Biz bu yazımızda her ne kadar Bolşevik Partizan'ın tarih çarpıtıcılığını
açığa sermeyi esas amaç edinmiş olsak ta, o dönemde birlikte oldukları TKP-ML
Partizan cenahına da toptan verilmiş bir yanıttır.
Bugüne kadar Partizan cenahının yalan ve çapıtmalarına dair TKP-ML Hareketi önderliği genel açıklamalar dışında gerçekleri olduğu gibi belgelere dayanarak kapsamlı olarak ortaya koyma tutumu içinde olmadı. Elbette bu durum Partizan cenahının yalan ve çarpıtmalarının devrimci kamuoyunca gerçekmiş gibi algılanmasına neden oldu. Örneğin sanki TKP-ML - Partizan, TKP-ML Hareketi’ni “örgütten atmış” ya da “Hareket Partizan’dan hizip örgütleyerek kopmuş” havası yaratmaya çalıştılar.
Yine 1976 tartışma kampanyasını başlatan ve önderlik yapan Koordinasyon Komitesi (KK) tartışmaya dair birçok konuda farklı düşünmesi gerekçesiyle, örgütün resmi önderliği değilmiş ve örgüte önderlik yapamaz vb. biçimindeki değerlendirmeler, daha sonrasında Partizanı oluşturan kesimin bir komünist örgüt içinde, ML ilkeler ve demokratik merkeziyetçilikte yani disiplinde pek bir şey anlamadıklarını ve örgütsel ilkeler alanında görüşlerin disiplini adı altında anarşist bir disiplin anlayışına sahip olduklarını gördük, yaşadık. Buradan olarak TKP-ML Hareketi'nin 1973 yenilgisinin ardından ikinci kez yeniden toparlanma ve sınıflar savaşımına müdahale etmede nasıl bir süreç yaşandığını ve 1976 tartışma kampanyasında Bolşevik Partizan'cıların iddia etmiş oldukları gibi, “KK örgüt içi tartışma sonuçlanmadan kadrolara kendi görüşlerini dayattığı ya da örgütün resmi görüşü olarak ilan ettiği” savlarının ne kadar gerçek dışı hayali iddialar olduğu üzerinde duracağız.
Her şeyden öncesi burada şunu belirtmeliyiz ki mevcut halde Bolşevik
Partizan ve diğer Partizan cenahıyla geçmiş üzerine yapılacak bir
tartışmanın, tarih çarpıtıcılığını düzeltme ve gerçeklere sadık kalarak
oportünist, inkarcı ve dogmatik bakış açısına karşı, ML bakış açısını bir kez
daha ortaya koymak dışında, sınıf savaşımının güncelliği bakımından bu
tartışmanın pek bir aciliyet taşımadığını ifade etmek istiyoruz.
Ne ki gerçekler eğilip bükülmeden ortaya konmadığı sürece, bu türden
tartışmalar zaman zaman kaçınılmaz hale gelmektedir ve gelecektir de.
Haliyle geçmiş üzerine yapılacak tartışma burada sonlanmayacak ve ihtiyaç
oldukça yeniden gündeme gelecektir. Biz bugüne kadar kulaktan dolma ya da
dedikodular üzerinde yazılmaya çalışılan çarpıtılmış tarih yerine, belgelere
dayanarak tarihe bakmayı hep merkezde tuttuk.
Keza bundan sonrasında da bu ilkeli tutumuz üzerinde komünist hareketin ve
TKP-ML Hareketi'nin geçmişini belgelere dayanarak ele alma yolunda
yürüyeceğiz. Buradan olarak öncelikle en çok çarpıtılan 1976 Nisan’da
başlayıp Temmuz - Ağustos da noktalanan, örgütün 1973 yenilgisi ve nedenleri,
hata ve zaafları, başta Türkiye’nin sosyoekonomik yapısı olmak üzere, parti ve
partileşme süreci, devrimin yolu, birleşik cephe, ulusal sorun, Kemalizm'in önderliğinin
niteliği, çalışma alanlarının yeniden belirlenmesi, vb. birçok alanda tartışma
ve tartışma sürecinde farklı yaklaşım içinde olan kesimlerin bakış açıları
ve pratik tutumları ve tartışma ilkelerine ne kadar bağlı kalındığı
üzerinde durmaya çalışacağız.
Cihan Yıldız'ın “İbo Can’a son kez” başlıklı yazıda öne sürdüğü savlar ne kadar doğrudur?
Cihan Yıldız ismiyle, aslında Bolşevik Partizan’ın 1981 yılına kadar
Partizan cenahının görüşlerini ortaya koyan 1976 TKP-ML Hareketi ve 1978
yılında TKP-ML Partizan adını alan 1976 ayrılığına ilişkin “İbo Can’a son
kez” başlığıyla gerçekleri ters yüz eden ve 1976 tartışama kampanya
sürecinde yazdıklarını unutan ve tarihi gerçekleri kendi keyfiyetine göre
yazıp, 1976 tartışma kampanyası sürecinde “hep doğru devrimci bir hatta durmuş”
görüntüsü vererek her durumda ML tutum aldığını öne süren Bolşevik Partizan'ın
kendi uydurduğu ya da öyle zannettiği tek yanlı değerlendirmeleri üzerinde
duracağız.
Eleştiriye geçmeden önce birkaç sorunu aydınlatmak gerekiyor. Öncelikle TKP-ML Hareketi'nin
ML çizgisini ve değerlerini Komünist Parti-İnşa Örgütü (KP-İÖ) savunmakta ve
temsil etmektedir. Buradan olarak TKP-ML Hareketi'ni kimselerin temsil etmediği
savıyla yalan yanlış ve devrimcilikten uzak görüşler yazılıp çizilmekte,
eleştiri adına hakaret ve yalanlar sıralanmakta ve sıralanmaya devam
ediliyor.
Nitekim son olarak Bolşevik Partizan'cı Cihan Yıldız'ın ve bu tarih bizim sitesinde
Yaşar Değerli eylemiyle ilgili yazılanlar ve TKP-ML Hareket'i önderliğini
“hain”likle suçlayan yeni tarih yazılımı girişimlerine gereken yanıtları
vererek, hareket düşmanlarının ipliğini pazara çıkarmaya çalışacağız.
Cihan Yıldız, tartışma belgelerini yayınlamayarak okura hayali araştırıp, sorgulamayı
salık veriyor. Cihan Yıldız'ın hayali tarih yazımının iddia ve savlarını tek
tek yanıtlayarak ve bunları belgelere dayanarak yanıtlamaya çalışacağız.
Cihan Yıldız şöyle diyor: “Tarih konusunda merakı olan arkadaşlara önerimiz
bu konuda işe yazılı belgeleri inceleyerek başlamaları, efsane anlatılarını,
dedikoduları dönemin belgeleri üzerinden sorgulamalarıdır. Anda yürüyen
sınıf mücadelesini tarihten daha önemli gören arkadaşlara ise tavsiyemiz
o dönemin siyasi aktörlerinin, örneğin 1976’daki bölünmede KK hizbinde
yer alanların ve başını çekenlerin, 1981-1982 bölünmesinde Menşevik
saflarda yer alanların başını çekenlerin ve her iki dönemde de bir taraf olan
Bolşeviklerin bugün nerede olduklarını sorgulamalarıdır. Biz, dün ne yaptı
isek, bugün onu daha yetkinleşmiş bir biçimde sürdürüyoruz: KK/T de yeni tipte
partiyi, ML partiyi, Bolşevik Parti’yi inşaya devam ediyoruz! Biz Bolşevikler
1970’li yıllarda ağırlıklı olarak yurtdışı faaliyeti içinde yer alan KK-T’li komünistler
içinden çıkıp gelen bir akım olarak 1976 ve 1981 bölünmelerinde kendi görüşlerimizle
yer aldık. Derdimiz ve davamız her dönemde KK-T’de gerçek bir KP‘nin inşası
idi. Bunun için mücadele ettik. Bu mücadeleden hiç vaz geçmedik. Aynı
mücadeleyi örgütlü olarak kesintisiz sürdürdük, sürdürüyoruz.” (Cihan Yıldız'ın
“İbo Can'a son kez” başlıklı yazısından.)
Cihan Yıldız arkadaş, merakı olanların geçmiş 1976 tartışama sürecine dair
yazılı belgeleri inceleyerek sorgulama yapmalarını doğru olarak salık veriyor.
Okurların sorgulama yaparak doğru tutum alabilmesi için bu dönemde kimin ne savunduğu
ve nasıl hareket ettiğine dair elindeki belgeleri yayınlamış olması
gerekiyordu. Haliyle elde belgeler olmadığı durumda, okurlara
yapılan okuyup, araştırıp sorgulama yapın çağrısının ayakları havada
kalıyor. Haliyle Cihan Yıldız arkadaş ellerindeki belgelerin kendi aleyhlerine
olması nedeniyle yayınlayamıyor! Ve ortada tartışma sürecine dair belgeler
olmadan okurları sorgulama yapmaya çağırıyor!
Mademki dogmatik hizipçiler 1976 tartışma sürecinde doğru ilkeler ve
disiplin temelinde sürece katıldılar, o zaman eldeki belgelerin
kendilerini doğrulaması ve haliyle gerçeklerin açığa çıkması bakımından ilk
adımda yapılması gereken bu belgeleri yayınlamak olmalıydı.
Ne ki elinde belgeler bulunan Cihan Yıldız arkadaşın, elindeki
belgeleri yayınlamayarak, tartışmalarda belgelere dayanalım çağrısının;
gök kubbe altında hoş seda olmaktan öteye gitmediğini belirtelim. Yine Cihan
Yıldız arkadaş 1976 tartışma döneminde yurtdışında iki kişinin KK'ne
eleştirisini içeren yazıda bolca alıntı yapıyor ama işine gelen yerlerde!
Gerçekten de 76 tartışma kampanyası sürecinde doğru bir tutum aldığından
emin olan birisinin belgeyi devrimci kamuoyunda saklaması kadar olumsuz bir
durum olmaz!
“Biz ne yaptıysak bugünde onu yetkinleştirmiş biçimde sürdürüyoruz” diyen
Cihan Yıldız arkadaş açıktan, geçmişte savunmuş oldukları "Türkiye
emperyalizme bağımlı olduğu sürece ülkenin sosyoekonomik yapısı yarı feodal
olarak kalır, yarı feodal ülkelerde devrimin yolu kırdan şehre doğru
geliştirilecek KSİ kurularak iktidarın parça paraca alınacağı halk savaşı yolu
ve haliyle örgüt çalışmasında temel çalışma alanları kırlar olacaktır.” Cihan
Yıldız arkadaş, Bolşevik Partizan'cılar dün savundukları bu düşünceleri bugün
savunuyorlar mı acaba? Aynı zamanda “bir ülkede kapitalist üretim ilişkileri
egemense o ülkede otomatik olarak sosyalist devrim gündeme gelir” yaklaşımını
hala kıskançlıkla savunmayı sürdürüyorlar mı?
Cihan arkadaş kedinin pisliğini gizlediği gibi dogmatik Mao'cu teori
fukarası görüşlerini gizlemek için tartışma sürecine ilişkin yazılarında
KK’da öğrenme yerine tam tersi Mao'cu kopyacılığa devam ederek, sosyoekonomik
yapı, devrimin yolu vb. sorunlarında özgün olan hiç bir şey söylemeyerek
Türkiye’nin sosyoekonomik yapısını değişmez donmuş olarak görüp, tanımlıyor.
İşte Cihan Yıldız arkadaşın hep doğruların savunucusu olduklarını iddia
ettikleri sosyoekonomik yapıya dair görüşleri: “Yok ama bir ülke de kapitalizm
üretim ilişkileri belli bir ilerleme göstermiş olmasına rağmen, feodal üretim
ilişkileri belli bir çözülme gösterse bile, bunlar bir devrimle tasfiye
edilmemişse -ve hala önemli bir etkinliğe sahipse, üst yapıda feodal kültür
bütün ağırlığıyla ayaktaysa, feodal artıklar, devrimin önünde en önemli engellerden
birini teşkil ediyorsa- toplumun gelişmesi için bu feodal artıkların tasfiyesi
esas mesele olarak devrimin karşısına dikiliyorsa o zaman o ülke de, kapitalist
üretim ilişkileriyle elde edilen ürün, feodal-yarı feodal üretimden elde edilen
üründen çok ta olsa, kapitalizmin hakimiyetinden söz edilemez. O zaman o ülke
yarı feodal bir sosyoekonomik yapıya sahiptir. Önündeki devrim aşaması, demokratik
halk devrimidir. Bu anlamda ilk iki önerme birbiriyle çelişme halindedir.”
“Önce ilk iki önerme birbiriyle çelişme halindedir. Eğer bir ülkede
kapitalizm hakimse (kapitalizm hem alt hem de üst yapıda rakipsiz hakimse
kapitalizmin hakimiyetinden ve kapitalist sosyoekonomik yapıdan söz edilebilir)
o zaman, feodal artıklar esas olarak tasfiye edilmiş demektir ve bunlar
devrimin önünde önemli engel teşkil etmezler. Kapitalist, bir ülkede devrim
aşaması, sosyalist devrim aşamasıdır. Sosyalist devrimden önce bir ara aşama
yoktur.”
“Biz yarı sömürge, yarı feodal ülkelerin de belli ortak özellikler taşıdığı
ve bu yüzden Halk Savaşı
stratejisinin bu ülkeler için genelleştirilebileceği görüşündeyiz. Biz
demokrasi olmaması, milli bağımsızlık olmaması, emperyalizm tarafından ezilme
olgusu, yararlanılabilir bir parlamento olmaması, işçi grevlerini örgütlemeye
komünistler olarak legal olarak hakkımız olmaması olgusunun, yalnızca Çin
için değil, Türkiye için, yalnızca Türkiye için değil tüm yarı sömürge,
yarı feodal ülkeler için geçerli olduğunu pratikte görüyoruz.” (Yurtdışında iki
yoldaşın M’e eleştiriler yazısından.)
Yukarıya aktarmış olduğumuz alıntı, Cihan Yıldız arkadaşın heyecanla neyi
savunduğunu, tartışama kampanyasında ne kadar öğrendiklerini ve ne kadar M-L
bakış açısına sahip olduklarını göstermektedir. İşin ilginç olanı sanki KK ile
İstanbul Bölge Komitesi arasında 3. Yol izliyormuş havası vererek, aslında
dogmatizmlerini gizlemeye çalışmaktadır.
Demek ki, KK önderliğinde başlatılan tartışma kampanyasının, aydınlatılması
gereken ana unsurlardan birisi olan sosyoekonomik yapı ve buna bağlı
sorunlardı. Cihan Yıldız arkadaş her ne kadar yazısında tartışma “kampanyasının
esası sosyoekonomik yapı değildi” dese de, doğru söylemediğini geçmişte
yazdıkları yazıda netçe görmek mümkündür. Tartışma kampanyasına iletilen “Yurtdışında
iki yoldaşın M’e eleştiriler” başlıklı yazıda şunlar söyleniyordu: “Açıktır ki
sosyoekonomik yapıda ayrı bir tespit, ayrı bir devrim stratejisini ayrı bir
çizgiyi beraberinde getirecektir” denerek daha tartışma yeni başlamışken “Biz
devrim stratejisi konusunda görüş ayrılıklarının, kaçınılmaz olarak örgütsel
ayrılığı da beraberinde getireceğini görüyoruz. Bu konuda hayale kapılmıyoruz.
Ama bugünkü dönemde görüş ayrılıklarının tam olarak ortaya çıkmadığını da
görüyoruz. Önümüzdeki dönemde bu yüzden tartışma yoğunlaştırılmalı, görüş
ayrılıklarının üstüne gidilmeli, bunların ilkelerde mi-yoksa günlük siyasi
meselelerde mi olduğu tespit edilmeli, ilke ayrılıkları herkesin görüp,
kavrayacağı bir açıklıkla ortaya çıkarılmalıdır. Ancak böyle bir durumda
örgütsel ayrılık gerekli ve kaçınılmaz ve teşkilatımız için, halk için zararlı
değil yararlı olur” ayrılık tamtamları çalarak, benim gibi düşünmezseniz
yollarımızı ayırırız tehdidini savurarak, ayrılıkçıları kışkırtıyor.
Sonra da utanmazcasına birlikçi görünerek İstanbul Bölge Yönetimi’nin (İBY) açıktan disiplini tanımaz tutumu karşısında iş olsun torba dolsun babında “Biz bu anlamda bir bölgenin M'in tartışma yazısına verdiği cevabı M'i reddeden tavrı dolayısıyla hatalı buluyoruz” demekten öte bir şey söylemeyerek aslında örgütün merkezi disiplini yerine kendi görüş disiplinine göre hareket ederek açıktan hizipçilik içinde olan İBY’nin yıkıcı ve hizipçi “olmadığını”, KK’nın yıkıcı ve “hizipçi” olduğunu söylemekten geri kalmıyor!
Sonra da utanmazcasına birlikçi görünerek İstanbul Bölge Yönetimi’nin (İBY) açıktan disiplini tanımaz tutumu karşısında iş olsun torba dolsun babında “Biz bu anlamda bir bölgenin M'in tartışma yazısına verdiği cevabı M'i reddeden tavrı dolayısıyla hatalı buluyoruz” demekten öte bir şey söylemeyerek aslında örgütün merkezi disiplini yerine kendi görüş disiplinine göre hareket ederek açıktan hizipçilik içinde olan İBY’nin yıkıcı ve hizipçi “olmadığını”, KK’nın yıkıcı ve “hizipçi” olduğunu söylemekten geri kalmıyor!
Buradan da anlaşılabileceği gibi yurtdışı yönetiminin tartışma sürecinde ayrı
bir iradesi yoktur. Nitekim bunu İBY’nin ayrılık ilan ederek örgüt
saflarını terk etmesinin ardından yurtdışındaki kadroların da hizip olarak
ayrılık ilan edip merkezi yönetimin disiplinini yok sayarak örgüt
saflarında çekip gitmelerinin yani yurtdışının da İBY'nin arkasından
sürüklenmesi aslında dogmatik yıkıcıların ortak bir paydada hareket ettiklerini
gösteriyor.
Peki, bu mudur, örgütün iç tartışmasında ilkelere ve disipline bağlı
hareket etmek. Bu mudur yıkıcı ve bölücülüğe karşı tutum alıp mahkum etmek.
Elbette hayır. Yurtdışı Yönetimi tek bir satır İBK yıkıcılığını eleştirip
mahkum etmemiştir. Bu da onların hizip kurmada ortak hareket içinde
olduklarını gösterir.
Tamda bu tartışma sürecinde, doğru olan örgüt içi mücadele ve disipline
bağlı kalarak ve tartışmanın sağlıklı bir hatta yürümesine özen gösteren,
birlik, eleştiri, birlik yolunu tutarak, farklı görüşlerin yayınlandığı
Proleter Birlik’in yayın hayatına başlamasına önderlik eden KK’idi. KK,
görüş ayrılıkları üzerine tartışma yapılarak Kongre ya da konferans
toplanarak örgütün görüş ayrılıklarının burada noktalanması yolunun
tutulmasını talep ediyor, ayrılık olacaksa da sağlıklı tartışma yapılarak
örgütün en üst kurumu olan delegelerin seçimiyle toplanacak olan kongre ya da
konferansta olması gerektiğini savunuyordu. Ama bu örgüt içi mücadele ve
disiplin çizgisine uymayan dogmatik hizipçilerdi.
KK’nın durumu ve önderliğe
dair Bolşevik Partizan'ın salvo atışları
Değişik zamanlarda TKP-ML Hareketi'nin önderliği ve önderliğin gelişimine
dair çeşitli değerlendirmeler yaptık. Hareket önderliğine ilişkin ne
abartıcı ve nede küçümseyici değerlendirmeler içinde olduk. Mümkün olduğunca
nesnel değerlendirmelerde bulunduk. İşin daha da önemlisi, dogmatikler
hareketin önderliğini olduğundan farklı ve abartıcı bir yere koydular.
Kafalarında oluşturmuş oldukları ulaşılmaz önderlik yargıları, tartışma
kampanyası döneminde tuzla buz oldu. Yani dogmatikler önderliği örgütün
gerçekliğinden kopuk, ulaşılması mümkün olmayan kişiler olarak hayal
ettiler.
Nitekim Cihan Yıldız arkadaş KK’nın kapsamlı olarak yapmış olduğu ve kendi
gerçekliğini ortaya koyan özeleştiride ders çıkarma, öğrenme yerine, “KK nasıl
olur da böyle gerçekleri ortaya koyan özeleştiri yapabilir” diyerek KK’ya
serzenişte bulunuyor ve şöyle diyor: “KK’nin “özeleştiri” sine gelince bu
özeleştiri tepeden inmeci yönteme karşı başkaldıran kadroları kaybetmemek için
kaleme alınmak zorunda kalınan, hatanın derinliğini kavramayan, 'bölünmeyi
önlemek için taviz verme' olarak değerlendirilen sözde bir özeleştiridir. Bir
diğer yanıyla öyle bir özeleştiridir ki bu, partinin İbo’dan sonra geri kalan
yönetici kademesinin bütün hatalarını, partinin aslında parti olmadığının
ispatı için kullanan, tasfiyeciliğin temellerini “özeleştiri” adı altında
ortaya koyan, parti tarihi açısından bir utanç belgesidir.”(Cihan Yıldız’ın “İbo
Can'a son kez” başlıklı yazısından.)
Cihan Yıldız arkadaş bu paragrafta kocaman partinin önderliği nasıl olur da
sıradan bir çok hata yapabilir duygusu içinde örgüt tarihinin neden hayali
güzellemelerle yazılmadığına hayıflanıyor. Yine KK’nın tartışma kampanyasını
başlatmada yapmış olduğu metot hatasının özeleştirisini “kadroları kaybetmemek
adına yapılmış, sözde bir özeleştiri” olarak küçümsüyor ve ön yargıcı tutum
içinde niyet okumaya kalkışıyor.
Tüm bunlar aslında Merkezi Önderliğin kendileri gibi basit ve sıradan bir
düşünce tarzı içinde olmadığını, örgütün hata ve zaaflarının temelleriyle
birlikte ortaya konmasını anlama ve bilince çıkarma başarısını gösterememeleri
nedeniyle, KK’nın yaptığı her şeyin altında bir şeyler arama yolu tutuluyor.
Yani dogmatikler KK’ya güvenmiyorlar ve değerlendirmelerine yön verende bu ön
yargıcı yaklaşım oluyor.
Peki, dogmatiklerin iddia etmiş olduğu gibi KK, özeleştirisinde nesnellikten
ırak ve sırf kadroları kazanmak adına sözde mi özeleştiri yapıyor. Uzun
olmasına karşın okuyucunun gerçekleri anlaması bakımından KK’nın örgütün
önderliğinin gelişimine dair ve tartışma kampanyasına ve de özeleştiri
sürecinin değişik dönemler yapılan hata ve yetmezlikleri çeşitli düzeyler
ortaya koyan ve örgüt içi tartışma yayın organı Proleter Birlik’in birinci sayısında
yayınlanan KK'nın özeleştirisini kısaltarak yayınlıyoruz.
KK’nın tartışma
kampanyasında işlediği hata ve yetmezliğe dair özeleştirisi
Bir süre önce hareketimizin önderliğince açılan tartışma kampanyası ile
birlikte ortaya çıkan ve bir kesimde kopma noktasına kadar gelen olumsuz
gelişmelerde önderliğin hataları tayin edici olmuştur.
Önderlik öncelikle son gelişmelerdeki; hatalarını ortaya koymayı
bulunduğumuz şartlar açısından zorunlu görmektedir. Hareketimiz
içindeki-özellikle son dönemde ki-olumsuz gelişmelerin doğru bir şekilde
kavranabilmesi, çelişkilerin doğru ele alınıp ML’min yol göstericiliğinin ışığı
altında çözümlenebilmesi için önderlik, tartışma kampanyasının açılıp
sürdürülmesine ve bir bölgedeki kadrolara karşı takındığı tavra ilişkin
hatalarını öncelikle ele almayı Hareketi’mizin
ve bir bütün olarak halkımızın yararına görmüştür.
Tartışma kampanyasının açılmasından sonra önderlikçe yapılan hatalar,
elbette daha önceki hatalarından koparılamaz. Bu yüzden, kısaca önderliğin
gelişimini ele alıp incelemek, son hataların kavranmasında yararlı olacaktır.
Bu yazının amacı içinde bulunduğumuz somut durumla ilişkili önderliğin hatalarının
ortaya konması olduğundan geçmişteki hataların daha sonraki bir özeleştiri de: (Hareket’in
özeleştirisinde) derinliğine ortaya konması, gerekir. Şimdilik sadece
gelişimini ve son hatalarını ele almakla yetineceğiz.
a) Önderliğin TİİKP hareketine muhalefet dönemi:
Şanlı 15-16 Haziran hareketinden sonra TİİKP içinde belirginleşen ve
hareketimizin ideolojik, politik temelini atan, devrimci, muhalefet esas
olarak İbrahim Kaypakkaya yoldaş tarafından yürütülmüştür. Bazı yoldaşlar,
TİİKP hareketinin sağ oportünist çizgisini bazı, noktalarda eleştirerek bu
muhalefete katılmışılardır. Ancak TİİKP’nin sağ oportünist çizgisini yeterince
açık kavrayamadıklarından muhalefetin eleştirilerinin oluşmasına aktif olarak
katılmamışlardı. Bu yüzden muhalefetin ideolojik-politik özü İbrahim Kaypakkaya
yoldaşça oluşturulmuş.
b) Kopma noktasına gelinmesi ve ayrılma dönemi:
TİİKP revizyonist yönetici kliğinin örgüt içi demokrasiyi işletmemesi,
eleştirileri “örgüt disiplini”, “gizlilik” kalkanları arasına sığınarak
boğmaya çalışması, uzun süreden beri var olan, devrimci muhalefeti
kadrolardan gizlemesi, son olarak muhalefeti yürüten iki yoldaşa komplo düzenlemesi
devrimci muhalefetin ayrılığını kaçınılmaz hale getirdi.
Devrimci muhalefetin TİİKP yönetici kliğince kadrolardan gizlenmesi sonucu
birçok yoldaş muhalefete ve ayrılığın örgütlenmesine katılamadı. Bu
yoldaşlar TİİKP’nin çıkmaz içinde olduğunu, vahim hatalar işlediğini pratikten
görebiliyorlardı. Ancak o günkü siyasi tercihleriyle bu hataların ve çıkmazın sebeplerini
nasıl çözebileceğini göremiyorlardı. Bu yoldaşlar devrimci muhalefetten DABK
kararlarının yayınlanmasından epeyce sonra haberdar olabildiler, devrimci
muhalefetin eleştirilerini kabaca öğrendikten sonra TİİKP'ten ayrılıp TKP (ML)’ye
katıldılar. Bu yüzden TKP (M-L)’nin oluşturulmasına temel teşkil
eden eleştirileri derinliğine kavrama imkanına -o dönemde-kavuşmadılar.”
c) TKP (M-L)’in çizgisinin sistemleşmesi ve kısa çalışma dönemi:
Yukarda belirttiğimiz gibi devrimci muhalefeti, ideolojik-politik özünün
İbrahim Kaypakkaya yoldaş tarafından oluşturulması bir kısım yoldaşların
buna aktif olarak katılmamaları diğer bir kısmının -büyük çoğunluğunun- sonradan
haberdar olarak iki çizgi arasındaki mücadeleyi kavrama imkanına sahip
olmamaları, hareketin çizgisinin sistemleştirilmesini sadece İbrahim
Kaypakkaya yoldaşa yükledi.
İbrahim Kaypakkaya yoldaş hareketin görüşlerini sistemleştirdi. Geçmişte
devrimci muhalefete aktif bir şekilde katılmayan diğer yoldaşlar, sıkıyönetimin
ağır baskı şartlarında zaten siyasi meselelerle ilgilenme imkanı
bulamadılar ve bu dönemin yüklü pratiğinde boğulup gittiler. Bu dönemde bu
yoldaşlara sadece hareketin yazılarını okuyup tasdik etmekten başka yapılacak
bir şey kalmadı O zaman ki KK’dan bazı yoldaşlar yazıları uzunca bir süre sonra
okuyabildiler. KK toplanamadığından yazılar tartışılarak onaylanmış
değillerdir.
d) Yenilgi dönemi:
Kısa bir çalışma döneminden sonra (bir seneden az) Hareketi’mizin önderleri ve kadroları kısa aralıklarla
yakalandılar. Başta, önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaş olmak üzere, K.K’nın
büyük çoğunluğu düşmanın pençesine düştü. KK 7 kişi de oluşuyordu. Bunlar
İbrahim Kaypakkaya, Muzaffer Oruçoğlu, Aslan Kılıç, Ali Taşyapan, Cem Somel,
Almanyalı Kadir ve Ali Mercan’dı.
1973 yenilgisinde Kaypakkaya yoldaş işkencede katledildi, Muzaffer
Oruçoğlu, Aslan Kılıç, Cem Somel ve Ali Taşyapan operasyonlarda değişik
dönemlerde yakalanıp tutuklandılar. Dışarıda kalan KK üyelerinden Almanyalı
Kadir ve Ali Mercan örgüte olanak yaratma adına Kürecik’in bir köyünde Amca
(Aziz Vatan)’nın da katılımıyla bir toplantı düzenlenir. Bu toplantıda dağılan
örgütü yeniden toparlama kararı yerine geride kalan kadroların değişik alanlara
yayılarak gizlenmeli yolu tutulur. Olanak yaratma adına Almanyalı Kadir
yurtdışına gönderilir. Amca iyi bildiği İstanbul’a ve Ali Mercan’da
Antep-İskenderun hattında gizlenmeye çalışır. Amca da, Ali Mercan’da
bulundukları alanda yeni ilişkiler yaratırlar.
Yurtdışına gönderilen Almanyalı Kadir devrimci mücadelenin dışına düşer.
İstanbul’un hızla toparlanmasında Amcanın (Aziz Vatan) önemli rolü olur.
Zindanlarda yeniden oluşturulan KK’nın örgütün merkezi olarak
çökertildiği 73-74 yılı sürecinde örgüt önderliksiz kalır.
Değişik zindanlarda bulunan yoldaşların bir yerde toparlanmasının akabinde
örgütün yeniden inşası için öncelikle yeni bir KK’nın oluşumu için kişilerle
görüşüp durumu rapor haline getirip yoldaşlara sunacak ve aynı zamanda yeni bir
KK’nın oluşumuna karar verilecek bir değerlendirme komisyonu oluşturulur. Bu
değerlendirme komisyonunda polis tutumları olumlu, nesnel davranışlarıyla
yoldaşların güvenini kazanmış İrfan Çelik, G.A. ve H.Ş’ten oluşmuştur. Bu
yoldaşlar zindanlardaki tüm yoldaşlarla tek tek görüşüp
değerlendirmelerini, rapor haline getirip, yoldaşların değerlendirmesine
sunmuşlardır. Polis tutumu olumsuz olan C.S. bundan sonrası devrimci savaşımı
omuzlayacak durumda olmadığını söyleyerek mücadeleden
çekildiğini açıklamıştır. Yeniden inşa dönemine önderlik edecek yeni
KK’ya, eski KK üyelerin de Aslan Kılıç, Muzaffer Oruçoğlu ve Ali Taşyapan uygun
görülürken yeni KK üyeliğine İrfan Çelik, H.Ş. ve dışarıda Amca (Aziz Vatan)
atanır. Bir yerde Aziz Vatan örgütün dışarıdaki KK temsilcisi rolünü üstlenir. (Notlar
HB)
Bazı yoldaşlarda faşistlerce katledildi. Ahmet Muharrem Çiçek, Ali Haydar
Yıldız ve Meral Yakar (HB) daha sonra önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaş
faşistlerce işkence tezgahında hunharca katledildi.
Önder yoldaşlarımız uzun süreli işkence ve hücre, safhasından sonra
cezaevinde de diğer kadrolardan tecrit edildiler. Yukarıda
anlattığımız gelişme sürecinden de anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya
yoldaşın kaybı önderlik içinde kısa sürede doldurulması imkansız büyük bir
boşluk yaratmıştır. Önder yoldaşlar ilk fırsatta yenilginin nedenlerini
tartışmaya ve geçmişi değerlendirmeye çalıştılar. Tespit edilen hataların
özeleştirisinin hazırlanması kararlaştırıldı.
Ancak bu çok uzun bir süre geçmesine rağmen, gerçekleştirilemedi. Özeleştirinin
şimdiye dek çıkarılmamasın da tayin edici etken öz-eleştirinin öneminin ve
hazırlanış metotlarının kavranmamasıdır.
Önder yoldaşlar ilk dönemde bazı tespitlerin yapıldığı, ileri kadrolara
bildirildiği gerekçesiyle özeleştirinin acil olmadığı
kanaatindeydiler.
Daha sonra bütün kadrolardan bu konuda talep gelmesi diğer devrimci
grupların özeleştiri konusunda hareketimizi eleştirmesi meselenin aciliyetinin
kavranmasında önemli etken oldu. Özeleştirinin aciliyetine rağmen bir türü
hazırlanamamasındaki önemli etken, mükemmeliyetçi anlayıştı. Her yönüyle
mükemmel bir özeleştiri olması isteniyordu. Bu konuda küçümsenmeyecek
hazırlıklara girişildi, kadroların görüşleri alındı diğer komünist partilerin
ve devrimci ustaların görüşleri ve pratikleri hakkında araştırmalar yapıldı ve
derlendi.
Bütün bu çalışmalar mükemmeliyetçi anlayıştan dolayı hala yetersiz görülüyordu. Özeleştiri konusunda araştırmalar sürdükçe yeni meseleler ortaya çıkıyor, yeni meseleler ortaya çıktıkça da, yeni araştırmalara, ihtiyaç duyuluyordu. Ve bu böyle devam edip gidiliyordu. Böyle bir anlayışla araştırmalar bir türlü sonuçlanmadığı için özeleştiri taslağının sistemli hale gelmesi de gerçekleşemiyordu. Özeleştirinin gecikmesinde rol oynayan ikinci ve tali etken önderliğin dışındaki etkenlerdir.
Bütün bu çalışmalar mükemmeliyetçi anlayıştan dolayı hala yetersiz görülüyordu. Özeleştiri konusunda araştırmalar sürdükçe yeni meseleler ortaya çıkıyor, yeni meseleler ortaya çıktıkça da, yeni araştırmalara, ihtiyaç duyuluyordu. Ve bu böyle devam edip gidiliyordu. Böyle bir anlayışla araştırmalar bir türlü sonuçlanmadığı için özeleştiri taslağının sistemli hale gelmesi de gerçekleşemiyordu. Özeleştirinin gecikmesinde rol oynayan ikinci ve tali etken önderliğin dışındaki etkenlerdir.
Bu, önderliğin bu konudaki hatasını hiç bir zamanı, azaltmaz, Önderlik
yeniden inşa döneminde kavranması gereken temel halkayı, esas olarak ideolojik,
politik düzeyde yol gösterme görevini ve bunu hangi metotlarla ele almak
gerektiğini kavrayamadı. Esas olarak pratik sorunlara eğildi. Geçmişte olan dar
pratikçilik ve kendiliğinden gelmeci anlayış devam ediyordu. Bu yüzden
önderlikte görev alan yoldaşlar dar pratiğin ayrıntıları içinde boğulup
gittiler. Önderlerin pratik içinde yetişme anlayışı, dar pratiğin ayrıntıları
ile uğraşma şeklinde anlaşıldı. Önderlik görevinin siyasi ve ideolojik düzeyde
alt organlara, kadro ve sempatizanlara ve kitlelere yol gösterme, yön verme,
ideoloji ve siyasetin ışığında pratik çalışmayı denetleme, tecrübe ve
hatalardan çıkan dersleri sistemleştirip pratiğe ışık tutacak şekilde kadrolara
sunma, ülke ve dünya düzeyinde gelişen siyasi gelişmeleri tahlil ve bunlara
uygun politik tavırları tespit etme olduğunu görmedi.
Bu dönemde, (yeniden inşa dönemine
damgasını vuran, belirsizlik ve siyasetsizlik olmuştur) dünyayı ve ülkemizi
yakından ilgilendiren bir dizi gelişmeye seyirci kalmıştır. Siyasetin tespitine
çalışılan birkaç konuda da (seçimler, siyasi yönergeler, Aydınlık’a, verilen
cevaplar vb. konularda) hem getiriliş biçimi olarak hatalı hareket edildi hem
de muhteva olarak yanlışlara düşüldü.
Özeleştirinin yapılmaması ve ortak siyasi hattın belirginleştirilememesi.
a) Kadroların geçmişte ders çıkarma olanağını geniş, ölçüde ortadan
kaldırdı.
b) Yeni çalışma döneminde geçmişin hatalı anlayışlarının atılması bir yana
bu anlayışların kökleşmesini ve kemikleşmesini sağladı.
c) Hareket içinde ademi merkeziyetçiliğin doğması için uygun ortam
hazırladı. Her alandaki yoldaşların anlayışlarına göre meseleler ele alınmak
zorunda kalındı. Aynı konularda değişik anlayışlar ortaya çıktı. Bu durum
hizipçi çalışmalar için uygun ortam hazırladı.
d) Hareketin önderliğine karşı kadrolarda güvensizlik yarattı.
e) Hareketin derinlemesine gelişmesini ve birliğin pekişmesini aksattı.
Disiplin ve irade birliğini zayıflattı. İdeoloji ile siyasetteki bu
belirsizlik, demokratik-merkeziyetçiliğin sıhhatli işlerliğini önledi.
g) Birlik ve ittifaklar konusundaki siyasetin netleşmesini saflarımızdaki sekter
tavır ve grupçu anlayışın yok edilmesini önledi.
h) Kolektif siyasi eğitim çok cılız kaldı. Bu da kadro ve sempatizanların
ideolojik, politik bakımdan gelişmelerini önledi (engelleyici) ve genel siyasi
gerilik alt edilemedi, “Politik çalışma bütün çalışmanın can damarıdır”
Marksist ilkesi hayata geçmedi. Kolektif çalışma ve kolektif önderliğinin önemi
kavranamadı. En başta önderlik olmak üzere hareketin tüm kademelerinde kolektif
çalışma ilkesi uygulanamadı.
Hareket’imizin önderliği uzunca
bir süreden beri siyasi önderlik konusundaki yetersizliğini görmektedir.
Ancak bu eksikliğin giderek nelere yol açacağını, örgütümüze, halkın
davasına ne ölçülerde zarar vereceğini ve şimdiden yol açtığı sonuçları;
kısa süre önce görmeye başladı. Uzun bir süreden beri dünyadaki ve ülkemizdeki
siyasi gelişmeler karşısında sessiz kalan, kadroların ideolojik, politik ve
örgütsel düzeydeki isteklerine cevap vermeyen önderlik, yakın zamana kadar'
önünde yığılı duran bu çelişmeleri çözümünü hareketin çizgisinin taktik düzeydeki
hatalardan arınıp, saflaşmasında görüyordu. Ancak, gelişen sosyal pratik
önderliği daha köklü çözüm yolları aramaya, geçmişteki hataların sıhhatli
tespiti için mevcut çizgimizi bir bütün olarak gözden geçirmeye
zorlamamıştır.
Bu amaçla bir süre önce bir araya gelen önderlik Hareketi’mizin mevcut
çizgisini bir bütün olarak gözden geçirdi. Önderlik, Hareketi’mizin ağır
yanılgısına yol açan hataların taktik düzeyi aşabileceği, devrim yolu konusunda
-devrimin karakteri konusunda değil- stratejik düzeydeki hatalara kadara
uzayabileceği kanaatine vardı.
Bundan dolayı bir bütün olarak siyasi çizgimizin dolayısıyla devrimimizin
bir dizi temel meseleleri bütün kadroların tartışmasına sunmak üzere, gündeme
getirdi. Ancak önderliğin siyasi geriliği ve tecrübesizliği onu bu alanda da
hataya düşmekte alıkoyamadı. Tartışmaya sunduğu konularla ilgili
görüşlerini kadrolara karar şeklinde getirdi ve metot hatasına düştü. Yeni
hatalar işte bu ortamda ve bu şartlar altında yapıldı.
Hareket’imizce yapılan bazı genel
tespitler konusundaki tereddütler, yeniden inşa dönemine girildiğinden bir süre
sonra önderlikteki yoldaşların ve bazı kadroların kafasında belirmişti. Bu
yüzden çizgimizdeki hatalı tespitlerin ortaya çıkarılabilmesi için 14 maddelik
araştırma konuları her bölgeye gönderilmiştir. Ancak bu konuların tartışılmasın
da yeterli ete önderlik edilemedi. Haliyle de yararlı sonuçlar çıkarılamadı. Önderlik,
içinde bulunduğumuz sorunların çözümü için geniş bir tartışma
kampanyasının açılmasına, bu tartışmalarda çıkan sonuçları esas alarak
özeleştirinin hazırlanmasını ve yayın organının çıkarılmasını doğru bir metot
olarak tespit etmişti.
Önderlik, bu doğru metodun uygulanmasında hatalı davrandı. Çalışma
alanlarının çoğunluğunda bazı meselelerin tartışılmış oluşunun ve kendi
içinde de bazı konularda ikna olmasını esas alarak bu konularla ilgili
görüşlerini karar olarak bildirdi. Elbette bu kararlar ikna ve ispat edici verilerle
ortaya konup, hareketin kadrolarınca da tartışılıp benimsendikten sonra, resmi
hale gelecekti.
Ama bu, kararların tartışmaya açılması gibi çelişkili durumu ortadan
kaldıramaz. Bu hatalı anlayışın sınıfsal kaynağı küçük burjuva aceleciliğidir,
örgütsel bakımda tecrübesizlik ise ikinci ve önemli etkenlerden biridir. Önderliğin
tartışmaya açtığı temel meseleler hakkındaki görüşlerine karşı, ilk
tepkinin önderliği ve hareketin disiplinini tanımama, önderliği kavga
kaçakları, halka güvenmeme, devrime inanmama ile suçlama noktasına kadar
getirilmesi vahim bir hatadır.
Özetlersek: Hareketimizin önderliği Aydınlık dönemindeki muhalefetten bu
yana kolektif öze sahip sağlıklı bir önderlik olamamıştır. İbrahim Kaypakkaya
yoldaşın kaybı, önderlikte kısa sürede telafisi imkansız bir boşluk
yaratmıştır. Önderlik görevini yüklenen yoldaşlar geçmişten beri kolektif bir
önderlik içinde yer alamadıkların dolayı, bu konuda oldukça tecrübesizdiler
(önderliğin yapması gereken görevleri kavrayıp çözme yolunda doğru adımlar
atamadılar.) Bu yüzden yeniden inşa
çalışması dönemindeki hatalı görüş ve uygulamalar eleştiri, özeleştiri ve ikna
metoduyla çözümlenemedi.
Hataların birikimi acelecilik hatasına düşülmesini getirdi. Önderliğin
tartışmanın açılmasındaki hatalı davranış, geçmişten beri önderliğe karşı
oluşan tepkiyle birleştiğinde bir bölgeden kadroları hatalı davranışlara
itmiştir. Kadroların hatalı hareketi, önderliği ve hareketin disiplinini
tanınamama, örgütsel birliği zaafa uğratma noktasına kadar gelmiştir. Biz
kadroları bu hatalı, davranışa iten asıl etkenin geçmişten beri önderlikçe
yapılan hatalar olduğu kanaatindeyiz. Ama yoldaşların hareketin
birliğini bozmaya kadar varan davranışları önderliğin hatalarıyla izah
edilemez. Bu noktada' yoldaşların hatalarının önemini görmeleri,
özeleştirilerini yapmaları ve hatalarını tespite çalışmaları hareketin birliğinin
pekişmesi ve sağlıklı gelişmesi açışından zorunludur.
Yoldaşlar, önderlik yaptığı hataların bilincine varmıştı ve düzeltme
yolunda çaba sarf etmektedir. Diğer yoldaşların da aynı şekilde hatalarını
tespit etmelerini ve kendilerini düzeltmeye çalışmalarını istemektedir.
Önderlik yukarda belirtildiği gibi geçmişin gözden geçirilmesi, hatalardan
dersler çıkarılması kısaca geçmişin değerlendirilmesi ve özeleştirinin
yapılması için bir kampanya açmıştır.
Tartışmanın getiriliş biçimi hatalar taşısa bile bu tartışmanın açılması
olumlu bir şeydir Bütün yoldaşlar hem hareketin hem de tek tek yoldaşların
işledikleri hatalar üzerinde durmalı acımasızca bütün önyargılardan
uzaklaşarak bunları tespit etmelidir. Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız.
Hatalarımıza karşı tavrımız- bizim hem de tek tek yoldaşlar olarak
devrimci olup olmadığımızın ölçüsüdür. Lenin yoldaş bu konuda şunları
söylüyor:
“Bir siyasi partinin kendi hataları karşısında durumu bu partinin ciddi
olup olmadığı konusunda, sınıfına ve emekçi kitlelerine karşı görevini
gerçekten yerine getirip getirmediği konusunda hüküm vermek için en önemli ve
en inanılır ölçüttür. Hatasını açıkça tanımak, hatanın sebeplerini keşfetmek,
hatayı doğuran durumu tahlil etmek, bu hatayı düzeltme imkanını dikkatle
araştırmak, işte ciddi bir partinin belirtileri bunlardır. Gereklerini yerine
getirmek, kendi sınıfına ve ondan sonra kitleleri yetiştirmek böyle olur.”
(Leninizm’in ilkeleri, s.23, Stalin'in Lenin’den yaptığı alıntı.)
Önderlik bunları yaparken görmediği hataları, yanlış tespitleri, olabilir.
Bütün yoldaşlar önderliğe ve birbirlerine karşılıklı yardımcı olarak bunların
üstesinden gelebiliriz. Buna inancımız tamdır. Açılan tartışma kampanyasının
demokratik merkeziyetçilik ilkesinin ışığı altında yürümesi gerekir. Bütün
yoldaşlar "Kızıl Kitap’tan" ve diğer eserlerden disiplin, birlik, eleştiri,
özeleştiri parti içindeki ideolojik mücadeleleri tekrar gözden geçirmelidirler.
“Hareket zor günler geçirmektedir. Böyle, durumlarda bireyci, kariyeristler,
fırsatçılar hareketi parçalamayı amaçlayabilirler. Bunlara karşı uyanık
olmalı, bunları her fırsatta teşhir etmeliyiz. Bu günler. Aynı zamanda
kimin ne olduğunu ortaya çıkaracaktır. Tartışma kampanyasının bütün kadro
ve ileri unsurlara ulaşabilmesi için tartışma yazılarının da içinde yer
aldığı bir yayın organı en kısa zamanda çıkarılmalıdır.
Eleştiri, özeleştiri ve tartışmalarda devrimci ilkelere sımsıkı
sarılalım. Demokratik merkeziyetçilik ilkesine bağlı olarak kendi
düşüncemizi özgürce savunalım. Hareketin disiplinine tabi
olalım. Yoldaşlarımıza karşı açık yürekli ve dürüst olalım! Ayrılığa değil
birliğe, yönelelim! Yaşasın Marksizm, Leninizm, Mao Zedung düşüncesi!”
Yukarıdaki KK’nın özeleştirisinde de görüleceği gibi KK tartışmanın
açılışında hatalı bir metot izlediğinin kapsamlı özeleştirisini yaparken, asla
kendi görüşlerini dayatmacı tutum içinde olmadığı gibi tartışmanın sağlıklı
yürütülmesi için örgüt içi tartışma yayın organın çıkarılmasını öneriyor ve
nitekim Proleter Birlik adlı örgüt içi tartışma yayın organın çıkarılmasına
karar veriliyor. Tartışma kampanyasının kadrolara ve hatta ileri sempatizanlara
kadar taşınması eleştiri, özeleştiri mekanizmasına bağlı kalarak örgüt içi
mücadelede sekter ve ayrılıkçı tutumlardan mümkün olduğunca uzak durulması
çağrısı yapılıyor.
Demek ki KK sorunların örgüt platformundan tartışılarak örgüt iradesiyle
çözülmesi gerektiğini salık veriyor. Elbette örgüt içi mücadele ilkelerine
uyulması ve disiplinin gereklerine bağlı kalınmasıyla. Cihan Yıldız burnunun ucundaki
merteği görmezken, kilometrelerce uzaktaki çöpü görmekten geri kalmıyor.
Burada geçerken Cihan Yıldız arkadaş haliyle Bolşevik Partizan KK’nın
önemli bir kesiminin dökülmesini TKP-ML Hareketi’nin çizgisine yüklemeye
çalışıyor. Bu bakış açısının hatalı olduğunu belirtmeliyiz. Elbette gönül
isterdi ki devrimci kavgaya katılan önderler ve militanlar yaşamlarının
sonuna kadar devrimci kalsınlar. İstemekle olmuyor. Devrimci savaşıma
katılan kadroların bir bölümü değişik nedenlerle devrimci safları terk edip
köşesine çekildiği gibi, bir kesimde farklı alanlarda örgütsüz politika
yapmaya yöneldi. Buradan hareket ettiğimizde, devrimci savaşımın dışına
düşen önder ve militan kadroların esas sorumlusu devrimci örgütler
değildir.
Elbette örgütlerinde bu durumda sorumlulukları vardır. Ama bu sorumluluğun
tali olduğunu belirtmeliyiz. Devrimci mücadele bilinçli ve gönüllü temelde
yürütülen bir savaşımdır. Bu bakımdan da devrimci mücadelenin istenilen
boyutta ilerleyip başarıya doğru yol almaması, devrimci saflar da önemli
kırılma yaratmış ve yola sonuna kadar gitmek amacıyla çıkan bir öncü ve
militan kadro, yarı yolda nefessiz kalıp safları terk etmiştir. Bu aynı durum
TKP-ML Hareketi saflarında da yaşanmıştır. İbrahim Kaypakkaya yoldaşla
örgütün kuruluşuna katılanlar ve daha sonrası yenilginin ardında yeniden
inşa döneminde oluşturulan ikinci KK’da yer alan kadroların önemli bölümü
değişik dönemlerde mücadelenin dışına düşmüşlerdir.
1) KK’da görev alan kurucu kadrolardan Kaypakkaya yoldaş katledilmiş
ve geri kalanların hemen hepsi de mücadelenin dışına düşmüştür. Aslan Kılıç ve
Ali Mercan Aydınlık’a dönüp karşı devrimci bir çizgiye kapaklanırken, Ali
Taşyapan, Cem Somel, Almanyalı Kadir ve Muzaffer Oruçoğlu sıcak mücadelenin
dışına savrulmuşlardır.
2) KK’de görev alan önder kadrolardan İrfan Çelik yoldaş işkencede
katledilirken, Aziz Vatan, H.Ş, Almanyalı Cemal, H.İ.A, Ali Taşyapan değişik
dönemlerden sıcak mücadeleden kopmuşlar ikinci KK'da yalnızca Z.U. mücadeleye
sürdüren bir çizgide durmuştur. İşin ilginç olanı bu aynı durum hem 1978
yılında yeniden oluşturulan TKP-ML Partizan ve hem de Bolşevik Partizan
örgütlerinin yeniden oluşturulan önderlikleri içinde geçerlidir.
Şöyle bir hatırlayalım TKP-ML Partizan’ın birinci MK’de görev üstelenmiş
olan önder kadrolardan Süleyman Cihan işkencede katledilirken, polis
operasyonlarında gözaltına alınıp işkencede geçirilen kadroların önemli
bölümü çözülerek mücadelenin dışına düşmüşlerdir.
Partizan I. MK’sında görev alan kadrolar: Sefa Kaçmaz, İ.Ü, Erhan
Gencer, B.İ, İsa Güzel, A. Yavuz Çengeloğlu ve Süleyman Cihan. Bunlarda
Süleyman Cihan 12 Eylül faşist darbesinin ardında gözaltında işkencede
katledilirken İ.Ü, Erhan Gencer, B.İ, A. Yavuz Çengeloğlu işkencede olumsuz
tutum takınarak, mücadelenin dışına düşmüşlerdir. İ. G. ve Sefa Kaçmaz
1981 yılında Partizan'dan ayrılıp Bolşevik Partizan'ı kurdular. Bir dönem sonra
Sefa Kaçmaz, Bolşevik Partizan'dan ayrılıp Mücadele Bayrağı adlı bir dergi
etrafında tutunmaya çalıştı.
Ne ki kısa bir dönemin ardından Mücadele Bayrağı kendisini feshetti. Grubun
başını çeken Sefa Kaçmaz ise bir dönem sonra -ki doğruysa- soluğu karşı
devrimci Aydınlık’ta buldu. Böylece İsa Güzel dışında Bolşevik Partizan’ın
öndeliğine soyunan kadrolarda sıcak savaşımın dışına düştüler. Burada durup
sormak gerekiyor Sefa Kaçmaz Bolşevik Partizan'ı kuran iki kişiden
birisiydi.
Diğeri İsa Güzel’di. Peki burada durup sormak gerekiyor, büyük iddialarla
1981 yılında ortaya çıkan Bolşevik Partizan kurucularından İsa Güzel
dışında kimselerin ayakta kalmamasının sorumlusu, Bolşevik Partizanın çizgisi
mi yoksa değişik nedenlerden dolayı kişilerin yetmezlikleri ve
zaaflarının sonucu mu?
Cihan Yıldız arkadaş başka akımları kolayca eleştirirken birazda kendi
gerçeklerine ayna tutmuş olsalardı sanırız daha inandırıcı olurdu. Maalesef
Türkiye devrimci hareketi devrimci önderlik ve militan mezarlığına dönmüştür. Haliyle
birçok devrimci hareketin önderlikleri hızlı değişim yaşamış ve önemli dökülme
ve savrulmalarla yüz yüze kalınmıştır. Keza bu olumsuz durumda KK’da, Partizan
cenahı ve Bolşevik Partizanda nasibini almıştır. Yani Bolşevik Partizan'ın
önderlik gerçeği diğer akımlardan farklı bir gelişim içinde olmamıştır.
Bolşevik Partizan 1981 ayrılığında birçok kadroyla yola çıkmış ve ama süreç
içinde bu öncü ve militan kadroların önemi bölümü sınıf savaşımının dışına
düşmüştür.
Tüm bunlar Cihan Yıldız'ın palavra atmasını haklı kılmıyor. Avcı hikayesini
çok seven Cihan Yıldız arkadaş, diğer konularda olduğu gibi sosyoekonomik
yapının tahlilinden devrimin yoluna kadar dogmatik ve değişmez bir hatta
durmasını unutarak, en doğrunun savunucusu olduklarını söylemekten kendisini
alamıyor: Cihan Yıldız'ın palavrasını okumayı sürdürelim:
“TKP/ML içinde İK’nın ana hattı doğru çizgisindeki hataların doğru
eleştirisini yaparak partiyi Bolşevikleştirme yönünde ilerletenler biziz. SEY
konusunda Türkiye Komünist Hareketi içinde en doğru çözümlemeyi yapıp ortaya
koyan örgüt biziz. KK’nın ardılları, önce kendi kendilerini tasfiye ettiler. İbrahim
Kaypakkaya’yı ve Mao’yu küçük burjuva köylü devrimcisi ilan ettiler bir ara.
Sonra onu yeniden keşfetti bir bölümü. Sallanıp durdular. Büyük bölümü zaten
devrimci safları bıraktı ya da devrimciliği internet ortamında nostaljik
takılmalara sığdırdı. Herkes kendine yakışanı yapıyor sonuçta.” (Cihan
Yıldız’ın “İbo Can'a son kez” başlıklı yazısından.)
Burada durup Bolşevik Partizancılara sormak gerekiyor; siz ne zaman
Türkiye’nin sosyoekonomik yapısında kapitalist üretim ilişkilerinin egemen
olduğu sonucuna vardınız? Aynı zamanda emperyalizme bağımlı yarı sömürge
ülkeler devrimin zaferine kadar yarı feodal kalır görüşünü ne zaman özeleştiri
yaparak terk ettiniz? Türkiye de kapitalizm hangi yolda gelişerek egemen hale
geldi? Örneğin Prusya yolunda kapitalizmin Türkiye de geçerli olmadığını
savunuyordunuz.
Peki, kapitalizmin hangi yolda feodal ilişkileri çözerek geriye iterek onun
yerini aldı? Yine patlama olmadan yani devrim olmadan nicel birikimlerin nitel
değişime uğramayacağı görüşünüzü terk ettiniz mi?
Haliyle öncelikle yanıtlanması gereken sorular bunlardır. İkinci olarak öne
sürülen iddia TKP-ML Hareketi’nin İbrahim Kaypakkaya yoldaşı küçük burjuva
köylü devrimci olarak nitelediği iddiası. Bu iddianın hiçte doğru olmadığını
belirtmeliyiz. KK’da ilk dönemler böyle bir eğilim oluşmuş olsa da tartışma
süreci içinde bu görüşler terkedilmiş ve örgütün ezici çoğunluğu, İbrahim
Kaypakkaya yoldaşı ve önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketi’ni komünist örgüt
olarak değerlendirmiştir (örgüt içinde tek tek kişiler Garbis Altınoğlu gibi),
İbrahim Kaypakkaya’yı küçük burjuva devrimci önderi olarak görenlerde vardı.
Bunlar örgütün bütününe mal edilemez. Her daima örgüt için küçük bir azınlık
olarak kaldılar. 1994 birlik sürecine kadar bu durum devam etti.
1994 MLKP-K’nın kuruluşu sürecinde geçmiş sorunu gündeme alınıp
tartışılmayacağı ve çözümü geleceğe bırakılacağı yaklaşımı olmasına karşın.
MLKP-K’nın kuruluş Kongresinde oldubittiye getirilerek bir yerde darbeci bir
tarzda geçmiş sorunu gündeme alındı, tartışıldı ve oylamayla küçük bir oy
farkıyla geçmiş sorunu karara bağlandı.
Ne ki bu sorun daha sonrasında hiçbir biçimde tartışmaya açılmadı ve adeta
yasak kondu. Aslında geçmiş sorunu ilke sorunuydu. Bu sorunu biz
komünistler küçümsedik ve bir örgüt içinde bugün azınlıkta kalınsa da
yarın tartışma-etkileme yoluyla durumun değiştirileceğine inanıyorduk. Ama
MLKP-K önderliğinde görüş ayrılıklarının tartışmasından öcü gibi korktuğunu ve
özellikle geçmiş sorunun üzerini kapatarak bilinçli olarak tartışmadan uzak
durulduğunu gördük.
Nitekim örgüt içi mücadelede anti-demokratik yasakçı ve darbeci
yaklaşımların MLKP egemen olmasına kadar, komünistler olarak kararlı ve ısrarlı
bir savaşım içinde olduk, MLKP-K önderliğinin tüzük hükümlerine uygun
davranmayarak, eleştiri ve tartışmadan kaçması ve görüş farklılıklarını örgüt
platformunda tartışmayı örgüt-bölücülüğü ve yıkıcılığı olarak gören, gösteren
yaklaşımların örgütte egemen kılması ve sosyalist demokrasinin geminin
bordosunda denize atmasıyla, hem geçmiş değerlendirmesi, hem de örgüt içi
mücadele yöntemleri ve tüzüğün boşa düşürülmesi, Leninist Parti öğretisinin
reddedilmesi komünistleri 1995 Ağustos’unda MLKP-K ile yollarını ayırmaya ve
komünist hareketi KP-İÖ nezdinde yeniden ete kemiğe büründürmeye yöneltti.
Gelinen durumda TKP-ML Hareketi'nin görüşlerini ve değerlerini yalnızca KP-İÖ
temsil etmektedir.
Bolşevik Partizan’ın ukala yazarlarından Cihan Yıldız hayali tarih
yazacağına, gerçekleri öğrenmeye çalışıp 1976 tartışma sürecinde savunmuş
oldukları görüşlerinin özeleştirisini yapıp, TKP-ML Hareket'inde öğrendiklerini
teslim etmeleri yerinde bir davranış olacaktır. Ama grupçuluk, önyargıcılık ve
Hareket düşmanlığı Bolşevik Partizan'cıların gerçekleri görmesine perde
olmuştur.
1972 yılında kurulan TKP-ML Hareketi parti olarak mı kuruldu?
Partizan cenahı 24 Nisan 1972 yılında İbrahim Kaypakkaya yoldaşın
önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketi’nin TİİKP-PDA’da ayrılığı ilan edip
bağımsız komünist bir örgüt olarak değil de ortaya parti olarak çıktığını iddia
ederek 1976 tartışma kampanyasında KK’nın TKP-ML Hareketi'ni parti öncesi
komünist örgüt olarak nitelemesini, “kurulmuş partinin tasfiye edilmesi” olarak
niteleyip KK’yı “parti tasfiyeciliğiyle” suçlayan dogmatikler ve aynı yolun
yolcusu Bolşevik Partizan proletaryanın komünist partisi nedir sorusuna kaçak
yanıt vermeye çalışıyor.
Komünist partisi; işçi sınıfıyla sosyalist hareketin aynı kulvarda
buluşmasıdır. Komünist hareket doğduğundan itibaren sınıfla sosyalist hareketi
aynı kulvarda buluşturmaya yönelmekle yükümlüdür. Nitekim komünist
hareketin partiye doğru yürümesi hem program ve temel
taktiklerinin belirlenmesi ve pratiğe sürülmesi, hem oportünist - revizyonist
akımlarla hesaplaşılması, varsa komünist güçleri aynı hatta buluşturması
ve hem çizgiye uygun belli düzeyde örgüt çizgisini pratiğe geçirecek
kadrolaşmanın sağlanması, örgütün sınırlarını çizen ve herkes için eşit
disiplin sağlayan tüzüğün hazırlanması ve ardında bir konferans yada kongrenin
toplanarak örgütün seçilmiş delegelerle parti kuruluşunun ilan edilmesidir.
Görülebileceği gibi parti; komünist örgütün olgunlaşma ve sınıfla bağlarını
sağlama, emekçiler arasında sevgi ve sempati kazanma halidir. Buradan olarak
1972 yılında Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketi yeni
kurulmuş ve doğru düzgün organları oluşmuş, program ve tüzüğü hazırlanmış, emekçi
kitlelerce ciddiye alınacak boyutta örgütlü ilişkiler yaratılmış, az çok
sınıfla bağlanmış ve oportünist - revizyonist akımlarla hesaplaşmış bir durumda
değildir.
Düşünelim ki, 24 Nisan 1972 yılında TKP-ML Hareketi parti olarak kurulmuş.
Ama ciddi bir partinin fonksiyonu oynayacak bir konumda değil. Partinin
önderliği Kaypakkaya yoldaş dışında örgüt çizgisini özümlemek bir yana anlama -
bilince çıkarmada uzak. Örgütün örgütsel sınırlarını belirleyen tüzüğü yok.
Yine örgütün ne için dövüşüp neyi amaçladığını ortaya koyan program hazırlanmış
değil ve tüm bunların toplamı olarak örgüt iradesinin somut ifadesi olan
kuruluş kongre ya da konferans toplanmış değil. Daha da önemlisi parti kurulmuş
ama ne önderlerinin ve ne de militanlarının bundan haberleri yok.
1972'ler de Marksist-Leninist hareket ortaya çıktığında birçok bakımdan
eksik, yetersiz hatalı olsa da, görüşleri sistemli ve bir programa temel teşkil
edecek düzeydeydi. Geçmişin değerlendirilmesi ve bu alanda inkarcı ve dogmatik
yaklaşımlara karşı mücadele içinde bunları etraflıca ortaya koyduk.
Soyutlamalar genel olarak doğru olmasa da, İbrahim Kaypakkaya yoldaşın TİİKP
programını eleştirisi buna bir kanıt olarak gösterilebilir. Bu program
eleştirisi, revizyonist - oportünist programa alternatif Marksist-Leninist bir
programın temellerinin ortaya konulmasıdır.
Kaldı ki biz meseleyi salt bu program eleştirisi soyutlaması çerçevesinde
ele alamayız. İbrahim Kaypakkaya yoldaş bu program eleştirisini daha sonraki
bir dizi yazıda daha da geliştirerek, bir programa temel teşkil edecek görüşler
bütününü sistemli hale getirmiştir. Ancak programa temel teşkil edecek
görüşlerin ortaya çıkması eşittir parti gibi bir anlayış sakattır ve yanlıştır.
Dahası programa temel teşkil edecek görüşler eşittir parti demek; parti
meselesine bakışta ve yaklaşımda Leninist öğretilerden uzaklaşılması ve partiyi
sıradan bir örgüt derekesine düşürmek demektir. Aynı zamanda bu durum
dünyaya mekanik ve dar kalıplar açısından bakmayı ifade
eder.
ML Hareket 1972'lerde partinin üzerinde yükselmesinde temel olan programa
tekabül eden görüşlerini, sistemli hale getirmeyi gerçekleştirdi, ancak
partinin kuruluşunu gerçekleştiremedi. O zaman ML Hareket'in yapısı,
partinin kuruluşunun hazırlık yapısıydı. Merkezi yapısının koordinasyon olarak
saptanması ve oluşturulması bunun en açık kanıtıdır. Bu merkezi yapının
görevi, ortaya konan ML çizgi etrafında oluşan veya oluşacak çevreleri ML
hareket çerçevesinde birleştirmek ve bir program ve tüzük hazırlayarak o zamana
kadar modern revizyonist ihanetin engellediği partinin kuruluşunu
kongreyle resmen ilan etmekti.
Fakat izlenen hatalı sol taktik çizgi nedeniyle ML Hareket’in uğradığı
geçici yenilgi, bu görevin yerine getirilmesini engelledi ve partinin kuruluşu
görevi bugüne kadar gündemde çözülmesi gereken başat bir mesele olarak
kaldı. Her şeyden önce şunu ifadelendirmek gerekiyor ki; programa temel
teşkil eden görüşlerin ortaya çıkması ile partinin kuruluşu arasında da
belli bir süreç vardır. Her ülkede ML partilerin kuruluşu programın
pratiğe sürülmesi, oportünist - revizyonist akımlarla hesaplaşılması,
varsa komünist güçlerin tek bir örgüt çatısı altında birleşmesinin
sağlanması ve sınıfın öncüleri temelinde fabrika hücre çalışmasının
örgütlenmesi ve sınıf içinde kendini üretir hale gelmesi diyalektik sürecini
izlemiştir. Bu komünist hareketin doğuşu, gelişimi partinin kuruluş süreci
demektir.
Nitekim ML Hareket'in geçmişine ilişkin belgelerde, örgütün kuruluşunun
ilan edildiği 24 Nisan 1972 yılında partinin kuruluşuna rastlamıyoruz. Ve
partinin kuruluşunu ilan eden hiçbir belge ve kanıtta yoktur. Aksine ML
Hareket'ten bahsedilmekte ve tüm ML’ler ML Hareket saflarına çağrılmakta ve o
dönemde KK’da görevli olanlarda bunu onaylamaktadırlar. Aynı zamanda bu doğal
ve anlaşılabilir bir şeydir. Ama bazıları bugün siyasi hesapları uğruna
gerçekleri hayasızca tahrip etmekten çekinmiyorlar.
Dün Partizan ve bugün aynı cenahın sürdürücüleri olan Yeni Dünya İçin
Çağrı, Yeni Demokrasi, Halkın Günlüğü, Özgür Gelecek vb. ise bu tahrifattan
kendilerini aklamak, sözüm ona meşruluklarını ispatlamak için
yararlanmaya çalışıyorlar ve bu temelsiz iddiaya sarılıyorlar. Bu temelsiz
iddia, geçmişte partinin kurulduğu iddiasıdır. Bu tahrif karşısında bizim
tarihi gerçekleri ortaya koymamız “parti inkar ediliyor” cinsinden
ajitasyon değeri bir ölçüde olan, ama bilimsel ve tarihi temeli hiç olmayan,
gerçekle uzaktan yakından bağdaşmayan, yaygarayla karartılmaya
çalışılıyor.
Neden? Çünkü ortaya koyduğumuz tarihi ve somut gerçekler, Partizan gibi
hiziplerin meşruiyetini ortadan kaldırıyor, onların geçmişe sözüm ona
sahip çıkmalarının, bugün geçmişte ortaya konan ML çizgiden, apayrı
Mao'culuğu temel alan, küçük burjuva sol çizgilerini aklamak amacına
hizmet ettiğini ortaya koyuyor.
Birçok ülkenin tecrübelerine bakarsak, ML partilerin kuruluşunun, ortaya
konan ML bir çizgi etrafında ML unsurların toparlanması için yürütülen
belirli bir mücadele sürecinden geçerek gerçekleştiğini görürüz. Bunu tek
başına bir soyutlama olarak ele alırsak dahi bu anlamda da onlar parti
öncesi inşa örgütlenmesi sürecini yaşamışlardır. Bu tüm ML’lerin, ML Hareket
saflarında birleştirilmesini parti kuruluşu için mutlak bir şart haline
getirmez. Partinin inşanın her ülkenin somut koşullarında kendisine özgü
belirli bir süreci kapsar. Bu yapılanmanın görevi önce de belirttiğimiz gibi,
program tüzük hazırlamak, oportünizmle hesaplaşıp sınıf hareketine müdahale
ederek, beli başlı örgütler yaratarak kongreyi hazırlamak ve
gerçekleştirmektir.
1972’nin zor koşullarında ML Hareket'in karşısındaki esas zorlu görev
buydu. O dönemde İbrahim Kaypakkaya yoldaşın, ML Hareket’in çizgisini bir dizi
noktada daha da derinleştiren çeşitli yazılar kaleme alması da bu göreve hizmet
ediyordu. Bunlar içinde en önemlisi, geçmişi Mustafa Suphi'nin TKP’sini
değerlendirmeyle, o dönemdeki küçük burjuva akımların eleştirisidir. Bunların
bazısı, o dönemin zor koşullarında kayboldu, bazıları ise gerçekleştirilemedi.
O dönemde temel olan uğraş, ortaya konan temellerin daha da geliştirilmesi, bu
temel etrafında dürüst ve kararlı devrimci unsurların birleştirilmesi ve bu
temel üzerinde, sağlam bir yapının oluşturulmasıydı.
Bu meselede o dönemde bazı hatalı anlayışların olduğu da bir gerçektir,
Ortaya konan ML çizgi temelinde ideolojik - siyasi inşanın esas olduğu o
şartlarda, dar pratik içine hapsolma şeklinde ortaya çıkan bu hata, izlenen sol,
taktik çizgiden bağımsız değildi. Çünkü sol, taktik çizgi yapıyı
sağlamlaştırmaya, ideolojik-siyasi inşayı geliştirmeye değil, ideolojik - politik
geriliğe, güçlerin dağılmasına hizmet etmiş ve sonunda yenilgiyi beraberinde
getirmiştir.
Ülkemizde yaşanan tarihi gerçekleri kimse kendi kafasına veya keyfine göre
çarpıtamaz. Veya sübjektif düşüncesini objektif gerçek yerine geçiremez. Ortada
olan gerçek, partinin kurulmadığı ise, “niye kurulmasın, kurulabilirdi” cinsinden
akıl yürütmeler veya hiçbir ciddi kanıt ileri sürmeden (ki bu konuda böyle bir
kanıt gösterilmesi de mümkün değildir), “biz diyorsak, parti kurulmuştur”
türünden gülünç iddialar gerçeği tahriften öte bir değer taşımaz, 1972'ler
kimsenin bilmediği karanlık dönemler değildir. O dönemin gerçekleri bugün sır
da değildir. Ortada yaşanan bir gerçekte varsa, o da partinin kuruluşunun
gerçekleştirilemediğidir.
Bugün bazılarının “hayır parti kuruldu” demesi bu gerçeği değiştirebilir
mi? Yoksa partinin kuruluşunu tarihi gerçekler değil de, bazılarının kendi
sübjektif düşünceleri mi belirliyor? Onların kendi keyfi değerlendirmeleri
ve tarifleri, gerçekler karşısın da değersizdir. Kaldı ki aslında parti vardı
iddiasını ileri sürenlerde bunun tarihi gerçeklere ters düştüğünün
farkında olacaklar ki, 78’de TKP-ML’nin I. Konferansı’yla partinin
kurulduğunu, kongreyle kuruluşunu ilan ettiğini açıkladılar. Madem parti
kurulmuştu, kuruluşunu yeniden ilan etmeye ne gerek vardı?
Biz burada, bu, sözüm ona kuruluşa temel olan çizginin ML Hareket'in
çizgisine ne denli ters ve anti-Marksist olduğunu bir an için bir kenara
bırakıyoruz. Sadece parti kurulmuştu iddiasının çeliştiğini ve iddia
sahiplerinin kendi kendilerini tekzip ettiklerini göstermek istiyoruz.
Öyle ya kurulan ve var olan bir şeyin, tekrar kurulduğunu ilan etmenin bir
anlamı olmaz. Oysa bunun gerçekte anlamı, ML Hareketi tasfiyeye girişen dogmatik
Mao'cu kesimlerin kendilerine meşruiyet sağlama amacıyla tarih
çarpıcılığına giriştikleri sahtekarca bir manevradır. Demek ki kurulmamış
partiyi KK tasfiye etmediği gibi aynı zamanda KK ideolojik - politik birliği
dağılmış olan örgütü öncelikle ortak bir noktada buluşturmaya, dahası hata ve
zaafların yarattığı yüklerden kurtarmaya çalışarak, gerçekten de işçi sınıfının
öncülüğünü üstlenecek komünist partisinin kurulmasının yolunu açmıştır.
Bolşevik Partizancılar
paralel örgüt savunuculuğuna soyundular
Cihan Yıldız arkadaş yılların ardında yurtdışı adına konuşarak, onun
savunuculuğuna soyunuyor. Ve varsa hatalarımız özeleştirisini yapmaktan geri
kalmayız tutumunu takınmaktan da geri kalmıyor. Çünkü 1976 tartışma kampanyası ve
sonrasına dair en doğru tutumu kendilerinin takındığı iddia ediyor. KK’yı boşa
çıkaran yurtdışı yönetimi,1976 tartışma kampanyasını bir dönem yurtdışı
çalışmalarında yer almış ve 1975-76 yılında değişik zamanlarda Türkiye
çalışmalarına dönmüş olan kadrolardan A’yı yurtdışı örgüt temsilci olarak
atıyor.
Sanki ortada iki farklı örgüt var ve örgütler arasında ilişkiyi sürdürmek
için A yurtdışını temsilen yetkili olarak atanıyor. Hatta tartışma sürecinde
hem dogmatiklerle eve hem de KK temsilcileriyle görüşmekler yapıyor. Peki, A
arkadaş hangi organın temsilcisi olarak böyle bir yetkilenme durumunda oluyor.
Ve yurtdışı yönetimi hangi yetkiyle A’yı Türkiye’ye temsilci olarak belirliyor.
A denilen arkadaş yurtdışı örgütüyle tüm bağlarını keserek Türkiye’ye dönüyor
ve haliyle artık A arkadaşın yurtdışı örgütüyle bir bağı olmaz, Türkiye
örgütünün disiplinine bağlıdır ve yatay bir ilişki içinde olamaz. Burada da
görüleceği bir sonrasının Bolşevik Partizancıları açıktan KK’nın disiplinini
tanımayarak örgütsel ilkeler ve disiplinin yok sayıp anarşist bir hatta
yürümekten sorun görmüyor.
“Biz bu mektubu Eylül ayında KK’ye
ulaştırdık. Bu arada fakat Türkiye’de bölgelerde birçok gurup KK’nin disiplinini
tanımayacağını ilan etmişti. Biz merkezin disiplinini tanımadığını ilan eden ve
aslında partiye sahip çıkılma konusunda aynı safta olduğumuz gruplarla da T. de
YD temsilcisi olarak çalışan yoldaş üzerinden ilişki ve tartışmalarımızı
sürdürüyor, elimizden geldiğince erken bir bölünmeyi engellemeye çalışıyorduk. Yani
yurtdışı yönetimi, Türkiye de merkezi yönetimden ayrı olarak yurtdışı adına
faaliyet yürüten, YD temsilcisi üzerinde yatay ilişkilere devam edildiği
görülüyor. Bu tamamıyla Leninist örgütsel ilklerin yok sayılarak görüş
disiplini içinde hareket edilmesidir. Yine bunun adı açıktan gelişmelere müdahale etmek amacıyla paralel
örgüt kurmaktır. Bunun hala kıskançlıkla savunulması da başka bir garabet olsa
gerek. Yurtdışı yönetiminin KK yazmış olduğu 25 Kasım 1976’da tarihli bir
belgede paralel örgüt savunuculuğuna devam ediliyor, arkadaşa talimat
verilmiştir. Temsilcilik kurumu sürecektir. YD teşkilatının disiplinine
bağlıdır.”
KK yurtdışı yönetiminin A yoldaşın
yurtdışı temsilcisi olarak danışma irtibat hatta temsilci görevini sürdürmesine
karşı çıkıyor ve eleştiriyor. Çünkü KK, YD faaliyetini tüm çalışmanın bir
parçası olarak bütüne ve Onun disiplinine bağlı bir çalışma olarak görüyor.
Haliyle çeşitli parçaların bütün ile ilişkilerinde geçerli olan temsil esasları
YD içinde geçerlidir. Yurtdışı önderlikle ilişkilerini alt ve üst organların
ilişkilerinin tabi olması gereken ilke ve sınırlar içinde sürdürülmedir. YD
çalışmanın dışında kalan ve esas olarak onun disiplinine bağlı bulunacağı ön
görülen A yoldaşın iki farklı örgüt arasında ilişki sağlayan bir temsilci
statüsünde olması şekil ve öz bakımından disiplin ilkelerine ters düşmektedir.
Şekil bakımından böyle bir kurumun (temsilcilik) varlığı öz bakımından ise
bütünün değil parçanın disipline bağlı olması bu aykırılığı yaratmaktadır. Bu
durumda A yoldaş oradaki canlı pratiğin özelliklede yurtdışındaki tartışma
kampanyasının dışında kalacağı için bir irtibatçılık görevinden fazlasını
gerçekleştirmeyecektir.
Haliyle KK yurtdışını A yoldaşın YD temsilcisi olarak görev sürmesini
önerisini doğ bulmuyor. Kurum disiplin ilkeleriyle çelişeceğinden dolayı karşı
çıkıyor. Bu bakımdan A yoldaşın temsilci olarak değil, hareketin dipline bağlı
bir irtibatçı olarak görev yapmasını uygun buluyor.
Yine Bolşevik Partizan KK’nın örgüt çizgisini 1974-75 yılında başlayarak
değiştirdiğini iddia ediyor. Peki, bu konuda Bolşevik Partizan’ın elinde
somut bir kanıt var mı? Bizce yoktur. Ama Bolşevik Partizan büyük
konuşmaya devam ediyor ve şöyle diyor: “1973 yenilgisi sonrasında partiyi
toparlamak amacı ile kurulan Koordinasyon Komitesi, 1974 - 1975 döneminde,
İbrahim Kaypakkaya’nın parti konusunda savunduğu doğru görüşleri reddederek
partiyi tasfiyeye yöneldi. Koordinasyon Komitesi, Kuzey Kürdistan - Türkiye’de ‘bir
Marksist-Leninist partinin olmadığını’, ‘birçok Marksist-Leninist grubun
olduğunu, TKP-ML’nin de bu gruplardan birisi olduğunu bu grupların birleşmesiyle
partinin yaratılabileceğini’ söylüyor; ‘Parti değil, Hareket olunduğunu’ ileri
sürüyordu. Bu kesim ile bu kesime karşı mücadele eden bölge komiteleri
arasındaki mücadele 1976’da örgütsel ayrılığa dönüştü. İbrahim’in parti
konusunda ortaya koyduğu doğru görüşleri yadsıyan Koordinasyon Komitesi, ‘TKP-ML
Hareketi’ adını alarak yeni bir örgütsel oluşuma evrildi.”
Buradaki görüşlerin özü, özeti gerçekleri çarpıtmaktır. Bir kere 74-75
yılında KK’nın ezici çoğunluğu içerde ve ne parti ve partileşme süreci ve
nede sosyo-ekonomik yapı, devriminin yolu vb. konularında örgütte bir tartışmada
yok. 1975 yılında KK’nın çoğunluğunun dışarıya çıkmasıyla KK’nın ana
gövdesi de dışarıya çıkıp (2. KK İrfan Çelik, Muzaffer Oruçoğlu, Aslan Kılıç,
Ali Taşyapan, H.Ş ve Aziz Vatan tarafından oluşuyordu. 175 affından önce İrfan
Çelik ve H.Ş tahliye olurken ardında Ali Taşyapan’ın da tahliyesiyle, dışarıda
olan Aziz Vatanla birlikte KK’nın çoğunluğu dışarıya çıkmış oldu), sınıf
savaşımının sıcaklığı içine dalmışlardır. Artık KK örgütün başına geçmiş
ve dizginleri ele almaya çalışmış ve bunun için de bozulan;
ideolojik-politik ve haliyle de örgütsel birliğin sağlanması için 1976
yılında tartışma kampanyası başlatılmıştır. Olayları farklı aktararak,
olmayan şeyleri olmuş gibi göstermenin devrimci mücadeleye hiçbir
yararının olmadığını, olamayacağını bir kez daha ifadelendirmek istiyoruz.
Gelelim KK’nın bizim dışımızda da THKO ve THKP-C/ML’ninde ML olma
yolunda örgütler oldukları ve bu örgütlerle birlikte proletaryanın
komünist partisi kurmak için birleşme olabileceği görüşüne. Devrimci hareketin
değişik bileşenleri 1975 yılında başlayarak kendi çizgilerine yönelik
değerlendirme yapıp özeleştiri yapmaya başladılar. Özellikle
İbrahim Kaypakakya yoldaşın işkencede direnişi ve TKP-ML Hareketi'nin
zindanda hızla toparlanması, Mahkeme ve zindanlarda kararlı devrimci tutum
alınması yeni arayış içinde olan THKO ve THKP-C üzerinde önemli etki bıraktı.
Kaypakyaya yoldaşın sorgudaki tutumu, beş temel belge olarak ifade
edeceğimiz yazıları ve mahkeme savunmaları, THKO ve THKP-C saflarında yeni
ayrışmaların önünü açmıştır.
Nitekim Kaypakkaya yoldaşın düşüncelerinden etkilene THKO sosyal
emperyalizm tezlerinde kitle çizgisine, parti sorununda TKP, Kemalizm vb.
değerlendirmesine kadar birçok konuda Hareket
çizgisine yakınlaşmış ve Kaypakkaya yoldaşı ve örgütü TKP-ML Hareketi’ni
komünist olarak değerlendirmeye başlamıştır. Bu yeni görüşlerin kabulü
THKO’da ayrışmayı beraberinde getirdi. THKO’nun ana gövdesi GMK saflarında yer
alırken bir grup THKO - Mücadele Birliği adıyla örgütlenip daha sonrasında
TKEP adını alırken, bir başka grup Hüseyin İnan'ın yazmış olduğu
ve THKO’nun temel görüşlerini ifade eden Türkiye Devriminin Yolu (TDY) adı
altında örgütlenmeye çalıştılar.
THKP-C de ağır yenilginin muhasebesini yaptı ve bunun sonucu olarak THKP-C
birkaç farklı politik gruba bölündü. Bunların arasında Mahir Çayan çizgisini
mahkum ederek her bakımdan farklı bir hatta dümen kıran bir grup THKP-C/ML adı
altında sosyal emperyalist tezleri ve diğer birçok alanda ML de etkilenerek
Kaypakkaya yoldaşı ve TKP-ML Hareketi’ni komünist olarak değerlendiriyordu.
Yalnız THKP-C/ML, PDA-Aydınlık revizyonizminin belli bir dönem sonra komünist
bir grup olarak değerlendirmesiyle düalist bir hatta duruyordu. Halkın
Kurtuluşu ve Halkın Yolu’nun Kaypakkaya yoldaşın çizgisini ML olarak görmesi ve
bu çizgide derin etkilenmeleri KK’yı hareket geçirmiş ve parti sorununda
dışımızdaki akımların niteliği üzerine değerlendirmeyi zorunlu kılmıştır.
Çünkü Kaypakkaya yoldaşın görüşleri her iki gruba da yol gösterici
olmuştur. Tam da bu süreçte görüşlerini yeni oluşturmaya çalışan THKO GMK
ve THKP-C/ML ile yakın ilişkiler içinde olup güç ve eylem birliği yaparak
birlik sürecine önderlik etmeye çalıştı. Özellikle Aydınlık
revizyonizminin ideolojik olarak etkilemeye çalıştığı gerçekliğini dikkate aldığımızda
KK’nın tutumu doğruydu ve aynı zamandan oportünizme - revizyonizme
karşı ideolojik savaşımın bir parçasıydı.
Buradan hareket ettiğimizde, KK dışımızdaki akımlara ilkelerde taviz veren
ve TKP-ML Hareketi’ni tasfiye eden bir tutum içinde olmadı. Hem birlik ve
hem de eleştirel tutumuyla dahası kendisine öz güvenle THKO ve THKP-C/ML’yi
doğru hatta çekmeye ve olumlu bir hatta tutmaya çalışan KK, sınıf savaşımı
bakımından tasfiyecilik değil aksine daha aktif bir şekilde sınıf savaşımına
müdahale ederek yol açma rolünü oynadı.
Zaten sınıf savaşımının gelişip ileriye doğru akması ve örgütlerin
görüşlerinin program düzeyine çıkmasıyla birlik süreci de sona ermiş oldu.
Peki, 1976 tartışma
kampanyasında örgüt yıkıcılığını kim yaptı?
Dogmatik hizipçiler 1976 yılında bu yana hem örgüt yıkıcılığı yapıp örgütü
parçalayıp saflardan kopup giderek, TKP-ML Partizan örgütünü kurarken hem de
yavuz hırsız ev sahibini bastırır özdeyişine uygun olarak, KK’yı hizipçi ve
örgüt yıkıcısı olarak suçlamaktan geri kalmadı. Gerçekten de örgütün
disiplinine ve ilkelerine başından itibaren uyar görünen ama uymayan ve açıktan
KK’ya meydan okuyarak 1976 Temmuz'da örgüte başkaldırarak ayrılık ilan eden İBY
ve ardında bu koroya zindanlarda ve yurtdışında katılanların, yeni bir örgüt
kurmak amacıyla örgütün saflarından koptukları bir sır değildir.
Buradan olarak KK her şeye rağmen tartışmanın ilkeler ve disiplin temelinde,
bölünme ve parçalanma olmadan, eleştiri, ikna ve birlik temelinde yürütülmesini
amaç edinmişti. Tartışma süreci yaşanmadan erken bölünmenin sağlıksız
olmasına dikkat çeken KK olabildiğince esnek ve hatta olduğundan da tavizkar
davranmıştır. KK tartışmanın başlatılmasındaki hatalı yöntemin özeleştirisini
yaparak tartışma sonuçlanana kadar İK yoldaşın ortaya koymuş olduğu görüşlere
bağlı kalınacağı ve tartışmanın ardında seçilmiş delegelerle gidilecek bir
konferans ya da kongrede kabul edilecek çoğunluk görüşüne göre hareket
edileceğini ortaya koydu. Ama bunun olabilmesi için merkezi önderliğin disiplinin
tanınması ve örgüt içi mücadele ilkelerine göre hareket edilmesi ve örgüt ilke
ve kuralların tüm örgütü bağlaması gerektiği üzerinde duruluyordu.
Bolşevikçilerin iddia etmiş oldukları gibi KK özeleştirisin de göstermelik
manevra yapmamış, tastamam hatalı tutumunun özeleştirisini yaparak
tartışma sürecini demokratikçe yönetmiştir. Bunu örgüt içi yayın organı
Proleter Birlik’in yayınlanmasında ve İBY’nin pervasız ve ayrılığı körükleyen
tutumuna karşı olduğundan esnek ve tavizkar davranışında görmek mümkündür.
KK tartışma kampanyası boyunca farklı düşünceden dolayı hiç kimseye ambargo
uygulanmamış ve KK’yı eleştiriyor diyerek yazıları yayınlamam gibi
anti-demokratik tutum içinde olunmamıştır. Tersine farklı görüşte olanların
yazıları noktasına virgülüne dokunulmadan kadrolara ve ileri sempatizanlara dek
yayınlanmıştır. Nitekim bu gerçeği Proleter Birlik’in ilk sayısında
yayınlanan yazılarda da görmek mümkündür.
Değişik bölgelerde gelen KK'yı eleştiren kişi ve yönetim birimlerinin
yazıları tartışma yayın organın ilgi sayısında yayınlanmıştır. Çünkü KK
tartışma kampanyasının başından beri farklı fikir ve görüşlerin örgütsel
disiplin ilkelerine dayalı olarak, özgürce tartışılmasından yanaydı. İşte bunun
somut ifadesi Proleter Birlik iç yayın organıydı. Tartışmanın derinleştirilmesi
ve düzenli bir şekilde yürütülmesinin aracı olarak eleştir-özeleştiriyi
teşvik edecek, örgüt içi demokrasiyi geliştirecek, böylece farklı görüşlerin
örgütsel disiplin ilkelerine dayalı olarak tartışılmasının yapılmasını
sağlayacaktı.
Dahası KK’nın Proleter Birlik’in 1. sayısında yayınlanan “Düşünceleri berraklaştıralım”
başlıklı yazıda da ifade edildiği gibi, “tartışmaların olgunluğa vardığı bir
nokta da bir kongre yada konferans düzenlemesinin aracı olacaktı. Bu öneri,
bütün örgütte olumlu karşılandı ve gerçekleştirme çalışmalarına
girişildi”(Proleter Birlik, sayı: 1, sayfa:39, “Düşünceleri berraklaştıralım”
yazısından.)
Yani KK tartışmaları kongre yada konferansın toplanmasıyla bağıntı içinde
ele alıyor ve farklı fikirlerin örgütün en yüksek karar organı olan kongre ya da
konferansta sonlandırılmasını ve yeni bir önderlik seçimi yapılmasını
öneriyordu. Keza yukarıda aktarmış olduğumuz KK’nın yazısında ikircimsizce
belirtildiği gibi, tartışmanın nerede ve nasıl sonuçlandırılacağı somut olarak
ortaya konuyordu. Peki, tüm bunlar orta yerde durduğu halde Bolşevik
Partizan'cılar yılların ardından hala şunları iddia etmekten geri kalmıyor.
Ali Taşyapan, Duvarın İki Yakası’nda bu özeleştiri hakkında şunları
söylüyor: “Örgütün bölünmesini önlemek için tavrımızı gözden geçirdik,
hatalarımızı ortaya koyduk, önemli tavizler verdik. Örneğin, yeni tezi darbeci
bir şekilde örgüte sunduğumuzu, örgüt iradesini hafifsediğimizi, özeleştiri
yapıp tezi geri çekeceğimizi, ama kendimizi aşmak için de kuralına uygun bir
örgüt içi teorik tartışma kampanyası başlatmamız gerektiğini, kampanya bitimine
dek örgüt çizgisini eski görüşlerimizin temsil ettiği gerçeğine riayet
edeceğimizi vurguladık.” (Age, s.352-353.)
(Ali Taşyapan yanlış “hatırlıyor.” Merkezin “özeleştirisi”nin hiçbir
yerinde kampanya bitimine dek parti görüşlerinin savunulacağı şeklinde bir
tavır yoktur. Tersine yukarıdaki belgelerde görüldüğü gibi, en iyi halde parti
çizgisinin savunulmasının askıya alınması vardır.” HB) Burada Ali Taşyapan’ın
açıklamaları tamamıyla doğrudur. Merkezi önderliğin
özeleştirisinde açıktan tartışma açma metodunda yanlış yapıldığı ve bunun
akabinde önyargıcılığın gerçeğin görülmesine engel olduğu.
İşte KK’nın özleştirişinde örgütün resmi görüşlerinin tartışma
kampanyasının sonuna kadar savunulacağı sağa sola çekilmeyecek netlikte ortaya
konuyor.
Yoksa tartışma kampanyasının ruhuna aykırı bir durum söz konusu demektir
ki, hem tartışma yürütülüyor hem de örgütün resmi görüşleri reddediliyor. Bu
Olmayacak bir durumdur. Bu gerçekliği KK’nın özeleştirişi yazısında okumak
mümkündür.
“Bu amaçla bir süre önce bir araya gelen önderlik Hareket'imizin mevcut
çizgisini bir bütün olarak gözden geçirdi önderlik, Hareket'imizin ağır
yanılgısına yol açan hataların taktik düzeyi aşabileceği, devrim yolu konusunda
-devrimin karakteri konusunda değil-, stratejik düzeydeki hatalara kadara
uzayabileceği kanaatine vardı.
Bundan dolayı bir bütün olarak siyasi çizgimizin
dolayısıyla devrimimizin bir dizi temel meseleleri bütün kadroların
tartışmasına sunmak üzere gündeme getirdi. Ancak önderliğin siyasi geriliği ve
tecrübesizliği onu bu alanda da hataya düşmekte alıkoyamadı. Tartışmaya
sunduğu konularla ilgili görüşlerini kadrolara karar şeklinde getirdi
ve metot hatasına düştü. Yeni hatalar işte bu ortamda ve bu şartlar
altında yapıldı. Hareketimizce yapılan bazı genel tespitler konusundaki
tereddütler, yeniden inşa dönemine girildiğinden bir süre sonra önderlikteki
yoldaşların ve bazı kadroların kafasında belirmişti. Bu yüzden çizgimizdeki
hatalı tespitlerin ortaya çıkarılabilmesi için 14 maddelik araştırma konuları
her bölgeye gönderilmiştir. Ancak bu konuların tartışılmasında da yeterli
derecede önderlik edilemedi. Haliyle de yararlı sonuçlar çıkarılamadı.
Önderlik, içinde bulunduğumuz sorunların çözümü için geniş bir tartışma
kampanyasının açılmasına, bu tartışmalarda çıkan sonuçları esas alarak
özeleştirinin hazırlanmasını ve yayın organının çıkarılmasını doğru bir metot
olarak tespit etmişti. Önderlik, bu doğru metodun uygulanmasında hatalı
davrandı. Çalışma alanlarının çoğunluğunda bazı meselelerin tartışılmış
oluşunun ve kendi içinde de bazı konularda ikna olmasını esas alarak bu
konularla ilgili görüşlerini karar olarak bildirdi. Elbette bu kararlar ikna ve
ispat edici verilerle ortaya konup, hareketin kadrolarınca da tartışılıp
benimsendikten sonra, resmi hale gelecekti. Ama bu, kararların tartışmaya
açılması gibi çelişkili durumu ortadan kaldıramaz. Bu hatalı anlayışın sınıfsal
kaynağı küçük burjuva aceleciliğidir, örgütsel bakımda tecrübesizlik ise
ikinci ve önemli etkenlerden biridir.”
KK’nın özeleştiri yazısında da görüleceği gibi, “Elbette bu kararlar ikna
ve ispat edici verilerle ortaya konup, hareketin kadrolarınca da tartışılmaya
açılması benimsendikten sonra, resmi hale gelecekti.” Önderliğin ulaştığı yeni
görüşlerin hareket içinde tartışıldıktan sonra benimsenmesiyle resmi görüş
haline geleceği belirtiliyor. Haliyle bu da resmi görüşün değişimi için
tartışmanın ardın da toparlanacak bir kongre ya da konferansa bağlanıyor. Aksi
halde KK’nın tartışma kampanyası sürecine dair yapmış olduğu hatayı aşmak
zorlaşır. Zaten dogmatiklerin KK’nın özeleştirisini doğru olarak anlayıp
bilince çıkarmaları imkansız olurdu.
Bolşevikçiler KK'nın, tümüyle birlik ve iyi niyetli çabalarını görmezden
gelerek, yıkıcılığın önünde koşan İBY'ni paklamaya çalışıyor. İBY tartışma
süresince örgütsel ilke ve kurallara uymamış ve gerekli hassasiyeti
göstermemiştir. Sözde örgüt disiplinine uyduklarını söylemiş olsalar da aslında
İBY fiiliyatta farklı davranarak disiplini tanımadıklarını ortaya koymuşlardır.
Yani başlı başına “İK’nın görüşlerini biz savunuyoruz” diyerek “kale gibi
davranmaya çalışmışlardır. Dahası bu dogmatikler, düşüncelerine
inançları ve güvenleri olmadığından, tartışmayı ilkelere dayalı sürdürmek ve
meselelerin ciddiyetine göre hareket etme yerine, uluorta “KK üyelerinin olması
gereken vasıflarda olmadıkları bazılarının poliste konuşmuş olduğu, İK yoldaşa
ihanet ettikleri vs.” gizliliği ihlal ederek, isim açıklayarak yaymak istenilen
ve ispat edilmekten uzak bu tür mesnetsiz suçlama ve dedikoduları sorumsuzluk
örneği olarak görüyoruz.
İBK’yı ayrılıkçı tutumundan vaz geçirmek bakımından KK o kadar tavizkar
davrandı ki, Proleter Birlik’in, yayın komitesine isterlerse bir kişi
verebileceklerini önerdi. Gerçekten de tartışma kampanyası sürecinde
KK’nın nasıl bir demokratik hatta yürüğünü anlamak ve her türlü yalan-yanlış
görüşleri mahkum etmek bakımında Temmuz ayında yıkıcılık bayrağını açarak
örgüt saflarında kaçan İBY ve aynı kafada olanları belgeleriyle eleştiren
KK’nın, yıkıcıların tutumlarını su götürmezce açığa seren “Örgüt yıkıcılığını
mahkum edelim” yazısını özetle yayınlıyoruz.
Örgüt yıkıcılığını mahkum
edelim
Eski İBY ile ilişkilerimiz, üç konudaki farklı düşünceler ve bu farklı
düşüncelerin sonucu olan farklı çözümlerde düğümlenmişti. Eski İBY ile tartışma
kampanyası üzerine farklı düşüncelerimiz, örgüt içi mücadele, önderliğin
durumu ve önderlik ile İBY’nin ilişkilerini de içine alan üç temel noktada ayrı
bakış açıları ve ayrı çözüm yollarının benimsenmesi olarak belirdi.
Bu meselelerden ilki tartışma kampanyasını ele alışımızdaki ve tartışmayı
sürdürmedeki arayışlarımızdaki farklılıktır. Biz şu anda berraklaşmış iki
ayrı çizginin bulunmadığını, geçmişteki teori ve pratiğimizi hayatın karşımıza
çıkardığı yeni ideolojik siyasi ve örgütsel meselelerle birlikte ele alarak
tartışmamız gerektiğini, bu tartışma süreci içinde düşüncelerin
berraklaşacağını, ortak ve farklı düşüncelerimizin ortaya çıkacağını belirttik.
Bu amacın gerçekleştirilmesinin örgüt içindeki tartışmaları düzenli ve
demokratik bir şekilde pratik faaliyetle birlikte yürüterek ve örgütsel
birliğimizi koruyarak mümkün olabileceğini söyledik. Tartışmanın düzenli
ve disiplinli ve örgütü kucaklayabilecek bir genişlikte yürütülmesinin yolunu,
bir tartışma yayın organının çıkarılmasında gördüğümüzü belirttik. Böyle
bir yayın organının farklı görüşlere yan yana yer vereceğini söyledik. Eski
İBY'nin isterlerse bir kişiyi bu yayın organının sorumlu komitesine
önerebileceklerini ve bunu kabule hazır olduğumuzu belirttik. Eski İBY ise iki
ayrı çizginin mevcut olduğunu, tespit olunmuş resmi görüşlerimizin
bulunduğunu bölgenin resmi ‘görüşler’ doğrultusunda yayın organı çıkartma
hakkı bulunduğunu ve kendilerinin bu hakkı kullanacaklarını belirtti. Ayrı bir
tartışma yayın organının çıkmasının daha iyi olduğunu ancak bunun kendi
görüşleri doğrultusunda ‘bir yayın organı çıkarmayı asla engellemeyeceğine
söyledi ve bunu şart’ olarak ileri sürdü. Bizim, ayrı bir yayın organı
çıkarmanın tartışmayı olumsuz bir yönde etkileyeceğini, kendi gerekçelerinin
tutarsız olduğunu ve bunun disiplinin köklü bir ihlali niteliğinde olup, fiili
ayrılığı getireceğini söylememiz de etkili olmadı. Eski İBY kararında ısrar
etti.
İkinci mesele, önderliğin çekilmesiyle ilgiliydi. Eski BY önderliğin birçok
hatalar yaptığını, resmi görüşleri bir yana fırlattığını, önderlik
görevlerinden hiç birini yerine getirmeyerek örgütün gelişmesini sekteye
uğrattığını, içinde bulunduğumuz durumun tek sorumlusu olduğunu söylüyor ve
çekilmesini şart olarak ileri sürüyordu. Biz ise önderliğin görevlerini yerine
getirdiği yolunda bir iddiasının olmadığını ve hatalarımızı kabullendiğimizi
belirttik. Önderliğin çekilmesinin meseleye bir çözüm getirmeyeceğini, aksine
durumu daha da kötüleştireceğini belirttik. Çekilmenin, sorumluluğu atmanın
kolay yolu olduğunu, böyle yapmakla daha büyük bir sorumsuzluk işleyeceğimizi
anlattık. Ancak eski İBY bu konuda da ısrarı sürdürdü.
Üçüncü mesele tarafımızdan getirilen disiplin meselesiydi. Eski İBY'ne,
şayet bütüne bağlı iseler, disiplini tanıyıp tabi olmaları gerektiğini, o
sırada bulunmayan örgütsel işleyişin kurulması gerektiğini belirttik. Bunun
somut ifadesi olarak da önderliği ve örgüt disiplinini tanıyıp tanımadıklarını
sorduk.
Bunların tanınmaması halinde, bir örgütsel birliğin söz konusu
olamayacağını anlattık. Eski İBY baştan beri zikzaklar çizdiği bu noktayı
belirsiz bırakmaya çalıştı. İlk görüşmelerimizden sonra kabul ettikleri ve
uymadıkları disipline uymaya yanaşmadı. “Biz TKP (ML)’nin ve onun çizgisini
savunan önderliğin disiplinini tanıyoruz” diyerek, bir yanıyla soruyu belirsiz
bırakırken, diğer yandan önderliği ve örgüt disiplinini tanımadığını üstü kapalı
bir şekilde ifade ediyor, açıkça ortaya koymaktan kaçınıyordu. Gelişmelerin bu
aşamasından bu yana üç önemli gelişme oldu ve ilişkilerimiz yeni bir aşamaya,
örgütsel ayrılık aşamasına girdi.
Önce şu noktayı aydınlatmamız, dikkatimizi tümüyle şu noktada toplamamız
gerekiyor. Önderlik ve eski İBY meseleyi hangi noktadan ve hangi anlayışla ele
almaktadır, çıkış noktası birlik mi ayrılık mıdır? Hedefimiz birlikten
yola çıkarak eleştiri-özeleştiri yoluyla daha üst düzeyde bir birliğe ulaşmak
mıdır, yoksa ayrılığın gerekli ve yararlı olduğu mudur? İşte ele
alınarak cevaplandırılması gereken sorular bunlardır. Elbette biz her
ne pahasına olursa olsun birlik anlayışına sahip değiliz.
İlkelere dayanmayan bir birliğin karşısındayız. Ancak kendimize hedef
olarak ayrılığı değil, ilkelere dayanan bir birliği seçiyoruz ve böyle bir
birliğe ulaşmaya çalışıyoruz. Bu hedefe varmamızı engelleyen tüm çabaları
mahkum ediyor, yoldaşların örgüt yıkıcılığı yönündeki tüm anlayış ve çabaları
nereden gelirse gelsin mahkum etmelerini istiyoruz.
Önderliğin birlik amacıyla hareket ettiğini belirttik. Eski İBY'nin
aynı amaçla hareket ettiğini söyleyebilir miyiz? Bizce hayır. Şimdi olaylara ve
belgelere eğilelim.
Eski BY'nin son olarak kaleme aldığı "Saflarımızdaki oportünizmi,
Troçkizmi, revizyonizmi yıkalım, ML’i hayatın her alanına uygulayalım” başlıklı
yazıda şu görüşlere yer veriliyor. Eski BY başlangıçta önderliği 'tanımalarını'
şöyle değerlendiriyor.
“Daha sonra pratikte bu ‘tanıma’ geçerli olmadı. Çünkü her şeyden evvel
bizim MY'ye (Merkezi Yönetim) güvenimiz yoktu. İkincisi tamamen ayrı görüşleri
savunuyoruz ve elbette ki alacağımız kararların MY tarafından benimsenmesi
beklenemez, Onların alacağı kararlar ise bizim görüşlerimize aykırı
gelecektir.”
“Yoldaşlar bizim merkeze karşı tavrımızın ne olduğunu sorunca tanıyıp, güvenmediğimizi
söyledik. Arkadaşlar bunun yanlış olduğunu ‘ya tanınır -bu durumda güvenilir
demektir-, ya da güvenilmez ki bu durumda tanınmaz’ dediler. Biz de bu tanıyıp
güvenmemenin yanlış olduğunu gördük.
Çünkü ‘tanıma’ onların disiplinine uymak demektir. Biz onların oportünist
disiplinine uymayacağımızı baştan belirtmiştik. O halde hangi tanımaydı?
İşte bu hatalı bir görüştü. MY’ye karşı tavır bir şekilde muğlak kalmamalıydı.
Ta o zaman MY’nin iflah olmazlığını görüp çekilmelerini istemeliydik. Ve açık
bir şekilde görüşlerimiz doğrultusunda hareket etmemizi engelliyorsanız
biz sizi tanımıyoruz dediğimiz halde onların kayıtsız kalması durumunda bunda
ısrar etmeliydik.”
Yukarıdaki sözlerden açıkça anlaşılabileceği gibi eski bölge yönetimi daha
başından önderliği oportünist, iflah olmaz nitelikte olarak görüyor. O kadarla
da kalmıyor, aynı örgüt içinde onun disiplinine bağlı olarak muhalefet
yürütmeyi de düşünmüyor. Sonradan itiraf ettikleri gibi bizim bütün
içtenliğimize karşılık eski İBY'nin gözünde birlik sadece taktik bir
sorundur.
Eski bölge yönetimine göre önderliğin görüşleri aslında kesinleşmiştir.
Ancak oyalama taktiği gütmektedir. Bu konuda şunları söylüyorlar. “Bugün MY
masumane pozlarına bürünerek ‘kafamız berrak değil’ diyorlar. Tartışıyoruz
diyorlar. Kafaları berrak değilse çizgimizin yanlışlığını nereden
çıkardılar? Kafaları berrak değilse 35 sayfalık ‘yazının baş tarafındaki
bazı hayati önemdeki’ sorunlarda mevcut çizginin kısmen veya tamamen hatalı
sonucuna vardığı cümlesi nedir? Bu cümle gayet açık değil mi? Sonuca vardığını
söylemiyor mu? Kafaları açık değilse 35 sayfalık yazının özeleştirisinde bu
cümlenin özeleştirisini neden yapmadılar? Hayır, yoldaşlar MY’nin kafası gayet
açıktır. O oyalama taktiği güdüyor. O kargaşalık yaratmak istiyor. Oyalama,
kargaşalık onun işine yarar. Halkımızın zararınadır. Bundan dolayı biz
bugün bu oyalama taktiğini mahkum etmeliyiz. İnandığımız
görüşlerimiz doğrultusunda kararlı bir şekilde cepheden saldırıya
geçmeliyiz. Oportünizmi-revizyonizmi her türden burjuva akımlarını yerle bir
etmeliyiz.”
Örgüt yıkıcılığının
teorisi
Eski İBY’nin yayın organı ve örgüt içi demokrasi konusundaki düşüncelerine
gelelim. Son çıkardıkları yazıda disiplin ve birlikle ilgili olarak
şunları söylüyorlar:
“Elbette ki belli ilkelerde bir tanıma söz konusu olabilir. Bunu
reddetmiyoruz. Burada tanıma şartlıdır. Fakat oportünist önderlik sanki
hiç bir şey olmamış gibi, bizim gerici disiplinlerine kayıtsız şartsız tabi
olmamızı savundular, sanki ortada doğru politika izleyen bir önderlik varmış
gibi. Sanki reddedilen TKP (ML)’nin temel teorik görüşleri değilmiş gibi,
kendilerini ML ilan ettiler. Samimi yoldaşları kazanmak açısından
oportünist önderlikle belli ilkelerde birlik söz konusu olabilirdi. Ama
oportünistler zerre kadar demokrasi tanımayınca bunun olmayacağı ortadadır.”
“Zerre kadar demokrasi” tanımadığı yolundaki sözler bu satırların hemen
altında, bizzat eski İBY tarafından yalanlanıyor. Tartışma organı ile
ilgili bu bölümde şunlar söyleniyor. “MY’nin sağa kaydığını ilk başta görmemize”
rağmen bunlarla ortak yayın organını çıkarmayı düşünmemiz geniş kadrolara bu
yolla görüşlerimizin yayılması yanlış
anlayışından kaynaklanıyordu 0ysa ki ortak bir yayın organı ideolojik
- politik, örgütsel alanda yol gösterici görevini yerine getirmeyecektir. Bu
durumda oportünist önderlik oportünistliğini meşrulaştırmış ve zaman kazanmış
olacaktır. Kadrolara belli bir siyaset götürülmeli ve kadrolar bu siyasetin
seviyesine yükseltilmelidir. Bu durum ise ayrı bir yayın organı çıkarılmasını
zorunlu kılmaktadır.” Önderlik bir yandan “zerre kadar demokrasi” tanımazken
öte yandan “ortak yayın organı” çıkarmayı kabul ediyor.
Şayet “ortak yayın organı” demokrasinin zerresini bile gerçekleştirmek
değilse demokrasinin tamamı herhalde ünlü “bırakınız yapsınlar, bırakınız
geçsinler” formülü ile ifade edilen liberallerin anlayışında bulunabilir. Eski
bölge yönetimi herkesin oportünist saydığı disiplini tanımama hakkı
olduğunu kabul ediyor. Bu örgütsel anarşiye gitmek demektir. Şayet bir örgüt
şartlı birliklerle varlığını sürdürüyorsa aslında örgütten değil, örgütlerden
bahsetmek gerekir.
Sadece bu kadar da değil, eski İBY’nin sorumluluk anlayışına da değinelim.
Aynı yazıda şu satırlar yer alıyor: “Bu yeniden inşa dönemidir. Bu dönemde hiç
kimse veya bölge komitesi yalnız başına sorumlu değildir. Bütün yoldaşlar eşit
derecede sorumludurlar. Herkes bu sorumluluğunu kavrayarak hareket etmelidir.”
Herkes eşit derecede sorumludur, yani herkes eşit derecede sorumsuzdur. Bu
anlayış örgütsel işleyişi sekteye uğratan örgütlenmedeki, farklı kademelerin
farklı sorumluluğunu reddederek hizipçiliği teşvik eden örgütsel anarşizmin
anlayışıdır. Eski BY önderliğin çekilmesi ile ilgili olarak şunları;
söylüyor: “Aynı konularda MY de hiç bir çaba göstermedi. Ayrıca MY
Hareketi’mizin görüşlerini geliştirip ona uygun hareket etmediği gibi
kendi revizyonist Troçkist görüşlerini Hareket’in görüşleri olarak yaymaya
çalışıyor. Özeleştiri yapmama hastalığına sahip geçmişte bir sürü hata işleyen
ve bugün bu hatalarını günah çıkartır bir şekilde gören böylesi bir önderlik, önderlik
vasfına sahip değildir. Böylesi bir önderliğin yapması gereken en doğru şey ve
en samimi özeleştiri önderlikten çekilmektir.”
Eski İBY, özet olarak hatalar yaptınız, sorumlu davranmadınız diyor.
Sorumluluğumuzun bilinciyle hareket etmemizi istemiyor. Yani çözümler
önermiyor. Önderliği sorumsuzluğa davet ediyor. Bu öneri içinde bulunduğumuz
şartlarda sorunların çözümüne katkıda bulunmaz ve örgütü yeni bunalımlara iter.
Çözüm değil, çözümsüzlük yaratır. Böyle davranmak sorumluluk değil, sorumsuzluktur.
Eski İBY'nin alıntılarda ifade olan bu görüşlerini toparlarsak; Şartlı bir
tanıma mümkün olabilir. Bu, örgütün disiplini gerici karakterde olduğundan
uyulma şartı yoktur. Ortak gazete çıkarmak demokrasinin zerresi değildir.
Demokrasi çok daha geniş olmalı muhalefete dilediğini yapması sağlanmalıdır. Bu
dönemde herkes eşit derecede sorumludur. Önderlik çekilmeli sorumluluğu
bırakmalıdır. Kısacası hizip özgürlüğü disiplinsizlik ve sorumsuzluk Eski
İBY'nin örgüt anlayışı bu üç noktada özetlenebilir. Bunun adı örgütsel
anarşizmdir. Bu teori örgüt yıkıcılığı teorisidir.
Sonuç
Baştan bu yana yazdıklarımızı, özetlersek sorunların düğümlendiği üç
noktada bu olumsuzca tavır takınan ve kopmaya yol açan eski İBY teorideki örgüt
yıkıcılığı anlayışını pratiğe uygulamıştır. Baştan bu yana birliğe değil,
ayrılığa yönelmiş, sonunda bunu gerçekleşmiştir. Bütün çabalarımıza rağmen
ilkeli bir birliğe yanaşmamış ve kopmuştur. Belirttiğimiz ilk üç meseleyle
ilgili son durumu ele alalım. Eski BY önderliğin sağcı revizyonist, oportünist,
Troçkist olarak isimlendirdiği çizgisini sistemlendirmiş ve berraklaştırmış
saymaktadır. Değişeceğine inanmamakta bu yüzden iflah olmaz görmektedir.
Kendisini değiştirmeye ise hiç niyeti yoktur. Tartışma yayın organını önderliğe
zaman kazandırma ve onu meşrulaştırma olarak gördüğünden lüzumsuz bulmakta,
ayrı yayın organı çıkarmaya yönelmektedir. Bu konuda ileriye doğru değil,
geriye doğru gelişmiştir. Şekli bir birlikle ilgili düşüncelerini dahi terk
etmiştir.
Eski İBY önderliğin çekilmesini sorumsuzluk olarak görmemekte tam tersine
en samimi özeleştiri olarak görmektedir. Bu konuda da en küçük bir ilerleme
göstermemiştir. Eski İBY disiplini “oportünist ve gerici saymakta”
önderliği ve onun disiplinini tanımamaktadır. Son zamanda bu konuda da
açık davranmış ve düşüncesini ilan ederek fiilen ayrılmıştır. Tüm yoldaşlar
yukardaki düşünceleri ele alıp eleştirmeli örgüt yıkıcı teori ve pratiği mahkum
etmelidir. Yaşasın TKP-ML Hareketimiz!, Yaşasın Marksizm-Leninizm ve Mao
Zedung düşüncesi!” (Proleter Birlik, Temmuz 1976, sayı: 1.)
Yukarıda uzun uzun aktarmış olduğumuz belgelerde de görüleceği gibi KK
sorunların tartışılarak eleştiri, ikna ve birlik temelinde ele alınıp,
çözülmesini savunurken, İBY ve onlar gibi düşünenler örgüt yıkıcılığının kara bayrağını
sallayarak, bizim gibi düşünmeyenlerle aynı tartışama kampanyasında ve
platformda yer alamayız diyerek, tartışama platformunu terk edip hizipçi çağrı
yaparak TKP-ML Hareketi’nin disiplinini ve örgüt için mücadele ilklerini
tanımayarak örgütün dışına düşerek örgüt yıkıcılığına soyunuyorlar. Nitekim
1976 yılında dogmatik Partizan saflarında yer alan ve uzun yıllar 1976
ayrılığı değerlendirmesinden KK’yı hedef tahtasına oturtan MKP, yılların
ardında yapmış olduğu I. Konferans’ta örgüt içi mücadelede hatalı bir yerde
durduklarını ve KK’nın kendilerine tanımış oldukları örgüt içi demokrasiyi
kullanmayarak, kolay yoldan ayrıldıklarına dair özeleştiri yapıyor.
Bu bile dogmatiklerin örgüt içi mücadelede farklılıklara tahammül
etmediklerini, edemeyeceklerini gösteriyor. Bu gerçeği MKP’nin konuya ilişkin
değerlendirmesinde bir bölümü aktararak öğrenelim:
Elbette MKP’nin bu yazıda Enver Hoca yoldaşa yönelik saldırıları ve parti içinde iki çizgi mücadelesinin sürekli olduğu savlarının gerçeği yansıtmadığını ifade etmeliyiz.
“Dönem içerisinde MLM parti kadrolarının hataları ise şunlardır: KK hizbinin
partimizin merkezi yönetimini ele geçirdiği dönem boyunca Partimizin
ideolojik, siyasal, örgütsel, askeri çizgisini savunan kadrolar ve çeşitli
bölge yönetim organları partide; bu hizip tarafından geliştirilen
kendiliğindenci, kuyrukçu, lafta sol özünde sağ pasifist politikaya karşı
yeterli bir ideolojik mücadele yürütmemişlerdir. KK hizbinin tasfiyeci bir
hizip olduğu zamanında tespit edilememiş, KK’nın partinin merkeziyetçiliğini
fiilen ortadan kaldırmasına karşı, uyanık davranılmayarak göz yumulmuş, liberal
tutum takınılmış, KK’nin partiyi siyasetsiz bir duruma sokması pratiği ile
uzlaşılmıştır. Bazı konularda yeterli bir ideolojik mücadele yürütülmeyerek, KK
hizbinin yanlış politika ve pratiklerine hizmet edilmiştir. KK’nın, partimizi,
siyasi gelişmelerin kuyruğuna takılan bir küçük burjuva hizbi derekesine
düşürdüğü, bunun, Partinin ideolojik-siyasi-örgütsel tasfiyesi anlamına geldiği
MLM bir öngörüyle anında kavranamamıştır. Parti içinde iki çizgi mücadelesinde,
MLM kadrolar önemli hatalar işleyerek, iki çizgi mücadelesinin ruhuna
uygun ideolojik mücadele yürütememişlerdir. Aynı hata; parti içinde iki
çizgi mücadelesini, iki sınıfın mücadelesi olarak görmemek ve parti içinde
yanlış çizgiyi de proleter çizgi olarak görmekten; merkezi “yanılmaz”
otorite olarak görmekten, partinin içinde burjuva çizginin hakim olabileceğini kavramamaktan
kaynaklanmaktadır. Aşırı güven ve körce itaat şeklindeki idealist bakış açısı;
Parti kadrolarının KK hizbinin tasfiyeci, MLM ve Parti düşmanı oportünist
yüzlerini tanımalarını geciktiren önemli bir etmendi. Bu düşünce yöntemi,
felsefi alanda her soruna sınıfların üstü bakan, idealist düşünce
yöntemiydi. Hatalarımızın ideolojik alandaki kaynağı öznelcilik iken, sınıfsal
alandaki dokusu ise küçük burjuvazidir. Merkezi otoriteye tapan, merkez
haklıdır, merkez hata yapmaz şeklindeki eleştirel olmaktan uzak kendine
güvensiz ve sorumsuz rahatına düşkün tutumlar kadar merkezin merkezi
dağıtmasını ve çok merkezli yönetimi umursamayan başıboşluğu kanıksayan
yaklaşımlar sınıfsal kaynağını küçük burjuvaziden alır.
Bugüne kadar KK dönemini değerlendirirken, daha doğrusu bu dönemdeki
MLM kadroların hatalarını ortaya koyarken örgüt içi mücadelede liberalizme
denk düşen eksikliklerine değindik. Fakat partimizi temsilen KK’ya karşı
mücadele yürüten kadroların daha sonra ise sekterliğe düştüklerini görüp
tespit edemedik. KK’nin darbeci ve tasfiyeci bir şekilde
partimizin ideolojik, siyasi ve örgütsel çizgisini ayaklar altına
almasının arkasından MLM kadroların muhalefetinin baş göstermesi sonucu,
KK’nin geri adım atarak parti içi sorunları Proleter Birlik
adlı yayın organında tartışma önerisinin kabul edilmeyerek bu yolun MLM
kadrolar tarafından tümüyle kapatılması yanlıştı. KK yaptığı darbecilik
konusunda kısmi özeleştiri yapmıştı. Burada şu soru sorula bilinir: Bir
önderlik her alanda partiyi tasfiyeye yöneliyorsa halen de parti içerisinde
kalarak, mücadele yürütme siyaseti doğru mudur?
Eğer muhalefetin kendi görüşlerini parti içerisinde yayma yolu kapanmamış,
ve dahası tartışma yayın organında muhalefetin görüşlerini tartışma imkanı
önderlik tarafından yaratılmışsa, bu koşullarda partiden ayrılmak doğru
değildir. Aynı şekilde KK’nin kendisinin “darbecilik” yaptığına dair özeleştiri
vermesi de bunun, yani demokratik merkeziyetçilik ilkesinin tümden ortadan
kalkmadığını gösteriyor. Ama biz ne yaptık? Başta önderliğin çizgisine karşı
liberal davrandık, ardından ise sorunların Parti içinde tartışılmasının
koşulları varken, bu kez bunu bir kenara iterek, örgüt içi tartışmayı reddedip
bir isyan havasıyla örgütsel bağlarımızı kopardık. Açıktır ki burada
aceleci ve sekter bir tutuma düşülmüştür. Bir önderlik revizyonist olabilir.
Daha doğrusu revizyonist çizgiye de sahip olabilir.
Eğer o örgüt ve önderliğin içerisinde hala da demokratik-merkeziyetçilik
ilkesi uygulanıyor ve muhalefetin düşüncelerine hayat hakkı tanınıyorsa, burada
yapılması gereken örgüt içerisinde kalarak ideolojik mücadeleyi Maoist “İki çizgi mücadelesi” ruhuyla sürdürmektir.
Somut durumu, yani parti içindeki yönetim ve dengeleri dikkate alarak yeni bir
kongreye kadar böylesi önderlik ve çizgi etrafında örgüt içinde kalmak mutlak
olarak reddedilemez. Bu yöntemlere dünya komünist partileri tarihinde çokça
rastlanmaktadır. Çok uzağa gitmeye gerek yok.
Yoldaş Kaypakkaya’nın TKP içerisindeki pratiği ve yöntemi son derece
çarpıcı bir örnektir. KK hizbine karşı önce liberal hataların ardından
sergilenen sekter mücadele yönteminin daha sonraki birçok hizipleşme ve örgütsel
ayrılığa tarihsel olarak örnek oluşturduğunu kim görmezlikten gelebilir? Bu
örgütsel kopuşun Yoldaş Kaypakkaya’nın TKP’den kopuşuyla benzerliği yoktur.
Yoldaş Kaypakkaya, Maoist parti içi “İki
çizgi mücadelesi” siyasetiyle hareket ederek örgütsel ayrılığa giderken,
bizim KK’den örgütsel kopuşumuzdaki siyasetimiz ve yöntemimiz ise Hocacı parti
içi iki çizgi mücadelesi siyasetine denk düşmektedir. Bu süreçteki yanlış ve
hatalı siyasetlerimiz görülmeden daha sonra ortaya çıkan hizip ve örgütsel
ayrılıkların ne tarihsel kökleri ne de ideolojik, siyasi nedenleri doğru bir
bakış açısıyla sorgulanıp doğru dersler çıkarılamaz. Bugüne kadar gerek
ayrılıklar noktasında gerekse parti içi “İki çizgi mücadelesi”ni doğru bir temelde
yürüttüğümüz ne yazık ki söylenemez. “İki çizgi mücadelesi” demek hizipleri
meşru görmek demek değildir. Parti içindeki doğru ile yanlışın mücadelesidir.
Doğru ile yanlışın mücadelesinin kendisi diyalektik tarihsel materyalizmle
idealist, metafizik düşüncelerin çatışmasından başka bir şey değildir.” (Maoist
Komünist Partisi I. Kongre Belgeleri, sayfa: 50-51.)
Hizip, örgüt içi mücadele,
disiplin ve dogmatik partizan cenahının çıkmazı
“KK’nın hizip” olmadığını ve örgüt içi mücadelede Partizan cenahının
Marksist-Leninist ilkeleri nasıl katlettiğini verileriyle ortaya koyarak, kimin
nasıl örgüt yıkıcısı olduğunu tanıtlamaya çalışacağız.
Esas örgüt yıkıcısı ve hizipçi olan ve tartışma kampanyasından kaçan
dogmatik Partizan cenahıdır. Yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali
Bolşevik Partizan ve C. Yıldız, “KK tasfiyeci hizipten” bahsederek daha
işin başında örgütün Merkezi önderliğini kendi kendine hizip olarak ilan ederek
komik bir duruma düşüyor. Aslında ne Bolşevik Partizan ve nede Partizan
cenahının, ML bir örgütte örgüt içi mücadelenin nasıl yürütülmesi
gerektiği, hizbin nasıl ortaya çıktığını ve ne anlama geldiğini 1976 tartışma
kampanyasında dogmatik bir çizgide ısrar ederek tartışma kampanyasın da nasıl
kaçtığını irdelemeye çalışacağız.
Ama konunun anlaşılması bakımından öncelikle, komünist bir örgüt içinde
hizip ne demektir sorusunu yanıtlayarak, işe koyulmak yerinde olacaktır.
Bilindiği üzere hizip; bir siyasi örgüt içinde, o örgütün programı
dışında bir program oluşturmak ve örgüt disiplinin yerine kendi grup
disiplinini geçiren bir gruplaşmadır. Komünist örgütler saflarında hizip
oluşturulmasına, yani ayrı bir programı ve disiplini bulunan grupların
doğmasına hiçbir şekilde izin vermezler, veremezler.
Bu, pratikte tek bir irade, tek bir düşünce, tek bir eylem olarak harekete
eden, ML örgütlerin sınıf mücadelesini başarıyla sürdürmeleri, bu Leninizm’in
“hiziplerin varlığıyla bağdaşmayan irade birliği olarak parti” öğretisinin
doğru kavranılmasının zorunlu bir gereğidir. İşte dogmatik hizip, ML Hareket
içinde ayrı bir disiplin oluşturarak, birçok konuda daha doğru düzgün tartışma
yapmadan - yapamadan, yanlışlarda ayak direyerek “ya bizim gibi düşünürsünüz ya
da disiplini tanımam” diyerek örgüt disiplini yerine görüş disiplinin
dayatmıştır.
Dogmatik hizbin ML Hareket içinde ortaya çıkması ve önemli düzeyde Hareket saflarında tahribat
yaratması nedensiz değildir. Bu nedeniyle yaşananları doğru kavramak, hizbe
karşı mücadele açısından önem taşıdığı kadarıyla, bu tecrübeyi doğru
değerlendirmek ve dersler çıkarmak bakımından da önemlidir. Komünist
hareketin saflarında dogmatik hizbin ortaya çıkmasının nedeni sınıfsaldır.
İşçi sınıfının demokrasi savaşımında etkilenen ve devrimci fikirlere sempati
duyan küçük burjuva unsurların saflarımıza katılarak mücadelemiz içinde
yer almaları dogmatik hizbin ortaya çıkmasına nesnel bir sınıfsal temel
yaratmıştır.
Bu küçük burjuva unsurlar, işçi sınıfı hareketinin devrimci
disiplinini, kendilerini ezen bir cendere olarak görürler ve küçük burjuva
düşüncelere kolayca kapılmaya elverişlidirler.
İşte ML Hareket'in saflarına katılan ve işçi sınıfı hareketinin devrimci
disiplinine tahammül edemeyen küçük burjuva aceleciliğinde mustarip
dogmatik hizip ayrılıkları geliştirip derinleştirmek bakımından örgütsel
anarşizmi vazeden görüşler geliştirmiş ve ML görüşlerden bir haber
davranmıştı.
Dahası dogmatik hizip ML Hareket'in ve önderliğinin tartışma kampanyasını
başlatmada darbeci hatalı bir yöntem kullanması, hemen akabinde KK tartışma
kampanyası başlatılmasında işlenen hata ve zaafların özeleştirisini kapsamlı
olarak yaptığı halde dogmatik yıkıcılar KK’nin ve haliyle de örgütün
disiplinini tanımamakta ısrarlı olmuşlardır. Ve bazı hata ve zaafları da
istismar ederek tasfiyeci hiziplerini genişletmeye çabalayan bu küçük burjuva
unsurlar sonuçta hizipçiliğin kara bayrağını kaldırmışlar, yıkıcı ve parçalayıcı tutumlarıyla
TKP-ML Hareketi’nin haklı itibarını, kendi gerici amaçları için istismar
etmeye çalışmaktan da geri durmamışlardır.
İşte o dönemde dogmatik hizipçilerin durumunu belirleyen gerçekler
bunlardır. Örgütsel alanda açıktan anarşizmi vazeden görüşler, politik alanda
ML Hareket'in görüşlerinde küçük burjuva akımların görüşleri doğrultusunda savrulma,
ML Hareket'e düşmanlık, bu, şamatası büyük kendisi hiçbir ilke tanımayan
dogmatik hizbin temel özellikleridir. Dogmatik hizip ML açtığı mücadelede
elbette kendi küçük burjuva niteliğine uygun yöntemler
kullanacaktı. Nitekim öyle oldu. Dedikodu, yalan, iftira başka bir deyişle
“skandal ticareti” bu dogmatiklerin başlıca mücadele yöntemi oldu.
Dogmatik hizip, tartışma sürecinde umutsuzca çıkmaz bir yola girmenin can
havliyle en kör gözün görebileceği yalanları söylemekten tereddüt
etmedi. Yine tartışma sürecinde dogmatik hizbin başka bir özelliği de
ilkelerden yoksun oluşu, kısacası ilkesizliği ilke edinmesidir. Dogmatik
şefler dün ak dediklerine hiç sıkılmadan bir süre sonra kara demekten beis
görmediler. Onların görüş değiştirmesi adeta çamaşır değiştirmesi kadar kolay
oldu. KK’nin mücadelesi ve tartışma dönemindeki ilkeli duruşu, kadroları
kazanma çabası, dogmatik hizbi tam bir şaşkınlık içine itmiş ve verdiği sözlere
uymamak için bin dereden su taşıyan dogmatikler tartışmadan kaçmak için oportünist
manevra üzerine manevra yapmaktan geri durmamışlardır.
Haklarını yememek gerekiyor dogmatiklerin. Değişmeyen ilkelerinden
biriside, ML Hareket'e karşı düşmanlık ilkesidir. Dogmatik hizbin saflarında
kariyeristlerden sağcılara bin bir konuda anlaşamayacakların Hareket düşmanlığı temelinde buluşmaları
tesadüfi değildir. Çünkü aralarındaki ciddi görüş ayrılığına rağmen, tümünü
birleştiren ortak bir noktaya sahiptirler. ML Hareket’e ve onun
düşüncelerine düşmanlık!
İşte onların değişmez ilkesi budur!
Elbette tartışmada kaçan dogmatiklerin saflarında birçok iyi niyetli
devrimci unsurun cereyana kapılmasından kurtarmak, onların tartışmaya
katılmasıyla mümkün olacaktı. Bunun içindir ki KK tartışma kampanyasını
birlik, eleştiri, birlik yaklaşımı içinde ele alarak dogmatizm rüzgarına
kapılanları kurtarmaya çalışmıştır.
Akılda tutmamız gereken bir başka nokta dogmatik hizbin ortaya çıkmasının
ML Hareket'in işlemiş olduğu oportünist hataların bir nevi cezası olduğu
gerçeğidir. Tartışma kampanyasının sonuna kadar da gidilmiş olsaydı da yine de
dogmatikler örgütte azınlık olarak kalmaları kaçınılmaz olacak ve kongre ya da
konferansta kopup gideceklerdi.
Keza dogmatikler belki de tartışma kampanyasının sonuna kadar kalmış
olsalar da yıkıcılıkları daha sınırlı kalacaktı. KK karşısında ideolojik -
teorik olarak tutunamayacaklarını gören dogmatik şefler örgütün merkezi
disiplini yerine görüş disiplini dayatarak, açıktan örgüt yıkıcılığı
yapmışlardır.
Ne ki tartışmanın sonuna kadar gidilmesi bir konferans ya da kongrenin
toplanması durumunda, dogmatikler, ML Hareket'e ciddi bir darbe
vuramayacaklarını biliyordu. Keza önce İstanbul Bölge Yönetimi, ardında
Yurtdışı Bölge Yönetimi, Dersim, Erzincan, Kars ve bazı zindanlarda öne çıkmış
bazı kadro ve kadro adayanın dogmatik hizbin peşinde gitmesinde,
dogmatiklerin durumu görerek erken ayrılık ilan etmelerinin belirleyici etkisi
olmuştur. 73 yenilgisinin nedenlerinden; sosyoekonomik yapıya, devrimin
yolundan, ittifaklara ve temel çalışma alanlarına uzanan, kısacası Türkiye
Kuzey Kürdistan devriminin temel sorunlarını kapsayan ve Hareket’in teorik, politik alanda hatalardan kurtularak
derinleşmesini sağlayan tartışma kampanyası demokratik merkeziyetçilik temelinde
yürümüş olsaydı, sonuç dogmatiklerin aleyhine olacaktı. Ama dogmatik hizipçiler
bu gerçeği önceden gördükleri ve tartışmanın sonucunda bir kongre ya da
konferans toplandığında çoğunluğun KK’nın düşüncelerinin lehine çıkma
olasılığının yüksek olmasını anladıklarından dolayı, KK’nın nezdinde de
örgütün disipline uymada dayatmacı, pazarlıkçı ikili davranış içinde
olmaları bu gerçeği göstermekteydi.
Nitekim KK’nın İBY’ne örgütün disiplinin tanıyıp tanımadıklarını
sorduklarında, son görüşmede açıktan zaman kazanma ve hesaplı davranış
içinde disiplini tanıdıklarını söyleyerek, aslında örgütün disiplini
tanımadıklarını ve başından itibaren ayrılık yanlısı olduklarını ortaya
koymuşlardı. Haliyle bu süreçte gerçek, İBY’nin başını çektiği dogmatik
hizip ideolojik, politik ve pratik olarak ML Hareket'e ve önderliğe karşı
objektif olarak bir cephe oluşturduğudur. Aslında dogmatik hizbe karşı
mücadeleyi, aynı zamanda yılların birikmiş olan hata ve zaaflarına karşı
mücadele ederek, ideolojik köklerini kurutmak için yürüttüğümüz mücadeleyle
birleştirmekti.
Dogmatik hizbin ve benzer olumsuzlukların ortaya çıkmasının önlenmesi, bu
tür ihtimallerin asgariye indirilmesi, ancak hizbin yeşerme ve boy atma
imkanı bulduğu bu toprağın temizlenmesiyle mümkündür. Bunu başardığımızda,
dogmatik hizbe karşı kazanılacak en başarılı zafer bile, bir yarım zafer olarak
kalacaktır. Yeni olumsuzlukların yeşermesi için elverişli zemin muhafaza
edilmiş ve belki de daha önemli olumsuzluklara zemin yaratmaya devam etmiş
olacaktır. Dogmatiklerin örgütsel yıkıcılıkta tutukları yol örgütsel anarşizm
olmuştur.
Dogmatik hizbin temel özelliklerinden birisinin, örgütsel anarşizmi savunma
olduğunu belirtmiştik. Bu konuya daha yakın eğilerek ML örgüt içi
mücadele anlayışını ortaya koyalım ve dogmatik hizbin anarşist görüşlerini
ve çizdiği pratiği sergileyelim. Dogmatikler cenahı, örgüt içi mücadelede
örgütsel anarşizmi savunuyordu. Bilindiği üzere işçi sınıfı, toplum içinde yer
alan sınıflardan çitlerle ayrılmış değildir. Dolayısıyla toplum içinde yer alan
diğer sınıfların düşünce eylemleri, kültürleri, gelenek ve alışkanlıkları işçi
sınıfını etkilemeden, onun üzerinden iz bırakmadan edemez. Farklı
fikirlere, ayrıca modern toplumda işçi sınıfının çeşitli katmanlarının
mevcudiyetine temel oluşturur. Bu durum, işçi sınıfının en yüksek örgütü,
sınıf bilinçli müfrezesi olan işçi sınıfı partisi içine yansır. Parti
içinde, doğru ile yanlış fikirler arasında sürekli bir mücadele ve ML
fikirler parti dışında olduğu gibi, parti içindeki mücadele ile gelişir, güçlenir
ve sağlamlaşırlar.
Dahası içinde böyle bir mücadele bulunmayan parti, ölü partidir,
canlılığını yitirmiştir. Bu mücadele doğru tarzda ele alınıp yürütüldüğünde,
partiyi geliştirip ileriye doğru iter. Bu konuda görüşlerine kimsenin itiraz
edemeyeceği Lenin’e başvuralım.
Lenin 1903'deki RSDİP'in II. Kongresi’ni incelmesinde şunları söylüyor: “Partide görüş ayrılıkları mücadeleye, anarşiye ve parçalanmaya yol açmadıkça, bütün yoldaşların ve parti üyelerinin rızasıyla sınırları aşmadıkça, kaçınılmaz ve temel bir şeydir. Ve kongrede, partinin sağ kanadına karşı Akimov ve Akselrod Martinov ve Martov’a karşı verdiğimiz mücadelede sınırları hiçbir zaman aşmadık.” (Bir adım ileri iki adım geri, s. 175.)
Lenin 1903'deki RSDİP'in II. Kongresi’ni incelmesinde şunları söylüyor: “Partide görüş ayrılıkları mücadeleye, anarşiye ve parçalanmaya yol açmadıkça, bütün yoldaşların ve parti üyelerinin rızasıyla sınırları aşmadıkça, kaçınılmaz ve temel bir şeydir. Ve kongrede, partinin sağ kanadına karşı Akimov ve Akselrod Martinov ve Martov’a karşı verdiğimiz mücadelede sınırları hiçbir zaman aşmadık.” (Bir adım ileri iki adım geri, s. 175.)
Burada Akimov ve Martinov’un ekonomist ve Martov ve Akseldro’vun Menşevik
olduğunu hemen hatırlayalım. Lenin’inde belirtmiş olduğu gibi,
partide görüş ayrılıkları temel ve kaçınılmazdır. Önemli olan bu görüş
ayrılıklarına karşı aynı örgüt çatısı altında mücadele halinde bir arada
bulunup-bulunmayacak nitelikte olduklarının doğru tespiti ve görüş
ayrılıklarının mücadelesinin, ne tarzda hangi örgütsel ilkelere bağlı
yürütülmesidir. Bu sorunlara açıklık getirmemiz dogmatik hiziple aramızdaki
anlayış farkının bir biçimde belirmesine hizmet edecektir.
ML örgüt, saflarında görüş ayrılıklarının bulunmasını tabi ve kaçınılmaz
görür. Ancak her şeyden önce görüş ayrılıklarının üzerine giderek yanlış
fikirlerin düzeltilmesini, doğrunun yanlış üzerinde zafer kazanmasını sağlamaya
çalışır. Birlik, eleştiri, birlik ilkesine bağlı kalarak ikna yoluyla görüş
ayrılıklarını gidermeye çalışır. Farklı görüşlerin mücadele olmaksızın
kendilerini korumalarına, fikir ayrılıklarının gelişip kökleşmesine izin
vermez. ML örgütte burjuva ve küçük burjuva düşüncelerin yeşerip boy atmasına
izin verilmesi; örgütün ML niteliğinin bozulması tehlikesinin dogmasına yol
açmak ve giderek, bu düşüncelerin örgütü burjuva ve küçük burjuva örgüte
dönüştürmesinin şartlarını yaratması anlamına gelir. İşte bu nedenle, örgüt içi
görüş ayrılıklarının doğru bir tarzda üzerine gidilerek giderilmesi de o derece
temel ve ML için kaçınılmazdır.
Buraya kadar “görüş ayrılıkları” örgüt içinde bir veya birkaç noktada
ortaya çıkan ve yanlış görüşleri onların esasta proleter devrimci
olmalarını ortadan kaldırmayan, ancak onların bir bütün olarak alındığında
proleter devrimci esasa sahip düşünceleri üzerindeki burjuva ve küçük
burjuva etkileri yansıtan görüş farklarını anlattık ve bu kavram üzerinde
durduk. Ancak, bazen görüş ayrılıkları gelişip kökleşerek, iki ayrı sınıfın,
burjuvazi ve proletaryanın ideolojisi ve politikası arasındaki farka tekabül
eden çizgiler haline, farklı sınıfları temsil eden çizgileri haline
gelebilirler. Hiç şüphesiz, ML örgüt, görüş ayrılıklarının bu noktaya
ulaşmasına izin vermez, var gücüyle bu ayrıklıkları daha önceden gidermeye
çalışır. Ama ML'lerin bütün çabasına rağmen, aynı örgüt içinde iki ayrı sınıfa
ait çizgi farkı ortaya çıkabilir. ML'lerin çabası böyle bir gelişmeyi önlemde
yeterli olmayabilir. İki ayrı sınıfa ait çizgilerin varlığı, ML’lerin istek ve
iradesi dışında bir olgu objektif bir olgu haline gelmiştir. Bu şartlarda ML
çizgi, oportünist çizgiyi örgütten tasfiyeye yönelir. Bu oportünistlerin iknası
yoluyla değil, kadroların iknası temelinde oportünizmin tasfiyesi yoluyla
gerçekleşir.
İki çizgi, ML'lere rağmen ortaya çıktığında, yapılması gereken, örgütü ML
safta toplayarak, oportünizmi tasfiye etmektir. Şayet ML’ler, örgütte
çoğunluğa sahip iseler ve yönetici organları ellerinde tutuyor iseler
zaten sorun yoktur. Bu durumda, kadroların ML etrafında geniş ve en sıkı
birliğini, bu çoğunluğa dayanarak oportünizmi tasfiye etmek
gerekir. Ancak, ML’ler örgütte azınlıkta iseler ve muhalefet durumunda
kalmışlarsa, sorun farklı ele alınmalıdır. Bu takdirde örgüt ML niteliğini
henüz yitirmemişse, doğru fikirleri örgüt çoğunluğuna kavratarak örgütü
kendi saflarına kazanma imkanı tükenmemiş demektir. Bu durumda ML’ler
örgüt disiplinine uyarlar, örgüt içi demokrasiyi işletirler, demokrasinin
ihlaline karşı durur ve bunu yaptıklarında oportünistleri teşhir ederler.
ML örgütün normal organlarını işleterek (kongre, konferans gibi) daha önce
örgüt içi demokrasiyi işleterek, taraflarına kazandıkları örgüt,
çoğunluğuna dayanarak yönetimi ele geçirir ve oportünizmi tasfiye ederler.
Örgüt ML kaldıkça, tutulması gereken doğru yol budur. Ancak örgüt
oportünist bir niteliğe bürünmüşse, ML’ler tüm sağlam unsurları toplayarak,
örgütten ayrılırlar. Bu durumda esas olan budur. Bu şartlarda örgüt çatısı
altında kalmak, geçici olarak taktik nedenlerle mümkün olabilir. Nitekim
komünist hareketin tarihi, söylediklerimizi doğrulayan değerli deneylerle
doludur. Lenin ve Bolşeviklerin tutumunu, Lenin’in “örgütlenme” adlı
eserine ve Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi Örgütlenme Büro başkanı
tarafından yazılan önsüzün de okuyalım:
“Lenin fikir ayrılıklarını asla gizlemezdi, aman karışıklık çıkmasın,
barış, birlik, beraberlik korunsun diyerek bu ayrılıkları asla saklamadı;
tersine, bütün sapmalara ve bütün hatalara karşı-devrimci coşkuyla sonuna kadar
mücadele etti. Bölünmelerden korkmadı ve sadece Menşevik tasfiyecilerin değil
aynı zamanda lafta devrimcilerin, otzovistlerin, ültimatomcuların, Tanrı
yapıcılarının da partiden atılması konusunda bir an bocalamadı. Bununla
beraber Lenin hiç bir zaman ille de bölünmeden yana olmamıştır. O, yolunu
şaşırmış yoldaşların devrimci Marksizm-Leninizm yoluna dönmeleri için ilk önce
bütün imkanları kullanırdı. Ancak bu çabaları için hiçbir olumlu sonuç
vermezse, o zaman ilişkilerini kararlılıkla keserdi. Birinci bölümden
sonra,1905 yılında Menşevikler devrimci kitlelerin baskısıyla kuvvetle sola
kayarak, pratik devrimci mücadele içinde Bolşeviklere yakınlaştıklarında bizzat
Lenin birliği savundu. Bunun sonucu 1906 yılının ilkbaharında RSDİP’in dördüncü
(birlik) kongresi toplandı. Menşevikler çoğunluğu ele geçirdi. Ama Lenin
partide ayrılmadı, tam tersine patiyi içeride kazanmak için mücadeleye koyuldu.
Nitekim RSDİP 1907 yılındaki beşinci kongresinde Bolşevikler çoğunluğu elde
etmeyi başardılar. Parti yönetimi Bolşeviklere geçti.” (Örgütlenme, sy. 32-33.)
Lenin yoldaş için demokratik merkeziyetçiliğin işlemesi ve eleştiri
özgürlüğünün varlığı partinin sıkı disiplini bakımından önem taşıyordu.
Lenin 1906-1907 yıllarında disipline uyarak parti içinde kaldı. O dönemde
yapılan Duma seçimiyle ilgili disiplin sorunu hakkında (Bolşevikler, Kadetlerle
ittifaka karşıydılar) Lenin şunları söylüyor:
“Ancak yetkili organlar bir kez karara vardıktan sonra bir bütün parti
üyeleri tek bir adam gibi davranırız. Yani belki de bir eli de Odesalı bir
Bolşevik, bir Bolşevik için iğrençte olsa, oy sandığına bir Kadetin ismini
taşıyan oy pusulasını atmak zorunda kalacak, bir Moskovalı Menşevik ise
Kadetlere oy vermediği için yüreği yana yana yalnızca sosyal demokratlara
-komünistlere- oy verecektir.” (Aynı yerde, sf. 36.) Lenin yoldaş görüş
ayrılığına rağmen, ilkeler de var olan bir birlik temelinde oluşturulan sosyal
demokrat (komünist) işçilerin birliğini süreli savunmuştur.
İllegal partiye katılmanın oportünizmle ayrılığın can alıcı noktasını
oluşturduğu 1913’te ayrı bir yeni tipte bir komünist Bolşevik partisinin
örgütlendiği 1912 sonrası şartlarında Lenin şu görüşleri savunuyordu: “RSDİP’in
örgütü benimsendiği ve bu örgüte girildiği takdirde, her eğilimde ve her
fikirden işçi sosyal demokratların birliği, işçi sınıfı hareketinin tüm
çıkarlarının gerekli kıldığı mutlak bir zorunluluktur.” (Örgütlenme, 205.) Kanıtlar
çoğaltılabilir. Ancak bu kadarı yeterlidir. Açıkça görüldüğü gibi Lenin
ve Bolşevikler, örgüt içi mücadelede, örgüt Marksist-Leninist olduğu
sürece disipline bağlı kalarak mücadeleyi esas almışlardır, görüş
ayrılıklarını ilkeli bir tarzda çözmeye çalışmışlar, her durumda örgüt
çoğunluğunu yanlarına çekmeye önem vermişlerdir.
Yine Bulgaristan Komünist Partisi’nin deneyimi de aynı anlayışı doğrulayan
başka bir örnektir. Bulgaristan’da 1929 yılında sol sekterler BKP’nin
yönetimini ele geçirdiler ve 1935 yılına dek parti yönetimini ellerinde
tuttular. Bu dönemde BKP izlemiş olduğu sol sekter çizgi nedeniyle ağır
kayıplara uğramıştı.
Ne ki ML’ler BKP, ML karakterini koruduğu için BKP içinde kalarak, sol
sekter yönetime ve onların oluşturduğu fraksiyona karşı sürekli mücadele
ettiler. Komintern’in de yardımıyla, bu mücadele 1935 yılının başında
başarıya ulaştı ve sol sekter çizgi tasfiye edildi.
Bu konuda Dimitrov şunları söylüyor: “Parti varlığı ve gelişmesi yolunda
yeniden ciddi tehlike ile karşılaşmıştı. Onun kurtarılması bütün güçleri
gererek, solcu sekter hareket hattını tasfiye etmek, parti yönetimini
solcu sekterlerin elinden almak ve kesin olarak devrimci boş boğazlıktan
gerçek Bolşevik kitle çalışma ve mücadelesine geçmek gerekiyordu. Ancak
parti çalışmasının bütün alanlarında sekter tahrifatlarını çabucak
yenmektedir ki, Partinin halk tabakalarıyla bağlarını yeniden kurmasına
yardım edebilir ve Onun askeri faşist diktatörlüğü yıkarak halkçı, anti-faşist cepheyi
muktedir bir hale koyabilirdi. Partimiz, gizlilik şartlarının ve faşist terörün
doğurduğu zorluklara rağmen komünist enternasyonalin yardımıyla bu önemli
görevi başarıyla yerine getirdi.” (Dimitrov, Seçme esreler, cilt: 3, sy: 237-238.)
Ayrıca kendilerine Maoist diyen bu dogmatik cenahın, ÇKP tarihinden sanırız
bilgisi vardır. ÇKP tarihine baktığımızda karşımızda 1935 yılına kadar
önderliği birçok değişik sayıda sol çizgiyi savunana hiziplerin egemen
olduğu ve bu duruma 1935 yılında Mao Zedung’un kızıl ordu yöneticilerine
dayanarak Tsunyi dağında yapılan bir darbe toplantısıyla ÇKP’yi
ele geçirdiklerini görüyoruz. Nitekim Mao Zedung, örgüt önderliğini
doğru görmediği ve değişik klikler ele geçirmiş olduğu halde, örgütten
ayrılarak başka bir örgüt kurmaya yönelmiyor. Bu da hem örgüt içinde iki
çizgiyi mutlaka olarak savunacaksın, hem de önderlik benim gibi düşünmüyor o
halde oportünistlerin disipline uymam diyerek kolay yoldan kendisini örgüt
dışına atarak, örgütün ana gövdesi “oportünist, tasfiyeci denilen” önderliğin
denetimine bırakılmış oluyor.
Yukarıda aktarmış olduğumuz örnekler bir biriyle uyum halinden olduğu gibi
aynı zamanda ML bir örgütte yanlışlara karşı mücadele anlayışının ne
olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bizim baştan itibaren KK döneminden
bu yana savunduğumuz anlayış da budur. Ama 1976 yılında KK’nın önderliğinde
başlatılan tartışmaya karşı, aynı hatta duran dogmatik hizipçilerin hemen hepsi
de, örgüt içi mücadelede hatalı sol sekter bir çizgide hareket
etmişlerdir.
Nitekim dogmatik hizipçiler örgüt yıkıcılıklarını mazur gösterebilmek için,
oportünizmle uzlaşılıcıktan sekterliğe dek varan çeşitli görüşleri savunmakta,
son geldikleri noktada örgütsel anarşizmin teorisini yapmaktaydılar.
Dogmatiklerin tek amacı örgüt yıkıcılıklarını kitabına uydurmaktı. Bu
dogmatiklerin, Bolşevik Partizan'ın örgüt içi mücadelede çift standartçı bir
konumda duruşunu demagoji ile gizlemeye çalışması ve KK’nın söylemleri
ortada olduğu halde, kendi sübjektif niyetini objektif gerçek yerine
geçirme savunuculuğuna soyunarak, laf kalabalığıyla tarihi gerçekleri ters
yüz etme çabalarının tek bir nedeni vardır, oda örgüt içi
mücadele yönteminde tutulan yanlış yoldur. Kuşku yok ki dogmatikler 1976
tartışma kampanyasında örgütsel anarşimizi vaaz etmişlerdir.
Peki, dogmatik hizip ne dedi ne yaptı. Tartışma kampanyasında demokratik
merkeziyetçilik temelinde tartışma yayın organı Proleter Birlik’te
herkesin düşüncelerin özgürce ortaya koyup tartıştığı ve yine farklı
düşüncelerin yayınlanmasında herhangi bir kısıtlamanın söz konusu olmadığı
platformu kullanmayarak mızıkçılık yapan dogmatikler, KK’nın önderliğini
aslında başından itibaren tanımayarak hatta itiraf ettikleri gibi örgüt
disiplinine -biz KK’nın değil, örgütün yani görüşlerin disiplinine bağlıyız-
göstermelik uyuyor göründükleri yönlü açıklamaları ve bizim istemlerimizi
kabul etmezseniz biz birlikte yürümeyiz diyerek, tartışmadan kaçarcasına
ayrılığı ilan ederek örgüt saflarını terk etmesi, bu dogmatik
hizbin kendilerine ve fikirlerine inançsızlık yanında ML olarak gördüğü
kadrolara güven duymadıklarını gösteriyor.
Dogmatik hizip, “tasfiyeci, oportünist inkarcı” dedikleri ML Hareket içinde
kaldıkları sürece etkilerini yayamamalarını kaçınılmaz görüyorlar. Haliyle
buradan yola çıkarak da onlarla bir arada kalınamayacaklarını öne
sürdüler. Nitekim söyledikleri, uzun süre bir arada kalınmayı imkansız
kılacak çizgi ayrılığının varlığı söz konusu olsa bile tutarsızdır. Çünkü şayet
ML karoların ezici çoğunluğu karşı safta yer almışsa, hareket içinde ideolojik
mücadele yürüterek bu kadroları kazanmak zorunludur.
Bunu reddetmek, kendine inançsızlıktır ve oportünizm ideolojik mücadeleyle
alt edilemez yaftasıyla örtülemek istenmektedir bu inançsızlık. Bu durumda
hala “tasfiyeci oportünizm ve inkarcılığın” bünyeyi sarmasından ciddi ciddi söz
edilebiliyorsa, bunun anlamı açıktır. Dogmatiklerin tartışma gemisini
erkence terk etmelerinin altında yatan esas neden kendi etraflarında
yer alan kadroların kendilerini terk edebileceğini, ML görüşlerden
etkileneceğini düşünmektedirler. Bu nedenle de hiç yoktan iyidir, bari
etkilediğimiz kadroları yitirmeyelim, yaklaşımıyla hareket
ediyorlar. ML Hareket'in büyük çoğunluğunun, hizipçilerin kendi
açılarından bırakın hastalığa tutulma ihtimalini, “hastalığın pençesinde
kıvrandıkları” şartlarda tutup, hastalığın bünyeyi sarması
ihtimalini önlemek için ayrıldıklarını söylemek, kendi etrafında
topladıkları kadroyu yıkıcı emellerine alet edebilmenin teorisini
yapmaktır.
Örgütsel anarşizm en berbat haliyle savunulmaktadır. Tasfiyeci
oportünizm ve inkarcılığa karşı mücadele onların çizdiği sınırlar
içinde yürütülemez görüşü de, halis örgütsel anarşist bir görüştür. Lenin,
Dimitrov ve Mao örneklerinde hangi sınırlar içinde mücadele ettiler? Bu sınır
örgüt sınırları değil midir? Program ve tüzüğün sınırlarını çizip kurallarını
koyduğu bir mücadele söz konusu değil midir? İki çizginin oluştuğu şartlarda,
oportünizme karşı mücadelede zafer kazanmak için komünistler ML örgütün
program ve tüzüğüne bağlı kalarak, tüzüğün emrettiği yöntemleri kullanarak
mücadele ederler. ML’lerin bu şartlarda doğru mücadele yöntemi budur. Bundan
başka mücadele yöntemi yoktur (tabi ki tüzüğe yani demokratik merkeziyetçiliğe
bağlı kalındığı sürece.)
Şayet ML örgüt ortaya bir platform koyup yöntem belirlemişse -ki
program ve tüzük bunları belirler- ML’ler, oportünistlerin platformunda ve
yöntemleriyle mücadele etmezler görüşü iki anlama gelebilir. Birincisi,
oportünist hareketin platformunu ve yöntemlerini tanımamaktadır.
İkincisi, sözde ML’lerin hareketin koyduğu platform ve yöntemleri
elverişsizdir. Dogmatik hizip bu ayrımı ortaya koymaktan özenle
kaçındılar.
Çünkü ML Hareket'in platformunda iç mücadele yöntemlerinde ayrı olarak”
kendi tayin ettikleri platformda, kendi yöntemleriyle mücadele edeceklerini”
açıkça belirtmekten geri durmadılar. Bu alandaki itiraflar dogmatiklerin
komünist hareketin örgütsel ilkelerinde ne kadar uzaklaştıklarını ortaya
koyuyordu. KK ise başından itibaren -tartışma kampanyasının
başlatılmasında düşülen önemli darbeci hatanın dışında- komünist harekete, onu
bağlayan platforma ve yöntemlere sahip çıkmışlar ve çıkmaya devam edeceklerdir.
Kısacası, dogmatik oportünistler ML hareket içinde iki çizgi oluşur
oluşmaz -kadroları kazanma ve harekete doğru çizgiyi hakim kılma
yerine- azınlıkta kalındığı şartlarda hemen ayrılmayı getiriyorlar.
Mazeretleri de hazır: “sonra hastalık tüm bünyeyi sarara”, “bizim
ayrı platformumuz ve yöntemlerimiz var.”
İşte kendisine güvenmeyen, kadrolara güvenmeyen tasfiyeci öz burada
sırıtıyor. Onlar kendilerini hiçbir örgütsel ilkeye kurala bağlı
saymıyorlar. Her zaman ayrılma ve yıkmanın teorisini
yapıyorlar. Dahası örgütsel ilkeler ve kurallar yerine, “bana göre iyi ise
doğrudur”, tasfiyeci anlayış tamda budur. Çünkü onun hareketi kazanmak
gibi bir hedefi yoktur ve bunu da yapmayacaklarını biliyoruz.
Dogmatikler, “ML hareket oportünistlere ve inkarcılara
teslim edilemez” diyorlar. Oysa kendi görüş açılarından bile şimdiki
davranışları tutarsızdır. Çünkü onlar, ML Hareket'i gerçek sahibi olan “tasfiyecilere,
düşmanlarına” terk etmişlerdir. Dogmatikler tartışma sürecinde ML ilkelere
teoriye bağlı kalmayı değil, kendi ihtiyaçlarına göre ML kılıklı anarşist
teoriler üretmeyi esas almışlardır.
Nitekim işin içinde çıkmada zorlanan dogmatiklerin anarşist
davranışlarını mazur gösterecek teoriye ihtiyaçları olmuştur. Keza
biliyoruz ki oportünizm en çok ilkesizlik ve istikrasızlığa gereksinim
duymuştur.
ML’lerin örgüt içi
mücadele anlayışı ve dogmatiklerin disiplin tanımazlığı
Bolşevik Partizan'ın ısrar ve inatla görmek istemediği, İBY’nin
hizipçiliğini gizlemeye çalıştıkları ya da ideolojik, politik olarak aynı
düşünmeleri nedeniyle mazur gördükleri dogmatiklerin bir diğer görüşü
üzerinde duralım.”
Biz Kaypakkaya yoldaşın ortaya koyduğu görüşleri savunuyor ve bu görüşlerin
disiplinini tanıyor, merkezi önderliğin yani KK’nın örgütümüzün görüşlerini
reddeden disiplinini tanımıyoruz” görüşleri üzerinde duralım.
KK, dogmatiklerin bu görüşlerinin açıktan ML harekette merkezi disiplini
reddetmenin aynı zamanda harekette kalmayı reddetmek ve hareketi parçalama
amacı taşıdığını kabul etmek anlamına geldiğini ortaya koydu. Ünlü görüş
disiplininin anarşist özünü ortaya koydu. Bu görüşü disiplinin aynı zamanda Troçkist
bir görüş olduğu, örgüt içinde hizip özgürlüğü anlamına geldiğini bilinmez
bir durum değildi. Dogmatiklerin bu anarşist görüşü ML Hareket'i
bölüp, parçalamanın gerekçesi yapıldı. İşin daha da ilginci dogmatiklerin
tasfiyeci hizipçi girişimi mutlaka mazur göstermek, yeni
ayrılıkçı anlayışı geliştirerek durumu kurtarmak
gerekiyordu.
Bu amaçla iki çizgi oluştuğunda hemen ayrılık görüşü öne sürülerek örgütsel
anarşizme kılıf geçirilmeye çalışıldı. Haliyle dogmatiklerce
örgütsel anarşizm bir şekilde inceltilerek savunuluyordu.
Dogmatiklerin örgüt saflarını erkence terk etmeleri onların kendi düşüncelerinin
mücadelesini vermede ve kadrolara güvenmede ne kadar sorunlu olduklarını
gösteriyordu. Bolşevik Partizan ve Partizan cenahı aslında örgüt içi mücadelede
örgütsel anarşizmi savunuyorlardı. Bundan dolayı bu cenahta ilke ve istikrara
yoktu. En önemli ilke meselelerinde de, dün ak dediklerine bugün kara
diyebilmekteydiler.
Şimdi de ML’lerin örgüt içi mücadele yöntemleri üzerinde duralım. ML
örgütlerde örgüt içi mücadele tüzük tarafından belirlenmiş esaslara göre,
disiplin çerçevesinde yürütülür. Örgüt içinde anarşist davranışlara,
disiplinsizliğe yer verilmez. ML örgütler organlardan oluşur ve örgüt içi
mücadelenin yeri organlardır. Organlar ve organların disiplinini tanımamak
örgütü tanımamakla aynı şeydir. “Ben örgütün disiplinini tanımıyorum, sadece
organların disiplinin tanıyorum” türünden görüşler anarşizmi vaaz eden
görüşlerdir, bunu söyleyerek örgütü tanımadığını söylemektedir. Çünkü
organlar olmadığında, tanımadığında, örgüt yoktur ve örgütü tanımamaktadır.
Lenin’in belirttiği gibi örgüt içinde görüşlerini hakim kılmaya çalışan
kişiler, önce örgütü inandırmaya çalışırlar. Doğal ve ilkeli olan budur.
Lenin bu konuda şunları söylüyor: “Kendi görüşleri çevresinde toplamak
istedikleri bir kuruluşta çoğunluğu (özel olarak) sağlamadan önce, başkalarını
inandırmaya çalışmayı reddeden hiçbir ilke sahibi kişi görülmemiştir,
görülmeyecektir.” (Bir adım ileri iki adım geri, sy: 183.) Yalnızca bu alıntı
bile dogmatik hizbin ilkesi ve kuralsızlığını kanıtlamaya yeter. Çünkü
bir örgüt ML olduğu sürece, çoğunluğu kazanmaya çalışmaktan daha doğal bir
şey olmaz.
Bunun yolu da onları inandırmaktan geçer şartları elverişsiz de olsa,
azınlıkta kalınılsa da yapılması gereken budur. Bunun reddedenler anacak
ilkesizler olabilir. Fakat bu çoğunluğu inandırma çalışması ilkelere ve
kurallara göre yürümek zorundadır. Bu kurallar örgüt üyelerinin ortak rızasıyla
mücadelenin sınırlarını belirleyen tüzükte yansır. Zaten tüzük, kongrede
kabul edilir ve örgüte her üye olan bu tüzüğe uymayı kabullenerek girer.
İşte mücadele bu sınırlar içinde tüzük kurallarına, disipline uygun olarak gerçekleştirilmelidir.
ML’ler örgüt içi mücadelede Lenin’in şu sözleri sürekli hatırda tutarlar: “Parti
üyeleri arasındaki görüş ayrılıklarını daha serinkanlı tartışmak ve
ayrılıkların çalışmamızı bölmemesini, faaliyetlerimizi aksatmamasını, merkez
kuruluşlarımızın işlevini baltalamamasını sağlamak gereğini daha iyi
kavrıyoruz.” (Sağ ve sol sapmalar üzerine, 22.)
Kısacası örgüt içi pratik faaliyetleri aksatmamalı, merkezi kuruluşların
görevlerini yerine getirmesini engellememelidir. Elbette buda disipline uymakla
mümkündür. Merkezi organların disiplinine uymamak, yönetimini kabul etmemek,
örgütte kalmamak, örgütü yıkmaya çalışmak anlamına gelir. Burada sözü yine
Lenin’e bırakalım.
Lenin Menşevikler için şunu söylüyor: “Kullandıkları yöntem partinin bir
bölümünün nefret ettiği, merkezi organların yönetimi altında çalışmayı reddetmekti.
Ama dünyada hiçbir partinin, hiçbir merkezi kurumu onun yönetimini kabul
etmeyen kişileri yönetme yeteneğine sahip olduğunu kanıtlayabilir mi. Merkezi
organların yönetimini kabul etmemek, partide kalmayı reddetmekle aynı şeydir.
Bu bir yıkma yöntemidir, inandırma yöntemi değildir. İnandırma yerine yıkma
çabasında bulunulması, tutarlı ilkelerden, kendi fikirlerine inançtan yoksun
olduklarını gösterir” (Bir adım ileri iki adım geri, sy. 195.)
Lenin’in bu sözleri dogmatik hizbin durumunu tam olarak tanımlamaktadır.
İnandırma değil yıkma yöntemi uygulayan dogmatik hizip merkezi organın
yönetimini reddederek, ML Hareket’te kalmayı reddetmiş ve ayrılmıştır. Bu
durum onların ilkesizliğini ve kendi fikirlerine inançsızlığı ortaya
koymaktadır. ML örgüt içinde bazı kişilerle çalışmayı güvensizlik gerekçesiyle
reddetmek ile ilgili Lenin’in söylediği sözler, örgüt içi mücadeleye ışık
tutmaktadır: “Ama şimdi bir parti üyesi oldum, genel olarak güven eksikliğini,
ileri sürmeye hakkım yok, çünkü bu eski grupların bütün kaprislerine ve saçma
arzularına kapıyı açık bırakmak olur. Şimdi ben ‘güvenimin’ ya da ‘güven
eksikliğimin’ bütün resmi nedenlerini göstermek, yani programımızın,
taktiklerimizin, ya da tüzüğümüzün resmen kabul edilmiş ilklerini göstermek
zorundayım. Herhangi bir neden göstermeksizin ‘güvenimi’ ya da ‘güvensizliğimi’
ileri sürmemek ve genel olarak partinin herhangi bir kesiminin
bütün kararlarının - bütün parti tarafından değerlendirilmesi gerektiğini
bilmek zorundayım; güven eksikliğimi ifade ettiğim, ya da bu güven
eksikliğinin sonucu olarak ortaya çıkan görüş ve isteklerin benimsenmesini
sağlamaya çalıştığım zaman, resmen ön görüşmüş işlemlere bağlı kalmak
zorundayım.” (Bir adım ileri iki adım geri, sy. 230.)
Lenin’in görüşleriyle, dogmatik oportünistlerin “kendi platformumuz ve yöntemlerimiz”
çığırtkanlıkları tam bir tezat halindedir. Çünkü ilkinde Leninizm’in örgütsel
ilkleri, ikincisinde ise anarşist örgüt ilkeleri ortaya konmuştur. Lenin’in
sözleri parti ruhundan yoksun bireyci, aydın, yarı-aydınların anlayamayacağı,
sindiremeyeceği şeylerdir. Dogmatik hizipçiler tamda bu durumdaydılar. Kısacası,
örgüt içi mücadelede tüzük tarafından disiplin ilkelerine bağlı kalmak, ML’ler
için zorunludur. Çünkü onlar, örgütü iknayı oportünizme karşı mücadelede esas
alırlar.
Çünkü onlar, ilkelidirler, kendi fikirlerine ve kadrolarına inanç
beslerler. Doğru fikirlerin kadrolar tarafından er geç kavranacağına inanırlar.
Örgüt ML kaldıkça bu yolu tutarlar. Dogmatik hizip ise, 1976 tartışma döneminde
örgüt içi mücadelede hiçbir ilke hiçbir kural tanımamıştır.
Onlara göre doğruyu savunduğuna inanan, her şeyi yapma hakkını kendinde
görür, başkalarının ise aynı hakkı yoktur. Dogmatik hizbin örgütsel anarşizmi
proletaryanın çelik disiplininden ürken, bu disipline uymayı, bir çeşit
kölelik olarak gören küçük burjuva aydının bireyci tutumunu yansıtmaktadır.
Bu konuda katıldığı düşünceleri Lenin, Kaustky’den şöyle aktarıyor: “Aydına
gelince durum oldukça farklıdır. O bileğinin gücüyle değil, kafasıyla savaşır.
Onun silahları kişisel bilgisi, kişisel yetenekleri, kişisel inançlardır.
Herhangi bir mevkiye ancak kendi kişisel niteliğiyle erişilebilir. Bu
yüzden bireysel niteliğiyle erişilebilir. Bu yüzden bireyselliğin en özgür
davranışı, Ona başarılı faaliyetin başlıca koşullu olarak görünür. Bir bütüne
bağlı bir parça olarak görünür. Bir bütüne bağlı bir parça olarak ancak
zorlukla katlanması, yalnızca zorunluluktan gelir, eğilimden değil. Disiplin
gereğini, seçkin kafalar için, sadece kitleler için kabul eder. Ve kuşkusuz
kendini birinciler arasında sayar.” (Bir adım ileri iki adım geri, sy. 152.)
Dogmatik hizbin kuru
gürültücü Aleksinski yöntemleri ve İbrahim Kaypakkaya istismarı
Dogmatik hizbin mücadele yöntemlerini incelerken iki özelliklerine daha
dikkat çekmek gerekiyor. İlki; Lenin’in deyimiyle Aleksinski yöntemleridir.
Lenin bu yöntemi, şöyle tanımlıyor: “Bolşevikler 1907 Londra kongresinde teorik
tezlere cevap olarak bir ajitatör gibi tavır takınıp şu veya bu tür sömürü ve
baskıya karşı tumturaklı, ama tamamen yersiz, cümlelere baş vurduğun da,
Aleksinski’den ayrılacaklardır. Delegelerimiz “yine bağırmaya başladı”
diyorlardı. “Bağırma” Aleksinski’ye bir şey getirmedi.” (Marksizm’in bir
karikatürü ve emperyalist ekononizm, Sy. 88, Koral Yayınları.)
Evet, dogmatik hizipçiler aynen Aleksinski gibi davrandı. Dogmatiklerin
yazılarında daha çok içi boş tumturaklı laflar, İbrahim’i inkar etmek, örgütü
tasfiye etmek vb. demagojilerine sıklıkla başvuruludur. Özellikle örgüt içi
mücadele konusunda ilkelere bağlılık yerine bolca iftira, talan ve hayali değerlendirmeler
yer aldı. Lenin'in de belirtmiş olduğu gibi bağırıp, çağırma, Aleksinski’ye
bir şey kazandırmadı. Süslü sözler, parlak ama kof cümleler, yüksek perdeden
laflar kısacası Aleksinski yöntemleri dogmatik hizbe hiç bir şey
kazandırmamıştı. Aslında bu tür yöntemlerin kullanılması, ideolojik ve politik
aczinin farkına varanların sorunların esasını gizleme, duygulara hitap ederek,
çevresindekileri etkileme yolunu tutma ihtiyacını hissetmekten gelmektedir.
Yine dogmatik hizbin ve haliyle Bolşevik Partizan'dan diğer Partizan
cenahının en fazla öne çıkarıp istismara giriştiği olay İbrahim Kaypakkaya
yoldaş olmuştur. Bu durum adeta Partizan cenahının olmazsa
olmazı olmuştur. Dogmatik hizip merkezi önderliğin karşısında savunacak
bir şey bulamayınca, en kolay yoldan tabanı etkilemek bakımından “İbrahim
yoldaşa kimse dokunamaz ve İbrahim’i reddediyorlar” demagojisi olmuştur.
İşin daha da ilginci KK ve Halkın Birliği'ni “İbrahim Kaypakkaya yoldaşa
ihanet ettikleri” iddiayla ortaya çıktıkları halde, bir çoğu sınıf savaşımının
dışına düştükleri gibi, KK’ya karşı keskin İbocu geçinen TKP-ML
Partizan önderliği, 12 Eylül faşist askeri darbenin ardında gözaltına
alındıklarında Süleyman Cihan dışında kalanların çoğunluğu İbrahim
Kaypakkaya’nın işkencede ser ver sır verme direniş geleneğini yaşatamamışlar ve
işkencede çözülmüşlerdir. Yine 1976 tartışma sürecini baltalayan ve ayrılığı
kışkırtan Hİ kısa dönem sonra dogmatikler ile farklı ideolojik, politik hatta
evrimleşerek saflarda atılmıştır. Aynı zamanda 1974’ten sonra Hareket'e katılan
Ahmet Kızıler grubu da -MZ deniliyor-, 1976 tartışmasında olumsuz ve kışkırtıcı
bir rol oynamıştır. Ahmet Kızıler çok keskin İbrahim istismarcısı olarak öne
çıkmış ve Hareket'in hatalarının ortaya konmasın da rahatsızlık duymuş ve tartışma
kampanyasında ayrılığı kışkırtan başrolcülerden olmuştur.
Ne ki dogmatik hizbin önemli temsilcilerinden birisi olarak öne çıkan A. Kızıler
dogmatiklerle ideolojik - politik olarak anlaşamayarak yollarını ayırarak karşı
devrimci 3. Dünya Teorisi’nin savunucusu olarak ortaya çıktı, bir dönem
Kurtuluş Yolu adı altında bir dergi çıkardı ve ardında KK’yı “İbrahim’e ihanet
etmekle suçlayan”lar kapağı Aydınlığa atarak, Aydınlık safların da İbrahim
yoldaşa bolca küretmekten geri durmamışlardır. İbrahim istismarcılığına sınır
tanımadan devam eden dogmatik Partizanın önderleri KK’nın doğru devrimci
tutumunu çarpıtarak duygu sömürü yapmaya çalışmıştır. Kuşku yok ki dogmatik
hizipçilerin İbrahim Kaypakkaya yoldaşla istismar yöntemleri Aleksinski
yöntemlerinin bir parçası olan bu yönteminde bir şey kazandırmadığı ortadadır.
Dedikodu ve skandal
ticareti dogmatik hizbe yarar sağlamamıştır
Dogmatik hizbin yöntemlerinden bahsederken son bir noktaya daha işaret
edelim. Bu yöntem dedikodu yöntemidir, skandal ticareti yöntemidir.
Sağda solda kişiler hakkında dedikodular, kişilerin niteliği üzerinde
durmak, hiçbir belgeye dayanması mümkün olmayan kişilerin niteliği üzerinde
durmak, hiçbir belgeye dayanması mümkün olmayan kişiler arasındaki konuşmaları
tahrif edip kanıt getirme, hareket sırlarını ulu orta herkese açıklamak,
hatta derneklerde belge okumaya kalkmak başvurdukları başlıca
yöntemlerdir.
Tabi ki gözlerini kırpmadan yalan ve iftiraya başvurmaları da cabası.
Zaten, kişi bir kez bu yolu tutumu zorunlu olarak yalan ve iftiraya başvurur.
Kısacası dedikodu, skandal ticareti dogmatik hizbin önemli bir
yöntemidir. Bu gizlilik konusunda kendisini açığa vuran en kaba örgütsel
Menşevizmle, laçkalıkla birleşmektedir.
Bu yöntemler dogmatik hizbin niteliğine uygundur. Çünkü onlar, örgütsel
ilkleri sorunun ideolojik ve politik yönünü öne çıkarıp, esaslar üzerine
tartışacak gücü kendisinde bulamamaktadırlar. Bu nedenle ayrıntılar içinde
sorunu boğmak, ilkeleri bir yana itmek bir ayrımda sözde çelişki yakalayıp kafa
karıştırmak, kişileri kötülemek yolunu tutuyorlar. Aslında bu onların kendi
ilkelerine güvenmediklerinin ve sorunu buraya çekerek parsa toplamaya
çalıştıklarının kanıtıdır.
Şimdi Lenin’in bu tür mücadele yöntemlerini nasıl mahkum ettiğini görelim.
İspati olmayan özel konuşmalar dolayısıyla yalancılık suçlaması için Lenin
şunları söylüyor: “Provokasyonun, kimin yalancı olduğunu soran bu metodu,
yalnızca bir kavga için bahane arayan bir kabadayıya veya davranışındaki
gülünçlüğü fark etmeyen histerik bir adama yakışır. Belki
politik hatalardan suçlanan politik bir liderin bu metodu kullanması
kesinlikle, onun başka bir savunması olmadığını ve Onun politik farklılar
seviyesinden berbat ağız kavgacısı ve skandalcı seviyesine düştüğünü ispatlar.”
(RSDİP’in Kuruluşu, sy. 100.)
“İspatlanmayan konular dedim, çünkü tabiatları icabı, hiçbir kaydı
bulunmayan özel konuşmalara, hiç bir ispata meydan ve buna dayandırılan
konular, bütün anlamıyla ‘yalan’ kelimesinin tekrarını gerektirir. Martov, dün,
bu tür tekrara sanatında gerçek ustalığa erişti ve ben de onun yolundan
yürümeye hiç niyetli değilim.” (Aynı yerde, 101.)
Yine Lenin yoldaş kişiler hakkındaki dedikodular üzerine şunları söylüyor:
“Kişilerin niteliği ve hareketleri konusunda kongrenin dışında konuşmak ve
dedikodu yapmak, bana yakışıksız ve hayasızca bir iş olarak görüyor. (Çünkü bu
gibi durumlar, yüzde 99 örgüte ilişkin bir sırdır ve ancak partinin yüksek bir
yönetim kuruluna açıklanabilir.) Kongre dışında, böyle
dedikodulara sarılarak savaşmak bana göre, skandal ticareti yapmaktır. ” (Bir
adım ileri iki adım geri, sy. 177.)
Dogmatik hizbin yöntemlerini Lenin’in eleştirdiği bu fiillerde açıkça
görmek mümkündür. Lenin’in de belirttiği gibi bütün bunlar siyasi aczin
ifadesidir ve buna başvuranların başka savunması olmadığını gösterir. Dogmatik
hizip başları, tam bir acz içine düştüklerinden zorunlu olarak bu yola
sapmışlardır ve berbat ağız kavgacısı durumuna düşmüşlerdir. Dogmatik
hizipçiler gizlilik konusunda da tam bir sorumsuzluk içinde olmuşlardır.
Hareketin sırlarını ulu orta yaymak, isim açıklamak gibi bir soruda - sorunda
gizliliği ağır bir şekilde ihlal etmişlerdir. Buda onların sorumsuzluğunu,
gerekirse hakim sınıflara en büyük yararı sağlayacak davranışlardan
kaçınmadıklarını gösterir.
Buraya kadar dogmatik hizbin örgüt içi mücadele anlayışı ve yöntemleri
üzerinde durduk. Buraya kadar hatırlattıklarımızı toparlarsak, şöyle bir sonuca
varırız, dogmatik hizbin, gerek örgütsel mücadele anlayışında ve gerekse de
bunun yöntemleri konusunda örgütsel anarşizm vaaz etmektedir.
Dogmatik hizip tutarlı örgütsel ilklere sahip değildir ve sürekli zikzaklar
çizmektedir. Bugün kabul ettiğini işine gelmediğinde yarın reddetmiştir.
Örgütsel mücadele anlayışıyla ilgili olarak dogmatik hizipçiler ML Hareket’te
iki çizgi mücadelesini sürekli kabul eden, oportünist çizgiyi sade ve alt
etmekle yetinene sağ oportünist bir görüş savunmaktaydılar. Aslında bu onların
gerçek düşünceleriydi. Ama işler farklı şekilde gelişince oportünistler bir
uçtan diğerine kaydılar.
Bu kez “görüş disiplini” adı altında örgütsel anarşizmi savunmaya
başladılar. Oysa aradan ancak üç ay geçmişti. Onlar tutarlı ilkelerden yoksun
olduklarından, kendi hesaplarını ve gerici davranışlarını mazur gösterecek
teorileri birbiri peşi sıra yaratmakta tereddüt etmediler. ML’lerin saldırısı
karşısında “görüş disiplini” anlayışının ipliği kısa zamanda pazara çıktı.
Bunun üzerine oportünist şefler yeni bir oportünist manevraya giriştiler.
Görüşlerini değiştirdiler, eski sağcı görüşlerini, ilgisiz görüşleri
savunduğumuz halde utanmadan bize mal ettiler. Ondan sonra “iki çizgi
oluştuğunda aynı örgüt çatısı altında kalmayarak hemen ayrılma” anarşist
teorisini geliştirdiler. Bu teori açısından, hareketimize mal ettikleri, eski
düşünceleri eleştirdiler. Bu teoride davranışlarını haklı çıkarmak için
uydurdukları, kitaba uydurulması daha kolay, ama örgütsel anarşizmi vaaz eden
bir teoridir.
Lenin bir partinin gerektiğinde taktiklerini 24 saat içinde
değiştirebilecek esnekliği sahip olması gerektiğini, ama ilklerin 24 saat
içinde değişmeyeceğini uzun süre boyunca muhafaza edileceğini belirtiyor.
Dogmatikler ise örgütsel mücadele ve disiplin üzerine ilkeleri sıklıkla
değiştirmişlerdir. Bu durum aslında dogmatiklerin nasıl ilkesiz bir konumda
durduklarını ve küçük burjuvazinin istikrarsız düşüncesini yansıtmaktadır.
Onlar sınıf konumları gereği istikrarlı bir düşünceye sahip olmayıp sürekli
yalpalarlar, zikzaklar çizerler. Kesin bir mücadele anında esas mücadele eden
güçler arasında bocalar.
Yenilgiye uğradıklarında ise, umutsuzluğa kapılır. Kendilerine ve
çevrelerine küfretmeye başlar, gözyaşları döker, pişmanlık getirirler. Çevremizde
bu türden yüzlerce olay vuku bulmuştur.
Dogmatik hizbin ilkesizliği küçük burjuva niteliğinin sonucudur. Örgütsel
anarşizmi vaaz eden görüşleri de, proletarya örgütünün çelik disiplininden
ürken, buna uymayı kölelik sayan, kendisini disiplinin üzerinde seçkin kişi
olarak gören, farklı fikirlere karşı uzun, sabırlı, eğitici ve ikna edici
mücadeleyi göze alamayan küçük burjuva aydın, yarı-aydının görüşlerini
yansıtmaktadır. Sorunun bir diğer yönü de bu örgütsel anarşizmi vazeden
teorinin sahiplerinin, hareket kadrolarına ve kendi savundukları görüşlere
güven duymamalarıdır.
Çünkü onlar fikirlerini kadroların kabul edeceğine güvenmemektedirler. Bu
da önce kendi fikirlerine, onu savunup kabul ettirebileceklerine inançsız
olduklarını gösterir. Örgütten hemen ayrılma görüşü bu inançsızlığın teorik
ifadesidir. Sonra kadrolarında -kendilerine göre- doğru fikirlerin yanında yer
alacağına inanmamaları, kadrolara güvenmemeleri de teorik ifadesini bu anarşist
düşüncede bulmaktadır. Dogmatiklerin örgüt içi mücadele konusunda kullandıkları
yöntem küçük burjuva niteliktedir. Lenin de Menşeviklerle ilgili yaptığınız
alıntıların dogmatiklere tıpa tıp uyması tesadüfi değildir.
Çünkü örgütsel anlayışları ve örgütsel mücadele yöntemleri bakımından
tasfiyeci dogmatiklerle Menşevikler arasında özde fark yoktur. Unutmayınız ki,
Menşevikler de azınlıkta kaldıklarında örgütsel anarşizmi savunuyorlardı. Ve onların
şekilsiz, gevşek parti anlayışlarıyla uyuşuyordu.
Merkezi organların yönetimini kabul etmemenin örgütten ayrılmak ve onu
parçalamak anlamına geldiğini ortaya koyduk. Bunun anlamı bunu yapanların Hareket’e sahip çıkmaya kalkmalarının sahtekarlık
ve ikiyüzlülük olduğudur. Bolşevik Partizan’ın tüm çarpıtma ve olayları
farklı gösterme çabalarına karşın, dogmatik hizip örgüt içi mücadele ve
disiplinde Leninist ilklerden ırak, kendi fikirlerine inançtan yoksun
olduklarını göstermiştir. Dogmatik hizip ilkelere ve disipline bağlı kalarak
mücadele etmek yerine “biz platformumuzu kendimiz koyar kendi yöntemlerimizi
kendimiz saptarız” diyerek anarşizmini bir kez daha ortaya koymuştur. O hiçbir
ilkeye bağlı olmadığını göstermiştir.
Dogmatik hizip içi boş parlak cümleleri öne sürerek, bir başka ifadeyle
Aleksinski yöntemlerini esas almış, fikir gücüyle, ikna yoluyla sağlayamadığı
etkiyi bu yola sağlamaya çalışmıştır. Aynı şekilde İbrahim yoldaşı da kendi
gerici hesapları için istismar etmiştir. Dogmatik hizip, iftira, yalan,
dedikodu kişisel karalama gibi yollara sapmış, gizliliği ağır şekilde ihlal
etmiştir. Bütün bunlar dogmatiklerin politik aczinin ve küçük burjuva
sorumsuzluğun kanıtlarıdır.
Tasfiyeci şefler, ML görüşlerle ilkeli bir tarzda mücadele etme gücünü
kendilerinde bulamayıp, bu alanda sırtlarının yere geleceğini anlayınca, bu
yanlış yöntemlere başvurarak sorunları çarpıtmaya, kafa bulandırmaya
çalışmaktadırlar. Bütün bunlar onların kendi fikirlerine inançsızlıklarının
kanıtıdır.
Sonuç olarak, gerek örgüt içi mücadele anlayışlarına, gerekse de bu
mücadelenin yöntemlerinde tasfiyeci dogmatikler ML’den fersah fersah
uzaklaşmışlardır. Bu savrulma onların küçük burjuva niteliğinden
kaynaklanmaktadır. Bu sınıf yapısı nedeniyle onlar, ilke ve istikrara sahip
değillerdir, zikzaklar çizmekte, yalpalamaktadırlar. Onlar ML Hareket’e, onun
görüşlerine ve kadrolarına güven duymamaktadırlar. Kendi görüşlerine de
güvenememektedirler. İşte bu nedenle örgüt içi mücadelede küçük burjuva
yöntemler geliştirdiler ve anarşist örgütsel anlayışa sahiptirler.
Sonuç olarak: 1976 tartışma kampanyası ve ardından dogmatik hizbin nasıl
örgüt iç mücadele ve disipline uymayarak görüş disiplini dayatarak örgütsel
alanda anarşist bir hatta yürüyerek 1976 Temmuz'unda TKP-ML Hareket'inden
koparak, önce ayrı gruplar olarak hareket edip 1978 yılında örgütte kopan
grupların birleşimiyle TKP-ML Partizan örgütünün kurulduğunu dikkate
aldığımızda tartışamadan kaçarak TKP-ML Hareketi’nde hizip örgütleyerek kopan,
dogmatikler olmuştur. Buradan hareket ettiğimizde TKP-ML Hareketi hem önderlik
bağlamında ve hem de örgütlü güçler açısında örgüt kitlesinin ana gövdesi
KK yanında saf tutmuştur.
Demek ki Kaypakkaya yoldaşın açtığı kızıl bayrağı, hata ve
yetmezliklerinden arındırarak ileriye taşıyan ve gerçek mirasçısı KK
önderliğindeki TKP-ML Hareketi olmuştur. Bugünde bu ML çizginin devamcısı
KP-İÖ’dür.
Yukarıda belgelerle de aktarmış olduğumuz gibi, Partizan cenahının KK ve
haliyle TKP-ML Hareketi'ne dair söylemlerinin içeriğinin ne kadar boş ve gerçek
dışı olduğunu gösteriyor. Kim ne derse desin Kaypakkaya yoldaşın ve haliyle
TKP-ML Hareketi’nin hata ve yetmezlikleriyle hesaplaşıp, tıpkı Kaypakkaya
yoldaş gibi tabulara vurarak buz kıran rolünü oynar, Onun çizgisini ML temelde
ileriye taşıyan, KK ve ardılları olmuştur. Hayali yazılan tarih gerçek
karşısında her zaman tuzla bul olmuştur.
Bolşevik Partizan ve Partizan cenahının 1976 ayrılığı üzerine yazdıkları
hikayelerin özünde avcılık hikayeleri olduğunu, verilerle ve o dönemdeki
tartışma belgelerinde ortaya koyduk. Biz her daima gerçeklere (belgelere) bağlı
kaldık. Umudumuz o ki, hayali tarih yazımında ısrar eden Bolşevik Partizan ve
Partizan cenahı da bu tutumunu terk ederek hayalden gerçeğe adım atmış olur.
Haziran 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder