Hatırlanacağı üzere birçok akım komünist hareketin
tarihini gerçeklere ve bilimsel sosyalist ilkelere göre değil, kendi örgütün
durumuna ve sübjektif niyete göre ele alıp değerlendiriyor. Bunlardan birisi de
dün dündür bugün yaklaşımını kendisine temel alan ve kuruluş döneminde kabul
etmiş olduğu “...Stratejik planımızın öncelikli hedefi, işçi sınıfı içinde
gerçek bir çekim merkezi haline gelmek, komünist partisini inşa etmek, devrimci
bir işçi hareketi yaratmaktır. İlk öncelik budur. Stratejinin diğer tüm
sorunlarını ancak buna bağlı olarak çözümleyebiliriz” (TKİH ve TKP/ M-L Hareketi Birlik Kongresi Belgeleri, 1994, s. 79,
abç) görüşünü 1995 yılında reddeden MLKP’dir. Bu akımın saflarında
İbrahim Kaypakkaya ve 1972 Nisanın da kurulan TKP-ML Hareketini hala komünist
görenlerin olduğunu biliyoruz. Keza MLKP saflarında bazen Hareket kökenli
ayakta kalan kadroların MLKP’nin mükemmeliyetçilik altında inkarcı bir hatta,
THKO-THKP-C’nin TKP-ML Hareketiyle aynı kefeye konmasında rahatsızlık duyarak,
eleştirilerini dışa vurduklarına tanık oluyoruz. Örneğin Ziya Ulusoy 1 Mayıs ve
İbrahim yoldaşla ilgili yazdığı yazı yada konuşmalarında İbrahim yoldaş
ifadesini sıklıkla kullandığını biliyoruz. Yine MLKP’de kopmuş ama aynı hatta
MLKP’nin küllerinde yeniden doğacağı hayaliyle uğraşıp duran Hasan Ozan
yazılarında Kaypakkaya yoldaşa gereken önem ve değerin verilmediği ve tarihin
unutturulmaya çalışıldığından dem vuruyor.
MLKP, İbrahim Kaypakkaya yoldaşı ve önderliğinde kurulan
TKP-ML Hareketi'ni sınıfı çalışmasının merkezinde tutmadığı iddiasıyla, küçük
burjuva köylü devrimcisi olarak mahkum ederken, komünist hareketin hata ve
zaaflardan azade doğup gelişeceği mükemmeliyetçi bakış açışına sarılarak,
komünist hareketi kendisiyle başlatan tarih yazımına kalkışıyordu. Ne ki burada
tamamıyla keyfiyetçilik üzerine yükselen yeni yetme inkarcılık ve çift
standartçılık devreye sokulduğunu belirtmeliyiz. Elbette akıl hocalarını geride
bırakacak biçimde MLKP’de komünist hareketin geçmişine saldırıyor ve kendisine
oportünizmi başkalarına Marksizm’i uygulamaktan geri durmuyor. MLKP bu
tutumuyla ve daha sonrasında sınıftan kopuk parti kurulur küçük burjuva
limanına demir atmayla, kendi durumuna uygun teori uyduruyor ve dün ak dediğini
şimdi kara demekten geri durmuyor. Mükemmeliyetçilik altında inkarcılıkla hemen
her şeyi kendisiyle başlatma ve yeninin, “yeni tarzın” - ki bunun DHKP-C ve PKK
kopyacılığı ve karikatürizmi olduğu su götürmez biçiminde açığa çıkmıştır-
kurucusu ve geliştiricisi olduğu iddiasında bulunan MLKP, aslında TDKP’den
aşırdıkları ve TİKB, TKİP-Ekim’le aynı hatta buluştukları inkarcı görüşlerini,
“dün dündür, bugün bugündür” oportünist görüşlerini derinleştirerek durumu
kurtarma çabası içine girdiler. Kaypakkaya yoldaşı ve komünist hareketin 72-79
sürecini, küçük-burjuva devrimciliğini aşamayan, sınıf hareketini temel alarak
bu zeminde komünist hareketi yükseltmeyen bir süreç olarak görüp mahkum eden
MLKP maalesef kuruluşundan bu yana 25.yıl geçmiş olmasına karşın, hala sınıftan
kopuk olduğunu söylemekten geri kalmıyor. Peki, Kaypakkaya yoldaşı bir yıllık
devrimci çalışma sonucu sınıfı temel alıp fabrikaları devrimin kaleleri yapma
perspektifine uygun davranmadığı için küçük burjuva gören MLKP, bu 25. yıllık
gibi uzun bir dönem ve aynı zamanda sınıfı merkezde tutup bunun gereklerine
uygun hareket eden ve önemli deney ve tecrübe edinen TKP-ML Hareketinin pratiği
ortada duruyorken, hala MLKP sınıftan ayrı telde çalmasını neyle açıklamak
gerekiyor.
Sözde sınıfı kazanmayı merkezde tutmayı -ki bunda da
vazgeçilmiş ve sınıftan kopuk parti kurulur alanına rücu edilmiştir- temel
aldım deyip deyip ama örgütsel pratik alanda sınıf içinde çalışma zorluğunu
görünce bundan çark ederek semt emekçileri ve gençlik içinde yani küçük
burjuvazi içinde çalışmayı temel alan 25. yıllık bir pratiğin ardında MLKP’nin
Kaypakkaya yoldaşı aşma bir yana ne teoride ve nede pratikte Kaypakkaya’nın
daha gerisine düştüğünü söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. Dahası MLKP
söylediğinin tam tersini yapmakla, teorisi ayrı pratiği ayrı tipik bir küçük
burjuva akım öteye gidememiştir.
İşte Kaypakkaya ve önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketine
hayalci ve gerçeklerle örtüşmeyen eleştirilerde bulunması tamda bu gerçeği ele
veriyor.MLKP’de dinleyelim: “ Ekim devriminin yolunun, yani proletaryayı temel
alan bir siyasal, örgütsel strateji ve taktiğe ilişkin Leninist-Stalinist bakış
açısının, bizim gibi ülkelerde (yani geri
bağımlı ülkelerde) geçerli olmadığı yolundaki önyargının damgasını bastığı
THKO-THKP-C ve TKP-ML bu anlayışlarının doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olarak
anti-Leninist bir parti anlayışında konaklanıyorlar.“ Proletaryanın
önderliğini, esas olarak lafta benimsemiş, proletaryanın yerine teoride
köylülüğü (ki burada üç hareketi de aynı
kefeye koyarak TKP/ML Hareketi ile diğer akımlar arasındaki net olan ayrım
çizgisini kabaca çarpıtmak ve Kaypakkaya’nın savunmadığı görüşleri savunuyor
göstermek dürüstlükten öte tarihi gerçekleri çarpıtmak anlamına gelir. TKP/ML Hareketi
hiçbir zaman ve hiçbir yerde teoride köylülüğü temel almamıştır. Bu iddia
düpedüz yazarın Kaypakkaya’ya ve komünist harekete ne kadar düşmanlık içinde
olduğunu gösterir. HB) ve pratikte de köylü yığınlarından da kopuk olan
devrimci öncüyü koymuş olan ‘71 devrimci hareketi…” (Proleter Doğrultu s. 8, s.5-6) “Proletaryanın önderliğini, esas
olarak yalnızca lafta benimsemiş, proletaryanın yerine teoride köylülüğü ve
pratikte köylü yığınlarından da kopuk olan devrimci öncüyü koymuş olan 1971
devrimci hareketi, o günün koşullarında görece kısa bir süre içinde 12 Mart
askeri-faşist rejimine karşı giriştiği savaşta siyasal ve örgütsel olarak
yenilmiş ve çökertilmişti.” (Proleter Doğrultu)
“Bilindiği gibi, 1971 devrimciliğinin her üç bileşeni de
işçi sınıfını temel alan bir siyasal-örgütsel stratejiye karşı çıkmakla
kalmıyor, işçilerin ve diğer emekçilerin kendi öz deneyimleri üzerinden
eğitilmelerini ve proletaryanın güncel taktiğinin, yani savaşım ve örgütlenme
biçimlerinin, kitle hareketinin gerçek durumundan yola çıkılarak saptanmasını
öngören Leninist kitle çizgisi anlayışını revizyonizmle özdeşleştiriyorlardı. Bu
örgütler bunun yerine, devrimci sınıfların kitle hareketinin durumundan
bağımsız olarak her zaman için geçerli gördükleri tekdüze bir taktiği, yani
devrimci öncünün silahlı eylemini geçiriyorlardı. Onlar, devrimci öncünün
silahlı eylemlerinin, devrimci patlamaya hazır olduğu varsayılan yığınların
saklı öfke ve enerjisini, tıpkı küçük bir motorun büyük bir motoru
çalıştırmasında ya da fünyenin ateşlenmesinin dinamiti patlatmasın da olduğu
gibi, onların saklı enerji ve öfkesini zincirlerinden boşandıracağını
varsayıyorlardı.” (Proleter Doğrultu)
“Öte yandan, öncünün silahlı savaşımını devrimin
başlangıcından zaferine değin ve devrimci yığın hareketindeki yükselme ve
alçalmalardan bağımsız olarak, siyasal savaşımın temel biçimi ve yığınların
siyasal eğitimi ve devrimci kavgaya çekilmesinin esas aracı olarak gören THKO,
THKP-C ve TKP(ML)’nin parti ve parti inşasına ilişkin anlayışının da bu “Sol”
kitle çizgisi anlayışına göre biçimlenmesi nesnelerin doğası gereğiydi.
Lenin’in, yukarıda da göndermede bulunduğumuz düşüncesi uyarınca, bu örgütlerin
eyleminin içeriği onların niteliğini belirliyor ve onlara, siyasal bir örgütten
çok, bir askeri örgüt özelliği kazandırıyordu. Bu eğilim, dönemin üç örgütü
içinde en geri konumda olan ve zaten adı bile salt askeri yönelimini ele veren
THKO’da daha net bir tarzda gözlenmesine (Hüseyin
İnan’ın, THKO’nun “Parti ve ordu fonksiyonunu bünyesinde taşıdığı”, pratik
sorunların, örgütün “Parti- ordu ikilemini ayrımına girmesine ihtiyaç
göstermediği” vb. saptamalarına) karşın, THKP-C ve TKP(ML) için de
geçerliydi. Her ne kadar, THKP-C ve TKP(ML) kendilerini “proletaryanın siyasal
öncüsü” olarak tanımlamış ve özellikle ikincisi, THKO ve THKP-C’nin kişiliğinde
fokoculuğu ve Guevarizm’i eleştirmiş ve siyasetin silaha kumanda etmesi
anlayışına sahip olduğunu ileri sürmüşse de, bu iki “Parti”nin de, THKO’nun
durumunda olduğu gibi öncelikle bir askeri örgüt gibi davrandığı açıktı.
Örgütsel ilkesinin “Politik ve askeri liderliğin birliği” olduğunu söyleyen ve
devrimci stratejisini politikleşmiş askeri savaş stratejisi olarak tanımlayan
THKP-C olsun, “Partili” olmak için önce “Ordulu” olmuş olmayı öngören ve örgüt
disiplinini bozanlara karşı son derece sert yaptırımlar içeren bir tüzüğü
bulunan TİKKO (Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu) adlı bir askeri kola sahip
olan TKP(ML) olsun, “Parti” sıfatlarına karşın aslında askeri yanları ağır
basan birer siyasal örgüttüler.” (Proleter
Doğrultu) Yeni yetme oportünist inkarcılığın bir söylediği diğerini
tutmadığından ve yamalı bohça olarak farklı görüşleri aynı torbada taşıdığından
dolayı, yazılarda da bu farklılıklar görmek ve tezatlıklarını yakalamak zor
olmuyor.
Bir yanda sınıf hareketi üzerinde yükselmeyen ve bunun
gereklerine göre pratikte adımlar atarak siyasal, örgütsel mücadeleyi asıl
olarak sınıf içinde yürütmeyen akımların komünist olamayacağını savunacaksın ve
buradan hareket ederek Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi’ni küçük-burjuva
devrimciliği olarak niteleyeceksin, ondan sonra da tam olarak 40 yıl sonra
kalkıp, sınıftan kopuk ve onu lafta temel alan ve pratikte buna uygun bir
mücadele - örgüt hattında yürümeyen, küçük-burjuvazinin deklase kesimleri
üzerinde yükselen, esas olarak semt ve öğrenci gençlik zemini üzerinde oturan
MLKP’yi büyük ML parti olarak niteleyeceksin? Hem de legalizm limanına demir
atmış ve öncü savaşçı bir çizgiye kapaklanmışken. Böylesi keyfiyetçilik ve çift
standartçı yaklaşımda komünist hareketin doğuşu ve gelişimi doğu
değerlendirilemez. MLKP önderleri büyük gürültü kopardıkları ve parti aldı
başını gidiyor havasını bastıkları koşullarda, çok özel koşullarda
gerçekleştirilmiş bir toplantı olarak gösterilmeye çalışılan, 2. Kongre
belgelerinde bu söylediklerinden fersah fersah uzak olduklarını göstermektedir:
“Komünist partisinin, işçi sınıfı hareketiyle bilimsel sosyalizmin birliği
olduğu yolundaki Marksist-Leninist öğreti tamamen doğrudur. Fakat bu birliğin
kural olarak komünist partilerin kuruluşundan önce gerçekleştiği ve
gerçekleşmesinin zorunlu olduğu, bundan önce parti kurulmayacağı vb. iddia
edilemez. Geçmişte bu yönde iddiaların ileri sürüldüğü bilinmektedir… Komünist
partisi sonuç olarak bir örgüttür ve kuruluşu sorunu, onu kuranların iradesine
balıdır” (2. Kongre Belgeleri s. 25)
derken MLKP, dün işçi sınıfı partisinin sınıftan kopuk olarak kurulacağını
savunanları parti öğretisini sıradanlaştırarak ayağa düşürmek olarak eleştirip
bu yaklaşımları mahkum edenlerin, bugün nihayetinde partiyi, komünist hareketin
sınıfla birliğine, yerel örgütler oluşturmasına, kadrolaşmasına vb. bakmadan
bir avuç devrimcinin bir araya gelerek, sınıftan kopuk olarak kendi
iradeleriyle partiyi ilan edeceklerini belirterek, komünist işçi partisini
sıradan bir örgüt derekesine düşürerek, Maocu parti anlayışına rücu ediliyor.
Keza MLKP, dün Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi’ni sınıfla
birleşmeyi merkezde tutmayıp, pratikte buna uygun hareket etmediği gerekçesiyle
eleştirip küçük burjuva çemberi kırıp, bunun dışına çıkmadığı iddiasıyla
eleştirip, mahkum ederken, bugünkü MLKP, 40 yıl sonra semt ve öğrenci gençlik
içinden devşirdiği küçük burjuva kadrolarla, esas olarak pratik çalışmalarını
sınıf dışı küçük burjuva kesimler içinde -öğrenci gençlik ve semtler gibi
yoğunlaştırırken Marksist-Leninist oluyor ama önünde yararlanacağı her hangi
bir deney, tecrübe ve olanaklar vb. yok iken ilkliğin ve çocukluğun getirmiş
olduğu nedenlerden dolayı aynı konumda hareket eden Kaypakkaya ve komünist
hareketi çok rahatlıkla küçük-burjuva olarak damgalayarak mahkum etmeye çalışıyor.
Bakalım MLKP 40 yıl sonra örgütsel - politik çalışmanın
merkezinde tuttuğunu iddia ettiği sınıfla birleşmede ne kadar yol kat etmiştir?
“MLKP’nin sınıf hareketine bağlanmadığı, onun temel zaafı, işçi sınıfıyla
bağlarının fazlasıyla zayıf olmasıdır…” (2.
Kongre Belgeleri, s. 27) “Partimiz edimsel olarak, yani toplumsal köken
itibarıyla işçi sınıfının ‘en bilinçli azınlığından’ oluştuğu kuşkusuz
söylenemez.” (agb. 28) “Partimiz,
kesimsel çalışma söz konusu olduğunda, özellikle büyük metropoller de
güçlerinin en çoğunun giderek işçi çalışmasında konumlandırmaya yöneldi… Ancak
sorunda ısrarlı davranılamadı. Gelişmemiz hala cılız ve sınırlıdır… Çok sayıda
kadro sınıf çalışmasında görevlendirilse de bunların önemli bir kesimine
gereken işlerlik kazandırıldığı söylenemez… İşçi ilişkilerimizi örgütlemede
belirgin gelişmeler oldu. Ama bu devam ettirilemedi…” (agb. s. 51-52)
“Partimiz, komünist hareketi, bütün varlığı süresince bir
gölge gibi izleyen işçi hareketinden yalıtılmışlık sorununu çözme iddia, görüş
açısı ve kararlılığına sahip olduğunu özellikle bundan sonraki pratiğiyle
göstermek zorundadır.” (agb. s. 53)
Dahası buraya aktarmayı gerekli görmediğimiz birçok
değerlendirme ve veriler MLKP’nin söylemleriyle pratikleri arasındaki
çelişkinin derinleşerek sürüp gittiğini ve sınıfı temel alan bir örgütsel,
pratik çalışma geliştirmediklerini ve sınıftan kopuk küçük burjuva parti
teorisine dümen kırdıklarını ortaya koyuyor. MLKP ‘Kuruluş’ ekinin kaldırılması
konusu tartışılırken, geçmişte ortaya konulan tutumlar sorgulandı. ‘Komünist
Partisi, işçi sınıfı hareketi ile sosyalist hareketin birliğidir’ tanımına
indirgenen yaklaşım sorgulanıyor. MLKP-K ekiyle 1994 Ekiminin de kurulan örgüt,
neden kendisine K ekini aldığını iki şeye bağlıyordu. Birincisi sınıfın
öncelleriyle birleşmeden kopukluk, ikincisi de dışta komünist örgütlerin
varlığıydı. MLKP kuruluşunun ardında bir yıllık faaliyetinin ardında temel
görüşlerde herhangi bir değişiklik yetkisi olmayan ve alınan kararların
resmileşmesinin MK’sinin onayına bağlı olan 95 Birlik Konferansıyla MLKP parti
olarak ilan edildi. Burada MLKP-K’nın parti olarak ilan edilmesi için ortaya
konan sınıfla sosyalist hareketi aynı kulvarda buluşturma ve dıştaki komünist
gruplarla birleşmeyi sağlam-bu akımlar TİKB-TDKP ve TKP-ML YİÖ’ olarak belirlenmişti.
Ne ki MLKP-K bir yıllık faaliyetinin ardında ne sınıfa bağlanmada önüne konan
rolü oynamış ve nede dışta komünist gördüğü grupların ana gövdesi -ki bunlar
TDKP ve TİKB’ydi- birleşme sağlanmıştı. MLKP önderliği darbeci bir tarzda örgüt
içinde her hangi bir tartışma yapmadan, kendi kafasına göre atamış olduğu
gençlerden oluşan delege bileşimiyle TKP-ML YİÖ’nün katılımıyla MLKP parti
olarak ilan edildi. Bu açıktan MLKP-K’nın kuruluş kararlarına hiçe sayan yeni
bir parti anlayışını darbeci bir tarzda değişiklik yapmanın adıydı.
Nitekim çıkmaz içinde olan MLKP önderliği Leninist parti
öğretisine saldırarak, partiyi sıradan bir örgüt derekesine indiren bir çizgiye
kapaklandı. “MLKP’nin kendisi değil, ama O’nu oluşturan örgütler yıllarca bu
görüşleri savundu; MLKP o görüşlerin özeleştirisini vermeyecek mi?” diyen
delegeler oldu; özeleştiriye sorumlu yaklaşımın bir örneği de burada yaşandı… “
Gerçekten de Komünist Partisi, iradi kararın - çabanın bir ürünü olarak mı
kurulur; yoksa komünistlerin “İşçi sınıfı hareketi ile birleşecekleri güne
kadar” beklenmesi mi gerekir? Enine boyuna tartışıldı bu sorunlar. Konferans, “Sınıf
hareketiyle birleşme” olgusunun göreceli olduğunu dikkate alarak davrandı.
Bugün işçi hareketinin sosyalist hareketle ayrı ayrı kanallardan aktığı
doğrudur. Proletaryanın devrimci örgütlülüğü; hatta demokratik örgütlülüğü bile
çok zayıftır. Türkiye’de yaklaşık 4 milyon proleter var; neredeyse 3/4’ü
sendikasız. Bu durum, alınması gereken mesafeyi gösteriyor. İşçi sınıfı
hareketiyle birleşebilmenin büyük bir kararlılık, enerji ve uygun yöntemlerle
sistematik bir çalışmanın ürünü olacağını yeniden anımsatıyor. Biz, bu başarıyı
elde etmek için, önümüze hedefler koyarız; ama parti olmanın tek ve belirleyici
kriteri olarak da kabul edemeyiz. MLKP değil, ama O’nun öncelleri böyle bir
düşünce savunmuşlardı. Yanlıştı, sığdı ve mahkum edildi. Evet, MLKP, işçi
sınıfı hareketiyle birleşebilmiş değildir; ama partidir. Sınıfla bağları ve
hareket içinde etkisi vardır; militan işçi direnişlerinin birçoğuna imzasını
atmıştır ve temel görevi de proletaryayı devrimin önder kuvveti olarak
kazanmaktır.” (Atılım, Sayı: 51, s. 12)
Bu açıktan Leninist parti öğretisi ve aynı zamanda
öncellerin-TKİH ve TKP-ML hareketinin- savunmuş olduğu komünist parti işçi hareketiyle
sosyalist hareketin birliğidir görüşleri darbeci tarzda geminin bordosun da
denize atıldı. Aslında MLKP-K ilan edildiğinde, işçi sınıfı hareketiyle
birleşme ve işçi sınıfının öncüsünü ideolojik olarak kazanma konusundaki ivedi
ve yakıcı görevler MK’nin önüne konmuştu. Sınıfla birleşmenin MLKP-K döneminde
daha da geriye düşüldüğü yerde, bunu bir politik başarı olarak sunarak MLKP-K
amaçlarından tümüyle koparılmıştır. MLKPnin sınıftan kopuk parti fikrinde
buluşmasını izah eden MLKP delegesi, satır arasında bu ivedi ve yakıcı görevin
pekala savsaklanabileceğini ve göz ardı edilebileceğini söylüyor. Onun verdiği
mesaj şudur: “Nasıl olsa işçi sınıfı olmadan da bu işler yürüyor!” Herhalde, 1.
(Parti ve Birlik) Konferansı bu
konuda gerek örgüt kamuoyuna ve gerekse de genel devrimci kamuoyuna çok daha
farklı bir mesaj vermeli, MLKP’nin işçi sınıfının öncüsünün ideolojik olarak
kazanılmasına ve işçi sınıfı hareketiyle sosyalist hareketin birleşmesine ne
denli önem verdiğini net ve ikirciksiz bir biçimde dile getirmeliydi.
Ama böyle olmadığı gibi MLKP-K’nın bir yıllık
faaliyetlerinde sınıf çalışmalarından uzaklaşıldığı söylenirken, bu durumun
hızla aşılması bir yana ülkemizde zaten yeterince yaygın olan küçük-burjuva
devrimciliğine “proletaryasız komünist partisi” kurma anlayışıyla Leninist
parti öğretisi yellere savrulunuyordu.94 yılında kuruluşu ilan edilen
MLKP-K’nin parti anlayışının 95 Birlik 1-Birlik Konferansında değiştirildiği -hem
de tartışma olmadan ve herhangi bi kongre toplanmadan- bir MK delege Marksizm-Leninizme
ve örgütün kuruluş programı ve politik çizgisine karşı çıkarak, Lenin’in,
“Komünist partisi, işçi sınıfı hareketi ile sosyalist hareketin birliğidir.”
biçimindeki evrensel olarak geçerli önermesini açıktan reddetmektedir. Komünist
partisinin işçi sınıfı hareketiyle birliğinin, “Parti olmanın tek ve
belirleyici kriteri olarak” kabul edilemeyeceğini, MLKP’nin öncellerinin
savunduğunu ileri sürdüğü bu düşüncenin “Yanlış” olduğunu belirten delege,
felsefede idealizmde ve siyasette sınıf-dışı devrimcilikte konaklamaktadır. Bir
komünist partinin esası ve olmazsa olmaz koşulu olan “Sosyalizmle işçi sınıfı
hareketinin birliği”nin, “Parti olmanın tek ve belirleyici kriteri”
olamayacağını söylemek, Leninist proleter partisi tanımını açıktan
reddetmektir. Her ne kadar komünist parti nedir sorusunda bu doğru formülasyonu
uygun hareket etmesi gereken MK’si bırakalım pratikte bu tanımın gereklerine
göre davranmayı, açıktan Leninist parti öğretisinin savunan öncelleri mahkum
ediyor.
Acaba, yıllardan bu yana Lenin ve Stalin tarafından
yapılan parti tanımı savunan önceller yanlış mı? Yoksa size göre, “Sosyalizmle
işçi sınıfı hareketinin birliğini”, proleter partisinin olmazsa olmaz bir
koşulu olarak gören Lenin ve Stalin proleter partisini idealize mi ediyorlardı?
MLKP MK delegesi, “Partinin her şeyden önce işçi sınıfının öncü müfrezesi
olması”, onun “Aynı zamanda, sınıfın bir müfrezesi, sınıfın bir parçası,
varlığının bütün kökleri ile ona sıkı sıkıya bağlı bir parçası olma”sı (Leninizmin İlkeleri, 1979, s. 99-100, 101)
gerektiğini söyleyen Stalin’in bu saptamalarını nereye koyuyorlardı. Geçmişte,
parti kavramının idealize edildiği ya da teorik planda abartıldığı
gerekçesiyle-ki bunun hiçte doğru olmadığı ortada duran bir olgudur- sınıf-dışı
ve anti-Leninist parti tanımlamalarını bir yana bırakarak küçük burjuva
sınıftan kopuk parti görüşlerine yönelme yolundaki çabası, aslında MLKP’nin
kuruluş felsefesinde tümden koptuğunu tanıtlar.
Nitekim daha sonrasında önderlik başta olmak üzere 1995
yılında MLKP önderliğinin parti sorununda darbe yaparak küçük burjuva
devrimciliğinde konaklanmasına - ciddi bir tepki gösterilmemiş olunması ve bu
sınıf dışı parti fikrine başkaldırarak yollarını ayırıp KP-İÖ’nün kuruluşuna önderlik edenlerin nasıl bir karşı devrimci
saldırılarıyla yüz yüz kaldıkları unutulmaması gereken bir gerçekliktir. Sorunu
“Komünist Partisi, iradi kararın - çabanın bir ürünü olarak mı kurulur; yoksa
komünistlerin ‘işçi sınıfı hareketiyle birleşecekleri güne kadar’ beklenmesi mi
gerekir?” biçiminde koymak, yanlış olduğu gibi, objektif olarak demagojik bir
karakter taşır.
Kısacası komünist partisi, hem iradi kararın - çabanın
bir ürünü olarak, hem de işçi sınıfı hareketiyle devrimci bir tarzda birleşme,
işçi sınıfının kapitalistlere karşı savaşımı içinde yer alma konusunda kafaları
açık olan ve -bunu ne ölçüde başardığından bağımsız olarak- pratikte de buna
uygun davranan komünistlerin bir araya gelmesiyle kurulur. Söz konusu “İrade”
ne tanrısal bir buyruğun ürün, değildir. Aksine ML teoriye ulaşılması,
sosyalist hareketi işçi sınıfı hareketiyle birleşmeye ve bu sınıfın öncü
ögelerini kazanmaya iterek Marksist-Leninist bir komünist partisinin oluşmasını
kolaylaştıracaktır. Çağımızda kural olarak, Türkiye’de de, dünyanın çeşitli
ülkelerinde de Marksist-Leninist partilerin oluşumu, devrimci irade ve
inisiyatife sahip bireyler bulunmadığı, çıkmadığı için değil, gerçekten
devrimci teorinin bu devrimci iradeyle buluşması sağlanamadığı, bu devrimci
iradeyi taşıyan devrimci birey ve önderler Marksist-olmayan teorileri özümsedikleri
ve rehber aldıkları için gerçekleştirilememiştir.
Gerçekten de, değişik nedenlerle devrimci teoriye
ulaşılamadığı koşullarda, bu devrimci irade kaçınılmaz olarak, umutsuz bireysel
devrimci girişimlerin ortaya çıkmasına ya da Marksist-olmayan devrimci örgütlerin
kurulmasına yol açacak, işçi sınıfı hareketi ile sosyalist hareket ayrı ayrı
kanallardan ilerlemeye devam edecektir. Peki, 40 yıl sonra Kaypakkaya yoldaş ve
daha sonrasında komünist hareketin yarattığı, fabrika işçi ilişkilerinin onda
birisini bile örgütleme, fabrika ilişkisi yaratma ve hücreleşme, sendikalar
içinde buna uygun hareket etmediği gerekçesiyle eleştirip, küçük-burjuva
çemberi kırıp, dışına çıkmadığı iddiasıyla eleştirip, mahkum ederken, bugünkü
MLKP, 40 yıl sonra semt ve öğrenci gençlik içinden devşirdiği küçük burjuva
kadrolarla, esas olarak pratik çalışmalarını sınıf dışı küçük-burjuva kesimler
içinde -öğrenci gençlik ve semtler gibi- yoğunlaştırırken Marksist oluyor ama
önünde yararlanacağı herhangi bir deney, tecrübe ve olanaklar vb. yokken
ilkliğin ve çocukluğun getirmiş olduğu nedenlerden dolayı aynı konumda hareket
eden Kaypakkaya ve TKP-ML Hareketi’ni çok rahatlıkla küçük-burjuva olarak
damgalayarak mahkum etmeye çalışıyor. Bakalım MLKP 25 yıl sonra
örgütsel-politik çalışmanın merkezinde tuttuğunu iddia ettiği sınıfla
birleşmede ne kadar yol kat etmiştir?
Nitekim MLKP’nin inkarcı oportünist görüşleri kendi
gerçekliğini kavrama ve değerlendirmede ayak bağı olmuştur ve gelinen durumda
kendi gerçekliğini açıklamada zorlandığı gibi tam bir çıkmaz yaşamaktadır.
Ülkemizde küçük burjuvazi, nüfusun en büyük kesimini oluşturan bir sınıftır. Bu
sınıfın çıkarlarını savunan ancak proletarya adına hareket etme iddiasında olan
küçük burjuva grup ve çevrelerin sayısı bir hayli kabarık. ML parti öğretisi,
bu grup ve çevrelerin yadsıdığı sorunlardan biridir. Bu gruplar biçimde
birbirlerinden ayrılıyor gözükseler de, özde aynı nokta da birleşmektedirler.
Genel doğruları sıralayan ama iş ülke somutuna geldiğinde inkarcı anlayış,
partinin subjektif koşullarının hazırlanmasını reddeden tabelacı yaklaşım, ML
parti öğretisinin günümüzde geçerliliği olmadığı tezleri vb. oportünist
anlayışların bazı örnekleridir. Hepsinin ortak özelliği de küçük-burjuva
bireyci sınıf tavrıdır. Dünyanın merkezine kendilerini koyarak, kendilerini en
büyük ML ilan etmek amacıyla teoriyi ve ilkeleri eğip bükmeye çalışmak,
gerçekleri tarif ederek sözde tespitler yapmak oportünist akımların ortak
özelliklerinden biridir. Küçük burjuva sınıf tavrının açık bir ifadesi olan bu
yaklaşım tarzı düşünce planında muğlaklık ve teorinin çarpıtılması ile
birleşiyor. Sonuçta bütün küçük-burjuva akımların vardıkları nokta ise,
proletarya partisi sorununda anti-Marksizm’dir.