29 Temmuz 2017 Cumartesi

Hatıralarının ve kavgasının kalanında komünist önder Münir Dışkaya’yı yoldaşları her alanda yaşatacaklar

Münir Dışkaya yoldaşı çok genç yaşında Adana da girmiş olduğu su kanalında 30 Temmuz 1979 yılında erkence kaybettik. Merkez Komitesi toplantısı için Adana'ya gelen Münir yoldaş randevu saatine kadar zamana geçirmek gittiği kanalda yüzme bilmediği için dalgaya kapılarak yaşama gözlerini yumdu.

Münir yoldaş TKP-ML Hareketi'nin Nisan 1979 yılında gerçekleştirmiş olduğu, I. Konferans’ında Merkez Komitesi (MK)’ne seçilmişti. MK için en genç yoldaşlardan olan Münir yoldaş, MK içi görev bölüşümünde örgütçü özellikleri nedeniyle Örgüt Büro'ya seçilmiş ve Marmara Bölge Komitesi sorumluluğunu üstelenmişti. Münir yoldaşı anlatmak ve Onun engel tanımaz devrimci militan özelliklerini yeniden hatırlamak, içinde geçmekte olduğumuz zorlu süreçte nasıl devrimci öncü ve militanlar olmamız gerektiğini anlamak bakımından büyük önem taşıyor.

Sınıf savaşımının sertliği günlerin akışını hızlandırıyordu. Kitle hareketi devrimcileri daha hızlı hareket etmeye ve yaşanmamış günleri olabildiğince verimli kullanmaya zorluyordu. Günler adeta bir rüzgar gibi geçmekteydi Temmuzda. Sıkıntıyla dolu yüreğinin yorgunluğu, MK toplantısına gideceği için heyecandan uyumasına izin vermedi o gece Münir yoldaşa. 

İstanbul Bağcılar da camlı kahvenin hemen yanında tek gözlü bir gece kondu da toplantı notlarını kontrol ediyor ve birlikte kaldığı yoldaşla konferans sonrası süreci ve kadroların beklentilerini konuştu. Akrep yelkovanı yutmuş, zaman sanki durmuştu. Sıkıntılı ve uykusuz uzun bir gecenin ardından Münir yoldaş İstanbul’dan Adana'ya yolculuğa çıkıyordu Toplantı için yoldaşlarıyla bir araya gelecek ve mücadelenin gelişip ileriye taşınması için bir dizi konuyu görüşüp karara bağlayacaklardı. Toplantı gündemi önceden belirlenmiş ve her bir yoldaş gibi Münir yoldaş da toplantı için hazırlık yapmış ve küçük pelür kağıtlarına bir çok notlar almıştı. Olası polis aramalarına karşı notları yaptırmış olduğu ayakkabısının topuğunun içine sarıp sarmalayarak gizledi ve sabahleyin Adana da olacak biçimde garajların yolunu tuttu.

Nihayet gece seher vaktine evrildiğinde kendisini Adana caddelerinde buldu. Bir yoldaş kendini bekliyordu Adana da buluştular ve yoldaş randevu saatine kadar zaman geçirmeleri gerektiğini belirterek, kanalın bulunduğu alana gittiler. Sıkıntısına en iyi ilaç toprak ve suydu. Hava insanı boğucu sıcakla adeta bunaltıyordu.

Yüzlerce insan kanalın suyuyla serinlemeye çalışıyordu. Yoldaşla toplantı üzerine sohbete daldılar. Ama sıcağın etkisiyle hava gittikçe nefes alıp vermede dahi zorlaşıyordu. Toprak, derinliklerindeki yaşamın sıcaklığını üfürüyordu yüzüne. Bedenine sığmayan rahatsız edici sıkıntı havanın sıcaklığıyla artmıştı. Gece uzun yoldan gelmesi nedeniyle bedeni uykusuz ve yorgundu, ama huzurluydu.

Öğlenin sıcaklığı alnını ince dilli bir kırbaç gibi yalıyordu. Öten cırcır böceklerinin sesine, insanların sesi karışıyordu. Gün gecenin üzerine yürümüştü. Zamanın akışını, güneşin yükselişinden ve bedenindeki yorgunluktan fark etti. Sıcaklık adeta bir külçe gibi çökmüştü bedenine, ayaklarında yorgunluğun ağır külçeleri ile zorlukla atıyordu adımlarını. Öyle ki ‘yer çekiminin en yoğun olduğu yerdeyim’ diye yorgun ve yavaş bir düşünce geçti aklının alyuvarlarından. Dinlenmek ve doğayı dinlemek için oturdu. Havada en küçük bir esinti yoktu esmer yüzü terden sırılsıklam olmuştu. Dudaklarının kuruduğunu anladı ve su satan çocukta birkaç bardak soğuk su içti. Yanaklarına çarpıp, yüz çizgilerinden yol bulup süzülen ter iç gıcıklıyordu.

Bir arada dinlenmek için uzandı. Kanal suyunun akan sesi, doğal bir senfoniyle, yorgun bedeninden esirgediği uykularda, kerpiç rüyalar görmeye çekti ruhunu. Doğanın dingin hafifliği ve yanılsaması içinde uyumuştu. Rüyaların labirentinde ne kadar dolaştı, zamanın sonsuzluğunda ne kadar gezinmişti bilemedi. Her tarafı ter içinde kaldığı halde sıcaklıkla açtı gözlerini. Çığlık çığlığa öten kuşların tedirgin seslerini duyurmuştu kendisine. Kendisini, hala içinde kaybolduğu derin rüyalarda yakınen tanıdığı şehit yoldaşlarla birlikte olduğunu sandı.

Bunaltıcı sıcağa daha fazla dayanamayan Münir yoldaş serinlemek için yavaş yavaş kanala doğru yol aldı. Aslında kanal oldukça belalıydı, bugüne kadar birçok insanı yutmuştu. Girmek oldukça tehlikeliydi. Üstelik Münir yoldaş iyi yüzmede bilmiyordu. Serinlemek amacıyla girmiş olduğu kanalda dengesini kaybetti ve azgın akan dalgalara kapılarak süreklenmeye başladı. Kimseler müdahale edemedi Münir yoldaşa. Kanalın dizgin yerine varıldığında Münir yoldaş boğulmuş ve oldukça su yutmuştu. Tüm çabalara rağmen 30 Temmuz 1979 yılında Adana da Su kanalında Münir yoldaşı ölümsüzler ordusuna katıyorduk.

Komünist hareketin ve emekçi halkların daha fazla ihtiyaç duyduğu bir zamanda Münir Dışkaya yoldaşı basit olmaması gereken bir hatadan dolayı kaybetmiştik.

Münir Dışkaya yoldaş, Malatya'nın Kürecik ilçesi Harunuşağı köyünde, çok yoksul Kürt bir ailenin çocuğu olarak 1957'de dünyaya gözlerini açtı. Ailesi devrimci olduğundan dolayı Münir’ yoldaş çok erkence mücadeleyle tanıştı. İbrahim yoldaşın sıkıca arandığı 1971-1972 döneminde Münir yoldaşın babası, kapısını sonuna yoldaşlara açan, mütevazı ve yiğit bir yoksul köylü devrimcisiydi. Münir yoldaş küçük yaşında devrimci babasını yıldırım çarpmasından dolayı kaybetti ve çok küçük yaşta öksüz kaldı. Annesi Münir'e kol kanat gererek, okuyup 'adam olmasını' istedi. Daha Ortaokul ve ardında devam ettiği Malatya'da Turan Emeksiz lisesinde ve faşistlere karşı militanlığıyla öne çıktı.

Münir yoldaş 1975-76'da artık yaşına rağmen gençlik içinde öne çıkan, ele avuca sığmayan TKP-ML Hareketi’nin yiğit bir devrimci militanıydı. Bir yandan sivil faşist harekete karşı militanca dövüşüyor, bir yandan ise gençliği komünist hareket saflarında örgütlemeye çalışıyordu. TKP/ML Hareketi Münir yoldaşın önderliğinde o yıllarda Malatya'da önemli ilişkiler yarattı ve birçok militanın kavgaya katılmasına ön ayak oldu.

Yerinde durmayan çalışkan ve yarın devrim olmalıdır savaşkanlık tutkusuyla ileri atılan Münir yoldaş, profesyonel devrimci olarak devrimci kavgayı büyütmek için Antep'e geçti. 1978'e kadar Antep'te devrimci çalışmalarını coşkuyla sürdüren Münir yoldaş, 1978'in yaz aylarında proletaryanın şehri İstanbul'a ayakbastı. İstanbul'da 1 Ağustos 78 hizbinin örgütsel ilişkileri tarumar ederek güvensizliklerin derinleştiği, her şeyin perişan olduğu bir ortamda İstanbul da örgütsel çalışmalara sıkıca sarıldı ve yoktan var edileceğini 8 aylık kısa çalışma döneminde ilişkilerin toparlanmasında önemli rol oynadı.

Tek bir ilişkiyi değerlendirmek, tek bir toplantı evini elden kaçırmamak, bir lira parayı harcamada bile yüz kez düşünmek ve yoldaşlarına özverinin nasıl olduğunu uykusundan yemesinden-içmesinde kısarak, kendisini komünist harekete adamış bir komünist olarak, örgütün verdiği görevleri büyük-küçük ayrım yapmadan, en kısa zamanda yerine getirmeye çalışır ve bu aynı kararlılığını yoldaşlarına taşırdı. Sabahın erkenin de yollara düşer ve gecenin geç saatine kadar o toplantıdan öbürüne koşarak adeta İstanbul’u boydan boya birkaç kez kat ederdi.

Yaşı küçük olmasına karşın oldukça zeki ve kişisel özelliklerinden dolayı olgun ve ağır başlı bir yapısı vardı Münir yoldaşın. Oldukça mütevazıydı ve hiç kimseyi kırmazdı. 1979 Nisan’ında bütün bu başarılı çalışmalarının sonucu TKP/ML Hareketi önderliğine seçildi, önderlik içinde Örgüt Büro’da görev alan en genç MK üyelerindendi.

O çok ağır bir yükün altına girdiğinin bilincindeydi. Ama devrimci mücadele kendisine büyük görevler yüklemişti ve bu görevlerin altından kalkmak için var gücüyle çalıştı ve 79 Nisan konferansının devrimci talimatlarını sağcılığa karşı savaşımı pratikte hızla aşmak için öne atıldı.

Biliyoruz ki Münir yoldaşın değerlerine ve erdemlerine sahip çıkmak, yeni sorulara fırsat tanımadan hızlı adımlarla inatla ve ısrarla ilerlemektir. Adımları, gitmenin ve kalmanın arasındaki o derin ve o tarifsiz ağırlıkla hesaplaşan ritme uyarak ilerlemektir. Bazen kalmanın daha zor olduğunu anlarız. Kalmak ve bakılan her yerde giden yoldaşların izlerini görerek, hissederek yaşamak. Bu, kalanlara bırakılan büyük bir yüktür aynı zamanda. Bundan kalanların dayanıklı, gidenlerin ise cesur olduğu anlamına gelir.

Çünkü bazen gitmek, alışılmışlığın dışına çıkmak ve bilinmeyenleri keşfetmektir. Keşfetmek, birazda bilinmeyene atılan cesur adımların ürünü değil miydi? Gitmek gerekirdi zamanı geldiğinde. “ Gideceğim” demeden, gitmesini başarmak gerekirdi. Öyle tek başına gitmekte mümkün değildi. Giden, her şeyi ve herkesi beraberinde götürürdü. Kalabalık giderdi giden. Döndüğünde ise, buldukları giderken ardında bıraktıkları gibi olmayacaktı hiçbir zaman! Bunu biliyordu… İşte o gün, böyle hızlı adımlarla gitti hem de erkence beklenmedik bir anda Münir yoldaş.

Karanlık gecenin derinliklerine diktiği gözleriyle, yıldızları izledi bir süre. Kalbinden suya son nefesini bıraktı, biraz daha yaşamak istedi. Daha böyle böyle yalnız ve erkence bir başına ölmek istemiyordu. Sevdiklerinden ne kadar uzakta olduğunu iç çekerek fark etti. “Bizi çağıran fabrikaların, ovaların, dağların mevsimidir şimdi, olmamalı böyle bir son” diyerek dişlerini sıkıp el salladı yoldaşlarına. Çevresinde olup bitenleri duymuyordu artık. İnce, sıcak ve acı vererek yitiyordu bilinci. “İstedim ki, ölürken kuş ötüşleri olsun yanı başımda. Cırcır böceği keman çalsın, karıncalar bir kez olsun bıraksın işi, yasımı tutsun...” derken zorlandı dudakları. Gözünün önünde bir an Anıları dalgalandı. Acı çeken yüzüne dalgalanan anılarının gülümseyişi yürüdü. Yoldaşlarına verdiği “Örgütümüzü hak ettiği yere taşıyacağız” sözü aklına geldi. Sonra ardında bıraktığı sevdiklerini ve son defa yürüdüğünü bilmediği sokaklar ve sonra kavganın sesleri… Her şehrin bir mevsimi olduğuna inanırdı. Bu şehrin de artık tek mevsimi olduğunu anladı. Derin bir nefes çekmek istedi. Sızladı hançerlenen yüreği. Yarım kaldı nefesi. Kirpiklerinin gölgesinden küçük ve son kez bir bakış attı hayata... Ve anladı, bir bakış kadar kısaydı yaşam.

Hatıralarının kalanında Münir yoldaşı yoldaşları her alanda yaşatacaktılar. Çünkü hatıralar On’lar, yaralardan daha uzun yaşarlardı!

İnsan yaşamına gölge düşüren burjuva kapitalist sistemin, gölgesiz, yüzsüz, kalpsiz, karanlık elleri o gün kaybettirdi onu. Münir yoldaşı kaybedeli 38 yıl oldu. Sıcak bir gündü soluğu gündüzün içinde insana ve canlılara yaşam veren suda ağır-ağır kesildi. Yüzündeki gülümseme öylece donup kaldı. Yıldızlara diktiği gözlerini asla kapamadı. Kalbinin üzerindeki eli yana düşürmedi. Eli, üzerinde kaldı yoldaşlarına devrettiği devrim ve sosyalizm bayrağı. Sen rahat uyu Münir yoldaş devrettiğin komünizm sancağı asla yere düşmeyecek ve yarattığın değerler unutulmayacaktır.

Komünist önderler ölümsüzdür!

Hiç yorum yok: