumun hiçte Bolşevik Parti’nin düşündüğü gibi; “parlamento ve seçimlere
burjuva demokratik hakların olduğu koşullarda katılınır” biçimindeki
yaklaşımı, Lenin ve Bolşeviklerin teori ve pratiği boşa çıkarıyor. Rusya da
Bolşevikler en gerici Çarlık rejiminde bile Duma seçimlerine katılıyorlar ve
hatta Anayasacı Demokratlarla ittifak bile yapıyorlar.
Demek
ki temel sorun, devrimci ve komünistlerin kendi güçlerine inanmaları, ilkeli
davranmaları ve faşizmin ve gericiliğin engelleme ve yasak dayatmalarını aşmak
için gereken devrimci çabayı göstermeli ve yığınları bu doğrultuda harekete
geçirmeleridir.
Hiç
bir devrimci akım seçimlerin kurtuluş olduğunu söylemiyor. Seçimlere her akım
kendi sınıfsal çıkarları doğrultusunda katılıyor. HDP etrafında oluşan emek ve
demokrasi ittifakı, faşizmi darbelemek ve eşitlik ve özgürlük savaşımına yol
açmak amacıyla seçimleri ve parlamentoyu bir mücadele aracı olarak görüp
kullanıyor. HDP içinde seçimleri amaç edinen akım ve partiler olabilir. Dahası
buradan hareketle herkesi aynı kefeye koymak hatalı bir tutumdur.
Her
ne olursa olsun bu HDP’nin faşizmin kuşatmasını yarma da, demokratik ve ilerici
alternatif bir güç olduğu ve yığınları devletle çatışmaya sokmada, onları kendi
öz pratiklerinde eğiterek düzenden koparıp devrimci saflara kazanmada önemli
bir işlev göreceği gerçeğini gölgeleme. Buradan hareket ettiğimizde Bolşevik
Parti aslında yığınları hiçe sayarak kendi durumuna uygun taktik çizgi
belirliyor. Bunun bilimsellikle ve yığınların içinde bulundukları durumun
analiziyle hiç bir bağının olmadığını görmeli ve pasifist tutumlardan
uzaklaşarak, eşitlik, özgürlük ve demokrasi savaşımına güç katan, burjuva düzen
partilerinin karşısında özellikle şeflik rejiminin önünü açarak halklarımızı
daha fazla karanlık dehlizler içine itmeye çalışacak olan faşist dinci Cumhur
ittifakının önünün kesilmesi için, reformistte olsa, demokrat ve ilerici bir
seçim bloku olan Demirtaş’ın ve HDP’nin desteklenmesi gerekiyor.
Kızıl Bayrak karnında konuşuyor ve seçim
taktiği belirlemede kitleleri hiçe sayıyor
Kızıl Bayrak çevresi devrimci taktikten uzak, özünd seçim taktiğini öncülere göre belirlemeye kalkışan, ama ne söylediği yeterince belli olmayan, genel yuvarlak laflarla gerçekleri kapatmaya çalışan örneği sunuyor. 24 Haziran seçimlerine ilişkin BDSP’nin bildirisinde yapılan çağrıya bakalım: "Bugüne kadar seçim oyununda kazanan burjuvazi, kaybeden ise biz işçi ve emekçiler oldu. Oysa onların sömürü ve zulüm üzerine kurdukları bu düzene hiç de mahkum değiliz. Bizim devrimci alternatifimiz, buna dayalı devrimci çıkış yolumuz var.
Kızıl Bayrak çevresi devrimci taktikten uzak, özünd seçim taktiğini öncülere göre belirlemeye kalkışan, ama ne söylediği yeterince belli olmayan, genel yuvarlak laflarla gerçekleri kapatmaya çalışan örneği sunuyor. 24 Haziran seçimlerine ilişkin BDSP’nin bildirisinde yapılan çağrıya bakalım: "Bugüne kadar seçim oyununda kazanan burjuvazi, kaybeden ise biz işçi ve emekçiler oldu. Oysa onların sömürü ve zulüm üzerine kurdukları bu düzene hiç de mahkum değiliz. Bizim devrimci alternatifimiz, buna dayalı devrimci çıkış yolumuz var.
Yapmamız
gereken, kendi kaderimizi ellerimize almak, mücadele yolunu tutarak sömürücü
haramilerin düzenine başkaldırmaktır. Özgürlük ve bağımsızlık için, sınıfsız ve
sömürüsüz bir dünya için kavgaya atılmaktır. Bu çürümüş sömürü düzenini yıkmak
işçi ve emekçilerin eşit, kardeşçe yaşayacağı sosyalizmi kurmaktır.
Bunun
için tüm kurumlarıyla mevcut düzeni reddetmeli, sosyalist işçi-emekçi
cumhuriyeti için savaşmalıyız! Bunun için, emperyalistlerin ve büyük
burjuvazinin elindeki kapitalist mülkiyete el konulması, bu sömürücü asalaklara
ait tüm zenginliklerin halka mal edilmesi ve tüm toplumun hizmetine sunulması
için mücadele etmeliyiz.
Seçim
sürecinde “Düzen partilerine oy verme, hesap sor!”, “Çözüm ne seçimde, ne
mecliste, ne tek adam rejiminde, çözüm işçi ve emekçilerin devrimci sınıf
mücadelesinde! Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde” şiarlarını
yükseltmeliyiz.” (Çözüm devrimde, kurtuluş sosyalizmde, BDSP bildirisinden.)
Kızıl
Bayrak’ın emekçilere yönelik çağrısında taktik adına bir şey yok. Çünkü Düzen
Partilerine oy verme hesap sor” deniyor. Peki, HDP burjuva düzen partisi mi? İkinci
olarak tüm burjuva düzen partileri aynı kategoride mi? Yine devrim iktidar
sorunu değil mi. Mevcut halde iktidar AKP-MHP’nin elinde mi yoksa tüm burjuva
düzen partilerin mi? HDP burjuva düzenini koruyup kollamak için neler
yapmaktadır. Dahası HDP’nin seçim beyannamesi, işçi ve emekçi yığınların
devrimci mücadelelerine nasıl köstek olmaktadır?. K.Bayrak yazarları attıkça
coşuyorlar coştukça atıyorlar. İnsan yazılanların ardından dönüp bir okur. Ben
ne yazdım ve kime çağrı yapıyorum. Kim dostum kim düşmanım. Kim ara etkisiz
yada tarafıs zhale getirilmesi gereken güç. Bunların hiç birisi Kızıl Bayrak’ı
ilgilendirmiyor.
O
ne kadar çok devrim ve sosyalizm lafı edersem yığınlar o kadar hızla devrim ve
sosyalizm savaşımına akar diye düşünüyor. Bu akım 1987 yılında kuruldu. Herkesi
reformist revizyonistlik ve parlamentarizmle suçladı. Yıl 2018. Yani Kızıl Bayrak
çevresinin yepyeni programla ortaya çıktıkları tarihten bu yana 21. yıl geçti.
Kızıl Bayrak 21.yılda nerden nereye geldi ve reformist-legalist olarak suçladığı
akımlardan farklı ne yaptı?
21. yılda bir arpa boyu yol alamayanlar, sınıftan kopuk kendi çalıp kendi oynayan, devrimci işçi hareketi ve devrimci hareketin dipten seyrettiği yönlü değerlendirmeler yapanlar, şimdi kalkıp yuvarlak laflar etmekten öte gidemeyen ne i-düğü belli olmayan yaklaşımlarla taktiksizliğin teorisini yapıyorlar. Aslında Kızıl Bayrak ve boykotçuların temel yaklaşımı, devrim dışında başka şeyler bizi ilgilendirmiyor noktasına çıkıyor.
Nitekim şeflik rejimiyle, parlamentonun yetkilerinin daha önde olduğu sistemin emekçiler ve devrimciler için aynı olduğunu söylemek kadar gerçek dışı bir değerlendirme olmaz. Yine iktidarı elinde tutan ve şeflik rejiminin yolunu döşeyecek olan Cumhur ittifakıyla , CHP-İYİ Parti-SP-DP’nin kurduğu “Millet İttifakı”nı aynı kefeye koymakta doğru değildir. Birisi iktidarda diğeri ise muhalefette. Her ikisi de devrim ve emekçi kitle hareketi karşısında elbette gericidirler. Ama gericilikten geriliğe farklı olduğunu da unutmamalıyız.
Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerini kazanmasının ve Erdoğan kliğinin iktidarı yitirmesinin, Türkiye ve Kürdistan halklarının çözüm bekleyen temel sorunlarını çözmeyeceği ve statükoyu ufak-tefek değişikliklerle sürdürmenin ötesine geçemeyeceği bir gerçek. Zaten devrimcilerin böyle bir beklentisi de olmaz. Devrimci köklü bir değişiklik ancak, faşist TC devletinin kitlelerin örgütlü devrimci ayaklanmasıyla politik iktidarı zor yoluyla yıkılacak ve bir işçi-emekçi halk cumhuriyet kurmasıyla mümkündür.
21. yılda bir arpa boyu yol alamayanlar, sınıftan kopuk kendi çalıp kendi oynayan, devrimci işçi hareketi ve devrimci hareketin dipten seyrettiği yönlü değerlendirmeler yapanlar, şimdi kalkıp yuvarlak laflar etmekten öte gidemeyen ne i-düğü belli olmayan yaklaşımlarla taktiksizliğin teorisini yapıyorlar. Aslında Kızıl Bayrak ve boykotçuların temel yaklaşımı, devrim dışında başka şeyler bizi ilgilendirmiyor noktasına çıkıyor.
Nitekim şeflik rejimiyle, parlamentonun yetkilerinin daha önde olduğu sistemin emekçiler ve devrimciler için aynı olduğunu söylemek kadar gerçek dışı bir değerlendirme olmaz. Yine iktidarı elinde tutan ve şeflik rejiminin yolunu döşeyecek olan Cumhur ittifakıyla , CHP-İYİ Parti-SP-DP’nin kurduğu “Millet İttifakı”nı aynı kefeye koymakta doğru değildir. Birisi iktidarda diğeri ise muhalefette. Her ikisi de devrim ve emekçi kitle hareketi karşısında elbette gericidirler. Ama gericilikten geriliğe farklı olduğunu da unutmamalıyız.
Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimlerini kazanmasının ve Erdoğan kliğinin iktidarı yitirmesinin, Türkiye ve Kürdistan halklarının çözüm bekleyen temel sorunlarını çözmeyeceği ve statükoyu ufak-tefek değişikliklerle sürdürmenin ötesine geçemeyeceği bir gerçek. Zaten devrimcilerin böyle bir beklentisi de olmaz. Devrimci köklü bir değişiklik ancak, faşist TC devletinin kitlelerin örgütlü devrimci ayaklanmasıyla politik iktidarı zor yoluyla yıkılacak ve bir işçi-emekçi halk cumhuriyet kurmasıyla mümkündür.
Ne
ki işçi ve emekçilerin örgütlüğü, devrimci ve sosyalist hareketin durumu var
olan faşist dinci düzeni temelden değiştirme gücünün olmadığı mevcut halde
iktidarın hangi burjuva katmanı ya da kliğinin eline geçeceğinin bizi
ilgilendirmediğini de söylemek, yığınları burjuvazinin değişik
seçeneklerine teslim etmek olacaktır. Bunu söylemek ve burjuva rejiminin
hangi biçimi alacağını önemsememek ve bunu yaparken -hepsinin de gerici olduğu
gerekçesinin arkasına sığınmak- devrimcilik adına sağcılığın daniskasıdır.
Devrimci bir durumun olmadığı mevcut halde devrimci ve sosyalistleri
ilgilendiren temel sorun şudur; işçi, emekçi ve devrimci eylemin ve muhalefetin
gelişmesi ve yaygınlaşması bakımından hangisi daha uygundur? Seçimlerde hangi
aday seçimi kazanması işçi, emekçi ve Kürt özgürlük mücadelesinin büyütülmesi
açısından daha uygun bir ortam yaratacaktır. Sorunu dost doğru iktidarda
kim ve emekçileri baskı, faşist zulüm, yasak ve zindan korkuluğu altında tutan
kimdir ya da kimlerdir sorusunu sorup doğru yanıt verilmezse zarar görecek
olan, işçi, emekçi, Kürt ve devrimci hareket olacaktır.
Dahası
tüm toplumu bir Hitler taslağı şeflik rejiminin içine hapsetmeye çalışan ve tüm
yetkileri kendi elinde toplayan Erdoğan kliğinin totaliter egemenliği ve
sıkıyönetim rejimi mi? Yoksa iktidarın farklı burjuva fraksiyonları arasında
paylaşıldığı ve farklı burjuva partileri arasındaki yarışmanın devrimci hareket
ve kitleler için bir manevra olanağı sunan geleneksel bir gerici burjuva rejimi
mi? Her şeyin cahil, kaba, ihtiraslı ve yeni-Osmanlıcı hayaller kuran maceracı
bir diktatörün elinde olduğu bir İslami-faşist rejim mi, yoksa burjuva
hukukunun yarım yamalak bir tarzda da olsa işlediği, basın, gösteri ve
örgütlenme vb. özgürlüklerinin az çok kullanılabildiği çok partili bir gerici
burjuva rejimi mi? Bizim için ve emekçi halk için ikincisinin ehven-i şer
(kötünün iyisi) olduğu açık olmalı.
Bir
kere şunun görülmesi gerekiyor.
16
yıldır iktidarda olan Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı yarışını yitirmesi AKP
faşist dinci diktatörlüğünün büyük darbe yemesi ve şeflik rejiminin önünün
kesilmesi anlamına geleceği gibi, böyle bir sonuç siyasal iktidarın
tümünün Erdoğan kliğinin elinde toplanmasını engelleyecek, AKP’nin ve egemen
sınıfın iç çatışmalarını keskinleştirecek ve ezilen/sömürülen yığın ve kesimlerin
mücadelesinin gelişmesi için daha uygun koşullar yaratacak, onların
politik öncülerinin manevra yapma olanaklarını artıracaktır. Bunun tersi durumu
ise, Erdoğan kliğine; Kürt halkı ve ulusal kurtuluş hareketi başta gelmek
üzere, işçi sınıfına ve halklara ve demokrasi güçlerine daha pervasız bir
tarzda saldırma olanağı verecektir; iç ve dış politikada halklara yönelik
yeni saldırıların önünü açacaktır.
Kuşku
yok ki, işçi ve emekçi yığınların kitlesel eylemlerinin gelişip güçlendiği,
grev ve direnişlerin yaygınlaştığı, devrimci hareketin toparlanıp öne fırladığı
yani devrimci bir durumun ön gününde olunmuş olsaydı ve Türk işçi ve emekçileri
arasında devrimci ve sosyalist hareket önemli bir örgütlülüğe sahip olmuş
olsaydı, taktiksel yaklaşım daha farklı olurdu. O zaman günün yakıcı görevi
ayaklanmak ve burjuva devletini yıkmak olurdu. Böylesi bir alternatifin kapıda
olduğu durumda dikkati esas olarak seçimler ve parlamento üzerine
yoğunlaştırmak ve iktidardaki kliğin yerine farklı bir burjuva kliğini gelip
gelmeyeceği üzerin tartışılmazdı. Ne var ki hiç kimse kalkıp mevcut halde Türkiye’de
böyle bir devrimci durumun yaşanmadığını ve Türk işçi ve emekçileri arasında
önemli bir örgütlülüğe sahip olunmadığını inkar edemez.
Sonuç
olarak, devrimci harekette seçimlere ilişkin HDP’yi destekleme ve açık ya da
gizli boykotçuluk biçiminde tutum farklılıkları, M-L ilklerin ve işçi sınıfı ve
emekçi kitle hareketinin tarihsel deneyimleriyle ortaya çıkmış derslerin
derinlikli biçimde kavranamamasına, diğer yandan da öznel ve nesnel
boyutlarıyla somut güncel durumun (sınıfsal güç dengeleri, sınıf hareketinin
durumu, devrimci örgütlülüklerin durumu vb.) gerçek bir devrimci bakış açısıyla
doğru değerlendirilememesine dayanmaktadır. Şüphesiz bunun da altında değişik
sebepler bulunmaktadır. Türkiye devrimci ve sosyalist hareketi esas olarak işçi
sınıfından kopuk, küçük-burjuva karakterli, kendisini dev aynasında gören, benmerkezciliğin,
abartıcılığın ve sekterliğin baskın olduğu bir harekettir. Dahası kendisine
komünist diyen akımlar bilimsel sosyalizmi özde sindirmiş değildir. Kuşku yok
ki bu durum Türkiye Kuzey Kürdistan toplumunun küçük burjuva yapısıyla da
bağlıdır.
Nitekim
bu olgu kaçınılmaz olarak devrimci hareketin soldan sağa sağdan oportünist ve
sekter eğilimlerin sık sık bir arada görülmesine yol açmakta, birçok çevre
kendisine, öncülük payesi biçerek, 300-500 kişilik küçük burjuva işsiz ve
öğrenci gençlikten aşırılmış güçle, kitleleri harekete geçirebilecek bir güç
olarak görmekte, bu haliyle de cin olmadan adam çarpmaya kalkmaktadır. Bugün
proleter devrimcileri açısından görev, her zaman yaptıkları şeyi bu kez
seçimler bağlamında da yaparak, mütevazı güçleri ölçüsünde hitap edebildikleri
duyarlı sınıf kesimlerini devrimci sınıf siyaseti ve örgütlülüğüne çekmeye çalışmaktır.
Yukarıda
aktarmış olduğumuz gibi mevcut halde devrimci ve sosyalistler parlamentoyu
yerle yeksan edecek ve emekçileri devrim için ayağa kaldıracak üçleri yoksa
seçimlerde devrimci amaçla yararlanma yolunu seçmeli ve yığınları devrim ve
sosyalizm bilinciyle donatarak kurtuluşlarının devrim olduğu gerçeğinin ortaya
konması gerekiyor.
Mevcut
politik koşullarda bir yandan faşist dinci şeflik rejiminin temsilcisi
AKP-MHP-BBP ve bilumum dinci cemaatçi örgütlerin ittifakına dayanan faşist
Cumhur ittifakı, diğer yandan devletin temeline dokunmayan ama şeflik rejimine
karşı çıkan CHP-İYİ Parti, SP ve DP’nin ittifakına dayanan "Millet İttifakı." Her iki ittifakta, işçi, emekçi, Kürt, Alevi ve dahası çeşitli ulus ve
ulusla azınlıklardan emekçi halkaların temel sorunlarına çözüm konumda
değiller.
HDP
etrafında devrimci-demokrat ve emekten yana oluşmuş olan seçim bloku emekçiler
ve ezilenlerin alternatifidir. Faşist dinci sistemde gedikler açıp, eşitlik,
özgürlük ve demokrasi savaşımının yolunu açması için Demirtaş ve HDP’nin
desteklenmesi gerekiyor. Aynı zamanda, faşist dinci Cumhur ittifakının yolunun
kesilmesi, halkın büyük çoğunluğunun çözüm adresi olarak gördüğü parlamento ve
seçimlerde çare aradığı ortamda, devrimci ve komünistler halktan kopuk,
ne duygusallık üzerinden yükselen açık ya da gizli boykotçuluk nede
HDP’nin bazı hata ve eksiklilerini bahane ederek, boş-geçersiz oy
kullanma çağrıları devrimci halk muhalefetinin toparlanıp ayağa kalkmasına
hizmet etmeyecektir. Buradan olarak, tüm devrimci ve demokrat güçleri, küçük
hesapları ve benmerkezciliği bir yana iterek, seçimlerde Demirtaş ve HDP’yi
desteklemeye çağırıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder