Aynı zamanda F tipi hücre cezaevleri dayatmasına karşı
başlatılan ve 19 Aralıkta 2000 yılında kitlesel bir hal alan süresiz açlık
Grevi (SAG) ve Ölüm Orucu (ÖO) eyleminin 17 yıl dönümü. Faşist diktatörlük her
ne kadar 30 aşkın devrimci katlederek F tipi zindan politikasını pratiğe
sürdüyse de, zindanlarda devrimci tutsakları teslim alarak buraları ihanet
yuvalarına dönüştürme faşist politikası devrimci tutsakların, kan ve can bedeli
direnişleri ve feda eylemleriyle 122 şehit ve yüzlerce gazi ile darbelenerek
boşa çıkarıldı.
Ne ki faşizmin zindan politikalarını anlamak ve buna karşı uzun vadeli bir savaşım içinde olmak bakımından 19 Aralık 200 F Tipi operasyonu ve Büyük Ölüm Orucu eylemini değerlendirmek, bunun dersleriyle donanmak, hatalarından arınmak ve olumlu yanlarını geliştirmek bakımından önem taşıyor.
Ne ki faşizmin zindan politikalarını anlamak ve buna karşı uzun vadeli bir savaşım içinde olmak bakımından 19 Aralık 200 F Tipi operasyonu ve Büyük Ölüm Orucu eylemini değerlendirmek, bunun dersleriyle donanmak, hatalarından arınmak ve olumlu yanlarını geliştirmek bakımından önem taşıyor.
Hatırlanacağı üzere F tipi cezaevlerine karşı belli bir
propaganda ve ajitasyon döneminden ardından başını DHKP-C’nin çektiği ve MKP ve
TKİP’nin de katıldığı üçlü ittifak, 20 Ekim 2000’de açlık grevine başladılar.19
Kasım’da Ölüm Oruç’una (ÖO) dönüştürmelerinin ve direnişe diğer devrimci
grupların destek vermesiyle büyümeye başlamasının ve dışarıda da belli bir
kamuoyu oluşmasının ardından faşist diktatörlük zindanlarda egemenliği tümüyle
sağlamak ve devrimin sesini boğmak için 19 Aralık 2000 katliamını
gerçekleştirdi. Bu vahşi operasyonla 30 aşkın devrimci katledilip ve
onlarcasının yaralanması ve yüzlercesinin F tipi hücre tabutluklara tıkılmasından
sonra direniş yeni bir evreye girdi. Ciddiye alınabilir bir kitle ve kamuoyu
desteğinden yoksun bulunmalarına rağmen devrimci tutsaklar, yılları deviren
görkemli feda eylemleriyle, 122 şehit ve yüzlerce gaziyle devrimci hareketin
tarihinde çoktan yerlerini aldılar.
Kuşkusuz, bu eylem sürgit hale getirilmesi ve F
tiplerinin parçalanmasının neredeyse tek bir yumruk politikasına indirgenmesi,
zindanlarda değişen politik koşulları, güç ilişkilerinin, devrim ile karşı
devrim arasındaki oransız durumun yeterince dikkate alınmaması vb. nedeniyle
2003’den itibaren ağır bir tahribata yol açıcı taktiksel bir yenilgiye neden
olması olgusu, hiç bir fedakarlıktan kaçınmayan devrimciler kuşağı yaratabilen
bir ülkede, egemen sınıflar ve emperyalizm hiçbir zaman kendilerini rahat
hissedemeyecek, devrim ve sosyalizm davasına bağlılık hiçbir zaman yok
edilemeyeceğini gerçeğini asla gizleyemez. Bu gerçekliğin altının özel olarak
çizilmesi gerekiyor.
Çünkü ÖO eylemine yalnızca F tiplerinin kapatılması ya da
maddi elle tutulur bazı temel hakların kazanılması vb. sınırları içine hapseden büyük Ölüm Orucu direnişi küçümseyen sağ liberal bir mevzide bakanların
anlayamadıkları olgu tamda bu olsa gerek. Bu devrimci öncünün, çok sayıda
devrimcinin ölümü, yaralanması, fiziksel ve zihinsel olarak sakatlanmasıyla
nitelenen ÖO direnişi kahramanlığını proleter ve emekçi kitlelerinin
kahramanlığıyla birleştirebilen bir devrimci hareketin önünde hiç, ama hiç bir
güç duramayacağı gerçeğini anlamak ve bunu yaratmak için daha fazla çaba
göstermek gerektiğini bilmek bakımından önem taşıyor.
Faşist zulmün yanı sıra bir susku kumpası ve toplumsal
duyarsızlık çemberiyle kuşatılmış olan devrimci tutsaklar, faşist teslimiyet ve
devrimci onuru ayaklar altına alarak ihanet yuvaları yaratma saldırısına karşı
neredeyse tek silahları kendi kararlılıkları ve iradeleriyle savaşa tutuşmak
zorunda kaldılar. Bu faşizmin zindanları Diyarbakırlaştırma - Mamaklaştırma
faşist politikasını yere çalmak ve boşa çıkarmak için kullanılabilecek en
etkili devrimci silahtı. İşte bu devrimci silah ki zindanların ihanet yuvaları
haline dönüşmesini engelledi ve faşizmin saldırı dalgasının önüne barikat
olarak dikilmesini sağladı.
SAG ve ÖO eylemi 19 Aralık faşist operasyonun kapsamlı
teslim alma politikasını boşa çıkarma saldırısına karşı durma ve devrimci onuru
korumak bakımından pratiğe sürülmesi gereken eylem biçimleriydi. Bu bakımdan 19
Aralık faşist operasyonun ardından gelen hiç bir kural tanımadan pratiğe
sürülen faşist saldırı dalgasına karşı dur diyecek direniş SAG ve ÖO eylemiydi.
Buradan olarak 19 Aralık operasyonunu ardından pratiğe süregelen SAG ve ÖO
tamamen doğru ve devrimci bir eylem biçimiydi ve bu nedenle F tipi hücre
politikasının darbelenmesin de ve ideolojik-politik teslim alma saldırısının
boşa çıkarılmasında başat rolünü oynadı.
Bizce devrimci hareketin hemen tümü de 19 aralık
operasyonu öncesi ve sonrası arasındaki zindanlarda temel bir değişim olduğu ve
politika ve taktiklerinde bu gerçeğe uygun olması gerektiğini görme, bilince
çıkarma ve direnişin taleplerini buna göre yeniden oluşturmada öngörülü
olamadıkları gibi, olaya hiç bir şey değişmemiş gibi yaklaşımı
sürdürmüşlerdir.19 aralık operasyonu faşist MGK diktatörlüğünün zindanlarda
kaybetmiş olduğu otoriteyi yenden tesis etme ve devrimci sesi boğmayı
amaçlıyordu. Bu saldırı dalgası bir yıl öncesinden MGK toplantısında
kararlaştırılmış, uygun koşulların yaratılması bekleniyordu.
Dönemin başbakanı Ecevit’in “bu operasyonu bir yıl önce tartışmıştık” sözleri de bu gerçeği doğruluyordu. Bu bakımdan faşizmin 19 Aralık operasyonu devletin zindanları “Islah etme” politikasının pratiğe sürülmesiydi ve çok kapsamlı bir amacı güdüyordu. Bu bakımdan devrimci hareket faşist diktatörlüğün bu zindan politikasını bilerek hareket etmeli ve güçlerini buna göre konumlamalı ve taktiklerini bu zeminde yükseltmeliydi. Ancak düşmanın faşist taktikleri, devrimci taktikler ve manevra yeteneğiyle boşa çıkarılabilirdi.
Dönemin başbakanı Ecevit’in “bu operasyonu bir yıl önce tartışmıştık” sözleri de bu gerçeği doğruluyordu. Bu bakımdan faşizmin 19 Aralık operasyonu devletin zindanları “Islah etme” politikasının pratiğe sürülmesiydi ve çok kapsamlı bir amacı güdüyordu. Bu bakımdan devrimci hareket faşist diktatörlüğün bu zindan politikasını bilerek hareket etmeli ve güçlerini buna göre konumlamalı ve taktiklerini bu zeminde yükseltmeliydi. Ancak düşmanın faşist taktikleri, devrimci taktikler ve manevra yeteneğiyle boşa çıkarılabilirdi.
Onun içindir ki 19 Aralık’ta zindanlarda durum
devrimciler lehine ve düşmanla belli bir denge yakalanmışken 19 Aralık
operasyonunun ardından hem uzun yılları kapsayan ve onlarca devrimcinin
katledilmesi ve yaralanmasıyla kazanılan mevziler ve sağlanan dengeler tümden
kaybedilerek durum devrimciler aleyhine ve düşmanın lehine bozuldu ve hem de F
tipi hücre uygulaması pratiğe sürülerek, örgütlenme ve direnişte yeni dönemin
yolu açılmıştı. Tam da bu koşullarda F tipi tabutlukların parçalanması ya da
yıkılması talebi ikinci plana düşmüş ve faşizmin, devrimci tutsakları
ideolojik-politik olarak teslim alarak zindanları ihanet yuvaları haline
getirme politikasına karşı direniş birinci plana çıkmıştı. Bu koşullarda
devrimci taktik teslimiyet ve ihanete geçit vermeden SAG ve ÖO direnişini örmek
ve buna dayanarak F tiplerinde tecrit ve izolasyonun kırılmasına karşı mücadeleyi
birleştirmek gerekiyordu.
SAG ve ÖO eyleminin F tipi hücre cezaevinin parçalanması
zemini üzerine kurulunca bütün taktiklerde buna bağlandı ve bütün güçler tek
bir eylemle sonuç almaya bağlanarak bütün güçler cepheye sürüldü. Bu aslında
düşmanın zindan politikasını yeterince kavranmadığı gibi aynı zamanda 19 Aralık’la
birlikte zindanlarda değişen politik koşullarında hala bilince çıkarılamadığını
ve 19 Aralık öncesine uygun taktiklerin ve taleplerin öne sürüldüğüne tanıklık
ettik.
20 Ekim 2000’de üç grubun başlayan açlık grevinin 19
Kasımda Ölüm Orucu eylemine dönüşmesi be bu süreçte dışarıda aydınlarında
önemli katkılarıyla F tipi tabutluklara karşı duyarlılığın artması ve birçok
kesimin F tiplerinin mimarı yapısının değişmesi yönünde tutum belirlemesi ve bu
politik baskının hükümet üzerinde baskılanma yapması, devrimci tutsaklarla
aydınlar aracılığıyla devletin anlaşmak için yol araması, hükümet
yetkililerinin F tiplerinin açılışının erteleneceği ve mimarı durumunu yeniden
düzenlenmesi için tartışmaların yapılabileceği vb. açıklamaların yapılması, ÖO
düzenleyen bu üç grup içinde erken başarı eğiliminin geliştiğini ve aydınların
aracılık yaptığı ve devletin köşeye sıkıştırıldığı ve böylesi bir ortamda
kamuoyunun devrimciler lehine olduğu koşullarda, eylemi sonlandırarak hem
devrimciler arası parçalı duruma son vermek ve hem de devletin aydınlar ve
yığınlar nezdinde yalanlarını deşifre ederek önemli bir kitle gücünü yedeklemek
bakımından önem taşıyordu. Aslında bu bir yerde taktiklerde esnek ve politikada
ön görülü olmakla bağlıydı.
Ne ki F tiplerine karşı mücadeleyi her şeyin merkezine
koyan DHKP-C’nin başını çektiği MKP ve TKİP’in de katıldığı üçlü ittifak,
aslında kısa zamanda yakalanmış olan önemli bir fırsatı nasıl heba ettikleri,
politik körlük ve ön görüden uzak durarak taktikler de donmuşluk içinde
oldukları ve sonrasında ağır bir yenilginin vebalini sırtlarında taşıdıklarını
gösterir. Düşmanın zoruyla F tipi hücrelere atılmayı ideolojik bir zayıflık vb.
olarak gören ve ölürüz de F tipi zindanlara girmeyiz diyen bu akımların daha
sonrasında bu görüşlerine uygun davranmayarak zindanlardaki koşullarda her
hangi bir değişim olmamasına karşın f tiplerinde eylemi fiili mücadeleye
dönüştürmeleri- DHKP-C dışındakiler tabi ki -aslında bu akımların F tipleri
zindan gerçeğini doğru okuyamadıkları ve düşmanın politikalarını yeterince
bilince çıkaramadıklarını gösterir. Nitekim eylemin erken başarıya ulaşacağı
sol ve sübjektif yaklaşımı ortaya çıkan fırsatlarında heba edilmesini ve
eylemin çıkmaza doğru sürüklenmesini koşulladı.
19 Aralık öncesi kaçırılan fırsat 19 Aralık operasyonu
sonrasında da devam etti. Devlet bir yandan F tipi zindan politikasını
uygulamaya sokarak ve dışarıda aydınların ve sınırlı sayıdaki emekçilerin,
ailelerin seslerini boğmaya çalışırken içeride de zaman zaman tutsak
temsilcileriyle görüşerek eylemi sürece yayarak adım adım içten çökertmeyi ve
tahliye taktiğiyle ailelerin desteğini de etkisiz hale getirmeyi hedefliyordu.
Buna karşı içeride F tiplerine karşı direnişin ana gövdesini oluşturan akımlar
politik öngörü yoksunluğu ve donmuş taktik dışına çıkamıyorlar ve esas
tartışmalar hücrelerin kaç kişi olması üzerinde sürüyordu.
Eyleminde sıcak etkisiyle MLKP, TİKB Merkez, TKP-ML’nin başını çektiği 8'li grup ile DHKP-C’nin başını çektiği üçlü grup arasında grupçu ön yargılar ve dar yaklaşımlar ortaklaşma yerine farklılıklar biçiminde sürüyordu. F tipi zindan uygulamasının pratikleştiği bir ortamda, DHKP-C ve ittifak güçleri, düşmanla görüşmek için tutsakların getirdikleri cezaevlerine geri götürülmesini şart koşarken, 8’li grup koğuşların en az 15 kişilik olmasını ve aksi halde bir anlaşmanın söz konusu olmayacağını söylüyorlardı. Aslında örgütler somut gerçekliği anlam yerine kafalarındaki sübjektivizme göre hareket ederek hayali önerilerle zaman öldürüyorlardı. Tartışmalar hücrelerin kaç kişi olması ve görüşmeleri de kimlerin muhatap alınması vb. üzerine sürerken ÖO devam ediyor ve şehit haberleri peş peşe geliyordu.
Eyleminde sıcak etkisiyle MLKP, TİKB Merkez, TKP-ML’nin başını çektiği 8'li grup ile DHKP-C’nin başını çektiği üçlü grup arasında grupçu ön yargılar ve dar yaklaşımlar ortaklaşma yerine farklılıklar biçiminde sürüyordu. F tipi zindan uygulamasının pratikleştiği bir ortamda, DHKP-C ve ittifak güçleri, düşmanla görüşmek için tutsakların getirdikleri cezaevlerine geri götürülmesini şart koşarken, 8’li grup koğuşların en az 15 kişilik olmasını ve aksi halde bir anlaşmanın söz konusu olmayacağını söylüyorlardı. Aslında örgütler somut gerçekliği anlam yerine kafalarındaki sübjektivizme göre hareket ederek hayali önerilerle zaman öldürüyorlardı. Tartışmalar hücrelerin kaç kişi olması ve görüşmeleri de kimlerin muhatap alınması vb. üzerine sürerken ÖO devam ediyor ve şehit haberleri peş peşe geliyordu.
Tüm güçlerini ÖO eylemine süren akımların eylemin erken
başarıya ulaşacağı yaklaşımlarının tuzla buz olması, bu akımların elem
biçimlerini gözden geçirmelerini koşulladı. Eylem uzun süreceği ve düşmanın
uzlaşmaya yanaşma diye bir politikasının ufukta gözükmemiş DHKP-C, MKP, TKP-ML,
TİKB merkezi savaşa sürdükleri tüm güçlerini seçilmiş kişilerle Ö.O devam
biçiminde değiştirerek sol taktiklerinde bazı düzenlemeler yapmaya yöneltti.
Aynı zamanda düşman direnişi kırmak için devrimci hareketin bazı kesimlerinin
bu sol maceracı ve erken başarı hayalci politikalarını direnişin içten çözülen
bir durumu olarak değerlendirdi ve ondan sonrası da izlemiş olduğu ÖO
eylemcilerini tahliye etme taktiğiyle direnişe en büyük darbeyi indirmeyi
başardı ve bu taktikle ÖO direnişi adım adım çözmeye yöneldi ve örgütler
direnişi kırma olarak görüp değerlendirdikleri düşmanın bu geçici tahliye etmek
taktiğine karşı mücadele etme ve böylece boşa çıkarma çağrısı yapmasına karşın
tabana ve ailelere söz geçirememesi ve oportünist uzlaşmacı yaklaşımlar sonucu
-ki bu tahliye politikasına hiç bir biçimde uymama kararına sıkıca uyan tek bir
akım oldu oda DHKP-C idi- başarılı olamadı.
ÖO eylemini uzaması ve dışarıda ailelerin desteğinin de
darbelenmesi direnişçiler üzerinde ciddi olumsuz etki yaptı ve içten
çözülmelere artarak sürdü. Bu durum görülerek eylem bütün güçlerin ortak
katılımın sağlanacağı SAG eylemi örgütlenerek sonlandırılması, dağılan ve
yorulmuş olan savaşçıları dinlendirmek ve yeniden toparlamak, ayrı düşmüş olan
PKK’li tutsakları da sürece katmak bakımından önem taşıyordu.
Çünkü yalnızca zindanlardaki devrim güçlerin ÖO
direnişiyle ve güçleriyle faşizmin F Tipi zindan saldırısını bir vuruşta boşa
çıkarmak ve yıkmak söz konusu olmuyordu. Bu gerçeği görerek güçleri tümüyle
heder etmeden teslimiyete ve ihanete hayır diyerek ÖO direnişini sonlandırarak
filli direnişi sürdürmek ve güçleri yeniden toparlayarak uzun vadeli bir
savaşıma hazır olmak gerekiyordu.
Çünkü zindanlardaki savaşım her zaman gelgitler
yaşamıştır ve bugünde böyle olacaktır. DHKP-C’li arkadaşların ya hep ya hiç taktikler
yanlış ve aynı zamanda somut durumun ihtiyacına yanıt vermediği içinde devrimci
ve geliştiricide değildir. Zaten böyle olması nedeniyle DHKP-C, ÖO eylemini
sembolik bir hale getirmiş durum da.
Yani ÖO ekiplerini iki ya da üçer kişilik ekiplerle sınırlayarak
eylemi daha çok propaganda-ajitasyonun temeli haline dönüştürmüştür. DHKP-C’nin
kendisi de bu kadar sınırlı sayıda ÖO ekipleriyle F tiplerinin parçalanarak
boşa çıkarılmayacağını biliyor. Ama öncü savaşçı çizgisine ve eylem tarzına
uygun biçimde eylemi sürece yayarak devamını savunuyor.
Ne ki ÖO eylemi DHKP-C’nin bu yaklaşımıyla sıradan bir
eylem haline düşürülmüş ve vurup alıcı etkisini de zaafa uğratmıştır. Aynı
zamanda DHKP-C diğer akımların eylemi bir oldubitti biçiminde bırakmalarına da
tepki olarak şehitler bağlılığın duygusallığı içinde de ÖO eyleminin devamını
savunuyor.
Toparlamak gerekirse; 19 Aralık faşist operasyonu ve
ardından F tipi hücre zindanlarında uygulamaya sokulan ideolojik-politik teslim
alma ve ihanet dayatmasına karşı devrimci tutsakların başlatmış oldukları SAG
ve ÖO direnişi devrimci bir duruştu ve bu devrimci duruş nedeniyle zindanların
ihanet yuvaları haline getirilmesi boşa çıkarıldı. Ama oransız politik güç
ilişkileri, dışarı da ciddi bir devrimci muhalefetin zindanlardaki direnişle
aynı kulvarda buluşamaması, düşmanın ortak hareket tarzı içinde olması,
devrimci tutsakların iç bölünme ve çok parçalılık içinde eyleme katılmaları,
PKK tutsaklarının eylem dışında kalmaları, devrimci akımların erken başarı
hayali içinde olarak taktiklerde esneklik içinde olamaması vb. nedeniyle devrim
tarihine büyük ölüm orucu direnişi olarak geçen ÖO direnişi belli bir dönemden
sonrası içten çözüldü ve taktiksel yenilgiyle sonuçlandı. Bunda kuşku yok ki
dar grupçuluk ve benmerkezcilik içinde hareket eden devrimci akımların
karşılıklı çok büyük hataları ve politik öngörüden uzak ve tek düze taktik
çizgisinin belirleyici etkisi oldu.
Zindanlardaki devrimci tutsaklar çok zor koşullarda ve
ciddiye alınabilir bir aktif kitle desteği, hatta geniş bir kamuoyu sempatisi
olmaksızın faşizme karşı eşine ender rastlanır bir direniş
gerçekleştirmişlerdir. Onlar, faşist diktatörlüğün ve emperyalizmin ve onların
uşaklarının, tüm vahşet, hile ve çığırtkanlıklarına rağmen ülkemizde kökü
derinlere giden devrimci damarı kurutamayacaklarını bir kez daha göstermiş
bulunuyorlar.
Yanı sıra, çeşitli devrimci örgütlerden tutsakların,
aralarındaki taktik ve anlayış farklılıklarına rağmen zindanlarda ortak bir
direniş cephesi oluşturmalarının, örneklerini yaratarak, TDH’nin saflarında
hala önemli ölçüde etkili olan grupçuluğa ve sekterizme karşı ortak bir duruşun
adı olmuştur.
ÖO direnişini bu olumlu yanlarına karşın eylemin
yenilgiye yol açmasını sağlayan hatalı anlayış ve yaklaşımları da söyle
özetlemek mümkündür:
Bu hataların başında, sayısız uzun süreli AG’lerinin ÖO
eylemlerinin deneyiminden doğru derslerin yeterince çıkarılamamış olması ve
düşmanın küçümsenmesi geliyor. Yaşanan cezaevi direnişlerinin deneyimi,
düşmanın saldırılarının büyük bedeller ve giderek süresi uzayan AG’leri
karşılığında püskürtülebildiğini, ancak varılan anlaşmaların eylemin
bitmesinden sonra az ya da çok hızlı bir tempoyla çiğnenmesi ve hakların geri
alınması nedeniyle, bir süre sonra yeni bir direnişin gündeme geldiğini
göstermekteydi. Cezaevlerindeki kavga tek bir çarpışmadan çok bir savaşa, bir
dizi çarpışmadan oluşan uzun süreli bir çatışmaya benziyor. Tıpkı iki ordu
arasındaki savaşta olduğu gibi, cezaevindeki belirli ve tekil bir çarpışmada da
daha zayıf konumda ve yenilmekte olduğu ortaya çıkan tarafın gücünün tümünü
cepheye sürerek çok daha ağır bir yenilgiye çağrı çıkarması ve bütün
olanaklarını ve yedeklerini tüketmesi hiç de doğru ve mantıklı değildir. Akıllı
bir komutan, herhalde hiçbir zaman böyle davranmazdı. F tiplerine fiilen
direnerek ve kendi iradesi dışında kapatılmanın bile adeta teslimiyetle
özdeşleştirildiği, bu zindanlarda devrimci onuru korumanın neredeyse olanaksız
olduğu ve dolayısıyla bunun çok sayıda ölümler pahasına da olsa mutlaka ve tek
hamlede önlenmesi gerektiği tezi, bu “ya hep ya hiç” anlayışının bir sonucuydu.
TDH, propaganda ve ajitasyonunu sürdürürken kullanabileceği bu söylemi,
taktiksel bir anlayış düzenine çıkarmamalı ve adeta kendi propaganda ve
ajitasyonunun kurbanı olmamalıydı.
Gerek genel olarak sınıf savaşımı ve gerekse Türkiye’de
yaşanan cezaevi savaşımı, kaçınılmaz olarak tekil yenilgi ve zaferlerle, iniş
ve çıkışlarla dolu bir süreç olmuştur ve bundan sonra da böyle olmaya devam
edecektir. TDH’nin işçi ve emekçi kitleleriyle bağlarının çok zayıf ve
dolayısıyla kitlelerde devrimci tutsaklara yönelik saldırılara karşı
duyarlılığın yok denecek düzeyde olduğu koşullarda onun, gücünün tümünü
seferber ederek ve cepheye sürerek ve adeta kendini tüketerek faşist rejimin
F tipi saldırısını durdurmaya kalkışması, taktiksel önderlik bakımından ağır
bir hataydı ve ister istemez yaşanmakta olan yenilginin kapsam ve derinliğini
büyütmeye yardımcı oldu. Bu koşullar altında, bazı mevzi kayıplarını geçici
olarak sineye çekmek, -ilerde, daha elverişli koşullarda yeniden saldırıya
geçmek üzere- geçici olarak geri çekilmekte duraksamamak, direnişi zamana
yaymak ve fiili eylem ve direniş biçimlerini öne çıkarmak ve bu arada kamuoyunu
tutsaklar yararına biçimlendirmek için uğraş vermek, daha mantıklı ve daha
doğru olurdu.
2000 yılı ÖO direnişinin “dış” koşulları da önemli ölçüde
farklı olduğu ve TDH bakımından daha ya da çok daha elverişsiz olduğu hesaba
katılmadı. 2000 yılında ÖO direnişi başladığında PKK faktörü ortada yoktu ve
Kuzey Kürdistan da silahlar susmuştu. PKK’nın ve onu izleyen Kürt halkının
fiilen tarafsızlaşmış ve devreden çıkmış olması, siyasal güç dengesinin büyük
ölçüde karşı-devrimden yana değişmesine yol açmıştı. TDH’nin çapının da 1996’ya
kıyasla daha da küçüldüğü hesaba katıldığında, PKK faktörünün devreden çıkmış
olmasının, güç ilişkileri bakımından, devrimin zararına önemli bir değişme
anlamına geldiği açıktır. Bunun, “içerdeki” doğrudan sonucu da, siyasal
tutsakların ana gövdesini oluşturan PKK’lıların -A. Öcalan’ın “demokratik
cumhuriyet” çizgisi uyarınca- ÖO direnişine yer yer sınırlı ve pasif bir destek
sunarken, açıklama ve eylemleriyle onu esas itibariyle baltalamaları ve
“Farkımızı koyduk, iyi oldu” tutumunu benimsemeleri olacaktı. Keza 2000 de
egemen sınıflar ve burjuva düzen partileri bakımından çatışmalar hafiflemiş ve
generaller politik durumu kendi lehlerine değiştirmiş ve çelişmeler
olabildiğince aşağıya çekilmişti. Aynı zamanda, TDH ve onun bileşenlerinin
çoğu, gerek kadro gücü ve gerekse kitle ilişkileri bakımından 2000 döneminde
daha bir zayıflamıştı. Yine, ABD ve AB emperyalistlerinin bölge politikalarında
TC devleti ile örtüşmesi ve F tiplerinin dayatılmasını inat ve ısrarla “cezaevi
reformu” ve tutsakların direnişini “cezaevi reformuna karşı çıkma” olarak
sunarak faşist diktatörlüğe destek sağlamış.
Politik koşullardaki bu farklılıkları ve devrim aleyhine
olan gelişmeleri kavrayarak F tipine karşı direnişi yürüten devrimci gruplar,
kendi -sınırlı- özgüçlerini ve yedek güçlerini doğru bir biçimde
değerlendirmeye dayanan bir devrimci taktiksel çizgi izlemeye özen
göstermediler. Daha işin başlarında, özgücün esasını oluşturan devrimci
tutsakların saflarında taktiksel bir çatlak olduğunun ortaya çıkması, yani
DHKP-C, TKP (M-L) ve TKİP’in bir yol, diğer MLKP, TİKB, TKP-ML ve 8’li grupların
ise bir başka yol izlemeleri ve direnişin iki ayrı platform halinde
sürdürülmesi, onun önemli bir dezavantajıydı. Bu çatlak ve dışarıdaki desteğin
sınırlılığı, 19 Kasım’da üç grubun diğer devrimci gruplara rağmen AG’lerini
ÖO’na dönüştürmelerini daha da anlamsız kılıyordu.
ÖO direnişinin fazlasıyla uzun bir süre devam etmesinin,
devrimci-demokratik muhalefetin zayıf ve dolayısıyla kitleler ve ilerici
kamuoyu katında zindanlardaki baskı ve teröre yönelik ilgi ve duyarlılığın
sınırlı olduğu koşullarda direniş uzadıkça ve zamana yayıldıkça bu ilgi ve
duyarlılığın, doğal olarak daha da azalacağı kavranamadı ya da hesaba
katılmadı. Özellikle derinleşen ekonomik ve siyasal bunalım, işçi, küçük esnaf
ve emekçi memur eylemleri, egemen sınıfların kendi saflarındaki sürtüşmeler vb.
nedeniyle gündemin değişmesi direnişi kaçınılmaz olarak “unutturdu” ve devrimci
örgütlerin kendi gövdesini ve kitlesini bile etkileyen bir kanıksama duygusunun
yayılmasına yol açtı. Ülkede ve yurtdışında yapılan dayanışma eylemlerine devrimci
örgütlerin kendi sempatizanlarının katılımın zamanla hızlı bir biçimde düşmesi
bunun somut kanıtı sayılmalıdır.
ÖO direnişinin deklare edilmiş hedefleri elbette tümüyle
meşru ve haklıydı. Ancak güç dengesi, bu hedeflere ulaşılmasını olanaksız
kılıyordu. Siyasal güç dengesinin elverişli olmadığı, ulaşılması olanaklı
olmayan ve gündeme de getirilmeyen istemlerin, 2000 direnişinde gündeme
getirilmesi, tümüyle yanlıştı. DGM’lerin kaldırılması ve Terörle Mücadele
Yasası’nın iptali türünden istemlerin, yalnızca tutsakların eylemiyle
gerçekleştirilemeyeceği, bunun için dışarıda güçlü bir devrimci kitle
hareketinin olması gerektiği açıktı. Devrimci örgütlerin kadrolarının gözünde
bile pek bir inandırıcılığı olmayan, bu gereğinden fazla katı tutumlar, TDH ile
eylemin kararsız ve sallantılı destek güçleri arasındaki bağların daha da
gevşemesine ve direnişin arkasındaki sınırlı kitle ve kamuoyu desteğinin daha
da erimesine yol açtı.
Bu koşullar altında, zindanlardaki devrimci güçlerin
kendilerine olağanüstü bir misyon biçmeleri ve zindan direnişine adeta
kitlelerin “pasifizmini” kıracak ve kitle hareketinin önünü açacak bir buzkıran
rolü vermeleri, onların hatalı taktikler izlemelerini kolaylaştırmaktaydı.
Genel konumu hemen hemen hiçbir zaman pek sağlam olmayan
faşist rejim, elbette ki, kendisi için yakın bir tehdit oluşturmasa da, öteden
beri her türden devrimci muhalefeti ezme eğiliminde olmuştur. Ve o, kitlelerle
bağlarının düzeyi cılız da olsa, zindanlardaki devrimci güçleri de her fırsatta
copla, dipçikle ve kurşunla ödüllendirecektir.
Faşist rejim, zindanlarda yıllarca süren çetin
direnişlerle ve büyük bedeller pahasına elde edilen kısmi özgürlük alanlarının
varlığından ve buraların devrimci güçlerin kendi eğitimleri ve kendilerini
yenilemeleri için kullanılmasından da her zaman rahatsızlık duymuş ve bu
alanları ortadan kaldırmak için eline geçen her fırsatı değerlendirme çizgisi
izlemiştir ve bundan böyle de böyle yapacaktır.
Bütün bunlara ek olarak, kökü daha derinlerde yatan bir
hatalı yaklaşımın varlığından söz edebiliriz. O da, TDH’nin hemen hemen
hiçbirinin, Türk egemen sınıflarının faşist gericiliğinin ve vahşetinin
düzeyini ve devrimci ve rejim-karşıtı tüm sınıf, katman, örgüt, akım ve
kişilere karşı en sert önlemleri almakta asla geri duraksamayacaklarını yeterince
kavramamalarıdır.
Tüm bu ve diğer nedenler 19 Aralık operasyonu ve ÖO
eyleminin derin derslerle dolu olduğunu ve bu derslerle donanarak hatalardan ve
zaaflardan kurtularak büyük direnişlere hazırlanmanın ve başarmanın yolunu
açacağını unutmamalıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder