30 Haziran 2020 Salı

Bir kez daha Bolşevik Partizan ve Partizan cenahının 1976 ayrılığı üzerine tarihi keyfiyetle yazıp, geçmiş, hayallerde kurgulanamaz

Hem mükemmeliyetçilik adı altında komünist hareketi değerlendirmede inkarcı bir hatta duran akımların Atılım, Alınteri, Kızıl Bayrak, Evrensel vb. ve hem de komünist hareketi önemli ve ilkesel hatalardan azade gören, dogmatik bir hatta duran, özünde inkarcılıkla ikiz kardeş olan akımların savunusu Yeni Demokrasi, Özgür Gelecek, Devrimci Demokrasi, Halkın Günlüğü, Yeni Dünya İçin Çağrı ve çevresi gelinen durumda Kaypakkaya yoldaşın temel görüşlerinin özünü bile savunmaktan uzaklaşmasına karşın, hala ısrarla kendisini Kaypakkayacı görmeleri komik bir görüntü yaratıyor. Bu düşüncelerini çeşitli boyutlarıyla eleştirdik ve aslında bu akımların komünist hareketin doğuşu ve gelişimi, partileşme sürecine ilişkin olarak, ML ilkeleri bir yana iterek, kendi oportünist-revizyonist görüşlerini haklı çıkarmak için, çifte standartçı bakış açısını kendilerine temel aldıklarından dolayı, gerçekleri teslim etmede zorlandıklarını ortaya koymaya çalıştık.

Biz bu yazımızda her ne kadar Bolşevik Partizan'ın tarih çarpıtıcılığını açığa sermeyi esas amaç edinmiş olsak ta, o dönemde birlikte oldukları TKP-ML Partizan cenahına da toptan verilmiş bir yanıttır.

Bugüne kadar Partizan cenahının yalan ve çapıtmalarına dair TKP-ML Hareketi önderliği genel açıklamalar dışında gerçekleri olduğu gibi belgelere dayanarak kapsamlı olarak ortaya koyma tutumu içinde olmadı. Elbette bu durum Partizan cenahının yalan ve çarpıtmalarının devrimci kamuoyunca gerçekmiş gibi algılanmasına neden oldu. Örneğin sanki TKP-ML - Partizan, TKP-ML Hareketi’ni “örgütten atmış” ya da “Hareket Partizan’dan hizip örgütleyerek kopmuş” havası yaratmaya çalıştılar.

Yine 1976 tartışma kampanyasını başlatan ve önderlik yapan Koordinasyon Komitesi (KK) tartışmaya dair birçok konuda farklı düşünmesi gerekçesiyle, örgütün resmi önderliği değilmiş ve örgüte önderlik yapamaz vb. biçimindeki değerlendirmeler, daha sonrasında Partizanı oluşturan kesimin bir komünist örgüt içinde, ML ilkeler ve demokratik merkeziyetçilikte yani disiplinde pek bir şey anlamadıklarını ve örgütsel ilkeler alanında görüşlerin disiplini adı altında anarşist bir disiplin anlayışına sahip olduklarını gördük, yaşadık. Buradan olarak TKP-ML Hareketi'nin 1973 yenilgisinin ardından ikinci kez yeniden toparlanma ve sınıflar savaşımına müdahale etmede nasıl bir süreç yaşandığını ve 1976 tartışma kampanyasında Bolşevik Partizan'cıların iddia etmiş oldukları gibi, “KK örgüt içi tartışma sonuçlanmadan kadrolara kendi görüşlerini dayattığı ya da örgütün resmi görüşü olarak ilan ettiği” savlarının ne kadar gerçek dışı hayali iddialar olduğu üzerinde duracağız.

Her şeyden öncesi burada şunu belirtmeliyiz ki mevcut halde Bolşevik Partizan ve diğer Partizan cenahıyla geçmiş üzerine yapılacak bir tartışmanın, tarih çarpıtıcılığını düzeltme ve gerçeklere sadık kalarak oportünist, inkarcı ve dogmatik bakış açısına karşı, ML bakış açısını bir kez daha ortaya koymak dışında, sınıf savaşımının güncelliği bakımından bu tartışmanın pek bir aciliyet taşımadığını ifade etmek istiyoruz.

Ne ki gerçekler eğilip bükülmeden ortaya konmadığı sürece, bu türden tartışmalar zaman zaman kaçınılmaz hale gelmektedir ve gelecektir de. Haliyle geçmiş üzerine yapılacak tartışma burada sonlanmayacak ve ihtiyaç oldukça yeniden gündeme gelecektir. Biz bugüne kadar kulaktan dolma ya da dedikodular üzerinde yazılmaya çalışılan çarpıtılmış tarih yerine, belgelere dayanarak tarihe bakmayı hep merkezde tuttuk. 

Keza bundan sonrasında da bu ilkeli tutumuz üzerinde komünist hareketin ve TKP-ML Hareketi'nin geçmişini belgelere dayanarak ele alma yolunda yürüyeceğiz. Buradan olarak öncelikle en çok çarpıtılan 1976 Nisan’da başlayıp Temmuz - Ağustos da noktalanan, örgütün 1973 yenilgisi ve nedenleri, hata ve zaafları, başta Türkiye’nin sosyoekonomik yapısı olmak üzere, parti ve partileşme süreci, devrimin yolu, birleşik cephe, ulusal sorun, Kemalizm'in önderliğinin niteliği, çalışma alanlarının yeniden belirlenmesi, vb. birçok alanda tartışma ve tartışma sürecinde farklı yaklaşım içinde olan kesimlerin bakış açıları ve pratik tutumları ve tartışma ilkelerine ne kadar bağlı kalındığı üzerinde durmaya çalışacağız.

Cihan Yıldız'ın “İbo Can’a son kez” başlıklı yazıda öne sürdüğü savlar ne kadar doğrudur?
Cihan Yıldız ismiyle, aslında Bolşevik Partizan’ın 1981 yılına kadar Partizan cenahının görüşlerini ortaya koyan 1976 TKP-ML Hareketi ve 1978 yılında TKP-ML Partizan adını alan 1976 ayrılığına ilişkin “İbo Can’a son kez” başlığıyla gerçekleri ters yüz eden ve 1976 tartışama kampanya sürecinde yazdıklarını unutan ve tarihi gerçekleri kendi keyfiyetine göre yazıp, 1976 tartışma kampanyası sürecinde “hep doğru devrimci bir hatta durmuş” görüntüsü vererek her durumda ML tutum aldığını öne süren Bolşevik Partizan'ın kendi uydurduğu ya da öyle zannettiği tek yanlı değerlendirmeleri üzerinde duracağız.

Eleştiriye geçmeden önce birkaç sorunu aydınlatmak gerekiyor. Öncelikle TKP-ML Hareketi'nin ML çizgisini ve değerlerini Komünist Parti-İnşa Örgütü (KP-İÖ) savunmakta ve temsil etmektedir. Buradan olarak TKP-ML Hareketi'ni kimselerin temsil etmediği savıyla yalan yanlış ve devrimcilikten uzak görüşler yazılıp çizilmekte, eleştiri adına hakaret ve yalanlar sıralanmakta ve sıralanmaya devam ediliyor. 

Nitekim son olarak Bolşevik Partizan'cı Cihan Yıldız'ın ve bu tarih bizim sitesinde Yaşar Değerli eylemiyle ilgili yazılanlar ve TKP-ML Hareket'i önderliğini “hain”likle suçlayan yeni tarih yazılımı girişimlerine gereken yanıtları vererek, hareket düşmanlarının ipliğini pazara çıkarmaya çalışacağız.

Cihan Yıldız, tartışma belgelerini yayınlamayarak okura hayali araştırıp, sorgulamayı salık veriyor. Cihan Yıldız'ın hayali tarih yazımının iddia ve savlarını tek tek yanıtlayarak ve bunları belgelere dayanarak yanıtlamaya çalışacağız.

Cihan Yıldız şöyle diyor: “Tarih konusunda merakı olan arkadaşlara önerimiz bu konuda işe yazılı belgeleri inceleyerek başlamaları, efsane anlatılarını, dedikoduları dönemin belgeleri üzerinden sorgulamalarıdır. Anda yürüyen sınıf mücadelesini tarihten daha önemli gören arkadaşlara ise tavsiyemiz o dönemin siyasi aktörlerinin, örneğin 1976’daki bölünmede KK hizbinde yer alanların ve başını çekenlerin, 1981-1982 bölünmesinde Menşevik saflarda yer alanların başını çekenlerin ve her iki dönemde de bir taraf olan Bolşeviklerin bugün nerede olduklarını sorgulamalarıdır. Biz, dün ne yaptı isek, bugün onu daha yetkinleşmiş bir biçimde sürdürüyoruz: KK/T de yeni tipte partiyi, ML partiyi, Bolşevik Parti’yi inşaya devam ediyoruz! Biz Bolşevikler 1970’li yıllarda ağırlıklı olarak yurtdışı faaliyeti içinde yer alan KK-T’li komünistler içinden çıkıp gelen bir akım olarak 1976 ve 1981 bölünmelerinde kendi görüşlerimizle yer aldık. Derdimiz ve davamız her dönemde KK-T’de gerçek bir KP‘nin inşası idi. Bunun için mücadele ettik. Bu mücadeleden hiç vaz geçmedik. Aynı mücadeleyi örgütlü olarak kesintisiz sürdürdük, sürdürüyoruz.” (Cihan Yıldız'ın “İbo Can'a son kez” başlıklı yazısından.)

Cihan Yıldız arkadaş, merakı olanların geçmiş 1976 tartışama sürecine dair yazılı belgeleri inceleyerek sorgulama yapmalarını doğru olarak salık veriyor. Okurların sorgulama yaparak doğru tutum alabilmesi için bu dönemde kimin ne savunduğu ve nasıl hareket ettiğine dair elindeki belgeleri yayınlamış olması gerekiyordu. Haliyle elde belgeler olmadığı durumda, okurlara yapılan okuyup, araştırıp sorgulama yapın çağrısının ayakları havada kalıyor. Haliyle Cihan Yıldız arkadaş ellerindeki belgelerin kendi aleyhlerine olması nedeniyle yayınlayamıyor! Ve ortada tartışma sürecine dair belgeler olmadan okurları sorgulama yapmaya çağırıyor!

Mademki dogmatik hizipçiler 1976 tartışma sürecinde doğru ilkeler ve disiplin temelinde sürece katıldılar, o zaman eldeki belgelerin kendilerini doğrulaması ve haliyle gerçeklerin açığa çıkması bakımından ilk adımda yapılması gereken bu belgeleri yayınlamak olmalıydı. 

Ne ki elinde belgeler bulunan Cihan Yıldız arkadaşın, elindeki belgeleri yayınlamayarak, tartışmalarda belgelere dayanalım çağrısının; gök kubbe altında hoş seda olmaktan öteye gitmediğini belirtelim. Yine Cihan Yıldız arkadaş 1976 tartışma döneminde yurtdışında iki kişinin KK'ne eleştirisini içeren yazıda bolca alıntı yapıyor ama işine gelen yerlerde!

Gerçekten de 76 tartışma kampanyası sürecinde doğru bir tutum aldığından emin olan birisinin belgeyi devrimci kamuoyunda saklaması kadar olumsuz bir durum olmaz!

“Biz ne yaptıysak bugünde onu yetkinleştirmiş biçimde sürdürüyoruz” diyen Cihan Yıldız arkadaş açıktan, geçmişte savunmuş oldukları "Türkiye emperyalizme bağımlı olduğu sürece ülkenin sosyoekonomik yapısı yarı feodal olarak kalır, yarı feodal ülkelerde devrimin yolu kırdan şehre doğru geliştirilecek KSİ kurularak iktidarın parça paraca alınacağı halk savaşı yolu ve haliyle örgüt çalışmasında temel çalışma alanları kırlar olacaktır.” Cihan Yıldız arkadaş, Bolşevik Partizan'cılar dün savundukları bu düşünceleri bugün savunuyorlar mı acaba? Aynı zamanda “bir ülkede kapitalist üretim ilişkileri egemense o ülkede otomatik olarak sosyalist devrim gündeme gelir” yaklaşımını hala kıskançlıkla savunmayı sürdürüyorlar mı?

Cihan arkadaş kedinin pisliğini gizlediği gibi dogmatik Mao'cu teori fukarası görüşlerini gizlemek için tartışma sürecine ilişkin yazılarında KK’da öğrenme yerine tam tersi Mao'cu kopyacılığa devam ederek, sosyoekonomik yapı, devrimin yolu vb. sorunlarında özgün olan hiç bir şey söylemeyerek Türkiye’nin sosyoekonomik yapısını değişmez donmuş olarak görüp, tanımlıyor.

İşte Cihan Yıldız arkadaşın hep doğruların savunucusu olduklarını iddia ettikleri sosyoekonomik yapıya dair görüşleri: “Yok ama bir ülke de kapitalizm üretim ilişkileri belli bir ilerleme göstermiş olmasına rağmen, feodal üretim ilişkileri belli bir çözülme gösterse bile, bunlar bir devrimle tasfiye edilmemişse -ve hala önemli bir etkinliğe sahipse, üst yapıda feodal kültür bütün ağırlığıyla ayaktaysa, feodal artıklar, devrimin önünde en önemli engellerden birini teşkil ediyorsa- toplumun gelişmesi için bu feodal artıkların tasfiyesi esas mesele olarak devrimin karşısına dikiliyorsa o zaman o ülke de, kapitalist üretim ilişkileriyle elde edilen ürün, feodal-yarı feodal üretimden elde edilen üründen çok ta olsa, kapitalizmin hakimiyetinden söz edilemez. O zaman o ülke yarı feodal bir sosyoekonomik yapıya sahiptir. Önündeki devrim aşaması, demokratik halk devrimidir. Bu anlamda ilk iki önerme birbiriyle çelişme halindedir.”

“Önce ilk iki önerme birbiriyle çelişme halindedir. Eğer bir ülkede kapitalizm hakimse (kapitalizm hem alt hem de üst yapıda rakipsiz hakimse kapitalizmin hakimiyetinden ve kapitalist sosyoekonomik yapıdan söz edilebilir) o zaman, feodal artıklar esas olarak tasfiye edilmiş demektir ve bunlar devrimin önünde önemli engel teşkil etmezler. Kapitalist, bir ülkede devrim aşaması, sosyalist devrim aşamasıdır. Sosyalist devrimden önce bir ara aşama yoktur.”

“Biz yarı sömürge, yarı feodal ülkelerin de belli ortak özellikler taşıdığı ve bu yüzden Halk Savaşı stratejisinin bu ülkeler için genelleştirilebileceği görüşündeyiz. Biz demokrasi olmaması, milli bağımsızlık olmaması, emperyalizm tarafından ezilme olgusu, yararlanılabilir bir parlamento olmaması, işçi grevlerini örgütlemeye komünistler olarak legal olarak hakkımız olmaması olgusunun, yalnızca Çin için değil, Türkiye için, yalnızca Türkiye için değil tüm yarı sömürge, yarı feodal ülkeler için geçerli olduğunu pratikte görüyoruz.” (Yurtdışında iki yoldaşın M’e eleştiriler yazısından.)

Yukarıya aktarmış olduğumuz alıntı, Cihan Yıldız arkadaşın heyecanla neyi savunduğunu, tartışama kampanyasında ne kadar öğrendiklerini ve ne kadar M-L bakış açısına sahip olduklarını göstermektedir. İşin ilginç olanı sanki KK ile İstanbul Bölge Komitesi arasında 3. Yol izliyormuş havası vererek, aslında dogmatizmlerini gizlemeye çalışmaktadır.

Demek ki, KK önderliğinde başlatılan tartışma kampanyasının, aydınlatılması gereken ana unsurlardan birisi olan sosyoekonomik yapı ve buna bağlı sorunlardı. Cihan Yıldız arkadaş her ne kadar yazısında tartışma “kampanyasının esası sosyoekonomik yapı değildi” dese de, doğru söylemediğini geçmişte yazdıkları yazıda netçe görmek mümkündür. Tartışma kampanyasına iletilen “Yurtdışında iki yoldaşın M’e eleştiriler” başlıklı yazıda şunlar söyleniyordu: “Açıktır ki sosyoekonomik yapıda ayrı bir tespit, ayrı bir devrim stratejisini ayrı bir çizgiyi beraberinde getirecektir” denerek daha tartışma yeni başlamışken “Biz devrim stratejisi konusunda görüş ayrılıklarının, kaçınılmaz olarak örgütsel ayrılığı da beraberinde getireceğini görüyoruz. Bu konuda hayale kapılmıyoruz. Ama bugünkü dönemde görüş ayrılıklarının tam olarak ortaya çıkmadığını da görüyoruz. Önümüzdeki dönemde bu yüzden tartışma yoğunlaştırılmalı, görüş ayrılıklarının üstüne gidilmeli, bunların ilkelerde mi-yoksa günlük siyasi meselelerde mi olduğu tespit edilmeli, ilke ayrılıkları herkesin görüp, kavrayacağı bir açıklıkla ortaya çıkarılmalıdır. Ancak böyle bir durumda örgütsel ayrılık gerekli ve kaçınılmaz ve teşkilatımız için, halk için zararlı değil yararlı olur” ayrılık tamtamları çalarak, benim gibi düşünmezseniz yollarımızı ayırırız tehdidini savurarak, ayrılıkçıları kışkırtıyor. 

Sonra da utanmazcasına birlikçi görünerek İstanbul Bölge Yönetimi’nin (İBY) açıktan disiplini tanımaz tutumu karşısında iş olsun torba dolsun babında “Biz bu anlamda bir bölgenin M'in tartışma yazısına verdiği cevabı M'i reddeden tavrı dolayısıyla hatalı buluyoruz” demekten öte bir şey söylemeyerek aslında örgütün merkezi disiplini yerine kendi görüş disiplinine göre hareket ederek açıktan hizipçilik içinde olan İBY’nin yıkıcı ve hizipçi “olmadığını”, KK’nın yıkıcı ve “hizipçi” olduğunu söylemekten geri kalmıyor!

Buradan da anlaşılabileceği gibi yurtdışı yönetiminin tartışma sürecinde ayrı bir iradesi yoktur. Nitekim bunu İBY’nin ayrılık ilan ederek örgüt saflarını terk etmesinin ardından yurtdışındaki kadroların da hizip olarak ayrılık ilan edip merkezi yönetimin disiplinini yok sayarak örgüt saflarında çekip gitmelerinin yani yurtdışının da İBY'nin arkasından sürüklenmesi aslında dogmatik yıkıcıların ortak bir paydada hareket ettiklerini gösteriyor. 

Peki, bu mudur, örgütün iç tartışmasında ilkelere ve disipline bağlı hareket etmek. Bu mudur yıkıcı ve bölücülüğe karşı tutum alıp mahkum etmek. Elbette hayır. Yurtdışı Yönetimi tek bir satır İBK yıkıcılığını eleştirip mahkum etmemiştir. Bu da onların hizip kurmada ortak  hareket içinde olduklarını gösterir. 

Tamda bu tartışma sürecinde, doğru olan örgüt içi mücadele ve disipline bağlı kalarak ve tartışmanın sağlıklı bir hatta yürümesine özen gösteren, birlik, eleştiri, birlik yolunu tutarak, farklı görüşlerin yayınlandığı Proleter Birlik’in yayın hayatına başlamasına önderlik eden KK’idi. KK, görüş ayrılıkları üzerine tartışma yapılarak Kongre ya da konferans toplanarak örgütün görüş ayrılıklarının burada noktalanması yolunun tutulmasını talep ediyor, ayrılık olacaksa da sağlıklı tartışma yapılarak örgütün en üst kurumu olan delegelerin seçimiyle toplanacak olan kongre ya da konferansta olması gerektiğini savunuyordu. Ama bu örgüt içi mücadele ve disiplin çizgisine uymayan dogmatik hizipçilerdi. 

KK’nın durumu ve önderliğe dair Bolşevik Partizan'ın salvo atışları
Değişik zamanlarda TKP-ML Hareketi'nin önderliği ve önderliğin gelişimine dair çeşitli değerlendirmeler yaptık. Hareket önderliğine ilişkin ne abartıcı ve nede küçümseyici değerlendirmeler içinde olduk. Mümkün olduğunca nesnel değerlendirmelerde bulunduk. İşin daha da önemlisi, dogmatikler hareketin önderliğini olduğundan farklı ve abartıcı bir yere koydular. Kafalarında oluşturmuş oldukları ulaşılmaz önderlik yargıları, tartışma kampanyası döneminde tuzla buz oldu. Yani dogmatikler önderliği örgütün gerçekliğinden kopuk, ulaşılması mümkün olmayan kişiler olarak hayal ettiler. 

Nitekim Cihan Yıldız arkadaş KK’nın kapsamlı olarak yapmış olduğu ve kendi gerçekliğini ortaya koyan özeleştiride ders çıkarma, öğrenme yerine, “KK nasıl olur da böyle gerçekleri ortaya koyan özeleştiri yapabilir” diyerek KK’ya serzenişte bulunuyor ve şöyle diyor: “KK’nin “özeleştiri” sine gelince bu özeleştiri tepeden inmeci yönteme karşı başkaldıran kadroları kaybetmemek için kaleme alınmak zorunda kalınan, hatanın derinliğini kavramayan, 'bölünmeyi önlemek için taviz verme' olarak değerlendirilen sözde bir özeleştiridir. Bir diğer yanıyla öyle bir özeleştiridir ki bu, partinin İbo’dan sonra geri kalan yönetici kademesinin bütün hatalarını, partinin aslında parti olmadığının ispatı için kullanan, tasfiyeciliğin temellerini “özeleştiri” adı altında ortaya koyan, parti tarihi açısından bir utanç belgesidir.”(Cihan Yıldız’ın “İbo Can'a son kez” başlıklı yazısından.)

Cihan Yıldız arkadaş bu paragrafta kocaman partinin önderliği nasıl olur da sıradan bir çok hata yapabilir duygusu içinde örgüt tarihinin neden hayali güzellemelerle yazılmadığına hayıflanıyor. Yine KK’nın tartışma kampanyasını başlatmada yapmış olduğu metot hatasının özeleştirisini “kadroları kaybetmemek adına yapılmış, sözde bir özeleştiri” olarak küçümsüyor ve ön yargıcı tutum içinde niyet okumaya kalkışıyor.

Tüm bunlar aslında Merkezi Önderliğin kendileri gibi basit ve sıradan bir düşünce tarzı içinde olmadığını, örgütün hata ve zaaflarının temelleriyle birlikte ortaya konmasını anlama ve bilince çıkarma başarısını gösterememeleri nedeniyle, KK’nın yaptığı her şeyin altında bir şeyler arama yolu tutuluyor. Yani dogmatikler KK’ya güvenmiyorlar ve değerlendirmelerine yön verende bu ön yargıcı yaklaşım oluyor. 

Peki, dogmatiklerin iddia etmiş olduğu gibi KK, özeleştirisinde nesnellikten ırak ve sırf kadroları kazanmak adına sözde mi özeleştiri yapıyor. Uzun olmasına karşın okuyucunun gerçekleri anlaması bakımından KK’nın örgütün önderliğinin gelişimine dair ve tartışma kampanyasına ve de özeleştiri sürecinin değişik dönemler yapılan hata ve yetmezlikleri çeşitli düzeyler ortaya koyan ve örgüt içi tartışma yayın organı Proleter Birlik’in birinci sayısında yayınlanan KK'nın özeleştirisini kısaltarak yayınlıyoruz.

KK’nın tartışma kampanyasında işlediği hata ve yetmezliğe dair özeleştirisi
Bir süre önce hareketimizin önderliğince açılan tartışma kampanyası ile birlikte ortaya çıkan ve bir kesimde kopma noktasına kadar gelen olumsuz gelişmelerde önderliğin hataları tayin edici olmuştur. 

Önderlik öncelikle son gelişmelerdeki; hatalarını ortaya koymayı bulunduğumuz şartlar açısından zorunlu görmektedir. Hareketimiz içindeki-özellikle son dönemde ki-olumsuz gelişmelerin doğru bir şekilde kavranabilmesi, çelişkilerin doğru ele alınıp ML’min yol göstericiliğinin ışığı altında çözümlenebilmesi için önderlik, tartışma kampanyasının açılıp sürdürülmesine ve bir bölgedeki kadrolara karşı takındığı tavra ilişkin hatalarını öncelikle ele almayı Hareketi’mizin ve bir bütün olarak halkımızın yararına görmüştür. 

Tartışma kampanyasının açılmasından sonra önderlikçe yapılan hatalar, elbette daha önceki hatalarından koparılamaz. Bu yüzden, kısaca önderliğin gelişimini ele alıp incelemek, son hataların kavranmasında yararlı olacaktır.

Bu yazının amacı içinde bulunduğumuz somut durumla ilişkili önderliğin hatalarının ortaya konması olduğundan geçmişteki hataların daha sonraki bir özeleştiri de: (Hareket’in özeleştirisinde) derinliğine ortaya konması, gerekir. Şimdilik sadece gelişimini ve son hatalarını ele almakla yetineceğiz.

a) Önderliğin TİİKP hareketine muhalefet dönemi:

Şanlı 15-16 Haziran hareketinden sonra TİİKP içinde belirginleşen ve hareketimizin ideolojik, politik temelini atan, devrimci, muhalefet esas olarak İbrahim Kaypakkaya yoldaş tarafından yürütülmüştür. Bazı yoldaşlar, TİİKP hareketinin sağ oportünist çizgisini bazı, noktalarda eleştirerek bu muhalefete katılmışılardır. Ancak TİİKP’nin sağ oportünist çizgisini yeterince açık kavrayamadıklarından muhalefetin eleştirilerinin oluşmasına aktif olarak katılmamışlardı. Bu yüzden muhalefetin ideolojik-politik özü İbrahim Kaypakkaya yoldaşça oluşturulmuş.

b) Kopma noktasına gelinmesi ve ayrılma dönemi: 

TİİKP revizyonist yönetici kliğinin örgüt içi demokrasiyi işletmemesi, eleştirileri “örgüt disiplini”, “gizlilik” kalkanları arasına sığınarak boğmaya çalışması, uzun süreden beri var olan, devrimci muhalefeti kadrolardan gizlemesi, son olarak muhalefeti yürüten iki yoldaşa komplo düzenlemesi devrimci muhalefetin ayrılığını kaçınılmaz hale getirdi. 

Devrimci muhalefetin TİİKP yönetici kliğince kadrolardan gizlenmesi sonucu birçok yoldaş muhalefete ve ayrılığın örgütlenmesine katılamadı. Bu yoldaşlar TİİKP’nin çıkmaz içinde olduğunu, vahim hatalar işlediğini pratikten görebiliyorlardı. Ancak o günkü siyasi tercihleriyle bu hataların ve çıkmazın sebeplerini nasıl çözebileceğini göremiyorlardı. Bu yoldaşlar devrimci muhalefetten DABK kararlarının yayınlanmasından epeyce sonra haberdar olabildiler, devrimci muhalefetin eleştirilerini kabaca öğrendikten sonra TİİKP'ten ayrılıp TKP (ML)’ye katıldılar. Bu yüzden TKP (M-L)’nin oluşturulmasına temel teşkil eden eleştirileri derinliğine kavrama imkanına -o dönemde-kavuşmadılar.”

c) TKP (M-L)’in çizgisinin sistemleşmesi ve kısa çalışma dönemi:

Yukarda belirttiğimiz gibi devrimci muhalefeti, ideolojik-politik özünün İbrahim Kaypakkaya yoldaş tarafından oluşturulması bir kısım yoldaşların buna aktif olarak katılmamaları diğer bir kısmının -büyük çoğunluğunun- sonradan haberdar olarak iki çizgi arasındaki mücadeleyi kavrama imkanına sahip olmamaları, hareketin çizgisinin sistemleştirilmesini sadece İbrahim Kaypakkaya yoldaşa yükledi. 

İbrahim Kaypakkaya yoldaş hareketin görüşlerini sistemleştirdi. Geçmişte devrimci muhalefete aktif bir şekilde katılmayan diğer yoldaşlar, sıkıyönetimin ağır baskı şartlarında zaten siyasi meselelerle ilgilenme imkanı bulamadılar ve bu dönemin yüklü pratiğinde boğulup gittiler. Bu dönemde bu yoldaşlara sadece hareketin yazılarını okuyup tasdik etmekten başka yapılacak bir şey kalmadı O zaman ki KK’dan bazı yoldaşlar yazıları uzunca bir süre sonra okuyabildiler. KK toplanamadığından yazılar tartışılarak onaylanmış değillerdir.

d) Yenilgi dönemi: 

Kısa bir çalışma döneminden sonra (bir seneden az) Hareketi’mizin önderleri ve kadroları kısa aralıklarla yakalandılar. Başta, önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaş olmak üzere, K.K’nın büyük  çoğunluğu düşmanın pençesine düştü. KK 7 kişi de oluşuyordu. Bunlar İbrahim Kaypakkaya, Muzaffer Oruçoğlu, Aslan Kılıç, Ali Taşyapan, Cem Somel, Almanyalı Kadir ve Ali Mercan’dı.

1973 yenilgisinde Kaypakkaya yoldaş işkencede katledildi, Muzaffer Oruçoğlu, Aslan Kılıç, Cem Somel ve Ali Taşyapan operasyonlarda değişik dönemlerde yakalanıp tutuklandılar. Dışarıda kalan KK üyelerinden Almanyalı Kadir ve Ali Mercan örgüte olanak yaratma adına Kürecik’in bir köyünde Amca (Aziz Vatan)’nın da katılımıyla bir toplantı düzenlenir. Bu toplantıda dağılan örgütü yeniden toparlama kararı yerine geride kalan kadroların değişik alanlara yayılarak gizlenmeli yolu tutulur. Olanak yaratma adına Almanyalı Kadir yurtdışına gönderilir. Amca iyi bildiği İstanbul’a ve Ali Mercan’da Antep-İskenderun hattında gizlenmeye çalışır. Amca da, Ali Mercan’da bulundukları alanda yeni ilişkiler yaratırlar.

Yurtdışına gönderilen Almanyalı Kadir devrimci mücadelenin dışına düşer. İstanbul’un hızla toparlanmasında Amcanın (Aziz Vatan) önemli rolü olur. Zindanlarda yeniden oluşturulan  KK’nın örgütün merkezi olarak çökertildiği 73-74 yılı sürecinde örgüt önderliksiz kalır.

Değişik zindanlarda bulunan yoldaşların bir yerde toparlanmasının akabinde örgütün yeniden inşası için öncelikle yeni bir KK’nın oluşumu için kişilerle görüşüp durumu rapor haline getirip yoldaşlara sunacak ve aynı zamanda yeni bir KK’nın oluşumuna karar verilecek bir değerlendirme komisyonu oluşturulur. Bu değerlendirme komisyonunda polis tutumları olumlu, nesnel davranışlarıyla yoldaşların güvenini kazanmış İrfan Çelik, G.A. ve H.Ş’ten oluşmuştur. Bu yoldaşlar  zindanlardaki tüm yoldaşlarla tek tek görüşüp değerlendirmelerini, rapor haline getirip, yoldaşların değerlendirmesine sunmuşlardır. Polis tutumu olumsuz olan C.S. bundan sonrası devrimci savaşımı omuzlayacak durumda olmadığını söyleyerek mücadeleden çekildiğini açıklamıştır. Yeniden inşa dönemine önderlik edecek yeni KK’ya, eski KK üyelerin de Aslan Kılıç, Muzaffer Oruçoğlu ve Ali Taşyapan uygun görülürken yeni KK üyeliğine İrfan Çelik, H.Ş. ve dışarıda Amca (Aziz Vatan) atanır. Bir yerde Aziz Vatan örgütün dışarıdaki KK temsilcisi rolünü üstlenir. (Notlar HB)

Bazı yoldaşlarda faşistlerce katledildi. Ahmet Muharrem Çiçek, Ali Haydar Yıldız ve Meral Yakar (HB) daha sonra önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaş faşistlerce işkence tezgahında hunharca katledildi.

Önder yoldaşlarımız uzun süreli işkence ve hücre, safhasından sonra cezaevinde de diğer kadrolardan tecrit edildiler. Yukarıda anlattığımız gelişme sürecinden de anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya yoldaşın kaybı önderlik içinde kısa sürede doldurulması imkansız büyük bir boşluk yaratmıştır. Önder yoldaşlar ilk fırsatta yenilginin nedenlerini tartışmaya ve geçmişi değerlendirmeye çalıştılar. Tespit edilen hataların özeleştirisinin hazırlanması kararlaştırıldı.

Ancak bu çok uzun bir süre geçmesine rağmen, gerçekleştirilemedi. Özeleştirinin şimdiye dek çıkarılmamasın da tayin edici etken öz-eleştirinin öneminin ve hazırlanış metotlarının kavranmamasıdır. 

Önder yoldaşlar ilk dönemde bazı tespitlerin yapıldığı, ileri kadrolara bildirildiği gerekçesiyle özeleştirinin acil olmadığı kanaatindeydiler. 

Daha sonra bütün kadrolardan bu konuda talep gelmesi diğer devrimci grupların özeleştiri konusunda hareketimizi eleştirmesi meselenin aciliyetinin kavranmasında önemli etken oldu. Özeleştirinin aciliyetine rağmen bir türü hazırlanamamasındaki önemli etken, mükemmeliyetçi anlayıştı. Her yönüyle mükemmel bir özeleştiri olması isteniyordu. Bu konuda küçümsenmeyecek hazırlıklara girişildi, kadroların görüşleri alındı diğer komünist partilerin ve devrimci ustaların görüşleri ve pratikleri hakkında araştırmalar yapıldı ve derlendi. 

Bütün bu çalışmalar mükemmeliyetçi anlayıştan dolayı hala yetersiz görülüyordu. Özeleştiri konusunda araştırmalar sürdükçe yeni meseleler ortaya çıkıyor, yeni meseleler ortaya çıktıkça da, yeni araştırmalara, ihtiyaç duyuluyordu. Ve bu böyle devam edip gidiliyordu. Böyle bir anlayışla araştırmalar bir türlü sonuçlanmadığı için özeleştiri taslağının sistemli hale gelmesi de gerçekleşemiyordu. Özeleştirinin gecikmesinde rol oynayan ikinci ve tali etken önderliğin dışındaki etkenlerdir. 

Bu, önderliğin bu konudaki hatasını hiç bir zamanı, azaltmaz, Önderlik yeniden inşa döneminde kavranması gereken temel halkayı, esas olarak ideolojik, politik düzeyde yol gösterme görevini ve bunu hangi metotlarla ele almak gerektiğini kavrayamadı. Esas olarak pratik sorunlara eğildi. Geçmişte olan dar pratikçilik ve kendiliğinden gelmeci anlayış devam ediyordu. Bu yüzden önderlikte görev alan yoldaşlar dar pratiğin ayrıntıları içinde boğulup gittiler. Önderlerin pratik içinde yetişme anlayışı, dar pratiğin ayrıntıları ile uğraşma şeklinde anlaşıldı. Önderlik görevinin siyasi ve ideolojik düzeyde alt organlara, kadro ve sempatizanlara ve kitlelere yol gösterme, yön verme, ideoloji ve siyasetin ışığında pratik çalışmayı denetleme, tecrübe ve hatalardan çıkan dersleri sistemleştirip pratiğe ışık tutacak şekilde kadrolara sunma, ülke ve dünya düzeyinde gelişen siyasi gelişmeleri tahlil ve bunlara uygun politik tavırları tespit etme olduğunu görmedi.

Bu dönemde, (yeniden inşa dönemine damgasını vuran, belirsizlik ve siyasetsizlik olmuştur) dünyayı ve ülkemizi yakından ilgilendiren bir dizi gelişmeye seyirci kalmıştır. Siyasetin tespitine çalışılan birkaç konuda da (seçimler, siyasi yönergeler, Aydınlık’a, verilen cevaplar vb. konularda) hem getiriliş biçimi olarak hatalı hareket edildi hem de muhteva olarak yanlışlara düşüldü. 

Özeleştirinin yapılmaması ve ortak siyasi hattın belirginleştirilememesi.

a) Kadroların geçmişte ders çıkarma olanağını geniş, ölçüde ortadan kaldırdı. 
b) Yeni çalışma döneminde geçmişin hatalı anlayışlarının atılması bir yana bu anlayışların kökleşmesini ve kemikleşmesini sağladı. 
c) Hareket içinde ademi merkeziyetçiliğin doğması için uygun ortam hazırladı. Her alandaki yoldaşların anlayışlarına göre meseleler ele alınmak zorunda kalındı. Aynı konularda değişik anlayışlar ortaya çıktı. Bu durum hizipçi çalışmalar için uygun ortam hazırladı. 
d) Hareketin önderliğine karşı kadrolarda güvensizlik yarattı. 
e) Hareketin derinlemesine gelişmesini ve birliğin pekişmesini aksattı. Disiplin ve irade birliğini zayıflattı. İdeoloji ile siyasetteki bu belirsizlik, demokratik-merkeziyetçiliğin sıhhatli işlerliğini önledi. 
g) Birlik ve ittifaklar konusundaki siyasetin netleşmesini saflarımızdaki sekter tavır ve grupçu anlayışın yok edilmesini önledi. 
h) Kolektif siyasi eğitim çok cılız kaldı. Bu da kadro ve sempatizanların ideolojik, politik bakımdan gelişmelerini önledi (engelleyici) ve genel siyasi gerilik alt edilemedi, “Politik çalışma bütün çalışmanın can damarıdır” Marksist ilkesi hayata geçmedi. Kolektif çalışma ve kolektif önderliğinin önemi kavranamadı. En başta önderlik olmak üzere hareketin tüm kademelerinde kolektif çalışma ilkesi uygulanamadı.

Hareket’imizin önderliği uzunca bir süreden beri siyasi önderlik konusundaki yetersizliğini görmektedir. Ancak bu eksikliğin giderek nelere yol açacağını, örgütümüze, halkın davasına ne ölçülerde zarar vereceğini ve şimdiden yol açtığı sonuçları; kısa süre önce görmeye başladı. Uzun bir süreden beri dünyadaki ve ülkemizdeki siyasi gelişmeler karşısında sessiz kalan, kadroların ideolojik, politik ve örgütsel düzeydeki isteklerine cevap vermeyen önderlik, yakın zamana kadar' önünde yığılı duran bu çelişmeleri çözümünü hareketin çizgisinin taktik düzeydeki hatalardan arınıp, saflaşmasında görüyordu. Ancak, gelişen sosyal pratik önderliği daha köklü çözüm yolları aramaya, geçmişteki hataların sıhhatli tespiti için mevcut çizgimizi bir bütün olarak gözden geçirmeye zorlamamıştır. 

Bu amaçla bir süre önce bir araya gelen önderlik Hareketi’mizin mevcut çizgisini bir bütün olarak gözden geçirdi. Önderlik, Hareketi’mizin ağır yanılgısına yol açan hataların taktik düzeyi aşabileceği, devrim yolu konusunda -devrimin karakteri konusunda değil- stratejik düzeydeki hatalara kadara uzayabileceği kanaatine vardı. 

Bundan dolayı bir bütün olarak siyasi çizgimizin dolayısıyla devrimimizin bir dizi temel meseleleri bütün kadroların tartışmasına sunmak üzere, gündeme getirdi. Ancak önderliğin siyasi geriliği ve tecrübesizliği onu bu alanda da hataya düşmekte alıkoyamadı. Tartışmaya sunduğu konularla ilgili görüşlerini kadrolara karar şeklinde getirdi ve metot hatasına düştü. Yeni hatalar işte bu ortamda ve bu şartlar altında yapıldı.

Hareket’imizce yapılan bazı genel tespitler konusundaki tereddütler, yeniden inşa dönemine girildiğinden bir süre sonra önderlikteki yoldaşların ve bazı kadroların kafasında belirmişti. Bu yüzden çizgimizdeki hatalı tespitlerin ortaya çıkarılabilmesi için 14 maddelik araştırma konuları her bölgeye gönderilmiştir. Ancak bu konuların tartışılmasın da yeterli ete önderlik edilemedi. Haliyle de yararlı sonuçlar çıkarılamadı. Önderlik, içinde bulunduğumuz sorunların çözümü için geniş bir tartışma kampanyasının açılmasına, bu tartışmalarda çıkan sonuçları esas alarak özeleştirinin hazırlanmasını ve yayın organının çıkarılmasını doğru bir metot olarak tespit etmişti.

Önderlik, bu doğru metodun uygulanmasında hatalı davrandı. Çalışma alanlarının çoğunluğunda bazı meselelerin tartışılmış oluşunun ve kendi içinde de bazı konularda ikna olmasını esas alarak bu konularla ilgili görüşlerini karar olarak bildirdi. Elbette bu kararlar ikna ve ispat edici verilerle ortaya konup, hareketin kadrolarınca da tartışılıp benimsendikten sonra, resmi hale gelecekti. 

Ama bu, kararların tartışmaya açılması gibi çelişkili durumu ortadan kaldıramaz. Bu hatalı anlayışın sınıfsal kaynağı küçük burjuva aceleciliğidir, örgütsel bakımda tecrübesizlik ise ikinci ve önemli etkenlerden biridir. Önderliğin tartışmaya açtığı temel meseleler hakkındaki görüşlerine karşı, ilk tepkinin önderliği ve hareketin disiplinini tanımama, önderliği kavga kaçakları, halka güvenmeme, devrime inanmama ile suçlama noktasına kadar getirilmesi vahim bir hatadır.

Özetlersek: Hareketimizin önderliği Aydınlık dönemindeki muhalefetten bu yana kolektif öze sahip sağlıklı bir önderlik olamamıştır. İbrahim Kaypakkaya yoldaşın kaybı, önderlikte kısa sürede telafisi imkansız bir boşluk yaratmıştır. Önderlik görevini yüklenen yoldaşlar geçmişten beri kolektif bir önderlik içinde yer alamadıkların dolayı, bu konuda oldukça tecrübesizdiler (önderliğin yapması gereken görevleri kavrayıp çözme yolunda doğru adımlar atamadılar.) Bu yüzden yeniden inşa çalışması dönemindeki hatalı görüş ve uygulamalar eleştiri, özeleştiri ve ikna metoduyla çözümlenemedi. 

Hataların birikimi acelecilik hatasına düşülmesini getirdi. Önderliğin tartışmanın açılmasındaki hatalı davranış, geçmişten beri önderliğe karşı oluşan tepkiyle birleştiğinde bir bölgeden kadroları hatalı davranışlara itmiştir. Kadroların hatalı hareketi, önderliği ve hareketin disiplinini tanınamama, örgütsel birliği zaafa uğratma noktasına kadar gelmiştir. Biz kadroları bu hatalı, davranışa iten asıl etkenin geçmişten beri önderlikçe yapılan hatalar olduğu kanaatindeyiz. Ama yoldaşların hareketin birliğini bozmaya kadar varan davranışları önderliğin hatalarıyla izah edilemez. Bu noktada' yoldaşların hatalarının önemini görmeleri, özeleştirilerini yapmaları ve hatalarını tespite çalışmaları hareketin birliğinin pekişmesi ve sağlıklı gelişmesi açışından zorunludur.

Yoldaşlar, önderlik yaptığı hataların bilincine varmıştı ve düzeltme yolunda çaba sarf etmektedir. Diğer yoldaşların da aynı şekilde hatalarını tespit etmelerini ve kendilerini düzeltmeye çalışmalarını istemektedir. Önderlik yukarda belirtildiği gibi geçmişin gözden geçirilmesi, hatalardan dersler çıkarılması kısaca geçmişin değerlendirilmesi ve özeleştirinin yapılması için bir kampanya açmıştır.

Tartışmanın getiriliş biçimi hatalar taşısa bile bu tartışmanın açılması olumlu bir şeydir Bütün yoldaşlar hem hareketin hem de tek tek yoldaşların işledikleri hatalar üzerinde durmalı acımasızca bütün önyargılardan uzaklaşarak bunları tespit etmelidir. Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Hatalarımıza karşı tavrımız- bizim hem de tek tek yoldaşlar olarak devrimci olup olmadığımızın ölçüsüdür. Lenin yoldaş bu konuda şunları söylüyor:

“Bir siyasi partinin kendi hataları karşısında durumu bu partinin ciddi olup olmadığı konusunda, sınıfına ve emekçi kitlelerine karşı görevini gerçekten yerine getirip getirmediği konusunda hüküm vermek için en önemli ve en inanılır ölçüttür. Hatasını açıkça tanımak, hatanın sebeplerini keşfetmek, hatayı doğuran durumu tahlil etmek, bu hatayı düzeltme imkanını dikkatle araştırmak, işte ciddi bir partinin belirtileri bunlardır. Gereklerini yerine getirmek, kendi sınıfına ve ondan sonra kitleleri yetiştirmek böyle olur.” (Leninizm’in ilkeleri, s.23, Stalin'in Lenin’den yaptığı alıntı.) 

Önderlik bunları yaparken görmediği hataları, yanlış tespitleri, olabilir. Bütün yoldaşlar önderliğe ve birbirlerine karşılıklı yardımcı olarak bunların üstesinden gelebiliriz. Buna inancımız tamdır. Açılan tartışma kampanyasının demokratik merkeziyetçilik ilkesinin ışığı altında yürümesi gerekir. Bütün yoldaşlar "Kızıl Kitap’tan" ve diğer eserlerden disiplin, birlik, eleştiri, özeleştiri parti içindeki ideolojik mücadeleleri tekrar gözden geçirmelidirler.

“Hareket zor günler geçirmektedir. Böyle, durumlarda bireyci, kariyeristler, fırsatçılar hareketi parçalamayı amaçlayabilirler. Bunlara karşı uyanık olmalı, bunları her fırsatta teşhir etmeliyiz. Bu günler. Aynı zamanda kimin ne olduğunu ortaya çıkaracaktır. Tartışma kampanyasının bütün kadro ve ileri unsurlara ulaşabilmesi için tartışma yazılarının da içinde yer aldığı bir yayın organı en kısa zamanda çıkarılmalıdır.

Eleştiri, özeleştiri ve tartışmalarda devrimci ilkelere sımsıkı sarılalım. Demokratik merkeziyetçilik ilkesine bağlı olarak kendi düşüncemizi özgürce savunalım. Hareketin disiplinine tabi olalım. Yoldaşlarımıza karşı açık yürekli ve dürüst olalım! Ayrılığa değil birliğe, yönelelim! Yaşasın Marksizm, Leninizm, Mao Zedung düşüncesi!”

Yukarıdaki KK’nın özeleştirisinde de görüleceği gibi KK tartışmanın açılışında hatalı bir metot izlediğinin kapsamlı özeleştirisini yaparken, asla kendi görüşlerini dayatmacı tutum içinde olmadığı gibi tartışmanın sağlıklı yürütülmesi için örgüt içi tartışma yayın organın çıkarılmasını öneriyor ve nitekim Proleter Birlik adlı örgüt içi tartışma yayın organın çıkarılmasına karar veriliyor. Tartışma kampanyasının kadrolara ve hatta ileri sempatizanlara kadar taşınması eleştiri, özeleştiri mekanizmasına bağlı kalarak örgüt içi mücadelede sekter ve ayrılıkçı tutumlardan mümkün olduğunca uzak durulması çağrısı yapılıyor. 

Demek ki KK sorunların örgüt platformundan tartışılarak örgüt iradesiyle çözülmesi gerektiğini salık veriyor. Elbette örgüt içi mücadele ilkelerine uyulması ve disiplinin gereklerine bağlı kalınmasıyla. Cihan Yıldız burnunun ucundaki merteği görmezken, kilometrelerce uzaktaki çöpü görmekten geri kalmıyor.

Burada geçerken Cihan Yıldız arkadaş haliyle Bolşevik Partizan KK’nın önemli bir kesiminin dökülmesini TKP-ML Hareketi’nin çizgisine yüklemeye çalışıyor. Bu bakış açısının hatalı olduğunu belirtmeliyiz. Elbette gönül isterdi ki devrimci kavgaya katılan önderler ve militanlar yaşamlarının sonuna kadar devrimci kalsınlar. İstemekle olmuyor. Devrimci savaşıma katılan kadroların bir bölümü değişik nedenlerle devrimci safları terk edip köşesine çekildiği gibi, bir kesimde farklı alanlarda örgütsüz politika yapmaya yöneldi. Buradan hareket ettiğimizde, devrimci savaşımın dışına düşen önder ve militan kadroların esas sorumlusu devrimci örgütler değildir. 

Elbette örgütlerinde bu durumda sorumlulukları vardır. Ama bu sorumluluğun tali olduğunu belirtmeliyiz. Devrimci mücadele bilinçli ve gönüllü temelde yürütülen bir savaşımdır. Bu bakımdan da devrimci mücadelenin istenilen boyutta ilerleyip başarıya doğru yol almaması, devrimci saflar da önemli kırılma yaratmış ve yola sonuna kadar gitmek amacıyla çıkan bir öncü ve militan kadro, yarı yolda nefessiz kalıp safları terk etmiştir. Bu aynı durum TKP-ML Hareketi saflarında da yaşanmıştır. İbrahim Kaypakkaya yoldaşla örgütün kuruluşuna katılanlar ve daha sonrası yenilginin ardında yeniden inşa döneminde oluşturulan ikinci KK’da yer alan kadroların önemli bölümü değişik dönemlerde mücadelenin dışına düşmüşlerdir.

1) KK’da görev alan kurucu kadrolardan Kaypakkaya yoldaş katledilmiş ve geri kalanların hemen hepsi de mücadelenin dışına düşmüştür. Aslan Kılıç ve Ali Mercan Aydınlık’a dönüp karşı devrimci bir çizgiye kapaklanırken, Ali Taşyapan, Cem Somel, Almanyalı Kadir ve Muzaffer Oruçoğlu sıcak mücadelenin dışına savrulmuşlardır.

2) KK’de görev alan önder kadrolardan İrfan Çelik yoldaş işkencede katledilirken, Aziz Vatan, H.Ş, Almanyalı Cemal, H.İ.A, Ali Taşyapan değişik dönemlerden sıcak mücadeleden kopmuşlar ikinci KK'da yalnızca Z.U. mücadeleye sürdüren bir çizgide durmuştur. İşin ilginç olanı bu aynı durum hem 1978 yılında yeniden oluşturulan TKP-ML Partizan ve hem de Bolşevik Partizan örgütlerinin yeniden oluşturulan önderlikleri içinde geçerlidir. 

Şöyle bir hatırlayalım TKP-ML Partizan’ın birinci MK’de görev üstelenmiş olan önder kadrolardan Süleyman Cihan işkencede katledilirken, polis operasyonlarında gözaltına alınıp işkencede geçirilen kadroların önemli bölümü çözülerek mücadelenin dışına düşmüşlerdir.

Partizan I. MK’sında görev alan kadrolar: Sefa Kaçmaz, İ.Ü, Erhan Gencer, B.İ, İsa Güzel, A. Yavuz Çengeloğlu ve Süleyman Cihan. Bunlarda Süleyman Cihan 12 Eylül faşist darbesinin ardında gözaltında işkencede katledilirken İ.Ü, Erhan Gencer, B.İ, A. Yavuz Çengeloğlu işkencede olumsuz tutum takınarak, mücadelenin dışına düşmüşlerdir. İ. G. ve Sefa Kaçmaz 1981 yılında Partizan'dan ayrılıp Bolşevik Partizan'ı kurdular. Bir dönem sonra Sefa Kaçmaz, Bolşevik Partizan'dan ayrılıp Mücadele Bayrağı adlı bir dergi etrafında tutunmaya çalıştı.

Ne ki kısa bir dönemin ardından Mücadele Bayrağı kendisini feshetti. Grubun başını çeken Sefa Kaçmaz ise bir dönem sonra -ki doğruysa- soluğu karşı devrimci Aydınlık’ta buldu. Böylece İsa Güzel dışında Bolşevik Partizan’ın öndeliğine soyunan kadrolarda sıcak savaşımın dışına düştüler. Burada durup sormak gerekiyor Sefa Kaçmaz Bolşevik Partizan'ı kuran iki kişiden birisiydi. 

Diğeri İsa Güzel’di. Peki burada durup sormak gerekiyor, büyük iddialarla 1981 yılında ortaya çıkan Bolşevik Partizan kurucularından İsa Güzel dışında kimselerin ayakta kalmamasının sorumlusu, Bolşevik Partizanın çizgisi mi yoksa değişik nedenlerden dolayı kişilerin  yetmezlikleri ve zaaflarının sonucu mu?

Cihan Yıldız arkadaş başka akımları kolayca eleştirirken birazda kendi gerçeklerine ayna tutmuş olsalardı sanırız daha inandırıcı olurdu. Maalesef Türkiye devrimci hareketi devrimci önderlik ve militan mezarlığına dönmüştür. Haliyle birçok devrimci hareketin önderlikleri hızlı değişim yaşamış ve önemli dökülme ve savrulmalarla yüz yüze kalınmıştır. Keza bu olumsuz durumda KK’da, Partizan cenahı ve Bolşevik Partizanda nasibini almıştır. Yani Bolşevik Partizan'ın önderlik gerçeği diğer akımlardan farklı bir gelişim içinde olmamıştır. Bolşevik Partizan 1981 ayrılığında birçok kadroyla yola çıkmış ve ama süreç içinde bu öncü ve militan kadroların önemi bölümü sınıf savaşımının dışına düşmüştür.

Tüm bunlar Cihan Yıldız'ın palavra atmasını haklı kılmıyor. Avcı hikayesini çok seven Cihan Yıldız arkadaş, diğer konularda olduğu gibi sosyoekonomik yapının tahlilinden devrimin yoluna kadar dogmatik ve değişmez bir hatta durmasını unutarak, en doğrunun savunucusu olduklarını söylemekten kendisini alamıyor: Cihan Yıldız'ın palavrasını okumayı sürdürelim:

“TKP/ML içinde İK’nın ana hattı doğru çizgisindeki hataların doğru eleştirisini yaparak partiyi Bolşevikleştirme yönünde ilerletenler biziz. SEY konusunda Türkiye Komünist Hareketi içinde en doğru çözümlemeyi yapıp ortaya koyan örgüt biziz. KK’nın ardılları, önce kendi kendilerini tasfiye ettiler. İbrahim Kaypakkaya’yı ve Mao’yu küçük burjuva köylü devrimcisi ilan ettiler bir ara. Sonra onu yeniden keşfetti bir bölümü. Sallanıp durdular. Büyük bölümü zaten devrimci safları bıraktı ya da devrimciliği internet ortamında nostaljik takılmalara sığdırdı. Herkes kendine yakışanı yapıyor sonuçta.” (Cihan Yıldız’ın “İbo Can'a son kez” başlıklı yazısından.)

Burada durup Bolşevik Partizancılara sormak gerekiyor; siz ne zaman Türkiye’nin sosyoekonomik yapısında kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu sonucuna vardınız? Aynı zamanda emperyalizme bağımlı yarı sömürge ülkeler devrimin zaferine kadar yarı feodal kalır görüşünü ne zaman özeleştiri yaparak terk ettiniz? Türkiye de kapitalizm hangi yolda gelişerek egemen hale geldi? Örneğin Prusya yolunda kapitalizmin Türkiye de geçerli olmadığını savunuyordunuz.

Peki, kapitalizmin hangi yolda feodal ilişkileri çözerek geriye iterek onun yerini aldı? Yine patlama olmadan yani devrim olmadan nicel birikimlerin nitel değişime uğramayacağı görüşünüzü terk ettiniz mi?

Haliyle öncelikle yanıtlanması gereken sorular bunlardır. İkinci olarak öne sürülen iddia TKP-ML Hareketi’nin İbrahim Kaypakkaya yoldaşı küçük burjuva köylü devrimci olarak nitelediği iddiası. Bu iddianın hiçte doğru olmadığını belirtmeliyiz. KK’da ilk dönemler böyle bir eğilim oluşmuş olsa da tartışma süreci içinde bu görüşler terkedilmiş ve örgütün ezici çoğunluğu, İbrahim Kaypakkaya yoldaşı ve önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketi’ni komünist örgüt olarak değerlendirmiştir (örgüt içinde tek tek kişiler Garbis Altınoğlu gibi), İbrahim Kaypakkaya’yı küçük burjuva devrimci önderi olarak görenlerde vardı. Bunlar örgütün bütününe mal edilemez. Her daima örgüt için küçük bir azınlık olarak kaldılar. 1994 birlik sürecine kadar bu durum devam etti.

1994 MLKP-K’nın kuruluşu sürecinde geçmiş sorunu gündeme alınıp tartışılmayacağı ve çözümü geleceğe bırakılacağı yaklaşımı olmasına karşın. MLKP-K’nın kuruluş Kongresinde oldubittiye getirilerek bir yerde darbeci bir tarzda geçmiş sorunu gündeme alındı, tartışıldı ve oylamayla küçük bir oy farkıyla geçmiş sorunu karara bağlandı. 

Ne ki bu sorun daha sonrasında hiçbir biçimde tartışmaya açılmadı ve adeta yasak kondu. Aslında geçmiş sorunu ilke sorunuydu. Bu sorunu biz komünistler küçümsedik ve bir örgüt içinde bugün azınlıkta kalınsa da yarın tartışma-etkileme yoluyla durumun değiştirileceğine inanıyorduk. Ama MLKP-K önderliğinde görüş ayrılıklarının tartışmasından öcü gibi korktuğunu ve özellikle geçmiş sorunun üzerini kapatarak bilinçli olarak tartışmadan uzak durulduğunu gördük. 

Nitekim örgüt içi mücadelede anti-demokratik yasakçı ve darbeci yaklaşımların MLKP egemen olmasına kadar, komünistler olarak kararlı ve ısrarlı bir savaşım içinde olduk, MLKP-K önderliğinin tüzük hükümlerine uygun davranmayarak, eleştiri ve tartışmadan kaçması ve görüş farklılıklarını örgüt platformunda tartışmayı örgüt-bölücülüğü ve yıkıcılığı olarak gören, gösteren yaklaşımların örgütte egemen kılması ve sosyalist demokrasinin geminin bordosunda denize atmasıyla, hem geçmiş değerlendirmesi, hem de örgüt içi mücadele yöntemleri ve tüzüğün boşa düşürülmesi, Leninist Parti öğretisinin reddedilmesi komünistleri 1995 Ağustos’unda MLKP-K ile yollarını ayırmaya ve komünist hareketi KP-İÖ nezdinde yeniden ete kemiğe büründürmeye yöneltti. Gelinen durumda TKP-ML Hareketi'nin görüşlerini ve değerlerini yalnızca KP-İÖ temsil etmektedir.

Bolşevik Partizan’ın ukala yazarlarından Cihan Yıldız hayali tarih yazacağına, gerçekleri öğrenmeye çalışıp 1976 tartışma sürecinde savunmuş oldukları görüşlerinin özeleştirisini yapıp, TKP-ML Hareket'inde öğrendiklerini teslim etmeleri yerinde bir davranış olacaktır. Ama grupçuluk, önyargıcılık ve Hareket düşmanlığı Bolşevik Partizan'cıların gerçekleri görmesine perde olmuştur.

1972 yılında kurulan TKP-ML Hareketi parti olarak mı kuruldu?
Partizan cenahı 24 Nisan 1972 yılında İbrahim Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketi’nin TİİKP-PDA’da ayrılığı ilan edip bağımsız komünist bir örgüt olarak değil de ortaya parti olarak çıktığını iddia ederek 1976 tartışma kampanyasında KK’nın TKP-ML Hareketi'ni parti öncesi komünist örgüt olarak nitelemesini, “kurulmuş partinin tasfiye edilmesi” olarak niteleyip KK’yı “parti tasfiyeciliğiyle” suçlayan dogmatikler ve aynı yolun yolcusu Bolşevik Partizan proletaryanın komünist partisi nedir sorusuna kaçak yanıt vermeye çalışıyor.

Komünist partisi; işçi sınıfıyla sosyalist hareketin aynı kulvarda buluşmasıdır. Komünist hareket doğduğundan itibaren sınıfla sosyalist hareketi aynı kulvarda buluşturmaya yönelmekle yükümlüdür. Nitekim komünist hareketin partiye doğru yürümesi hem program ve temel taktiklerinin belirlenmesi ve pratiğe sürülmesi, hem oportünist - revizyonist akımlarla hesaplaşılması, varsa komünist güçleri aynı hatta buluşturması ve hem çizgiye uygun belli düzeyde örgüt çizgisini pratiğe geçirecek kadrolaşmanın sağlanması, örgütün sınırlarını çizen ve herkes için eşit disiplin sağlayan tüzüğün hazırlanması ve ardında bir konferans yada kongrenin toplanarak örgütün seçilmiş delegelerle parti kuruluşunun ilan edilmesidir.

Görülebileceği gibi parti; komünist örgütün olgunlaşma ve sınıfla bağlarını sağlama, emekçiler arasında sevgi ve sempati kazanma halidir. Buradan olarak 1972 yılında Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketi yeni kurulmuş ve doğru düzgün organları oluşmuş, program ve tüzüğü hazırlanmış, emekçi kitlelerce ciddiye alınacak boyutta örgütlü ilişkiler yaratılmış, az çok sınıfla bağlanmış ve oportünist - revizyonist akımlarla hesaplaşmış bir durumda değildir. 

Düşünelim ki, 24 Nisan 1972 yılında TKP-ML Hareketi parti olarak kurulmuş. Ama ciddi bir partinin fonksiyonu oynayacak bir konumda değil. Partinin önderliği Kaypakkaya yoldaş dışında örgüt çizgisini özümlemek bir yana anlama - bilince çıkarmada uzak. Örgütün örgütsel sınırlarını belirleyen tüzüğü yok. Yine örgütün ne için dövüşüp neyi amaçladığını ortaya koyan program hazırlanmış değil ve tüm bunların toplamı olarak örgüt iradesinin somut ifadesi olan kuruluş kongre ya da konferans toplanmış değil. Daha da önemlisi parti kurulmuş ama ne önderlerinin ve ne de militanlarının bundan haberleri yok.

1972'ler de Marksist-Leninist hareket ortaya çıktığında birçok bakımdan eksik, yetersiz hatalı olsa da, görüşleri sistemli ve bir programa temel teşkil edecek düzeydeydi. Geçmişin değerlendirilmesi ve bu alanda inkarcı ve dogmatik yaklaşımlara karşı mücadele içinde bunları etraflıca ortaya koyduk. Soyutlamalar genel olarak doğru olmasa da, İbrahim Kaypakkaya yoldaşın TİİKP programını eleştirisi buna bir kanıt olarak gösterilebilir. Bu program eleştirisi, revizyonist - oportünist programa alternatif Marksist-Leninist bir programın temellerinin ortaya konulmasıdır.

Kaldı ki biz meseleyi salt bu program eleştirisi soyutlaması çerçevesinde ele alamayız. İbrahim Kaypakkaya yoldaş bu program eleştirisini daha sonraki bir dizi yazıda daha da geliştirerek, bir programa temel teşkil edecek görüşler bütününü sistemli hale getirmiştir. Ancak programa temel teşkil edecek görüşlerin ortaya çıkması eşittir parti gibi bir anlayış sakattır ve yanlıştır. Dahası programa temel teşkil edecek görüşler eşittir parti demek; parti meselesine bakışta ve yaklaşımda Leninist öğretilerden uzaklaşılması ve partiyi sıradan bir örgüt derekesine düşürmek  demektir. Aynı zamanda bu durum dünyaya mekanik ve dar kalıplar açısından bakmayı ifade eder.

ML Hareket 1972'lerde partinin üzerinde yükselmesinde temel olan programa tekabül eden görüşlerini, sistemli hale getirmeyi gerçekleştirdi, ancak partinin kuruluşunu  gerçekleştiremedi. O zaman ML Hareket'in yapısı, partinin kuruluşunun hazırlık yapısıydı. Merkezi yapısının koordinasyon olarak saptanması ve oluşturulması bunun en açık kanıtıdır. Bu merkezi yapının görevi, ortaya konan ML çizgi etrafında oluşan veya oluşacak çevreleri ML hareket çerçevesinde birleştirmek ve bir program ve tüzük hazırlayarak o zamana kadar modern revizyonist ihanetin engellediği partinin kuruluşunu kongreyle resmen ilan etmekti. 

Fakat izlenen hatalı sol taktik çizgi nedeniyle ML Hareket’in uğradığı geçici yenilgi, bu görevin yerine getirilmesini engelledi ve partinin kuruluşu görevi bugüne kadar gündemde çözülmesi gereken başat bir mesele olarak kaldı. Her şeyden önce şunu ifadelendirmek gerekiyor ki; programa temel teşkil eden görüşlerin ortaya çıkması ile partinin kuruluşu arasında da belli bir süreç vardır. Her ülkede ML partilerin kuruluşu programın pratiğe sürülmesi, oportünist - revizyonist akımlarla hesaplaşılması, varsa komünist güçlerin tek bir örgüt çatısı altında birleşmesinin sağlanması ve sınıfın öncüleri temelinde fabrika hücre çalışmasının örgütlenmesi ve sınıf içinde kendini üretir hale gelmesi diyalektik sürecini izlemiştir. Bu komünist hareketin doğuşu, gelişimi partinin kuruluş süreci demektir.

Nitekim ML Hareket'in geçmişine ilişkin belgelerde, örgütün kuruluşunun ilan edildiği 24 Nisan 1972 yılında partinin kuruluşuna rastlamıyoruz. Ve partinin kuruluşunu ilan eden hiçbir belge ve kanıtta yoktur. Aksine ML Hareket'ten bahsedilmekte ve tüm ML’ler ML Hareket saflarına çağrılmakta ve o dönemde KK’da görevli olanlarda bunu onaylamaktadırlar. Aynı zamanda bu doğal ve anlaşılabilir bir şeydir. Ama bazıları bugün siyasi hesapları uğruna gerçekleri hayasızca tahrip etmekten çekinmiyorlar.

Dün Partizan ve bugün aynı cenahın sürdürücüleri olan Yeni Dünya İçin Çağrı, Yeni Demokrasi, Halkın Günlüğü, Özgür Gelecek vb. ise bu tahrifattan kendilerini aklamak, sözüm ona meşruluklarını ispatlamak için  yararlanmaya çalışıyorlar ve bu temelsiz iddiaya sarılıyorlar. Bu temelsiz iddia, geçmişte partinin kurulduğu iddiasıdır. Bu tahrif karşısında bizim tarihi gerçekleri ortaya koymamız “parti inkar ediliyor” cinsinden ajitasyon değeri bir ölçüde olan, ama bilimsel ve tarihi temeli hiç olmayan, gerçekle uzaktan yakından bağdaşmayan, yaygarayla karartılmaya çalışılıyor.

Neden? Çünkü ortaya koyduğumuz tarihi ve somut gerçekler, Partizan gibi hiziplerin meşruiyetini ortadan kaldırıyor, onların geçmişe sözüm ona sahip çıkmalarının, bugün geçmişte ortaya konan ML çizgiden, apayrı Mao'culuğu temel alan, küçük burjuva sol çizgilerini aklamak amacına hizmet ettiğini ortaya koyuyor.

Birçok ülkenin tecrübelerine bakarsak, ML partilerin kuruluşunun, ortaya konan ML bir çizgi etrafında ML unsurların toparlanması için yürütülen belirli bir mücadele sürecinden geçerek gerçekleştiğini görürüz. Bunu tek başına bir soyutlama olarak ele alırsak dahi bu anlamda da onlar parti öncesi inşa örgütlenmesi sürecini yaşamışlardır. Bu tüm ML’lerin, ML Hareket saflarında birleştirilmesini parti kuruluşu için mutlak bir şart haline getirmez. Partinin inşanın her ülkenin somut koşullarında kendisine özgü belirli bir süreci kapsar. Bu yapılanmanın görevi önce de belirttiğimiz gibi, program tüzük hazırlamak, oportünizmle hesaplaşıp sınıf hareketine müdahale ederek, beli başlı örgütler yaratarak kongreyi hazırlamak ve gerçekleştirmektir.

1972’nin zor koşullarında ML Hareket'in karşısındaki esas zorlu görev buydu. O dönemde İbrahim Kaypakkaya yoldaşın, ML Hareket’in çizgisini bir dizi noktada daha da derinleştiren çeşitli yazılar kaleme alması da bu göreve hizmet ediyordu. Bunlar içinde en önemlisi, geçmişi Mustafa Suphi'nin TKP’sini değerlendirmeyle, o dönemdeki küçük burjuva akımların eleştirisidir. Bunların bazısı, o dönemin zor koşullarında kayboldu, bazıları ise gerçekleştirilemedi. O dönemde temel olan uğraş, ortaya konan temellerin daha da geliştirilmesi, bu temel etrafında dürüst ve kararlı devrimci unsurların birleştirilmesi ve bu temel üzerinde, sağlam bir yapının oluşturulmasıydı. 

Bu meselede o dönemde bazı hatalı anlayışların olduğu da bir gerçektir, Ortaya konan ML çizgi temelinde ideolojik - siyasi inşanın esas olduğu o şartlarda, dar pratik içine hapsolma şeklinde ortaya çıkan bu hata, izlenen sol, taktik çizgiden bağımsız değildi. Çünkü sol, taktik çizgi yapıyı sağlamlaştırmaya, ideolojik-siyasi inşayı geliştirmeye değil, ideolojik - politik geriliğe, güçlerin dağılmasına hizmet etmiş ve sonunda yenilgiyi beraberinde getirmiştir.

Ülkemizde yaşanan tarihi gerçekleri kimse kendi kafasına veya keyfine göre çarpıtamaz. Veya sübjektif düşüncesini objektif gerçek yerine geçiremez. Ortada olan gerçek, partinin kurulmadığı ise, “niye kurulmasın, kurulabilirdi” cinsinden akıl yürütmeler veya hiçbir ciddi kanıt ileri sürmeden (ki bu konuda böyle bir kanıt gösterilmesi de mümkün değildir), “biz diyorsak, parti kurulmuştur” türünden gülünç iddialar gerçeği tahriften öte bir değer taşımaz, 1972'ler kimsenin bilmediği karanlık dönemler değildir. O dönemin gerçekleri bugün sır da değildir. Ortada yaşanan bir gerçekte varsa, o da partinin kuruluşunun gerçekleştirilemediğidir.

Bugün bazılarının “hayır parti kuruldu” demesi bu gerçeği değiştirebilir mi? Yoksa partinin kuruluşunu tarihi gerçekler değil de, bazılarının kendi sübjektif düşünceleri mi belirliyor? Onların kendi keyfi değerlendirmeleri ve tarifleri, gerçekler karşısın da değersizdir. Kaldı ki aslında parti vardı iddiasını ileri sürenlerde bunun tarihi gerçeklere ters düştüğünün farkında olacaklar ki, 78’de TKP-ML’nin I. Konferansı’yla partinin kurulduğunu, kongreyle kuruluşunu ilan ettiğini açıkladılar. Madem parti kurulmuştu, kuruluşunu yeniden ilan etmeye ne gerek vardı?

Biz burada, bu, sözüm ona kuruluşa temel olan çizginin ML Hareket'in çizgisine ne denli ters ve anti-Marksist olduğunu bir an için bir kenara bırakıyoruz. Sadece parti kurulmuştu iddiasının çeliştiğini ve iddia sahiplerinin kendi kendilerini tekzip ettiklerini göstermek istiyoruz. Öyle ya kurulan ve var olan bir şeyin, tekrar kurulduğunu ilan etmenin bir anlamı olmaz. Oysa bunun gerçekte anlamı, ML Hareketi tasfiyeye girişen dogmatik Mao'cu kesimlerin kendilerine meşruiyet sağlama amacıyla tarih çarpıcılığına giriştikleri sahtekarca bir manevradır. Demek ki kurulmamış partiyi KK tasfiye etmediği gibi aynı zamanda KK ideolojik - politik birliği dağılmış olan örgütü öncelikle ortak bir noktada buluşturmaya, dahası hata ve zaafların yarattığı yüklerden kurtarmaya çalışarak, gerçekten de işçi sınıfının öncülüğünü üstlenecek komünist partisinin kurulmasının yolunu açmıştır. 

Bolşevik Partizancılar paralel örgüt savunuculuğuna soyundular
Cihan Yıldız arkadaş yılların ardında yurtdışı adına konuşarak, onun savunuculuğuna soyunuyor. Ve varsa hatalarımız özeleştirisini yapmaktan geri kalmayız tutumunu takınmaktan da geri kalmıyor. Çünkü 1976 tartışma kampanyası ve sonrasına dair en doğru tutumu kendilerinin takındığı iddia ediyor. KK’yı boşa çıkaran yurtdışı yönetimi,1976 tartışma kampanyasını bir dönem yurtdışı çalışmalarında yer almış ve 1975-76 yılında değişik zamanlarda Türkiye çalışmalarına dönmüş olan kadrolardan A’yı yurtdışı örgüt temsilci olarak atıyor.

Sanki ortada iki farklı örgüt var ve örgütler arasında ilişkiyi sürdürmek için A yurtdışını temsilen yetkili olarak atanıyor. Hatta tartışma sürecinde hem dogmatiklerle eve hem de KK temsilcileriyle görüşmekler yapıyor. Peki, A arkadaş hangi organın temsilcisi olarak böyle bir yetkilenme durumunda oluyor. Ve yurtdışı yönetimi hangi yetkiyle A’yı Türkiye’ye temsilci olarak belirliyor. A denilen arkadaş yurtdışı örgütüyle tüm bağlarını keserek Türkiye’ye dönüyor ve haliyle artık A arkadaşın yurtdışı örgütüyle bir bağı olmaz, Türkiye örgütünün disiplinine bağlıdır ve yatay bir ilişki içinde olamaz. Burada da görüleceği bir sonrasının Bolşevik Partizancıları açıktan KK’nın disiplinini tanımayarak örgütsel ilkeler ve disiplinin yok sayıp anarşist bir hatta yürümekten sorun görmüyor.

“Biz bu mektubu Eylül ayında KK’ye ulaştırdık. Bu arada fakat Türkiye’de bölgelerde birçok gurup KK’nin disiplinini tanımayacağını ilan etmişti. Biz merkezin disiplinini tanımadığını ilan eden ve aslında partiye sahip çıkılma konusunda aynı safta olduğumuz gruplarla da T. de YD temsilcisi olarak çalışan yoldaş üzerinden ilişki ve tartışmalarımızı sürdürüyor, elimizden geldiğince erken bir bölünmeyi engellemeye çalışıyorduk. Yani yurtdışı yönetimi, Türkiye de merkezi yönetimden ayrı olarak yurtdışı adına faaliyet yürüten, YD temsilcisi üzerinde yatay ilişkilere devam edildiği görülüyor. Bu tamamıyla Leninist örgütsel ilklerin yok sayılarak görüş disiplini içinde hareket edilmesidir. Yine bunun adı açıktan  gelişmelere müdahale etmek amacıyla paralel örgüt kurmaktır. Bunun hala kıskançlıkla savunulması da başka bir garabet olsa gerek. Yurtdışı yönetiminin KK yazmış olduğu 25 Kasım 1976’da tarihli bir belgede paralel örgüt savunuculuğuna devam ediliyor, arkadaşa talimat verilmiştir. Temsilcilik kurumu sürecektir. YD teşkilatının disiplinine bağlıdır.”

KK yurtdışı yönetiminin A yoldaşın yurtdışı temsilcisi olarak danışma irtibat hatta temsilci görevini sürdürmesine karşı çıkıyor ve eleştiriyor. Çünkü KK, YD faaliyetini tüm çalışmanın bir parçası olarak bütüne ve Onun disiplinine bağlı bir çalışma olarak görüyor. Haliyle çeşitli parçaların bütün ile ilişkilerinde geçerli olan temsil esasları YD içinde geçerlidir. Yurtdışı önderlikle ilişkilerini alt ve üst organların ilişkilerinin tabi olması gereken ilke ve sınırlar içinde sürdürülmedir. YD çalışmanın dışında kalan ve esas olarak onun disiplinine bağlı bulunacağı ön görülen A yoldaşın iki farklı örgüt arasında ilişki sağlayan bir temsilci statüsünde olması şekil ve öz bakımından disiplin ilkelerine ters düşmektedir. Şekil bakımından böyle bir kurumun (temsilcilik) varlığı öz bakımından ise bütünün değil parçanın disipline bağlı olması bu aykırılığı yaratmaktadır. Bu durumda A yoldaş oradaki canlı pratiğin özelliklede yurtdışındaki tartışma kampanyasının dışında kalacağı için bir irtibatçılık görevinden fazlasını gerçekleştirmeyecektir.

Haliyle KK yurtdışını A yoldaşın YD temsilcisi olarak görev sürmesini önerisini doğ bulmuyor. Kurum disiplin ilkeleriyle çelişeceğinden dolayı karşı çıkıyor. Bu bakımdan A yoldaşın temsilci olarak değil, hareketin dipline bağlı bir irtibatçı olarak görev yapmasını uygun buluyor.

Yine Bolşevik Partizan KK’nın örgüt çizgisini 1974-75 yılında başlayarak değiştirdiğini iddia ediyor. Peki, bu konuda Bolşevik Partizan’ın elinde somut bir kanıt var mı? Bizce yoktur. Ama Bolşevik Partizan büyük konuşmaya devam ediyor ve şöyle diyor: “1973 yenilgisi sonrasında partiyi toparlamak amacı ile kurulan Koordinasyon Komitesi, 1974 - 1975 döneminde, İbrahim Kaypakkaya’nın parti konusunda savunduğu doğru görüşleri reddederek partiyi tasfiyeye yöneldi. Koordinasyon Komitesi, Kuzey Kürdistan - Türkiye’de ‘bir Marksist-Leninist partinin olmadığını’, ‘birçok Marksist-Leninist grubun olduğunu, TKP-ML’nin de bu gruplardan birisi olduğunu bu grupların birleşmesiyle partinin yaratılabileceğini’ söylüyor; ‘Parti değil, Hareket olunduğunu’ ileri sürüyordu. Bu kesim ile bu kesime karşı mücadele eden bölge komiteleri arasındaki mücadele 1976’da örgütsel ayrılığa dönüştü. İbrahim’in parti konusunda ortaya koyduğu doğru görüşleri yadsıyan Koordinasyon Komitesi, ‘TKP-ML Hareketi’ adını alarak yeni bir örgütsel oluşuma evrildi.”

Buradaki görüşlerin özü, özeti gerçekleri çarpıtmaktır. Bir kere 74-75 yılında KK’nın ezici çoğunluğu içerde ve ne parti ve partileşme süreci ve nede sosyo-ekonomik yapı, devriminin yolu vb. konularında örgütte bir tartışmada yok. 1975 yılında KK’nın çoğunluğunun dışarıya çıkmasıyla KK’nın ana gövdesi de dışarıya çıkıp (2. KK İrfan Çelik, Muzaffer Oruçoğlu, Aslan Kılıç, Ali Taşyapan, H.Ş ve Aziz Vatan tarafından oluşuyordu. 175 affından önce İrfan Çelik ve H.Ş tahliye olurken ardında Ali Taşyapan’ın da tahliyesiyle, dışarıda olan Aziz Vatanla birlikte KK’nın çoğunluğu dışarıya çıkmış oldu), sınıf savaşımının sıcaklığı içine dalmışlardır. Artık KK örgütün başına geçmiş ve dizginleri ele almaya çalışmış ve bunun için de bozulan; ideolojik-politik ve haliyle de örgütsel birliğin sağlanması için 1976 yılında tartışma kampanyası başlatılmıştır. Olayları farklı aktararak, olmayan şeyleri olmuş gibi göstermenin devrimci mücadeleye hiçbir yararının olmadığını, olamayacağını bir kez daha ifadelendirmek istiyoruz.

Gelelim KK’nın bizim dışımızda da THKO ve THKP-C/ML’ninde ML olma yolunda örgütler oldukları ve bu örgütlerle birlikte proletaryanın komünist partisi kurmak için birleşme olabileceği görüşüne. Devrimci hareketin değişik bileşenleri 1975 yılında başlayarak kendi çizgilerine yönelik değerlendirme yapıp özeleştiri yapmaya başladılar. Özellikle İbrahim Kaypakakya yoldaşın işkencede direnişi ve TKP-ML Hareketi'nin zindanda hızla toparlanması, Mahkeme ve zindanlarda kararlı devrimci tutum alınması yeni arayış içinde olan THKO ve THKP-C üzerinde önemli etki bıraktı. Kaypakyaya yoldaşın sorgudaki tutumu, beş temel belge olarak ifade edeceğimiz yazıları ve mahkeme savunmaları, THKO ve THKP-C saflarında yeni ayrışmaların önünü açmıştır.

Nitekim Kaypakkaya yoldaşın düşüncelerinden etkilene THKO sosyal emperyalizm tezlerinde kitle çizgisine, parti sorununda TKP, Kemalizm vb. değerlendirmesine kadar birçok konuda Hareket çizgisine yakınlaşmış ve Kaypakkaya yoldaşı ve örgütü TKP-ML Hareketi’ni komünist olarak değerlendirmeye başlamıştır. Bu yeni görüşlerin kabulü THKO’da ayrışmayı beraberinde getirdi. THKO’nun ana gövdesi GMK saflarında yer alırken bir grup THKO - Mücadele Birliği adıyla örgütlenip daha sonrasında TKEP adını alırken, bir başka grup Hüseyin İnan'ın yazmış olduğu ve THKO’nun temel görüşlerini ifade eden Türkiye Devriminin Yolu (TDY) adı altında örgütlenmeye çalıştılar.

THKP-C de ağır yenilginin muhasebesini yaptı ve bunun sonucu olarak THKP-C birkaç farklı politik gruba bölündü. Bunların arasında Mahir Çayan çizgisini mahkum ederek her bakımdan farklı bir hatta dümen kıran bir grup THKP-C/ML adı altında sosyal emperyalist tezleri ve diğer birçok alanda ML de etkilenerek Kaypakkaya yoldaşı ve TKP-ML Hareketi’ni komünist olarak değerlendiriyordu. Yalnız THKP-C/ML, PDA-Aydınlık revizyonizminin belli bir dönem sonra komünist bir grup olarak değerlendirmesiyle düalist bir hatta duruyordu. Halkın Kurtuluşu ve Halkın Yolu’nun Kaypakkaya yoldaşın çizgisini ML olarak görmesi ve bu çizgide derin etkilenmeleri KK’yı hareket geçirmiş ve parti sorununda dışımızdaki akımların niteliği üzerine değerlendirmeyi zorunlu kılmıştır. 

Çünkü Kaypakkaya yoldaşın görüşleri her iki gruba da yol gösterici olmuştur. Tam da bu süreçte görüşlerini yeni oluşturmaya çalışan THKO GMK ve THKP-C/ML ile yakın ilişkiler içinde olup güç ve eylem birliği yaparak birlik sürecine önderlik etmeye  çalıştı. Özellikle Aydınlık revizyonizminin ideolojik olarak etkilemeye çalıştığı gerçekliğini dikkate aldığımızda KK’nın tutumu doğruydu ve aynı zamandan oportünizme - revizyonizme karşı ideolojik savaşımın bir parçasıydı. 

Buradan hareket ettiğimizde, KK dışımızdaki akımlara ilkelerde taviz veren ve TKP-ML Hareketi’ni tasfiye eden bir tutum içinde olmadı. Hem birlik ve hem de eleştirel tutumuyla dahası kendisine öz güvenle THKO ve THKP-C/ML’yi doğru hatta çekmeye ve olumlu bir hatta tutmaya çalışan KK, sınıf savaşımı bakımından tasfiyecilik değil aksine daha aktif bir şekilde sınıf savaşımına müdahale ederek yol açma rolünü oynadı.
 Zaten sınıf savaşımının gelişip ileriye doğru akması ve örgütlerin görüşlerinin program düzeyine çıkmasıyla birlik süreci de sona ermiş oldu.

Peki, 1976 tartışma kampanyasında örgüt yıkıcılığını kim yaptı?
Dogmatik hizipçiler 1976 yılında bu yana hem örgüt yıkıcılığı yapıp örgütü parçalayıp saflardan kopup giderek, TKP-ML Partizan örgütünü kurarken hem de yavuz hırsız ev sahibini bastırır özdeyişine uygun olarak, KK’yı hizipçi ve örgüt yıkıcısı olarak suçlamaktan geri kalmadı. Gerçekten de örgütün disiplinine ve ilkelerine başından itibaren uyar görünen ama uymayan ve açıktan KK’ya meydan okuyarak 1976 Temmuz'da örgüte başkaldırarak ayrılık ilan eden İBY ve ardında bu koroya zindanlarda ve yurtdışında katılanların, yeni bir örgüt kurmak amacıyla örgütün saflarından koptukları bir sır değildir. 

Buradan olarak KK her şeye rağmen tartışmanın ilkeler ve disiplin temelinde, bölünme ve parçalanma olmadan, eleştiri, ikna ve birlik temelinde yürütülmesini amaç edinmişti. Tartışma süreci yaşanmadan erken bölünmenin sağlıksız olmasına dikkat çeken KK olabildiğince esnek ve hatta olduğundan da tavizkar davranmıştır. KK tartışmanın başlatılmasındaki hatalı yöntemin özeleştirisini yaparak tartışma sonuçlanana kadar İK yoldaşın ortaya koymuş olduğu görüşlere bağlı kalınacağı ve tartışmanın ardında seçilmiş delegelerle gidilecek bir konferans ya da kongrede kabul edilecek çoğunluk görüşüne göre hareket edileceğini ortaya koydu. Ama bunun olabilmesi için merkezi önderliğin disiplinin tanınması ve örgüt içi mücadele ilkelerine göre hareket edilmesi ve örgüt ilke ve kuralların tüm örgütü bağlaması gerektiği üzerinde duruluyordu.

Bolşevikçilerin iddia etmiş oldukları gibi KK özeleştirisin de göstermelik manevra yapmamış, tastamam hatalı tutumunun özeleştirisini yaparak tartışma sürecini demokratikçe yönetmiştir. Bunu örgüt içi yayın organı Proleter Birlik’in yayınlanmasında ve İBY’nin pervasız ve ayrılığı körükleyen tutumuna karşı olduğundan esnek ve tavizkar davranışında görmek mümkündür.

KK tartışma kampanyası boyunca farklı düşünceden dolayı hiç kimseye ambargo uygulanmamış ve KK’yı eleştiriyor diyerek yazıları yayınlamam gibi anti-demokratik tutum içinde olunmamıştır. Tersine farklı görüşte olanların yazıları noktasına virgülüne dokunulmadan kadrolara ve ileri sempatizanlara dek yayınlanmıştır. Nitekim bu gerçeği Proleter Birlik’in ilk sayısında yayınlanan yazılarda da görmek mümkündür. 

Değişik bölgelerde gelen KK'yı eleştiren kişi ve yönetim birimlerinin yazıları tartışma yayın organın ilgi sayısında yayınlanmıştır. Çünkü KK tartışma kampanyasının başından beri farklı fikir ve görüşlerin örgütsel disiplin ilkelerine dayalı olarak, özgürce tartışılmasından yanaydı. İşte bunun somut ifadesi Proleter Birlik iç yayın organıydı. Tartışmanın derinleştirilmesi ve düzenli bir şekilde yürütülmesinin aracı olarak eleştir-özeleştiriyi teşvik edecek, örgüt içi demokrasiyi geliştirecek, böylece farklı görüşlerin örgütsel disiplin ilkelerine dayalı olarak tartışılmasının yapılmasını sağlayacaktı. 

Dahası KK’nın Proleter Birlik’in 1. sayısında yayınlanan “Düşünceleri berraklaştıralım” başlıklı yazıda da ifade edildiği gibi, “tartışmaların olgunluğa vardığı bir nokta da bir kongre yada konferans düzenlemesinin aracı olacaktı. Bu öneri, bütün örgütte olumlu karşılandı ve gerçekleştirme çalışmalarına girişildi”(Proleter Birlik, sayı: 1, sayfa:39, “Düşünceleri berraklaştıralım” yazısından.)

Yani KK tartışmaları kongre yada konferansın toplanmasıyla bağıntı içinde ele alıyor ve farklı fikirlerin örgütün en yüksek karar organı olan kongre ya da konferansta sonlandırılmasını ve yeni bir önderlik seçimi yapılmasını öneriyordu. Keza yukarıda aktarmış olduğumuz KK’nın yazısında ikircimsizce belirtildiği gibi, tartışmanın nerede ve nasıl sonuçlandırılacağı somut olarak ortaya konuyordu. Peki, tüm bunlar orta yerde durduğu halde Bolşevik Partizan'cılar yılların ardından hala şunları iddia etmekten geri kalmıyor. 

Ali Taşyapan, Duvarın İki Yakası’nda bu özeleştiri hakkında şunları söylüyor: “Örgütün bölünmesini önlemek için tavrımızı gözden geçirdik, hatalarımızı ortaya koyduk, önemli tavizler verdik. Örneğin, yeni tezi darbeci bir şekilde örgüte sunduğumuzu, örgüt iradesini hafifsediğimizi, özeleştiri yapıp tezi geri çekeceğimizi, ama kendimizi aşmak için de kuralına uygun bir örgüt içi teorik tartışma kampanyası başlatmamız gerektiğini, kampanya bitimine dek örgüt çizgisini eski görüşlerimizin temsil ettiği gerçeğine riayet edeceğimizi vurguladık.” (Age, s.352-353.)

(Ali Taşyapan yanlış “hatırlıyor.” Merkezin “özeleştirisi”nin hiçbir yerinde kampanya bitimine dek parti görüşlerinin savunulacağı şeklinde bir tavır yoktur. Tersine yukarıdaki belgelerde görüldüğü gibi, en iyi halde parti çizgisinin savunulmasının askıya alınması vardır.” HB) Burada Ali Taşyapan’ın açıklamaları tamamıyla doğrudur. Merkezi önderliğin özeleştirisinde açıktan tartışma açma metodunda yanlış yapıldığı ve bunun akabinde önyargıcılığın gerçeğin görülmesine engel olduğu.

İşte KK’nın özleştirişinde örgütün resmi görüşlerinin tartışma kampanyasının sonuna kadar savunulacağı sağa sola çekilmeyecek netlikte ortaya konuyor. 

Yoksa tartışma kampanyasının ruhuna aykırı bir durum söz konusu demektir ki, hem tartışma yürütülüyor hem de örgütün resmi görüşleri reddediliyor. Bu Olmayacak bir durumdur. Bu gerçekliği KK’nın özeleştirişi yazısında okumak mümkündür.

“Bu amaçla bir süre önce bir araya gelen önderlik Hareket'imizin mevcut çizgisini bir bütün olarak gözden geçirdi önderlik, Hareket'imizin ağır yanılgısına yol açan hataların taktik düzeyi aşabileceği, devrim yolu konusunda -devrimin karakteri konusunda değil-, stratejik düzeydeki hatalara kadara uzayabileceği kanaatine vardı. 

Bundan dolayı bir bütün olarak siyasi çizgimizin dolayısıyla devrimimizin bir dizi temel meseleleri bütün kadroların tartışmasına sunmak üzere gündeme getirdi. Ancak önderliğin siyasi geriliği ve tecrübesizliği onu bu alanda da hataya düşmekte alıkoyamadı. Tartışmaya sunduğu konularla ilgili görüşlerini kadrolara karar şeklinde getirdi ve metot hatasına düştü. Yeni hatalar işte bu ortamda ve bu şartlar altında yapıldı. Hareketimizce yapılan bazı genel tespitler konusundaki tereddütler, yeniden inşa dönemine girildiğinden bir süre sonra önderlikteki yoldaşların ve bazı kadroların kafasında belirmişti. Bu yüzden çizgimizdeki hatalı tespitlerin ortaya çıkarılabilmesi için 14 maddelik araştırma konuları her bölgeye gönderilmiştir. Ancak bu konuların tartışılmasında da yeterli derecede önderlik edilemedi. Haliyle de yararlı sonuçlar çıkarılamadı.

Önderlik, içinde bulunduğumuz sorunların çözümü için geniş bir tartışma kampanyasının açılmasına, bu tartışmalarda çıkan sonuçları esas alarak özeleştirinin hazırlanmasını ve yayın organının çıkarılmasını doğru bir metot olarak tespit etmişti. Önderlik, bu doğru metodun uygulanmasında hatalı davrandı. Çalışma alanlarının çoğunluğunda bazı meselelerin tartışılmış oluşunun ve kendi içinde de bazı konularda ikna olmasını esas alarak bu konularla ilgili görüşlerini karar olarak bildirdi. Elbette bu kararlar ikna ve ispat edici verilerle ortaya konup, hareketin kadrolarınca da tartışılıp benimsendikten sonra, resmi hale gelecekti. Ama bu, kararların tartışmaya açılması gibi çelişkili durumu ortadan kaldıramaz. Bu hatalı anlayışın sınıfsal kaynağı küçük burjuva aceleciliğidir, örgütsel bakımda tecrübesizlik ise ikinci ve önemli etkenlerden biridir.” 

KK’nın özeleştiri yazısında da görüleceği gibi, “Elbette bu kararlar ikna ve ispat edici verilerle ortaya konup, hareketin kadrolarınca da tartışılmaya açılması benimsendikten sonra, resmi hale gelecekti.” Önderliğin ulaştığı yeni görüşlerin hareket içinde tartışıldıktan sonra benimsenmesiyle resmi görüş haline geleceği belirtiliyor. Haliyle bu da resmi görüşün değişimi için tartışmanın ardın da toparlanacak bir kongre ya da konferansa bağlanıyor.  Aksi halde KK’nın tartışma kampanyası sürecine dair yapmış olduğu hatayı aşmak zorlaşır. Zaten dogmatiklerin KK’nın özeleştirisini doğru olarak anlayıp bilince çıkarmaları imkansız olurdu.

Bolşevikçiler KK'nın, tümüyle birlik ve iyi niyetli çabalarını görmezden gelerek, yıkıcılığın önünde koşan İBY'ni paklamaya çalışıyor. İBY tartışma süresince örgütsel ilke ve kurallara uymamış ve gerekli hassasiyeti göstermemiştir. Sözde örgüt disiplinine uyduklarını söylemiş olsalar da aslında İBY fiiliyatta farklı davranarak disiplini tanımadıklarını ortaya koymuşlardır. Yani başlı başına “İK’nın görüşlerini biz savunuyoruz” diyerek “kale gibi davranmaya çalışmışlardır.  Dahası bu dogmatikler, düşüncelerine inançları ve güvenleri olmadığından, tartışmayı ilkelere dayalı sürdürmek ve meselelerin ciddiyetine göre hareket etme yerine, uluorta “KK üyelerinin olması gereken vasıflarda olmadıkları bazılarının poliste konuşmuş olduğu, İK yoldaşa ihanet ettikleri vs.” gizliliği ihlal ederek, isim açıklayarak yaymak istenilen ve ispat edilmekten uzak bu tür mesnetsiz suçlama ve dedikoduları sorumsuzluk örneği olarak görüyoruz.

İBK’yı ayrılıkçı tutumundan vaz geçirmek bakımından KK o kadar tavizkar davrandı ki, Proleter Birlik’in, yayın komitesine isterlerse bir kişi verebileceklerini önerdi. Gerçekten de tartışma kampanyası sürecinde KK’nın nasıl bir demokratik hatta yürüğünü anlamak ve her türlü yalan-yanlış görüşleri mahkum etmek bakımında Temmuz ayında yıkıcılık bayrağını açarak örgüt saflarında kaçan İBY ve aynı kafada olanları belgeleriyle eleştiren KK’nın, yıkıcıların tutumlarını su götürmezce açığa seren “Örgüt yıkıcılığını mahkum edelim” yazısını özetle yayınlıyoruz.

Örgüt yıkıcılığını mahkum edelim
Eski İBY ile ilişkilerimiz, üç konudaki farklı düşünceler ve bu farklı düşüncelerin sonucu olan farklı çözümlerde düğümlenmişti. Eski İBY ile tartışma kampanyası üzerine farklı düşüncelerimiz, örgüt içi mücadele, önderliğin durumu ve önderlik ile İBY’nin ilişkilerini de içine alan üç temel noktada ayrı bakış açıları ve ayrı çözüm yollarının benimsenmesi olarak belirdi. 

Bu meselelerden ilki tartışma kampanyasını ele alışımızdaki ve tartışmayı sürdürmedeki arayışlarımızdaki farklılıktır. Biz şu anda berraklaşmış iki ayrı çizginin bulunmadığını, geçmişteki teori ve pratiğimizi hayatın karşımıza çıkardığı yeni ideolojik siyasi ve örgütsel meselelerle birlikte ele alarak tartışmamız gerektiğini, bu tartışma süreci içinde düşüncelerin berraklaşacağını, ortak ve farklı düşüncelerimizin ortaya çıkacağını belirttik.

Bu amacın gerçekleştirilmesinin örgüt içindeki tartışmaları düzenli ve demokratik bir şekilde pratik faaliyetle birlikte yürüterek ve örgütsel birliğimizi koruyarak mümkün olabileceğini söyledik. Tartışmanın düzenli ve disiplinli ve örgütü kucaklayabilecek bir genişlikte yürütülmesinin yolunu, bir tartışma yayın organının çıkarılmasında gördüğümüzü belirttik. Böyle  bir yayın organının farklı görüşlere yan yana yer vereceğini söyledik. Eski İBY'nin isterlerse bir kişiyi bu yayın organının sorumlu komitesine önerebileceklerini ve bunu kabule hazır olduğumuzu belirttik. Eski İBY ise iki ayrı çizginin mevcut olduğunu, tespit olunmuş resmi görüşlerimizin bulunduğunu  bölgenin resmi ‘görüşler’ doğrultusunda yayın organı çıkartma hakkı bulunduğunu ve kendilerinin bu hakkı kullanacaklarını belirtti. Ayrı bir tartışma yayın organının çıkmasının daha iyi olduğunu ancak bunun kendi görüşleri doğrultusunda ‘bir yayın organı çıkarmayı asla engellemeyeceğine söyledi ve bunu şart’ olarak ileri sürdü. Bizim, ayrı bir yayın organı çıkarmanın tartışmayı olumsuz bir yönde etkileyeceğini, kendi gerekçelerinin tutarsız olduğunu ve bunun disiplinin köklü bir ihlali niteliğinde olup, fiili ayrılığı getireceğini söylememiz de etkili olmadı. Eski İBY kararında ısrar etti.

İkinci mesele, önderliğin çekilmesiyle ilgiliydi. Eski BY önderliğin birçok hatalar yaptığını, resmi görüşleri bir yana fırlattığını, önderlik görevlerinden hiç birini yerine getirmeyerek örgütün gelişmesini sekteye uğrattığını, içinde bulunduğumuz durumun tek sorumlusu olduğunu söylüyor ve çekilmesini şart olarak ileri sürüyordu. Biz ise önderliğin görevlerini yerine getirdiği yolunda bir iddiasının olmadığını ve hatalarımızı kabullendiğimizi belirttik. Önderliğin çekilmesinin meseleye bir çözüm getirmeyeceğini, aksine durumu daha da kötüleştireceğini belirttik. Çekilmenin, sorumluluğu atmanın kolay yolu olduğunu, böyle yapmakla daha büyük bir sorumsuzluk işleyeceğimizi anlattık. Ancak eski İBY bu konuda da ısrarı sürdürdü.

Üçüncü mesele tarafımızdan getirilen disiplin meselesiydi. Eski İBY'ne, şayet bütüne bağlı iseler, disiplini tanıyıp tabi olmaları gerektiğini, o sırada bulunmayan örgütsel işleyişin kurulması gerektiğini belirttik. Bunun somut ifadesi olarak da önderliği ve örgüt disiplinini tanıyıp tanımadıklarını sorduk.

Bunların tanınmaması halinde, bir örgütsel birliğin söz konusu olamayacağını anlattık. Eski İBY baştan beri zikzaklar çizdiği bu noktayı belirsiz bırakmaya çalıştı. İlk görüşmelerimizden sonra kabul ettikleri ve uymadıkları disipline uymaya yanaşmadı. “Biz TKP (ML)’nin ve onun çizgisini savunan önderliğin disiplinini tanıyoruz” diyerek, bir yanıyla soruyu belirsiz bırakırken, diğer yandan önderliği ve örgüt disiplinini tanımadığını üstü kapalı bir şekilde ifade ediyor, açıkça ortaya koymaktan kaçınıyordu. Gelişmelerin bu aşamasından bu yana üç önemli gelişme oldu ve ilişkilerimiz yeni bir aşamaya, örgütsel ayrılık aşamasına girdi.

Önce şu noktayı aydınlatmamız, dikkatimizi tümüyle şu noktada toplamamız gerekiyor. Önderlik ve eski İBY meseleyi hangi noktadan ve hangi anlayışla ele almaktadır, çıkış noktası birlik mi ayrılık mıdır? Hedefimiz birlikten yola çıkarak eleştiri-özeleştiri yoluyla daha üst düzeyde bir birliğe ulaşmak mıdır, yoksa ayrılığın gerekli ve yararlı olduğu mudur? İşte ele alınarak cevaplandırılması gereken sorular bunlardır. Elbette biz her ne pahasına olursa olsun birlik anlayışına sahip değiliz. İlkelere dayanmayan bir birliğin karşısındayız. Ancak kendimize hedef olarak ayrılığı değil, ilkelere dayanan bir birliği seçiyoruz ve böyle bir birliğe ulaşmaya çalışıyoruz. Bu hedefe varmamızı engelleyen tüm çabaları mahkum ediyor, yoldaşların örgüt yıkıcılığı yönündeki tüm anlayış ve çabaları nereden gelirse gelsin mahkum etmelerini istiyoruz.

Önderliğin birlik amacıyla hareket ettiğini belirttik. Eski İBY'nin aynı amaçla hareket ettiğini söyleyebilir miyiz? Bizce hayır. Şimdi olaylara ve belgelere eğilelim.

Eski BY'nin son olarak kaleme aldığı "Saflarımızdaki oportünizmi, Troçkizmi, revizyonizmi yıkalım, ML’i hayatın her alanına uygulayalım” başlıklı yazıda şu görüşlere yer veriliyor. Eski BY başlangıçta önderliği 'tanımalarını' şöyle değerlendiriyor. 

“Daha sonra pratikte bu ‘tanıma’ geçerli olmadı. Çünkü her şeyden evvel bizim MY'ye (Merkezi Yönetim) güvenimiz yoktu. İkincisi tamamen ayrı görüşleri savunuyoruz ve elbette ki alacağımız kararların MY tarafından benimsenmesi beklenemez, Onların alacağı kararlar ise bizim görüşlerimize aykırı gelecektir.” 

“Yoldaşlar bizim merkeze karşı tavrımızın ne olduğunu sorunca tanıyıp, güvenmediğimizi söyledik. Arkadaşlar bunun yanlış olduğunu ‘ya tanınır -bu durumda güvenilir demektir-, ya da güvenilmez ki bu durumda tanınmaz’ dediler. Biz de bu tanıyıp güvenmemenin yanlış olduğunu gördük. 

Çünkü ‘tanıma’ onların disiplinine uymak demektir. Biz onların oportünist disiplinine uymayacağımızı baştan belirtmiştik. O halde hangi tanımaydı? İşte bu hatalı bir görüştü. MY’ye karşı tavır bir şekilde muğlak kalmamalıydı. Ta o zaman MY’nin iflah olmazlığını görüp çekilmelerini istemeliydik. Ve açık bir şekilde görüşlerimiz doğrultusunda hareket etmemizi engelliyorsanız biz sizi tanımıyoruz dediğimiz halde onların kayıtsız kalması durumunda bunda ısrar etmeliydik.”

Yukarıdaki sözlerden açıkça anlaşılabileceği gibi eski bölge yönetimi daha başından önderliği oportünist, iflah olmaz nitelikte olarak görüyor. O kadarla da kalmıyor, aynı örgüt içinde onun disiplinine bağlı olarak muhalefet yürütmeyi de düşünmüyor. Sonradan itiraf ettikleri gibi bizim bütün içtenliğimize karşılık eski İBY'nin gözünde birlik sadece taktik bir sorundur. 

Eski bölge yönetimine göre önderliğin görüşleri aslında kesinleşmiştir. Ancak oyalama taktiği gütmektedir. Bu konuda şunları söylüyorlar. Bugün MY masumane pozlarına bürünerek ‘kafamız berrak değil’ diyorlar. Tartışıyoruz diyorlar. Kafaları berrak değilse çizgimizin yanlışlığını nereden çıkardılar? Kafaları berrak değilse 35 sayfalık ‘yazının baş tarafındaki bazı hayati önemdeki’ sorunlarda mevcut çizginin kısmen veya tamamen hatalı sonucuna vardığı cümlesi nedir? Bu cümle gayet açık değil mi? Sonuca vardığını söylemiyor mu? Kafaları açık değilse 35 sayfalık yazının özeleştirisinde bu cümlenin özeleştirisini neden yapmadılar? Hayır, yoldaşlar MY’nin kafası gayet açıktır. O oyalama taktiği güdüyor. O kargaşalık yaratmak istiyor. Oyalama, kargaşalık onun işine yarar. Halkımızın zararınadır. Bundan dolayı biz bugün bu oyalama taktiğini mahkum etmeliyiz. İnandığımız görüşlerimiz doğrultusunda kararlı bir şekilde cepheden saldırıya geçmeliyiz. Oportünizmi-revizyonizmi her türden burjuva akımlarını yerle bir etmeliyiz.” 

Örgüt yıkıcılığının teorisi
Eski İBY’nin yayın organı ve örgüt içi demokrasi konusundaki düşüncelerine gelelim. Son çıkardıkları yazıda disiplin ve birlikle ilgili olarak şunları söylüyorlar: 

“Elbette ki belli ilkelerde bir tanıma söz konusu olabilir. Bunu reddetmiyoruz. Burada tanıma şartlıdır. Fakat oportünist önderlik sanki hiç bir şey olmamış gibi, bizim gerici disiplinlerine kayıtsız şartsız tabi olmamızı savundular, sanki ortada doğru politika izleyen bir önderlik varmış gibi. Sanki reddedilen TKP (ML)’nin temel teorik görüşleri değilmiş gibi, kendilerini ML ilan ettiler. Samimi yoldaşları kazanmak açısından oportünist önderlikle belli ilkelerde birlik söz konusu olabilirdi. Ama oportünistler zerre kadar demokrasi tanımayınca bunun olmayacağı ortadadır.”

“Zerre kadar demokrasi” tanımadığı yolundaki sözler bu satırların hemen altında, bizzat eski İBY tarafından yalanlanıyor. Tartışma organı ile ilgili bu bölümde şunlar söyleniyor. “MY’nin sağa kaydığını ilk başta görmemize” rağmen bunlarla ortak yayın organını çıkarmayı düşünmemiz geniş kadrolara bu yolla görüşlerimizin yayılması yanlış anlayışından kaynaklanıyordu 0ysa ki ortak bir yayın organı ideolojik - politik, örgütsel alanda yol gösterici görevini yerine getirmeyecektir. Bu durumda oportünist önderlik oportünistliğini meşrulaştırmış ve zaman kazanmış olacaktır. Kadrolara belli bir siyaset götürülmeli ve kadrolar bu siyasetin seviyesine yükseltilmelidir. Bu durum ise ayrı bir yayın organı çıkarılmasını zorunlu kılmaktadır.” Önderlik bir yandan “zerre kadar demokrasi” tanımazken öte yandan “ortak yayın organı” çıkarmayı kabul ediyor.

Şayet “ortak yayın organı” demokrasinin zerresini bile gerçekleştirmek değilse demokrasinin tamamı herhalde ünlü “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” formülü ile ifade edilen liberallerin anlayışında bulunabilir. Eski bölge yönetimi herkesin oportünist saydığı disiplini tanımama hakkı olduğunu kabul ediyor. Bu örgütsel anarşiye gitmek demektir. Şayet bir örgüt şartlı birliklerle varlığını sürdürüyorsa aslında örgütten değil, örgütlerden bahsetmek gerekir. 

Sadece bu kadar da değil, eski İBY’nin sorumluluk anlayışına da değinelim. Aynı yazıda şu satırlar yer alıyor: “Bu yeniden inşa dönemidir. Bu dönemde hiç kimse veya bölge komitesi yalnız başına sorumlu değildir. Bütün yoldaşlar eşit derecede sorumludurlar. Herkes bu sorumluluğunu kavrayarak hareket etmelidir.”

Herkes eşit derecede sorumludur, yani herkes eşit derecede sorumsuzdur. Bu anlayış örgütsel işleyişi sekteye uğratan örgütlenmedeki, farklı kademelerin farklı sorumluluğunu reddederek hizipçiliği teşvik eden örgütsel anarşizmin anlayışıdır. Eski BY önderliğin çekilmesi ile ilgili olarak şunları; söylüyor: “Aynı konularda MY de hiç bir çaba göstermedi. Ayrıca MY Hareketi’mizin görüşlerini geliştirip ona  uygun hareket etmediği gibi kendi revizyonist Troçkist görüşlerini Hareket’in görüşleri olarak yaymaya çalışıyor. Özeleştiri yapmama hastalığına sahip geçmişte bir sürü hata işleyen ve bugün bu hatalarını günah çıkartır bir şekilde gören böylesi bir önderlik, önderlik vasfına sahip değildir. Böylesi bir önderliğin yapması gereken en doğru şey ve en samimi özeleştiri önderlikten çekilmektir.”

Eski İBY, özet olarak hatalar yaptınız, sorumlu davranmadınız diyor. Sorumluluğumuzun bilinciyle hareket etmemizi istemiyor. Yani çözümler önermiyor. Önderliği sorumsuzluğa davet ediyor. Bu öneri içinde bulunduğumuz şartlarda sorunların çözümüne katkıda bulunmaz ve örgütü yeni bunalımlara iter. Çözüm değil, çözümsüzlük yaratır. Böyle davranmak sorumluluk değil, sorumsuzluktur.

Eski İBY'nin alıntılarda ifade olan bu görüşlerini toparlarsak; Şartlı bir tanıma mümkün olabilir. Bu, örgütün disiplini gerici karakterde olduğundan uyulma şartı yoktur. Ortak gazete çıkarmak demokrasinin zerresi değildir. Demokrasi çok daha geniş olmalı muhalefete dilediğini yapması sağlanmalıdır. Bu dönemde herkes eşit derecede sorumludur. Önderlik çekilmeli sorumluluğu bırakmalıdır. Kısacası hizip özgürlüğü disiplinsizlik ve sorumsuzluk Eski İBY'nin örgüt anlayışı bu üç noktada özetlenebilir. Bunun adı örgütsel anarşizmdir. Bu teori örgüt yıkıcılığı teorisidir. 

Sonuç 
Baştan bu yana yazdıklarımızı, özetlersek sorunların düğümlendiği üç noktada bu olumsuzca tavır takınan ve kopmaya yol açan eski İBY teorideki örgüt yıkıcılığı anlayışını pratiğe uygulamıştır. Baştan bu yana birliğe değil, ayrılığa yönelmiş, sonunda bunu gerçekleşmiştir. Bütün çabalarımıza rağmen ilkeli bir birliğe yanaşmamış ve kopmuştur. Belirttiğimiz ilk üç meseleyle ilgili son durumu ele alalım. Eski BY önderliğin sağcı revizyonist, oportünist, Troçkist olarak isimlendirdiği çizgisini sistemlendirmiş ve berraklaştırmış saymaktadır. Değişeceğine inanmamakta bu yüzden iflah olmaz görmektedir. Kendisini değiştirmeye ise hiç niyeti yoktur. Tartışma yayın organını önderliğe zaman kazandırma ve onu meşrulaştırma olarak gördüğünden lüzumsuz bulmakta, ayrı yayın organı çıkarmaya yönelmektedir. Bu konuda ileriye doğru değil, geriye doğru gelişmiştir. Şekli bir birlikle ilgili düşüncelerini dahi terk etmiştir. 

Eski İBY önderliğin çekilmesini sorumsuzluk olarak görmemekte tam tersine en samimi özeleştiri olarak görmektedir. Bu konuda da en küçük bir ilerleme göstermemiştir. Eski İBY disiplini “oportünist ve gerici saymakta” önderliği ve onun disiplinini tanımamaktadır. Son zamanda bu konuda da açık davranmış ve düşüncesini ilan ederek fiilen ayrılmıştır. Tüm yoldaşlar yukardaki düşünceleri ele alıp eleştirmeli örgüt yıkıcı teori ve pratiği mahkum etmelidir. Yaşasın TKP-ML Hareketimiz!, Yaşasın Marksizm-Leninizm ve Mao Zedung düşüncesi!” (Proleter Birlik, Temmuz 1976, sayı: 1.)

Yukarıda uzun uzun aktarmış olduğumuz belgelerde de görüleceği gibi KK sorunların tartışılarak eleştiri, ikna ve birlik temelinde ele alınıp, çözülmesini savunurken, İBY ve onlar gibi düşünenler örgüt yıkıcılığının kara bayrağını sallayarak, bizim gibi düşünmeyenlerle aynı tartışama kampanyasında ve platformda yer alamayız diyerek, tartışama platformunu terk edip hizipçi çağrı yaparak TKP-ML Hareketi’nin disiplinini ve örgüt için mücadele ilklerini tanımayarak örgütün dışına düşerek örgüt yıkıcılığına soyunuyorlar. Nitekim 1976 yılında dogmatik Partizan saflarında yer alan ve uzun yıllar 1976 ayrılığı değerlendirmesinden KK’yı hedef tahtasına oturtan MKP, yılların ardında yapmış olduğu I. Konferans’ta örgüt içi mücadelede hatalı bir yerde durduklarını ve KK’nın kendilerine tanımış oldukları örgüt içi demokrasiyi kullanmayarak, kolay yoldan ayrıldıklarına dair özeleştiri yapıyor. 

Bu bile dogmatiklerin örgüt içi mücadelede farklılıklara tahammül etmediklerini, edemeyeceklerini gösteriyor. Bu gerçeği MKP’nin konuya ilişkin değerlendirmesinde bir bölümü aktararak öğrenelim:
Elbette MKP’nin bu yazıda Enver Hoca yoldaşa yönelik saldırıları ve parti içinde iki çizgi mücadelesinin sürekli olduğu savlarının gerçeği  yansıtmadığını ifade etmeliyiz.
“Dönem içerisinde MLM parti kadrolarının hataları ise şunlardır: KK hizbinin partimizin merkezi yönetimini ele geçirdiği dönem boyunca Partimizin ideolojik, siyasal, örgütsel, askeri çizgisini savunan kadrolar ve çeşitli bölge yönetim organları partide; bu hizip tarafından geliştirilen kendiliğindenci, kuyrukçu, lafta sol özünde sağ pasifist politikaya karşı yeterli bir ideolojik mücadele yürütmemişlerdir. KK hizbinin tasfiyeci bir hizip olduğu zamanında tespit edilememiş, KK’nın partinin merkeziyetçiliğini fiilen ortadan kaldırmasına karşı, uyanık davranılmayarak göz yumulmuş, liberal tutum takınılmış, KK’nin partiyi siyasetsiz bir duruma sokması pratiği ile uzlaşılmıştır. Bazı konularda yeterli bir ideolojik mücadele yürütülmeyerek, KK hizbinin yanlış politika ve pratiklerine hizmet edilmiştir. KK’nın, partimizi, siyasi gelişmelerin kuyruğuna takılan bir küçük burjuva hizbi derekesine düşürdüğü, bunun, Partinin ideolojik-siyasi-örgütsel tasfiyesi anlamına geldiği MLM bir öngörüyle anında kavranamamıştır. Parti içinde iki çizgi mücadelesinde, MLM kadrolar önemli hatalar işleyerek, iki çizgi mücadelesinin ruhuna uygun ideolojik mücadele yürütememişlerdir. Aynı hata; parti içinde iki çizgi mücadelesini, iki sınıfın mücadelesi olarak görmemek ve parti içinde yanlış çizgiyi de proleter çizgi olarak görmekten; merkezi “yanılmaz” otorite olarak görmekten, partinin içinde burjuva çizginin hakim olabileceğini kavramamaktan kaynaklanmaktadır. Aşırı güven ve körce itaat şeklindeki idealist bakış açısı;

Parti kadrolarının KK hizbinin tasfiyeci, MLM ve Parti düşmanı oportünist yüzlerini tanımalarını geciktiren önemli bir etmendi. Bu düşünce yöntemi, felsefi alanda her soruna sınıfların üstü bakan, idealist düşünce yöntemiydi. Hatalarımızın ideolojik alandaki kaynağı öznelcilik iken, sınıfsal alandaki dokusu ise küçük burjuvazidir. Merkezi otoriteye tapan, merkez haklıdır, merkez hata yapmaz şeklindeki eleştirel olmaktan uzak kendine güvensiz ve sorumsuz rahatına düşkün tutumlar kadar merkezin merkezi dağıtmasını ve çok merkezli yönetimi umursamayan başıboşluğu kanıksayan yaklaşımlar sınıfsal kaynağını küçük burjuvaziden alır.

Bugüne kadar KK dönemini değerlendirirken, daha doğrusu bu dönemdeki MLM kadroların hatalarını ortaya koyarken örgüt içi mücadelede liberalizme denk düşen eksikliklerine değindik. Fakat partimizi temsilen KK’ya karşı mücadele yürüten kadroların daha sonra ise sekterliğe düştüklerini görüp tespit edemedik. KK’nin darbeci ve tasfiyeci bir şekilde partimizin ideolojik, siyasi ve örgütsel çizgisini ayaklar altına almasının arkasından MLM kadroların muhalefetinin baş göstermesi sonucu, KK’nin geri adım atarak parti içi sorunları Proleter Birlik adlı yayın organında tartışma önerisinin kabul edilmeyerek bu yolun MLM kadrolar tarafından tümüyle kapatılması yanlıştı. KK yaptığı darbecilik konusunda kısmi özeleştiri yapmıştı. Burada şu soru sorula bilinir: Bir önderlik her alanda partiyi tasfiyeye yöneliyorsa halen de parti içerisinde kalarak, mücadele yürütme siyaseti doğru mudur?

Eğer muhalefetin kendi görüşlerini parti içerisinde yayma yolu kapanmamış, ve dahası tartışma yayın organında muhalefetin görüşlerini tartışma imkanı önderlik tarafından yaratılmışsa, bu koşullarda partiden ayrılmak doğru değildir. Aynı şekilde KK’nin kendisinin “darbecilik” yaptığına dair özeleştiri vermesi de bunun, yani demokratik merkeziyetçilik ilkesinin tümden ortadan kalkmadığını gösteriyor. Ama biz ne yaptık? Başta önderliğin çizgisine karşı liberal davrandık, ardından ise sorunların Parti içinde tartışılmasının koşulları varken, bu kez bunu bir kenara iterek, örgüt içi tartışmayı reddedip bir isyan havasıyla örgütsel bağlarımızı kopardık. Açıktır ki burada aceleci ve sekter bir tutuma düşülmüştür. Bir önderlik revizyonist olabilir. Daha doğrusu revizyonist çizgiye de sahip olabilir.

Eğer o örgüt ve önderliğin içerisinde hala da demokratik-merkeziyetçilik ilkesi uygulanıyor ve muhalefetin düşüncelerine hayat hakkı tanınıyorsa, burada yapılması gereken örgüt içerisinde kalarak ideolojik mücadeleyi Maoist “İki çizgi mücadelesi” ruhuyla sürdürmektir. Somut durumu, yani parti içindeki yönetim ve dengeleri dikkate alarak yeni bir kongreye kadar böylesi önderlik ve çizgi etrafında örgüt içinde kalmak mutlak olarak reddedilemez. Bu yöntemlere dünya komünist partileri tarihinde çokça rastlanmaktadır. Çok uzağa gitmeye gerek yok.

Yoldaş Kaypakkaya’nın TKP içerisindeki pratiği ve yöntemi son derece çarpıcı bir örnektir. KK hizbine karşı önce liberal hataların ardından sergilenen sekter mücadele yönteminin daha sonraki birçok hizipleşme ve örgütsel ayrılığa tarihsel olarak örnek oluşturduğunu kim görmezlikten gelebilir? Bu örgütsel kopuşun Yoldaş Kaypakkaya’nın TKP’den kopuşuyla benzerliği yoktur. Yoldaş Kaypakkaya, Maoist parti içi “İki çizgi mücadelesi” siyasetiyle hareket ederek örgütsel ayrılığa giderken, bizim KK’den örgütsel kopuşumuzdaki siyasetimiz ve yöntemimiz ise Hocacı parti içi iki çizgi mücadelesi siyasetine denk düşmektedir. Bu süreçteki yanlış ve hatalı siyasetlerimiz görülmeden daha sonra ortaya çıkan hizip ve örgütsel ayrılıkların ne tarihsel kökleri ne de ideolojik, siyasi nedenleri doğru bir bakış açısıyla sorgulanıp doğru dersler çıkarılamaz. Bugüne kadar gerek ayrılıklar noktasında gerekse parti içi “İki çizgi mücadelesi”ni doğru bir temelde yürüttüğümüz ne yazık ki söylenemez. “İki çizgi mücadelesi” demek hizipleri meşru görmek demek değildir. Parti içindeki doğru ile yanlışın mücadelesidir. Doğru ile yanlışın mücadelesinin kendisi diyalektik tarihsel materyalizmle idealist, metafizik düşüncelerin çatışmasından başka bir şey değildir.” (Maoist Komünist Partisi I. Kongre Belgeleri, sayfa: 50-51.)

Hizip, örgüt içi mücadele, disiplin ve dogmatik partizan cenahının çıkmazı
“KK’nın hizip” olmadığını ve örgüt içi mücadelede Partizan cenahının Marksist-Leninist ilkeleri nasıl katlettiğini verileriyle ortaya koyarak, kimin nasıl örgüt yıkıcısı olduğunu tanıtlamaya çalışacağız.

Esas örgüt yıkıcısı ve hizipçi olan ve tartışma kampanyasından kaçan dogmatik Partizan cenahıdır. Yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali Bolşevik Partizan ve C. Yıldız, “KK tasfiyeci hizipten” bahsederek daha işin başında örgütün Merkezi önderliğini kendi kendine hizip olarak ilan ederek komik bir duruma düşüyor. Aslında ne Bolşevik Partizan ve nede Partizan cenahının, ML bir örgütte örgüt içi mücadelenin nasıl yürütülmesi gerektiği, hizbin nasıl ortaya çıktığını ve ne anlama geldiğini 1976 tartışma kampanyasında dogmatik bir çizgide ısrar ederek tartışma kampanyasın da nasıl kaçtığını irdelemeye çalışacağız. 

Ama konunun anlaşılması bakımından öncelikle, komünist bir örgüt içinde hizip ne demektir sorusunu yanıtlayarak, işe koyulmak yerinde olacaktır. Bilindiği üzere hizip;  bir siyasi örgüt içinde, o örgütün programı dışında bir program oluşturmak ve örgüt disiplinin yerine kendi grup disiplinini geçiren bir gruplaşmadır. Komünist örgütler saflarında hizip oluşturulmasına, yani ayrı bir programı ve disiplini bulunan grupların doğmasına hiçbir şekilde izin vermezler, veremezler.

Bu, pratikte tek bir irade, tek bir düşünce, tek bir eylem olarak harekete eden, ML örgütlerin sınıf mücadelesini başarıyla sürdürmeleri, bu Leninizm’in “hiziplerin varlığıyla bağdaşmayan irade birliği olarak parti” öğretisinin doğru kavranılmasının zorunlu bir gereğidir. İşte dogmatik hizip, ML Hareket içinde ayrı bir disiplin oluşturarak, birçok konuda daha doğru düzgün tartışma yapmadan - yapamadan, yanlışlarda ayak direyerek “ya bizim gibi düşünürsünüz ya da disiplini tanımam” diyerek örgüt disiplini yerine görüş disiplinin dayatmıştır. 

Dogmatik hizbin ML Hareket içinde ortaya çıkması ve önemli düzeyde Hareket saflarında tahribat yaratması nedensiz değildir. Bu nedeniyle yaşananları doğru kavramak, hizbe karşı mücadele açısından önem taşıdığı kadarıyla, bu tecrübeyi doğru değerlendirmek ve dersler çıkarmak bakımından da önemlidir. Komünist hareketin saflarında dogmatik hizbin ortaya çıkmasının nedeni sınıfsaldır. İşçi sınıfının demokrasi savaşımında etkilenen ve devrimci fikirlere sempati duyan küçük burjuva unsurların saflarımıza katılarak mücadelemiz içinde yer almaları dogmatik hizbin ortaya çıkmasına nesnel bir sınıfsal temel yaratmıştır.

Bu küçük burjuva unsurlar, işçi sınıfı hareketinin devrimci disiplinini, kendilerini ezen bir cendere olarak görürler ve küçük burjuva düşüncelere kolayca kapılmaya elverişlidirler. 

İşte ML Hareket'in saflarına katılan ve işçi sınıfı hareketinin devrimci disiplinine tahammül  edemeyen küçük burjuva aceleciliğinde mustarip dogmatik hizip ayrılıkları geliştirip derinleştirmek bakımından örgütsel anarşizmi vazeden görüşler geliştirmiş ve ML görüşlerden bir haber davranmıştı.

Dahası dogmatik hizip ML Hareket'in ve önderliğinin tartışma kampanyasını başlatmada darbeci hatalı bir yöntem kullanması, hemen akabinde KK tartışma kampanyası başlatılmasında işlenen hata ve zaafların özeleştirisini kapsamlı olarak yaptığı halde dogmatik yıkıcılar KK’nin ve haliyle de örgütün disiplinini tanımamakta ısrarlı olmuşlardır. Ve bazı hata ve zaafları da istismar ederek tasfiyeci hiziplerini genişletmeye çabalayan bu küçük burjuva unsurlar sonuçta hizipçiliğin kara bayrağını kaldırmışlar, yıkıcı ve parçalayıcı tutumlarıyla TKP-ML Hareketi’nin haklı itibarını, kendi gerici amaçları için istismar etmeye çalışmaktan da geri durmamışlardır.

İşte o dönemde dogmatik hizipçilerin durumunu belirleyen gerçekler bunlardır. Örgütsel alanda açıktan anarşizmi vazeden görüşler, politik alanda ML Hareket'in görüşlerinde küçük burjuva akımların görüşleri doğrultusunda savrulma, ML Hareket'e düşmanlık, bu, şamatası büyük kendisi hiçbir ilke tanımayan dogmatik hizbin temel özellikleridir. Dogmatik hizip ML açtığı mücadelede elbette kendi küçük burjuva niteliğine uygun yöntemler kullanacaktı. Nitekim öyle oldu. Dedikodu, yalan, iftira başka bir deyişle “skandal ticareti” bu dogmatiklerin başlıca mücadele yöntemi oldu.

Dogmatik hizip, tartışma sürecinde umutsuzca çıkmaz bir yola girmenin can havliyle en kör gözün görebileceği yalanları söylemekten tereddüt etmedi. Yine tartışma sürecinde dogmatik hizbin başka bir özelliği de ilkelerden yoksun oluşu, kısacası ilkesizliği ilke edinmesidir. Dogmatik şefler dün ak dediklerine hiç sıkılmadan bir süre sonra kara demekten beis görmediler. Onların görüş değiştirmesi adeta çamaşır değiştirmesi kadar kolay oldu. KK’nin mücadelesi ve tartışma dönemindeki ilkeli duruşu, kadroları kazanma çabası, dogmatik hizbi tam bir şaşkınlık içine itmiş ve verdiği sözlere uymamak için bin dereden su taşıyan dogmatikler tartışmadan kaçmak için oportünist manevra üzerine manevra yapmaktan geri durmamışlardır.

Haklarını yememek gerekiyor dogmatiklerin. Değişmeyen ilkelerinden biriside, ML Hareket'e karşı düşmanlık ilkesidir. Dogmatik hizbin saflarında kariyeristlerden sağcılara bin bir konuda anlaşamayacakların Hareket düşmanlığı temelinde buluşmaları tesadüfi değildir. Çünkü aralarındaki ciddi görüş ayrılığına rağmen, tümünü birleştiren ortak bir noktaya sahiptirler. ML Hareket’e ve onun düşüncelerine düşmanlık!

İşte onların değişmez ilkesi budur!

Elbette tartışmada kaçan dogmatiklerin saflarında birçok iyi niyetli devrimci unsurun cereyana kapılmasından kurtarmak, onların tartışmaya katılmasıyla mümkün olacaktı. Bunun içindir ki KK tartışma kampanyasını  birlik, eleştiri, birlik yaklaşımı içinde ele alarak dogmatizm rüzgarına kapılanları kurtarmaya çalışmıştır. 

Akılda tutmamız gereken bir başka nokta dogmatik hizbin ortaya çıkmasının ML Hareket'in işlemiş olduğu oportünist hataların bir nevi cezası olduğu gerçeğidir. Tartışma kampanyasının sonuna kadar da gidilmiş olsaydı da yine de dogmatikler örgütte azınlık olarak kalmaları kaçınılmaz olacak ve kongre ya da konferansta kopup gideceklerdi.

Keza dogmatikler belki de tartışma kampanyasının sonuna kadar kalmış olsalar da yıkıcılıkları daha sınırlı kalacaktı. KK karşısında ideolojik - teorik olarak tutunamayacaklarını gören dogmatik şefler örgütün merkezi disiplini yerine görüş disiplini dayatarak, açıktan örgüt yıkıcılığı yapmışlardır.

Ne ki tartışmanın sonuna kadar gidilmesi bir konferans ya da kongrenin toplanması durumunda, dogmatikler, ML Hareket'e ciddi bir darbe vuramayacaklarını biliyordu. Keza önce İstanbul Bölge Yönetimi, ardında Yurtdışı Bölge Yönetimi, Dersim, Erzincan, Kars ve bazı zindanlarda öne çıkmış bazı kadro ve kadro adayanın dogmatik hizbin peşinde gitmesinde, dogmatiklerin durumu görerek erken ayrılık ilan etmelerinin belirleyici etkisi olmuştur. 73 yenilgisinin nedenlerinden; sosyoekonomik yapıya, devrimin yolundan, ittifaklara ve temel çalışma alanlarına uzanan, kısacası Türkiye Kuzey Kürdistan devriminin temel sorunlarını kapsayan ve Hareket’in teorik, politik alanda hatalardan kurtularak derinleşmesini sağlayan tartışma kampanyası demokratik merkeziyetçilik temelinde yürümüş olsaydı, sonuç dogmatiklerin aleyhine olacaktı. Ama dogmatik hizipçiler bu gerçeği önceden gördükleri ve tartışmanın sonucunda bir kongre ya da konferans toplandığında çoğunluğun KK’nın düşüncelerinin lehine çıkma olasılığının yüksek olmasını anladıklarından dolayı, KK’nın nezdinde de örgütün disipline uymada dayatmacı, pazarlıkçı ikili davranış içinde olmaları bu gerçeği göstermekteydi. 

Nitekim KK’nın İBY’ne örgütün disiplinin tanıyıp tanımadıklarını sorduklarında, son görüşmede açıktan zaman kazanma ve hesaplı davranış içinde disiplini tanıdıklarını söyleyerek, aslında örgütün disiplini tanımadıklarını ve başından itibaren ayrılık yanlısı olduklarını ortaya koymuşlardı. Haliyle bu süreçte gerçek, İBY’nin başını çektiği dogmatik hizip ideolojik, politik ve pratik olarak ML Hareket'e ve önderliğe karşı objektif olarak bir cephe oluşturduğudur. Aslında dogmatik hizbe karşı mücadeleyi, aynı zamanda yılların birikmiş olan hata ve zaaflarına karşı mücadele ederek, ideolojik köklerini kurutmak için yürüttüğümüz mücadeleyle birleştirmekti.

Dogmatik hizbin ve benzer olumsuzlukların ortaya çıkmasının önlenmesi, bu tür ihtimallerin asgariye indirilmesi, ancak hizbin yeşerme ve boy atma imkanı bulduğu bu toprağın temizlenmesiyle mümkündür. Bunu başardığımızda, dogmatik hizbe karşı kazanılacak en başarılı zafer bile, bir yarım zafer olarak kalacaktır. Yeni olumsuzlukların yeşermesi için elverişli zemin muhafaza edilmiş ve belki de daha önemli olumsuzluklara zemin yaratmaya devam etmiş olacaktır. Dogmatiklerin örgütsel yıkıcılıkta tutukları yol örgütsel anarşizm olmuştur.

Dogmatik hizbin temel özelliklerinden birisinin, örgütsel anarşizmi savunma olduğunu belirtmiştik. Bu konuya daha yakın eğilerek ML örgüt içi mücadele anlayışını ortaya koyalım ve dogmatik hizbin anarşist görüşlerini ve çizdiği pratiği sergileyelim. Dogmatikler cenahı, örgüt içi mücadelede örgütsel anarşizmi savunuyordu. Bilindiği üzere işçi sınıfı, toplum içinde yer alan sınıflardan çitlerle ayrılmış değildir. Dolayısıyla toplum içinde yer alan diğer sınıfların düşünce eylemleri, kültürleri, gelenek ve alışkanlıkları işçi sınıfını etkilemeden, onun üzerinden iz bırakmadan edemez. Farklı fikirlere, ayrıca modern toplumda işçi sınıfının çeşitli katmanlarının mevcudiyetine temel oluşturur. Bu durum, işçi sınıfının en yüksek örgütü, sınıf bilinçli müfrezesi olan işçi sınıfı partisi içine yansır. Parti içinde, doğru ile yanlış fikirler arasında sürekli bir mücadele ve ML fikirler parti dışında olduğu gibi, parti içindeki mücadele ile gelişir, güçlenir ve sağlamlaşırlar.

Dahası içinde böyle bir mücadele bulunmayan parti, ölü partidir, canlılığını yitirmiştir. Bu mücadele doğru tarzda ele alınıp yürütüldüğünde, partiyi geliştirip ileriye doğru iter. Bu konuda görüşlerine kimsenin itiraz edemeyeceği Lenin’e başvuralım.

Lenin 1903'deki RSDİP'in II. Kongresi’ni incelmesinde şunları söylüyor: “Partide görüş ayrılıkları mücadeleye, anarşiye ve parçalanmaya yol açmadıkça, bütün yoldaşların ve parti üyelerinin rızasıyla sınırları aşmadıkça, kaçınılmaz ve temel bir şeydir. Ve kongrede, partinin sağ kanadına karşı Akimov ve Akselrod Martinov ve Martov’a karşı verdiğimiz mücadelede sınırları hiçbir zaman aşmadık.” (Bir adım ileri iki adım geri, s. 175.)

Burada Akimov ve Martinov’un ekonomist ve Martov ve Akseldro’vun Menşevik olduğunu hemen hatırlayalım. Lenin’inde belirtmiş olduğu gibi, partide görüş ayrılıkları temel ve kaçınılmazdır. Önemli olan bu görüş ayrılıklarına karşı aynı örgüt çatısı altında mücadele halinde bir arada bulunup-bulunmayacak nitelikte olduklarının doğru tespiti ve görüş ayrılıklarının mücadelesinin, ne tarzda hangi örgütsel ilkelere bağlı yürütülmesidir. Bu sorunlara açıklık getirmemiz dogmatik hiziple aramızdaki anlayış farkının bir biçimde belirmesine hizmet edecektir.

ML örgüt, saflarında görüş ayrılıklarının bulunmasını tabi ve kaçınılmaz görür. Ancak her şeyden önce görüş ayrılıklarının üzerine giderek yanlış fikirlerin düzeltilmesini, doğrunun yanlış üzerinde zafer kazanmasını sağlamaya çalışır. Birlik, eleştiri, birlik ilkesine bağlı kalarak ikna yoluyla görüş ayrılıklarını gidermeye çalışır. Farklı görüşlerin mücadele olmaksızın kendilerini korumalarına, fikir ayrılıklarının gelişip kökleşmesine izin vermez. ML örgütte burjuva ve küçük burjuva düşüncelerin yeşerip boy atmasına izin verilmesi; örgütün ML niteliğinin bozulması tehlikesinin dogmasına yol açmak ve giderek, bu düşüncelerin örgütü burjuva ve küçük burjuva örgüte dönüştürmesinin şartlarını yaratması anlamına gelir. İşte bu nedenle, örgüt içi görüş ayrılıklarının doğru bir tarzda üzerine gidilerek giderilmesi de o derece temel ve ML için kaçınılmazdır.

Buraya kadar “görüş ayrılıkları” örgüt içinde bir veya birkaç noktada ortaya çıkan ve yanlış görüşleri onların esasta proleter devrimci olmalarını ortadan kaldırmayan, ancak onların bir bütün olarak alındığında proleter devrimci esasa sahip düşünceleri üzerindeki burjuva ve küçük burjuva etkileri yansıtan görüş farklarını anlattık ve bu kavram üzerinde durduk. Ancak, bazen görüş ayrılıkları gelişip kökleşerek, iki ayrı sınıfın, burjuvazi ve proletaryanın ideolojisi ve politikası arasındaki farka tekabül eden çizgiler haline, farklı sınıfları temsil eden çizgileri haline gelebilirler. Hiç şüphesiz, ML örgüt, görüş ayrılıklarının bu noktaya ulaşmasına izin vermez, var gücüyle bu ayrıklıkları daha önceden gidermeye çalışır. Ama ML'lerin bütün çabasına rağmen, aynı örgüt içinde iki ayrı sınıfa ait çizgi farkı ortaya çıkabilir. ML'lerin çabası böyle bir gelişmeyi önlemde yeterli olmayabilir. İki ayrı sınıfa ait çizgilerin varlığı, ML’lerin istek ve iradesi dışında bir olgu objektif bir olgu haline gelmiştir. Bu şartlarda ML çizgi, oportünist çizgiyi örgütten tasfiyeye yönelir. Bu oportünistlerin iknası yoluyla değil, kadroların iknası temelinde oportünizmin tasfiyesi yoluyla gerçekleşir. 

İki çizgi, ML'lere rağmen ortaya çıktığında, yapılması gereken, örgütü ML safta toplayarak, oportünizmi tasfiye etmektir. Şayet ML’ler, örgütte çoğunluğa sahip iseler ve yönetici organları ellerinde tutuyor iseler zaten sorun yoktur. Bu durumda, kadroların ML etrafında geniş ve en sıkı birliğini, bu çoğunluğa dayanarak oportünizmi tasfiye etmek gerekir. Ancak, ML’ler örgütte azınlıkta iseler ve muhalefet durumunda kalmışlarsa, sorun farklı ele alınmalıdır. Bu takdirde örgüt ML niteliğini henüz yitirmemişse, doğru fikirleri örgüt çoğunluğuna kavratarak örgütü kendi saflarına kazanma imkanı tükenmemiş demektir. Bu durumda ML’ler örgüt disiplinine uyarlar, örgüt içi demokrasiyi işletirler, demokrasinin ihlaline karşı durur ve bunu yaptıklarında oportünistleri teşhir ederler. ML örgütün normal organlarını işleterek (kongre, konferans gibi) daha önce örgüt içi demokrasiyi işleterek, taraflarına kazandıkları örgüt, çoğunluğuna dayanarak yönetimi ele geçirir ve oportünizmi tasfiye ederler.

Örgüt ML kaldıkça, tutulması gereken doğru yol budur. Ancak örgüt oportünist bir niteliğe bürünmüşse, ML’ler tüm sağlam unsurları toplayarak, örgütten ayrılırlar. Bu durumda esas olan budur. Bu şartlarda örgüt çatısı altında kalmak, geçici olarak taktik nedenlerle mümkün olabilir. Nitekim komünist hareketin tarihi, söylediklerimizi doğrulayan değerli deneylerle doludur. Lenin ve Bolşeviklerin tutumunu, Lenin’in “örgütlenme” adlı eserine ve Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi Örgütlenme Büro başkanı tarafından yazılan önsüzün de okuyalım:

“Lenin fikir ayrılıklarını asla gizlemezdi, aman karışıklık çıkmasın, barış, birlik, beraberlik korunsun diyerek bu ayrılıkları asla saklamadı; tersine, bütün sapmalara ve bütün hatalara karşı-devrimci coşkuyla sonuna kadar mücadele etti. Bölünmelerden korkmadı ve sadece Menşevik tasfiyecilerin değil aynı zamanda lafta devrimcilerin, otzovistlerin, ültimatomcuların, Tanrı yapıcılarının da partiden atılması konusunda bir an bocalamadı. Bununla beraber Lenin hiç bir zaman ille de bölünmeden yana olmamıştır. O, yolunu şaşırmış yoldaşların devrimci Marksizm-Leninizm yoluna dönmeleri için ilk önce bütün imkanları kullanırdı. Ancak bu çabaları için hiçbir olumlu sonuç vermezse, o zaman ilişkilerini kararlılıkla keserdi. Birinci bölümden sonra,1905 yılında Menşevikler devrimci kitlelerin baskısıyla kuvvetle sola kayarak, pratik devrimci mücadele içinde Bolşeviklere yakınlaştıklarında bizzat Lenin birliği savundu. Bunun sonucu 1906 yılının ilkbaharında RSDİP’in dördüncü (birlik) kongresi toplandı. Menşevikler çoğunluğu ele geçirdi. Ama Lenin partide ayrılmadı, tam tersine patiyi içeride kazanmak için mücadeleye koyuldu. Nitekim RSDİP 1907 yılındaki beşinci kongresinde Bolşevikler çoğunluğu elde etmeyi başardılar. Parti yönetimi Bolşeviklere geçti.” (Örgütlenme, sy. 32-33.)

Lenin yoldaş için demokratik merkeziyetçiliğin işlemesi ve eleştiri özgürlüğünün varlığı partinin sıkı disiplini bakımından önem taşıyordu. Lenin 1906-1907 yıllarında disipline uyarak parti içinde kaldı. O dönemde yapılan Duma seçimiyle ilgili disiplin sorunu hakkında (Bolşevikler, Kadetlerle ittifaka karşıydılar) Lenin şunları söylüyor:

“Ancak yetkili organlar bir kez karara vardıktan sonra bir bütün parti üyeleri tek bir adam gibi davranırız. Yani belki de bir eli de Odesalı bir Bolşevik, bir Bolşevik için iğrençte olsa, oy sandığına bir Kadetin ismini taşıyan oy pusulasını atmak zorunda kalacak, bir Moskovalı Menşevik ise Kadetlere oy vermediği için yüreği yana yana yalnızca sosyal demokratlara -komünistlere- oy verecektir.” (Aynı yerde, sf. 36.) Lenin yoldaş görüş ayrılığına rağmen, ilkeler de var olan bir birlik temelinde oluşturulan sosyal demokrat (komünist) işçilerin birliğini süreli savunmuştur.

İllegal partiye katılmanın oportünizmle ayrılığın can alıcı noktasını oluşturduğu 1913’te ayrı bir yeni tipte bir komünist Bolşevik partisinin örgütlendiği 1912 sonrası şartlarında Lenin şu görüşleri savunuyordu: “RSDİP’in örgütü benimsendiği ve bu örgüte girildiği takdirde, her eğilimde ve her fikirden işçi sosyal demokratların birliği, işçi sınıfı hareketinin tüm çıkarlarının gerekli kıldığı mutlak bir zorunluluktur.” (Örgütlenme, 205.) Kanıtlar çoğaltılabilir. Ancak bu kadarı yeterlidir. Açıkça görüldüğü gibi Lenin ve Bolşevikler, örgüt içi mücadelede, örgüt Marksist-Leninist olduğu sürece disipline bağlı kalarak mücadeleyi esas almışlardır, görüş ayrılıklarını ilkeli bir tarzda çözmeye çalışmışlar, her durumda örgüt çoğunluğunu yanlarına çekmeye önem vermişlerdir. 

Yine Bulgaristan Komünist Partisi’nin deneyimi de aynı anlayışı doğrulayan başka bir örnektir. Bulgaristan’da 1929 yılında sol sekterler BKP’nin yönetimini ele geçirdiler ve 1935 yılına dek parti yönetimini ellerinde tuttular. Bu dönemde BKP izlemiş olduğu sol sekter çizgi nedeniyle ağır kayıplara uğramıştı.

Ne ki ML’ler BKP, ML karakterini koruduğu için BKP içinde kalarak, sol sekter yönetime ve onların oluşturduğu fraksiyona karşı sürekli mücadele ettiler. Komintern’in de yardımıyla, bu mücadele 1935 yılının başında başarıya ulaştı ve sol sekter çizgi tasfiye edildi.

Bu konuda Dimitrov şunları söylüyor: “Parti varlığı ve gelişmesi yolunda yeniden ciddi tehlike ile karşılaşmıştı. Onun kurtarılması bütün güçleri gererek, solcu sekter hareket hattını tasfiye etmek, parti yönetimini solcu sekterlerin elinden almak ve kesin olarak devrimci boş boğazlıktan gerçek Bolşevik kitle çalışma ve mücadelesine geçmek gerekiyordu. Ancak parti çalışmasının bütün alanlarında sekter tahrifatlarını çabucak yenmektedir ki, Partinin halk tabakalarıyla bağlarını yeniden kurmasına yardım edebilir ve Onun askeri faşist diktatörlüğü yıkarak halkçı, anti-faşist cepheyi muktedir bir hale koyabilirdi. Partimiz, gizlilik şartlarının ve faşist terörün doğurduğu zorluklara rağmen komünist enternasyonalin yardımıyla bu önemli görevi başarıyla yerine getirdi.” (Dimitrov, Seçme esreler, cilt: 3, sy: 237-238.)

Ayrıca kendilerine Maoist diyen bu dogmatik cenahın, ÇKP tarihinden sanırız bilgisi vardır. ÇKP tarihine baktığımızda karşımızda 1935 yılına kadar önderliği birçok değişik sayıda sol çizgiyi savunana hiziplerin egemen olduğu ve bu duruma 1935 yılında Mao Zedung’un kızıl ordu yöneticilerine dayanarak Tsunyi dağında yapılan bir darbe toplantısıyla ÇKP’yi ele geçirdiklerini görüyoruz. Nitekim Mao Zedung, örgüt önderliğini doğru görmediği ve değişik klikler ele geçirmiş olduğu halde, örgütten ayrılarak başka bir örgüt kurmaya yönelmiyor. Bu da hem örgüt içinde iki çizgiyi mutlaka olarak savunacaksın, hem de önderlik benim gibi düşünmüyor o halde oportünistlerin disipline uymam diyerek kolay yoldan kendisini örgüt dışına atarak, örgütün ana gövdesi “oportünist, tasfiyeci denilen” önderliğin denetimine bırakılmış oluyor.

Yukarıda aktarmış olduğumuz örnekler bir biriyle uyum halinden olduğu gibi aynı zamanda ML bir örgütte yanlışlara karşı mücadele anlayışının ne olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bizim baştan itibaren KK döneminden bu yana savunduğumuz anlayış da budur. Ama 1976 yılında KK’nın önderliğinde başlatılan tartışmaya karşı, aynı hatta duran dogmatik hizipçilerin hemen hepsi de, örgüt içi mücadelede hatalı sol sekter bir çizgide hareket etmişlerdir. 

Nitekim dogmatik hizipçiler örgüt yıkıcılıklarını mazur gösterebilmek için, oportünizmle uzlaşılıcıktan sekterliğe dek varan çeşitli görüşleri savunmakta, son geldikleri noktada örgütsel anarşizmin teorisini yapmaktaydılar. Dogmatiklerin tek amacı örgüt yıkıcılıklarını kitabına uydurmaktı. Bu dogmatiklerin, Bolşevik Partizan'ın örgüt içi mücadelede çift standartçı bir konumda duruşunu demagoji ile gizlemeye çalışması ve KK’nın söylemleri ortada olduğu halde, kendi sübjektif niyetini objektif gerçek yerine geçirme savunuculuğuna soyunarak, laf kalabalığıyla tarihi gerçekleri ters yüz etme çabalarının tek bir nedeni vardır, oda örgüt içi mücadele yönteminde tutulan yanlış yoldur. Kuşku yok ki dogmatikler 1976 tartışma kampanyasında örgütsel anarşimizi vaaz etmişlerdir. 

Peki, dogmatik hizip ne dedi ne yaptı. Tartışma kampanyasında demokratik merkeziyetçilik temelinde tartışma yayın organı Proleter Birlik’te herkesin düşüncelerin özgürce ortaya koyup tartıştığı ve yine farklı düşüncelerin yayınlanmasında herhangi bir kısıtlamanın söz konusu olmadığı platformu kullanmayarak mızıkçılık yapan dogmatikler, KK’nın önderliğini aslında başından itibaren tanımayarak hatta itiraf ettikleri gibi örgüt disiplinine -biz KK’nın değil, örgütün yani görüşlerin disiplinine bağlıyız- göstermelik uyuyor göründükleri yönlü açıklamaları ve bizim istemlerimizi kabul etmezseniz biz birlikte yürümeyiz diyerek, tartışmadan kaçarcasına ayrılığı ilan ederek örgüt saflarını terk etmesi, bu dogmatik hizbin kendilerine ve fikirlerine inançsızlık yanında ML olarak gördüğü kadrolara güven duymadıklarını gösteriyor.

Dogmatik hizip, “tasfiyeci, oportünist inkarcı” dedikleri ML Hareket içinde kaldıkları sürece etkilerini yayamamalarını kaçınılmaz görüyorlar. Haliyle buradan yola çıkarak da onlarla bir arada kalınamayacaklarını öne sürdüler. Nitekim söyledikleri, uzun süre bir arada kalınmayı imkansız kılacak çizgi ayrılığının varlığı söz konusu olsa bile tutarsızdır. Çünkü şayet ML karoların ezici çoğunluğu karşı safta yer almışsa, hareket içinde ideolojik mücadele yürüterek bu kadroları kazanmak zorunludur. 

Bunu reddetmek, kendine inançsızlıktır ve oportünizm ideolojik mücadeleyle alt edilemez yaftasıyla örtülemek istenmektedir bu inançsızlık. Bu durumda hala “tasfiyeci oportünizm ve inkarcılığın” bünyeyi sarmasından ciddi ciddi söz edilebiliyorsa, bunun anlamı açıktır. Dogmatiklerin tartışma gemisini erkence terk etmelerinin altında yatan esas neden kendi etraflarında yer alan kadroların kendilerini terk edebileceğini, ML görüşlerden etkileneceğini düşünmektedirler. Bu nedenle de hiç yoktan iyidir, bari etkilediğimiz kadroları yitirmeyelim, yaklaşımıyla hareket ediyorlar. ML Hareket'in büyük çoğunluğunun, hizipçilerin kendi açılarından bırakın hastalığa tutulma ihtimalini, “hastalığın pençesinde kıvrandıkları” şartlarda tutup, hastalığın bünyeyi sarması ihtimalini önlemek için ayrıldıklarını söylemek, kendi etrafında topladıkları kadroyu yıkıcı emellerine alet edebilmenin teorisini yapmaktır.

Örgütsel anarşizm en berbat haliyle savunulmaktadır. Tasfiyeci oportünizm ve inkarcılığa karşı mücadele onların çizdiği sınırlar içinde yürütülemez görüşü de, halis örgütsel anarşist bir görüştür. Lenin, Dimitrov ve Mao örneklerinde hangi sınırlar içinde mücadele ettiler? Bu sınır örgüt sınırları değil midir? Program ve tüzüğün sınırlarını çizip kurallarını koyduğu bir mücadele söz konusu değil midir? İki çizginin oluştuğu şartlarda, oportünizme karşı mücadelede zafer kazanmak için komünistler ML örgütün program ve tüzüğüne bağlı kalarak, tüzüğün emrettiği yöntemleri kullanarak mücadele ederler. ML’lerin bu şartlarda doğru mücadele yöntemi budur. Bundan başka mücadele yöntemi yoktur (tabi ki tüzüğe yani demokratik merkeziyetçiliğe bağlı kalındığı sürece.)

Şayet ML örgüt ortaya bir platform koyup yöntem belirlemişse -ki program ve tüzük bunları belirler- ML’ler, oportünistlerin platformunda ve yöntemleriyle mücadele etmezler görüşü iki anlama gelebilir. Birincisi, oportünist hareketin platformunu ve yöntemlerini tanımamaktadır. 

İkincisi, sözde ML’lerin hareketin koyduğu platform ve yöntemleri elverişsizdir. Dogmatik hizip bu ayrımı ortaya koymaktan özenle kaçındılar.

Çünkü ML Hareket'in platformunda iç mücadele yöntemlerinde ayrı olarak” kendi tayin ettikleri platformda, kendi yöntemleriyle mücadele edeceklerini” açıkça belirtmekten geri durmadılar. Bu alandaki itiraflar dogmatiklerin komünist hareketin örgütsel ilkelerinde ne kadar uzaklaştıklarını ortaya koyuyordu. KK ise başından itibaren -tartışma kampanyasının başlatılmasında düşülen önemli darbeci hatanın dışında- komünist harekete, onu bağlayan platforma ve yöntemlere sahip çıkmışlar ve çıkmaya devam edeceklerdir. Kısacası, dogmatik oportünistler ML hareket içinde iki çizgi oluşur oluşmaz -kadroları kazanma ve harekete doğru çizgiyi hakim kılma yerine- azınlıkta kalındığı şartlarda hemen ayrılmayı getiriyorlar. Mazeretleri de hazır: “sonra hastalık tüm bünyeyi sarara”, “bizim ayrı platformumuz ve yöntemlerimiz var.”

İşte kendisine güvenmeyen, kadrolara güvenmeyen tasfiyeci öz burada sırıtıyor. Onlar kendilerini hiçbir örgütsel ilkeye kurala bağlı saymıyorlar. Her zaman ayrılma ve yıkmanın teorisini yapıyorlar. Dahası örgütsel ilkeler ve kurallar yerine, “bana göre iyi ise doğrudur”, tasfiyeci anlayış tamda budur. Çünkü onun hareketi kazanmak gibi bir hedefi yoktur ve bunu da yapmayacaklarını biliyoruz. Dogmatikler, “ML hareket oportünistlere ve inkarcılara teslim edilemez” diyorlar. Oysa kendi görüş açılarından bile şimdiki davranışları tutarsızdır. Çünkü onlar, ML Hareket'i gerçek sahibi olan “tasfiyecilere, düşmanlarına” terk etmişlerdir. Dogmatikler tartışma sürecinde ML ilkelere teoriye bağlı kalmayı değil, kendi ihtiyaçlarına göre ML kılıklı anarşist teoriler üretmeyi esas almışlardır.

Nitekim işin içinde çıkmada zorlanan dogmatiklerin anarşist davranışlarını mazur gösterecek teoriye ihtiyaçları olmuştur. Keza biliyoruz ki oportünizm en çok ilkesizlik ve istikrasızlığa gereksinim duymuştur. 

ML’lerin örgüt içi mücadele anlayışı ve dogmatiklerin disiplin tanımazlığı
Bolşevik Partizan'ın ısrar ve inatla görmek istemediği, İBY’nin hizipçiliğini gizlemeye çalıştıkları ya da ideolojik, politik olarak aynı düşünmeleri nedeniyle mazur gördükleri dogmatiklerin bir diğer görüşü üzerinde duralım.”

Biz Kaypakkaya yoldaşın ortaya koyduğu görüşleri savunuyor ve bu görüşlerin disiplinini tanıyor, merkezi önderliğin yani KK’nın örgütümüzün görüşlerini reddeden disiplinini tanımıyoruz” görüşleri üzerinde duralım.

KK, dogmatiklerin bu görüşlerinin açıktan ML harekette merkezi disiplini reddetmenin aynı zamanda harekette kalmayı reddetmek ve hareketi parçalama amacı taşıdığını kabul etmek anlamına geldiğini ortaya koydu. Ünlü görüş disiplininin anarşist özünü ortaya koydu. Bu görüşü disiplinin aynı zamanda Troçkist bir görüş olduğu, örgüt içinde hizip özgürlüğü anlamına geldiğini bilinmez bir durum değildi. Dogmatiklerin bu anarşist görüşü ML Hareket'i bölüp, parçalamanın gerekçesi yapıldı. İşin daha da ilginci dogmatiklerin tasfiyeci  hizipçi girişimi mutlaka mazur göstermek, yeni ayrılıkçı anlayışı geliştirerek durumu  kurtarmak gerekiyordu. 

Bu amaçla iki çizgi oluştuğunda hemen ayrılık görüşü öne sürülerek örgütsel anarşizme kılıf  geçirilmeye çalışıldı. Haliyle dogmatiklerce örgütsel anarşizm bir şekilde inceltilerek  savunuluyordu. Dogmatiklerin örgüt saflarını erkence terk etmeleri onların kendi  düşüncelerinin mücadelesini vermede ve kadrolara güvenmede ne kadar sorunlu olduklarını gösteriyordu. Bolşevik Partizan ve Partizan cenahı aslında örgüt içi mücadelede örgütsel anarşizmi savunuyorlardı. Bundan dolayı bu cenahta ilke ve istikrara yoktu. En önemli ilke meselelerinde de, dün ak dediklerine bugün kara diyebilmekteydiler.

Şimdi de ML’lerin örgüt içi mücadele yöntemleri üzerinde duralım. ML örgütlerde örgüt içi mücadele tüzük tarafından belirlenmiş esaslara göre, disiplin çerçevesinde yürütülür. Örgüt içinde anarşist davranışlara, disiplinsizliğe yer verilmez. ML örgütler organlardan oluşur ve örgüt içi mücadelenin yeri organlardır. Organlar ve organların disiplinini tanımamak örgütü tanımamakla aynı şeydir. “Ben örgütün disiplinini tanımıyorum, sadece organların disiplinin tanıyorum” türünden görüşler anarşizmi vaaz eden görüşlerdir, bunu söyleyerek örgütü tanımadığını söylemektedir. Çünkü organlar olmadığında, tanımadığında, örgüt yoktur ve örgütü tanımamaktadır.

Lenin’in belirttiği gibi örgüt içinde görüşlerini hakim kılmaya çalışan kişiler, önce örgütü inandırmaya çalışırlar. Doğal ve ilkeli olan budur. Lenin bu konuda şunları söylüyor: “Kendi görüşleri çevresinde toplamak istedikleri bir kuruluşta çoğunluğu (özel olarak) sağlamadan önce, başkalarını inandırmaya çalışmayı reddeden hiçbir ilke sahibi kişi görülmemiştir, görülmeyecektir.” (Bir adım ileri iki adım geri, sy: 183.) Yalnızca bu alıntı bile dogmatik hizbin ilkesi ve kuralsızlığını kanıtlamaya yeter. Çünkü bir örgüt ML olduğu sürece, çoğunluğu kazanmaya çalışmaktan daha doğal bir şey olmaz. 

Bunun yolu da onları inandırmaktan geçer şartları elverişsiz de olsa, azınlıkta kalınılsa da yapılması gereken budur. Bunun reddedenler anacak ilkesizler olabilir. Fakat bu çoğunluğu inandırma çalışması ilkelere ve kurallara göre yürümek zorundadır. Bu kurallar örgüt üyelerinin ortak rızasıyla mücadelenin sınırlarını belirleyen tüzükte yansır. Zaten tüzük, kongrede kabul edilir ve örgüte her üye olan bu tüzüğe uymayı kabullenerek girer. İşte mücadele bu sınırlar içinde tüzük kurallarına, disipline uygun olarak gerçekleştirilmelidir. ML’ler örgüt içi mücadelede Lenin’in şu sözleri sürekli hatırda tutarlar: “Parti üyeleri arasındaki görüş ayrılıklarını daha serinkanlı tartışmak ve ayrılıkların çalışmamızı bölmemesini, faaliyetlerimizi aksatmamasını, merkez kuruluşlarımızın işlevini baltalamamasını sağlamak gereğini daha iyi kavrıyoruz.” (Sağ ve sol sapmalar üzerine, 22.)

Kısacası örgüt içi pratik faaliyetleri aksatmamalı, merkezi kuruluşların görevlerini yerine getirmesini engellememelidir. Elbette buda disipline uymakla mümkündür. Merkezi organların disiplinine uymamak, yönetimini kabul etmemek, örgütte kalmamak, örgütü yıkmaya çalışmak anlamına gelir. Burada sözü yine Lenin’e bırakalım.

Lenin Menşevikler için şunu söylüyor: “Kullandıkları yöntem partinin bir bölümünün nefret ettiği, merkezi organların yönetimi altında çalışmayı reddetmekti. Ama dünyada hiçbir partinin, hiçbir merkezi kurumu onun yönetimini kabul etmeyen kişileri yönetme yeteneğine sahip olduğunu kanıtlayabilir mi. Merkezi organların yönetimini kabul etmemek, partide kalmayı reddetmekle aynı şeydir. Bu bir yıkma yöntemidir, inandırma yöntemi değildir. İnandırma yerine yıkma çabasında bulunulması, tutarlı ilkelerden, kendi fikirlerine inançtan yoksun olduklarını gösterir” (Bir adım ileri iki adım geri, sy. 195.)

Lenin’in bu sözleri dogmatik hizbin durumunu tam olarak tanımlamaktadır. İnandırma değil yıkma yöntemi uygulayan dogmatik hizip merkezi organın yönetimini reddederek, ML Hareket’te kalmayı reddetmiş ve ayrılmıştır. Bu durum onların ilkesizliğini ve kendi fikirlerine inançsızlığı ortaya koymaktadır. ML örgüt içinde bazı kişilerle çalışmayı güvensizlik gerekçesiyle reddetmek ile ilgili Lenin’in söylediği sözler, örgüt içi mücadeleye ışık tutmaktadır: “Ama şimdi bir parti üyesi oldum, genel olarak güven eksikliğini, ileri sürmeye hakkım yok, çünkü bu eski grupların bütün kaprislerine ve saçma arzularına kapıyı açık bırakmak olur. Şimdi ben ‘güvenimin’ ya da ‘güven eksikliğimin’ bütün resmi nedenlerini göstermek, yani programımızın, taktiklerimizin, ya da tüzüğümüzün resmen kabul edilmiş ilklerini göstermek zorundayım. Herhangi bir neden göstermeksizin ‘güvenimi’ ya da ‘güvensizliğimi’ ileri sürmemek ve genel olarak partinin herhangi bir kesiminin bütün kararlarının - bütün parti tarafından değerlendirilmesi gerektiğini bilmek zorundayım; güven eksikliğimi ifade ettiğim, ya da bu güven eksikliğinin sonucu olarak ortaya çıkan görüş ve isteklerin benimsenmesini sağlamaya çalıştığım zaman, resmen ön görüşmüş işlemlere bağlı kalmak zorundayım.” (Bir adım ileri iki adım geri, sy. 230.)

Lenin’in görüşleriyle, dogmatik oportünistlerin “kendi platformumuz ve yöntemlerimiz” çığırtkanlıkları tam bir tezat halindedir. Çünkü ilkinde Leninizm’in örgütsel ilkleri, ikincisinde ise anarşist örgüt ilkeleri ortaya konmuştur. Lenin’in sözleri parti ruhundan yoksun bireyci, aydın, yarı-aydınların anlayamayacağı, sindiremeyeceği şeylerdir. Dogmatik hizipçiler tamda bu durumdaydılar. Kısacası, örgüt içi mücadelede tüzük tarafından disiplin ilkelerine bağlı kalmak, ML’ler için zorunludur. Çünkü onlar, örgütü iknayı oportünizme karşı mücadelede esas alırlar.

Çünkü onlar, ilkelidirler, kendi fikirlerine ve kadrolarına inanç beslerler. Doğru fikirlerin kadrolar tarafından er geç kavranacağına inanırlar. Örgüt ML kaldıkça bu yolu tutarlar. Dogmatik hizip ise, 1976 tartışma döneminde örgüt içi mücadelede hiçbir ilke hiçbir kural tanımamıştır. 

Onlara göre doğruyu savunduğuna inanan, her şeyi yapma hakkını kendinde görür, başkalarının ise aynı hakkı yoktur. Dogmatik hizbin örgütsel anarşizmi proletaryanın çelik disiplininden ürken, bu disipline uymayı, bir çeşit kölelik olarak gören küçük burjuva aydının bireyci tutumunu yansıtmaktadır.

Bu konuda katıldığı düşünceleri Lenin, Kaustky’den şöyle aktarıyor: “Aydına gelince durum oldukça farklıdır. O bileğinin gücüyle değil, kafasıyla savaşır. Onun silahları kişisel bilgisi, kişisel yetenekleri, kişisel inançlardır. Herhangi bir mevkiye ancak kendi kişisel niteliğiyle erişilebilir. Bu yüzden bireysel niteliğiyle erişilebilir. Bu yüzden bireyselliğin en özgür davranışı, Ona başarılı faaliyetin başlıca koşullu olarak görünür. Bir bütüne bağlı bir parça olarak görünür. Bir bütüne bağlı bir parça olarak ancak zorlukla katlanması, yalnızca zorunluluktan gelir, eğilimden değil. Disiplin gereğini, seçkin kafalar için, sadece kitleler için kabul eder. Ve kuşkusuz kendini birinciler arasında sayar.” (Bir adım ileri iki adım geri, sy. 152.)

Dogmatik hizbin kuru gürültücü Aleksinski yöntemleri ve İbrahim Kaypakkaya istismarı 
Dogmatik hizbin mücadele yöntemlerini incelerken iki özelliklerine daha dikkat çekmek gerekiyor. İlki; Lenin’in deyimiyle Aleksinski yöntemleridir. Lenin bu yöntemi, şöyle tanımlıyor: “Bolşevikler 1907 Londra kongresinde teorik tezlere cevap olarak bir ajitatör gibi tavır takınıp şu veya bu tür sömürü ve baskıya karşı tumturaklı, ama tamamen yersiz, cümlelere baş vurduğun da, Aleksinski’den ayrılacaklardır. Delegelerimiz “yine bağırmaya başladı” diyorlardı. “Bağırma” Aleksinski’ye bir şey getirmedi.” (Marksizm’in bir karikatürü ve emperyalist ekononizm, Sy. 88, Koral Yayınları.)

Evet, dogmatik hizipçiler aynen Aleksinski gibi davrandı. Dogmatiklerin yazılarında daha çok içi boş tumturaklı laflar, İbrahim’i inkar etmek, örgütü tasfiye etmek vb. demagojilerine sıklıkla başvuruludur. Özellikle örgüt içi mücadele konusunda ilkelere bağlılık yerine bolca iftira, talan ve hayali değerlendirmeler yer aldı. Lenin'in de belirtmiş olduğu gibi bağırıp, çağırma, Aleksinski’ye bir şey kazandırmadı. Süslü sözler, parlak ama kof cümleler, yüksek perdeden laflar kısacası Aleksinski yöntemleri dogmatik hizbe hiç bir şey kazandırmamıştı. Aslında bu tür yöntemlerin kullanılması, ideolojik ve politik aczinin farkına varanların sorunların esasını gizleme, duygulara hitap ederek, çevresindekileri etkileme yolunu tutma ihtiyacını hissetmekten gelmektedir.

Yine dogmatik hizbin ve haliyle Bolşevik Partizan'dan diğer Partizan cenahının en fazla öne çıkarıp istismara giriştiği olay İbrahim Kaypakkaya yoldaş olmuştur. Bu durum adeta Partizan cenahının olmazsa olmazı olmuştur. Dogmatik hizip merkezi önderliğin karşısında savunacak bir şey bulamayınca, en kolay yoldan tabanı etkilemek bakımından “İbrahim yoldaşa kimse dokunamaz ve İbrahim’i reddediyorlar” demagojisi olmuştur.

İşin daha da ilginci KK ve Halkın Birliği'ni “İbrahim Kaypakkaya yoldaşa ihanet ettikleri” iddiayla ortaya çıktıkları halde, bir çoğu sınıf savaşımının dışına düştükleri gibi, KK’ya karşı keskin İbocu geçinen TKP-ML Partizan önderliği, 12 Eylül faşist askeri darbenin ardında gözaltına alındıklarında Süleyman Cihan dışında kalanların çoğunluğu İbrahim Kaypakkaya’nın işkencede ser ver sır verme direniş geleneğini yaşatamamışlar ve işkencede çözülmüşlerdir. Yine 1976 tartışma sürecini baltalayan ve ayrılığı kışkırtan Hİ kısa dönem sonra dogmatikler ile farklı ideolojik, politik hatta evrimleşerek saflarda atılmıştır. Aynı zamanda 1974’ten sonra Hareket'e katılan Ahmet Kızıler grubu da -MZ deniliyor-, 1976 tartışmasında olumsuz ve kışkırtıcı bir rol oynamıştır. Ahmet Kızıler çok keskin İbrahim istismarcısı olarak öne çıkmış ve Hareket'in hatalarının ortaya konmasın da rahatsızlık duymuş ve tartışma kampanyasında ayrılığı kışkırtan başrolcülerden olmuştur.

Ne ki dogmatik hizbin önemli temsilcilerinden birisi olarak öne çıkan A. Kızıler dogmatiklerle ideolojik - politik olarak anlaşamayarak yollarını ayırarak karşı devrimci 3. Dünya Teorisi’nin savunucusu olarak ortaya çıktı, bir dönem Kurtuluş Yolu adı altında bir dergi çıkardı ve ardında KK’yı “İbrahim’e ihanet etmekle suçlayan”lar kapağı Aydınlığa atarak, Aydınlık safların da İbrahim yoldaşa bolca küretmekten geri durmamışlardır. İbrahim istismarcılığına sınır tanımadan devam eden dogmatik Partizanın önderleri KK’nın doğru devrimci tutumunu çarpıtarak duygu sömürü yapmaya çalışmıştır. Kuşku yok ki dogmatik hizipçilerin İbrahim Kaypakkaya yoldaşla istismar yöntemleri Aleksinski yöntemlerinin bir parçası olan bu yönteminde bir şey kazandırmadığı ortadadır.

Dedikodu ve skandal ticareti dogmatik hizbe yarar sağlamamıştır 
Dogmatik hizbin yöntemlerinden bahsederken son bir noktaya daha işaret edelim. Bu yöntem dedikodu yöntemidir, skandal ticareti yöntemidir.

Sağda solda kişiler hakkında dedikodular, kişilerin niteliği üzerinde durmak, hiçbir belgeye dayanması mümkün olmayan kişilerin niteliği üzerinde durmak, hiçbir belgeye dayanması mümkün olmayan kişiler arasındaki konuşmaları tahrif edip kanıt getirme, hareket sırlarını ulu orta herkese açıklamak, hatta derneklerde belge okumaya kalkmak başvurdukları başlıca yöntemlerdir. 

Tabi ki gözlerini kırpmadan yalan ve iftiraya başvurmaları da cabası. Zaten, kişi bir kez bu yolu tutumu zorunlu olarak yalan ve iftiraya başvurur. Kısacası dedikodu, skandal ticareti dogmatik hizbin önemli bir yöntemidir. Bu gizlilik konusunda kendisini açığa vuran en kaba örgütsel Menşevizmle, laçkalıkla birleşmektedir. 

Bu yöntemler dogmatik hizbin niteliğine uygundur. Çünkü onlar, örgütsel ilkleri sorunun ideolojik ve politik yönünü öne çıkarıp, esaslar üzerine tartışacak gücü kendisinde bulamamaktadırlar. Bu nedenle ayrıntılar içinde sorunu boğmak, ilkeleri bir yana itmek bir ayrımda sözde çelişki yakalayıp kafa karıştırmak, kişileri kötülemek yolunu tutuyorlar. Aslında bu onların kendi ilkelerine güvenmediklerinin ve sorunu buraya çekerek parsa toplamaya çalıştıklarının kanıtıdır.

Şimdi Lenin’in bu tür mücadele yöntemlerini nasıl mahkum ettiğini görelim. İspati olmayan özel konuşmalar dolayısıyla yalancılık suçlaması için Lenin şunları söylüyor: “Provokasyonun, kimin yalancı olduğunu soran bu metodu, yalnızca bir kavga için bahane arayan bir kabadayıya veya davranışındaki gülünçlüğü fark etmeyen histerik bir adama yakışır. Belki politik hatalardan suçlanan politik bir liderin bu metodu kullanması kesinlikle, onun başka bir savunması olmadığını ve Onun politik farklılar seviyesinden berbat ağız kavgacısı ve skandalcı seviyesine düştüğünü ispatlar.” (RSDİP’in Kuruluşu, sy. 100.)

“İspatlanmayan konular dedim, çünkü tabiatları icabı, hiçbir kaydı bulunmayan özel konuşmalara, hiç bir ispata meydan ve buna dayandırılan konular, bütün anlamıyla ‘yalan’ kelimesinin tekrarını gerektirir. Martov, dün, bu tür tekrara sanatında gerçek ustalığa erişti ve ben de onun yolundan yürümeye hiç niyetli değilim.” (Aynı yerde, 101.)

Yine Lenin yoldaş kişiler hakkındaki dedikodular üzerine şunları söylüyor: “Kişilerin niteliği ve hareketleri konusunda kongrenin dışında konuşmak ve dedikodu yapmak, bana yakışıksız ve hayasızca bir iş olarak görüyor. (Çünkü bu gibi durumlar, yüzde 99 örgüte ilişkin bir sırdır ve ancak partinin yüksek bir yönetim kuruluna açıklanabilir.) Kongre dışında, böyle dedikodulara sarılarak savaşmak bana göre, skandal ticareti yapmaktır. ” (Bir adım ileri iki adım geri, sy. 177.)

Dogmatik hizbin yöntemlerini Lenin’in eleştirdiği bu fiillerde açıkça görmek mümkündür. Lenin’in de belirttiği gibi bütün bunlar siyasi aczin ifadesidir ve buna başvuranların başka savunması olmadığını gösterir. Dogmatik hizip başları, tam bir acz içine düştüklerinden zorunlu olarak bu yola sapmışlardır ve berbat ağız kavgacısı durumuna düşmüşlerdir. Dogmatik hizipçiler gizlilik konusunda da tam bir sorumsuzluk içinde olmuşlardır. Hareketin sırlarını ulu orta yaymak, isim açıklamak gibi bir soruda - sorunda gizliliği ağır bir şekilde ihlal etmişlerdir. Buda onların sorumsuzluğunu, gerekirse hakim sınıflara en büyük yararı sağlayacak davranışlardan kaçınmadıklarını gösterir.

Buraya kadar dogmatik hizbin örgüt içi mücadele anlayışı ve yöntemleri üzerinde durduk. Buraya kadar hatırlattıklarımızı toparlarsak, şöyle bir sonuca varırız, dogmatik hizbin, gerek örgütsel mücadele anlayışında ve gerekse de bunun yöntemleri konusunda örgütsel anarşizm vaaz etmektedir. 

Dogmatik hizip tutarlı örgütsel ilklere sahip değildir ve sürekli zikzaklar çizmektedir. Bugün kabul ettiğini işine gelmediğinde yarın reddetmiştir.

Örgütsel mücadele anlayışıyla ilgili olarak dogmatik hizipçiler ML Hareket’te iki çizgi mücadelesini sürekli kabul eden, oportünist çizgiyi sade ve alt etmekle yetinene sağ oportünist bir görüş savunmaktaydılar. Aslında bu onların gerçek düşünceleriydi. Ama işler farklı şekilde gelişince oportünistler bir uçtan diğerine kaydılar.

Bu kez “görüş disiplini” adı altında örgütsel anarşizmi savunmaya başladılar. Oysa aradan ancak üç ay geçmişti. Onlar tutarlı ilkelerden yoksun olduklarından, kendi hesaplarını ve gerici davranışlarını mazur gösterecek teorileri birbiri peşi sıra yaratmakta tereddüt etmediler. ML’lerin saldırısı karşısında “görüş disiplini” anlayışının ipliği kısa zamanda pazara çıktı. Bunun üzerine oportünist şefler yeni bir oportünist manevraya giriştiler. Görüşlerini değiştirdiler, eski sağcı görüşlerini, ilgisiz görüşleri savunduğumuz halde utanmadan bize mal ettiler. Ondan sonra “iki çizgi oluştuğunda aynı örgüt çatısı altında kalmayarak hemen ayrılma” anarşist teorisini geliştirdiler. Bu teori açısından, hareketimize mal ettikleri, eski düşünceleri eleştirdiler. Bu teoride davranışlarını haklı çıkarmak için uydurdukları, kitaba uydurulması daha kolay, ama örgütsel anarşizmi vaaz eden bir teoridir. 

Lenin bir partinin gerektiğinde taktiklerini 24 saat içinde değiştirebilecek esnekliği sahip olması gerektiğini, ama ilklerin 24 saat içinde değişmeyeceğini uzun süre boyunca muhafaza edileceğini belirtiyor. Dogmatikler ise örgütsel mücadele ve disiplin üzerine ilkeleri sıklıkla değiştirmişlerdir. Bu durum aslında dogmatiklerin nasıl ilkesiz bir konumda durduklarını ve küçük burjuvazinin istikrarsız düşüncesini yansıtmaktadır. Onlar sınıf konumları gereği istikrarlı bir düşünceye sahip olmayıp sürekli yalpalarlar, zikzaklar çizerler. Kesin bir mücadele anında esas mücadele eden güçler arasında bocalar. 

Yenilgiye uğradıklarında ise, umutsuzluğa kapılır. Kendilerine ve çevrelerine küfretmeye başlar, gözyaşları döker, pişmanlık getirirler. Çevremizde bu türden yüzlerce olay vuku bulmuştur.

Dogmatik hizbin ilkesizliği küçük burjuva niteliğinin sonucudur. Örgütsel anarşizmi vaaz eden görüşleri de, proletarya örgütünün çelik disiplininden ürken, buna uymayı kölelik sayan, kendisini disiplinin üzerinde seçkin kişi olarak gören, farklı fikirlere karşı uzun, sabırlı, eğitici ve ikna edici mücadeleyi göze alamayan küçük burjuva aydın, yarı-aydının görüşlerini yansıtmaktadır. Sorunun bir diğer yönü de bu örgütsel anarşizmi vazeden teorinin sahiplerinin, hareket kadrolarına ve kendi savundukları görüşlere güven duymamalarıdır. 

Çünkü onlar fikirlerini kadroların kabul edeceğine güvenmemektedirler. Bu da önce kendi fikirlerine, onu savunup kabul ettirebileceklerine inançsız olduklarını gösterir. Örgütten hemen ayrılma görüşü bu inançsızlığın teorik ifadesidir. Sonra kadrolarında -kendilerine göre- doğru fikirlerin yanında yer alacağına inanmamaları, kadrolara güvenmemeleri de teorik ifadesini bu anarşist düşüncede bulmaktadır. Dogmatiklerin örgüt içi mücadele konusunda kullandıkları yöntem küçük burjuva niteliktedir. Lenin de Menşeviklerle ilgili yaptığınız alıntıların dogmatiklere tıpa tıp uyması tesadüfi değildir.

Çünkü örgütsel anlayışları ve örgütsel mücadele yöntemleri bakımından tasfiyeci dogmatiklerle Menşevikler arasında özde fark yoktur. Unutmayınız ki, Menşevikler de azınlıkta kaldıklarında örgütsel anarşizmi savunuyorlardı. Ve onların şekilsiz, gevşek parti anlayışlarıyla uyuşuyordu. 

Merkezi organların yönetimini kabul etmemenin örgütten ayrılmak ve onu parçalamak anlamına geldiğini ortaya koyduk. Bunun anlamı bunu yapanların Hareket’e sahip çıkmaya kalkmalarının sahtekarlık ve ikiyüzlülük olduğudur. Bolşevik Partizan’ın tüm çarpıtma ve olayları farklı gösterme çabalarına karşın, dogmatik hizip örgüt içi mücadele ve disiplinde Leninist ilklerden ırak, kendi fikirlerine inançtan yoksun olduklarını göstermiştir. Dogmatik hizip ilkelere ve disipline bağlı kalarak mücadele etmek yerine “biz platformumuzu kendimiz koyar kendi yöntemlerimizi kendimiz saptarız” diyerek anarşizmini bir kez daha ortaya koymuştur. O hiçbir ilkeye bağlı olmadığını göstermiştir.

Dogmatik hizip içi boş parlak cümleleri öne sürerek, bir başka ifadeyle Aleksinski yöntemlerini esas almış, fikir gücüyle, ikna yoluyla sağlayamadığı etkiyi bu yola sağlamaya çalışmıştır. Aynı şekilde İbrahim yoldaşı da kendi gerici hesapları için istismar etmiştir. Dogmatik hizip, iftira, yalan, dedikodu kişisel karalama gibi yollara sapmış, gizliliği ağır şekilde ihlal etmiştir. Bütün bunlar dogmatiklerin politik aczinin ve küçük burjuva sorumsuzluğun kanıtlarıdır. 

Tasfiyeci şefler, ML görüşlerle ilkeli bir tarzda mücadele etme gücünü kendilerinde bulamayıp, bu alanda sırtlarının yere geleceğini anlayınca, bu yanlış yöntemlere başvurarak sorunları çarpıtmaya, kafa bulandırmaya çalışmaktadırlar. Bütün bunlar onların kendi fikirlerine inançsızlıklarının kanıtıdır.

Sonuç olarak, gerek örgüt içi mücadele anlayışlarına, gerekse de bu mücadelenin yöntemlerinde tasfiyeci dogmatikler ML’den fersah fersah uzaklaşmışlardır. Bu savrulma onların küçük burjuva niteliğinden kaynaklanmaktadır. Bu sınıf yapısı nedeniyle onlar, ilke ve istikrara sahip değillerdir, zikzaklar çizmekte, yalpalamaktadırlar. Onlar ML Hareket’e, onun görüşlerine ve kadrolarına güven duymamaktadırlar. Kendi görüşlerine de güvenememektedirler. İşte bu nedenle örgüt içi mücadelede küçük burjuva yöntemler geliştirdiler ve anarşist örgütsel anlayışa sahiptirler.

Sonuç olarak: 1976 tartışma kampanyası ve ardından dogmatik hizbin nasıl örgüt iç mücadele ve disipline uymayarak görüş disiplini dayatarak örgütsel alanda anarşist bir hatta yürüyerek 1976 Temmuz'unda TKP-ML Hareket'inden koparak, önce ayrı gruplar olarak hareket edip 1978 yılında örgütte kopan grupların birleşimiyle TKP-ML Partizan örgütünün kurulduğunu dikkate aldığımızda tartışamadan kaçarak TKP-ML Hareketi’nde hizip örgütleyerek kopan, dogmatikler olmuştur. Buradan hareket ettiğimizde TKP-ML Hareketi hem önderlik bağlamında ve hem de örgütlü güçler açısında örgüt kitlesinin ana gövdesi  KK yanında saf tutmuştur. 

Demek ki Kaypakkaya yoldaşın açtığı kızıl bayrağı, hata ve yetmezliklerinden arındırarak ileriye taşıyan ve gerçek mirasçısı KK önderliğindeki TKP-ML Hareketi olmuştur. Bugünde bu ML çizginin devamcısı KP-İÖ’dür.

Yukarıda belgelerle de aktarmış olduğumuz gibi, Partizan cenahının KK ve haliyle TKP-ML Hareketi'ne dair söylemlerinin içeriğinin ne kadar boş ve gerçek dışı olduğunu gösteriyor. Kim ne derse desin Kaypakkaya yoldaşın ve haliyle TKP-ML Hareketi’nin hata ve yetmezlikleriyle hesaplaşıp, tıpkı Kaypakkaya yoldaş gibi tabulara vurarak buz kıran rolünü oynar, Onun çizgisini ML temelde ileriye taşıyan, KK ve ardılları olmuştur. Hayali yazılan tarih gerçek karşısında her zaman tuzla bul olmuştur. 

Bolşevik Partizan ve Partizan cenahının 1976 ayrılığı üzerine yazdıkları hikayelerin özünde avcılık hikayeleri olduğunu, verilerle ve o dönemdeki tartışma belgelerinde ortaya koyduk. Biz her daima gerçeklere (belgelere) bağlı kaldık. Umudumuz o ki, hayali tarih yazımında ısrar eden Bolşevik Partizan ve Partizan cenahı da bu tutumunu terk ederek hayalden gerçeğe adım atmış olur.
Haziran 2020

Hiç yorum yok: