14 Mayıs 2020 Perşembe

MLKP, Leninist Parti öğretisini açıktan inkar ederken geçmişin değerlendirmesinde çifte standartçı ve inkarcı oportünist konumda duruyor

Hatırlanacağı üzere birçok akım komünist hareketin tarihini gerçeklere ve bilimsel sosyalist ilkelere göre değil, kendi örgütün durumuna ve sübjektif niyete göre ele alıp değerlendiriyor. Bunlardan birisi de dün dündür bugün yaklaşımını kendisine temel alan ve kuruluş döneminde kabul etmiş olduğu “...Stratejik planımızın öncelikli hedefi, işçi sınıfı içinde gerçek bir çekim merkezi haline gelmek, komünist partisini inşa etmek, devrimci bir işçi hareketi yaratmaktır. İlk öncelik budur. Stratejinin diğer tüm sorunlarını ancak buna bağlı olarak çözümleyebiliriz” (TKİH ve TKP/ M-L Hareketi Birlik Kongresi Belgeleri, 1994, s. 79, abç) görüşünü 1995 yılında reddeden MLKP’dir. Bu akımın saflarında  İbrahim Kaypakkaya ve 1972 Nisanın da kurulan TKP-ML Hareketini hala komünist görenlerin olduğunu biliyoruz. Keza MLKP saflarında bazen Hareket kökenli ayakta kalan kadroların MLKP’nin mükemmeliyetçilik altında inkarcı bir hatta, THKO-THKP-C’nin TKP-ML Hareketiyle aynı kefeye konmasında rahatsızlık duyarak, eleştirilerini dışa vurduklarına tanık oluyoruz. Örneğin Ziya Ulusoy 1 Mayıs ve İbrahim yoldaşla ilgili yazdığı yazı yada konuşmalarında İbrahim yoldaş ifadesini sıklıkla kullandığını biliyoruz. Yine MLKP’de kopmuş ama aynı hatta MLKP’nin küllerinde yeniden doğacağı hayaliyle uğraşıp duran Hasan Ozan yazılarında Kaypakkaya yoldaşa gereken önem ve değerin verilmediği ve tarihin unutturulmaya çalışıldığından dem vuruyor.

MLKP, İbrahim Kaypakkaya yoldaşı ve önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketi'ni sınıfı çalışmasının merkezinde tutmadığı iddiasıyla, küçük burjuva köylü devrimcisi olarak mahkum ederken, komünist hareketin hata ve zaaflardan azade doğup gelişeceği mükemmeliyetçi bakış açışına sarılarak, komünist hareketi kendisiyle başlatan tarih yazımına kalkışıyordu. Ne ki burada tamamıyla keyfiyetçilik üzerine yükselen yeni yetme inkarcılık ve çift standartçılık devreye sokulduğunu belirtmeliyiz. Elbette akıl hocalarını geride bırakacak biçimde MLKP’de komünist hareketin geçmişine saldırıyor ve kendisine oportünizmi başkalarına Marksizm’i uygulamaktan geri durmuyor. MLKP bu tutumuyla ve daha sonrasında sınıftan kopuk parti kurulur küçük burjuva limanına demir atmayla, kendi durumuna uygun teori uyduruyor ve dün ak dediğini şimdi kara demekten geri durmuyor. Mükemmeliyetçilik altında inkarcılıkla hemen her şeyi kendisiyle başlatma ve yeninin, “yeni tarzın” - ki bunun DHKP-C ve PKK kopyacılığı ve karikatürizmi olduğu su götürmez biçiminde açığa çıkmıştır- kurucusu ve geliştiricisi olduğu iddiasında bulunan MLKP, aslında TDKP’den aşırdıkları ve TİKB, TKİP-Ekim’le aynı hatta buluştukları inkarcı görüşlerini, “dün dündür, bugün bugündür” oportünist görüşlerini derinleştirerek durumu kurtarma çabası içine girdiler. Kaypakkaya yoldaşı ve komünist hareketin 72-79 sürecini, küçük-burjuva devrimciliğini aşamayan, sınıf hareketini temel alarak bu zeminde komünist hareketi yükseltmeyen bir süreç olarak görüp mahkum eden MLKP maalesef kuruluşundan bu yana 25.yıl geçmiş olmasına karşın, hala sınıftan kopuk olduğunu söylemekten geri kalmıyor. Peki, Kaypakkaya yoldaşı bir yıllık devrimci çalışma sonucu sınıfı temel alıp fabrikaları devrimin kaleleri yapma perspektifine uygun davranmadığı için küçük burjuva gören MLKP, bu 25. yıllık gibi uzun bir dönem ve aynı zamanda sınıfı merkezde tutup bunun gereklerine uygun hareket eden ve önemli deney ve tecrübe edinen TKP-ML Hareketinin pratiği ortada duruyorken, hala MLKP sınıftan ayrı telde çalmasını neyle açıklamak gerekiyor.

Sözde sınıfı kazanmayı merkezde tutmayı -ki bunda da vazgeçilmiş ve sınıftan kopuk parti kurulur alanına rücu edilmiştir- temel aldım deyip deyip ama örgütsel pratik alanda sınıf içinde çalışma zorluğunu görünce bundan çark ederek semt emekçileri ve gençlik içinde yani küçük burjuvazi içinde çalışmayı temel alan 25. yıllık bir pratiğin ardında MLKP’nin Kaypakkaya yoldaşı aşma bir yana ne teoride ve nede pratikte Kaypakkaya’nın daha gerisine düştüğünü söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. Dahası MLKP söylediğinin tam tersini yapmakla, teorisi ayrı pratiği ayrı tipik bir küçük burjuva akım öteye gidememiştir.

İşte Kaypakkaya ve önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketine hayalci ve gerçeklerle örtüşmeyen eleştirilerde bulunması tamda bu gerçeği ele veriyor.MLKP’de dinleyelim: “ Ekim devriminin yolunun, yani proletaryayı temel alan bir siyasal, örgütsel strateji ve taktiğe ilişkin Leninist-Stalinist bakış açısının, bizim gibi ülkelerde (yani geri bağımlı ülkelerde) geçerli olmadığı yolundaki önyargının damgasını bastığı THKO-THKP-C ve TKP-ML bu anlayışlarının doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olarak anti-Leninist bir parti anlayışında konaklanıyorlar.“ Proletaryanın önderliğini, esas olarak lafta benimsemiş, proletaryanın yerine teoride köylülüğü (ki burada üç hareketi de aynı kefeye koyarak TKP/ML Hareketi ile diğer akımlar arasındaki net olan ayrım çizgisini kabaca çarpıtmak ve Kaypakkaya’nın savunmadığı görüşleri savunuyor göstermek dürüstlükten öte tarihi gerçekleri çarpıtmak anlamına gelir. TKP/ML Hareketi hiçbir zaman ve hiçbir yerde teoride köylülüğü temel almamıştır. Bu iddia düpedüz yazarın Kaypakkaya’ya ve komünist harekete ne kadar düşmanlık içinde olduğunu gösterir. HB) ve pratikte de köylü yığınlarından da kopuk olan devrimci öncüyü koymuş olan ‘71 devrimci hareketi…” (Proleter Doğrultu s. 8, s.5-6) “Proletaryanın önderliğini, esas olarak yalnızca lafta benimsemiş, proletaryanın yerine teoride köylülüğü ve pratikte köylü yığınlarından da kopuk olan devrimci öncüyü koymuş olan 1971 devrimci hareketi, o günün koşullarında görece kısa bir süre içinde 12 Mart askeri-faşist rejimine karşı giriştiği savaşta siyasal ve örgütsel olarak yenilmiş ve çökertilmişti.” (Proleter Doğrultu)

“Bilindiği gibi, 1971 devrimciliğinin her üç bileşeni de işçi sınıfını temel alan bir siyasal-örgütsel stratejiye karşı çıkmakla kalmıyor, işçilerin ve diğer emekçilerin kendi öz deneyimleri üzerinden eğitilmelerini ve proletaryanın güncel taktiğinin, yani savaşım ve örgütlenme biçimlerinin, kitle hareketinin gerçek durumundan yola çıkılarak saptanmasını öngören Leninist kitle çizgisi anlayışını revizyonizmle özdeşleştiriyorlardı. Bu örgütler bunun yerine, devrimci sınıfların kitle hareketinin durumundan bağımsız olarak her zaman için geçerli gördükleri tekdüze bir taktiği, yani devrimci öncünün silahlı eylemini geçiriyorlardı. Onlar, devrimci öncünün silahlı eylemlerinin, devrimci patlamaya hazır olduğu varsayılan yığınların saklı öfke ve enerjisini, tıpkı küçük bir motorun büyük bir motoru çalıştırmasında ya da fünyenin ateşlenmesinin dinamiti patlatmasın da olduğu gibi, onların saklı enerji ve öfkesini zincirlerinden boşandıracağını varsayıyorlardı.” (Proleter Doğrultu)

“Öte yandan, öncünün silahlı savaşımını devrimin başlangıcından zaferine değin ve devrimci yığın hareketindeki yükselme ve alçalmalardan bağımsız olarak, siyasal savaşımın temel biçimi ve yığınların siyasal eğitimi ve devrimci kavgaya çekilmesinin esas aracı olarak gören THKO, THKP-C ve TKP(ML)’nin parti ve parti inşasına ilişkin anlayışının da bu “Sol” kitle çizgisi anlayışına göre biçimlenmesi nesnelerin doğası gereğiydi. Lenin’in, yukarıda da göndermede bulunduğumuz düşüncesi uyarınca, bu örgütlerin eyleminin içeriği onların niteliğini belirliyor ve onlara, siyasal bir örgütten çok, bir askeri örgüt özelliği kazandırıyordu. Bu eğilim, dönemin üç örgütü içinde en geri konumda olan ve zaten adı bile salt askeri yönelimini ele veren THKO’da daha net bir tarzda gözlenmesine (Hüseyin İnan’ın, THKO’nun “Parti ve ordu fonksiyonunu bünyesinde taşıdığı”, pratik sorunların, örgütün “Parti- ordu ikilemini ayrımına girmesine ihtiyaç göstermediği” vb. saptamalarına) karşın, THKP-C ve TKP(ML) için de geçerliydi. Her ne kadar, THKP-C ve TKP(ML) kendilerini “proletaryanın siyasal öncüsü” olarak tanımlamış ve özellikle ikincisi, THKO ve THKP-C’nin kişiliğinde fokoculuğu ve Guevarizm’i eleştirmiş ve siyasetin silaha kumanda etmesi anlayışına sahip olduğunu ileri sürmüşse de, bu iki “Parti”nin de, THKO’nun durumunda olduğu gibi öncelikle bir askeri örgüt gibi davrandığı açıktı. Örgütsel ilkesinin “Politik ve askeri liderliğin birliği” olduğunu söyleyen ve devrimci stratejisini politikleşmiş askeri savaş stratejisi olarak tanımlayan THKP-C olsun, “Partili” olmak için önce “Ordulu” olmuş olmayı öngören ve örgüt disiplinini bozanlara karşı son derece sert yaptırımlar içeren bir tüzüğü bulunan TİKKO (Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu) adlı bir askeri kola sahip olan TKP(ML) olsun, “Parti” sıfatlarına karşın aslında askeri yanları ağır basan birer siyasal örgüttüler.” (Proleter Doğrultu) Yeni yetme oportünist inkarcılığın bir söylediği diğerini tutmadığından ve yamalı bohça olarak farklı görüşleri aynı torbada taşıdığından dolayı, yazılarda da bu farklılıklar görmek ve tezatlıklarını yakalamak zor olmuyor.

Bir yanda sınıf hareketi üzerinde yükselmeyen ve bunun gereklerine göre pratikte adımlar atarak siyasal, örgütsel mücadeleyi asıl olarak sınıf içinde yürütmeyen akımların komünist olamayacağını savunacaksın ve buradan hareket ederek Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi’ni küçük-burjuva devrimciliği olarak niteleyeceksin, ondan sonra da tam olarak 40 yıl sonra kalkıp, sınıftan kopuk ve onu lafta temel alan ve pratikte buna uygun bir mücadele - örgüt hattında yürümeyen, küçük-burjuvazinin deklase kesimleri üzerinde yükselen, esas olarak semt ve öğrenci gençlik zemini üzerinde oturan MLKP’yi büyük ML parti olarak niteleyeceksin? Hem de legalizm limanına demir atmış ve öncü savaşçı bir çizgiye kapaklanmışken. Böylesi keyfiyetçilik ve çift standartçı yaklaşımda komünist hareketin doğuşu ve gelişimi doğu değerlendirilemez. MLKP önderleri büyük gürültü kopardıkları ve parti aldı başını gidiyor havasını bastıkları koşullarda, çok özel koşullarda gerçekleştirilmiş bir toplantı olarak gösterilmeye çalışılan, 2. Kongre belgelerinde bu söylediklerinden fersah fersah uzak olduklarını göstermektedir: “Komünist partisinin, işçi sınıfı hareketiyle bilimsel sosyalizmin birliği olduğu yolundaki Marksist-Leninist öğreti tamamen doğrudur. Fakat bu birliğin kural olarak komünist partilerin kuruluşundan önce gerçekleştiği ve gerçekleşmesinin zorunlu olduğu, bundan önce parti kurulmayacağı vb. iddia edilemez. Geçmişte bu yönde iddiaların ileri sürüldüğü bilinmektedir… Komünist partisi sonuç olarak bir örgüttür ve kuruluşu sorunu, onu kuranların iradesine balıdır” (2. Kongre Belgeleri s. 25) derken MLKP, dün işçi sınıfı partisinin sınıftan kopuk olarak kurulacağını savunanları parti öğretisini sıradanlaştırarak ayağa düşürmek olarak eleştirip bu yaklaşımları mahkum edenlerin, bugün nihayetinde partiyi, komünist hareketin sınıfla birliğine, yerel örgütler oluşturmasına, kadrolaşmasına vb. bakmadan bir avuç devrimcinin bir araya gelerek, sınıftan kopuk olarak kendi iradeleriyle partiyi ilan edeceklerini belirterek, komünist işçi partisini sıradan bir örgüt derekesine düşürerek, Maocu parti anlayışına rücu ediliyor.

Keza MLKP, dün Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi’ni sınıfla birleşmeyi merkezde tutmayıp, pratikte buna uygun hareket etmediği gerekçesiyle eleştirip küçük burjuva çemberi kırıp, bunun dışına çıkmadığı iddiasıyla eleştirip, mahkum ederken, bugünkü MLKP, 40 yıl sonra semt ve öğrenci gençlik içinden devşirdiği küçük burjuva kadrolarla, esas olarak pratik çalışmalarını sınıf dışı küçük burjuva kesimler içinde -öğrenci gençlik ve semtler gibi yoğunlaştırırken Marksist-Leninist oluyor ama önünde yararlanacağı her hangi bir deney, tecrübe ve olanaklar vb. yok iken ilkliğin ve çocukluğun getirmiş olduğu nedenlerden dolayı aynı konumda hareket eden Kaypakkaya ve komünist hareketi çok rahatlıkla küçük-burjuva olarak damgalayarak mahkum etmeye çalışıyor.

Bakalım MLKP 40 yıl sonra örgütsel - politik çalışmanın merkezinde tuttuğunu iddia ettiği sınıfla birleşmede ne kadar yol kat etmiştir? “MLKP’nin sınıf hareketine bağlanmadığı, onun temel zaafı, işçi sınıfıyla bağlarının fazlasıyla zayıf olmasıdır…” (2. Kongre Belgeleri, s. 27) “Partimiz edimsel olarak, yani toplumsal köken itibarıyla işçi sınıfının ‘en bilinçli azınlığından’ oluştuğu kuşkusuz söylenemez.” (agb. 28) “Partimiz, kesimsel çalışma söz konusu olduğunda, özellikle büyük metropoller de güçlerinin en çoğunun giderek işçi çalışmasında konumlandırmaya yöneldi… Ancak sorunda ısrarlı davranılamadı. Gelişmemiz hala cılız ve sınırlıdır… Çok sayıda kadro sınıf çalışmasında görevlendirilse de bunların önemli bir kesimine gereken işlerlik kazandırıldığı söylenemez… İşçi ilişkilerimizi örgütlemede belirgin gelişmeler oldu. Ama bu devam ettirilemedi…” (agb. s. 51-52)
“Partimiz, komünist hareketi, bütün varlığı süresince bir gölge gibi izleyen işçi hareketinden yalıtılmışlık sorununu çözme iddia, görüş açısı ve kararlılığına sahip olduğunu özellikle bundan sonraki pratiğiyle göstermek zorundadır.” (agb. s. 53)

Dahası buraya aktarmayı gerekli görmediğimiz birçok değerlendirme ve veriler MLKP’nin söylemleriyle pratikleri arasındaki çelişkinin derinleşerek sürüp gittiğini ve sınıfı temel alan bir örgütsel, pratik çalışma geliştirmediklerini ve sınıftan kopuk küçük burjuva parti teorisine dümen kırdıklarını ortaya koyuyor. MLKP ‘Kuruluş’ ekinin kaldırılması konusu tartışılırken, geçmişte ortaya konulan tutumlar sorgulandı. ‘Komünist Partisi, işçi sınıfı hareketi ile sosyalist hareketin birliğidir’ tanımına indirgenen yaklaşım sorgulanıyor. MLKP-K ekiyle 1994 Ekiminin de kurulan örgüt, neden kendisine K ekini aldığını iki şeye bağlıyordu. Birincisi sınıfın öncelleriyle birleşmeden kopukluk, ikincisi de dışta komünist örgütlerin varlığıydı. MLKP kuruluşunun ardında bir yıllık faaliyetinin ardında temel görüşlerde herhangi bir değişiklik yetkisi olmayan ve alınan kararların resmileşmesinin MK’sinin onayına bağlı olan 95 Birlik Konferansıyla MLKP parti olarak ilan edildi. Burada MLKP-K’nın parti olarak ilan edilmesi için ortaya konan sınıfla sosyalist hareketi aynı kulvarda buluşturma ve dıştaki komünist gruplarla birleşmeyi sağlam-bu akımlar TİKB-TDKP ve TKP-ML YİÖ’ olarak belirlenmişti. Ne ki MLKP-K bir yıllık faaliyetinin ardında ne sınıfa bağlanmada önüne konan rolü oynamış ve nede dışta komünist gördüğü grupların ana gövdesi -ki bunlar TDKP ve TİKB’ydi- birleşme sağlanmıştı. MLKP önderliği darbeci bir tarzda örgüt içinde her hangi bir tartışma yapmadan, kendi kafasına göre atamış olduğu gençlerden oluşan delege bileşimiyle TKP-ML YİÖ’nün katılımıyla MLKP parti olarak ilan edildi. Bu açıktan MLKP-K’nın kuruluş kararlarına hiçe sayan yeni bir parti anlayışını darbeci bir tarzda değişiklik yapmanın adıydı.

Nitekim çıkmaz içinde olan MLKP önderliği Leninist parti öğretisine saldırarak, partiyi sıradan bir örgüt derekesine indiren bir çizgiye kapaklandı. “MLKP’nin kendisi değil, ama O’nu oluşturan örgütler yıllarca bu görüşleri savundu; MLKP o görüşlerin özeleştirisini vermeyecek mi?” diyen delegeler oldu; özeleştiriye sorumlu yaklaşımın bir örneği de burada yaşandı… “ Gerçekten de Komünist Partisi, iradi kararın - çabanın bir ürünü olarak mı kurulur; yoksa komünistlerin “İşçi sınıfı hareketi ile birleşecekleri güne kadar” beklenmesi mi gerekir? Enine boyuna tartışıldı bu sorunlar. Konferans, “Sınıf hareketiyle birleşme” olgusunun göreceli olduğunu dikkate alarak davrandı. Bugün işçi hareketinin sosyalist hareketle ayrı ayrı kanallardan aktığı doğrudur. Proletaryanın devrimci örgütlülüğü; hatta demokratik örgütlülüğü bile çok zayıftır. Türkiye’de yaklaşık 4 milyon proleter var; neredeyse 3/4’ü sendikasız. Bu durum, alınması gereken mesafeyi gösteriyor. İşçi sınıfı hareketiyle birleşebilmenin büyük bir kararlılık, enerji ve uygun yöntemlerle sistematik bir çalışmanın ürünü olacağını yeniden anımsatıyor. Biz, bu başarıyı elde etmek için, önümüze hedefler koyarız; ama parti olmanın tek ve belirleyici kriteri olarak da kabul edemeyiz. MLKP değil, ama O’nun öncelleri böyle bir düşünce savunmuşlardı. Yanlıştı, sığdı ve mahkum edildi. Evet, MLKP, işçi sınıfı hareketiyle birleşebilmiş değildir; ama partidir. Sınıfla bağları ve hareket içinde etkisi vardır; militan işçi direnişlerinin birçoğuna imzasını atmıştır ve temel görevi de proletaryayı devrimin önder kuvveti olarak kazanmaktır.” (Atılım, Sayı: 51, s. 12)

Bu açıktan Leninist parti öğretisi ve aynı zamanda öncellerin-TKİH ve TKP-ML hareketinin- savunmuş olduğu komünist parti işçi hareketiyle sosyalist hareketin birliğidir görüşleri darbeci tarzda geminin bordosun da denize atıldı. Aslında MLKP-K ilan edildiğinde, işçi sınıfı hareketiyle birleşme ve işçi sınıfının öncüsünü ideolojik olarak kazanma konusundaki ivedi ve yakıcı görevler MK’nin önüne konmuştu. Sınıfla birleşmenin MLKP-K döneminde daha da geriye düşüldüğü yerde, bunu bir politik başarı olarak sunarak MLKP-K amaçlarından tümüyle koparılmıştır. MLKPnin sınıftan kopuk parti fikrinde buluşmasını izah eden MLKP delegesi, satır arasında bu ivedi ve yakıcı görevin pekala savsaklanabileceğini ve göz ardı edilebileceğini söylüyor. Onun verdiği mesaj şudur: “Nasıl olsa işçi sınıfı olmadan da bu işler yürüyor!” Herhalde, 1. (Parti ve Birlik) Konferansı bu konuda gerek örgüt kamuoyuna ve gerekse de genel devrimci kamuoyuna çok daha farklı bir mesaj vermeli, MLKP’nin işçi sınıfının öncüsünün ideolojik olarak kazanılmasına ve işçi sınıfı hareketiyle sosyalist hareketin birleşmesine ne denli önem verdiğini net ve ikirciksiz bir biçimde dile getirmeliydi.

Ama böyle olmadığı gibi MLKP-K’nın bir yıllık faaliyetlerinde sınıf çalışmalarından uzaklaşıldığı söylenirken, bu durumun hızla aşılması bir yana ülkemizde zaten yeterince yaygın olan küçük-burjuva devrimciliğine “proletaryasız komünist partisi” kurma anlayışıyla Leninist parti öğretisi yellere savrulunuyordu.94 yılında kuruluşu ilan edilen MLKP-K’nin parti anlayışının 95 Birlik 1-Birlik Konferansında değiştirildiği -hem de tartışma olmadan ve herhangi bi kongre toplanmadan- bir MK delege Marksizm-Leninizme ve örgütün kuruluş programı ve politik çizgisine karşı çıkarak, Lenin’in, “Komünist partisi, işçi sınıfı hareketi ile sosyalist hareketin birliğidir.” biçimindeki evrensel olarak geçerli önermesini açıktan reddetmektedir. Komünist partisinin işçi sınıfı hareketiyle birliğinin, “Parti olmanın tek ve belirleyici kriteri olarak” kabul edilemeyeceğini, MLKP’nin öncellerinin savunduğunu ileri sürdüğü bu düşüncenin “Yanlış” olduğunu belirten delege, felsefede idealizmde ve siyasette sınıf-dışı devrimcilikte konaklamaktadır. Bir komünist partinin esası ve olmazsa olmaz koşulu olan “Sosyalizmle işçi sınıfı hareketinin birliği”nin, “Parti olmanın tek ve belirleyici kriteri” olamayacağını söylemek, Leninist proleter partisi tanımını açıktan reddetmektir. Her ne kadar komünist parti nedir sorusunda bu doğru formülasyonu uygun hareket etmesi gereken MK’si bırakalım pratikte bu tanımın gereklerine göre davranmayı, açıktan Leninist parti öğretisinin savunan öncelleri mahkum ediyor.

Acaba, yıllardan bu yana Lenin ve Stalin tarafından yapılan parti tanımı savunan önceller yanlış mı? Yoksa size göre, “Sosyalizmle işçi sınıfı hareketinin birliğini”, proleter partisinin olmazsa olmaz bir koşulu olarak gören Lenin ve Stalin proleter partisini idealize mi ediyorlardı? MLKP MK delegesi, “Partinin her şeyden önce işçi sınıfının öncü müfrezesi olması”, onun “Aynı zamanda, sınıfın bir müfrezesi, sınıfın bir parçası, varlığının bütün kökleri ile ona sıkı sıkıya bağlı bir parçası olma”sı (Leninizmin İlkeleri, 1979, s. 99-100, 101) gerektiğini söyleyen Stalin’in bu saptamalarını nereye koyuyorlardı. Geçmişte, parti kavramının idealize edildiği ya da teorik planda abartıldığı gerekçesiyle-ki bunun hiçte doğru olmadığı ortada duran bir olgudur- sınıf-dışı ve anti-Leninist parti tanımlamalarını bir yana bırakarak küçük burjuva sınıftan kopuk parti görüşlerine yönelme yolundaki çabası, aslında MLKP’nin kuruluş felsefesinde tümden koptuğunu tanıtlar.

Nitekim daha sonrasında önderlik başta olmak üzere 1995 yılında MLKP önderliğinin parti sorununda darbe yaparak küçük burjuva devrimciliğinde konaklanmasına - ciddi bir tepki gösterilmemiş olunması ve bu sınıf dışı parti fikrine başkaldırarak yollarını ayırıp KP-İÖ’nün kuruluşuna önderlik edenlerin nasıl bir karşı devrimci saldırılarıyla yüz yüz kaldıkları unutulmaması gereken bir gerçekliktir. Sorunu “Komünist Partisi, iradi kararın - çabanın bir ürünü olarak mı kurulur; yoksa komünistlerin ‘işçi sınıfı hareketiyle birleşecekleri güne kadar’ beklenmesi mi gerekir?” biçiminde koymak, yanlış olduğu gibi, objektif olarak demagojik bir karakter taşır.

Kısacası komünist partisi, hem iradi kararın - çabanın bir ürünü olarak, hem de işçi sınıfı hareketiyle devrimci bir tarzda birleşme, işçi sınıfının kapitalistlere karşı savaşımı içinde yer alma konusunda kafaları açık olan ve -bunu ne ölçüde başardığından bağımsız olarak- pratikte de buna uygun davranan komünistlerin bir araya gelmesiyle kurulur. Söz konusu “İrade” ne tanrısal bir buyruğun ürün, değildir. Aksine ML teoriye ulaşılması, sosyalist hareketi işçi sınıfı hareketiyle birleşmeye ve bu sınıfın öncü ögelerini kazanmaya iterek Marksist-Leninist bir komünist partisinin oluşmasını kolaylaştıracaktır. Çağımızda kural olarak, Türkiye’de de, dünyanın çeşitli ülkelerinde de Marksist-Leninist partilerin oluşumu, devrimci irade ve inisiyatife sahip bireyler bulunmadığı, çıkmadığı için değil, gerçekten devrimci teorinin bu devrimci iradeyle buluşması sağlanamadığı, bu devrimci iradeyi taşıyan devrimci birey ve önderler Marksist-olmayan teorileri özümsedikleri ve rehber aldıkları için gerçekleştirilememiştir.

Gerçekten de, değişik nedenlerle devrimci teoriye ulaşılamadığı koşullarda, bu devrimci irade kaçınılmaz olarak, umutsuz bireysel devrimci girişimlerin ortaya çıkmasına ya da Marksist-olmayan devrimci örgütlerin kurulmasına yol açacak, işçi sınıfı hareketi ile sosyalist hareket ayrı ayrı kanallardan ilerlemeye devam edecektir. Peki, 40 yıl sonra Kaypakkaya yoldaş ve daha sonrasında komünist hareketin yarattığı, fabrika işçi ilişkilerinin onda birisini bile örgütleme, fabrika ilişkisi yaratma ve hücreleşme, sendikalar içinde buna uygun hareket etmediği gerekçesiyle eleştirip, küçük-burjuva çemberi kırıp, dışına çıkmadığı iddiasıyla eleştirip, mahkum ederken, bugünkü MLKP, 40 yıl sonra semt ve öğrenci gençlik içinden devşirdiği küçük burjuva kadrolarla, esas olarak pratik çalışmalarını sınıf dışı küçük-burjuva kesimler içinde -öğrenci gençlik ve semtler gibi- yoğunlaştırırken Marksist oluyor ama önünde yararlanacağı herhangi bir deney, tecrübe ve olanaklar vb. yokken ilkliğin ve çocukluğun getirmiş olduğu nedenlerden dolayı aynı konumda hareket eden Kaypakkaya ve TKP-ML Hareketi’ni çok rahatlıkla küçük-burjuva olarak damgalayarak mahkum etmeye çalışıyor. Bakalım MLKP 25 yıl sonra örgütsel-politik çalışmanın merkezinde tuttuğunu iddia ettiği sınıfla birleşmede ne kadar yol kat etmiştir?

Nitekim MLKP’nin inkarcı oportünist görüşleri kendi gerçekliğini kavrama ve değerlendirmede ayak bağı olmuştur ve gelinen durumda kendi gerçekliğini açıklamada zorlandığı gibi tam bir çıkmaz yaşamaktadır. Ülkemizde küçük burjuvazi, nüfusun en büyük kesimini oluşturan bir sınıftır. Bu sınıfın çıkarlarını savunan ancak proletarya adına hareket etme iddiasında olan küçük burjuva grup ve çevrelerin sayısı bir hayli kabarık. ML parti öğretisi, bu grup ve çevrelerin yadsıdığı sorunlardan biridir. Bu gruplar biçimde birbirlerinden ayrılıyor gözükseler de, özde aynı nokta da birleşmektedirler. Genel doğruları sıralayan ama iş ülke somutuna geldiğinde inkarcı anlayış, partinin subjektif koşullarının hazırlanmasını reddeden tabelacı yaklaşım, ML parti öğretisinin günümüzde geçerliliği olmadığı tezleri vb. oportünist anlayışların bazı örnekleridir. Hepsinin ortak özelliği de küçük-burjuva bireyci sınıf tavrıdır. Dünyanın merkezine kendilerini koyarak, kendilerini en büyük ML ilan etmek amacıyla teoriyi ve ilkeleri eğip bükmeye çalışmak, gerçekleri tarif ederek sözde tespitler yapmak oportünist akımların ortak özelliklerinden biridir. Küçük burjuva sınıf tavrının açık bir ifadesi olan bu yaklaşım tarzı düşünce planında muğlaklık ve teorinin çarpıtılması ile birleşiyor. Sonuçta bütün küçük-burjuva akımların vardıkları nokta ise, proletarya partisi sorununda anti-Marksizm’dir.

Hiç yorum yok: