Aynı zamanda F tipi hücre cezaevleri dayatmasına karşı
başlatılan ve 19 Aralıkta 2000 yılında kitlesel bir hal alan süresiz açlık
Grevi (SAG) ve Ölüm Orucu (ÖO) eyleminin 17 yıl dönümü. Faşist diktatörlük her
ne kadar 30 aşkın devrimci katlederek F tipi zindan politikasını pratiğe
sürdüyse de, zindanlarda devrimci tutsakları teslim alarak buraları ihanet
yuvalarına dönüştürme faşist politikası devrimci tutsakların, kan ve can bedeli
direnişleri ve feda eylemleriyle 122 şehit ve yüzlerce gazi ile darbelenerek
boşa çıkarıldı.
13 Aralık 2017 Çarşamba
17. yılında 19 Aralık F tipi operasyonu ve ölüm orucu dersleri
Ölümünün 13. yılında özgür yaşamın adı Necla Kaya yoldaşı anarken
On’lar ki arkalarında üzerine konuşacağımız iyi ve güzel
şeyler yoldaşlık yaşanmışlıklarını bırakarak gittiler. On’lardı hayallerini ve
gülüşlerini gökyüzüne asarak gidenler, On’lardı yüreğimize soluyalım diyenler.
Yani ölümsüzler ordusuna kattığımız şehitlerimizdi onlar. . Her biri bir
destan, her biri kocaman yürekli yoldaş, bir parça kavga, bir bilgeydiler…
Bunun için de On’ları yani bizi var eden şehitlerimizi herkes tanıtmalı ve
On'lardan öğrenip On'ların erdemleri ve savaşımlarından öğrenmeliyiz. On’ları tanımalı
ve tanımalı ki hayalleri solunabilsin, mücadeleleri anlam kazanabilsin.
Ve On’ların yarın bıraktıklarını inatla ve ısrarla
omuzlarda taşıyarak zafer taşıma yürüyüşüne devam edebilelim. İşte her biri
destan olan, kavga ve yaşamlarından öğrenmemiz gereken yoldaşlardan biri de,
Şefika Necla Kaya yoldaştır.
Daha çok devrim ve sosyalizm savaşımımıza katkı yapacağı
bir dönemde 15 Aralık 2004 tarihinde bir zemheri günü, kahrolası kanser
hastalığı erkence koparıp aldı aramızda Şefika Necla yoldaşı. O’nu anlatmak ve
O’nun militan özgür kadın duruşu anılarına sahip çıkmak, onurlu bir yaşamın
gereğidir.
Çünkü çimin derinliklerinde özlemlerin bu kadar
saklandığı ve apansız yollarımıza çıktığı bir kavga günü soluyoruz bugün Necla
yoldaşı anarken. Özlemler yetmez diyoruz. Bu özlem değil diyoruz. Birlikteliğin
yetmediği, zamanın bir çelmesine takılıp düştüğümüz sensizliğe... Bu gün öyle
ağır, koyu bir acı düşürdü ki yüreğimize. Demiri Toz ederler şarkısının ezgisi
çalarken başladı ve her satırla bir damla verir yüreğimizin özlemlerden yanan
çorak toprağına.
Harmanlanmış cevizin kabuğu renginde, parlak kıvırcık
saçların, seni, ancak, kadın olarak güzelleştirebilirdi. Ama güzel insan
olabilmek için, saçtan, gözden öte, başka bir dünya için yanmak gerekir.
Kahrolası ve bir gün mutlak kahrolacak olan, insanı insana, emeğine, hatta
kendine yabancılaştıran bu rezil dünyanın halkalarının incelip Koptuğu
düğümlerde, çoğalarak yaşayan bize has olmak gerek. Evet, Şefika Necla bize
has...
Bize has olmak demek Şefika Necla, senin yaşamın demek,
hani, insan kızı, insanoğlunun başında kavak yellerinin estiğinin söylendiği
çağlar vardır. O çağların tüm baş aşağı çevirenler gibi, kavak yellerine değil,
özgürlük rüzgarına savrulmak vardı. Fütursuz hesapsız kitapsız.
Faşizmin saldırıları nedeniyle, ülkesinde uzakta ama onun
özgürlüğü için yürekleri çarpan yürekli kadınlar yaşardı. Yıldızsız dört köşe
gökyüzüne inancın hiç sönmediği gözlerden yıldızlar gönderilirdi dünyanın her yerine.
Mülteciliğin donukluğuna ve çürümüşlüğüne karşı ayazlı gecelerde devrim yıldızı
toplayan az sayıdaki dünü bugüne bağlayan devrimci yürekli kadındı Şefika
Necla. Parçalanmış uykuların mahmurluğunu birbirimize kenetlenmiş ellerin
sıcaklığında atardık grev ziyaretlerinde, yürüyüşlerde ve mitinglerde. Gözden
göze iletilen kaçamak moral gülücüklerle ti’ye alırdık faşizmin saldırılarını.
Omuz omuza işçilerin grevinde, direnişinde, toplu halaylara dururduk ve hep
birlikte devrim marşları söylerdik gecekondu direnişlerinde. Ayaklarımız aynı
tempoyu yakalayamasa bile, birbirine değen omuzlardan yüreklere doluşan
türkülerdi bizleri uyumlu kılan, halkın verdiği desteği öfkemize, direncimize
verdiği selamı alırdık utkuyla, böylesi direnişlerde.
Polis ve Jandarmanın göz altıların da sırtımızda
kırarcasına atılan dayakların ardından, birbirinin yaralarını Lasonille masaj
yapanlar arasında seni hatırlıyorum dün gibi. Masaj faslından sonra yaraların
cop dansıyla karikatürize edilerek tedavisinde de sen o güzel gülüşünle hep
oradaydın. Faşizmin saldırılarını cüceleştiren dansçılarımızın en
güzellerindendin. Direnişçilerde, grevlerde işçilerle, emekçilerle her şeyi
paylaşmak ve eşit olması için çok çaba gösterirdin. Sesin pek güzel değil diye
yalnız türkü söylememeye çalışırdın ama başlayan türkü ve marşlara ilk
katılanlardandın, sesin çok gürdü ve her yerde belli olurdu. Grev ve direnişlerde,
“Nöbet kiminse alabilirim” diye ilk öne atılan sen olurdun.
Seni kavga alanlarında tanıdım, kavganın sessiz
kahramanı, sitemsiz, şen kızı, güzel insan olmanın acemiliğini, ustalığını
birlikte yaşamak ne güzeldi.
Kanser illeti neden buldu seni, bunun maddi zemini tüm
insanlar için var belki ama bedensel yıpranmışlık, başka saldırılar vb. belki
bu konuda da öncelikli seni seçti.
Şefika Necla yoldaşın kişiliği, kendine örnek aldığı
komünist önder Rosa Lüksemburg , Clara Zetkin, Aleksandra Kollontay ve en çok
da Meral kadın yoldaşları miras olarak aldığını, neleri tarihten bugüne
taşıdığını, hangi aşamalardan damıtarak kendini bugüne getirdiğini bilmek,
bizleri O’nun şahsında gerçekleşen özgür kadın kişiliği hakkında daha bir
aydınlatacaktır. Bu somut örnekle ortaya çıkan özgür kadın gerçekleşmesi bizler
için yaşamın her anında, her türlü yaşamsal olguda ve hayallerimizde dahi
kendimiz için örnek alacağımız bir özgür kadının portresidir.
Necla yoldaş kadınların özgürleşmesi savaşımında her
daima en önde savaşım yürüten yoldaşların başında geldi. Kadınların savaşıma
çekilmesinin devrimci savaşımı geliştirip ileriye taşımak ve toplumun yarısının
enerjisini savaşımla buluşturmanın önem ve aciliyetine vurgu yaparak, erkek
egemen değerlere ve örgüt içindeki feodal-burjuva gerici eğilimler- barikatlara
karşı sürekli ve sistemli bir savaşım içinde yüzlerce emekçiler cenaze törenine
katıldı. Buda aslında Necla yoldaşın nasıl bir enternayonalist çalışma ve çaba
içinde olduğunu gösteriyordu.
Dahası kavga AKP dinci faşist diktatörlüğün baskı ve
saldırı dalgasını derinleştirerek kadın kırımına devam ettiği, kadınların dinci
faşist kuşatma altında köleliğe zorlandığı koşullarda, şehitlerimizin olduğu
gibi Necla yoldaşında öykülerini gençlere, kadınlara ve geleceğin savaşçıları
çocuklara taşımak daha bir anlam ve önem kazanıyor.
Biliyoruz ki, başka türlü emekçi kadınların eşitlik ve
özgürlük mücadelesini zafere taşımak mümkün değildir. Şefika Necla yoldaş
anmak, O’nun bıraktığı devrim ve sosyalizm ideallerini zafere taşıma umuduyla
kavgaya daha sıkıca sarılıp öne atılmak ve özgür kadın özgür toplumda olur
şiarını bayraklaştırma olduğu unutmayalım.
Özgür kadın Şefika
Necla yoldaş ölümsüzdür!
Yaşasın devrim ve
sosyalizm mücadelemiz!
7 Kasım 2017 Salı
Ekim devrimi, gelenek ve birikimiyle yol göstermeye devam ediyor
1 Kasım 2017 Çarşamba
Ali Ekber Barış ölümsüzdür!
Ali Ekber Barış, KP-İÖ ölüm orucu şehidi, 180. günde 18 Ekim 2001 tarihinde ölümsüzler ordusuna katıldı. Ekim şehitleri ölümsüzdür!
24 Ekim 2017 Salı
Ekim şehitlerinin yolu yolumuzdur
Bizler öleceğiz...
Çünkü tarihin
kaçınılmaz zorudur ereğimiz.
Zor berraklık ister; zorun berraklığıdır
sıkıca sarıldığımız mavzerimiz.
Kına yakmasın düşman ellerine,
bizler tükenmeyenlerin nasırlı elleriyle
çitleri yıkacak olanların çelik bilinciyiz”
Bizler proletaryanın neferleriyiz Türkiye ve Kuzey
Kürdistan’da faşist diktatörlüğün kirli savaşla halklarımıza topyekûn savaş
açtığı hemen her gün faşist baskı ve terör nedeniyle ülkenin
her tarafından emekçiler, devrimciler ve Kürt gerillalar katlediliyor. AKP
faşizmi egemenliğini sürdürmek ve devrimci demokratik muhalefeti ezip dağıtmak
için Diyarbakır’da, Suruç’ta, Ankara’da yüzlerce demokrasi savaşçısının
katlettiği ve OHAL rejimiyle faşizmin pekiştirilmeye çalışıldığı, zindanlarda
zulmün dinmediği, tutuklama terörünün alıp başını gittiği korku
imparatorluğunun büyütüldüğü koşullar, devrim için örgütlenip ayağa kalkmanın
ne kadar acil bir hal aldığını gösteriyor.
Bilindiği üzere Ekim ayı, dünya proletarya devriminin ilk olarak pratikleştiği ve Rusya'da proletarya ve emekçilerin iktidarı alarak, dünya burjuvazisine karşı komünizmin sancağını daha da yukarı çektiği aydır. Dünya proletaryası ve halkları için Ekim ayı, hep zafer yüklü ve kavga dolu bir ay olarak anıldı ve yığınlar, devrime ve sosyalizme olan inançlarını her yıl Ekim devrimini anarak tazelediler ve ondan aldıkları güçle daha sıkıca sarıldılar sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemine.
Bilindiği üzere Ekim ayı, dünya proletarya devriminin ilk olarak pratikleştiği ve Rusya'da proletarya ve emekçilerin iktidarı alarak, dünya burjuvazisine karşı komünizmin sancağını daha da yukarı çektiği aydır. Dünya proletaryası ve halkları için Ekim ayı, hep zafer yüklü ve kavga dolu bir ay olarak anıldı ve yığınlar, devrime ve sosyalizme olan inançlarını her yıl Ekim devrimini anarak tazelediler ve ondan aldıkları güçle daha sıkıca sarıldılar sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya özlemine.
Ekim şehitlerimiz; Kilis’te toprağa düşen M18
gerillalarından Mehmet Beşgen’den Erdoğan Tatar'a, Saim Bozkurt’tan Müslüm Akyol’a,
Hasan Çiçek’ten Ertan Uzunyayla'ya, Mehmet Türk’e, Hüseyin Toraman’dan Ali Ekber
Barış’a her şeyleriyle kavganın engin denizine kendilerini attılar, devrim
ve komünizm savaşımımızın zaferi için, örgütümüz KP-İÖ’nün önceli komünist öncü
TKP/ML Hareketi'nin komünist programına yaşam buldurmak için, kanlarını güzelim
ülkemizin topraklarına kattılar. Şehitlerimizin bizlere devrettikleri devrim
bayrağı bugün onların erdemleri ve mücadele kararlılıklarıyla yoldaşlarınca
taşınmakta ve ekim şehitlerinin anısını kavgalarında yaşamaktadırlar.
Evet, budur ölümsüzleşmenin “sihri” devrim davasında şehit düşmek ve tam da budur tarihin burçlarındaki ölümsüzlük. Ekim şehitleri bizlere devrim için yürünmesi gereken yolu gösterdiler ve şehit yoldaşlarından devraldıkları bayrağı usulcasına yoldaşlarına devrederek ölümsüzler ordusuna katıldılar.
Evet, budur ölümsüzleşmenin “sihri” devrim davasında şehit düşmek ve tam da budur tarihin burçlarındaki ölümsüzlük. Ekim şehitleri bizlere devrim için yürünmesi gereken yolu gösterdiler ve şehit yoldaşlarından devraldıkları bayrağı usulcasına yoldaşlarına devrederek ölümsüzler ordusuna katıldılar.
26. yılında ilk gözaltı kayıplarından komünist gençlik önderi Hüseyin Toraman anarken
“Öfkeye dönüştüyse acılarımız
sığmıyorsak kabımıza
ve sevdalı olduğumuz halde
uğrunda ölecek kadar
seviyorsak yaşamı
Unutma ki,..
Gelecek güzel günler içindir.”
sığmıyorsak kabımıza
ve sevdalı olduğumuz halde
uğrunda ölecek kadar
seviyorsak yaşamı
Unutma ki,..
Gelecek güzel günler içindir.”
İşte çekilip bayrak bayrak tarihin burçlarında ölümsüzleşen güzelliklerimizden biri de genç komünist önder Hüseyin Toraman yoldaştır. 27 Ekim, böyle bir ölümsüzleşmenin tarihi adıdır. Hüseyin Toraman yoldaş 27 Ekim 1991'de faşist diktatörlüğün beyaz müfrezeleri tarafından kaçırılıp 'kayıp' edildi. Beyaz ölüm, onu yalnızca fiziki olarak aramızdan ayırdı. Fakat büyük ve onurlu kavgamızda onun yüreği çarpıyor. Yine kavgada yan yana ve omuz omuz omuzayız. 0, kavgamızda yaşıyor, savaşıyor. Ve kutup yıldızımız ışık olmaya devam ediyor.
Toraman yoldaş, gençlik savaşımının/sınıf savaşımının yetiştirdiği bir gençlik önderiydi. Devrim ve sosyalizme sempatisi çok küçük yaşlardan geliyordu. Devrime olan bu sevdasını hiç bir dönem yitirmemişti.12 Eylül gibi ağır gericilik dönemlerinde bile terk etmemişti devrime sevdasını. Yoldaşın, devrimci savaşım yaşamı üniversite yıllarında başladı. Ve yükseköğrenim gençliğinin savaşımında kavgaya atıldı.
Değerli göçmen emekçiler, yoldaşlar:
Toraman yoldaş, gençliğin akademik ve politik savaşımında hep ön saflarda oldu. Yükseköğrenim gençliğinin örgütlü savaşımını geliştirme ve yeni mevziler yaratmada yine önlerdeydi. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Öğrenci Derneği Başkanlığını da yapan yoldaş, aynı biçimde öğrenci gençliğin Türkiye çapında yaratılan bütün koordinasyon, eylem ve platformlarının da yaratıcı önder örgütçülerindendi. 1987-14 Nisan direniş ve kitlesel gösterilerini örgütlemede de onun "imza"sı vardı. Komünist hareketle de bu süreçlerde tanıştı. Safını belirleyerek komünist hareketin pratik-örgütsel çalışmalarında yer aldı. Komünist gençlik hareketinin kurucu militan olarak çalıştı. Güçlü örgütçü, siyasal önderlik yeteneği ile GKH'nin örgütlenmesini geliştirdi. Ve GKH önderliğinde yer aldı. GKH'nin yükseköğrenim gençlik çalışmasının yanında, lise ve işçi gençlik çalışmasının başlatılması ve geliştirilmesinde de yer aldı.
Toraman yoldaş, yeni tipte Marksist-Leninist bir kadronun tüm özelliklerini taşıyordu. İnanç, irade, kararlılık, yaratıcılık ve diğer önderlik özellik ve yeteneklerinin hepsi Hüseyin Toraman yoldaşın kişiliğinde kristalleşmekteydi. Özverili, çalışkan ve alçak gönüllüydü. Tüm devrimci değerlere ve soylu erdemlere sahipti. Kısaca, H.Toraman yoldaş, sosyalizm davasına adanmış örnek bir yaşamdı.
Beyaz ölümde kaybettiğimiz 26. yıldönümünde, komünist gençliğin önderi ve aynı zamanda gençliğin anti-faşist önder savaşçısı Hüseyin Toraman yoldaşı, saygıyla anıyor ve şehitlere devrim sözümüz olduğunu bir kez daha haykırıyoruz!
Şehitlerimiz onurumuzdur, onuru asla
çiğnetmeyeceğiz!
Kilis şehitleri kavga barağımızdır
-6 M18
Gerillaların anısına-
Altı can
Altı yiğit dağların
şahanı
Kavgaya sevdalı
altı bükülmez bilektiler
İlk yaz güneşi gibi
sarı
Ve sıcak
Ve bilmem kaç
yüzyılın baharında
Yeniden açacak
Islak toprak
Gök buluttu
Ateş dağ
yüreklerinde
Şafak söktü sökecek
Ey dağların sesi
mavzerler
Ey sevdaların
türküsü denizle
Ey yarınların sesi
direnişler
Söyleyin hangi
tarihtir bu izi bekler
Ay
dolandı
Gün
aştı
dağlarda özgürlük
türkülerle
gelecektiler
pusuda düşürülünce
dağlarda
ölümü kucakladılar’
Altı savaşkan altı
militandı aynı bedende
Aynı uçurumlarda
çatılmış tüfekler
Aynı kavgalarda
söylenmiş türküler
Aynı sevdalara
ertelenmiş aşklar
Aynı menzile
yetişme zamanında
Güldüler
Sevdiler
Beklediler
Gittiler ay geceyi
aşmadan
Düşman tuzağa
durmadan
Düşman baskına
kalkmadan
Menziller mavzer
tetiğinde
Mavzerler mevzi
yatağına sığmazken
Yazılanlara yar can
Kilis’te toprak tarihini kanıyla
yazmış
Geleceğine kanını katmış Ve
geleceklere satılmış
Uğruna can verdikleri
Ateş düşmüştü
yüreğe
Yürek dağlanırda
durmak olurmuydu
Kilisti toprak
Kavrulmuştu toprak
Altı candılar kanlarını akıttılar
Kilis toprağına kanlarını kattılar
Onlar ki susuz
topraklara umut ektiler
ölümün üzerine
gülerek yürüdüler
biz gerillayız
karakol baskınlarında vuruluruz!
Düşman hain
Düşman pusuda olsa
Elde silah
Dilde türkü
Yürekte sevda
Aynı gecelerin şafağı
Aynı aşkların bedeni
Aynı kavgaların yoldaşı
Ve aynı toprağın hamuruydular
Altı kavga adamı
Altı tan atışıydılar
Ay dolandı yine
Günaştı”
Yıl
1992, aylarda Ekim'in 27'si. Yıldızsız gecenin alacakaranlık vakti.
Beka'dan Kilis'e uzanan sınır yolunun uğursuz noktası. Belki de zaman denilen
çizginin bu noktasında tarihin durdurulamaz sonsuz akışına yeni bir sayfa
yazılacak. Ve tarihin onurlu sayfasının adı 'Altılar Ölümsüzdür" olacak.
Çünkü
bilmiyordu iğrenç oyunları düşmanın. Ve sürüyordu sınıf savaşımı. Faşist
diktatörlüğün yok edici beyaz müfrezeleri yine kan içmeyi bekliyordu pusuda. Yalnızca
kanlı pusu değildi bu. Aynı zamanda bir yol kavşağıydı Devrim ile
karşı-devrimin hesaplaşmak için buluştuğu bir yol kavşağı. Bir savaş ve
zafer yaşanacak burada. Düşman, çirkin, haşin, zalim ve kalleşti. Bir de,
devrimin ve geleceğimizin temsilcileri var bu kavşakta. Yüreğinde devrim
ateşinin korlandığı altı komünist gerilla, devrime gebe ülke topraklarında
savaşma arzusuyla sınırı geçmeye çalışıyorlar. Ama ölüm kalleşti, ölüm
sınırdaydı. Düşman ve ölüm pusu ya yatmıştı.
Altı
komünist savaşçı, ölümden korkmaksızın, ölümün üstüne üstüne gidiyorlar. Grubun
en önünde, eğitim kampı ve " İbrahim Kaypakkaya 1. Devresi"nin ilk
genç komutanlarından Saim yoldaş. Belki de, ilk ve son savaş muharebesini
yönettiğini bilmeden giriyor zulüm tufanına. Arkasından diğer yoldaşlar, Ertan
Uzunyayla, Müslüm Akyol, Hasan Çiçek, Erdoğan Tatar ve Mehmet Beşgen
geliyor. Kahrolası bir karanlık ve sessizlik. Çok sürmüyor kararlılığın hükmü
ve birden anlamsız sessizliği bozan kurşun sesleri yankılanıyor dağlarda. Karşı-devrimin
silahları kan kusuyor gencecik bedenlerin üzerine. Ve devriliyor birer birer,
genç fidanlarımız. Her biri yarım kalan şiarlarını haykırarak düşüyor toprağa.
Kan ile sulanıyor toprak. Ve aynı anda proletaryanın kızıl bayrağı, daha da
kızıllaşıyor. Tarihin, bu nirengi noktasında altı komünist gerilla daha şehit
düşüyor, Kürdistan dağlarında.
Bir
kan gölü içinde yatıyor yiğit yoldaşlar. Gözlerinde sınıf kininin şimşekleri
çakıyor. Ufka ve zafere doğru yükseliyor bakışları. Karanlık geceyi
yırtarcasına yüzlerinde geleceğe olan inancın sonsuzluğuyla ölümsüzleşiyorlar.
Apoletleri yoktu belki bu devrim askerlerinin. Ve belki de yakalarında
taşıdıkları ölümdü apoletleri. Ama künyeleri vardı bu proleter kahramanların.
Onurla taşıyorlardı boyunlarında. Ve yazıyordu künyelerinde "TKP/ML Hareketi
M-18 Gerillaları İbrahim Kaypakkaya 1. Devresi" diye. Evet, altı On
sekiz gerillası yoldaş, hain pusularda devrime canlarını armağan ederek,
katıldılar ölümsüzler kervanına. Sonsuz fedakarlığın ve inanan sembolü oldular.
Can bedeli ve tutkulu savaşkanlığın en yüce ve sade örneklerinden birini
sergilediler, ölümü güzel ve mutlu kıldılar. Ölümü sınıf sanatı gibi nakış
nakış işler.
Altılar,
var olandan her bakımdan yüksek ve ileri bir toplum kurma ile kurulu düzenle
bütün bağlarını kopardılar. Kapitalist toplumun egemen sınıflarına ve onların
zulüm direkleri üzerine kurulmuş diktatörlüğe her cepheden düşmanlıklarını ve
kesin biçimde ilan ederek bulunduklarına karşı yüksek bir hücum gücüyle
saldırıya geçtiler. Süssüz gösterişsiz ve anlamlı yaşadılar. Proletaryanın,
insanlığın ortak idealleri ve çıkarlarının dışında hiçbir çıkar gözetmeksizin
yaşamlarını ortaya koydular.
Devrimin
en ağır görevlerine atılmada asla kuşku göstermediler. Devrim ve partiyi
örgütlemenin sıra neferi, savaşçısı oldular. Yüce devrim ve komünizm davasının,
yeni bir toplum' yaratmanın işçileri ve devrimin hamalları oldular.
Komünizmin
bu altı savaşçısının, içinde savaşarak ölümsüzleştikleri koşulları bütün gerçek
yanlarıyla anlamakla ancak altı savaşçımızın anılarının büyüklüğü
anlaşılabilecektir. Ve ancak O zaman gerçek anlamıyla onları anmış ve yaşatmış
olacağız. Onlar, devrim için savaşımın sorunlarının büyüdüğü ve buna koşut
olarak, devrimci görevlerimizin kat kat arttığı bu dönemde, yeni ve büyük konumlar
yakalama somut 'görevini bir iş olarak önümüze koydular. Ve onlar bu uğurda
savaşarak ölümsüzleştiler. Onuru, kavgayı, bayrağı ve devrimin görevlerini bize
teslim ettiler.
Şimdi
onları anmak, onları tıpkı yaşadıkları zamandaki gibi sıcak ve yeni tutmak,
bugünün; yani içerisinde bulunduğumuz tarihsel 'an'ın bütün devrimci
görevlerini anlamak ve başarmakla gerçek anlamını bulacaktır.
Onları
anmak ve yaşatmak, ağırlığına bakmaksızın, bu görevleri eksiksiz yerine
getirmek için onlarca, yüzlerce kat fazla enerjiyle, özveri ve coşkuyla
çalışmak gerektiğinin kavranmasından geçer. Görev, şehitlerimizi anmak için her
günkü devrimci görevlerimize sımsıkı sarılmak ve ileriye atılmaktır.
Geleceğin
fethi davasında düşen, altı kızıl M18 gerillasını, kavgamızda, bilincimizde ve
yüreğimizde yaşatıyoruz. Kahpe bir pusuda katledilişlerinin 25. yıldönümün de,
altı komünist gerilla ve dağ kartalı yoldaşımız kavgamızda yaşıyor. Sonsuza dek
yaşayacaktır.
11 Eylül 2017 Pazartesi
Mustafa Suphi TKP’si 97. yaşında: Emekçiler örgütsüz, işçi sınıfı hala öncüsüz
Türkiye Komünist
Partisi (TKP), Mustafa Suphi önderliğinde 10 Eylül 1920’de toplanan I.
Kongre’de kuruldu. Kongre, Kemalist gericiliğin izin vermemesi üzerine Bakü’de
toplandı. Kongreye 15 komünist örgüt ile İstanbul, Anadolu ve Bakü kümeleri
temsilcilerinden oluşan 74 delege katıldı. Bu delegelerden 51’i İstanbul ve
Anadolu’dan gelmişti. Mustafa Suphi oybirliğiyle parti başkanlığına seçildi.
Tüm dünyayı sarsan
Ekim Devrimi’nin top sesleri kısa zamanda ülkemizde de etkisini gösterdi ve
Marksizm’in yayılmasına büyük bir atılım kazandırdı. Türkiyeli komünistler
proletaryanın bağımsız siyasetini sürdürecek komünist partisinin kuruluşu için
harekete geçtiler. Kararlı, yoğun çalışmalar sonucu 10 Eylül 1920’de TKP,
komünist grupların birleşmesiyle Bakü de kuruldu. Böylece proletarya kendi
bağımsız öz öncü örgütüne kavuşmuş oldu.
29 Temmuz 2017 Cumartesi
Hatıralarının ve kavgasının kalanında komünist önder Münir Dışkaya’yı yoldaşları her alanda yaşatacaklar
Münir Dışkaya
yoldaşı çok genç yaşında Adana da girmiş olduğu su kanalında 30 Temmuz 1979
yılında erkence kaybettik. Merkez Komitesi toplantısı için Adana'ya gelen Münir
yoldaş randevu saatine kadar zamana geçirmek gittiği kanalda yüzme bilmediği
için dalgaya kapılarak yaşama gözlerini yumdu.
Münir yoldaş TKP-ML Hareketi'nin Nisan 1979 yılında gerçekleştirmiş olduğu, I.
Konferans’ında Merkez Komitesi (MK)’ne seçilmişti. MK için en genç yoldaşlardan
olan Münir yoldaş, MK içi görev bölüşümünde örgütçü özellikleri nedeniyle Örgüt
Büro'ya seçilmiş ve Marmara Bölge Komitesi sorumluluğunu üstelenmişti. Münir
yoldaşı anlatmak ve Onun engel tanımaz devrimci militan özelliklerini yeniden
hatırlamak, içinde geçmekte olduğumuz zorlu süreçte nasıl devrimci öncü ve
militanlar olmamız gerektiğini anlamak bakımından büyük önem taşıyor.
13 Mayıs 2017 Cumartesi
18 Mayıs anısına | Komünist önder İbrahim Kaypakkaya ve önderlik sorunu
Diyarbakır
zindanlarında tam 3.5 ay en ağır işkencelere maruz kaldı. Tırnakları çekildi,
donmuş ayak parmakları kesildi, her türlü işkence yöntemlerine başvuruldu ama
ser verip sır vermeyen komünist önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın direniş
duvarına vurup geriye düşmekten öte bir anlam ifade etmedi.
4 Mayıs 2017 Perşembe
Dersim katliamı Türkleştirme ve Sünnileştirmenin adıdır
Tarihe 4 Mayıs 1937 yılında başlayıp 1940 yılına kadar devam eden ve binlerce
Alevi Kürdün kırımdan geçirildiği Dersim katliamının 80. yıl dönümü. Aslında
Dersim katliamı coğrafyanın tümüyle Türkleştirme, Sünnileştirme yani Türk ve
Sünni olmayan halkların yok edilmesi politikasının açık bir ifadesidir. Başta
şunun altı çizilmelidir ki, katliamın başında dönemin devlet yöneticileri M.
Kemal, Celal Bayar, İsmet İnönü ve genelkurmay başkanı Fevzi Çakmak
bulunmaktadır. Haliyle önceki Kürt katliamları gibi Dersim katliamı da T.C.
devletinin Kürdistan’ı İslah etme (iyi bir hale koyma, iyileştirme,
düzeltme) reform planının bir uzantısıdır.
1925 de Şey Sait’in önderliğindeki Kürt isyanına
katılmamalarına ve üstelik bazı aşiretlerin devlete destek olmalarına rağmen,
Kemalist iktidarın “Cumhuriyet Hükümeti için bir çıban” olarak gördüğü
Dersim’de tedip, uslandırma, tenkil, uzağa gönderme, uzaklaştırma. Herkese
örnek olacak ceza verme ve tehcir, sürgün, göçertme 1926 yılında başladı. 4
Ekim 1926 tarihinde Albay Mustafa Muğlalı komutasında Koçuşağı aşiretine karşı
yapılan askeri harekat Ovacık, Çemişgezek, Erkek, Beylan, Amutka ve Yılan Dağı
bölgesinde yaklaşık bir ay kadar sürdü ve geriye yüzlerce ölü, sürgün ve
yıkımlar kaldı.
1 Mayıs 2017 Pazartesi
1 Mayıs’ta faşist kuşatma ve yasakları yarmak için her yerde alanlara Taksim’e çıkalım
Türkiye’de sermaye ve
faşist iktidarlar, işçi sınıfı ve sendikal örgütlerinin bedeli kanla
ödedikleri, bu nedenle de büyük simgesel önem taşıyan Taksim 1 Mayıs alanını
emekçilere hep kapalı tuttu. Bugünde faşist diktatörlük 1 Mayıs düşmanlığını ve
korkusunu, 1 Mayıs’ın 1 Mayıs alanı Taksimde kutlamasına yasak koyarak
sürdürüyor. Bilindiği üzere 1 Mayıs Türkiye de uzun yıllar ya bahar bayramı
adıyla yozlaştırıldı yada yasaklandı. 1 Mayıs yıllar süren işçi ve
emekçilerin,devrimci ve sosyalistlerin can-kan pahasına yürüttükleri ve uğrana
onlarca şehitler verdikleri, zorlu mücadeleler sonucu resmi bayram olarak kabul
edildi ve 1 Mayıs alanı Taksim’e konulan yasak parçalandı..
Neki İşçi ve emekçi halk
düşmanı AKP faşist dinci iktidarı Taksimi işçi ve emekçilere yeniden
yasaklayarak, günler öncesinden başlatılan operasyon ve tutuklama terörüyle 1
Mayıs korkusunu sürdürdü ve sürdürüyor.
Her fırsatta sermaye
devletinin güvenliğini bahane eden AKP faşizmi, 1 Mayıs düşmanlığına devam
ediyor. İşçi ve emekçiler bakımından sembolük önemi olan Taksim’i 1 Mayıs
kutlamalarına kapatan AKP faşizmi, yaşanmış tarihi unutturmaya ve emekçilerin
direniş günlerini yozlaştırmaya çalışıyor. Nasıl ki 1 Mayıs zorlu mücadelelerle
resmi tatil günü olarak koparılıp alındıysa, aynı şekilde 1 Mayıs alanı Taksime
konulan yasak zinciri de direnişle kırılacak ve 1 Mayıs kutlamaları özgür
olacaktır.
Biliyoruz ki faşizmi ve
sermeyenin egemenliği koşullarında cesaretli, inatçı ve zorlu bir savaşım
verilmeden, hakların alınması mümkün değildir. DİSK, KESK, TTB ve TMMOB'un 1
Mayıs’ı 1 Mayıs alanı Taksim’den kutlamakta vazgeçmeleri ve yönlerini
Bakırköyde kutlamaya çevirmeleri, onların bir yandan daha dün her durumda emekçiler
bakımından sınıfsal ve sembolük değeri olan 1 Mayıs’ı 1 Mayıs alanı Taksim’de
kutlamaktan ısrar edenlerin, bugün düne göre değişen birşey olmadığı halde
Taksim ısrarında vazgeçmeleri, devletin dayatması ve yasağı karşısında geri
adım atmaları, Erdoğan önderliğindeki kaçak Saray iktidarının karşısında Gezi’den
hayıra taşınan emekçilerin eşitlik ve özgürlük direnişinin daha güçlü olarak 1
Mayıs kutlamalarına taşınmaması ve yasak savma babında 1 Mayıs’ın yasal
alanlarına hapsedilmesi anlamına gelmektedir.
Dahası sendikaların ve
mesleki kitle örgütlerinin İstanbul 1 Mayıs’ını faşizmin çizdiği sınırlar içine
hapsetmeye çalışan legalist - reformist tutumları, haklar direnerek alınır ve
korunur gerçekliğinden uzaklaşmak anlamına geldiğinin bilincinde olmalıyız.
Buradan olarak 1 Mayıs Katliamı’nın 40. yılında Saray rejiminin gerici
önderliğinde faşist dinci AKP diktatörlüğünün provokasyonlarına, tehditlerine
ve yasaklarına hayır diyerek, işçiler, emekçiler ve devrimciler salt elbette insanın
vicdanı da zamana bağlıdır ve yalnız onunla var olur. Demek ki anılarımız
geleneklerimiz, vicdanımız, belleğimizdir. Unutmaksa vicdansızlık. 1 Mayıs’ı
unutmayacağız! Çünkü 1 Mayıs, bizim geçmişimiz değil geleceğimizdir.
Doğru; derin bir iç
çekiştir 1 Mayıs… Kederimizdir, yarım kalan coşkumuzdur. Ama o gün, iş, ekmek,
özgürlük ve barış türküleriyle Taksim’e yürüyen insanlar, bu alanın adını ‘1
Mayıs Meydanı’ koydular.
Burjuvazinin her “yasak”ı,
yerle yeksan edilmek içindir…
Sakın ola unutulmasın /
unutturulmasın: Üzerine konan yasak işçi sınıfı mücadeleleri açısından gayri
meşru olan Taksim Meydanı, onlarca emekçinin “Uğruna can verilecek kadar
sevdiği şeydir!”
Hayır; asla ve kat’a
vazgeçmeyeceğiz Taksim’den; daha kaç 1 Mayıs “savaşa” gider gibi gideceğimizi
bilmesek de oraya.
Buradan olarak, KP-İÖ, tüm
işçi ve emekçileri, devrimci ve sosyalistleri 1 Mayıs’ı 1 Mayıs alanı
Taksim de kutlamak için, 1 Mayıs günü Taksim’de olmaya çağırıyor. Tüm işçi,
emekçi ve devrimci güçleri İstanbul da 1 Mayıs günü Taksim’i özgürleştirmek
için Taksim de bulaşmalı ve faşist diktatörlüğün yasakları parçalanmalıdır.
Yaşasın 1 Mayıs! Biji yek gulan !
Yasaklar kaldırılsın! Taksime özgürlük !
Faşizme ölüm halka özgürlük!
Yaşasın Komünist Parti-İnşa Örgütü!
Mayıs - 2017
KOMÜNİST PARTİ-İNŞA ÖRGÜTÜ (KP-İÖ)
28 Nisan 2017 Cuma
1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasında neden ısrarlı olunmalı?
Bir avuç egemenlerin
değil, milyonlarca emekçilerin; güçlülerin değil, zayıfların; zenginlerin
değil, yoksulların; iktidarın değil, hep muhalif olanların; patronların değil,
işçinin; sistemin değil, sistemin dışladığı “öteki”lerin bayram günüdür 1 Mayıs
birlik,mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs!
Peki neden 1 Mayıs Taksim’de
kutlanmalıdır?
1 Mayıs 1977’den beri
canıyla ruhuyla Taksim Meydanı’na zaten yerleşmiştir. Ne devlet, ne vali söküp
atabilir onu oradan, ne de TOMA’lar, panzerler!
1 Mayıs’ta işçilerin ve emekçilerin
Taksim’e çıkma talebinin haklı olduğuna kuşku yoktur ve olmamalıdır da! Ülkeyi,
dünyayı ayakta tutan, emeğin kenti İstanbul'da yüreğinde boy verdiği gündür
çünkü o. Her işçi kentinin, tam yüreğinde, kendini tüm görkemiyle açığa
çıkartır emek 1 Mayıs’ta…
Evet, 1 Mayıs, işçinin ve
emekçinin bayramıdır. Ama sadece bu kadar değil. Ne der 1 Mayıs Marşı’nda; “Devrimin
şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı”dır aynı zaman da.
Yani emeğe önem veren,
mevcut dünya emperyalist kapitalist düzeninde emeğin konduğu yeri görebilen, şu
dünyanın işleyişine bakıp “Bir yerlere bir terslik var,” diyebilen herkesin
bayramıdır.
1 Mayıs, devletin istediği
gibi, boynunu büküp ekmeğinin peşinden koşanların değil, başkaldıranların
bayramıdır.
Bu yüzden
“provokasyonlardan uzak...” diye başlar devletin 1 Mayıs mesajları. 1 Mayıs’ı
ruhundan uzaklaştırıp, kuru kuruya “emekçilerimiz bizim canımızdır,” seviyesine
çekmek ister devlet.
1 Mayıs, devleti rahatsız
eden bir ruhtur.
Nihayetinde şunun, bunu
değil, -mavi veya beyaz yakalı fark etmez- emeğin, işçi sınıfının yani ürettiği
balı yiyemeyen arının bayramıdır.
Haramilerin saltanatına
korku yaşatıp, tarihsel direnişi aydınlatarak Enternasyonal’in söylenmesi
gereken gündür.
İşçi ölümlerinin tavan
yaptığı, patronun ve sermaye sahiplerinin yüceltildiği, bankaların, patronların
ve ticarethanelerin daha çok rant için insanları ve emeklerini sömürdükleri
yerkürede alayına isyandır!
Sürdürülemez kapitalizm
dünyasında, “yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde / gün gelir gün gelir
zorbalar kalmaz gider,” diye haykıran 1 Mayıs muktediri korkutan başkaldırıdır.
Bir kez daha belirtelim;
“kısa çöp uzun çöpten hakkını alır elbette” diyerek zalimin zulmüne direnişin
gününde, olağanüstü hale; sokağa çıkma yasağına karşı yine ve yeniden Taksim’e
gideceğiz 2016’da da…
Zorbalıklarından asla
korkmuyoruz. Biz kimsenin emeğiyle, hakkıyla, canıyla oynamadık. Biz kimseden
bunların yapılmamasından daha fazla bir talepte de bulunmadık. Bugün
korkmayanların günü, biz korkmuyoruz. Biz; zaten bizim olan bu günü, zaten
bizim olan sokaklarda, meydanlarda, zamanında bizlere onurlu bir gelecek
bırakmaktan başka derdi olmayanların kanlarını döktükleri yerde, bir neslin
sesini çıkarırsa neler olabileceğini gördüğü, bir neslin dayanışma içerisinde
olursa neler olabileceğini gösterdiği yerde, bir ulusun direnişinin simgesi
olan yerde, Taksim’de “kutlamaya” gidiyoruz. Korkmuyoruz. Kutlamalar yapılmaz,
sloganlar atılmaz, halaylar çekilmez de canlar yakılırsa eğer, kanlar
dökülürse; korkanlardan bilin...
İşbirlikçi tekelci sermaye
ve hükümetleri 1 Mayıs’tan korkarlar. Baskı, şiddet ve yasaklarla bastırmak
isterler. Korkularından ötürü 1 Mayıs’ta Taksimi işçi ve emekçilere kapatırlar.
Onlar gerçekten emekçilerin isyanından korkuyorlar.
Unutmayın: O korkak
zalimler, o çirkin TOMA’ları ve gazlarıyla gideceklerdir; zalimin zulmü yanına
kalmayacaktır...
Yine, yeniden ve umutla,
2017’de de “Yaşasın Taksim’de 1 Mayıs / Bijî Yek Gûlan!” şiarları, haykırılan
sloganlar.
Nâzım Hikmet’cesinden,
“Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selam! / paranın padişahlığını / karanlığını
yobazın / ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfına selam!”
Özetin özeti: 1 Mayıs,
üreten ve yaratanların, emeğin bayramı, bir yanıyla sömürü sistemini ve
egemenlerini yeniden sorgulamanın zamanıdır. İnsanlık tarihinin, üretenlerin
yüz yıllar boyu sürdürdükleri mücadelenin kazanımıdır.
Çünkü tarihte büyük
günler, büyük mücadeleler sonucu doğmuştur. Bu, 1 Mayıs için de böyledir. İşçi
sınıfının uluslararası birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak 1 Mayıs onun
burjuvaziye karşı yürüttüğü kararlı savaşım sonucunda doğmuş ve dünya işçi
sınıfının mücadele tarihinde kayda geçmiştir.
“Bir günlük isyan-daha azı
değil” diyordu 1885’te yayınlanan AFL-Emek Federasyonu’nun bildirisi; “...Emeğin
dünyasını egemenlik altında tutan kurumların sefil sözcülerinin denetimi
dışında bir gün. Emeğin kendi yasalarını yaptığı ve bunları uygulamaya koyma
gücünü elde ettiği bir gün. Emekçi ordusunun birliğinin yarattığı muhteşem
gücün, dünyanın tüm halklarının kaderlerini ellerinde tutanlara karşı
çevrildiği bir gün!”
Büyük bedeller ödenerek
bugüne gelindi. Bu zamanı ve onların mücadelelerini anmak yükselmek adına 1
Mayıs birlik, dayanışma ve emeğin mücadele günü haline gelmiştir. Tüm dünyada
1886 yılından beri onların takipçileri olan emekçiler mücadelenin, emeğin
bayramı olarak kutlamaya devam ettirmekteler.
Türkiye’de 1 Mayıs’lar hep
olaylı oldu. Yaşananlar zihnimizin derinliklerinden çıkıp, gözümüzün önüne
yansıyor. 1977 yılında, Taksim’de yapılan 1 Mayıs kutlamaları kanlı
sonuçlanmıştı. O tarihten itibaren Taksim Meydanı 1 Mayıs’lara kapatıldı.
Bugün Türkiye’nin ihtiyaç
duyduğu en önemli şey demokratikleşmedir. Bu Türkiye emekçileri için de acil
bir durum ve görevdir. Bugünün içerdiği anlam; yalnızca “bayram” olmakla
sınırlı değil. Bunun yanında, bilginin, üretimin, barışın, paylaşımın,
adaletin, eşitliğin ve özgürlüğün anlamı ve değeri de bir arada, bir bütün
olarak vardır.
Evet, gün birbirimizle
sürtüşmenin, çekişmenin ve üstünlük taslamanın günü değildir. Gün
farklılıklarımızı birbirimizin önüne set olarak çekme günü de değildir. Gün
farklılıklarımızı kendi renkliliklerimiz olarak algılayıp evrensel emeğin
bayramı, birleşme ve tek güç, tek yürek olarak bütünleşme günüdür.
1 Mayıs, birlik, mücadele,
dayanışma ruhu olarak tüm kesimleri kapsayan bir gün... Bugün Türkiye’nin ihtiyaç
duyduğu en önemli şey demokratikleşmedir. Bu Türkiye emekçileri için de acil
bir durum ve görevdir. Bugünün içerdiği anlam; yalnızca ‘bayram’ olmakla
sınırlı değil... Bunun yanında, bilginin, üretimin, barışın, paylaşımın,
adaletin, eşitliğin ve özgürlüğün anlamı ve değeri de bir arada, bir bütün
olarak vardır.
1 Mayıs, OHAL ve KHK
yasaklar düzeninin derinleşerek devam ettiği ve tek kişilik şeflik yönetimiyle
faşist diktatörlüğün pekiştirilmeye çalışıldığı böyle bir iklimde kutlanması,
her türlü faşist saldırı, baskı, sınırsız sömür ve dinci - şoven milliyetçi
kamplaşma ve etnik düşmanlıklara karşı tüm Türkiye halklarının mücadelesinin
ifadesini de içeriyor. Eşitlik, özgürlük ve mücadele ve örgütlenme ister. 1
Mayıs ancak bu bilinçle gerçek anlamına ve sınıfsal özüne kavuşturulabilir,
sömürü ve zulüm çarkının bezirganlarının korkulu rüyası haline gelebilir ve
halkların gerçek birliği bu sayede sağlanabilir.
Tüm haklılığına,
meşruluğuna, ulusal ve uluslararası mahkeme kararlarına rağmen 1 Mayıs’ın
Taksim’de kutlanması bir kez daha yasaklanmak isteniyor.
Tüm engellemelere rağmen
Taksim 1 Mayıs Meydanı’dır ve yasaklanamaz. Tüm işçi,emekçi ve devrimcileri
geleneğimize sahip çıkmak ve faşist kuşatmayı yarmak için 1 Mayısı 1 Mayıs alanı
Takism’de kutlamaya çağırıyoruz!
Taksim’e yasak konamaz! Taksim emekçilerindir!
Yaşasın 1 Mayıs! Biji yek gulan!30 Mart 2017 Perşembe
30 Mart 1972: Kızıldere Katliamı
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu liderlerinden Deniz Gezmiş, Yusuf
Aslan ve Hüseyin İnan'ın 12 Mart darbesinden sonra idam edilmelerini engellemek
için, Mahir Çayan ve arkadaşları NATO üssünden kaçırdıkları İngiliz ve Kanadalı
teknisyenlerle birlikte Tokat'ın Kızıldere köyüne geldiler. Mevzilendikleri
muhtarın evinde devlet güçleri tarafından öldürüldüler; katliamdan sadece
Ertuğrul Kürkçü kurtulabildi.
Tüm dünyayı kasıp kavuran '68 olaylarının da etkisiyle,
Türkiye'de toplumsal muhalefetin giderek güçlendiği yıllardı. Türkiye İşçi
Partisi meclise milletvekilleri soktu, birbiri ardına devrimci örgütler ve
partiler kuruldu. Sendika, toplu sözleşme ve grev yasaları hakkında verilen ve
esas olarak Türk-İş'ten DİSK'e işçi akışını engellemeyi hedefleyen kanun teklifi
sonucu yaşanan 15-16 Haziran işçi eylemlikleri sonucunda, İstanbul ve
Kocaeli'nde sıkıyönetim ilan edildi. Bütün bunlar egemen sınıfın giderek daha
büyük bir paniğe kapılmasına neden oldu.
9 Mart'ta başını Devrim Dergisi yazarlarının çektiği Milli
Demokratik devrim cuntasının başarısız darbe girişiminden sonra, 12 Mart 1971
günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, diğer kuvvet komutanlarının
da katılımıyla meclise bir muhtıra verdi. Adının muhtıra olmasına rağmen,
ülkedeki tüm erkleri orduda toplaması nedeniyle, nedeniyle, bu eylem bir darbe
karakterine büründü. Ordunun talebiyle Nihat Erim başkanlığında bir teknokrat
hükümet kuruldu ve "Balyoz Harekatı" adı altında Türkiye'deki bütün
sol ve muhalif unsurlar üzerinde muazzam bir terör estirilmeye başlandı. Bu
harekât ile darbecilerin solun her çeşidine olan düşmanlıkları açıkça ortaya
çıktı. Başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere pek çok kentte sıkıyönetim
ilan edildi.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) liderlerinden Deniz
Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan yakalanarak idama mahkûm edildi. Bunun
üzerine Türkiye Halk Kurtuluş Partisi–Cephesi (THKP-C) liderlerinden Mahir
Çayan, THKO ile ortak davranma kararı aldı. Mart 1972'de Ünye'ye geçerek,
burada bulunan NATO üssünde çalışan iki İngiliz ve bir Kanadalı radyo
teknisyenini kaçırdılar. Rehinelerin serbest bırakılması karşılığında Deniz
Gezmiş ve arkadaşlarının serbest bırakılmasını talep ettiler.
Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Ertan Saruhan, Sinan
Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz, Ahmet
Atasoy ve Ertuğrul Kürkçü rehinelerle birlikte Tokat'ın Niksar ilçesine bağlı
Kızıldere köyüne geldiler. Burada muhtarın evine mevzilendiler. Ancak bir ihbar
sonucu devlet güçleri köye geldiler. Ağır silahlarla ve bazı köylülerin
iddiasına göre NATO askerleriyle birlikte muhtarın evini kuşattılar.
Helikopterler de havadan kuşatmayı destekledi.
Mahir Çayan ve arkadaşları rehineleri göstererek hayatta
olduklarını kanıtladılar. Ancak kurulu düzene kafa tutmaya cüret etmiş olan bu
insanların varlığına tahammül edemeyen devlet güçleri, rehinelere aldırış
etmeden ateşe başladı. Evin damında bulunan ve "Sıradan askerleri
gönderin, rütbeliler gelsin!" diye bağıran Mahir Çayan, ilk yaylım
ateşinde başından vurularak öldürüldü. Devlet güçleri evin içine girerek,
rehineler de dâhil olmak üzere herkesi öldürdüler. Otopsi raporları,
rehinelerin askerlerce öldürüldüğünü ortaya koymaktadır. Katliamdan sadece alt
kattaki samanlığa sığına bilen Ertuğrul Kürkçü kurtulabildi.
Kızıldere katliamı ve ardından gelen idamlar, Türkiye'deki
devrimci mücadeleyi derinden etkiledi. Onların kahramanca eylemleri, gençlerin
gözünde birer efsaneye dönüşmelerine yol açtı. Çayan ve arkadaşları, devletin
yıkılması için parlamentarizmin dışında militan bir devrimci mücadelenin
gerekliliğini ortaya koydular.
26 Şubat 2017 Pazar
Nabi Kırman’ın MLKP-K birlik güzellemesi üzerine
Kuşku yok ki Nabi Kırman MLKP-K’nın birlik deneyimini hem çarpıtıyor ve olguları atlayarak yaşanmış tarihi kendi kafasına göre kurgulamaya çalışıyor ve hem de MLKP’nin ideolojik-politik ve örgütsel zeminde yamalı bir bohça olarak kurulduğunu gerçeğine görmezden geliyor.
Daha başta Nabi Kırman’a sormak gerekiyor; madem MLKP birliği bu kadar olumlu ve iyi bir örnekse idiyse neden MLKP'den koptunuz ve neden MLKP kısa bir dönem için birçok ayrılık yaşadı. KP-İÖ’nün ardından MLKP’nin MK üyesi Garbis Altınoğlu ayrıldı, ardından TKİH kökenlilerin başını çektiği MLKP YKH ortaya çıktı, İstanbul’da Spartaküstler ismiyle bir kesim koptu. Yine MK üyesi OH bir çok konuda MLKP’yi sapma içinde olduğu eleştirileri yaparak ayrıldı ve yüzlerce kadro ve sempatizan MLKP saflarını terk etti; -ve neden delegelerin yarısı ve MK üyelerinin önemli bölümü- TKİH kökenli MK üyelerinden bunlardan birisi Ahmet Metin Koyuncu olmak üzere 2 MK üyesi MLKP’yi sağcılıkla suçlayarak koparken, Hareket kökenli MK üyelerinden beşi (KM, OH, MC, PM, SU) MLKP’yi sınıf perspektifinden saptığı sol oportünist bir çizgiye kapaklandığı vb. yönlü değişik eleştirilerde bulunarak, hatta MLKP’yi çürümüş-geriye savrulmuş bir örgüt ilan ederek gemiyi terk ettiler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)