Kızıldere katliamı, Türkiye
devrimci sosyalist hareketinin tarihinde bir dönüm noktası. 12 Mart muhtırası
sonrasında devlet şiddeti artarken, Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi
(THKP-C) ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) militanı on bir kişi Deniz Gezmiş,
Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın idamını engellemeye çalışırken Tokat'ın Niksar
ilçesine bağlı Kızıldere köyünde kıstırıldılar. Aşağıda o günlerin hikayesi...
İstanbul'da Ulaş Bardakçı'nın öldürülmesi ve Ziya
Yılmaz'ın ağır yaralı olarak yakalanması, Orhan Savaşçı ve arkadaşlarının
tutuklanması, ardından Koray Doğan'ın öldürülmesi ve Oğuzhan Müftüoğlu'nun da
tutuklanması üzerine, tasarlanan birkaç umutsuzca çıkışın ve Ankara'da ya da
başka bir büyük kentte barınma olanağının olmadığının görülmesi üzerine asıl
örgütlenmeden geriye kalan iki kişi Mahir Çayan ve Ertuğrul Kürkçü, THKO
üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile birlikte, THKP-C'nin Doğu
Karadeniz'deki kitle çalışmalarından edindiği ilişkiler alanına geçmek üzere
yollarda yapılan sıkı aramalardan kurtulabilmek için makarna yüklü bir kamyonun
yükleri arasına gizlenerek Fatsa'nın Yapraklı köyünde Ahmet Atasoy'un bir
akrabasının evine yerleştirildiler.
Cezaevinden kaçıştan başlayarak yapılması mümkün ve
gerekli ilk girişimin Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarının
önlenmesi olduğu düşüncesinin aralarında sürekli olarak güçlendiği topluluğun
eline Fatsa'ya yerleştikten sonra Ankara ve İstanbul'da sahip olmadıkları kadar
elverişli bir imkan geçti: Varlığı daha önceden bilinen ve belirlenmiş olan
NATO dinleme üssünde görevli İngiliz personeli. Kısa bir durum muhasebesinin
ardından CHP'nin üç THKO'lunun idam cezalarının yerine getirilmesine ilişkin
TBMM kararına Anayasa Mahkemesi'nde yaptığı itirazın sonucunun beklenmesi ve
idamları önleyecek başka hiçbir yasal yol kalmadığında İngiliz görevlilerin
rehin alınarak idamların yerine getirilmesinin engellenmesine karar verildi.
Ancak, bu kararın yerine getirilebilmesi için gerekli bilgi, araç, barınma
olanakları ve ilişkiler, kısacası yerel örgütlenme, ancak seyrek bir
sempatizanlar çevresinin gevşek örgütlenmeleri içinde vardı.
Beri yandan bürokrasi içindeki mücadele, 12 Mart sonrasında devletin korunabilmiş kimi yasallıklarının askeri diktatörlüğü kalıcılaştırma yanlısı güçler tarafından sürekli olarak aşındırılması biçiminde sürüyordu. Bir yandan Anayasa Mahkemesi'nde davaya bakılırken öte yandan Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı infazlar için darağaçlarının hazırlanmakta olduğuna ilişkin bildiriler yayınlayarak Anayasa Mahkemesi'ni baskı altında tutmaya çalışıyordu. Devletin kurumları arasında idama mahkum üç devrimcinin hayatları üzerinde süren bu mücadelenin doğurduğu gerilimli ve belirsiz atmosfer içinde, henüz hazırlıkların tamamlanmadığı bir sırada grubun büyük kentle olan son bağlantısı da koptu. Artık yerlerinin devlet güçlerinin bilgisi içine girip girmediğinden hiç bir zaman emin olmayarak, arkadaşlarının idamlarını engelleyemeden yakalanmak ya da her türlü riski göze alarak harekete geçmek kararıyla, 25 Mart 1972 gecesi saat 19.30'da Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan ve Ertan Saruhan ellerinde kendilerine ait herhangi bir araçları olmaksızın yöredeki bir tanıdıklarının aracıyla Ünye'de İngiliz teknisyenlerin kaldığı apartmana keşif yapmaya gittiler. Evin önünde İngiliz görevlilere ait aracın durmakta olduğunu görünce, o gece İngilizleri kaçırmayı düşündülerse de çevrenin kalabalıklığından ötürü bundan vazgeçtiler. Geceyi Ünye'deki bir tanıdıklarının evinde geçirdiler.
Beri yandan bürokrasi içindeki mücadele, 12 Mart sonrasında devletin korunabilmiş kimi yasallıklarının askeri diktatörlüğü kalıcılaştırma yanlısı güçler tarafından sürekli olarak aşındırılması biçiminde sürüyordu. Bir yandan Anayasa Mahkemesi'nde davaya bakılırken öte yandan Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı infazlar için darağaçlarının hazırlanmakta olduğuna ilişkin bildiriler yayınlayarak Anayasa Mahkemesi'ni baskı altında tutmaya çalışıyordu. Devletin kurumları arasında idama mahkum üç devrimcinin hayatları üzerinde süren bu mücadelenin doğurduğu gerilimli ve belirsiz atmosfer içinde, henüz hazırlıkların tamamlanmadığı bir sırada grubun büyük kentle olan son bağlantısı da koptu. Artık yerlerinin devlet güçlerinin bilgisi içine girip girmediğinden hiç bir zaman emin olmayarak, arkadaşlarının idamlarını engelleyemeden yakalanmak ya da her türlü riski göze alarak harekete geçmek kararıyla, 25 Mart 1972 gecesi saat 19.30'da Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai Arıkan ve Ertan Saruhan ellerinde kendilerine ait herhangi bir araçları olmaksızın yöredeki bir tanıdıklarının aracıyla Ünye'de İngiliz teknisyenlerin kaldığı apartmana keşif yapmaya gittiler. Evin önünde İngiliz görevlilere ait aracın durmakta olduğunu görünce, o gece İngilizleri kaçırmayı düşündülerse de çevrenin kalabalıklığından ötürü bundan vazgeçtiler. Geceyi Ünye'deki bir tanıdıklarının evinde geçirdiler.
26 Mart 1972 sabaha karşı devlet güçleri, kalabalık
komando birliği, özel görevliler ve polis birlikleri ile Ankara'da elde
ettikleri bilgileri değerlendirerek Ünye'deki bağlantı noktalarını ele geçirmek
ve ardından aranmakta olan THKP-C ve THKO üyelerini yakalamak üzere Fatsa'yı
abluka altına aldılar. Daha sonra 1979'da Fatsa Belediye Başkanı olan terzi
Fikri Sönmez ve çırağını gözaltına alan devlet güçlerinin kendi yerlerini
öğrenmek üzere onları işkence altında sorgulamakta olduğunu öğrenen grup iki
seçenekle karşı karşıya kaldı; ya İngiliz görevlileri de yanlarına alarak
Ünye'den ayrılacak ve arkadaşları Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Saffet
Alp ve Ömer Ayna'nın bulunduğu Kızıldere köyüne ulaşacaklardı ya da etkili
herhangi bir eylemde bulunma olasılığı bulunmayan bu köye kendi başlarına gitmenin
yolunu bulacaklardı. Aralarında yaptıkları tartışmada birinci seçeneğin
uygulanması kararlaştırıldı. İngiliz görevlilerin araçları kaldıkları konutun
önündeyse onları kaçıracak ve birlikte gideceklerdi. Değilse, yakalanmadan
önceki son şansı kullanarak zorunlu olarak Ünye'den ayrılacaklardı. Yapılan
keşifte İngilizlerin arabasının yerinde durduğu belirlendi ve eylem
gerçekleştirildi. Üç İngiliz görevli alındı. Geride kalanlar bağlanarak hareket
edemez hale getirildi ve Mahir Cayan, Cihan Alptekin, Ertuğrul Kürkçü, Hüdai
Arıkan, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy ve Nihat Yılmaz, Kızıldere köyüne doğru
İngilizlerin aracıyla yola çıktılar. Kızıldere köyüne tırmanan toprak yolun
başında Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz'dan ayrılan grup, rehinelerle birlikte
arkadaşlarıyla birleşmeye giderlerken Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz da aracı
uygun bulacakları uzak bir yerde terkederek Ankara ya da İstanbul'a gitmekle
görevlendirildiler.
Kızıldere'de
Soğuk ve rüzgarlı bir havada yokuş yukarı tırmanarak
ancak gün ağarırken köy civarındaki ağıllara ulaşabilen grup, görünmemek için
ağıllarda saklandı. 27 Mart 1972 gecesi yanlarında rehineleriyle birlikte,
arkadaşlarının da kalmakta olduğu Kızıldere köyü muhtarının evine ulaştılar. 27
Mart 1972 sabahı İngiliz görevlilerin evine gelen hizmetlinin durumu polise
bildirmesi üzerine, bütün bölgede topçu keşif uçakları ve helikopterlerle keşif
uçuşlarına başlayan askeri birlikler aramalarını sürdürürken Kızıldere köyüne
ilk giden grubun bağlantılarını kuranların ele geçmesi ve Niksar'daki bağlantı
unsurunu açıklaması üzerine bu kişi 29 Mart 1972 günü yakalandı ve çok geçmeden
güvenlik güçlerine muhtarın evini değilse de köy civarını tarif etti. Bu arada
topçu keşif uçakları kar üzerinde Kızıldere köyüne çıkan yolun başında
İngilizlerin aracının tekerlek izlerini tesbit ettiler. Nihayet aynı gün Niksar
ilçesi girişinde Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz'ın bıraktıkları araba bulunduğu
gibi, İstanbul ya da Ankara'ya gitmek yerine geriye Kızıldere'ye dönmeyi daha
güvenlikli bulan Ertan Saruhan ve Nihat Yılmaz dönüş yolu üzerinde çevre
köylerden ekmek alırlarken kuşku uyandırdılar. Bütün belirtilerin Kızıldere
köyü dolayını işaret etmesi üzerine 30 Mart 1972 sabah 05.00'de bilgi edinmek
için köy muhtarının evine gelen jandarmalara muhtar önceden hazırladığı ihbar
mektubunu vererek arananların evinde kaldığını bildirdi.
Evin ve köyün sarılması üzerine evde sıkışıp kalan THKP-C
üyeleri Mahir Çayan, Ertuğrul Kürkçü, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ertan
Saruhan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz ve Ahmet Atasoy ile THKO
üyeleri Cihan Alptekin ve Ömer Ayna teslim olmamayı, taleplerine olumlu
karşılık verilmez ve üzerlerine ateş açılırsa İngiliz rehineleri, bıraktıkları
ültimatomda belirtildiği biçimde öldürerek sonuna kadar çarpışmayı kararlaştırdılar.
Evin giriş ve çıkışlarını hububat ve un çuvalları, dolap, yastık ve yataklarla
tahkim ederek, evin çatısında delikler açarak çevreyi gözetlemeye başladılar.
"Teslim ol" çağrılarını reddettiler. Öğleden sonra saat 14.00
sularında İngilizlerin kendilerine çatıdan gösterilmesi ve kendileriyle
konuşturulmasını isteyen çevreyi kuşatmış binlerce asker ve polisten oluşan
birliklere İngilizleri gösterip konuşturdular. Kısa bir süre sonra içlerinden
birinin çatıya çıkması ve görüşme yapılması isteğine uyarak çatıya çıkan
Ertuğrul Kürkçü, Mahir Çayan, Cihan Alptekin ve Saffet Alp görüşmek üzere
beklerlerken, ansızın üzerlerine önce tek tek, daha sonra çevredeki makinalı
tüfek yuvalarından yaylım ateşi açıldı. Bu ateşin kimin emriyle açıldığı ve
neyi amaçlamış olduğu bugün de açıklığa kavuşmuş değildir. Teknisyenleri ve
devrimcilerin tümünü uzun bir kuşatmadan sonra sağ olarak yakalamanın askeri
olarak mümkün olduğunu konuyla ilgilenen hemen hemen her uzman belirtmiştir.
Ancak amacın bir arada kıstırılmış geniş bir önderliğin
bir an öce temizlenmesi olduğu tahmin edilebilir. Kendilerini çatıdaki delikten
eve atmayı başarabilen üç kişiden geride kalan Mahir Çayan başından yediği
kurşunla öldü. Ardından daha önce alman karar uyarınca İngilizler öldürüldü.
Kerpiçten yapılma evde kendi silahlarının atış menzili dışında kalan güvenlik
kuvvetlerinin atışlarına karşı koyamayan, buna karşılık siper aldıkları
duvarları delen makinalı tüfek mermileriyle isabet alan devrimcilerden Ömer
Ayna gözünden vuruldu. Cihan Alptekin karnından yaralandı. Bir süre sonra ateş
kesilip çağrılar yapıldıysa da kendilerini fiilen kurşuna dizmiş olan güçlerle
görüşme yapmayı reddeden devrimciler evin sahanlığında toplandılar.
Eve
yapılacak yeni saldırıyı topluca karşılamak üzere el bombalarını hazırlayarak
beklemeye başladılar. Ancak doğrudan değil, uzaktan tüfek bombaları ve
roketatarlarla yapılan yeni saldırıda, topluca bulunulan sahanlığın bir bölümü
isabet aldı. Bu isabetle tahrip olan bölümde el bombası taşıyanlardan birinin
pimi çekilmiş bombası elinden fırlayınca ötekilerin de ortasında patlayan bomba
bir dizi patlamaya yol açtı. Evin arkasından sahanlığa girilen ikinci girişi
tutmakta olan Ertuğrul Kürkçü dışındakilerin önemli bir bölümü ölürken Ertuğrul
Kürkçü evin bitişiğindeki samanlığa geçerek saklandı. Evden gelen silah
atışlarının kesilmesi üzerine tarama atışları yaparak eve girenler can
çekişmekte olan Saffet Alp'i kurşuna dizdiler. Evdekilerin tam sayısını
bilmemeleri ve muhtar Emrullah Arslan'ın verdiği sayıyla ölülerin sayısının uyması
üzerine hava kararırken cesetleri de alarak köyden ayrıldılar. Ertuğrul Kürkçü
saklandığı yerden çıkamadı.
Ertesi gün ölülerini almak üzere gelen yakınlarının
teşhisleri sırasında Ertuğrul Kürkçü'nün babasının ölenler arasında oğlunun
bulunmadığını söylemesi üzerine yeniden yapılan arama sırasında Ertuğrul Kürkçü
de yakalandı.
Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinin tarihinde
"Kızıldere katliamı" olarak bilinen olay, gerçekleşmesi ve gelişmesi
sürecinde Türkiye'de ve Türkiye dışında büyük tepkilere yol açtı. Ancak yapılan
bütün yanlış bilgilendirme, saptırma ve spekülasyonlara karşın devletin bu
"katliam"ı savunması ve meşrulaştırabilmesi mümkün olmadı. Halkın
vicdanı Kızıldere'de öldürülenlerin yanında yer aldı.
Ancak, devletin özgül amaçları bakımından "Kızıldere
katliamı" hedeflerine ulaştı. Öncelikle THKP-C'nin önderliğine vurulan
ağır darbe, yalnızca bu örgütün değil, sosyalist hareketin 1968'lilerin içinden
çıkan önemli bir grup önderinin yok olmasına yol açarken özellikle THKP-C'nin
atomize olmasına ve örgütsel olarak dağılmasına neden oldu. Sürekli ve
güvenilir bir önderlik yoksunluğu sosyalist hareketin "devrimci"
kanadında sonraki on yıl boyunca da esaslı olarak giderilemeyen bir önderlik
bunalımına yol açtı.
* Bu yazı Sosyalizm ve Toplumsal
Mücadeleler Ansiklopedisi'nden alındı. İletişim
Yayınları, Cilt 7, sf. 2185-88
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder