Giriş:
Bilindiği üzere Gün Zileli 88’ yılına kadar PDA-Aydınlık hareketinin MK’si üyelerinden birisiydi. Kendi deyimiyle Aydınlık-PDA hareketinin 5 kişilik ilk kurucu üyelerinden biriydi. Haliyle PDA-Aydınlık hareketinin belirlenen politikalarında ve izlenen –örgütsel-pratik çalışmalarında söz sahibi olanların hatta diğer MK üyeleri içinde Doğru Perinçek’in daha fazla güvenini kazanması ve evet efendimci olması nedeniyle öne çıkmış ve uzun yıllar söz sahibi olan kişilerin başında gelmiştir.
Gün Zileli Aydınlık-PDA saflarında başlayan iç tartışmalar 88’de ayrılıkla sonuçlanıp, 1989 yılında Sovyetler Birliği ve ardında Doğru Avrupa revizyonist iktidarlarının çözülmesinde etkisiyle derinleşerek süren devrim ve sosyalizm düşmanlığını açıktan Marks-Engels-Lenin ve Stalini toptan hedef tahtasına oturtan ray değişimiyle anarşizmde karar kılacak başka bir hatta M-L saldırıya devam etmiştir.
Bir dönemler T.C devletinin koruyucu ve kolaycılığına soyunarak, devrimci ve sosyalistlere yönelik ihbar furyası ve karapropoganda çalışmasının başını çeken, sağ oportünist 3.dünyacı sınıf işbirlikçiliğinin kararlı savunucusu sağ Mao’culuğu geminin bordosun da denize atan, Gün Zileli, ne yazık ki içine kaçmış olan PDA-Aydınlık’ın yalan, tahrifat ve şüphe yayma alışkanlıklarından vaz geçmiş değil.
Nitekim Gün Zile’li Aydınlıkta aldığı hem öyle hem böyle, hem çok olumlu hem de aslında hiçte iyi değil şüpheci yaklaşımlarıyla şüphe yayıcı devrimci değerlere, devrimci ve sosyalist önderlere yönelik kara çalma ve gerçekleri ters yüz etme, burjuvazinin karargahında alınmış kirli silahlarla mücadele etmekten geri kalmıyor.
Gün Zileli her ne kadar “ Yarılma ve Havariler “ adlı anı romanlarında geçmişine dair birşeyler söylemeye çalışsa da, aslında PDA-Aydınlık hareketinin bir çok konudaki anlayışlarından koparak hatalı tutumunu köklü olarak terk etmiş değil. Bunu Gün Zile’nin devrimci ve komünist hareketin tarihi ve politik gelişmelere dair yapmış olduğu değerlendirme ve analizlerinde görmek mümkündür. Gün Zileli her ne kadar PD-Aydınlık revizyonizmden yıllar öncesinden kopup çizgi değiştirerek anarşizmde konaklamış olsada içine kaçmış Aydınlık anlayışlarında tüm den kurtulmakta zorluk yaşıyor.
Kuruluşundan ayrıldığı 1988 dek PDA-Aydınlık çizgisinde sorumluların başında gelen Gün Zileli, Aydınlıktan kopup anarşizme yelken açmasına karşın devrimci harekete ve devrimci hareketin öncü kadrolarına yönelik hem nalına hem mıhına vurmaya devam ediyor. Keza Zile’linin bu Aydınlıkçı yaklaşımlarını devam ettirmesini, gerek İbrahim Kaypakkaya ve gerekse de Garbis Altınoğlu’na dair yalan-yanlış ve burjuvazinin faşist işkencecilerin iddialarına dayanan değerlendirmelerinde görmek mümkündür.
Kaypakkaya Yoldaşın Yakalanması ve Diyarbakırda İşkenceye Alınması ve Katledilmesi
Bilindiği üzere İbrahim Kaypakkaya yoldaş 29 Ocak 1973 yılında Mirik Mezrasında bir öğretmenin ihbarı sonucu yakalandı. Sorguya alınıp örgüt hakkında istedikleri sonucu bir an önce almak amacıyla işkenceciler Kaypakkaya yoldaşı yaralı olduğu halde, Diyarbakıra götürüldü. Önce Askeri hastanede yaralarının iyileşerek bir an önce işkenceye alınması hazırlığı yapıldı. Kaypakkaya yoldaş 3.5 ay süren en ağır işkencelerin ardında istediklerini alamadıklarında ve düşünceleri çok tehlikeli bulunduğu için, MİT ve Sıkıyönetim komutanlığının kararıyla, 18 Mayıs 1973 yılında ağır işkencelerin ardında kurşuna dizilerek katledildi.
İşkenceci cellatlar, Kaypakkaya yoldaşın katledilmesine bir kılıf bulmaları gerekiyordu. Bulunan kılıf burjuvazinin çok sıklıkla başvurduğu, “ işkenceye dayanamayarak intihar ettiği “ yalanıydı. İşkenceciler Kaypakkaya yoldaşı, 16 Mayıs 1973 yılında Diyarbakır zindanında kaldığı hücrede alınarak bilinmeyen başka bir işkence merkezine-büyük ihtimalle MİT işkencehanesine – götürüldü . Burada 2 gün ağır işkencelere maruz kalan Kaypakkaya yoldaş, konuşmadığı için 18 Mayıs 1973 yılında kurşunlanarak katledildi.
Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledildiğini gizlemek amacıyla 7.Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanı Şükrü Olcay’apar topar bir senaryo yazar yazdığı “Bilgi için: a) Genel Kurmay Başkanlığına, b) K.K.K.’na, c) 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı’na dağıtımı” notuyla, “çok gizli” ibareli 31 Mayıs 1973 tarih ve İSTH: 7130-2133-73 sayılı “Mesaj Formu”nda, İK’nin “sol bileğini jiletle keserek intihar ettiğini” söylüyor. Bu Mesaj Formu şöyledir:[21]
“(…)
4 – Türkiye Komünist Partisi (M-L.) örgüt faaliyetlerini yöneten ve sorumlu bir şahıs olduğu EK-1 ve EK-2’de sunulan MİT dökümanlarıyla teyit edilen anarşist İbrahim KAYPAKKAYA, alacağı cezayı asgari ve azami olarak tahmin etmiş, onun kendi üzerinde bıraktığı etkiden kurtulamayarak morâl çöküntüsü halindeyken 17 Mayıs 1973 günü sabaha karşı sol bileğini jiletle keserek intihar etmiştir.
5 – Komutanlıkça verilen emir üzerine Askeri savcılıkça olaya el konulmuş, anarşistin 17 MAYIS 1973 günü ölü olduğu tespit edilmiş ve EK-3’de ölü muayene tutanağı tanzim edilerek Askeri Hastaneye otopsi yapılmak üzere getirilmiştir. 18 MAYIS günü Askeri Hastanede yapılan otopsi sonucu hekimler heyetince intihar etmiş olduğu kanaati hasıl olmuş ve EK-4’de sunulan otopsi tutanağı tanzim edilmiştir.
6 – Olay ilgi (c) mesajda ANKARA Sıkıyönetim Komutanlığı’na intikal ettirilmiştir. 21 MAYIS 1973 günü, ceset, Diyarbakır’a gelmiş babasıyla birlikte MİT yetkililerinin refakatinde T.H.Y. uçağı ile ANKARA’ya götürülmüştür. Cenazenin daha sonra Çorum’a götürülerek orada defnedildiği ve defin yerinde gerekli güvenlik tedbirlerinin alındı MİT ilgililerinden öğrenilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
(imza)
Şükrü Olcay
Korgeneral 7. Kolordu ve Sıkıyönetim Komutanı”.
Sıkıyönetim komutanı Şükrü Olcay ve Savcı Yaşar Değerli bölgedeki operasyonları ve aynı zamanda gözaltına alınan devrimci ve Kürt yurtseverlerini işkencede sorgulayan ekibin başındaki işkenceci cellatlardır. Nitekim İbrahim Kaypakkaya yoldaşın akibetini soran devrimci ve yoldaşlara Yaşar Değerlinin verdiği yanıt, sıkıyönetim Komutanı Şükrü Olcay’ın açıklamalarıyla uyum içindedir.
Değerli, Temmuz 1973 yılında Aslan Kılıçla geçen diyaloğunda aynen şunları söylüyor:
A. KILIÇ: «İbrahim’i işkence ile öldürdünüz, ona söyletemediğiniz şeyleri benden mi almak istiyorsunuz?»
Y. DEĞERLİ: «İbrahim’i biz öldürmedik; tokyosuna koyduğu jiletle bileklerini keserek intihar etti. Hem sen bu haberi nerden duydun?»
Aslında Yaşar Değerli Diyarbakır da THKO davasında tutuklu Mustafa Karadağı ve Onu tehdit eder. M.Karadağ o dönemde yaşadıklarını A.Kılıçla karşılaştığında şöyle aktarır:
“M. KARADAĞ: «Ben de İbrahim’i ve ölüsünü görmedim. Haberi Diyarbakır askerî savcılığı ve erlerden duydum. Ayrıca MİT’te beni sorguya çeken ismini bilmediğim saçları dökük ve yüzbaşı rütbesinde bir hakim subay sorguya başlarken «daha geçen hafta burada konuşmayan birini gömdük. Aynı yolu tutarsan senin de akıbetinin bu olacağından şüphe etmemen için bu şahsın adını da sana söyleyeyim: Bu kişi İbrahim KAYPAKKAYA’dır ve tanırsın da. Şimdi adam gibi konuş» dedi.[»]
Aslında M.Karadağın tarif ettiği kişi Yaşar Değerli’nin kendisidir. Kendisi, 12 Mart döneminde Diyarbakır’dan Ankara’ya-İstanbul’a dek hemen her yerde devrimci ve komünistlere yönelik işkencelerin başında yer alan ve bizzat işkencelere katılan faşist bir cellattır.
Bütün bu gerçekler bize, Diyarbakır da işkencecilerin İbrahim Kaypakkaya yoldaşı işkencede katlederek durumu gizlemek için; “ tokyosunun içine gizlediği jiletle bileğini keserek intihar etti” iddiasının tümüyle yalan ve gerçek dışı olduğunu, açıklamaların ise katliamcı yüzlerini gizlemeyi amaçladıklarını gösteriyor. Devlet her zaman yaptığınıi Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilmesinde de yaparak, politik cinayetlere intihar süsü vererek işin içinde kolayca sıyrılmaya yolunu tutmuştur.
İşkencecilerin Kaypakkaya yoldaşın ” işkencede bileklerini keserek intihar ettiği ” savlarının yalan olduğu İstanbul da başlayan TKP-ML Hareketi davasında kısa zamanda açığa çıkarılmıştır. Kaypakkaya yoldaşı yakınen tanıyan yoldaşları sıkıyönetim mahkemesinde davanın başlamasının daha ilk günü Kaypakkaya yoldaşın işkencedeki akibetini sormuşlar ve olayın açığa çıkarılması için suç duyurusunda bulunmuşlardır. Mahkeme heyeti Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledildiğinin açığa çıkmasını engellemek bakımından,” bu sorunu aydınlatmanın mahkemenin görevi olmadığını” ileri sürerek davanın bir numaralı sanığına Diyarbakırda neler yapılarak katlediliğine dair gerçeklerin açığa çıkmasını önlenmeye çalışmıştır. Neki Kaypakkaya yoldaşın dava yoldaşları Kaypakkaya’nın yoldaşın akibetini açığa çıkmadan ifade vermeyeceklerini dillendirmişlerdir.
Nitekim TKP-ML Hareketi dava tutsaklarının yargılandıkları İstanbul Sıkıyönetim mahkemesine vermiş oldukları somut delilerle desteklenmiş olan dilekçede, Kaypakkaya yoldaşın işkencede nasıl katledildiği dile getirilmiştir.
Aynı zamanda Kaypakkaya yoldaşın Yaşar Değerli ve Şükrü Olcay’ın iddia ettikleri gibi intihar etmediği ve işkencede katledildiği, katliamcı başının Savcı Yaşar Değerli olduğu Kaypakkaya yoldaşı yakınen tanıyan yoldaşları ile Diyarbakır işkencehanelerin de aynı ortamda yer alan devrimcilerin ve adli tutsakların açıklamalarında açığa konmuştur.
Çünkü İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş, 29 Ocak 1973 yılında yaralı olarak yakalandıktan sonra hastane de yaralı haliyle zincire vurulmuş ve hücrede sıkıca kontrol altında tutulmuştur. Hastane den sonra da işkence için hücreye konulduğu süreçte, hücresinde, demir aksamlı hiçbir aletin, kemer ve ip kabilinden hiçbir şeyin yanında bulundurulmadığı ve tedbir mahiyetinde olarak aynı binada ve birkaç metre ötedeki tuvalete dahi götürülmediği ve hücresinde tuvalet ihtiyacını giderdiği ve sürekli olarak nöbetçilerce arama-taramanın yapıldığı bir yerde jilet bulmak, tokyoya gizlemek ve sorgulanmak amaçlı götürüldüğü MİT yada sıkıyönetim binasına jileti götürmek ve sürekli işkence altında tutulan birisinin intihar edeceği senaryosunu çizmek ancak Savcı Yaşar Değerli ve Sıkıyönetim Komutanı Şükrü Olcay gibi devrim ve komünizm düşmanlarının uydurabileceği bir senaryodur. Bu aynı senaryoya işkenceciler “ ağır ceza alma olasılığı yüksek olması nedeniyle moral çöküntüsü içinde olması nedeniyle intihar etti” yalanını eklemişlerdir. Neki Kaypakkaya yoldaşın işkence altında intihar ettiği senaryosu kısa zaman içinde faşist işkencecilerin elinde patlamıştır.
İbrahim Kaypakkaya Yoldaşın işkencede İntihar Ettiği Yalanı ve Gerçekler
Elbette işkenceci cellatlar kendilerini temize çıkarmak ve devleti töhmet altında bırakmamak adına, Kaypakkaya yoldaşı işkence de katlettiklerini kabul etmeyerek ve siyasi cinayetlerine başka yalanlar ekleyerek, olayın üzerini kapatmaya çalışmışlardır. Bunu bizzat devletin temsilcilerinin yapması bir yerde çok anormalde değildir. Ama Kaypakkaya yoldaşın Diyarbakır işkencehanlerin de susma hakkını kullandığı ve düşünceleri devletçe oldukça tehlikeli bulunduğu için olarak görüldüğü için, faşist devlet tarafından işkencede katledildiği bilinmesine karşın Gün Zile’nin tüm bu yaşananlarda hiç haberi yokmuş gibi davranarak, araştırma inceleme yapma gereği duymadan Kaypakkaya yoldaş hakkında kulaktan dolma bilgilerle faşistlerin iddialarına sarılması aslında hala Kaypakkaya yoldaşın karşısında eziklikten kurtulamadığını ve gerçekleri olduğu gibi teslim etmede sorunlu olmaya devam ettiğini gösterir.
Gün Zileli, eğer Kaypakkaya yoldaşın devrimci önderliği ve politik çözümlemelerde bir çok değerlendirmelerinin haklı çıktığını teslim etmesine rağmen, tüm bunları unutarak, Kaypakkaya yoldaşın “ işkencede intihar ettiği ” savına gözü kapalı sarılıyorsa, devrimci dürüstlükte ve gerçeklerin savunucusu olmakta hiçte nasibini almadığını ve başkaları hakkında ettiği büyük lafların altının boş olduğunu açığa seriyor. Sanırız hem ideolojik-politik olarak uzun yıllar Aydınlık-PDA revizyonizminin halk ve devrim düşmanı görüşlerin etkisi ve hem de anarşist olduktan sonrada içine kaçmış olan Aydınlık düşüncelerinin etkisinden kurtulamadığından dolayı Gün Zileli, Kaypakkaya yoldaşın katledilmesinde gerçekleri görmeyen ve işkencecilerin yalanlarına inanan bir konumda kurtulamayarak geçmiş, 1972 ayrılık sürecindeki Aydınlık-PDA önderliğinin gerici değerlendirme ve yaklaşımlarının inceltilmiş haliyle devam ettiğini gösteriyor.
Gün Zile’linin İ.Kaypakkaya yoldaşı dair önyargıcı ve revizyonist başka değerlendirmelerinde devam ettiğini görüyoruz. Peki Kaypakkaya yoldaşın işkencedeki tutumuyla ilgili ne diyor Gün Zileli.
“GZ: İbrahim Kaypakkaya, bildiğim kadarıyla, işkence yapılmasına izin vermeden, tokyosunun tabanına sakladığı bir jiletle bileklerini keserek intihar etti. Zaten yakalanmadan önce kaçarken karda donduğundan ayak parmaklarını kesmişlerdi. Hastaneden işkencehaneye nakledilir nakledilmez bu eylemi gerçekleştirdi ve hayatına son verdi. Bence işkencede direnmek kadar kahramanca bir eylemdi.
Garbis’in işkencedeki direnişi zaten biliniyor. Benim ilaveten söyleyecek sözüm yok. Hayranlık uyandıracak bir direniş olduğu çok açık.”( 22 Ekim 2019 tarihinde Ulaş Boz’un http://Vengma.net’te, Gün Zileli ile işkence konusundaki röportajında)
Yukarıda aktarmış olduğumuz Gün Zile’linin görüşlerinin hemen hepsi de gerçek dışı ve burjuvazinin cephaneliğinden alınarak aktarılmış ve hiç bir biçimde doğru olmayan görüşlerdir. Kaypakkaya yoldaşa methiyeler dizeyim derken aslında tam tersini yapıyor. Bir kere İbrahim Kaypakkaya yoldaş faşist işkencecilerin ve Gün Zile’linin iddia ettiği gibi, “ kendisine işkence yapılmasına izin vermeden tokyosunun tabanına saklamış olduğu sakladığı bir jiletle bileklerini keserek intihar “ etmemiştir. Bu külliyen kuyruklu bir yalandır ve bilerek yada bilmeyerek Kaypakkaya ya yoldaşın işkencede kızıl direnişine gölge düşürmektir.
Olayın gerçeği ne kadar devletçe gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın, Kaypakkaya yoldaş işkence de konuşmadığı için savcı, MİT ve Sıkıyönetim komutanlığı yani faşist T.C devletince katledilmiş komünist bir önderdir. Yine Gün Zile’li Kaypakkaya yoldaşın nasıl yakalanıp, 3.5 ay en ağır işkencelerin ardından hunharca Diyarbakırda katledildiğine dair her hangi bir araştırma-sorgulama içinde olmadan, sağdan soldan duymuş olduğu yarım yamalak, esas olarakta düşmanın bilgilerini veri alarak bir değerlendirme yapıyor. Gün Zileli, Kaypakkaya yoldaşın yakalanışı ve uzun süre işkenceye alınışına dair az çok bilgi edinerek birşeyler yazmış olsaydı, “ hastaneden işkencehaneye nakledilir nakledilmez bu eylemi gerçekleştirdi ve hayatına son verdi “ palavrasını atmazdı. Bilindiği üzere Kaypakkaya yoldaş 21 Nisan 1973 yılında hastanede işkencehaneye getiriliyor. Yaklaşık bir aylık işkence sürecinin ardından yani 18 Mayıs 1973 yılında katledilir.
Demek ki Gün Zile’nin işkencehane’ye getirilir getirilmez Kaypakkaya yoldaşın “intihar” yolunu tuttuğu savı tümüyle hayal mahsulü ve gerçek dışıdır. Kaypakkaya yoldaşın yakalanışı ve 3.5 ay süren işkencenin ardında katledilmiş olmasını unutmak, sanırız yıllardır devrimci ve komünist harekete karşı şüphe yayan ve düşmanlıkla bezenmiş Aydınlık-PDA anlayışından kurtulamadığını ele veriyor.
Gün Zilelinin Kaypakkaya Yoldaşın Katledilmesi Konusunda Bilmeden Konuşuyor
Üstelik Gün Zileli bilmediği sorunlarda biliyormuş gibi yüksek perdeden konuşuyor. Bilmeden ön yargı içinde konuşması, Onun geçmişine dair yaptığı özeleştirinin hiçte tutarlı ve inandırıcı olmadığını ortaya koyuyor. Çünkü Gün Zileli Kaypakkaya yoldaşın işkencede nasıl bir direniş çizgisi izlediğini ve düşmanı ininde nasıl “ser verip sır vermeyen” tutumuyla yenmiş olduğunu anlamış ve bilince çıkarmış değil. Gün Zile’linin, Kaypakkaya yoldaşın 3.5 ay işkencenin her türlüsüne nasıl olurda direnir tutumuna pek aklı ermiyor.
Daha da önemlisi Gün Zileli , Aydınlık-PDA önderlerinin hemen hepsinin işkencede bülbül kesilmeleri nedeniyle, Kaypakkaya yoldaşın hem işkencede direnişi ve hem de tabular yıkarak önaçıcı önder olmasını bir yere koyamıyor. Keza, “intiharı işkencede direnmek kadar” önemli görüp kutsaması ve bunu Kaypakkaya yoldaşa yüklemeye çalışması Gün Zile’linin Kaypakkaya yoldaşın işkencedeki soylu direnişine gölge düşürme çabası içinde olduğunu açığa seriyor. Haliyle Gün Zileli, Kaypakkaya yoldaş hakkında hiçte doğru konuşmuyor. Çünkü, Kaypakkaya yoldaşın işkencede kurtulmak yada işkence yapılmasına izin vermemek adına “intihar yolunu” seçtiğini söylemek Kaypakkaya yoldaşı tanımadan ve işkencedeki direnişini görmeden konuşmak demektir.
Çünkü yaraları hızla iyileşmiş ve savunma için hazırlıklara başlamış, karşılaştığı kişilere devrimci coşku ve moral taşıyan Kaypakkaya yoldaşın, “intihar etmesini “ gerektiren her hangi özel bir gelişme söz konusu değildir.
Nitekim artık sorgu sürecinin bittiğini düşünen Kaypakkaya yoldaş hızla mahkemede yapacağı savunma hazırlıklarına odaklanır. Ve Kaypakkaya yoldaş zaman geçirmeden 9 Mayısta babasına mektup yazarak, artık ziyarete gelebileceğini ve gelirken bir kaç eşya getirmesini istiyor. Bu süreçte aynı davada yargılanan bir kaç kişiyle karşılaşır, zaten fırsatı değerlendiren Kaypakkaya yoldaş askeri hastanede dışarıdaki yoldaşlarına haber ulaştırmak ister. Hastanede bir asker vasıtasıyla “yoldaşlara diye” dışarıya bir not iletmeye çalışır. Bu notta “mücadeleyi kaldığımız yerde daha bir kararlılık ve ısrarla silahlı mücadeleyi devam ettirmeliyiz “ görüşünü dillendirir. Bu notta bile Kaypakkaya yoldaşın işkence altında nasıl devrimci bir ruh halini içinde olduğunu gösterir. Kaypakkaya yoldaşın kapısında nöbet tutan subay aynı davada yargılanan bir kaç kişiyle görüşmesine göz yumar. Hücreleri karşılıklı olan birkaç adli tutsakla karşılıklı sohbet yapar. Kaypakkaya yoldaşla sohbet edenlerin tümününde kanısı yoldaşın moralinin yüksek ve neşeli olduğu, bu durumun etrafında tutsaklara moral taşıdığıdır ve yani Kaypakkaya yoldaşın işkencehane de moral oldukça yüksek ve kendi özgücüne sağlamca güven içindedir. Yani işkenceci katillerin iddia ettikleri gibi, “ çok ceza alacağım, idam edileceğim vb. kaygısı söz konusu değildir Kaypakkaya yoldaşta.
İşte 18 Mayıs 1973 yılında 3.5 ay en ağır işkenceler sonucu Diyarbakır işkencehanelerin de konuşmadığı ve düşünceleri devletçe oldukça tehlikeli bulunduğu için, MİT ve Sıkıyönetim komutanlığınca katledilmesine karar verilen İbrahim Kaypakkaya yoldaş, 16 Mayıs 1973 yılında hücresinden alınarak sivil bir taksiyle başka bir işkence merkezine götürülerek işkenceye burada devam edilir. Kaypakkaya yoldaşın işkencede “ser verip sır vermeme direniş tutumunun burada da devam etmesinin ardında, devlet için çok büyük tehlike arz eden çıbanın başının katledilmesine karar verilir. Başında savcı Yaşar Değer’linin bulunduğu işkenceci bir grupça, ağır işkencelerin ardından 1973 yılının, 17 Mayısı 18 Mayısa bağlayan gecesinde kurşunlanarak katledilir.
Faşist diktatörlük, Kaypakkaya yoldaşı yaralı yakaladığında parçalanmış ayakkabısıyla zorla Mirik mezrasından Gökçe Karakoluna kadar beş saat yürütülerek, Tunceli Merkez Karakoluna getirilir. Bu zoraki kar ve buzlu su içinde yürütülen İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın ayakları buz tutar. Herhangi bir tedavi yapılmadan ve önlem alınmadan Kaypakkaya yoldaş biran önce işkenceye alıp, sonuç almak için Diyarbakır da askeri hastaneye götürülür. Kar ve buzlu suda yürütülmesi nedeniyle donmuş olan ayak parmaklarının bazıları kesilir, işkence yapmak için yaraların iyileşmesi için tedavi süreci başlar.
21 Nisan 1973 yılına kadar askeri hastanede tutulan Kaypakkaya yoldaş bugünden sonrası Diyarbakır zindanına getirilir ve tek kişilik bir hücrede diğer tutsaklardan tecrit halde bir ranzaya zincire bağlanmış olarak tutulur. Askeri hastanede tutulduğu dönemde, işkenceler ve tehditler birbirini kovalar. Yani Gün Zile’linin işkenceci cellatların iddialarını alıp gerçekmiş sahiplenmesi , ve “tokyo içindeki jiletle bileğinin keserek intihar ettiği” savını öne sürmesi , tümüyle yalan ve aynı zamanda Kaypakkaya yoldaşa yönelik açıktan bir iftiranın devamıdır.
Tek kişilik hücresinde prangaya vurulmuş ve sürekli olarak denetim altında tutulan ve başka kimselerle görüşmesi yasaklanmış, tecritte tutulan birisinin, jilet elde edip tokyoya gizleyip intihar etmesine inanmak bir yerde katırın doğurmasına inanmamak gibi bir olaydır.
Demek ki Gün Zile’li Kaypakkaya yoldaşın işkenceci cellatların işkencede jiletle intihar ettiğini iddiasını doğru olarak kabul edip, bu sava sarılmasıyla uzun yılların ardında hala Kaypakkaya düşmanlığında vazgeçmediğini ve Aydınlık zihniyetini sürdürdüğünü gösteriyor.
Gün Zileli, Kaypakkaya yoldaşın işkencedeki tutumu üzerine konuşmadan önce, birazcık araştırma gereği duymuş olsaydı, hiçte işkenceci cellatlarla aynı konuma düşmüş olmazdı.
Sıkıyönetim Mahkemesinde Yargılanan Devrimci Tutsaklar Kaypakkaya Yoldaşın işkencede Katledildiğini Açığa çıkarttılar
TKP-ML Hareketi davası devam ederken Kaypakkaya yoldaşın, dava arkadaşlarının açıklamaları Kaypakkaya yoldaşın neden işkencede katledildiğini ve sorumlusunun kimler olduğunu açığa sermiştir.
Nitekim Temmuz 1974 tarihli duruşmasındaki sorgusunda (aynı zamanda Diyarbakır Sıkıyönetimince de sorgulanan) Fatma Erez, mahkeme heyetinin bir sorusuna cevaben şöyle ifade verir:
” Duruşmaların başında İbrahim KAYPAKKAYA’nın savcı Yaşar DEĞERLİ tarafından öldürülüp öldürülmediğinin sorulmasına mahkeme heyeti müsaade etmediği için mahkemeye hüviyetimi bildirmedim. Ben Diyarbakır Sıkıyönetimince tutuklandığımda İbrahim KAYPAKKAYA hastanede bulunuyordu. Beni de hastanenin başka bir odasına koymuşlardı. Odalarımız yan yana idi. İbrahim kimseyle görüştürülmüyordu. Yalnız savcı Yaşar DEĞERLİ ve görevliler girebiliyordu. Bir gün savcının İbrahim KAYPAKKAYA’nın odasına geldiğini, İbrahim’in bulunduğu odadan savcının,
” Seni ben öldüreceğim, ölümün benim elimden olacaktır” diye bağırdığını, İbrahim’in ise ondan daha çok bağırarak ” Ben senden ve büyüklerinden korkmuyorum, ölümden de korkmuyorum” şeklinde cevap verdiğini duydum ”
Fatma Erez ve İrfan Çelik, Kaypakkaya yoldaşın katledilmesi için Savcı Yaşar Değerlinin başında bulunduğu işkenceci bir ekiple özel toplantılar yaptığı ve “seni ben öldüreceğim “dediği bunun ardında 16 Mayıs 1973 günü sivil kişilerce sorgulanmak amacıyla Kaypakkaya yoldaşın hücresinde alınarak bilinmeyen bir yere götürüldüğü, 18 yada 19 Mayıs’ta askerlerin ağzında Kaypakkaya yoldaşın öldürüldüğü haberinin yayıldığı ve böylece Kaypakkaya yoldaşın neden işkencehane’ye geri getirilmediği açığa çıkar.
TKP-ML hareketi dava tutsakları Kapakkaya yoldaşın işkencede hunharca katledilmesinin açığa çıkması için ortak dilekçe verirler ve kamuoyu oluşturmaya çalışırlar. Ama bu dilekçelere yanıt verilmez, olayın üzeri kapatılmaya çalışılır.
İşte bu dilekçelerden kısa bir bölüm;
“ İbrahim’in hastaneden alınıp, Diyarbakır Sıkıyönetim Cezaevi Müdürlüğü sorumluluğunda bulunan hücreler bölümünün üç no’lu hücresinde 21 Nisan 1973 tarihinden 16 Mayıs 1973 tarihine kadar bekletilmesinden ve 16 Mayıs 1973 günü bilinmeyen bir yere götürülmesinden iki gün sonra, askerî savcılığa ifade vermek üzere götürülen çeşitli suçtan gözaltında ve tutuklu bulunan kimselere askerî savcılıkta görevli erler, İbrahim KAYPAKKAYA’yı askerî savcılık binasının üst katında vücudunun kurşun yaralarıyla delik deşik bir durumda ve ölü olarak gördüklerini söylemişlerdir. Bunun üzerine Diyarbakır Sıkıyönetim Cezaevinde bulunan tutuklulardan otuz altısı, bu durumun doğru olup olmadığını öğrenmek, doğru ise bu ölüm olayı hakkında kovuşturma yapılmasını istemek ve İbrahim KAYPAKKAYA’nın öldürüldüğü haberinin, savcılık, MİT (ki aslında bu ikisini ayırt etmek yanlıştır) ve cezaevinde görevli olanlar arasında ayyuka çıkmasına rağmen hiçbir resmî açıklama yapılmamasının nedenini öğrenmek amacıyla aşağıda metnini sunacağımız ortak dilekçeyi yazıp imzalayarak Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı’na vermişlerdir. Diyarbakır Sıkıyönetim Askerî Cezaevinde «29 Mayıs 1973» tarihine ve «1900-73/84» kayıt numarasına kayıtlı bu dilekçe aynen şöyledir:
Diyarbakır – Siirt illeri Sıkıyönetim Komutanlığı’na
Diyarbakır
1) Tutuklu İbrahim KAYPAKKAYA’nın 16.5.1973 tarihinde hücresinden alınarak MİT’e götürüldüğü ve MİT’te yapılan işkencelerle öldürüldüğü.
2) Bu cinayet hadisesini Türkiye ve dünya kamuoyuna uyandıracağı tepkiden çekinilerek intihar süsü verilmek istendiği.
3) Bu cinayete ne kadar intihar süsü verilmek istenirse istensin bunun hiçbir zaman inandırıcı olmayacağı..
28.5.1973
TKP-ML-TİKKO toplu davası 9 Ekim 1973 yılında başlar. Toplu davanın 2. Mahkemesinde dava tutsakları Kaypakkaya yoldaşın işkencede katlediliğine dair “1. ORDU KOMUTANLIĞI 2. NO’LU ASKERİ MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA” bir dilekçe veriler. Bu dilekçede devrimci tutsaklar şunları dillendir.
ARKADAŞIMIZ İBRAHİM KAYPAKKAYA’NIN ÖLÜMÜ İLE İLGİLİ AÇIKLAMADIR ..
Ancak şu anda bu davanın savcılık görevini yapan kişi, ikinci kere savcılık sorgusuna çağırdığı bazı arkadaşlara, birbirini tutmayan beyanları ile ve iddianamenin bazı bölümlerinde bir iki cümle ile, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın tutuklu iken intihar ettiğini belirtmiştir. Ne var ki, gerek Diyarbakır’da bu davanın savcılık makamını işgal eden kişi tarafından cezaevinde ve MİT’te sorguya çekilen ve bir kısmı halen burada sanık olan kişilerin cezaevinde ve MİT’te karşılaştıkları olaylar, gerek savcı Yaşar DEĞERLİ’nin İstanbul’da ikinci kere sorguya çektiği arkadaşlarla aralarında geçen konuşmalar ve gerekse iddia makamını işgal eden bu kişinin görevi sırasında hakim sınıflara en büyük sadakatini gösteren aşırı gayretkeşlikleri, İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın
I – Kendisinin intihar etmediğini, öldürüldüğünü
II – Öldürme olayının askerî savcı Yaşar DEĞERLİ’nin başında bulunduğu bir ekip tarafından önce işkence edilerek sonra da kurşunlanarak yerine getirildiğini ortaya çıkarmıştır.
6. Kasım. 1973”
Yine tüm bu dilekçelere ve bazı milletvekillerinin çağrısına karşın Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilmesine dair devletin yanıtı sessiz kalmak yada unutturmak olur. Ama dava tutsakları olayın açığa çıkarılması için olayı güncel tutmaya ve mahkemeyi zorlamaya devam eder. 6 kasım 1974 yılında verilen toplu dilekçede gerekenler birkez daha ortaya konarak Kaypakkaya yoldaşın işkencede intihar etmediği-etmeyeceğini ortaya koyarak katledildiği ortaya koyar.
İşte dilekçede bir bölüm:
İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş, III. Enternasyonal’in Leninist çizgisinin izleyicisi TKP’nin kurucusu ve önderi Mustafa SUPHİ yoldaştan sonra halkımızın yetiştirdiği ikinci büyük militan Komünist önderdir. Ve o (…) çağımızın Leninizm’i olan Mao Zedung Düşüncesi’ne sıkı sıkıya bağlı TKP (M-L)’nin önderidir.
(…
O, bir komünistin intihar etmesinin korkaklık, proletaryanın davasına ihanet olduğu bilincinde olan ve bunu yoldaşlarına öğreten bir önderdir.
İntihar, ABD emperyalizminin, onların kompradorlarının ve toprak ağaları kliğinin temsilcisi savcı Yaşar DEĞERLİ’nin iddia ettiği gibi komünistlerin değil, faşist köpekler, işbirlikçiler ve halk düşmanları gibi korkakların halkımızın devrimci mücadelesinin zafere yaklaştığı günlerde seçecekleri bir tercih olacaktır. Stalin yoldaşın önderliğindeki Sovyet Kızıl Ordusu’nun Berlin’e girdiği gün gelmiş geçmiş en büyük faşist köpek Adolf HİTLER’di beynine kurşun sıkan!…
İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş Nazi işkence odalarının tavanına kanıyla «unutma ki sen bir komünistsin» diye yazarak falakaya her yatırılışında o yazıyı okuyup faşist cellatlara karşı direnen Dimitrov’ların, Naziler tarafından kurşuna dizilirken, Alman askerlerine «Ben sizin kurtuluşunuz için mücadele ettim, siz kurtuluşunuzu öldürüyorsunuz» diye bağıran Fransız Komünisti George POLIT[Z]ER’lerin, Nazi kurşunlarına karşı korkusuzca göğüs geren Ernest THELLMANN’ların ve ölümü “Yaşasın Ho Şi MİNH” diyerek göğüsleyen Vietnam kahramanlarının her türlü şart altında son nefeslerine dek sürdürdükleri mücadelelerinin izleyicisidir.
Canını proletaryanın ve halkların kurtuluşuna adamış komünistler, faşist zulüm ve baskılardan korkarak intihar etmezler. İntihar tercihini seçecek olanlar, bizzat halkın devrimci mücadelesinden korktukları için zulmeden faşist köpeklerdir!
İşte bütün bu somut gerçeklerden ötürüdür ki, önderimiz İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş intihar etmez ve etmemiştir. ÖLDÜRÜLMÜŞTÜR! (…)
[İbrahim KAYPAKKAYA yoldaşın ölümü, Türkiye Komünist hareketi için şüphesiz ki büyük bir kayıptır. Ama O’nun öldürülüşü hiç bir zaman TKP (M-L)’nin ve onun önderlik ettiği halkımızın mücadelesini durduramaz. Aksine, sınıf kiniyle dolu olan bizlerin, Türkiye Komünistlerinin mücadelesini daha kararlı, daha şiddetli bir şekilde sürdürmesini sağlayacaktır.Önderimiz İbrahim KAYPAKKAYA’nın doğru çizgisi artık kitlelere mal olmuştur. Ve bu, devrim ateşinin potasıyla yoğrulacak daha nice İbrahim KAYPAKKAYA’ların doğuşunun mayası olacaktır.]”
[İmzası bulunanlar]Tutuklu Sanıklar:”
Tüm bu veriler Kaypakkaya yoldaşın işkencede Yaşar Değerli ve Şükrü Olcay’ın önderliğinde işkenceci cellatlarca katledildiğini söz götürmezce ortaya koyuyor. Bu gerçekleri Gün Zile’linin görüp anlamaması Kaypakkaya düşmanlığından bir türlü kurtulamadığını gösteriyor.
Gün Zile’nin çarpıtma ve işkenceci cellatların yalan yüklü açıklamalarına sarılması, Kaypakkaya yoldaşın işkencedeki tutumu asla gölgeleyemez. Kaypakkaya yoldaş işkencede başından itibaren ” parçalasanızda konuşmayacağım ” kızıl direniş hattında işkencede bayraklaştıran ve direniş bayrağının üzerine “işkencede ser ver sır vermeme”yi yazan komünist önder olmuştur . Nitekim Kaypakkaya yoldaşa yapılan ağır işkenceler onun komünist kızıl direnişi duvarına çarparak geri tepmiştir. İşkenceciler Kaypakkaya yoldaşla onlarca kişiyle yüzleştirirler ama Kaypakkaya yoldaş bu yüzleştirilen kişilerden hiç birisini tanımadığını söyler. Zayıflık gösterip üzerine ifade veren kişilere işkence yapıldığını ve zoraki önlerine konan ifadeleri kabul ettiklerini ifade ederek, işkencecilerin hangi yöntemle sonuç almaya çalıştıklarını, işkencecilerin yüzüne haykıran bir çizgide yürüyerek, Türkiye topraklarında işkencede direniş tohumunu saçan komünist önder olarak dienişçilere yol göstermeye devam ediyor.
Gün Zileli, 1977 yılında PDA-Aydınlık, Halkın Yolu, Halkın Kurtuluşu Arasında Süren “Proleter Devrimcilerin Birliği” Görüşmesinde”Kaypakkaya Yoldaşa Kurulan Öldürme Komplosunu Savunmuştur
Gün Zileli bir yandan Kaypakkaya yoldaşa dair işkencede “intihar etti “ diyerek işkenceci katillerin yalan ve demagojisine sarılırken öte yandan Aydınlığın yalan, dedikodu, kişileri karalama ve itibarsızlaştırma gibi yöntemlerini savunmaktan kurtulamadığını görüyoruz. Dahası bu türden kirli ve kara propaganda yöntemine başvuranlar Aydınlık-PDA karşı-devrimci elebaşılarıdır. Bunların içinde yer alanlardan biriside Gün Zilelidir. Onlar yıllardır Kaypakkaya yoldaşa adice saldırdılar, karaladılar halen de bunu yapmaya devam ediyorlar. Ancak bu saldırıları şimdiye kadar sadece kendilerini teşhir etmeye yaradı, bundan sonra da böyle olacak. Çünkü İbrahim Kaypakkaya yoldaş işçi ve emekçi halklarımızın kalbinde yer etmiştir. Onun doğru fikirleri proletaryaya, emekçi halklarımıza yol gösteriyor, gösterecek. Hiç bir döneğin, karşı-devrimci ele başının saldırısı ve attığı çamur bu gerçeği karartamaz.
Gün Zile’linin de içinde yer aldığı PDA-Aydınlık’ın karşı-devrimci elebaşıların yıllardır örtbas etmeye çalıştıkları bir özellikleri daha vardı, Oda Aydınlık-PDA hareketinin komploculukları. Aydınlık oportünistlerinin emekçi halklarımıza azgınca saldırdıkları 12 Mart döneminde İbrahim Kaypakkaya yoldaşı öldürmeye planlayan adi komplocudurlar.
Karşı-devrimci elebaşılar en küçük bir direnç göstermeden 12 Mart faşizmine teslim olduktan, bildiklerini bırakalım tahmin ettiklerini anlattıktan sonra tüm yaptıklarını unutarak kendilerini temize çıkartmaya çalışıyorlar. Bunlar faşizme karşı direnmeye cesaret edememişlerdir ama, fikirleri karşısında ezildikleri Kaypakkaya yoldaşı, faşistlerin yapmak istediği gibi, katletmenin planlarını kurmuşlardır. Halil Berktay adlı bir zatın bu planları’ içeren mektubu TİİKP davasında da okunmuştur. Bu mektup esas hakkındaki mütalaada da yer almaktadır. Bu mektubun ilgili bölümünü yayınlıyoruz.
“ Musa (Muzaffer Oruçoğlu) Seyit ( İbrahim Kaypakkaya ) bayrak açmalar, Tayland Kararına kadroların önünde uydurma revizyonist, örtbas etmek için uydurulmuş diye aşağılıyor. Rüstem (Bora Gözen) aleyhinde dedikodulara giriliyor. Hareketin merkezi yöneticisi için şerefsiz ve revizyonist tabirini kullanıyor. daha vahimi şöyle ifşaat yayıyor. ÖÖ (Ömer özer Turgut) Almanya sorumlusudur. Bunlar ve Rüstem (Bora Gözen) revizyonist D.P.’nin (Doğu Perinçek’in) revizyonist baş yardakçılarıdır. Bu ifşaat epeyi yayılıyor. Komiği şu iddiada bulunuyor: Almanya’yı da parçalayacağız” Hasan Yalçın ve Gün Zile’li bizden. Filistin tüm bizde. Herif tam bir megalomanik hezeyan sarmaş anlaşılan. Bunlara maalesef Ali Mercan, Ali Taşyapan da katılmış durumda. Eşyalar, teksir, daktilo, iki dürbün, 1300 TL.ya alınan bir tabancaya el koyuyorlar. 1500 TL alınan bir Brovning 765 Rüstem’de kalıyor. Malatya bölgesindeki üç partili mahalli kadro tamamen. Bizden. Bu heriflerin pozlarından nefret etmiş durumdalar. Kabil nerede belli değil…
Rüstem ile kararlaştırdığımız tedbirleri a) RÜSTEM ORAYA VARINCA HİÇBİR SEY OLMAMIŞ GİBİ MERKEZİN FİKİR VE ELEŞTİRİLERİNİ DİNLEMEK İÇİN KENDİLERİNİ ÇAĞIRDIĞINI SÖYLEYECEK. ALLEM KALLEM EDİP BUNLARI ANKARA’YA YOLLAMAYI BAŞARACAK, BİZ ONLARI ANKARA’DAN BURAYA KILAVUZ İLE GETİRECEĞİZ. BURADA TEVKÎF EDİP GEREKENİ YAPACAĞIZ. Burada tevkif ettikten üç- dört gün sonra Rüstem’e bir iki sağlam kadro salacağız, oraları baştan inşa edeceğiz». ANKARA’YA GELİPTE ORADA SU KOYARLARSA HULUSİ BEY (NURİ ÇOLAKOĞLU) ORADA TEVKİF EDİP MİNİBÜSÜ İSTEYECEK SİLAHLI ADAMLARLA YOLLAYIP BURAYA ALDIRACAĞIZ e) HULUSU’YE MEKTUP YAZIP BÖYLE BÖYLE DEDİM DERHAL HAPSE HABER SAL DEDİM TECRİT İÇİN GEREKLİ BÜTÜN TEDBİRLERİ AL DEDİM. Kadro okulunu teyit ettim, Halit’i ve buradan yolladığımız Rüstemin geleceğini ilettim. d) Tahsini Sabahat’e yolladım geleceğini ilettim. e) Tahsin ile ilgili talimata ilettim (Necati Serhat Hürkan) f) Seyyar’ı (Caner Öztaş) hemen harekata hazır hale getirdim, g) Almanya’ya haber salmak lazım . Derhal Filistine de haber iletsinler. Ben yazma istersem ben yollayayım. h) Muhip ve Kemal ile şahsen konuşup böyle böyle dedim. KEMAL (ERCAN ENÇ) İDAM EDİLMESİ GEREKTİĞİNİ BELİRTTİĞİ ŞAHSEN BU FİKRE ÇOK SEMPATİ DUYUYORUM»
KL.41.B1.31
TÜRKİYE İHTİLALCİ İŞÇİ-KÖYLÜ PARTİSİ, ESAS HAKKINDA MÜTALA. S.1149
Bilindiği gibi o sıralar karşı-devrimci elebaşı D.Perinçek Söke’de, mağarada kalmakla, halk savaşı palavrası atmakla, Şehirlerin kirli havasıyla daralan ciğerlerine dağ havası çekmekle, lafın kısası silahlı mücadele, toprak devrimi adına şarlatanlık yapmakla meşguldür. Sayfiyedeyken bir ara” Kaypakkaya meselesini de halletmeyi” tasarladılar.
Yine bu mektubun yazıldığı sırada karşı-devrimci elebaşılar Kaypakkaya yoldaşı- Ankara’da bir evde tuzağa düşürüp, elini ayağını bağlayarak zorla Söke’ye nakletmeyi planlamışlardır..
Karşı-devrimci elebaşıların Ankara’da bir evde Kaypakkaya yoldaşı tuzağa düşürmeye memur ettikleri kişilerden biri daha sonrasında Harekete saflarında yer alan proleter devrimci irfan Çeliktir. Bu işe memur edilen diğerleri ise Nuri Çolakoğlu, Erkan Yücel ve polis ajanı Halis Özkan’dır, Bu komplo, daha sonra proleter devrimci saflarda yer alan yoldaşın -İrfan Çelik- bu aşağılık işe alet olmayacağının anlaşılması üzerine, daha girişilmeden iflas etmiştir.
1977 yılında Aydınlık oportünizminin iki elebaşısı-bunlardan birisi Gün Zilelidir- Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu ile yaptıkları proleter devrimcilerin birlik görüşmelerinde gözlemci olarak bulunan Halkın Birliği temsilcisiyle giriştikleri bir polemikte bu karşı-devrimci komployu savunmuşlar, haklı olduğunu iddia etmişlerdir, Bu, toplantı zabıtlarında da yer almaktadır.
Gün Zileli dün Kaypakkaya yoldaşa yönelik komployu savunurken bugün bu konu üzerine konuşmayarak, kapatmaya çalışarak, Kaypakkaya yoldaşın itibarsızlaştırma yaklaşıma devam ederken Aydınlık-PDA karşı-devrimci akım korunmaya çalışılıyor.
Haliyle Gün Zileli bu tutumuyla geçmişiyle devrimci bir hesaplaşma içine girmediğini gösteriyor. Buradan hareketle Gün Zile’linin Kaypakkaya yoldaşla ilgili söylemlerinin samimiyetten uzak ve gerçekleri teslim etmekten azade durarak Aydınlık-PDA revizyonizmin son sığınağı şüphe yayma tutumunun değişik versiyonu olduğunu söylemek hiçte yanlış bir durum olmayacaktır.
Gün Zileli Gerçekleri Çarpıtma Tutumuna Garbis Altınoğlu Değerlendirmesinde de Devam Ediyor
İ.Kaypakkaya yoldaşı küçümseyen tutumunu düşman cephaneliğinden alınmış savlarla sürdüren Gün Zileli Vu aynı tutumunu Garbis Altınoğlu’na dairde sürdürüyor.
Zileli Garbis Altınoğlunun ölümü üzerine sitesinde şunları yazıyor:
“Garbis Altınoğlu (1946-2019)
Hindistan’daki Maocu Çaru Mazumdar çizgisini savunarak Aydınlık hareketinden ayrıldı.
Kurduğu küçük bir Çaru Mazumdarcı grupta yer alan devrimci gençlerden Adil Ovalıoğlu’nun grup içi bir komployla öldürülmesinden dolayı suçlandı ve yargılandı.
İbrahim Kaypakkaya’nın kurucusu olduğu TKP-ML ile benzer görüşlere sahip olduğu halde bu örgüte hiçbir zaman katılmadı ve daha sonra MLKP adlı örgütün kurucusu ve yöneticisi oldu. Daha sonra bu örgütten de ayrıldı.
12 Eylül döneminde çok ağır polis işkencesine uğradı ve işkenceye karşı gösterdiği büyük direnişle tanındı.
Ömrü boyunca koyu Stalinci çizgide ısrar etti ve bu konuda yazılar yazıp çeviriler yaptı.
Türkiye’deki baskıcı AKP iktidarına karşı diktatörlük karşıtı güçlerin ortak bir cephede birleşmesi yönünde çaba gösterdi.
Ömrünün büyük bölümünü Avrupa’da siyasi sığınmacı olarak yaşadı.
Geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle Belçika’da hayatını kaybetti.”
Gün Zileli bu kısa yazısında dikkat edilirse eski görüşlerini ve özelliklede Adil Ovaloğlu’nun öldürülmesi konusunu ; “bu davada suçlandı ve yargılan”dı diyerek daha çok öne çıkartarak, Garbis yoldaş hakkında şaibe yaratmaya çalışıyor. Konuya ilişkin olarak Aydınlık-PDA revizyonizmi yıllar öncesinden gündeme getirmiş ve Garbis yoldaş hakkında kirli propagandasına çeşni olarak kullanmaya çalışmıştı.
Gün Zileli Ulaş Boz’un http://Vengma.net’te, Gün Zileli ile işkence konusundaki röportajı 22 Ekim 2019’de yapmış olduğu röportajda şunları okuyoruz:
“UB: Adil Ovalıoğlu cinayeti üzerine Garbis her şeyden habersiz gibi davranmış, siz de inanmışsınız. Sonra şöyle yazmışsınız: “ Nerden bilebilirdim ki, cinayetin onun talimatıyla işlendiğini ? Garbis daha sonra bu cinayet dolayısıyla yargılandı. Bu olayı hiç unutmam.” Şöyle sorayım: Cinayetin Garbis Altınoğlu’nun talimatıyla işlendiğine dair elinizde ne gibi deliller var ki? Kendisinin bu olayda daha sonra yargılandığını da söylüyorsunuz, peki kendisi yargılama esnasında bunu itiraf etti mi?
GZ: Benim bir kanıtım yok ama bu küçük grubun oluşumunu biliyorum. Liderleri Garbis’ti. Olayın içinde doğrudan yer alanların Garbis’in onayı olmadan böyle bir işe kalkışmaları imkânsız. Tamamen katı merkeziyetçi anlayışta sekter bir grupta böylesine bir özerklik ya da inisiyatif düşünülemez bile. Garbis bunu hiçbir zaman doğrudan kabul etmedi. Fakat 1970’li yıllarda Halkın Birliği’nde yazdığı bir yazıda, bu olayı ele alıyor ve bence dolaylı ikrar anlamına gelecek şekilde, bu tür durumlarda arkadaşlarıyla böyle devranılacağına dair aralarında bir anlayış birliği olduğunu söylüyor. Daha ne olsun. Ben onun yerinde olsam, bu kadar ketum davranacağıma özeleştirel bir tutumla (Ümit Necef’in yaptığı gibi) cinayeti kabul eder ve gelecek kuşaklara da örnek olurdum.”
Nitekim komünist hareketi ve Garbis yoldaşı töhmet altında bırakan yalan ve çarpıtmalarla bezenmiş şüphe yayıcı ve komünist hareketi ve önderleri kötüleyen bu iddialara Halkın Birliği’nin 31. sayısında yanıt vermişti. Bu yanıtta, Garbis yoldaş “sandık cinayeti “ olarak bilinen Adil Ovaoğlu’nun komplocu bir şekilde öldürülmesini mahkum etmiş ve bu olayda kendisinide aynı küçük burjuva anlayışları savunması babında hatalı olduğunu dillendirerek özeleştiri yapmıştı. Yani hareketimiz ve Garbis yoldaş Robert kolejlileri olarak bilinen küçük grup döneminde arkadaşlarının yapmış oldukları Adil Ovaoğlu’nu öldürülmesi olayını sağa sola çekiştirilmeyecek biçimde açık bir devrimci tutumla mahkum etmiş ve kendi hastasını da gizlememiştir.
Tüm bunlar bilindiği halde Gün Zile’linin Garbis Altınoğlu karşısında silik ve ezik kalmasını, özeleştirisini yapıp mahkum ettiği hatasını sanki özeleştiri yaparak mahkum etmemiş gibi öne çıkararak, değerlendirme yapmada ısrarcı olarak , hatta açıktan devrim ve sosyalizm saldıran ünlü döneklerden birisi olan Ümit Necef’in yaptığı gibi- yani itirafçı ve döneklik HB.- yapmalıydı” demesi Onun nelerden medet ummaya çalıştığını gösteriyor. Gün Zileli Garbis yoldaş hakkında da hem Adil Ovaloğlu’nun öldürülmesinin suçlusu olarak göstererek, Garbis’in emekçi ve devrimciler üzerindeki devrimci etkisi kırmaya çalışılıyor hemde Garbisin “işkencede hayranlık uyandıracak bir direniş sergiledi ” diyerek garbisi olumlamaya çalışıyor.
Yine Gün Zile’li “ İbrahim Kaypakkaya’nın kurucusu olduğu TKP-ML ile benzer görüşlere sahip olduğu halde bu örgüte hiçbir zaman katılmadı “ diyerek aslında daha önceden Garbis Altınoğlunun 1974 yılında özeleştirisi yaparak TKP-ML Hareketine katıldığını bilmesi gereken kişilerden birisi olmasına karşın, bilmezlik içinde hareket etmesi söylemlerinde inandırcılığını yitirmiştir . Aydınlık-PDA’nın MK’si üyesi olan Gün Zileli, Garbis Altınoğlu ilgili PDA-Aydınlık hem ihbarcılık yapıp açıktan faşizmin hedefi altına getiren kara propaganda yapma, hemde iki farklı ifade verdiği birisini gizlediği yönlü şaibeli açıklamaları yapan Aydınlık-Halkın Sesi gazetelerinin sorumlularından birisiydi. Haliyle Garbisin 1974’ten sonrası TKP-ML Hareketine katıldığını biliyor ve bunu bildiği halde Garbisin TKP-ML Hareketinin yönetici kadrolarından biri olduğunu bilmiyor görünmesi, Gün Zile’linin hafıza kaybına uğramadıysa, oportünizmden hareket düşmanlığında kurtulmadığını ele veriyordu.
Sonuç:
Tüm bu veriler bize Gün Zile’linin devrimcileri ve devrimci hareketi kötüleyen ve çift standartçı değerlendirmelerden kopamayan yalan ve tahrifatla gerçekleri ters yüz etme çabasından vazgeçmediğini, gerçekleri ortaya koymakta nasıl zorlandığını daha da önemlisi kulaktan dolma bilgileri temel alarak oldukça önemli olaylara ciddiyetten uzak basit bir mantıkla PDA-Aydınlık mantığında bir türlü kurtulamayarak yaklaştığını ortaya koyuyor . Gün Zile’li başkalarına üstten bakan öğretmen edası yerine birazcık mütevazi ve kendisiyle barışık, güçlü bir iç hesaplaşması temelinde empati kurarak olgulara bakmış olsaydı, İ.Kaypakkaya ve Garbis Altınoğlu yoldaşlara hala Aydınlık gözüyle bakmış olmazdı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder