14 Haziran 1928 tarihinde Ernesto, Arjantin’in Rosario kentinde dünyaya geldi. Aristokrat bir yapıya sahip orta sınıf bir ailesi vardı. Ernesto’nun gençliğinde ailesi sabit bir yerde kalmayıp birçok farklı yere taşındı. Ernesto astım hastalığına yakalandı ve çok sert bir şekilde astım krizleri geçiriyordu. Bazen bu krizler o kadar şiddetli oluyordu ki yakınındakiler öleceğinden korkuyorlardı. Guevara bu hastalığı yenme konusunda oldukça kararlıydı. Akademik olarak başarılı bir eğitimin yanı sıra ragbi ve yüzme gibi fiziksel hareket içeren diğer birçok aktivitede aktif bir rol aldı.
1947’de Ernesto, yaşlı büyükannesine bakmak için Buenos Aires’e taşındı. Kısa bir süre sonra büyükannesi vefat etti ve bu vefattan sonra Guevara, tıp öğrenimi için 1948’de Buenos Aires Üniversitesi’ne girdi. Bazıları bunun bir tesadüf olmadığını, Ernesto’nun büyükannesinin vefatından çok etkilenip tıp okumaya karar verdiğini iddia ediyor. Bir doktor adayı olarak Ernesto, hastanın zihin durumunun kendisine verilen ilaç kadar önemli olduğu fikrine inanıyordu. Ernesto’nun hastalığı hala devam ediyordu fakat egzersizlerle bir bakıma bu hastalığın üstesinden gelmeyi başarıyordu. Ruhsal olarak biraz rahatlamak için çalışmalarını bir kenara bırakıp tatile çıkmaya karar verdi.
1951’in sonunda Ernesto, en iyi arkadaşlarından birisi olan Alberto Granado ile Güney Amerika’nın kuzeyinde bir geziye çıktı. Gezinin ilk başlarında Norton bir motosikleti vardı fakat motor bakımsız ve yıpranmış bir durumda olduğu için Santiago’da bırakmak zorunda kaldı. Alberto ve Ernesto birlikte Şili, Peru, Kolombiya ve Venezüella’yı dolaştı fakat Venezuella’da yolları ayrıldı. Ernesto Miami’ye oradan Arjantin’e döndü. Ernesto bu gezide Latin Amerika’nın ne kadar kötü bir durumda olduğunu ve halkın yaşadığı sefaleti gördü. Ne yapacağını bilmese de bu konuyla ilgili olarak bir şeyler yapmak istediği kesindi. Guevara’nın bu yolculuğu anlattığı seyahat notları “Notas de viaje’’ 2004 yılında “Diarios de motocicleta” (Motosiklet Günlükleri) adıyla sinemaya uyarlandı.
Ernesto 1953’te Arjantin’e döndü ve tıp fakültesini bitirdi. Ancak kısa bir süre sonra tekrar ayrıldı ve Batı Andes’e doğru yola çıktı. Orta Amerika’ya ulaşmadan önce Şili, Bolivya, Peru, Ekvador ve Kolombiya’yı dolaştı. Bir süreliğine Guatemala’ya yerleşti ve Başkan Jacobo Arbenz Guzmán’ın önderliğinde Guatemala’nın sosyal devrimine katıldı. Popülist bir hükümetin başındaki Başkan Jacobo Arbenz Guzmán özellikle toprak reformu ve diğer değişikliklerle bir toplumsal devrim yapmaya çalışıyordu. Ernesto, Che lakabını burada aldı. CIA Arbenz’i devirdiğinde, Che bir tugaya katılmaya ve savaşmaya çalıştı fakat bu çok çabuk sona erdi. Che, Meksika’ya güvenli geçiş yapmadan önce Arjantin Büyükelçiliği’ne sığındı.
Meksika’da Che, 1953’te Küba’daki Moncada Kışlası’na yapılan saldırının liderlerinden birisi olan Raúl Castro ile tanıştı ve onunla arkadaş oldu. Raúl kısa bir süre sonra yeni arkadaşını Küba diktatörü Fulgencio Batista’yı devirmeye çalışan 26 Temmuz Hareketi'nin lideri olan kardeşi Fidel ile tanıştırdı. Che, Amerika Birleşik Devletleri’nin Guatemala’da ve Latin Amerika’nın başka yerlerinde yaptığı emperyalizme karşı bir darbe vurmanın yolunu arıyordu ve bu yüzden devrim harekatına hevesle katıldı. Fidel, ekibine bir doktorun katılmasından oldukça memnun oldu. Bu ekipte Che, devrimci Camilo Cienfuegos ile yakın arkadaş oldu.
Kasım 1956’da 12 kişilik olan Granma yatına tam tamına 82 devrimci bindi. Che, yattakiler arasında yerini almıştı. Malzemeler ve silahlarla dolu olan Granma yatı güçlükle 2 Aralık’ta Küba’ya ulaştı. Karaya çıkar çıkmaz Batista’nın askerlerinin saldırısına uğrayan ekibin yarısı hemen orada veya yakalandıktan sonra öldürüldü. Guevara, bu çatışmada kaçan bir yoldaşın düşürdüğü cephaneyi almak için tıbbî malzeme çantasını bıraktığını ve o ânı, doktordan savaşçıya dönüştüğü an olarak hatırladığını yazar. Che, Camilio ve Castro’ların dahil olduğu yaklaşık 20 devrimci Sierra Maestra dağlarına saklanıp burada Batista’ya karşı uzun sürecek bir gerilla savaşı başlattılar.
1958 yazında Batista dağlara büyük askeri birlikler göndererek isyancıları yok etmeye çalıştı. Bu strateji büyük bir hataydı ve çok kötü bir şekilde geri tepti. İsyancılar dağları iyi tanıyordu ve ordunun etrafında daireler çiziyordu. Askerlerin çoğu moralsizdi ve hatta taraf değiştirenler bile oldu. 1958’in sonunda Castro nakavt zamanının geldiğine karar verdi. Biri Che’nin olmak üzere üç birliği ülkenin kalbine gönderdi.
Che’nin görevi stratejik olarak büyük bir öneme sahip olan Santa Clara şehrini ele geçirmekti. Bu görev kağıt üzerinde intihar gibi görünüyordu. Orada tank ve tahkimatı olan yaklaşık 2.500 federal birlik vardı. Che’nin yanında ise neredeyse silahlanamamış ve karnı aç olan 300 kişilik bir grup vardı. Küba askerleri arasında moral düşüktü ve Santa Clara halkı çoğunlukla isyancıları destekledi. 28 Aralık’ta başlayan savaş 31 Aralık’a gelindiğinde devrimcilerin polis merkezini ve şehri ele geçirmesiyle sonuçlanıyordu fakat kışlaları ele geçirememişlerdi. Askerler ne savaşmayı ne de kışladan çıkmayı kabul ediyorlardı. Batista, Che’nin zaferini duyduğunda kaçmaktan başka yapacak bir şey bulamadı. Santa Clara, Batista’nın sonu oldu.
Che ve diğer isyancılar zaferle Havana’ya girdiler ve yeni bir hükümet kurmaya başladılar. Dağlardaki günlerinde birçok hainin idam emrini veren Che, (Raúl ile birlikte) eski Batista yetkililerini yargılamak ve idam etmekle görevlendirildi. Che, çoğu ordu ya da polis kuvvetlerinde görev alan yüzlerce Batista yanlısını yargıladı. Bu davaların çoğu infazla sonuçlandı. Uluslararası toplum bu duruma öfkelense de Che, zalimlerin ödemesi gereken bir bedel olduğuna inanıyordu.
Fidel Castro’nun gerçekten güvendiği az sayıdaki adamdan biri olan Che, Devrim Sonrası Küba’da çok fazla görevde bulundu. Sanayi Bakanlığı’nın başkanı ve Küba Bankası’nın başkanı oldu. Ancak Che yine de huzursuzdu ve Küba’nın uluslararası duruşunu iyileştirmek için bir tür devrim büyükelçisi olarak yurtdışına seyahatler yaptı. Che devlet dairesinde geçirdiği süre boyunca, Küba ekonomisinin komünizme dönüşmesini denetledi. Sovyetler Birliği ve Küba arasındaki ilişkiyi geliştirmede etkili oldu ve Sovyet füzelerini Küba’ya getirmeye çalıştı. Bu, elbette, Küba Füze Krizinde önemli bir faktördü.
1965’te Che, yüksek bir görevde bile bir devlet memuru olmamaya karar verdi. Çağrısı devrimdi ve gidip dünyaya yaymak istiyordu. Kamu hayatından kayboldu (Fidel ile araları gergin gibi yanlış söylentilere yol açtı) ve diğer uluslara devrim getirme planları başlattı.
Komünistler, Afrika’nın dünyadaki batı kapitalist-emperyalist boğuşma noktasında zayıf bir halka olduğuna inanıyordu, bu yüzden Che, Laurent Désiré Kabila’nın önderliğindeki bir devrimi desteklemek için Kongo’ya gitmeye karar verdi.
Che ayrıldığında Fidel, tüm Küba’ya Che’nin devrimi yayma niyetini ilan ettiği ve gördüğü her yerde emperyalizmle savaşacağını söylediği bir mektubu okudu. Che’nin devrimci kimliğine ve idealizmine rağmen, Kongo girişimi tam bir fiyaskoydu. Kabila güvenilmez olduğunu kanıtladı, Che ve diğer Kübalılar Küba Devrimi’ndeki ortamı hazırlayamadılar ve Güney Afrikalı “Deli” Mike Hoare tarafından yönetilen devasa bir paralı asker gücü onları kökten yok etmek için oraya gönderildi. Che kalıp savaşarak ölmek istedi, ancak Kübalı arkadaşları onu kaçmaya ikna etti. Sonuçta, Che yaklaşık dokuz ay Kongo’da kaldı ve hiçbir şey başaramadı. Bunu en büyük başarısızlıklarından biri olarak gördü.
Küba’ya dönünce Che, bu kez Arjantin’de başka bir komünist devrim denemek istedi. Fidel ve diğerleri onu Bolivya’da daha başarılı olacağı konusunda ikna ettiler. Che 1966’da Bolivya’ya gitti. Bu çabası da boşunaydı ve ölümüyle sonuçlanacaktı. Che ve ona eşlik eden 50 kadar Kübalı’nın Bolivya’daki gizli komünistlerden destek alması gerekiyordu, ancak güvenilmez olduklarını gösterdiler ve muhtemelen ona ihanet ettiler. Ayrıca Bolivya’da Bolivya subaylarına karşı direniş teknikleri konusunda eğitim veren CIA de karşı taraftaydı. CIA, Che’nin ülkede olduğunu biliyordu.
Che ve dağınık grubu 1967’nin ortalarında Bolivya ordusuna karşı zaferler kazansa da Ağustos ayında adamları yakalandı ve gücünün üçte biri yok edildi; Ekim ayına gelindiğinde, sadece yaklaşık 20 devrimci kalmıştı ve yiyecek konusunda sıkıntı yaşanıyordu. Bolivya hükümeti Che ile ilgili bilgiler için 4.000 dolarlık bir ödül verileceğini yayınlamıştı. Ekim ayının ilk haftasında Bolivya güvenlik güçleri Che ve isyancılarına yaklaşıyordu.
7 Ekim’de Che ve adamları Yuro vadisinde dinlenmek için durdular. Köylüler orduyu bilgilendirdiler. Ordu operasyonu başlattı ve bazı isyancılar öldürüldü. Che bacağından yaralandı. 8 Ekim’de, canlı olarak ele geçirildi. Ordu ve CIA memurları, o gece onu sorguya çekti, ancak bir bilgi vermedi. Yakalanmasıyla, başını çektiği isyancı hareket esasen sona erdi. 9 Ekim’de emir verildi ve Che, Bolivya Ordusu Çavuş Mario Terán tarafından vuruldu. Che’nin, öldürülmeden kısa süre önce, kendisini öldürmek için görevlendirilen Mario Teran’a söylediği “Buraya beni öldürmeye geldiğini biliyorum. Vur beni korkak, yalnızca bir adam öldürmüş olacaksın” ifadeleri, onun son sözleri oldu.
Che Gueavara, Bolivya dağlarında esir alındığında, Bolivya ordusunun albaylarından Selich, öldürülmeden önce onu sorguya çekmeye kalkışır.
“‘Kübalı mısınız, yoksa Arjantinli mi?’ diye sorar Selich.
“Ben Kübalı, Arjantinli, Bolivyalı, Perulu ve... Ekvatorluyum. Anladınız mı?’ ” (s.714)
Bir gün ona vatanı sorulduğunda "Benim vatanım tüm Latin Amerika"demiştir…
Sanırım, ikonlaştırılmış “eski insan”dan bugüne kalan tek olumlu miras, böylesi enternasyonalist bir tavrı katillerin yüzüne karşı tereddütsüz bir şekilde, cesaretle haykırmış olmasıdır.
Hasta la Victoria Siempre!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder