28 Nisan 2013 Pazar
Meyvesiz ağacı sallamak beyhude bir çabadır
Bazı durumlarda politik ve örgütsel durumu daha kolay
yoldan izah etmek ve akılda kalmasını sağlamak için halk deyimlerine başvurulur
yada yaşanmış gerçekleri ifade eden fıkralarla durum izah edilmeye çalışılır.
Her zaman olmasa da bir kısım halk deyimleri ve fıkraları mevcut durumu izah
etmede belki de sayfalarca yazılacak daha etkili olabilir.
Çünkü halk deyimleri ve fıkralar yüzyıllık halkın tarihinde süzülüp gelmekte ve birçok bakımdan da yaşanmışlıkları yada yaşanacaklara ilişkin deney ve tecrübeler sunmaktadır. Bu bakımdan M-L ustaların çeşitli dönemlerde kaleme almış olduklarında yazılarında kendi halklarının deyimleri ve fıkralarında yararlanarak konuları daha basite indirgeyerek gerçekleri emekçi yığınlara yalın bir dille anlattıklarına tanık olmaktayız. Bu bakımdan bir çok uygarlığın yaşamış olduğu ülkemizde de halklarımızın tarihsel yaşamından bugünlere taşınan binlerce deyim ve fıkralar var.
Bunların bir çoğu önemli dersler içinde barındırmakta toplumu, insanlığı, sistemi vb. anlamada bizlere yardımcı olmaktadır. " Meyvesiz ağacı sallamak beyhude bir çabadır" halk deyimi de bu binlerce güzel deyimlerden birçok bakımdan anlam yüklü olan ve yerinde, zamanında kullanıldığında durumu anlama ve ona çözüm bulmaya yönlendiren bir deyim olduğu unutulmamalıdır.
Bilindiği gibi her meyve ağacında aynı ölçüde meyve oluşmuyor. Bazı ağaçlar daha fazla meyve veriyor, bazıları ise daha az ve hatta bazılarında ise hiç meyve olmuyor. Elbette bunun değişik nedenleri var. Ama aynı bakım yapıldığı halde meyve vermeyen yada az meyve veren ağaçlar olduğunu biliyoruz. Aslında meyve ağacı burada bir sembol rolünü oynamaktadır. Burada görülmesi gereken kişilerin doğru tanınması ve ondan ne beklenildiğinin iyi bilinmesi ve rastgele meyve yetiştiriciliğine yönelinmemesidir. Bu halk deyimini örgütlü mücadeleye uyarlamaya yöneldiğimizde karşımıza meyve ağacı olarak ifade etmemiz gereken örgütün temel direği olan kadrolar ve sempatizanlar çıkmaktadır.
Nasıl ki bir bahçede aynı meyve ağaçlarında su, gübreleme, ilaçlama vb. bakımı aynı olmasına karşın alınan meyve aynı olmuyorsa bu aynı şeyi örgütü oluşturan kadrolar için daha fazla geçerlidir. Belki de meyve vermeyen bir ağaca başka bir meyveyi aşılamak mümkün olabiliyor, örneğin meyve vermeyen yada az meyve veren bir elma ağacı bol meyve veren başka bir elma ağacından aşılama yaparak meyve vermeyen ağacı meyve verir bir duruma getirmek olanaklıdır. Ama bu aynı şeyin insanlarda uygulanması söz konusu olmamaktadır. Bu bakımdan da örgütün kadro ve sempatizanlarını iyi tanıması ve onların ne kadar gelişmeye açık, yetenekli ve verimli olduklarını iyi bilerek hareket etmeli, meyve verme özelliği taşıyanları öne çıkararak örgütü bunların üzerine bina etmelidir.
Bilindiği üzere burjuva kapitalist sistem yaşamın her alanında eşitsizliklerle dolu ve daha işin başında eğitimde başlayarak parası olana daha iyi eğitim olmayana doğru düzgün eğitim vermediği ve temellerini sağlamca atarak eşit eğitimi yaratmadığı bir durum ortadır. Burjuva kapitalist sistemin daha işin başında ayrımcı davrandığı bir sistemde insanların olanaklarında eşit bir şekilde geliştirmeleri söz konusu olmamaktadır. Durum böyle olunca bir çok insanın gelişimi ve yeteneklerini ortaya çıkararak insanlığın gelişimi yada örgütlü mücadelenin ileriye doğru taşınması doğrultusunda kullanılması söz konusu olmamaktadır.
Sistemin insanları ayrıştırdığı bu durum kaçınılmaz olarak örgütlü mücadeleye de yansımaktadır. Sorunlara ilgi duymak, kendisini geliştirip, yenilemek için yetişenler ile, bütün çaba ve uğraşlara rağmen pek fazla gelişim göstermeyenler örgütlü mücadele içinde de kendisini netçe açığa sermektedir. Elbette burada sorunun özünü önceden eğitim alıp almama oluşturmuyor. Bunun sorunları anlama ve kavramada önemli bir etkisi olsa da tek başına bir kişinin "meyve veren bir ağaç olması" için yeterli olmuyor. Bunun inanç, kararlılık ve topluma karşı kolektif sorumluluk duygusuyla birleşmesi gerekiyor. Bu iki unsur iç içe olmadan ve biri diğerini güçlendirerek ilerlemeden kadroların verimli bir konuma getirilerek yeşermelerini sağlamak söz konusu olamaz.
Haliyle buraya bahçeyi kuran ve bakan bahçıvan rolünde olan örgüt yöneticilerine büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir. Bahçıvan nasıl ki bahçesindeki ağaçlarını ve çiçeklerini iyi tanırsa örgütün yönetici kadroları da örgütün kadro ve sempatizanlarını iyi tanımalı ve boşa kürek çekmekten uzak durmalıdır.
Devrimci çalışmada zamanın oldukça önemli olduğu reddedilmez bir olgudur. Burjuvazinin hergün her saat her saniye emekçi yığınları zehirlemek için bin bir türlü araç ve gereçle çalışmaya devam ettiği koşullarda, kısıtlı kadro ve olanaklara buna karşı mücadele yürüten devrimci ve komünist örgütlerin daha bir titiz olmaları gereklilikten öteye bir zorunluluktur. Bu bakımdan devrimci örgütlenmenin kadro yetiştirmede zamanı iyi değerlendirmeli ve meyvesiz ağaç durumunda olan, yani pek gelişmeye açık olmayan ve kendisi dışında kimselere bir faydası olmayan hep başkalarının önderliğine gereksinim duyan insanlarla zaman harcama ne kişiye ne de devrimci mücadeleye bir yararı olmayacağı açıktır.
Kadrolaşmaya hava kadar, su kadar gereksinim duyulduğu bir ortamda adeta el yardımıyla kadrolaşmaya yada ya tutarsa biçiminde kendinliğindenci yaklaşımlara prim vermek enerji ısrafından başka bir yarar vermeyecektir. Üzerinde durulmasına ve her türlü destek verilmesine ve olanak sağlanmasına rağmen hala kişiler oldukları yerde saymaya devam ediyor ve başkalarına göre davranmaktan kapanmıyorlarsa, bütünden insanlarla daha fazla zaman öldürme kişiye ve örgüte zarardan başka bir sonuç getirmeyecektir.
Kadrolaşmada meyve vermeye aday olan insanlar seçilmeli ve bunların eğitimi ve kalıba dökülmeleri için özel bir çaba içine girişilmelidir. Verileri olmayan ve kendisi birşeyler katma çabası içinde olmayanlarla uğraşmanın örgütü darlığa ve yığın savaşımının ihtiyaçlarını yanıtlamaktan geriye düşerek önderlik iddiasında uzaklaşmaya neden olacağı unutulmamalıdır.
Örgütlü mücadele planlı ve programlı bir çalışmadır. Kendiliğindencilik ve bilinmezlikler yada tesadüfler bu çalışmaya zarar verir. Haliyle örgüt çalışması bir yerde kadrolaşma çalışması olduğuna göre meyve vermeyen yani gelişmeye açık olmayan insanlarla pek fazla zaman öldürmemeyi gerektirir. Onun için örgütün planlı ve programlı çalışmalarında istenilen sonucu alabilmesi ve hedefini yakalayabilmesi için enerjisini, güç ve olanaklarını olabildiğince iyi kullanmalı ve meyve vermeyen ağaçları sallayarak boş bir çaba içinde olmamalıdır. Bu bir yerde sallanan meyve ağacını iyi tanıyıp, tanımamayla bağlı bir durumdur.
Nasıl ki bir bahçıvan bahçesindeki meyve ağaçlarının ne kadar meyve verdiğini bilmezse, enerjisi ve zamanını meyve veren ağaçla, meyve vermeyen ağaç arasında bir ayrım yapamaz ve meyve vermeyen ağacı boş yere sallayarak enerji ve zaman kaybına uğrar. Tıpkı örgütlü mücadelede yöneticilerin örgüt kadro ve sempatizanlarını mücadele sürecinde tanımak için özel çaba sarf etmeden herkese aynı biçimde yaklaşarak enerji ve zaman kaybına yol açacak bir durumun yaratılması gibi.
Tüm bu olumsuz durumlardan hızla kurtularak, devrimci kadroların verimli ağaçlar olarak kavgaya sürülmesi ve sempatizan çevreler içinde yeni kadroların tespit edilerek geliştirilip yetkinleştirilerek enerji ve zaman kaybının ortadan kaldırılarak, verimli ve gelişme vaat eden insanların kadrolaştırılması için meyve veren ağaçları sallamalı ve gözü kapalı bir şekilde ve el yardımıyla yürümekten hızla kurtulunmalıdır.
KP-İÖ'nün I. Konferans belgelerinden
KP-İÖ, kökleri kitle çizgisi, birlik politikası, önderlik anlayışı ve hareketimizin sosyalist demokrasi geleneklerinin bugüne taşınmasına dek uzanmaktadır. Dahası KP-İÖ, her şeyiyle ve her yönüyle Hareketimizin sürdürücüsüdür. Birlik süreci öncesi tartışılan görüş ayrılıkları ve örgüt içi yaşam ve uygulamalar sorununda farklılıklarımız bütün kamuoyu ve yoldaşlarca az ya da çok biliniyor.
Fakat birlik tartışmaları öncesi ve sonrası uzanan süreçte, eskiden beri Hareket geleneğinden kopmuş ve yaşamını bütünüyle birliğe bağlayan Hareket MK'sındeki oportünist kanat, gerçek görüş ve yaklaşımlarını hep gizli kapaklı olarak örgüte taşımaya çalıştı. Örgüt ortamına göre hareket eden Hareketin değerlerinden bütünüyle kopmuş, bir çok yönüyle çürümüş ve ahlaksız, yalancı bir konuma kaymış olan önderliğin oportünist kesimi, bir çok sorunda ortak davranış içinde olarak ve örgüte karşı dolap çevirerek, geri kadro ve sempatizanlarımızı etkilemeye çalıştı. Dahası Hareketi dağıtmak için tek başına bir şeyler yapılamıyor havasını vererek, oportünist birlik görüşlerini egemen kılmak için olmadık şaklabanlıklar yapmaktan kendilerini alamadılar.
Ölümsüzlük, yürek yüreğe çarpmaktır
Evet, ölümsüzlük sokaktaki kavgadandır. Ölümsüzlük
mücadelenin kızgın pratiği içerisinde yılmadan omuz omuza, yürek yüreğe
çarpışmak ve bu uğurda hiç bir tereddüte düşmeden savaşmaktır.
Nice şehitler verdik kadını, erkeğiyle, nice canlar düştü toprağa. Hepsi gülerek kucakladı ölümü, bir an olsun arkasına bakmadan.
Onlar bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için yola çıkmışlardı. Eşit, özgür bir dünya kuracaklarına inanmışlardı. Teslimiyet, güvensizlik ve icazet çemberinden kopmuşlar, halkların kurtuluş yolunu göstermişlerdir. Ölümü göze almak, yaşamı türkü tadında sevebilenlerin tüm dünya ve insanlık için yaşamayı bilenlerin yapabileceği bir fedakarlıktır. İşte bu fedakarlığı dara ğaçların da, ölüm oruçlarında, faşist kuşatmalarda, yargısız infazlarda ve işkencehaneler de hayatı türkü tadında sevebilenler omuzladı. Köklerimiz Anadolu’nun isyankar topraklarından, gücümüz Pir Sultan’ların, Baba İshak’ların ve Şeyh Bedrettin’lerin kavgaların isyan ateşindendir.
Bu geleneği anlamak hayatı anlamaktır. Bu geleneği taşımak yeni gelenekler eklemek hayatı coşkuyla savunmak, zorun, zorbanın karşısında halkın öfkesini ve cesaretini bayraklaştırmaktır.
Gelecek, zalimlerin, sömürücülerin değil halkın güvenini, umudunu taşıyanların olacaktır. Gelecek şehitlerimizin kanlarıyla örülmüş yapılarda şekillenmekte, güçlenmektedir. Gelecek ellerimizdedir. Gelecek orakla çekicin buluştuğu yerdedir.
Bitmedi o kavga sürüyor ve sürecek!
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek..
Nice şehitler verdik kadını, erkeğiyle, nice canlar düştü toprağa. Hepsi gülerek kucakladı ölümü, bir an olsun arkasına bakmadan.
Onlar bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için yola çıkmışlardı. Eşit, özgür bir dünya kuracaklarına inanmışlardı. Teslimiyet, güvensizlik ve icazet çemberinden kopmuşlar, halkların kurtuluş yolunu göstermişlerdir. Ölümü göze almak, yaşamı türkü tadında sevebilenlerin tüm dünya ve insanlık için yaşamayı bilenlerin yapabileceği bir fedakarlıktır. İşte bu fedakarlığı dara ğaçların da, ölüm oruçlarında, faşist kuşatmalarda, yargısız infazlarda ve işkencehaneler de hayatı türkü tadında sevebilenler omuzladı. Köklerimiz Anadolu’nun isyankar topraklarından, gücümüz Pir Sultan’ların, Baba İshak’ların ve Şeyh Bedrettin’lerin kavgaların isyan ateşindendir.
Bu geleneği anlamak hayatı anlamaktır. Bu geleneği taşımak yeni gelenekler eklemek hayatı coşkuyla savunmak, zorun, zorbanın karşısında halkın öfkesini ve cesaretini bayraklaştırmaktır.
Gelecek, zalimlerin, sömürücülerin değil halkın güvenini, umudunu taşıyanların olacaktır. Gelecek şehitlerimizin kanlarıyla örülmüş yapılarda şekillenmekte, güçlenmektedir. Gelecek ellerimizdedir. Gelecek orakla çekicin buluştuğu yerdedir.
Bitmedi o kavga sürüyor ve sürecek!
Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek..
Dürüstlük devrimciliğin yalan oportünizmin mayasıdır
Hemen her sayımızda devrimcilik, sosyalist ilkeler ve demokrasi nedir soruları üzerinde duruyoruz. Ortaya koyup eleştirdiğimiz şeylerin bir çoğunu Lenin ve Stalin yazmış ve Türkiyeli komünistler uygulamışlardır. Yaklaşık 30 yıllık mücadele deney ve pratiğimizde damıtılarak ortaya çıkan, geleneksel hale gelmiş olan bu gerçeklere bağlı kalmak ve halka, örgüt kitlesine açık olma dürüst tutumu 95 Ağustos’undan bugüne, MLKP tarafından tam bir körler-sağırlar diyaloğuyla altüst edilerek, bırak sen komünist ilke ve nomları, dürüst sıradan feodal insanların mertliği ve yiğitliği bile aranır duruma gelmiştir. Yaklaşık 5 aydır süren yalan ve demogoji üzerine kurulu politika yaparak, devrimci tabanı yozlaştırarak düşünemez bir duruma getirme yönlü çabalar korkunç bir yozlaşma, ahlaksızlık ve bozulmayı ortaya çıkarmış durumda.
Torbasında ideolojik-siyasal hiç bir şey kalmayanların genellikle başvurduğu yalan, dolan ve yıpratma yönlü saldırılar görülmemiş boyutta sürdüğü gibi, yüreklice bu saldırılara da sahip çıkılmıyor. Bugüne kadar 30’u aşkın devrimci MLKP’lilerin saldırıları sonucu yaralanmıştır. onlarca pusu kurulmuştur.
Komploculuk geliştirilmiş ve bıçak-sopa, silah, demir çubuk gibi delici, kesici, öldürücü aletler devrimcilere karşı kullanılmıştır. İşin daha da önemlisi HADEP mitingi, ATİF gecesi, bir tiyatro dönüşünde ve en son olarak Bahçelievler Zafer Sinemasında yapılan Aras Kargo işçilerinin greviyle dayanışma gecesinde provakasyon amaçlı saldırılar, Metin Göktepe’nin cenaze töreninde tahriklerde bulunmak, polisin saldırısına ortam hazırlayacak yönlü kitle eylemlerinde saldırıya geçerek, devrimci ilke, kural ve sorumluluktan uzaklaşarak, halka ve devrimci kamuoyuna karşı saygısızlık içinde olmuşlardır. bugüne kadarki yazılarımızda sorunları ne kişiselleştirdik ve nede yalan demogoji üzerinde yükselterek kolay yoldan parsa toplama yoluna girdik. Böyle davrandıysak bunun nedeni, halka ve devrime karşı olan sorumluluğumuz ve komünist özümüzdür. Sorunu ta baştan itibaren ideolojik-siyasal ve örgütsel ilkeler zemini üzerinde ele aldık ve bundan asla sapmadık.
Maoist Komünist Parti eleştirisi: Herkes kendi bayrağı altında toplanmalıdır
Devrimci hareket bir yandan bölünme parçalanma yaşarken, öte yandan her akım teorik-pratik duruşuyla gerçek niteliğini ortaya koymaktan ve kendi niteliğine rücu etmekten geri kalmıyor. Bunun bir çok bakımdan olumlu olduğunu söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. At izinin it izine karıştığı bir dönemde devrimci hareketin düzlüğe çıkması ve herkesin kendi bayrağı altında toplanma çabasının olumlu bir gelişme olduğunu söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. Kendilerine bugüne kadar ML diyen ama M-L ile hiç bir ilişkisi kalmamış olan akımların kendi gerçek kimlikleriyle ortaya çıkmaları, bir yerde devrimci kadrolar ve emekçi yığınlar nezdinde dünden bugüne bu akımların nasıl bir çizgi içinde hareket ettiklerini ve ML’yi kendilerine nasıl bir maske olarak kullandıklarını açıkça ortaya sermesi ve ideolojik, politik gerçekliğin ortaya konması bakımından önemlidir.
Yakın döneme kadar ML’nin prestijini kullanarak kendi gerçek niteliklerini gizlemeye çalışan akımların, gelinen durumda, biçimsellikten kurtularak özlerine dönmeleri ve bunu sakınmadan ortaya koymaları, bu akımların gerçekliğini daha bir netlikle açığa serdiği gibi, aynı zamanda komünistlerin bu akımların ML ile hiç bir ilişkileri olmayan oportünist-revizyonist akımlar oldukları yönlü eleştiri ve iddialarını da doğrulayıcı olmuştur. Demek ki, bir akımın kendisine ML demesi, ya da ML bazı doğruları savunuyor görüntüsü içinde olması, o akımın ML olduğu anlamına gelmez.
Bir akımın ML olması, strateji, program ve temel taktiklerde ML bir hatta durmasının yanında, aynı zamanda pratik mücadelede de bunun gereklerine uygun davranmasını gerektirir. Yani teoride proletarya diktatörlüğünü savunan ve pratikte buna uygun davranan bir akım ancak komünist olabilir. Onun içindir ki, bir akımın komünist olmasının temel kıstası, teorisi ile pratiği arasındaki uyumun yakalanması ve bunun için gereken devrimci çabanın gösterilmesidir. Aksi durumda, yani strateji, program ve temel taktiklere dayalı ML bir hatta durmayan bir akımın, örgütsel, pratik çalışmalarında proletaryayı kurtuluşa götürecek bir devrimci hat oluşturması ve buradan dünyayı ve toplumu devrimci anlamda değiştirme, dönüştürme mücadelesine öncülük etmesi beklenemez.
Dahası devrimci teori olmadan devrimci pratiğin yaratılması ve emekçi yığınların devrim ve sosyalizm savaşımlarının ileri taşınması beklenemez. ML programsız komünist olunamadığı gibi, bu programın gereklerine uygun düşen bir devrimci pratik çalışma yaratılmadan da komünist olmak olanaksızdır. Haliyle bir komünist hareketin öncelikle nasıl bir dünya için mücadele yürüttüğü ve neyi amaçladığını ortaya koyarak ideolojik-politik duruşunu netleştirmeli ve buradan hangi sınıfa dayandığı ve hangi sınıfın temsilcisi olduğu gerçekliğini ortaya koyması gerekiyor. Bir akımın niteliğini belirlemede göndere çekilmiş bayrak olan strateji, program ve temel taktikler ayıraç çizgisidir.
Haliyle bir akımı değerlendirirken öncelikle program ve politik duruşunu yargılamalı ve buradan pratik çalışmalarına uzanılmalıdır. Yani akımları değerlendirmede teorik, politik çözümlemeleri ve değiştirip-dönüştürmeyi amaçladığı ülkenin ve dünyanın gerçeklerine nasıl baktığının öncelik açığa çıkarılması ve ideolojik olarak hangi mevzide durduğunun ortaya konması gerekiyor. Çifte sandalyede oturma ya da ML ile hiç bir bağı kalmadığı halde sırf onun prestijinden yararlanmak için gölgesinde geçinmeye çalışmak, kendi gerçek kimliğini saklayarak devrimci kadroları ve emekçi yığınları aldatmaya yönelmek oportünist akımların genel karakteri olmuştur.
Oportünist akımların hemen çoğu ML’ye açıktan tutum alma yerine onu savunuyor görünerek, oportünist ve revizyonist çizgilerini gizlemeye çalışmışlardır. Bu aynı duruma ülkemiz devrimci ve komünist hareketinin yakın tarihinde onlarca kez tanık olduğumuz gibi, bugünde yaşıyoruz. En son TKP-ML'nin kendisini MKP olarak ilan eden 1. Kuruluş Kongresi’nde de görmek mümkündür. 15 Eylül 2002 tarihli MKP’nin 1. Kuruluş Kongresi'nde bir çok konu ele alınmış olduğundan dolayı, biz bunların en önemli olanlarına kısa değinmeler yapacak ve daha çokta M-L’in 3. nitel aşaması olarak ifade edilen ve MKP’nin ideolojik, politik olarak daha da geriye savrulmasının göstergesi olan Mao Zedung eleştirisi üzerinde yoğunlaşmaya çalışacağız.
Çünkü, MKP’nin üzerinde yükselmiş olduğu ideolojik zemin Maoizm olduğu için, bizde asıl olarak okun sivri ucunu Maoizme yönelterek, MKP’nin bugüne kadar savuna gelmiş olduğu oportünist görüşleri bir kez daha eleştireceğiz. Elbette MKP’nin 1. Kuruluş Kongresi değerlendirme ve kararları uzun süre tartışma yaratacak ve kendi durumlarının ve TKP-ML'nin tarihini yeniden masaya yatırılmasını koşullayacaktır. MKP kongresi 30 yıllık bir sürecin geniş ve kapsamlı değerlendirmesini yapıyor. Bunu bir yerde kendi gerçekliğini ortaya koyması ve hatalarına eleştirel bir yaklaşım içinde olması bakımından olumlu bir çaba olarak söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. Neki, eleştiriler zamanında ve yerinde yapıldığında bir yeri, ağırlığı ve değeri olur. Aksi halde eleştirinin bayağılaşması ve çürütücü hale gelmesi kaçınılmazdır.
MKP’nin 30 yıllık mücadele tarihinin eleştirisinde, bir noktada, kendilerinin nasıl çürüyerek geriye savrulduklarını ve bir türlü oportünist önderlikten kurtulamadıklarını gösteriyor. MKP’nin 1. Kuruluş Kongre açıklamasında şunları okuyoruz: “Enternasyonal proletaryanın Türkiye-Kuzey Kürdistan kolu; Kürt, Türk ve çeşitli milliyetlerden Türkiye-Kuzey Kürdistan proletaryasının öncü müfrezesi olan partimiz Maoist Komünist Partisi, TKP-ML’den Maoist Komünist Partisi’ne otuz yıllık parti tarihimizin muhasebesini yaparak bugüne kadar halkımızın kurtuluş mücadelesindeki öncü rolünü tüm yönleriyle sorgulamış ve deneyimlerini Maoizm’in süzgecinden geçirmiştir...” “Bu Tarih Bizim!.. Tarih bize doğru bir siyasi çizginin kendiliğinden ve sakin bir şekilde değil, ancak mücadele içinde ortaya çıkıp, geliştiğini göstermiştir. Bütün komünist partileri bu süreci yaşamıştır. Bu durum, partimiz için daha da geçerlidir. Çünkü, partimiz kurulduktan kısa bir süre sonra hem kurucu önderini yitirmiş, hem de yenilgi almış; dahası arkasından oluşan önderliklerin izledikleri politik-taktik çizgilerin esasta MLM değil, oportünist olma gerçekliği vardır. Bu çizgilerin sol veya sağ çizgi olması fark etmez. Sağ ve sol çizgilerin hepsi de MLM çizginin gelişmesi önünde engel ve aynı derecede tehlikelidir.
1. yenilgi sonrasından günümüze kadar devam ede gelen önderlikler doğru bir politik-taktik siyasal çizgi izlemedikleri içindir ki partimizin genel ideolojik-siyasi çizgisi kitlelere yeterince nüfuz edememiş, parti çizgisi maddi güç haline gelememiş ve yeni yenilgiler almaktan kurtulamamıştır. Yoldaş Kaypakkaya sonrası önderliklerimiz Mao savunmasını merkezci bir güzergâhta Hocacılıkla birleştirerek Maoizm’in eklektik kavrayışını uygulaya gelmişlerdir. Mao Zedung düşüncesi formülasyonu bu eklektizmden dolayı terk edilmiştir.”
Sanırız MKP’nin Kaypakkaya’dan sonra partinin önderliğinin oportünistlerin elinden kurtulamadığı, ama yinede partinin ML kaldığı yönlü savları, dünya devrimci ve komünist hareketinin tarihinde pekte karşılaşılmayan, TKP-ML'ye özgün bir durum olsa gerek. Bir örgütü 30 yıl oportünistler yönetecek ama, o örgüt ya da parti hala M-L olarak ayakta kalacaktır. Böylesi değerlendirmenin bilimsellikle ve gerçeklikle hiç bir ilişkisinin olmadığını söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. Yine MKP’nin 30 yıllık mücadele tarihine dogmatizm, sağ ve sol sapmalar damgasını vuracak ve anti-Marksist düşünceler partinin yönetimine egemen olacak, yine de o parti çizgisi ve politikaları ML olarak kalacak. Bunların hiç biriside süreci açıklamada ve yapılan değerlendirmelerin altını doldurmada yeterli ve ikna edici olmamaktadır. MKP’li arkadaşlar 30 yıllık sürece ayna tutmaya yönelmişler ama, bunu sonuca götürerek adını koymada cüretkar davranmayarak iki arada, bir derede gidip gelerek zorlanmışlar. Bir partinin yönetimine 30 yıl oportünistler egemen olmuş ve parti politikalarını bu oportünistler çizmiş ve yönetmişlerse, sağ ve sol oportünizmin etkinliğinin bu süreçte sürdüğü ve dogmatizmin ve sübjektif düşünce tarzının bir örgüte egemen olduğu durumda, o örgüt ya da partinin uzun yıllar kendisini bırakalım komünist olarak ayakta kalmasını, az çok tutarlı devrimci bir örgüt olarak varlığını sürdürmesi de zor bir olaydır. MKP’li arkadaşlar bu değerlendirmelerini örgütlerinin üzerinde yükselmiş olduğu Maoizm’e yönelterek oradan kopuşu sağlamış olsalardı, 30 yıllık muhasebe gerçek yerine oturacak ve belki de daha olumlu gelişmelerin önü açılmış olacaktı.
Neki MKP Kongresi hem geçmişe yönelik bir dizi eleştiri yapıyor ve hem de bu hataların temellerinden birisi durumunda olan Maoizm’e tutum alarak ondan kopma yerine, kurtuluşu ona daha fazla sarılmakta buluyor. Bu yaklaşım aslında MKP’nin geçmiş süreçte yapmış olduğu hataların devam etmesinin daha başta ilanı anlamına geliyor. Çünkü hata ve zaaflarının ideolojik kaynağı olan Maoizm’den kopulmadan, biçimsel bazı değişiklikler yapmakla, işlerin düzelmesi ve istenilen devrimin öncü örgütünün yaratılması başarılamaz.
Üstelik ideolojik-politik olarak 30 yılın ardından Türkiye gerçekliğine tümüyle gözünü kapatarak, dogmatizm ve sübjektivizm mevzisinde durarak ve bunu bir çizgi halini getirerek, Türkiye devriminin temel sorunlarına doğru yanıtlar bulmak ve bu doğrultuda devrimci taktiklerle sürece müdahale ederek ilerlemekte olanaksızdır. Yıllardan bu yana TKP(M-L)nin temel çıkmazlarından birisi olan Çin ve ÇKP kopyacılığı ve Maoizm savunusu ve düşünme tarzı nedeniyle, kendi ifadeleriyle, ciddi bir gelişme kat edememeleri gerçekliği bir yana itilerek, çıkış Maoizm de aranıyor. MKP açıklamasında şunları okuyoruz; “Partimiz, ülkemiz proletaryasının ve halkımızın demokrasi ve bağımsızlık kavgasında gerçek bir öncü güç olarak şehitlerimize ve halkımıza verdiğimiz bağımsızlık, halk demokrasisi, sosyalizm ve komünizm sözünü daha sağlam, daha bilinçli ve daha sınanmış, yanılgı ve yenilgilerinden öğrenmiş bir kavrayışla yerine getirme kararlılığındadır. Partimizin adını Maoist Komünist Partisi olarak değiştirmemiz de bu daha ileri kavrayışımızın sonuçlarından biridir...
Partimiz Maoist Komünist Partisi, TKP(ML)nin ideolojik, siyasi ve örgütsel devamı ve onu yaratan Maoizm’in Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki en üst düzeydeki temsilcisi, Kaypakkaya Güzergahı’nın kararlı savunucusu ve takipçisidir.
Maoizm, Marksizm-Leninizm’den ayrı değil, onun yeni, nitel, üçüncü aşamasıdır. Maoizm savunulmadan Marksizm-Leninizm savunulamaz. Bundandır ki Komünist Partisi isminde Maoizm vurgusunun da bulunması tayin edicidir. Yoldaş Kaypakkaya açıkça ilan etti: Hareketimiz Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünüdür. Bu, kesin bir ayrım çizgisidir. Kongremiz, TKP(ML) isimlendirmesini bu ideolojik bilinçten hareketle Maoist Komünist Partisi olarak değiştirdiğini coşkuyla duyurur.
Kongremiz, Partimizin bütünlüklü tarihi muhasebesi içerisinde, Maoizm kavrayışımızın yanısıra Devrimci Enternasyonalist Hareket’i ve Partimiz'in onunla ilişkilerinde izlediği tutumu da değerlendirmiş ve 1997 yılına kadar Partimiz'in bu alanda izlediği sol sekter, eklektik - merkezci oportünist siyaseti alt ederek aşağıdaki sonuçlara varmıştır:
Geçmişte Partimizde hakim hale gelen merkezci sol sekter çizgi ve bölünmeler nedeniyle Devrimci Enternasyonalist Hareket ile ilişkilerimiz aksamıştır. İlişkilerin aksaması esasen Partimizin yanlış değerlendirme ve tutumundan ileri gelmekteydi. Bunun asıl nedeni Maoizm’den sapmaydı. Gelinen aşamada, Partimiz, Devrimci Enternasyonalist Hareket ve onun yayınladığı ‘Deklarasyon’ ve ‘Yaşasın Marksizm - Leninizm - Maoizm’ belgesini MLM olarak değerlendirmekte ve sahiplenmektedir.”
Devrimci Enternasyonalist Hareketin Deklarasyonu'nun ne kadar M-L olduğunu bir yana bırakarak yukarıdaki paragrafta aslında MKP’li arkadaşların kendi hata ve zaaflarını yanlış yerde aradıkları ve haliyle de yanlış sonuçlara gittikleri görülüyor. TKP-ML'nin 30 yıllık tarihinde başarısızlıklarının ve hatalarının kaynağı Maoizmden sapma ve ya da “Hocacılıkta karar kılma” eklektizmi olarak ifade edilmesi değil, tersini Türkiye gerçekliğine M-L bir pencereden bakma başarısı gösterememesidir. Yıllardan bu yana TKP(M-L)nin temel çizgisinde her hangi bir değişiklik olmadığı gibi, önderlik değişikliklerinde daha çok Maoculuğa sarılma adına geriye gidişler yaşanmış ve çizgiye bağlılık adına sübjektivizm ve dogmatizm yarışına girişilmiştir.
Durum böyle olunca MKP’nin hatalarının kaynağını Maoizm’i özümlememek ve buna uygun bir politik çizgi izleyememekte araması ne bilimsel ve nede doğru bir yaklaşımdır. Tersine Türkiye gerçekliği Maoizm'in çözümlemelerinin boşa çıkarmasının ve Çin - ÇKP kopyacılığıyla mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt olunamayacağının çarpıcı olarak açığa çıkması görülmelidir. Öteki bütün değerlendirmeler bu gerçekliğin anlaşılmasını perdelemeye yönelik, zaman kaybından başka bir işe yaramayan boş çabalar olarak kalacaktır.
Eğer, MKP kendi hata ve zaaflarının asıl kaynağı olan dogmatizm, dar deneycilik ve sübjektif düşünme tarzından kurtulamaz ve Maoculuktan ciddi bir kopuş yaşamayı göze alamazsa, söylemleri doğrultusunda ciddi bir gelişme ve atılım yakalamasının hayal olacağını belirtmeliyiz.
Çünkü, MKP değerlendirmeleriyle hem devrimci kamuoyuna ve hem de kendi tabanına büyük sözler vermiştir. Verilen bu sözlere bağlı kalmak devrimciliğin olmazsa olmazlarındandır. Teori ile pratik arasındaki bağın doğru olarak kurulması ve bunun gereklerinin yerine getirilmesi oldukça önemlidir. Tüm bunları pratik gelişmeleri yakinen izleyerek göreceğiz, ama daha bugünden bazı şeyleri söylemek hiçte MKP’ye zarar verici bir durum olmayacaktır.
MKP bir yandan tarihten yeterince ders aldıklarını ve bu hataları tekrarlamayacaklarını söylüyor, öte yandan TKP-ML'nin örgütsel, pratik çalışmalarını dumura uğratan Maocu iki çizgi mücadelesini, örgütsel dağınıklık ve parçalanmadan çıkış olarak sunuyor. Bugüne kadar TKP-ML cenahı parti içinde iki çizgi mücadelesini Maoist parti öğretisinin temellerinden birisi olarak M-L’ye karşı savundular. Ama MKP Maoist partilerin savunduklarını bir türlü pratiğe uygulayamadıkları iki çizgi mücadelesinin kendi pratiklerinde nasıl bir bölünme, parçalanma ve dağılmaya neden olduğunu değerlendirmelerinde görmek hiçte güç olmasa gerek. MKP’nin açıklaması, iki çizgi mücadelesinin TKP-ML pratiğinde nasıl bir sonuca yol açtığını şöyle aktarıyor;
“Parti tarihimizde İki Çizgi Mücadelesinin eklektik bir şekilde savunulması ve uygulanması bir yandan ayrılıkçılık, bağımsızlıkçılık, isyan ve hizipçilik kültürünü; dolayısıyla bir yandan da Maoistler'in birliği hedefini merkezine oturtmayan yıkıcı, sekter ve sol tasfiyeci çizgileri diğer yandan da mücadelesiz birlikler ve ilkesiz uzlaşmalarla liberal ve sağ tasfiyeci oportünist çizgileri beraberinde getirmiştir.
Parti içi iki çizgi mücadelesinin doğru ile yanlış arasındaki mücadele olduğu kavranmadığından, bu konuda ideolojik ve teorik kaos içerisindeki önderlik çizgileri doğal olarak bir çok hizipsel bölünmelerin gelişmesine de zemin hazırladılar. Hizipleri savunmak, bu hiziplerin çıkış gerekçelerini doğru bulmak ve savunmak Maoist parti içi iki çizgi mücadelesi ile bağdaşmaz. Açıktır ki bütün hizipler anti-Maoist bir çizgiden hareketle partiye bayrak açmış ve zarar vermişlerdir. Ancak bu durumların yaratılmasında önderliklerin hatalı çizgilerinin payı da ciddi bir değerlendirme konusu yapılmamıştır.”
MKP’nin Mao’dan alarak savunmaya çalıştığı parti içinde iki çizginin ebedi ve sürekli yaklaşımının eleştirisini Maoizmin parti öğretisini eleştirdiğimiz bölümde daha genişçe ele almaya ve konuyu aydınlatmaya çalışacağız. Bizim yakınen bildiğimiz gelişmeler, Maocu parti ve örgütler içinde iki çizgi mücadelesini özümlemek bir yana farklı görüşlere bile tahammül etmede ciddi problemler yaşadıkları ve sekter tutumlar içine girdikleri ve bu nedenle darbeci ve komplocu yöntemlere kadar işi uzattıkları bilinen olgulardır. Bu bakımdan MKP’nin parti içi demokraside sicilinin pekte temiz olduğu söylenemez. İki çizgi mücadelesinin anti Marksist bir yaklaşım olduğu görülüp mahkum edilmeden, partinin irade ve eylem birliğini sağlamak ve hiziplerle bağdaşmayan demir disiplinli devrimin öncüsü partiyi yaratmak söz konusu olamaz. Bu yönüyle MKP’nin tarihinden iyi ders alarak aynı hatalarını tekrarlanmaması için gereken örgütsel, pratik düzenlemeleri yaptığı söylenemez.
Nitekim MKP’nin gerçekliği ve Maocu kültürle bezenmiş olması bu akımın saflarında ciddi olumsuzlukların doğmasını ve yayılmasını koşullamıştır. M-L bir hatta yürümeyen ve kendisini sürekli olarak yenileme başarısı içinde olmayan, eleştiri ve özeleştiri silahını devrimci anlamda kullanmada başarılı olamayan bir akımın sonuçta çürüme ve yozlaşmaya kadar gidecek hastalıklara yakalanması kaçınılmazdır. Somutta bunu TKP(M-L)in tarihinde yakıcı olarak görüyoruz. Kaypakkaya çizgisinin savunucusu olduğunu söyleyen ve yıllardan bu yana bunun propagandasını yapan TKP(M-L), işkencede direniş söz konusu olduğunda Kaypakkaya’nın “ser verip sır vermeme” geleneğini pratiğe sürmede başarılı olamadıklarını ve bugüne kadar parti önder ve kadrolarının yüzde 90’lara varacak düzeyde poliste direngen bir tutum gösteremedikleri ve haliyle de örgütün bu alanda olumsuz bir pratik sergilediğini açıklıyor. 30 yılda bir örgüt bu kadar deney ve tecrübeden sonra eğer işkencede direniş konusunda hala gerilerde seyrediyor ve Kaypakkaya’ca direniş geleneğini yakalayamıyorsa, o örgütün ideolojik, politik hattı ve kadro politikası tümüyle masaya yatırılarak, buradan sorunlara yanıt aranmalıdır. MKP’nin örgüt içi demokrasi kültürü ve pratiği konusunda da ilginç değerlendirmelere tanık oluyoruz:
“Bizim ki gibi ülkelerde, küçük burjuvazi yaygın bir şekilde örgütsel olarak partiye katılırken bu sınıftan insanların ideolojik dönüşümünü sağlamak, ideolojik olarak partiye katmak, parti önderliğinin görevidir.
Maoist parti ve Maoist iki çizgi mücadelesi anlayışından kopuş ve monolotik parti yaklaşımı, ayrılıkların temel nedenlerinden birisidir. Merkezi önderliklerin çizgilerini gerekçe göstererek ayrılanlar konferansa katılmamışlarsa, bu somut bir örnektir. Aynı şekilde önderliklerin de muhalefet üzerinde sopa kültürü bir başka yanlıştır. Maoist iki çizgi mücadelesinin olmadığı yerde ideolojik ve kültürel yozlaşmanın, burjuva kültürle uzlaşmanın ve amaca yabancılaşmanın kaçınılmaz olacağı açıktır. Bu yabancılaşmanın ürünü olarak ilkesiz, kişisel, grupsal ve bölgesel çıkarlar temelinde birlikler, her türlü proleter dışı düşünce ve yaşam tarzı ile uzlaşmalar söz konusu olmuştur. Bunun da ötesinde yabancılaşma, parti adına, parti ve devrimin çıkarları adına ilkelerin ayaklar altına alındığı en dejenere pratiklere girilebilmesine kadar götürmüştür. Partimiz tarihinde bunun iki üç örneği yaşanmıştır.” (MKP 1. Kuruluş Kongre açıklaması)
Demokrasi kültürünün olmadığı yerde her türlü kirliliğin ve sağlıksız eğilimlerin yeşermesini TKP(M-L) pratiğinde netçe görmek mümkündür. Oportünizme karşı mücadelede devrimci bir çizgide ısrar edilmemesi ve örgütün bir araç olmaktan çıkarılarak amaç haline dönüştürülmesi TKP(M-L) saflarında kabul edilemez yanlışların ve olumsuzlukların yaşanmasını sağlamıştır. Bu durum yığınlar nezdinde hem TKP(ML)ye ve hem de genel olarak devrimcilere güvensizliği körükleyici olmuş ve bir çok dürüst devrimci kadronun ve insanın devrimden soğuması ve uzaklaşmasına neden olmuştur. TKP(M-L) nezdinde ise daha da ağır bir fatura çıkarmıştır ortaya. Yapılan bu hata ve yanlışların öz-eleştirisi yapılarak aşılması oldukça zordur. Yıllar akıp gitse de bu yanlışlar bu akımların yakalarından bir türlü düşmeyecek ve her hangi bir gelişmede hep karşılarına çıkacaktır.
MKP hemen her alanda yönünü Maoizm'e kırdığı gibi, Maozm'i M-L'in nitel bir düzeye sıçratılması olarak kabul ederek felsefeden ekonomi politiğe oradan sınıflar mücadelesine kadar uzanan bir dizi konuda M- L'in sorunlara yanıt veremez duruma geldiğini söyleyerek, Maoizme olmadık roller yüklemekte ve ortada duran gerçekleri kaba bir şekilde ya yok saymakta yada çarpıtmaktadır .Örneğin Mao’nun felsefe alanında M-L'i geliştirdiği ve diyalektik materyalizme katkılar yaptığı iddiası üzerinde öncelikle durarak iddaları tek tek tek ele alarak M-L'in bakış açısıyla eleştirmeye ve Maoizm'in M-L'i nitel bir düzeye sıçratamadığı, aksine onu her bakımdan özünden saptırarak nasıl anlaşılmaz bir hale soktuğunu tanıtlamaya çalışacağız. Böylece MKP'nin ideolojik ve teorik zeminini ve politik duruşunu da eleştirmiş olacağız. Çünkü MKP hemen tüm görüşlerini Mao'dan almış ve referans olarak da Mao'yu göstermektedir.Bu bakımdan Mao’nun eleştirisi aynı zamanda MKP ve tüm Maoist'lerin eleştirisi anlamına geleceği unutulmamalıdır. Bizde MKP'yi eleştirdiğimiz bu yazımızda esas olarak Mao'yu eleştirerek bu doğru yolu izlemeye çalıştık. Eleştirimize öncelikle felsefeden başlayalım.
Yakın döneme kadar ML’nin prestijini kullanarak kendi gerçek niteliklerini gizlemeye çalışan akımların, gelinen durumda, biçimsellikten kurtularak özlerine dönmeleri ve bunu sakınmadan ortaya koymaları, bu akımların gerçekliğini daha bir netlikle açığa serdiği gibi, aynı zamanda komünistlerin bu akımların ML ile hiç bir ilişkileri olmayan oportünist-revizyonist akımlar oldukları yönlü eleştiri ve iddialarını da doğrulayıcı olmuştur. Demek ki, bir akımın kendisine ML demesi, ya da ML bazı doğruları savunuyor görüntüsü içinde olması, o akımın ML olduğu anlamına gelmez.
Bir akımın ML olması, strateji, program ve temel taktiklerde ML bir hatta durmasının yanında, aynı zamanda pratik mücadelede de bunun gereklerine uygun davranmasını gerektirir. Yani teoride proletarya diktatörlüğünü savunan ve pratikte buna uygun davranan bir akım ancak komünist olabilir. Onun içindir ki, bir akımın komünist olmasının temel kıstası, teorisi ile pratiği arasındaki uyumun yakalanması ve bunun için gereken devrimci çabanın gösterilmesidir. Aksi durumda, yani strateji, program ve temel taktiklere dayalı ML bir hatta durmayan bir akımın, örgütsel, pratik çalışmalarında proletaryayı kurtuluşa götürecek bir devrimci hat oluşturması ve buradan dünyayı ve toplumu devrimci anlamda değiştirme, dönüştürme mücadelesine öncülük etmesi beklenemez.
Dahası devrimci teori olmadan devrimci pratiğin yaratılması ve emekçi yığınların devrim ve sosyalizm savaşımlarının ileri taşınması beklenemez. ML programsız komünist olunamadığı gibi, bu programın gereklerine uygun düşen bir devrimci pratik çalışma yaratılmadan da komünist olmak olanaksızdır. Haliyle bir komünist hareketin öncelikle nasıl bir dünya için mücadele yürüttüğü ve neyi amaçladığını ortaya koyarak ideolojik-politik duruşunu netleştirmeli ve buradan hangi sınıfa dayandığı ve hangi sınıfın temsilcisi olduğu gerçekliğini ortaya koyması gerekiyor. Bir akımın niteliğini belirlemede göndere çekilmiş bayrak olan strateji, program ve temel taktikler ayıraç çizgisidir.
Haliyle bir akımı değerlendirirken öncelikle program ve politik duruşunu yargılamalı ve buradan pratik çalışmalarına uzanılmalıdır. Yani akımları değerlendirmede teorik, politik çözümlemeleri ve değiştirip-dönüştürmeyi amaçladığı ülkenin ve dünyanın gerçeklerine nasıl baktığının öncelik açığa çıkarılması ve ideolojik olarak hangi mevzide durduğunun ortaya konması gerekiyor. Çifte sandalyede oturma ya da ML ile hiç bir bağı kalmadığı halde sırf onun prestijinden yararlanmak için gölgesinde geçinmeye çalışmak, kendi gerçek kimliğini saklayarak devrimci kadroları ve emekçi yığınları aldatmaya yönelmek oportünist akımların genel karakteri olmuştur.
Oportünist akımların hemen çoğu ML’ye açıktan tutum alma yerine onu savunuyor görünerek, oportünist ve revizyonist çizgilerini gizlemeye çalışmışlardır. Bu aynı duruma ülkemiz devrimci ve komünist hareketinin yakın tarihinde onlarca kez tanık olduğumuz gibi, bugünde yaşıyoruz. En son TKP-ML'nin kendisini MKP olarak ilan eden 1. Kuruluş Kongresi’nde de görmek mümkündür. 15 Eylül 2002 tarihli MKP’nin 1. Kuruluş Kongresi'nde bir çok konu ele alınmış olduğundan dolayı, biz bunların en önemli olanlarına kısa değinmeler yapacak ve daha çokta M-L’in 3. nitel aşaması olarak ifade edilen ve MKP’nin ideolojik, politik olarak daha da geriye savrulmasının göstergesi olan Mao Zedung eleştirisi üzerinde yoğunlaşmaya çalışacağız.
Çünkü, MKP’nin üzerinde yükselmiş olduğu ideolojik zemin Maoizm olduğu için, bizde asıl olarak okun sivri ucunu Maoizme yönelterek, MKP’nin bugüne kadar savuna gelmiş olduğu oportünist görüşleri bir kez daha eleştireceğiz. Elbette MKP’nin 1. Kuruluş Kongresi değerlendirme ve kararları uzun süre tartışma yaratacak ve kendi durumlarının ve TKP-ML'nin tarihini yeniden masaya yatırılmasını koşullayacaktır. MKP kongresi 30 yıllık bir sürecin geniş ve kapsamlı değerlendirmesini yapıyor. Bunu bir yerde kendi gerçekliğini ortaya koyması ve hatalarına eleştirel bir yaklaşım içinde olması bakımından olumlu bir çaba olarak söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. Neki, eleştiriler zamanında ve yerinde yapıldığında bir yeri, ağırlığı ve değeri olur. Aksi halde eleştirinin bayağılaşması ve çürütücü hale gelmesi kaçınılmazdır.
MKP’nin 30 yıllık mücadele tarihinin eleştirisinde, bir noktada, kendilerinin nasıl çürüyerek geriye savrulduklarını ve bir türlü oportünist önderlikten kurtulamadıklarını gösteriyor. MKP’nin 1. Kuruluş Kongre açıklamasında şunları okuyoruz: “Enternasyonal proletaryanın Türkiye-Kuzey Kürdistan kolu; Kürt, Türk ve çeşitli milliyetlerden Türkiye-Kuzey Kürdistan proletaryasının öncü müfrezesi olan partimiz Maoist Komünist Partisi, TKP-ML’den Maoist Komünist Partisi’ne otuz yıllık parti tarihimizin muhasebesini yaparak bugüne kadar halkımızın kurtuluş mücadelesindeki öncü rolünü tüm yönleriyle sorgulamış ve deneyimlerini Maoizm’in süzgecinden geçirmiştir...” “Bu Tarih Bizim!.. Tarih bize doğru bir siyasi çizginin kendiliğinden ve sakin bir şekilde değil, ancak mücadele içinde ortaya çıkıp, geliştiğini göstermiştir. Bütün komünist partileri bu süreci yaşamıştır. Bu durum, partimiz için daha da geçerlidir. Çünkü, partimiz kurulduktan kısa bir süre sonra hem kurucu önderini yitirmiş, hem de yenilgi almış; dahası arkasından oluşan önderliklerin izledikleri politik-taktik çizgilerin esasta MLM değil, oportünist olma gerçekliği vardır. Bu çizgilerin sol veya sağ çizgi olması fark etmez. Sağ ve sol çizgilerin hepsi de MLM çizginin gelişmesi önünde engel ve aynı derecede tehlikelidir.
1. yenilgi sonrasından günümüze kadar devam ede gelen önderlikler doğru bir politik-taktik siyasal çizgi izlemedikleri içindir ki partimizin genel ideolojik-siyasi çizgisi kitlelere yeterince nüfuz edememiş, parti çizgisi maddi güç haline gelememiş ve yeni yenilgiler almaktan kurtulamamıştır. Yoldaş Kaypakkaya sonrası önderliklerimiz Mao savunmasını merkezci bir güzergâhta Hocacılıkla birleştirerek Maoizm’in eklektik kavrayışını uygulaya gelmişlerdir. Mao Zedung düşüncesi formülasyonu bu eklektizmden dolayı terk edilmiştir.”
Sanırız MKP’nin Kaypakkaya’dan sonra partinin önderliğinin oportünistlerin elinden kurtulamadığı, ama yinede partinin ML kaldığı yönlü savları, dünya devrimci ve komünist hareketinin tarihinde pekte karşılaşılmayan, TKP-ML'ye özgün bir durum olsa gerek. Bir örgütü 30 yıl oportünistler yönetecek ama, o örgüt ya da parti hala M-L olarak ayakta kalacaktır. Böylesi değerlendirmenin bilimsellikle ve gerçeklikle hiç bir ilişkisinin olmadığını söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. Yine MKP’nin 30 yıllık mücadele tarihine dogmatizm, sağ ve sol sapmalar damgasını vuracak ve anti-Marksist düşünceler partinin yönetimine egemen olacak, yine de o parti çizgisi ve politikaları ML olarak kalacak. Bunların hiç biriside süreci açıklamada ve yapılan değerlendirmelerin altını doldurmada yeterli ve ikna edici olmamaktadır. MKP’li arkadaşlar 30 yıllık sürece ayna tutmaya yönelmişler ama, bunu sonuca götürerek adını koymada cüretkar davranmayarak iki arada, bir derede gidip gelerek zorlanmışlar. Bir partinin yönetimine 30 yıl oportünistler egemen olmuş ve parti politikalarını bu oportünistler çizmiş ve yönetmişlerse, sağ ve sol oportünizmin etkinliğinin bu süreçte sürdüğü ve dogmatizmin ve sübjektif düşünce tarzının bir örgüte egemen olduğu durumda, o örgüt ya da partinin uzun yıllar kendisini bırakalım komünist olarak ayakta kalmasını, az çok tutarlı devrimci bir örgüt olarak varlığını sürdürmesi de zor bir olaydır. MKP’li arkadaşlar bu değerlendirmelerini örgütlerinin üzerinde yükselmiş olduğu Maoizm’e yönelterek oradan kopuşu sağlamış olsalardı, 30 yıllık muhasebe gerçek yerine oturacak ve belki de daha olumlu gelişmelerin önü açılmış olacaktı.
Neki MKP Kongresi hem geçmişe yönelik bir dizi eleştiri yapıyor ve hem de bu hataların temellerinden birisi durumunda olan Maoizm’e tutum alarak ondan kopma yerine, kurtuluşu ona daha fazla sarılmakta buluyor. Bu yaklaşım aslında MKP’nin geçmiş süreçte yapmış olduğu hataların devam etmesinin daha başta ilanı anlamına geliyor. Çünkü hata ve zaaflarının ideolojik kaynağı olan Maoizm’den kopulmadan, biçimsel bazı değişiklikler yapmakla, işlerin düzelmesi ve istenilen devrimin öncü örgütünün yaratılması başarılamaz.
Üstelik ideolojik-politik olarak 30 yılın ardından Türkiye gerçekliğine tümüyle gözünü kapatarak, dogmatizm ve sübjektivizm mevzisinde durarak ve bunu bir çizgi halini getirerek, Türkiye devriminin temel sorunlarına doğru yanıtlar bulmak ve bu doğrultuda devrimci taktiklerle sürece müdahale ederek ilerlemekte olanaksızdır. Yıllardan bu yana TKP(M-L)nin temel çıkmazlarından birisi olan Çin ve ÇKP kopyacılığı ve Maoizm savunusu ve düşünme tarzı nedeniyle, kendi ifadeleriyle, ciddi bir gelişme kat edememeleri gerçekliği bir yana itilerek, çıkış Maoizm de aranıyor. MKP açıklamasında şunları okuyoruz; “Partimiz, ülkemiz proletaryasının ve halkımızın demokrasi ve bağımsızlık kavgasında gerçek bir öncü güç olarak şehitlerimize ve halkımıza verdiğimiz bağımsızlık, halk demokrasisi, sosyalizm ve komünizm sözünü daha sağlam, daha bilinçli ve daha sınanmış, yanılgı ve yenilgilerinden öğrenmiş bir kavrayışla yerine getirme kararlılığındadır. Partimizin adını Maoist Komünist Partisi olarak değiştirmemiz de bu daha ileri kavrayışımızın sonuçlarından biridir...
Partimiz Maoist Komünist Partisi, TKP(ML)nin ideolojik, siyasi ve örgütsel devamı ve onu yaratan Maoizm’in Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki en üst düzeydeki temsilcisi, Kaypakkaya Güzergahı’nın kararlı savunucusu ve takipçisidir.
Maoizm, Marksizm-Leninizm’den ayrı değil, onun yeni, nitel, üçüncü aşamasıdır. Maoizm savunulmadan Marksizm-Leninizm savunulamaz. Bundandır ki Komünist Partisi isminde Maoizm vurgusunun da bulunması tayin edicidir. Yoldaş Kaypakkaya açıkça ilan etti: Hareketimiz Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünüdür. Bu, kesin bir ayrım çizgisidir. Kongremiz, TKP(ML) isimlendirmesini bu ideolojik bilinçten hareketle Maoist Komünist Partisi olarak değiştirdiğini coşkuyla duyurur.
Kongremiz, Partimizin bütünlüklü tarihi muhasebesi içerisinde, Maoizm kavrayışımızın yanısıra Devrimci Enternasyonalist Hareket’i ve Partimiz'in onunla ilişkilerinde izlediği tutumu da değerlendirmiş ve 1997 yılına kadar Partimiz'in bu alanda izlediği sol sekter, eklektik - merkezci oportünist siyaseti alt ederek aşağıdaki sonuçlara varmıştır:
Geçmişte Partimizde hakim hale gelen merkezci sol sekter çizgi ve bölünmeler nedeniyle Devrimci Enternasyonalist Hareket ile ilişkilerimiz aksamıştır. İlişkilerin aksaması esasen Partimizin yanlış değerlendirme ve tutumundan ileri gelmekteydi. Bunun asıl nedeni Maoizm’den sapmaydı. Gelinen aşamada, Partimiz, Devrimci Enternasyonalist Hareket ve onun yayınladığı ‘Deklarasyon’ ve ‘Yaşasın Marksizm - Leninizm - Maoizm’ belgesini MLM olarak değerlendirmekte ve sahiplenmektedir.”
Devrimci Enternasyonalist Hareketin Deklarasyonu'nun ne kadar M-L olduğunu bir yana bırakarak yukarıdaki paragrafta aslında MKP’li arkadaşların kendi hata ve zaaflarını yanlış yerde aradıkları ve haliyle de yanlış sonuçlara gittikleri görülüyor. TKP-ML'nin 30 yıllık tarihinde başarısızlıklarının ve hatalarının kaynağı Maoizmden sapma ve ya da “Hocacılıkta karar kılma” eklektizmi olarak ifade edilmesi değil, tersini Türkiye gerçekliğine M-L bir pencereden bakma başarısı gösterememesidir. Yıllardan bu yana TKP(M-L)nin temel çizgisinde her hangi bir değişiklik olmadığı gibi, önderlik değişikliklerinde daha çok Maoculuğa sarılma adına geriye gidişler yaşanmış ve çizgiye bağlılık adına sübjektivizm ve dogmatizm yarışına girişilmiştir.
Durum böyle olunca MKP’nin hatalarının kaynağını Maoizm’i özümlememek ve buna uygun bir politik çizgi izleyememekte araması ne bilimsel ve nede doğru bir yaklaşımdır. Tersine Türkiye gerçekliği Maoizm'in çözümlemelerinin boşa çıkarmasının ve Çin - ÇKP kopyacılığıyla mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt olunamayacağının çarpıcı olarak açığa çıkması görülmelidir. Öteki bütün değerlendirmeler bu gerçekliğin anlaşılmasını perdelemeye yönelik, zaman kaybından başka bir işe yaramayan boş çabalar olarak kalacaktır.
Eğer, MKP kendi hata ve zaaflarının asıl kaynağı olan dogmatizm, dar deneycilik ve sübjektif düşünme tarzından kurtulamaz ve Maoculuktan ciddi bir kopuş yaşamayı göze alamazsa, söylemleri doğrultusunda ciddi bir gelişme ve atılım yakalamasının hayal olacağını belirtmeliyiz.
Çünkü, MKP değerlendirmeleriyle hem devrimci kamuoyuna ve hem de kendi tabanına büyük sözler vermiştir. Verilen bu sözlere bağlı kalmak devrimciliğin olmazsa olmazlarındandır. Teori ile pratik arasındaki bağın doğru olarak kurulması ve bunun gereklerinin yerine getirilmesi oldukça önemlidir. Tüm bunları pratik gelişmeleri yakinen izleyerek göreceğiz, ama daha bugünden bazı şeyleri söylemek hiçte MKP’ye zarar verici bir durum olmayacaktır.
MKP bir yandan tarihten yeterince ders aldıklarını ve bu hataları tekrarlamayacaklarını söylüyor, öte yandan TKP-ML'nin örgütsel, pratik çalışmalarını dumura uğratan Maocu iki çizgi mücadelesini, örgütsel dağınıklık ve parçalanmadan çıkış olarak sunuyor. Bugüne kadar TKP-ML cenahı parti içinde iki çizgi mücadelesini Maoist parti öğretisinin temellerinden birisi olarak M-L’ye karşı savundular. Ama MKP Maoist partilerin savunduklarını bir türlü pratiğe uygulayamadıkları iki çizgi mücadelesinin kendi pratiklerinde nasıl bir bölünme, parçalanma ve dağılmaya neden olduğunu değerlendirmelerinde görmek hiçte güç olmasa gerek. MKP’nin açıklaması, iki çizgi mücadelesinin TKP-ML pratiğinde nasıl bir sonuca yol açtığını şöyle aktarıyor;
“Parti tarihimizde İki Çizgi Mücadelesinin eklektik bir şekilde savunulması ve uygulanması bir yandan ayrılıkçılık, bağımsızlıkçılık, isyan ve hizipçilik kültürünü; dolayısıyla bir yandan da Maoistler'in birliği hedefini merkezine oturtmayan yıkıcı, sekter ve sol tasfiyeci çizgileri diğer yandan da mücadelesiz birlikler ve ilkesiz uzlaşmalarla liberal ve sağ tasfiyeci oportünist çizgileri beraberinde getirmiştir.
Parti içi iki çizgi mücadelesinin doğru ile yanlış arasındaki mücadele olduğu kavranmadığından, bu konuda ideolojik ve teorik kaos içerisindeki önderlik çizgileri doğal olarak bir çok hizipsel bölünmelerin gelişmesine de zemin hazırladılar. Hizipleri savunmak, bu hiziplerin çıkış gerekçelerini doğru bulmak ve savunmak Maoist parti içi iki çizgi mücadelesi ile bağdaşmaz. Açıktır ki bütün hizipler anti-Maoist bir çizgiden hareketle partiye bayrak açmış ve zarar vermişlerdir. Ancak bu durumların yaratılmasında önderliklerin hatalı çizgilerinin payı da ciddi bir değerlendirme konusu yapılmamıştır.”
MKP’nin Mao’dan alarak savunmaya çalıştığı parti içinde iki çizginin ebedi ve sürekli yaklaşımının eleştirisini Maoizmin parti öğretisini eleştirdiğimiz bölümde daha genişçe ele almaya ve konuyu aydınlatmaya çalışacağız. Bizim yakınen bildiğimiz gelişmeler, Maocu parti ve örgütler içinde iki çizgi mücadelesini özümlemek bir yana farklı görüşlere bile tahammül etmede ciddi problemler yaşadıkları ve sekter tutumlar içine girdikleri ve bu nedenle darbeci ve komplocu yöntemlere kadar işi uzattıkları bilinen olgulardır. Bu bakımdan MKP’nin parti içi demokraside sicilinin pekte temiz olduğu söylenemez. İki çizgi mücadelesinin anti Marksist bir yaklaşım olduğu görülüp mahkum edilmeden, partinin irade ve eylem birliğini sağlamak ve hiziplerle bağdaşmayan demir disiplinli devrimin öncüsü partiyi yaratmak söz konusu olamaz. Bu yönüyle MKP’nin tarihinden iyi ders alarak aynı hatalarını tekrarlanmaması için gereken örgütsel, pratik düzenlemeleri yaptığı söylenemez.
Nitekim MKP’nin gerçekliği ve Maocu kültürle bezenmiş olması bu akımın saflarında ciddi olumsuzlukların doğmasını ve yayılmasını koşullamıştır. M-L bir hatta yürümeyen ve kendisini sürekli olarak yenileme başarısı içinde olmayan, eleştiri ve özeleştiri silahını devrimci anlamda kullanmada başarılı olamayan bir akımın sonuçta çürüme ve yozlaşmaya kadar gidecek hastalıklara yakalanması kaçınılmazdır. Somutta bunu TKP(M-L)in tarihinde yakıcı olarak görüyoruz. Kaypakkaya çizgisinin savunucusu olduğunu söyleyen ve yıllardan bu yana bunun propagandasını yapan TKP(M-L), işkencede direniş söz konusu olduğunda Kaypakkaya’nın “ser verip sır vermeme” geleneğini pratiğe sürmede başarılı olamadıklarını ve bugüne kadar parti önder ve kadrolarının yüzde 90’lara varacak düzeyde poliste direngen bir tutum gösteremedikleri ve haliyle de örgütün bu alanda olumsuz bir pratik sergilediğini açıklıyor. 30 yılda bir örgüt bu kadar deney ve tecrübeden sonra eğer işkencede direniş konusunda hala gerilerde seyrediyor ve Kaypakkaya’ca direniş geleneğini yakalayamıyorsa, o örgütün ideolojik, politik hattı ve kadro politikası tümüyle masaya yatırılarak, buradan sorunlara yanıt aranmalıdır. MKP’nin örgüt içi demokrasi kültürü ve pratiği konusunda da ilginç değerlendirmelere tanık oluyoruz:
“Bizim ki gibi ülkelerde, küçük burjuvazi yaygın bir şekilde örgütsel olarak partiye katılırken bu sınıftan insanların ideolojik dönüşümünü sağlamak, ideolojik olarak partiye katmak, parti önderliğinin görevidir.
Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne, Çin işi olarak bakan ve Maoist Halk Savaşı Stratejisi’ni salt bir askeri savaş stratejisi olarak algılayan, Maoist kitle çizgisinden ve kitleleri savaş içerisinde dönüştürmenin Halk Savaşı’nın zaferinin yegane garantisi olacağından bihaber, dahası demokrasi kültüründen yoksun bir önderlik elbetteki kendi içindeki küçük burjuvaziyi gerçek anlamda proleterleştiremez. Bu başarılmadığı için küçük burjuvazinin örgüt içi ilişkilerdeki yıkıcı tarzı bir çizgi halinde partiye hakim olmuştu. Bu çizgi, özellikle 1986-87 yıllarında daha da boyutlu bir hal almıştı. Öznelcilik ve şekilciliğin düşüncede hakim olduğu bir partide, onun da ötesinde son yıllarda devrimci teorinin küçümsendiği, deneyci ideolojinin daha çok hakimiyetini sağladığı bir parti çizgisi tabi ki Marksizm, Leninizm, Maoizm’den sapacaktı ve sapmıştır.
Maoist parti ve Maoist iki çizgi mücadelesi anlayışından kopuş ve monolotik parti yaklaşımı, ayrılıkların temel nedenlerinden birisidir. Merkezi önderliklerin çizgilerini gerekçe göstererek ayrılanlar konferansa katılmamışlarsa, bu somut bir örnektir. Aynı şekilde önderliklerin de muhalefet üzerinde sopa kültürü bir başka yanlıştır. Maoist iki çizgi mücadelesinin olmadığı yerde ideolojik ve kültürel yozlaşmanın, burjuva kültürle uzlaşmanın ve amaca yabancılaşmanın kaçınılmaz olacağı açıktır. Bu yabancılaşmanın ürünü olarak ilkesiz, kişisel, grupsal ve bölgesel çıkarlar temelinde birlikler, her türlü proleter dışı düşünce ve yaşam tarzı ile uzlaşmalar söz konusu olmuştur. Bunun da ötesinde yabancılaşma, parti adına, parti ve devrimin çıkarları adına ilkelerin ayaklar altına alındığı en dejenere pratiklere girilebilmesine kadar götürmüştür. Partimiz tarihinde bunun iki üç örneği yaşanmıştır.” (MKP 1. Kuruluş Kongre açıklaması)
Demokrasi kültürünün olmadığı yerde her türlü kirliliğin ve sağlıksız eğilimlerin yeşermesini TKP(M-L) pratiğinde netçe görmek mümkündür. Oportünizme karşı mücadelede devrimci bir çizgide ısrar edilmemesi ve örgütün bir araç olmaktan çıkarılarak amaç haline dönüştürülmesi TKP(M-L) saflarında kabul edilemez yanlışların ve olumsuzlukların yaşanmasını sağlamıştır. Bu durum yığınlar nezdinde hem TKP(ML)ye ve hem de genel olarak devrimcilere güvensizliği körükleyici olmuş ve bir çok dürüst devrimci kadronun ve insanın devrimden soğuması ve uzaklaşmasına neden olmuştur. TKP(M-L) nezdinde ise daha da ağır bir fatura çıkarmıştır ortaya. Yapılan bu hata ve yanlışların öz-eleştirisi yapılarak aşılması oldukça zordur. Yıllar akıp gitse de bu yanlışlar bu akımların yakalarından bir türlü düşmeyecek ve her hangi bir gelişmede hep karşılarına çıkacaktır.
MKP hemen her alanda yönünü Maoizm'e kırdığı gibi, Maozm'i M-L'in nitel bir düzeye sıçratılması olarak kabul ederek felsefeden ekonomi politiğe oradan sınıflar mücadelesine kadar uzanan bir dizi konuda M- L'in sorunlara yanıt veremez duruma geldiğini söyleyerek, Maoizme olmadık roller yüklemekte ve ortada duran gerçekleri kaba bir şekilde ya yok saymakta yada çarpıtmaktadır .Örneğin Mao’nun felsefe alanında M-L'i geliştirdiği ve diyalektik materyalizme katkılar yaptığı iddiası üzerinde öncelikle durarak iddaları tek tek tek ele alarak M-L'in bakış açısıyla eleştirmeye ve Maoizm'in M-L'i nitel bir düzeye sıçratamadığı, aksine onu her bakımdan özünden saptırarak nasıl anlaşılmaz bir hale soktuğunu tanıtlamaya çalışacağız. Böylece MKP'nin ideolojik ve teorik zeminini ve politik duruşunu da eleştirmiş olacağız. Çünkü MKP hemen tüm görüşlerini Mao'dan almış ve referans olarak da Mao'yu göstermektedir.Bu bakımdan Mao’nun eleştirisi aynı zamanda MKP ve tüm Maoist'lerin eleştirisi anlamına geleceği unutulmamalıdır. Bizde MKP'yi eleştirdiğimiz bu yazımızda esas olarak Mao'yu eleştirerek bu doğru yolu izlemeye çalıştık. Eleştirimize öncelikle felsefeden başlayalım.
Bu yazı ideolojik mücadeleyi canlandırmak adına Devrimci Halkın Birliği dergisinden alınıp yayınlanmıştır.
18 Nisan 2013 Perşembe
Önceller bu kadar mı kötüydü, kopuş için bu telaş niye?
Atılım Gazetesi’nin 51. ve 52. sayılarında MLKP-MK üyesi ve 1. Konferans delegesi
ile yapılan ve çeşitli
sorunlara ilişkin MLKP'nin görüşlerini açıklayan bir röportaj yayınlandı. Bizi
daha çok ilgilendiren röportajın 51. Sayısı’nda yayınlanan birinci bölümüdür.
Bu röportajın diğer bir özelliği ise, gazetemizin birinci sayısında “nasıl bir
parti ve görevlerimiz” başlığı altında işlediğimiz parti, partileşme süreci ve
MLKP'nin bu sorunlarda işin hangi noktasında durduğuna ilişkin eleştiri ve
değerlendirmelerimizi, MLKP MK üyesinin birincil elden doğrulaması ve dahası
geçmişle bütün bağlarını kestiklerini ilan ederek, köksüz bir ağaca
dönüşmelerini gururla açıklamalarıdır.
Oportünizmin bir özelliği görüşlerini dobra dobra
söylemekten uzak durarak, fırsat kollama ve uygun anda görüşlerini ilan
etmektir. Bütün oportünist ve revizyonist akım ve kişiler hep böyle
davranmışlardır. Örgüte egemen olmak için önce onlar gibi düşünür gözükür,
sonra adım adım görüşlerini sağdan-soldan sokuşturmaya çalışır. İktidarda
olmanın avantajını oportünist görüşlerini yaymak ve egemen kılmak için
kullanmaya yönelir. Çünkü işbaşında olanlar için konuşmak, görüşlerini yaymak
serbesttir. Hem de bunu aymazcasına yapar. Dün dündür, bugün bugündür bu
oportünist zihniyetin temel yaklaşımıdır. Sorunları örgüte taşımak bunlar için
yüktür. Çünkü örgüt adına hareket eden etkili ve yetkili şahıslar varsa,
tabanın ve kadrolarının düşünmelerine hiçte gerek yoktur.
MK üyeleri her şeyi söyleme özgürlüğüne sahiptir. Ama
bunları eleştirmek kimsenin haddine düşmüş değil. İşte bütün bunları Atılım Gazetesi’nde
MLKP MK üyesi ile yapılan röportaj netçe ele veriyor. Gerçekler çarpıtıldığı
gibi, doğru olmayan ve MLKP gerçekliği ile uyuşmayan şeylerde olmuş gibi
gösterilerek, taban, kadrolar ve devrimci kamuoyu yanlış bilgilendiriliyor.
Dahası geçmişin komünist değerleri bir çırpıda unutularak, yeni kültürden
bahsediliyor. Bir yıllık süreçte hala ne olduğu yeterince belirginleşmeyen ve
sınanmayan bir pratikten büyük sonuçlar çıkarılmaya çalışılarak, zafer
sarhoşluğu ilan ediliyor. Kuru ajitasyonla ideolojik tutumlar ve ilkesel
sorunlar geçiştirilmeye ya da üzeri kapatılmaya çalışılıyor. MLKP'de var olan
derin görüş ayrılıkları ve ilkesel farklılıklar, büyük bir erdemmiş gibi sunuluyor.
Keza parti, partileşme süreci ve görevlerimize ilişkin tartışmalar yok
sayılıyor ve MLKP önceli her iki akımın savunduğu “parti işçi sınıfı hareketi
ile sosyalist hareketin birliğidir”, görüşünün yanlış olduğunun özeleştiri
yapılıyor.
Bütün bunlar “birlik devrimi” adına yapılıyor. Esasında
cicim aylarının üzerinde rüzgâr bulutlarının geçerek fırtınaya dönüşmesi, üzeri
atlanan ya da buzdolabına kaldırılan sorunların gümbür gümbür nasıl MLKP'nin
başına bela olacağını şimdiden söylemek hiçte abartıcı bir değerlendirme
olmayacaktır.
MLKP neyden
kopuyor?
MK üyesi ile yapılan röportajda, MLKP'nin bir yıllık
süreci değerlendiriliyor ve parti ilanına ilişkin görüşler ortaya konarak,
dünün devrimci geleneklerinin sürdürücüsü lafının sahte ve aldatmacı olduğu şu
satırlarla ortaya çıkıyor:
“Kuruluş ekini” kaldırmakla “dün” den kopuşu tamamlamış
olduk. Bunu yapay bir biçimde yapmadık elbette. Yani "kuruluşu"
kaldırırsak, parti oluruz, geçmişle bağlarımızı keseriz “gibi kaba bir tutum içinde olma
ciddiyetsizliği ne başarılarımıza, nede ideallerimize yakışır...” (Röportajın birinci bölümü.)
Yine aynı röportajda MK yetkilisi gerçek düşüncelerini ve
inkarcı yaklaşımlarını şu sözleriyle sürdürüyor: “Kuruluş geçmişle bağın bir
görüntüsüydü.”
Bu satırlar MLKP'nin öncelleriyle bütünüyle bağlarını
kestiklerinin açık bir ilanıdır. Hani MLKP köksüz bir ağaç değildi ve komünist
öncülerinin birikimleri üzerinde yükselen bir oluşumdur. Hani MLKP bütün
mücadele sürecinin bir senteziydi. Demek ki söylenen bu sözler bütünüyle tabanı
ve kadroları aldatmaya yönelik bir manevraydı. Böyle olduğu için MLKP-K'nın “kuruluş”
ekinin konması da çarpıtılarak aktarılıyor ve oportünist önderlik MLKP
gerçeğini yanlış olarak kamuoyuna taşımaya çalışıyor.
Bir kere kuruluş ekinin konması, geçmişin görüntüsünün
sürmesini ifade etmiyordu. Kuruluş ekinin konmasının temel nedeni MLKP-K'yı
ilan eden delegelerin çoğunluğunun sınıf hareketiyle, komünist hareketin
birliğinin sağlanamadığı ve başka bir deyişle iki hareketinde ayrı ayrı
yollardan yürüdüğü düşüncesiydi. Yoksa bu platformda bugün MLKP'de egemen olan
sınıf dışı parti fikrini savunanlar azınlıktaydı ve çoğunluk sınıfta kopuk
parti kurulamaz görüşünü savunuyordu. Buradan hareketle de bir yıllık süreç
içinde MK'nın önüne sınıf içinde çalışmaları yükselterek sınıfa azçok
bağlanarak, hücreler temelinde kendini sınıf içinde üretir bir duruma getirme
birincil görevini koymuştu ve bütün güçlerle bu olana yüklenmek gerektiğine
özel olarak vurgu yapılmıştı.
Ne var ki MK üyesi arkadaş bu gerçeği bir kalem
darbesiyle bir yana fırlatarak, kuruluş kongresinde çoğunluk tarafından ret
edilen sınıf dışı parti kurulur görüşünü haklı çıkarmak için,
"Kuruluş" ekinin konuluş gerekçesinin eksik ve olduğu kadarıyla da
yanlış koyuyor. Röportaj da MK üyesinin açıkladığı gibi, MLKP-K'nın ilanı
geçmişle görünüşte bağları sürdürdüğü biçimde, değildi. Tersine MLKP-K önceli
iki örgütün daha ileri düzeyde yeni bir formda kendilerini
birleşerek-kaynaşarak sürdürmesiydi. Yoksa MLKP MK temsilcisini idare
ettiği gibi MLKP'nin ilanı yeni bir çığırın açılarak, süper komünistlerin
ortaya çıktığı bir örgütlenme değildi.
Ya da bilinmeyenleri açığa çıkaran ve ML katkı yapan bir
örgütlenme değildi. Hatta birçok nokta da önceleri TKP-ML Hareketi’ne göre daha
da geriye savrulan, sınıf içindeki faaliyetlerden yan çizen, sapan ve asli
görevlerinden uzaklaşan ve örgüt içi demokrasiyi ortadan kaldırmasıyla da TDKP
ve DHKP-C'ye özenen bir örgüt haline gelmiştir. İddia edildiği gibi MLKP
öncellerini aşmadı ve daha ileri bir örgütsel omurga ortaya çıkaramadı.
Geçmişin daha ileri ve olumlu değerlerinin altında ezilen ve o değerleri
yakalama başarısı gösteremeyen MLKP önderliği, durumu kurtarmak için zorlama
değerlendirmelere girişmekten kendisini alamıyor. MLKP'nin kuruluş sürecine
kadar eskinin devamcısı ve Eylül ayından bugüne kadar ise, yani iki aylık
süreçte ise, geçmişle bütün bağlarını kopararak kendisini parti ilan ederek,
her şeye yeniden başladığını iddia edecek kadar dünün devrimci komünist
değerlerinden kopan bir partidir.
Peki, MLKP MK'sına sormazlar mı; siz nereden geldiniz ve
hangi devrimci zemin içinde yürüdünüz, öncelleriniz komünist değil miydi ki,
onlardan koptuğunuzu ve geçmişle bağlarınızı kestiğinizi ilan etmekten zevk
duyuyorsunuz. Görünen o ki; MLKP önderliği daha ilginç değerlendirmeler
yaparak, komünist hareketin hanesine, yeni tarzlar katmayı sürdürecek. MLKP,
öncellerinin değerlerinden koptu ama iki arada bir derede kaldı. Bu arkadaşlar,
kimlerin devamcısı olduklarını da açıklarlarsa aydınlanmış oluruz.
MLKP işçi hareketiyle
birleşmedi ama yine de partidir
MLKP-K'nın ilanı 1. Kongre’de parti sorununda
öncellerinin temel yaklaşımını onaylar ve sınıfla birliğe özel bir vurgu
yaparken, MLKP'nin ilan edildiği 1. Konferans’ta tersi yapılıyor. Bir yılda tam 180 derece geriye tornistan
çekiliyor.
Peki, ne oldu da bir yılda iki temel farklı görüş MLKP'ye
egemen oldu. Birincil olarak MLKP önderliği ideolojik teorik olarak oturmuş bir
yapıya sahip değil. İkincisi örgüt içi demokrasi dumura uğratılarak 1. Konferans’a,
ideolojik-teorik ve siyasal olarak çok geri, örgütsel deney ve tecrübeleriyle
birikimi zayıf gençler delege olarak atanarak, normal koşullarda görüşlerini
MLKP'ye kabul ettiremeyenler, bu anti-demokratik yolla 1. Konferans’ta egemen
olmayı hedeflemişler ve bunu da başarmışlardır. İşin en ilginç yönü de bir yıl
önce çoğunluğun karşı çıktığı ve örgüt tabanın da kabul etmediği görüşler, bir yıl sona anlattığımız nedenlerle kabul
gördüğünde hiç kimse ne oluyor deme cüretkarlığını göstererek bu oportünist
önderliğe karşı tutum alma başarısını gösterememesidir. Normal bir tartışma
süreciyle, azınlık görüşlerinin çoğunluk olmasında anormal bir yan yoktur. Ama
bu bir yönüyle anti-demokratik ve oldubittiye getirilen bir yolla yapılıyorsa
burada bir anormallik var demektir. MLKP'de yapılan tam da bu olmuştur.
Leninist parti öğretinin özü ve MLKP'nin öncellerinin
temel yaklaşımı olan, “parti sosyalist hareketle sınıf hareketinin birliğidir”
görüşü, bir yıl sonra MLKP 1. Kongresi’nce yanlış ilan edilerek Leninist parti
özüne ayran suyu dökmüştür. MLKP öncellerinin görüşlerine ilişkin özeleştiri
yapmaya ne hakkı ve nede yetkisi vardır. Hem TKP/ML Hareketi’nin geleceğiyle
bütün bağlarını ve ilişkisini kestiğini ilan et ve hem de onlar adına
özeleştiri yap. Bunun açıktan dürüst olmayan ikiyüzlü bir tutum olduğunu
belirtmeliyiz.
Çünkü TKP/ML Hareketi’nin, parti konusundaki görüşlerini
ancak TKP/ML Hareketi kadroları değiştirebilir. MLKP'nin hareketle
uzakta-yakında bir ilişkisinin kalmadığı ortamda, parti sorunundaki temel
görüşler de özeleştiri yapma hakkı da, kimseye devredilmiş değildir. Ancak
MLKP-K'nın kurulduğu dönemde savundukları ile 1 yıl sonrası savundukları
arasındaki temel farkları ortaya koymak bağlamında, MLKP MK temsilcisinin
özeleştiri yaparak, gerçeği teslim etmeleri ve sınıf dışı parti fikrinde
konakladıklarını ilanları olumlu bir gelişmedir. Bu bağlamda MLKP MK
temsilcisinin açıklamaları bizlerin eleştirilerini bir kez daha onaylaması
bağlamında da olumlu olduğunu vurgulamalıyız.
Peki, dün parti,
işçi hareketiyle sosyalist hareketin birliği diyen MLKP-MK'lı bugün ne diyor?
“Gerçekte de komünist partisi iradi kararın, çabanın bir
ürünü olarak mı kurulur, yoksa komünistlerin “işçi sınıfı hareketiyle
birleşecekleri güne kadar” beklenmesi mi gerekir? Enine boyuna tartışıldı bu
sorunlar. Konferans sınıf hareketiyle birleşme olgusunun göreceli olduğunu
dikkate alarak davrandı. Bugün işçi hareketinin sosyalist hareketle ayrı ayrı
kanallarda aktığı doğrudur. Proletaryanın devrimci örgütlülüğü hatta demokratik
örgütlülüğü bile çok zayıftır. Türkiye'de yaklaşık 4 milyon proletarya var;
neredeyse 3/4'ü sendikasız. Bu durum alınması gereken mesafeyi dile getiriyor. Biz
bu, başarıyı elde etmek için, (sınıfı
örgütlemek kastediliyor-HB) önümüze hedefler koyan; ama parti olmanın tek
ve belirleyici kriteri olarak kabul edemeyiz. MLKP değil, ama onun öncelleri
böyle bir düşünce savunmuşlardır. Yanlıştı, sığdı ve mahkûm edildi.
Evet, MLKP, işçi hareketiyle birleşebilmiş değildir, ama
partidir. Şu satırlar da MLKP'nin parti sorununda ne söylediğinden bir şeyler
anlayan beri gelsin. Burada her şey var ama hiçbir şeyin yanıtı yok. Sorular
yanıtsız kalmış ve bazıları öyle buyurduğu için MLKP parti ilan edilmiştir.
MLKP'nin sınıfın örgütlülüğünün geri olduğunu ileri sürmesinin partinin sınıfla
birleşmesiyle kurulacağının bir ilişkisi olabilir mi? Bizce hayır. Komünist
partisinin iradi çabayla kurulacağını savunmak, sınıftan kopuk parti kurulur
görüşünü haklı çıkarmaz ya da biri diğerinin alternatifi olabilir mi? Yine
hayır.
Önümüze hedefler
koyarız yönümüzü fabrika bacalarının tüttüğü bölgelere dönerek, işçi
sınıfına bilimsel sosyalizm taşırarak hücreler temelinde sınıf örgütlenir mi?
Ya da sınıfla bağlantıyı göreceklerdir diyerek, partinin azçok kendisini sınıf
içinde üretir duruma gelmeden kurulamaz temel Leninist ilkesinden vazgeçilerek,
genel ve yuvarlak laflarla önce parti kurulur sonra sınıfla birleşir saçma ve
sınıf dışı görüşlere kapı aralanabilir mi? Yine hayır.
Öncelleriyle bağlantısını ve ilişkisini keserek
yeni tarz adı altında abartıcılık ve sübjektivizm pompalayan bir zihniyet,
TKP/ML hareketi adına özeleştiri yapabilir mi? Yine hayır. Lenin'in parti
sosyalist hareketle işçi sınıfının birliğidir görüşü yanlışsa peki parti için
temel kriter nedir? Bu konuda söyleyebileceğiniz herhangi yeni bir şeyler var mı?
Yok eğer söylenecek yeni şeyler yoksa kendinizi zorlamanın ve saçmalamanın alemi
ne. MLKP işçi hareketiyle birleşmemiş ama partidir?
Peki, MLKP sınıf partisi mi yoksa başka bir parti mi?
Bütün bu sorular ve yanıtlar, MLKP'nin bütünüyle TKP/ML hareketinin ML
görüşlerinden, devrimci sosyalist geleneğinden ne kadar koptuğunu,
uzaklaştığını ve yeni bir hatta oportünist hata kaydığını gösteriyor.
Ve röportaj MLKP MK temsilcisinin birçok konuda doğru
olmayan ve gerçekleri çarpıtan açıklamalarıyla sürüyor. Onları eleştirmeyi
önümüzdeki sayılarımıza bırakıyoruz. MLKP tabanını, dün söyledikleriyle bugün
yaptıkları arasındaki çelişkiyi inceleyerek, doğrulardan yana tutum almaya
çağırıyoruz.
Bu yazı 1996 yılında Proleter Halkın Birliği Dergisi'nin 1996 yayınlanmıştır. Belgesel önemi olduğu için yeniden yayınlandı.
Sömürüye, yoksulluğa ve şovenizme halklara politik özgürlük için: 1 Mayıs’ta alanları dolduralım!
İşçiler,
emekçiler, aydınlar, gençler, Kürdistan’ın yoksulları, emekçi kadınlar:
Amerikan işçilerinin kanlarını akıtma pahasına açtıkları
1 Mayıs kavga bayrağı altında dünya işçileri ve emekçilerinin
birleşip burjuva kapitalist sömürücü düzene karşı savaşmalarının 146.
yıldönümündeyiz.
147 yıldır, işçi sınıfını birlik, dayanışma ve
mücadele günü 1 Mayıs dünya işçi sınıfını uluslararası sermaye ile savaşım ve
sermayeye karşı güç gösterisi günleri oldu. 1 Mayıs’larda dünyanın ezilen ve
sömürülen halkların ve ulusların savaşımlarıyla, işçi sınıfını birleşik
mücadelesiyle dayanışma içinde oldular; 1 Mayısları, emperyalizme, faşizme ve
gericiliğe karşı mücadele günleri yaptılar.
147. yıldönümünde dünya işçi sınıfı ve ezilen halklara
uluslararası sermaye ve dünya gericiliğiyle karşı karşıya gelecektir. Özgürlük, demokrasi
ve sosyalizm şiarları yükselecek. Modern çağın ücretli kölelik düzenini yıkmak
için ayağa kalkmış, devrim ve sosyalizm güçleriyle, karşı-devrimin hesaplaşması
yaşanacak.
1 Mayıs’ta, Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın işçi ve
emekçileri, ezilen ve yok sayılan Kürt ulusu faşist diktatörlüğün baskı ve
terörüne, ulusal zulme ve sömürüye karşı onurlu barışçı sesini yükselterek,
kendi kaderini kendi eline almaya ve inkar ve imha politikaların son diyecektir.
Kokuşmuş işbirlikçi tekelci sermaye ve büyük toprak
sahipliğine; zulmün ve zorbalığın kurumu TC devletine; faşist
diktatörlüğün baskılarına, yasaklarına; ulusal, ayrımcılığa,
imha ve inkarcılığa; emperyalist uşaklığına, NATO’ya bağımlılığa, savaş tamtamlarına
karşı; eğitimin ve sağlığın parasız olması ve herkese geçinecek kadar ücret
için; demokrasi, özgürlük, devrim ve sosyalizm için!
Krize ve işçi kıyımı terörüne, düşük ücrete, sendikaların
altını oyma ve örgütsüzleştirme saldırılarına; zamlara ve vergi
soygunlarına, esnek çalışma dayatmalarına karşı; üniversitede, fabrika
polis-jandarma terörüne, faşist-gerici dinci ve paralı eğitim sistemine karşı;
özerk ve demokratik ve nitelik üniversite için YÖK’e karşı: Faşist
12 Eylül anayasasına karşı; faşist ırkçı terörle mücadele yasası ve diğer kararnamelere
ve özel yasalara karşı: yeni TCK ve infaz yasalarına karşı; iş,
ekmek, temel hak ve özgürlükler için; Kürt ulusunu kendi kaderini kendi
eline alması için; kadınların kölelik zincirlerini parçalayıp
özgürleşmesinin yolunun açılması için; işçi, memur ve bütün çalışanlara özgür
sendikacılık ve grevli toplu sözleşme hakkı için; devrimci tutsaklara özgürlük
için; krizin yıkıcı etkisini, işçi kıyımlarını, örgütsüzleştirme
dayatmalarını, grev yasaklarını ve zamları geri püskürtmek için, emekçilere
daha iyi yaşam ve daha iyi çalışma koşulları, politik özgürlükler için; 1
Mayıs’ta fabrikada, okullarda, semtlerde güçlerimiz birleştirerek alanlara
çıkalım ve sermayenin ve faşizmin saldırı dalgasına karşı birleşik gücümüz
harekete geçirelim.
İşçiler, emekçiler,
devrimciler, gençler, kadınlar:
İşçi ve emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü
olan 2013’te 1 Mayıs’ı emperyalizme, faşizme ve sermayeye karşı mücadele günü
yapabilmek ve onun devrimci özünü yaşatabilmek için; 1 Mayıs’ın içeriğinin
boşaltılmasına, düzen sınırlarına hapsedilmesine ve sendika ağalarınca sisteme
bağlanma çabalarına karşı, 1 Mayıs’ta tüm gücümüzle alanlara çıkalım ve 1
Mayıs’ın emeğin sermayeye karşı mücadele günü olarak için mücadele edelim.
Çeşitli ulus ve ulusal azınlıklardan Türkiye işçi ve
emekçiler olarak, 1 Mayıs’ta alanlara çıkarak gücümüzü, faşizme ve sermayeye
düzenine karşı ortaya koyalım, “Faşizme ölüm, halklara özgürlük” şiarıyla
güçlerimiz birleştirip, 1 Mayıs’a susku kumpasını ve faşist dinci ve
gerici dayatmaları-saldırıları boşa çıkararak, Taksim 1 Mayıs alanında 1 Mayıs’ı
kutlamalarının yasak dayatmalarının parçalanması, emekçilerin koluna
vurulmaya çalışılan zulüm zincirlerini parçalamak için sokaklara
akalım.
Yaşasın 1 Mayıs!
Biji yek gulan!
Faşizme
ölüm halka özgürlük!
Yaşasın hakların kardeşliği!
Kahrolsun emperyalizm kapitalizm!
Yaşasın hakların kardeşliği!
Kahrolsun emperyalizm kapitalizm!
Yaşasın
devrim ve sosyalizm!
Nisan 2013
Komünist
Pari-İnşa Örgütü (KP-İÖ)
7 Nisan 2013 Pazar
Emperyalizme ve revizyonizme karşı Enver Hoca yoldaş yol göstermeye devam ediyor
Enver Hoca yoldaşın 77 yıllık yaşamı ve mücadelesi,
Marksizm-Leninizm’in büyük bir savunucusu ve uygulayıcısının, komünizm o
davasının seçkin bir savaşçısının, dirayetli bir komünist önderin yorulmak
bilmez savaşımın örneğidir. Arnavutluk’un Emek Partisi ve Arnavutluk halkının
bütün zaferleri onun, büyük ve şanlı savaşımına kopmazca bağlıdır. Enver Hoca yoldaşın
paha biçilmez eseri, AEP'in ve Arnavutluk'un yaşayan canlı tarihidir. O, büyük
bir teorisyen ve pratisyen olarak, yeni Arnavutluğun tarihine
damgasını vurmuştur ve Stalin’den sonra Uluslararası Komünist Harekete (UKH)
önderlik etmiştir.
Enver Hoca, 16 Ekim, 1908 (yılında, Güney Arnavutluk'un
Girokastır kentinde doğdu), yurtsever gelenekleriyle ünlü bir aileye mensuptu. Enver
Hoca, ilkokulu, Girokastır'da okudu. Daha Korça lisesinde öğrenciyken,
devrimci demokratik harekete katıldı ve bu faaliyetlerinden ötürü bir süre
tutuklandı. Liseyi bitirdikten sonra, Fransa'ya yükseköğrenim görmeye gitti. Bu
yıllar da Fransa'da işçi hareketi oldukça güçlüydü. Köklü demokratik eğilimlere
sahip olduğundan, Fransa Komünist Partiyle ilişkiye geçti. Partinin yayın
organı “L' 1 Humanite” (İnsanlık) gazetesine Arnavutluk’taki Kral Zogo rejimini
teşhir eden yazılar yazdı. Zogo aleyhtarı faaliyetleri nedeniyle bursu
kesilince, Enver Hoca, Belçika'ya gitmek zorunda kaldı. Belçika da okuduğu
sıralarda, Brüksel deki Arnavutluk konsolosluğunda çalıştı.
Kral Zogo'nun yurtdışındaki elçilikleri, Enver
Hoca'nın devrimci etkinliklerini rapor edince, kral, Enver Hoca’nın bursunu kestirdi. Enver. Hoca
1936'da ülkesine dönünce önce Tiran, sonra da Korça Liselerinde Fransızca
öğretmenliği yaptı. Ülkesine döndüğün- de bir komünist olarak, devrimci
yaşamını daha aktif bir şekilde sürdürdü. Bu yıllarda ilk Arnavut komünist
grubu olan Korça komünist grubuna katıldı ve kısa süre de en faal üyelerinden
biri oldu.
İtalyan faşistleri 19-39 Nisan'ında Arnavutluk'u işgal
ettiler. İtalyan emperya1izminin uşağı kral Zogo ülkeden kaçtı. Ancak halk direndi.
Yurtseverler kimi yerlerde çete savaşına başladılar. Komünistler ise dağınık
bir durumdaydılar. Enver Hoca yoldaş, Korça komünist grubundaki yoldaşlarıyla
birlikte, işgale karşı halkın isyanını örgütlemek için yorulmadan çalışıyordu.
Faşist işgalciler, onun, devrimci çalışmalarının farkına vararak, “rejime
muhalif unsur”, olduğu gerekçesiyle iş ten attılar. Bundan sonra komünist
devrimci savaşımın profesyonelce sürdüren Enver Hoca yoldaş, aynı yıl, Korça
Komünist Grubu'nun Tiran kolunun başına geçti. Enver Hoca'nın yönetimindeki
Tiran kolu, kısa sürede, komünist ve anti- faşist hareketin önemli
merkezlerinden biri haline geldi. Diğer yandan, Enver Hoca, dağınık durumda
olan Arnavutluk komünist gruplarının birliğini sağlamak ve proletarya partisini
oluşturmak üzere yoğun ve sistemli bir mücadele yürüttü. Bu mücadelenin de
etkisiyle Arnavutluk'taki üç komünist grup, faşizme karşı savaşım içinde,
birbirleriyle daha olumlu ilişkiler içine girdiler.
8 Kasım, 1941 günü, parti kuruluş kongresi gizlice toplandı
ve partinin kuruluşu ilan edildi. Bu kongrede, E. Hoca yoldaş, Geçici Merkez
Yönetim Kurulu'nun başına getirildi ve o günden başlayarak yaşamına gözlerini
kapayana dek tam 44 yıl boyunca partinin başında yer aldı.
Parti kurulduğunda, faşist işgalcilere karşı direniş
-dalgası bütün bir Arnavutluk'u sarmıştı. Şehirde ve kırlarda yığın eylemleri
ve gerilla savaşı durmadan büyüyordu. Bu koşullarda faşizme karşı direnen
ulusal kurtuluşçu güçlerin birliğini sağlamak, ulusal kurtuluş savaşımım tek
cephede merkezileştirerek sürdürmek ivedi bir görev hali ne gelmişti. 1942
Eylül 'de Tiran yakınlarındaki Peza köyünde toplanan konferans, faşizme karşı
ulusal kurtuluş cephesini örgütledi. Cephenin başkanlığına Enver Hoca getirildi
ve ölünceye dek de tam 43 yıl boyunca Arnavutluk Demokratik Cephesi Genel Kurul
başkam görevini ürünüdür.
1943 yazında büyük kentler dışında Arnavutluk'un en büyük
kesimi, partizanların denetimi altındaydı. 1943 Temmuz ayında toplanan Ulusal
Kurtuluş Cephesi'nin Genel Kurulu'nda, ulusal kurtuluş savaşı bir ordunun
içinde toplanması kararlaştırdı. Böylece ordu genelkurmayı oluşturuldu ve Ordu
Siyasi Komiserliği'ne de Enver Hoca getirildi. O, yaşama gözlerini yumduğunda,
halen, Arnavutluk Silahlı Kuvvetleri Başkomutanıydı.
İtalyan faşistlerinin 8 Eylül 1943 günü, teslim
olmalarından sonra, faşist Nazi orduları Arnavutluk'u işgal etti.
Fakat kahraman Arnavutluk halkı, 28 bin şehit vererek,
faşizmi püskürttü. Başında Enver Hoca’nın bulunduğu, AKP'nin yönettiği,
Arnavutluk ulusal Kurtuluş Ordusu, 1943 kışında Nazi ordularını darmadağın
etti. 1944 Mayıs ayında Pirmet kentinde toplanan anti-faşist Ulusal Kurtuluş
Kurultayı bir geçici hükümet oluşturdu ve ' başına da Enver Hoca yoldaş
getirildi.
Başında dirayetli bir komünist önderin bulunduğu, AKP,
halkın faşizme karşı savaşına başarıyla önderlik etti. Enver Hoca yoldaşın
oluşturduğu partinin doğru çizgisi sayesinde halkın faşizme karşı savaşımı
zaferle taçlanıyordu. 28 Kasım 1944 günü başkent, Nazilerden kurtardı. Bir gün
sonra da bütün Arnavutluk kurtarılmıştı ve Enver Hoca Nazilerden kurtarılmış
yeni Arnavutluk'un ilk demokratik hükümetinin başına geçti.
İkinci Dünya Savaşının sonlarında, Amerikan ve İngiliz
emperyalistleri, Arnavutluk'a kancalarını takmaya çalışıyor ve Arnavutluk'a
emperyalist planlarını kabul ettirmek için yıkıcı girişimlerini arttırarak
sürdürüyorlardı. Arnavutluk, Enver Hoca ve AEP, emperyalistlerin gözdağına,
yardım önerilerine ve ballı-şekerli sözlerine ardından savaşın yakıp yıktığı,
adeta, harabeye döndürdüğü ve çok geri bir tarım ülkesi olan Arnavutluk'u
hızla ve duraksamaksızın sosyalizm yoluna sokmayı başardı. Anti-emperyalist
demokratik devrim, kesintisiz olarak ve çok hızlı bu şekilde sosyalist devrime
dönüştürüldü. Arnavutluk halkı, tarihinde ilk kez 1945 Aralık'ında gizli, eşit
ve tek dereceli seçimlerle Kurucu Meclis'i seçti. Meclis, 11 Ocak, 1946' da
Arnavutluk Halk Cumhuriyeti'ni
ilan etti.
Arnavutluk Halk Cumhuriyeti'nin kuruluşu Arnavutluk
tarihinde paha biçilmez bir değere sahiptir. Arnavut halkı, Enver Hoca
yoldaşın önderliğinde kendi geleceğini kendi eline aldı. Geçen süreçte, başında
büyük önder Enver Hoca yoldaşın bulunduğu AEP'in, ilkeli önderliği
altında, sosyalist inşa kesintisiz sürdürülerek, proletarya diktatörlüğü
pekiştirildi, toplum hayatı her alanda kararlılıkla devrimcileştirildi. AEP, Enver
Hoca önderliğinde Avrupa'nın en geri tarım ülkesini, sosyalist ekonomiyi
başarıyla inşa eden, dünyanın her tarafını aydınlatan sosyalizmin parlak bir
feneri, yaptı. Enver Hoca yeni, sosyalist Arnavutluk'un mimarıdır.
O’nun dirayetli önderliği altında ülke karanlıktan ışığa
çıkarılmış, emekçi halkın yaşam düzeyi sürekli yükseltilmiştir. Sosyalist
kalkınma programının hazırlanmasında o başrolü oynamıştır. Arnavutluk 40 yılda çağlar boyu yol katletti. Çünkü
Enver Hoca yoldaşın Marksist-Leninist öğretileri, Arnavutluk gerçeğine ve
gelişmesinin taleplerine cevap vermiş, onun dirayetli önderliği başarıdan
başarıya koşan AEP ve Arnavutluk halkının en büyük esinleyicisi olmuştur.
Başında Enver Hoca yoldaş gibi, günümüzün en büyük
Marksist-Leninist otoritesinin bulunduğu komünist partinin başarılı önderliği
altında Arnavutluk kısa sürede ve büyük bir hızla görünümü nü tümüyle
değiştirdi; çok yönlü, çağdaş sanayi ve tarzına sahip olan ve halkın
gereksinimlerini giderek daha yüksek düzeyde karşılayabilen ileri düzeyde bir
ülkeye dönüştürüldü. Dört bir yanı emperyalistler, sosyal-emperyalistler, gericiler,
revizyonistler ve oportünistlerle çevrili olan sosyalizmin yıkılmaz kalesi ASHC,
bu karanlıkta bir güneş gibi parlamış ve dünyanın her yanma ışık saçmıştır.
Enver Hoca yoldaş, büyük dünya proletaryası ve halklarına
da değerli hizmetlerde bulundu, Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in proleter
enternasyonalist geleneğini yaşatarak, onların günümüzdeki en büyük savunucusu
ve uygulayıcısı oldu. 0, bizzat revizyonizme, oportünizme karşı mücadelenin
ateşi içinde UKH'nın bugünkü genel politik çizgisini oluşturdu ve bu temelde
UKH'nin birliğini sağlamlaştır maya büyük bir özen gösterdi. Yine o, proletarya
ve halkların emperyalizme,
sosyal-emperyalizme ve gericiliğe karşı mücadelelerini her fırsatta
kararlılıkla destekleyerek, onları daha fazla teşvik etti ve il ham kaynağı
oldu. O, proletarya ve halklar arasındaki enternasyonalist destek, dayanışma ve
işbirliğini sürekli güçlendirmeye çalıştı. Büyük bir proleter enternasyonalist
olarak Enver Hoca yoldaş, Marksizm-Leninizm’in ve sosyalizmin yenilmez gücünü
sürekli proletarya ve halklara göstererek, her fırsatta yürünmesi gereken yolu
aydınlattı.
Enver Hoca yoldaş, yetenekli bir teorisyen olduğu gibi,
usta bir pratisyendi de. O, partinin halkın ve sosyalist inşanın en önemli
sorunlarında, bütün dönemeç anlarında başrolü oynadı. O, kurtuluştan önce
olduğu gibi, kurtuluştan sonra da, parti içindeki ve dışındaki, yine
uluslararası plandaki az çok önem taşıyan hemen tüm anti-Marksist sapmalara ve
akımlara karşı yorulmaksızın savaşım yürüttü. Enver Hoca yoldaş,
Marksist-Leninist teoriyi derinden kavranmıştı ve yine komünist devrimci
yaşamı boyunca teoriyle pratiğin birliği ilkesini her zaman büyük bir yaratıcılıkla
uygulamayı başardı.
O, Marksist-Leninist incelemenin, pratiğe hizmet ettiği
ölçüde bir değer taşıdığım, aksi halde entelektüel yozlaşmanın kaçınılmaz
olacağını her fırsatta vurgulayarak, aynı şekilde teorinin öneminin küçümsenmesi
ya da hafife alınmasına, dogmatizme, dar pratikçiliğe ve deneyciliğe karşı da
sürekli mücadele etti.
AEP ve Arnavutluk halkının, dünya komünistleri,
proletaryası ve halklarının büyük önderi, Marks, Engels, Lenin ve Stalin 'in
günümüzdeki en seçkin öğrencisi, Enver Hoca yoldaş, bugünde bağımsızlık,
demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin en önünde yaşıyor, savaşıyor.
Enver Hoca yoldaş ölümsüzdür!
Ali Ekber ve Mustafa Tepeli yoldaşları anıyoruz!
Fiziki olarak aramızdan ayrılmalarına rağmen,
erdemleriyle ve yaratıkları değerlerle her günkü mücadelemizde yaşayan
şehitleri anmak, ancak onların uğruna öldükleri idealleri yaşatmakla
olanaklıdır. Bunun yolu da, onlardan öğrenerek onlardan daha iyi birere savaşçı
olmak ve kavgayı milyonlarca kadın-erkek işçi-emekçinin ve gençliğin ortak
ideali kılabilmekten geçer. Her günkü çabalarla zafere bir daha yaklaşmak,
onları ölümsüzleştirmenin adıdır. Bugün şehitleri anmak, sadece onlara
methiyeler dizmekle değil, her günkü somut, alı, elle tutulur bir pratikle
olanaklıdır. Şehitleri anmak, Onları her gün yaşatabilmek, Onların uğruna şehit
düştükleri davaya sıkıca sarılmak, Onların erdemleriyle donanarak, mücadeleye
daha sıkıca sarılmakla bağlıdır.
Yıl 1981 Nisan ayı. Faşist cuntanın emekçilerin üzerine
bir karabasan gibi çöktüğü ve kitlesel tutuklamaların alıp başını gittiği,
işkencelerin ayyuka çıktığı bir dönemde K. Maraş polisince gözaltına alındı ve
günlerce süren ağır işkenceler sonucu Ali Ekber yürek yoldaşı ölümsüzlüğe
uğurladık. Ali Ekber yürek yoldaş yaşamını devrim ve sosyalizme adamış TKP/ML
Hareketi’nin bölge sorumluluğunu üstlenmiş, cesaretli, mütevazı ve yiğit bir
militandı. 12 Eylül darbesinin ardından dağılan örgütü toparlamak ve cuntaya
karşı direnişi örgütlemek için Maraş ve ilçelerinde devrimci çalışmaları
organize edip, yıkılan örgütleri yeniden kurarak, inatla ve ısrarla devrimci
mücadeleyi ileriye taşımaya çalışıyoruz.
Tamda zorlu süreçti gözaltına alındı ve düşmanın
dayatmalarını, istemlerini kabul etmediği için kum torbalarıyla iç organları
ezildi, sopalarla kolu kırıldı, her tarafı yara bere içinde daha fazla
işkenceye dayanamayarak yüzlerce devrimci gibi inançları uğruna ölümü gülerek
kucakladı. Ali Ekber yoldaşın katledilmesinin baş sorumlularından olan
dönemin sıkıyönetim komutanı Yusuf Haznedaroğlu hakkında her hangi
bir soruşturma açılmayarak, işkencecilerden hesap soracağını söyleyen
AKP’nin söylemlerinin ne kadar gerçek dışı olduğu bir kez daha görülü.
Yıl 1983-8 Nisan ayı. Yer Ankara Gülhane hastanesi. Ağır işkenceler sonucu
fenalaşarak devrimci tutsakların zorlaması sonucu zoraki hastaneye
kaldırılan ve ameliyat edilen Mustafa Tepeli yoldaşın vücudu,
bu zorlukları daha fazla dayanamadı ve gözlerini yaşama kapadı.
Muş’un Varto ilçesi Omcalı köyünde Kürt bir ailenin çocuğu olarak dünyaya
gelen Mustafa Tepeli yoldaş genç yaşında Komünist Parti-İnşa Örgütü’müzün
önceli TKP/ML Hareket ile tanıştı ve yaşama gözlerini kapatana kadar, örgütün
bir militanı olarak devriye ve sosyalizme inancını korudu. İstanbul da işçi
sınıfı için sorumluluklar üstlenen ve çalışmaları geliştirmek için
gecesini-gündüzüne kadar sıcak-demeden, düzensiz beslenerek fedakârlık ruhuyla
çalıştı.
Düzensiz beslenme ve inşaatlar da geceleme bunun getirmiş
olduğu üşütme vb. yoldaşı siroz hastalığına yakalanmasına neden oldu.
Olanaksızlıklar nedeniyle yoldaşın tedavisi geciktirildi. Aynı zamanda fedakârlığı
ve mütevazılıği nedeniyle örgüte yük olmak istemeyen bir tutum içinde oldu.
Tamda bu hastalığın ilerlediği dönemde 1982 yılında İstanbul da örgütümüze
yönelik bir operasyon nedeniyle gözaltına alındı ve hastalığı bilinmesine
rağmen ağır işkenceler maruz kaldı.
Ağır işkenceler sonucu ağırlaşan ve kanam geçiren
Mustafa yoldaş hastaneye kaldırıldı ve adından DGM’ce tutuklanarak Sultanahmet
zindanına kapatıldı. Yoldaşın hemen ameliyat olması gerekirken, Sultanahmet
zindan yöneticiler keyfi davranarak 6 ay yoldaşın hastaneye sevkini
engellediler. Devrimci tutsakların zorlaması sonucu gecikerek Ankara’ya sevk
edilen Mustafa Tepe’li yoldaş işkencede katledilemedi ama ölümcül hastalıkla
baş başa bırakarak 8 Nisan 1983 yılında ölümsüzler ordusuna katıldı.
Ali Ekber ve Mustafa yoldaşlar militan, boyun eğmez ve özverili
çalışmalarıyla, devrim ve sosyalizm kavgasına son neferlerine kadar omuz
verdiler. Anıları önünde saygıyla eğiliyor ve ideallerini kavgamızda
yaşatacağız.
1 Nisan 2013 Pazartesi
MLKP nereden nereye?
Aslında bu soruyu en iyi yanıtlayan MLKP'nin pratiği ve
örgütsel durumunun geleceği yerdir. Ne aradığını bir türlü bulamayan ve
PKK-DHKP-C kopyacılığı içinde olan, teorik yaklaşımlarında olduğu gibi
pratik-örgütsel politikalarında da ilk kurulduğu 1. yılın ardından tamamen küçük
burjuva öncü sol maceracı bir çizgiye oturan MLKP maalesef bu iki arada bir
derede gidip gelen, farklı ideolojik-politik eğilimlerinin sıklıkla çatıştığı,
bir kaç kez üst boyutta bölünme ve kopuşların yaşandığı, ama bir türlü suyun
kanalını bulamadığı MLKP asıl politik hattına dönerek devrimci şiddeti temel
alan ve illegal örgütlenme ve buna uygun örgüt ve eylem araçlarını, önde tutan
yaklaşımını tümüyle terk ederek, geçmiş dönemde TDKP'nin yürümüş olduğu
legalist-reformist tasfiyeci yolda yürüyerek, büyüyememe krizini açık partiyle
aşmada buldu.
Açık legalist parti kurulmasına karşı çıkan ve bunun
açıktan devrimden vazgeçerek düzene dönen reformist sol'culuğa taze kan taşımak
ve devrimde ısrardan vazgeçmek olduğunu söyleyen birçok kadro ve sempatizanın,
duygularına hitap edilmesi için zaman zaman MLKP pankartları açılması ya da
bazı şiddet eylemlerine baş vurulması aldatıcı olmamalıdır. Geçmiş süreçte
TDKP'de bu aynı hatta yürümüş, dönem dönem illegal yayın ve bildiri çıkartarak,
Konferans yaparak, yasadışı gösteri ve toplantılar yaparak, “muhalif kadrolara”
bakın TDKP illegal yapısını koruyor ve düşmana karşı kendisini
sağlamlaştırıyor" havası vererek, devrimci militan kadroların gözüne bir
avuç kül serpilmiştir.
Reformist-legalist tasfiyeci eğilim içselleştirildikten
sonrası TDKP'nin adı ve eylemleri duyulmaz olmuş ve sistem içinde politika
yapma ve buna göre kadroların şekillenmesini sağlayınca, illegal örgütlenme ve
mücadeleden bahsetmek adeta yasaklanır hale gelmiştir.
Zaten politik merkezin legal-açık parti çalışması olduğu
bir yerde, yasadışı-illegal örgüt ve mücadele biçimleriyle uğraşıldığı bir
yerde düzenle her bakımdan bağlarını kesmiş ve kendisini devrime adamış militan
kadrolar yetiştirmekte mümkün olamaz. Yaşadığı gibi düşünen, içinde bulunduğu
duruma göre hareket eden örgütlerde davaya sıkıca bağlanmış, tutkuyla, çalışan
ve feda içinde hareket eden kadroların ve sempatizanların yetişmesi mümkün
olamaz.
Açık ve legal alanda düşmanın saldırılarına karşı her
bakımdan cesaretle ve sonuna kadar karşı durup, mücadele eden kadro ve
sempatizan çevresinin oluşması zor ve bir yerde de imkansızdır.
O halde yakın döneme kadar illegal örgüt ve mücadele
biçimlerini esas almayıp, kendilerini buna göre konumlandırmayanları haklı
olarak devrimci perspektiften ve iktidarı alma kararlı yaklaşımdan sapan,
legalist-reformist-tasfiyeci oportünizme kapaklanmak olarak görüp eleştiren ve
devrimcileri uyaran MLKP önderliği gelinen durumda dün eleştirdiklerini bugün
savunur duruma gelerek, tasfiyeciliğe kapaklanmıştır.
MLKP'nin tarihsel gelişimini anlayabilmek bakımından 1995
yılında kaleme alınan ve TDKP'nin tasfiyeciliğe kapaklanmasının neden ve
niçinlerini değerlendiren TDKP “Nereden nereye” broşürü, aslında TDKP adını
çıkarıp MLKP yazılırsa bu kadar biri diğerinin taklitçisi olduğu bu kadar üst
üste düşebilir denebilir. MLKP'nin legalizm tasfiyeciliğine kapaklanmasını
anlayabilmek bakımında 95'te TDKP tasfiyeciliği için söylenenlerin buraya
aktarılmasının büyük önem taşıdığına inanıyoruz:
“Görünen o ki, TDKP'deki iç çürüme Leninist örgütsel
normların çiğnenmesinin sürekliliği, örgüt içinde kendilerinin lobi dediği
hizip çekirdeklerinin oluşmuş ve yerleşiklik kazanmış olduğu, siyasal polisin
gerçekleştirdiği sınırlı saldırıların bile KP saflarında ciddi kayıpların ötesinde
önemli bir moral bozukluğuna yol açtığı, illegalitenin kendi anlatımlarıyla,
biçimsel ve göstermelik hale" geldiği anlaşılıyor ve bütün bunlara bağlı
olarak proletaryanın ve diğer emekçilerin demokrasi ve sosyalizm savaşımlarının
gelişmesi olanakları konusunda karamsarlığa kapılmış bulunan TDKP'nin artık
illegaliteden kurtulunması gereken bir yük, bir kambur olarak görmeye başladığı
ve şimdiden fiilen önemli ölçüde legal bir örgüt haline geldiği anlaşılıyor.
Gelinen noktada bu arkadaşların utangaç legalizmlerini de bir yana atarak
gerçek niyetlerini neredeyse tüm çıplaklığıyla sergilemeye başlamış olmaları,
konumlarının daha berrak bir biçimde kavramasını olanaklı kılıyor. Tabanlarını
ve devrimci kamuoyunu, Lenin’in anladığı tarzda bir illegal partiden yani yasal
ve yarı-yasal işçi kuruluşları ağıyla çevrelenmiş parti çekirdeklerinin bir
toplamı olan yasadışı bir parti örgütünden yana oldukları konusunda ikna etmek
için bugüne değin hayli ter döken bu arkadaşlar, şimdi maskelerini indirmiş ve
hemen hemen herkesin' yer alacağı sözüm ona” kitle partisinden yana olduklarını
açıklamışlardır. (TDKP Nereye, sf:
49-50, İstanbul 1995, Varyos Yayınları.)
Aslında bu satırlar TDKP'nin oda çekildiğinde olduğu gibi
gelinen durumdaki MLKP gerçeğini resmetmekte 90'ların başında TDKP
legalizm-açık parti tartışmaları başlamış ve adım adım ilerlenerek, sürece daha
aktif müdahale etme adına legal partide karar kılınmış o zamana kadar söylenen her
şey geminin bordosundan denize atılarak, iktidarı illegal temelde örgütlenmiş
ve devrimci şiddeti hazırlamakla yükümlendirilmiş ve tüm çalışmaları bu
perspektife göre düzenlenmiş olan TDKP'nin çalışmaları, gelişemiyoruz, düşmanın
bitmez bilmeyen operasyonları ve tutuklamalarına göğüs gerilememesi sonucu çare
legalizme sarılmaktan bulunmuştur. TDKP, devrimci şiddeti örgütlemeyi bir yana
bıraktığı gibi, aynı zamanda neden legale çıktığıyla ilgili olarak ciddi bir
değerlendirme de de yapmamıştır.
Örneğin Türkiye de 90'lı yıllarda politik yönetim
biçiminde niteliksel bir değişim mi olmuştu, ya da faşist diktatörlük çözülmüş,
emekçi kitle hareketi faili olarak politik özgürlükler alanını açmıştı da TDKP,
açık parti kurmayı savunuyor ve parlamenter avanaklığın yolunda koşar adım
ilerliyordu. Yani utangaç legalizm ve reformizmini TDKP önderliği açık hale
getirerek, legalizm dehlizinden kulaç atıyor ve devrimcilikten uzaklaşmış
yorulmuş orta sınıfın politik mastürbasyon yapan ama iktidarı devrimci bir
ayaklanma ile alma kararlılığı içinde olmayan, sisteme muhalif olmakla
kendilerini sınırlandırmış alanların buluştuğu bir legal parti yaratarak
vicdanlarını rahatlatmak istiyorlardı.
Çünkü illegal mücadele her bakımdan, riskli bir
devrimciliği, fedakârlığı ve bir çok zorluğu göğüslemeyi dayatıyordu. 12 Mart
ve 12 Eylül faşist darbelerini azgın biçimde yaşamış ve dünya devrimci
hareketinin ve Türkiye devrimci hareketinin ağır bir yenilgi yaşadığı, buradan
çıkışın uzadığı koşullarda, devrimcilikten ısrar etmek kolay değildi.
12 Eylül sonrası ağır yenilginin tasfiyeci etkisine
Sovyet revizyonizmi ve diğer Avrupa revizyonist diktatörlüklerinin yıkılması ve
bunun sosyalizme fatura edilmesi, devrimci-sosyalist hareketi daha bir zan
altında bırakan etkide bulunmuştu-Bu durum devrimci hareketin saflarında bir
dizi tartışmalarını beraberinde getirdi. Yığınların devrimci ve sosyalist
hareketten uzaklaşmacı, devrimci hareketin tabanının daralması sanki suçlu
yasadışı örgütlenme ve mücadele biçimiymiş gibi oportünist eğilimlerin
gelişmesini sağladı, hatta kışkırttı.
Bu durum devrimci hareketin saflarında çıkışı başka yerde
aramaya itti, uzun vadeli ve sabırlı illegal örgüt temelinde çalışmaları dizayn
etme ve kadroları, tabanı buna göre konumlandırmak yerine, kitlelere açılma
adına sağlam yer altı çekirdekleri yaratılmadan legalizm anaforuna kapaklandı.
Buda hem 12 Eylül darbesi ve ardından yaşanan ağır yenilgi ve daha sonrasından
düşmanın her 3-4 yılda bir devrimci hareketi operasyonlarla toparlayarak geriye
itmesi olgularından yeterince ders çıkarılarak bunların örgüt çalışmalarına
yeterince ders çıkarılarak bunların örgüt çalışmalarına yeterince tanımadığını
ve gelinen hata ve zaaflardan inatla ısrar etmeye devam edildiğini, yanlışı da,
düşmanı küçümseyen ve illegalitenin kurallarına uymada zorlanılan durumun devam
edip gittiğini gösteriyordu.
Devrimci hareketin kitlelerle buluşmasının uzaması
ve kendi kabuğunu kırıp dışarıya çıkmada sorunları bir türlü aşamamış olması,
uzun sürede istenilen devrimci gelişme ve atılımın yaşanamaması, eski gösteriş
devrimciliğin sübjektif düşün ve tarzının aşılabilmesi, hem öncü ve hem de
sıradan kadro ve taraftar kitlesinde umutsuz eğilimleri körükleyici bir durum
yarattı.30 yıllık bir çabaya rağmen bir arpa boyu yol alınamaması devrimci
örgütlerin saflarında yeni arayışları gündeme getirdi. Devrimci hareketin
yığınları kucaklama ve onlar içinde dal budak salmada beklenen gelişmelerin
olmaması, suçu illegal mücadeleyi temel alma ve kadroları buna göre
konumlanmada geçtiği yönlü tartışmaları gündemleştirdi.
Bir dönemler faşist diktatörlük koşullarında illegal
örgütlenme ve çalışmanın öncelikli olması gerektiğini söyleyenler, düşmanın
baskı ve saldırıları karşısında duramayınca, kısa sürede ağır darbeler yenmesi
sonucu, risksiz devrimcilik yani yasallık geçer akçe oldu. İşte tamda bu durum
ve gelişmeler bir dönem illegal örgütlenme ve mücadele temel ve esastır, legal
mücadele ve örgütlenme yöntemleri talidir diyen MLKP adım adım yasal örgüt ve
mücadele biçimlerini öne çıkararak, MLKP'nin altını oyarak, göstermelik bir
illegal tabela örgütüne dönüştürmüş oldu.Yani MLKP hiç bir dönem kendi öz
kimliğini ve özgünlüğünü bulamadığından; kah PKK ve DHKP-C kopyacılığı, kah
TDKP-EMEP kopyacılığı yaptığından dolayı, her daim iki sandalye üzerinden
vazgeçmedi.
Her ne kadar MLKP ilk kurulduğu '94 Ekim ayından
sonrasında “yeni tarz” ya da “parti tarzı” adı altında DHKP-C ve PKK'nin küçük
burjuva öncü savaşçı yaklaşımlarının ayak izleri üzerinde yürümeye çalışsa da,
uzun vadede bu öncü savaşçı ve yığın savaşımından kopuk düşmanın istediği
olanakla mücadele eden bir çizgi ile başarı elde etmek mümkün olamazdı.
Aslında MLKP'nin yasalcılığa demir atması ta kuruluş
sürecine kadar uzanmaktadır. MLKP'nin gelişmesini dünden bugüne doğru olarak
anlamak ve dersler çıkarmak gerekiyor. Aksi halde MLKP'nin öncü savaşçılıktan
yasalcılığa hızla evrilmesi anlaşılmaz.
Hatırlanacağı üzere MLKP
1994 Ekim ayında kurulduğunda kendi içinde ideolojik-politik olarak farklı
eğilimleri barındıran bir örgüttü ve MLKP-K olarak kurularak hala bir öncü işçi
partisi konumunda olmadığı ortaya konmuştu. Kürdistan sorunundan kitle
çizgisine, örgüt içi demokrasiden legal, illegal çalışmaya, geçmişin
değerlendirilmesinden kadro politikasına kadar birçok temel alanda ortaklaşmak
mümkün olmamış, uzlaşmacı bir zeminde buluşulmuş, çözülmeyen sorunlar pratiğe
bırakılmıştı. En başta nasıl bir parti sorunu, kitle çizgisi, Kürdistan
sorunu, geçmişin değerlendirilmesi, örgüt içi demokrasi kadro politikası vb. konularda
ideolojik-politik birliktelik sağlanmış değildir. Dahası tüm abartmalara ve
palavralara rağmen MLKP kurulduğundan yamalı bir bohça görüntüsü arz ediyordu.
Aslında MLKP-K’nin kuruluşunda üç farklı eğilim geçici
olarak uzlaşmış ve politikalarını pratikte kanıtlamak istiyordu. Yine hatırlanacağı
üzere MLKP kurulurken kendisini bir
parti örgütü olarak ilan etmemişti. Onun içindir ki MLKP'nin partiye doğru
yürüyüşünü sağlayacak, hem işçi sınıfı öncü birlikleriyle birleşmek ve hem de
dışında var olan komünist örgütlerle örgütsel birliği sağlamak bakımında MLKP-K
(Kuruluş) eki eklenmiş ve böylece partiye yürümenin somut görev ve hedefleri
ortaya konmuştu MLKP-K'nin kuruluş
kongresinde MLKP'nin direk parti olarak ilan edilmesi gerektiğini söyleyen bir
kaç delege vardı.
Ama 1. Kuruluş kongresinin delegelerinin ezici çoğunluğu
sınıf hareketinden kopukluktan dolayı MLKP’ye (K) ekinin eklenmesinin gerekli
ve zorunlu olduğu ortaya konmuştu. Böylece MLKP-K ilk kurulduğunda partinin
sınıfla birlikle bağlı olduğu Leninist parti görüşünü kabul etmiş ve MK'nın
önüne partiye el uzatmak için fabrikaları fethetme görevinin başat görev olduğu,
örgütün tüm gücüyle sınıf çalışmasına yönelmesi gerektiği görevini koymuştu.
İkincil görev olarak MLKP'nin dışındaki komünist örgütlerle birliği sağlamayı
da somut görevler arasına koymuştu.
Ne ki MLKP'nin kuruluş kongre raporlarında da belirtildiği
gibi MK'si tüm gücüyle örgütü sınıf hareketine yönlendirici bir durumda
olmadığı gibi, önceki fabrika ve sendika ilişkileri de hızla dağılmış, sınıf
hareketinden uzaklaştırılmış, çalışmalar daha ağırlıklı olarak semtlere ve
okullara yönelmişti.
Devrimci şiddetin örgütlenmesi, kitle çalışması ve
mücadelenin yükseltilmesi-destekçisi olarak algılanmaması, adeta küçük grup
eylemlerinin silahlı propaganda ve ajitasyon olarak görülmesi, yığın savaşımı
ve örgütlenme hedeflerinden kopuk, öncü savaşçı iradeciliği her şeyin merkezine
çıkartan ve nesnel gerçekliğe dönüp bakma gereğini duymayan MLKP önderliği PKK ve DHKP-C kopyacılığına
yöneldi. Bu iki örgütü özgünlüklerini ve hatalı kitle çizgisi ve devrim
anlayışlarını doğru olarak algılayamayan MLKP önderliği, öncü savaşçı
eğilimlere denk düşen, yığınların somut özlem ve istemlerine yanıt vermekten
uzak, sınıf örgütü propagandasını yapmaya hizmetten öte, mücadeleye katkısı
olmayan küçük grup eylemleri öne çıkarılarak yaygınlaştırıldı.
Devrimci iradenin nesnel zeminin uygunluğu üzerinde
devrimci rolünü oynayacağı, eskisinin tamamen moral bozucu yıkım
olduğu-olacağının görülüp bilince çıkarılmaması, PKK'nin yılların bırakmış, yok sayılmış bir Kürt ulusal sorunu zemini
üzerine oturduğu ve değişik ülkelerle uzlaşmacı tutum içinde olduğu olgusunun
kavranılması aynı zamanda Türkiye de batıda sınıf savaşımının doğru ve M-L bir
bakışla algılanmamasını da beraberinde getirdi MLKP'de kuruluş sürecindeki
ortacı çizgisi MK'nin çoğunluğunun eğilimi doğrultusunda sınıf dışı kesimler
içinde çalışmayı esas almayı ve bunların eğilimine uygun düşen öncü savaşçı
kitle çizgisini pratiğe sürmeye yöneltti.
Nitekim MLKP'nin kuruluşunun ardında, Gazi olaylarının yaşanması, burada MLKP'nin
güvence alması MLKP önderliği içinde farklı çizgi tartışmalarının kendi
eğilimleri doğrultusunda ilerlemesini sağladı. İşin daha da ilginç olanı MLKP,
hem devrimci bir yükselişin olmadığını öne sürerek taktiğini aktif savunma
üzerine oturturken, öte yandan öncü eylemlerle bu süreci iradi olarak parçalayıp
ileriye taşımacı, tipik DHKP-C çizgisinin karikatürlüğünü yapmaya
kalkışılıyordu.
Zaten MLKP'nin kuruluşunun ardından MLKP önderliği
kongrenin önüne koymuş olduğu devrimci görevleri yerine getirmeye yüklenme
yerine semtlerde askeri eylemleri, korsan gösterileri öne çıkaran ve
semtlerde-okullarda gençleri bu eylemlere katmaya çalışan, örgütün “bir bütün
olarak parti devrim için dövüşen askeri örgüt haline gelmelidir” (TDKP Nereden
nereye, sf: 161) askeri bakış açısıyla konumlandırılmasını hedefleyen bir
gösteriş devrimciliği üzerinde bina etmeye yönelmiş-fabrika-işçi çalışmaları,
askeri faaliyetleri tahkikatlı ve desteği olamayacağı nedeniyle üçüncü-beşinci
sıraya itilmiş, semt ve gençlik çalışmaları örgüt çalışmasının omurgası haline
gelmişti.
Kadrolarını ve kitle gücünü semt ve gençlik arasında
devşiren MLKP, devrimci hareketin kitleselleşmesini ve güven sorununu daha
fazla askeri eylemlere başvurmaktan görüyordu. Askeri eylemleri kitle
mücadelesinde kopuk olarak ele alan MLKP ilk dönemlerin bazı askeri eylemlerini
yaratmış olduğu geçici etkiyi abartarak, sağlam ve sağlıklı yeraltı örgütü
yaratmadan ve çizgiye uygun kadrolar yetiştirmeden düşmanla zamansız mücadeleye
girişmesi, onu kısa zamanda ağır örgütsel yenilgiyle buluşturdu. Dev-Sol
pratiği bu konuda yeterli veri sunmasına rağmen, sanki yeni tespit ediliyormuş
gibi örgüt askeri eylemlere göre şekillendirilir hale gelmişti. Dev-Sol birçok
başarılı askeri eylem gerçekleştirmişti.
Ama bu askeri eylemler Dev-solun kitle çalışmasına
bağlanmış, onunla el ele ilerleyen bir hatta yürümemesi, düşmanla erken bir
savaşı gündeme getirmiş, orantısız güç ve kitleleri mücadeleye katmaktan uzak
eylem çizgisi Dev-Sol'u süreç içinde ağır bir yenilgiyle tanıştırmış ve
devrimci hareket ve yığınlar arasında devrimci harekete karşı güvenin zaafa
uğraşmasını, devletin yenilmesi eğilimini güçlendirici bir durum yaratılmıştır.
Dev-Sol'un yenilgisi, iyi savaşmamak ya da gözü pek
eylemlerle düzenlememesiyle bağlı değildi. Aksi Dev-sol bu dönemde militan bir
mücadele içinde oldu ve kadroları kendilerini feda etmekten tereddütsüz
davrandılar. Ama sorun kadroların militan feda ruhu içinde son vermesine kadar
çatışmayla bağlı değildi. Sorun bu askeri eylemlerin işçi ve emekçi yığınları
ne ölçüde uyandırıp, mücadeleye çektiğiydi. Dev-Sol'un yürütmüş olduğu öncü
savaşçı eylemleri yığınlar arasında özellikle hareket halinde olan
demokrat-ilerici-devrimci kesim üzerinde belli bir etki yarattı. Ama bu etki
bilinçli, örgütlü bir mücadeleye dönüşmedi. Düşmanın katliam ve infazlarına
karşı yığınların tepkisi oldukça sınırlı ve seyirci kalmaktan öteye geçmedi.
Kitleler adına savaşa giren ve suni dengeyi kırarak, kitlelere devletin ne
kadar kof olduğunu gösterme hedefini, taşıyan bu gözü pek öncü savaşçı eylemler
uzun süre devam edemedi.
Kayıpların yeri hemen doldurulamadığı gibi, yığınların
devrimci harekete kitlesel olarak kendiliğinden akışın yaşanmaması gerçekliği,
Dev-Sol’un devletle savaşta erkence yenilmesinin, önünü açtı. En iyi kadroların
kitle çalışmasından askeri çalışmaya aktarılması Dev-Sol'un kitlesel gelişimini
de olumsuz yönde etkilemiş ve hatta bir dönem geriye gidişi koşullamıştı.
Ortada Dev-Sol gibi geleneksel olarak silahlı öncü savaşı önde tutan,
kadro-önderlik ve tabanın buna göre şekillendirmiş örgütün kısa zaman dilimi
içinde ağır bir örgütsel yenilgisi dururken, MLKP'nin Dev-Sol'u tekrarlamaya
kalkışması, eylem tarzı ve araçlarında ortaklaşmaya özen gösterilmesi aslında
gerçeği varken, suretini örgütlemeye hiçte gerek olmadığını gösteriyordu. Devrimci şiddete göre örgütlenen ve küçük
grup eylemlerini kendisine temel alan DHKP-C varken, aynı çizgide ve anlayışta
yeni bir MLKP'ye pekte gerek duyulmayacaktı.
Yani MLKP'nin kızıl müfrezeler askeri örgütü ve semtlerde
milis vb. örgütlenmeleri tamamıyla. Parti Cephe’ye ve PKK'ye öykünmecilikti ve
kendine özgü bir yeni tarzda ortada yoktu. İşçi ve emekçi kitle çalışmasını
kendisine merkez olmuş önderliği, kadroları ve tabanı buna göre yetiştirilmiş
eğitilmiş bir örgütün uzun erimde öncü savaşçı askeri bakış açısıyla mücadeleyi
geliştirmesi, örgütü büyütmesi beklenemezdi. Yani MLKP'de ikircikli eğilim söz
konusuydu. Bir yandan devrimci iradeciliğin abartılması ve sol maceracı öncü
savaşçı anlayış, öte yandan kitle çalışması ve kitleleri kuşanma perspektifi-Bu
iki eğilim her daimi MLKP'de çatışma içinde oldu.
Keza MLKP’nin kuruluş sürecinde birçok temel noktada açık
ve net ortaklaşa, ideolojik-politik birlik yakalanmayınca, bazı sorunların
tartışılmadan pratikte aşılacağının belirlenmesi başta örgüt içi sosyalist
demokrasinin dumura uğratılması ardında kadro politikasında sapmacılık,
klikçilik, kongre kararlarının yok sayılması ve örgüt içindeki farklı
eğilimlerin kendi doğrultusunda gelişimini hızlandırdı. MLKP-K kurulmuştur, ama bir örgüt olmayı başaramamıştı. Bir biriyle
tezatlık içinde olan bir kaç köklü çizgi ayrımı kısa zamanda kendisini ortaya
koymuştu.
MLKP-K'nın kuruluşun Leninist parti öğretisinden,
Kürdistan sorununa, örgüt içi demokrasiden kadro politikasına, geçmişin
değerlendirilmesinden aşılması mümkün olmayan temel ayrım çizgileri devam
ediyordu. Örgütlü çalışma, legal-illegal çalışma ilişkisinin anlaşılmasına
kadar birçok alanda ayrım çizgileri aşılmadan, uzlaşmacılık temelinde MLKP'nin
kuruluşuna katılmıştı.
Haliyle yeni MLKP-K'de ideolojik-politik ve örgütsel
ilkelerde birliktelik sağlanmış değildi. Bu durum kısa zamanda kopuşları da
beraberinden getirdi. MLKP-K'nın kuruluşundan çok şey bekleyenler 10-11 ay gibi
bir zaman içinde hayal kırıklığına uğradılar. Birlik'in ardından, birlik sürecine katılan ve hızlı birlikçi
olanlar MLKP-K'nın ne düğü belirsiz olan çizgisinin örgütü nereye
doğru-getireceğini belemediklerini söyleyerek gemiyi hızla ve ilk terk edenler
oldular.
İşçi sınıfı içinde çalışmayı merkezine alan ve buna göre
örgütün konumlanması gerektiğini emreden kuruluş kongre kararlarını hiçe sayan
MK'si, örgütü semt ve gençlik çalışmaları içinde boğmaya, fabrika ve
sendikal çalışmayı tamamıyla tasfiye etmeye yöneldi. Kitle çalışmasını
geliştirip güçlendirmesine bağlanmış olan devrimci şiddetin örgütlenmesi
perspektifi yerine, PKK ve DHKP-C'ye öykünen biçimde semtlerde acemi milis
örgütlenmelerini ve merkez de “kızıl müfrezeler” adı altında askeri
örgütlenmeleri, öncü savaşa denk düşen gösteriş devrimciliğini öne çıkaran
askeri bakış açısı öne çıkarılarak, küçük grup eylemleri ile yığınların
silkelenip, uyandırılıp, mücadeleye seferber edilecekleri yaklaşım öne
çıkarıldı.
Sınıf perspektifinden saparak semtlerde ve gençler içinde
öncü savaşçı yaklaşıma göre konumlanma, bunun adına yeni tarz ya da parti
tarzının alınması, geçici olarak özellikle yüzer-gezer kesimle ve deklase
kesimler arasında MLKP'ye belli bir akışın olması, MK’sını önderliğini daha
maceracı ve düşmanla zamansız, kendi gerçeğine uygun düşmeyen, defalarca
tekrarlanmış ama hep büyük bir hüsran ve devrimci kırılmayla sonuçlanmış olan
öncü savaşçı çıkışa sarılmaya itmiştir. Bir kere MLKP'nin geldiği gelenek öncü
savaşçılığı eleştiri temelinde, hiç bir mücadele biçimini reddetmeyen ama
devrimci şiddeti bir hazırlık süreci olarak algılayan, kitlelerin şiddetini
temel alan, ayaklanma sürecine kadar dönemde devrimci şiddeti tali bir eylem
biçimi olarak gören bir gelenekten geliyordu.
Haliyle ne önder kadrolar, ne ortalama militanları ve
nede tabanı öncü savaşçı küçük burjuva maceracı bir çizgiyle uyum içindeydiler.
Örgütün niteliğini belirleyen şey onun programı ve izlemiş olduğu kitle
çizgisidir.
Yığınlar devrim için nasıl örgütlenip, hazırlanacak demek
olan devrimci kitle çizgisi, örgütün yukarıdan aşağıya doğru hangi örgütsel
ilke ve kurallara politik yaklaşıma göre hazırlanacağını ortaya koyar. Haliyle
yığın mücadelesi ve kitlenin devrimci şiddetini örgütleyip hazırlamayı temel
aldığını söyleyen bir akımın, pratikte öncü savaşın bir çizgiye göre hareket
etmesi ve bu yoldan ileriye doğru, yürümesi beklenemezdi. İşte MLKP'nin teorisi
ayrı pratiği ayrı bir süreç yaşıyordu. Bu süreç onu sol maceracı bir çizgide
buluşmaya ve çalışmalarını da buna göre düzenlemeye itti. Öncü savaşta savaşmak
için kadrolara gereksinim vardı.
İşçi sınıfı böylesi bir mücadeleye kısa bir dönemde
kazanılmak katılması mümkün olmadığına göre, semt ve üniversite-orta öğrenim
gençliği, işsizler arasında devrimci çalışmaları organize edilerek, buradan
kadro ve taban kazanılıp, devşirilmeye çalışıldı. Bu maceracı ve sınıf
perspektifinden kopan küçük burjuva devrimciliği, MLKP'de lafızda savunulan
Leninist parti öğretisinde de uzaklaşmayı beraberinden getirdi. Halkçı ve
ezilen vurgusu öne çıkarılarak, proleter sınıf perspektifi terk edildi. Her şey
askeri küçük grup eylemlerine, korsan gösterilere bağlanmak buradan yürünmeye
çalışıldı. Örgütlerin sağlamlaştırılması ve illegal çalışmaların
güçlendirilmesi, sözde illegal ama legal çalışmaların gittikçe daha fazla öne
çıkması, MLKP-K'da sapmanın derinleşmesini ve eskide savunulan devrimci
düşüncelerinde terk edilmesini beraberinde getirdi. 95 yılında gerçekleştirilen Birlik konferansıyla MLKP'de darbe
gerçekleştirildi ve sol maceracı sınıf perspektifinden uzaklaşan PKK-DHKP-C
kopyacıları MLKP'de egemenliklerini ilan ettiler.
Açıktan komünist partinin sınıf hareketiyle sosyalist
hareketin birliği olduğu Leninist duruşu terk edilerek, sınıftan kopuk öncü
partisinin kurulacağı görüşü kabul edildi. Üstelik bu temel görüş örgütte hiç
bir tartışma yapılmadan, sırf MLKP-K'nın kaldırılarak MLKP'nin parti ilanı için
bu yapıldı. 94 Eylül’ünden kurulan
MLKP-K'nın MK'nın faaliyet raporunda işçi sınıfı ve sendikal çalışmalar
alanından geriye gidişin olduğunu söylediği bir zamanda MLKP' parti olarak ilan
ediliyordu. Bu MLKP-K’nın kuruluş ilkelerine ve M-L anlayışlara ters, Maocu
küçük burjuva parti anlayışından konaklamanın ifadesiydi.
Nitekim MLKP'nin kuruluşunun ilan edildiği ‘95 Birlik Konferansı’nın arasından, komünist partinin sosyalist hareketle
işçi sınıfının birliğidir Leninist
yaklaşımının yanlış ve hatalı anlaşıldığını söyleyerek, öncellerin sorunu doğru
anlayamadıklarını belirterek, sınıfta kopukta partinin kurulacağı ve
sonrasından sınıfla bütünleşeceği yaklaşımını kabul ettiklerini açıkladılar.
Böylece MLKP kuruluşunun 1 yıllık gibi bir sürenin
ardından, sınıf çalışmalarından daha da uzaklaşarak geriye düşmesine rağmen,
partinin kuruluşunu gençlerin katılımıyla ilan ettiğini belirterek, aslında o
güne kadar söylemiş olduklarının hepsinin yanlış olduğunu ilan etmiş oluyordu.
Bu durum MLKP'de her bakımdan yeni ama sol-maceracı sınıf dışı küçük burjuva
çizgiye kapaklanmayı tamamlamış oluyordu.
MLKP geçiş sürecinden devrimci proleter bir hatta değil,
küçük burjuva bir hatta konaklama yolunu seçmiş oluyordu. TKP/ML Hareketi’nin maddi örgütsel ve askeri birikim olanakları
üzerine oturan MLKP önderliği, kendi içindeki köklü farklı eğilimler içinde
sürekli olarak gelgitler yaşadı. Bir yandan işçi ve emekçi kitle çalışmasına
yüklenerek gerçekliğini saklayanlar, öte yandan küçük grup eylemlerini önde
tutarak öncü savaşçı bir çizgide ilerleyerek emekçilerin örgütlenip, mücadeleye
seferber edileceğini söyleyenler arasında bitmek bilmeyen bir mücadele vardı.
İlk çalışma alanında kendisini gösterdi.
Önderlik kendi düşüncesine güvenmediği için, iç
tartışmaları yasakladı, kadro toplantılarını yapmaz oldu. Birlik kongresi
sürecinde tartışmaları örgütlemedi. Böylece her şeyi oldu bittiye
getirdi. İkinci olarak ‘95 Mart’ında kont-gerillanın provokasyonu sonucu
gündeme gelen gazi direnişi oldu. MLKP'nin önderliğindeki bazı öncü savaşçı
eğilim içinde olanlar, “Gazi direnişinin MLKP'nin kitle çizgisini boşa
çıkardı" eleştirisini yaparak MLKP'den koptular. Yine bu aynı süreçte MLKP'nin
öncü savaşçı maceracı çizgiye doğru koşar adımlar gittiğini söyleyerek MLKP
önderliğinden çekildiler ve mücadelenin dışına düştüler.
Keza , “Kızıl Müfrezeler” adı altında özel olarak
örgütlenen profesyonel askeri örgütün sorumlusu MK'sı üyesi de bir kaç askeri
eylemin ardından, düşmanın saldırı ve baskılarını artırmasıyla birlikte hem
MK'dan ve hem de MLKP'den koparak mücadelenin dışına düştü. İşin ilginç olanı
birlik MLKP saflarında güçlenmeye ve ideolojik-politik-örgütsel güçlenmeyi
değil, beklentilerin tersi olması nedeniyle her eğilimin kendi doğrultusunda
ilerlediğini birlik sürecine katılan delegelerin önemli bölümünün dökülüp.
Safları terk ettiğine tanıklık ettik.
Yine bu süreç MLKP
saflarında M-L çizgisi yeniden bayraklaştıran ve onları küçük burjuva bir hatta
konaklayan MLKP ile baş başa bırakılarak KP-İÖ’nün kuruluşunu sağlamıştır.
Bu gelişmeler MLKP önderliğini daha fazla sınıf dışı
kesimlerle buluşmaya, aynı zamanda Parti Cephe kopyacılığı yolunda daha hızlı
koşmaya itmiştir. Cin olmadan adam çarpmaya kalkışması MLKP'ye kısa zaman
içinde düşman darbeler altında ezilmeye ve iki yıllık bir sürecin ardından ağır
bir örgütsel, pratik yenilginin kapıyı çalmasına neden olmuştur.
Sağlam illegal omurgası ve yerel örgütlerini yaratmadan
düşmanla düelloya girişmesi MLKP'nin kısa zaman içinde en üst düzeyde ağır
darbeler yiyerek yeraltı örgütünü felce uğratır hale gelmiştir. Bir ayağı dış
alanda, bir ayağı kapalı alanda olan ve öncü savaşa göre
konumlanıp-düzenlenemeyen MLKP önderliği
1996 Sultanbeyli baskınından sonrası düşmanın ağır saldırı karşısında uzun süre
direnemediğini yukarıdan aşağıya kadar kısa dönem için ağır yenilgi aldığını,
merkezin giderek işlemez hale geldiğine tanıklık ediyoruz.
Düşmanı küçümseyen ve kendi gerçekliğini abartan, silahlı
öncü savaşçı geleneği olmayan MLKP'nin bu süreçte düşmanın ağır baskı ve
saldırılarını geri püskürttüğü, boşalan örgüt ve kadroların yerlerinin
doldurulduğu söylenemez.
Düşman MLKP'yi bir yandan operasyonlarla öte yandan ajan
sızması ile kısa zamanda etkisiz hale getirmişti. Buda her koşul altında
kendisini yenileyerek yoluna devam eder düzeyde örgütleyemediğini gösteriyordu.
‘96 sultan beyli baskınının ardından polisin vurduğu ağır darbeyi yeterince
bilince çıkararak, gereken tedbiri olmayan ve deve kuşu örneği illegal
çalışmaya devam eden MLKP ‘97 Mart’ından merkezin ezici çoğunluğunu düşmanca
ele geçirilen, belki de o güne kadar hiç bir örgütün yaşamadığı bir olayı MLKP
yaşıyordu. MLKP'nin beyin takımının
önemli bölümü düşmanın tek bir hamlesiyle ele geçiriliyor ve bir yerde örgüt
suda çıkmış balığa dönme misali panik yaşıyordu. İşin daha da ilginç olanı
silahlı şiddet eylemlerini yani öncü savaşı pratiğe süren MLKP'nin ne ‘96
operasyonlarında, yakalananlar ve nede ‘97 Şubat’ında, MK'si iddiasıyla
yakalanan öncü kadrolarında düşmana karşı silah kullanma, silahlı direnişi
gelenek haline getirme gibi bir tutum takınmıyorlardı. MLKP önderliği
“benim söylediğimi yapın” diye kadro ve tabanına çağrı yaparken, en başta
kendisi yapılmasını salık verdiği kararlara uygun bir pratik geliştirmeyerek,
teori ile pratiğin ne kadar uyumlu bir konumda durduğunu ortaya koyuyordu.
‘96 - 1 Mayıs’ında Kadıköy özgürleştirildi vb. büyük lafları
eden ve abartıcı sübjektif değerlendirmeler yapan MLKP önderliği kısa bir
dönemin ardından, kitle hareketinin kırıldığında ve geriye düşmeye
başladığından, parti kuvvetlerinin geri çekilmesi gerektiğini belirtiyordu. Ama
MLKP bu söylemlerine uygun davranmadan düşmanın saldırılarıyla yüz yüze kaldı. ‘96 ve 97'de MLKP önderliğinin ezici
çoğunluğu, ileri ve orta kadroların birçoğu polis operasyonlarından zindanlara
dolduruldu. O dönemde MLKP'nin cezaevlerindeki kalabalık sayıları da,
düşmanın MLKP'ye nasıl bir darbe vurduğunu ortaya koyuyordu.
Şubat 97 merkezi operasyonun ardından, kadrolara ve tabana
söz vermek için apar topar 2. Kongre toplandı. Bu kongrede MLKP'nin gelişim
süreci ve alınan ağır darbeler derinlemesine değerlendirilmedi ve yenilen
darbeler örgütsel alandaki hata ve illegalitedeki zaaflarla açıklanmaya
çalışılarak, bu ağır örgütsel yenilginin izlenen sol maceracı, kitle
çalışmasından kopuk çizgiyle bağı kurulamadı. Bazı örgütsel tedbirler, MK'nin
daha kontrollü bir çalışma içine yöneldi. Ama artık eski havası kalmayan MLKP
askeri eylemlerde de daha kontrollü davranmaya yöneldi.
Aslında MLKP'nin bu dönemi içe kapanma ve güçlerini
koruyarak ilerlemeye çalışma dönemi olarak görülmesi daha açık bir
değerlendirme olacaktır. MLKP'nin en ileri ve öncü kadrolarının ezici çoğunluğunun
içeride olması, örgütsel, pratik alanda da önemli bir daralma ve geriye düşüşü
koşulladı. Kısa zamanda kapatılması mümkün olmayan darbeler yenilmesi MLKP'de
ciddi bir moral-motivasyon bozukluğuna yol açtı. Hareketsizlik MLKP kadro ve
tabanında sıkıntı yarattı ve örgütte acabalı tartışmaları gündeme getirdi ve
MLKP'ye ilgiyi geriye itti. MLKP’de erken örgütsel yenilgi birçok tartışmanın
ve farklı eğilimlerinde kendine zemin bularak su üzerine çıkmasını koşulladı.
1999 yılında MLKP'nin askeri kanada kızıl müfrezelerin ağır darbe yiyerek
dağılması ve silah deposunun tek kurşun atmadan düşmana teslim edilmesi, hatta
askeri sorumlulardan birisinin ihanetçi olması, MLKP'nin öncü savaşçı çıkışın
sürdürülmeyeceğinin somutlaşması oluyordu.
Nitekim 19 Aralık
2000 F Tipleri operasyonda MLKP süreci ve kendi kadrolarını yönetme, önderlik
etmede pek de başarılı olamadı. Ölüm Orucu sürecinde birçok taktiksel
hatalar işledi. Altına imza attığı, düşmanın ölüm orucunu bitirme amaçlı 399
yasasına karşı olduğunu ve ÖÖ eylemlerinin iradeleriyle, 399 yasasında tedavi
amaçlı tahliye için yararlanılmayacağı kararına uymadı ya da kadroları MLKP'yi
pek dinlemediler. O süreçte, F Tipinin fiziki koşullarına ilişkin önerilerde de
sorunu çözmekten çok DHKP-C ile keskinlikte yarış içinde olmaktan kurtulamadı.
Yine ölüm orucu eyleminin bırakılmasında da tam bir panik halinde hareket
edildi ve MLKP ve kadro ve taraftarları,
oyalama ya devam eden örgütlerle sorunu tartışmadan apar topar sonlandırmada,
Ölüm Orucunu dışarıda devam ettirme kararını sonuna kadar taşıyamaması vb. görmek
mümkündür. Bu dönemde de MLKP önderliği, örgütte egemenliğini test etme ve
önderlik yapmada da başarısız kalmıştır. 2000’ler de içeride tahliye olan
kadroların müdahaleleriyle örgüt toparlanmaya çalışılmış ve geride kalan
sorunları ve süreci anlamak, tartışmak bakımından 2002 baharında 3. Kongre
toplanmıştır. Uzun bir aranın ardından örgütün durumu tartışılırken, MK'ne bir
dizi sağcı ve tasfiyeci yönden eleştiriler getirilmiş ve bir yerde örgütün
yeniden kendisini var etmesi için bir dizi kararlar edinmiştir. MLKP'nin ilk
kurulduğu bir kaç yıla göre örgütlenmesi gerektiğine, sağ kendiliğindenciliğe
karşı her alanda mücadele etmekle yükümlü oldukları belirtilmiştir.
MLKP aslında örgütsel yenilgisinin nedenlerini yanlış
yerde aramıştır. Yenilginin esas nedeni sağlam ve her koşulda işleyen yeraltı
örgütlerinin yaratılmamış olunması ve aynı izlenen yığınlardan kopuk, kolektif
çalışma yerine bireylere dayanan çalışmaların örgüte egemen olmasını kışkırtan,
küçük gurup eylemlerini esas alan “sol” oportünist kitle çizgisinde ısrar
edilmesiydi ve kitle çalışması bir yana itilerek örgüt askeri çalışmaya göre
şekillendirilmesiydi bu kadar kısa dönem içinde çok ağır kopuşlar yaşanmaz ve
örgüt felce uğramazdı.
MLKP bir yandan illegal mücadele ve örgüt yöntemleri
geliştirme kadro ve tabanı buna göre hazırlamaya çalışırken, öte yandan hemen
her alanda legal-yasal çalışmayı geliştiriyordu. Bu durum haliyle, biri
diğerinin aleyhine yeni yasallık yasa dışılığın önüne geçti ve kartopu gibi
inanılmaz bir halde yuvarlanarak büyüdü ilk dönemler açık alanın çekiciliği ve
risksizliği uzun yıllardır yeraltında ve zindanlardan kalmış olan kadro ve
tabanda çekici-rahatlatıcı etki bıraktı. 2002 Baharından sonra MLKP'de çabuk
kitleleri kazanma ve buradan ilerlemeye döndü.
Önceki süreçte sıklıkla vurgulanan cüretle öne atılma,
savaş örgütü vb. sözleri değerlendirmeleri bu sefer kitleleri kazanma ve onun
içinde erime, önderliği kazanma kulağa hoş gelen haliyle “öncü partiden, önder
partiye” geçiş öne çıkarılmış, askeri örgüt özel bir örgütlenmeye
dönüştürülmüş, daha çokta sağa-sola bomba koyan bir hedefsiz ve amaçsız, kitle
mücadelesinin ileriye taşınmasına hizmet etmeyen daha çokta durumu kurtarmaya
ve tabana, kadrolara gaz vermeye amaçlı, propaganda değeri taşıyan askeri
eylemlerle bir dönem daha “savaşçı örgütüz” havası devam ettirilmeye
çalışılmıştır.
Örneğin boş boşuna MK'sına bağlı ve askeri eylemler
örgütlemekle yükümlendirilmiş, yerellerde de milis örgütleriyle desteklenen,
gittikçe şehirlerde olan hâkimiyetini kırmayı hedefleyecek olan kızıl
müfrezeler düşmanın darbeleriyle çökertilip dağıtılmasına rağmen, MLKP
önderliği neden kızıl müfrezelerin işlevsizleştirilerek de sürdürülmediğine
ilişkin herhangi somut bir açıklama yapmadı.
2002 - 3. Kongreden sonrası, geçmiş sürece partinin
varlık yokluk durumuna gelmesi ve uçurumun kenarına getirilmesi,
tasfiyeciliğine karşı ilk kuruluş döneminin cüreti ve engel tanımayan
militanlığıyla örgütün yeniden ayağa kaldırılıp, hak ettiği yere getirileceği
belirtilerek, eski bir biçimde tekrarlanmaya çalışılmasına, yeni tarz,
engelleri hiçe sayan bir cüretle ileriye atılmaktan, illegal örgütü
güçlendirmek ve savaşçı bir konuma getirilmekten bahsedilmiş aslında, MLKP
saflarında eskiden beri savunulan ama ortamı bekleyen legalizm, tasfiyecilik ve
yenilginin etkisiyle daha fazla ilgi gösterilen bir görüş haline gelmiştir.
Zaten önemli ölçüde legal olan örgüt, düşmanın saldırılarıyla darmadağın
olunca, yeraltı örgütünün toparlanması oldukça zor ve güç olmuştur.
Zaten yer altı çalışma ve devrimci şiddeti örgütleyerek
inat ve ısrarla ileriye doğru yürüme MLKP'nin önderliğinde legal çalışmaya
yüklenme ve dağınıklığı buradan güç biriktirerek aşma yöntemi bir çıkış olarak
algılanmıştır. Yani zar zor ve uzun vadeli örgütü güçlendirecek, bir devrim
örgütü olarak hazırlayıp-geliştirecek yol yerine, tasfiyeciliğin ve
devrimciliğin bir yerde bitişinin başlangıcı olacak olan legalizme yaslanma ve
buradan çıkış yolu tercih edilmiştir.
Elbette bu yolda yürünürken yıllardan bu yana söylenenler
ve açık parti kuranlara karşı yapılan eleştirinin sıcaklığını koruduğu ve
kadro-tabanın yasadışı örgüt ve mücadele yöntemlerine göre
düzenlediği-yetiştirildiği koşullarda, politik koşullarda büyük alt üst
oluşların olmadığı, devrimci kitle hareketinin egemen sınıfların yönetiminde
çatlaklar yaratırdı. Fiiliyatta demokrasi ve özgürlüklerin daha fazla
kullanılır bir halde olmadığı koşullarda, tümüyle legalizm de buluşulacak bir
legalizm anaforuna yelken açmak hiçte hoş görülecek bir durum olamazdı.
Nitekim zaten yasadışı çalışma ve mücadele biçimleri
oldukça sınırlanmış dağılmış, örgütlerin yenilenerek ya da tamir edilerek de
yoluna devam edilmediği, legal çalışmaya daha fazla kadro ve teknik olanağın
ayrıldığı, hemen her şeyin buna göre düzenlendiği bir durumda, daha uzun bir
dönem illegal faaliyetleri ve mücadele araçlarını geriye iten MLKP, özel olarak örgütlemiş olduğu
ağırlıklı olarak pankart asan, yer yer korsan gösterilerde ses bombası, molotof
vb. kullanan MLKP'nin hedefin nerden, nereye doğru yürüyeceği belli olmayan iki
yıl içinde gerçekleştirmiş olduğu birçok bomba patlatan vb. eylemleri sonucu
kurumlaşmadan çökertildi.
2002-2006 yılları arasında MLKP'de illegal örgüt ve
mücadele alanında önemli bir iç mücadele yaşandı. Açık parti tartışması ve
örgütün legalist olmasına karşı çıkan bir gurup önce MK'dan istifa edip,
ardından gerçek MLKP-YKH adı altında kopuş yaşadılar- MLKP'nin, TDKP'nin izinde
yürümesine karşı çıkan birçok kadro ya atıldı ya da yollarını ayırdı. Böylece MLKP
iç mücadele sonucu örgütte legalizmi egemen kılacak olan sağ tasfiyecilik
egemen kılındı. Tamda bu legalizm tasfiyeciliğinin kongrede ilan etme
hazırlıklarının yapıldığı bir dönemde ki bu dönemde zaten legal bir platformda
örgütün omurgası açığa çıkarılmıştı. 2006 operasyon dalgası geldi. Bu
operasyonla, yer altıda kalmak zorunda olanlarında önemli bir bölümü
legalistti. Geriye çok az sayıda hala aranan ya da düşman tarafından pek
bilinmeyen bazı kadroların, durumu idare etmek için illegalde kalmaları dışında
örgütün tamamen legalize edilmiş ve tüm çalışmaları buna göre düzenlenmiştir.
Bir yandan devrim güncel bir sorun denmiş, öte yandan bunun gereklerine göre
bir örgüt ve mücadele tarzı da oluşturulmamıştır.
Hem faşist diktatörlük koşullarında yasadışı mücadelenin
temel alınmasından ve bundan milim sapılmamasından dem vurulmuş, hem de politik
koşullarda değişen pek bir şey olmadığı halde legalizm anaforuna yelken
açılarak, büyüme ve gelişme legalizme yaklaşmakta görülmüştür. Tam tezat-bir
durum MLKP'nin ki, 2002-2006 yılı içinde MLKP'nin faaliyetleri eskiden farklı
olmamış-militanlık ve cüretlik adına protestocu küçük grupların öncü çıkışına
dönüşmüştür. Bir eylemden diğerine sürüklenen ve yığınları dikkate almadan
örgüt kadro ve sempatizanlarının protestosu eylemlerine yoğunlaşan örgüt
güçleri düşmanın saldırıları, tutuklamaları, arkadan taze güçlerin eylemlere
çekilmemesi, eylemci kitlenin bir süre sonra yorulmasına ve ardından irade
kırılmasına neden olmuştur. Elbette düşmana karşı iktidar savaşımı içinde olan
ve illegal zeminde örgütlenip, militan bir kitle çizgisi izleyen, devrimci
şiddeti bir mücadele biçimi olarak reddetmeden yer yer uygulayan bir örgütün
düşmanın baskı ve saldırılarından ağır kayıplar vermesi, beklenmedik bir durum
olarak görülemez.
Dahası MLKP örgütsel kayıplar ve yenilgiler, örgütün
izlemiş olduğu kitlelerden kopuk öncü savaşçı ve dağılan-yıkılan örgüttün
yerini alacak, boşluğu hemen dolduracak kadroların olmamasıdır. Keza MLKP'de
ağır yenilgi ve düşmanın sıklıkla el uzatmasının yalnızca sol çizgi ve yetişkin
kadro üretimindeki zaaflarla geçiştirilecek bir durum değildir. MLKP'nin
üzerinde yaşananlara bakıldığında, polis tahribatının derinliği ve kelepir
başarısında örgütsel alandaki liberalizm, illegal çalışmanın genellemesine
uymayan, ilkesiz ve kuralsız düşmanı küçümseyen davranışlardır.
Aslında bu konuda TDKP'yi eleştirirken MLKP şunları
söylüyordu; “Önder kadrolarının tamamına yakını birbirlerinin evlerini ve tüm
ilişkilerini biliyordu. Sık sık dağıtılan organlar, yer değiştirmeler nedeniyle
pek çok önder ve ileri kadro gereğinden çok fazla örgüt, gizli bilgisine
sahipti. Gizlilik ve teknik tedbirlerin hayata geçirilmesinde en büyük
zaaflar-pervasızlıktan da öte liberalizm-önder kadrolarda ortaya çıkıyordu.
Partiyle ilgili en önemli evraklar, akıl almaz bir liberalizmle hazırlanan
sigorta randevuları, partinin en önde gelen-partinin her şeyiyle teslim
edildiği, emanet edildiği-kadroların evlerinin de, polise hiç bir direnme
göstermeden-bu konuda hiç bir önlem alınmadığı gibi, evlerde en kıymetli
evrakların bulundurulması liberalizmi bir yana, direnmek, vermemek için
gerekirse ölümü göze almak gibi, basit şeyler düşünülmemişti bile-Parti teslim
ediliyordu.” (TDKP Merkezi yayın organı, Devrimin Sesi’nden aktaran TDKP
nereye?, sayfa: 42-43-95, Varyos Yayınları.)
TDKP önderliği geçmişiyle ilgili bu değerlendirmeyi
yaptığında yıl 80’lerin sonuydu. Sonra TDKP önderliği tüm bu söylenenleri bir
yana iterek, 90’lı yılların başında legalizm bayrağına sarılarak, devrimin öncü
örgütünden, parlamentoyu kutsayan legalizm de konaklayan legal partiye yelken
açarak, tüm söylediklerini bir kez daha yalayıp, yutuyor ve tasfiyecilik
yolunda inatla ve ısrarla yürüyerek, TDKP'yi pratikte intihara sürüklüyordu. O
dönemde MLKP: TDKP'nin tutumuna ilişkin şunları söylüyordu; “Türkiye komünist
ve devrimci hareketine, Türkiye ve Kürdistan proletaryası ve halklarına karşı
ağır suçlar işlemiş ve üstelik bunun hesabını vermemiş olan bu arkadaşlar,
TDKP'ye bir siyasal intihara ölüme sürükleye biliyorlar...” (Age. sf: 43)
MLKP doğru olarak
TDKP'yi 1995 yılında bu şekilde eleştirip, taban ve kadrolarına uyarılardan
bulunurken, 1995-2006 yılları arasında MLKP pratiğinin TDKP'den çokta farklı
olduğu söylenemez. MLKP kadroları bu düşüncelerle eğitilmişlerdi. Örgüt
önder ve militan kadroların evleri polislerce sıklıkla basılmış, hiç bir evde
direnme örneği bile gösterilmemiş örgütün, arşivi, belgeleri, teknik malzemeleri
vb. ele geçirilmiş ve buna karşı tek bir kurşun atılıp direnilmemiş- iki kez
yüklü silah ve bomba, askeri araç, gereç depoları çözülme ve ihanet sonucu ele
geçirilmiş buralarda düşmana karşı her hangi bir karşı koyuş olmamıştır. Buradan
hareket edildiğinde haklı olarak TDKP eleştirilirken ki TDKP bu hataların
hiç değilse özeleştirisini yapmış sıra kendisine gelince MLKP önderliği dut
yemiş bülbüle dönüyor ve hataları, olumsuzluklarıyla yüzleşmekten
kaçınıyor.2006 operasyonun değerlendirmesi yapılırken, bile örgütsel liberalizm
ve ilkesizlikten arınmamış, fatura neredeyse illegaliteye kesilmiştir. 2006
Gaye operasyonuyla MLKP tarihinin en büyük operasyonuyla yüz yüze kalırken,
legalizm kararı alacak olan 4. Kongre’de geriye itilmiş oluyordu. Gaye
operasyonunda kongre delegelerinin hepsi ve yönetici ileri ve orta düzey
kadroların ezici çoğunluğu polisçe alınmıştı.
Çünkü örgüt görünüşte illegal ama aslında platform adı
altında ona göre de legale çıkmıştı. Duruşmanın iki yıllık taktiğiyle, çoktan
ağlarla örtülmüş ve düşmanın baskı ve saldırılarına karşı her dönem ayakta
kalmayı başardığı, büyük övünmelerle ifade MLKP önderliği, aslında hiçte doğru
söylemediği ve düşmanın iki kez kısa zaman aralıklarıyla MLKP'nin beynine el
uzattığını ve felç haline getirdiğini gösteriyordu. 2006 Gaye adılı operasyonu.
Her ne kadar Gaye operasyonunda meydan okuyan ve aynı çizgide cüretle
yürüyeceği açıklamaları yapılarak, örgütün kendisini yenileyerek yoluna devam
edeceği belirtildi. Yani 2006 Gaye operasyonu aslında MLKP'nin legalizme
kapaklanmasının yolunu daha rahatça açtı. Her ne kadar illegal çalışmanın
tasfiye edilmesi bu operasyonla 2009 yılında ilan edilen 4.kongreyi ertelemiş aslında,
legalleşme kararı bir amaçtı ve bu 2006 yılında tamamlanmıştı.
Büyük ideallerle kurulan ve birlik devrimci olarak ilan
edilen süreç tam bir tasfiyeci hüsranla, yasalcılık sonlanmıştır. Dev-Yol, Kurtuluş, TDKP gibi MLKP'de kendi
program, strateji ve tüzüğüne uygun bir pratik geliştirmemiş sol maceracı çizgi
ve kitlelerden kopuk öncü savaşçı örgütsel alandaki liberalizm ve illegal
yaşamın gereklerine uygun hareket edilmemesi, polis sızmaları vb. polisin
saldırılarına karşı MLKP'yi zaaflı bir duruma getirmiştir. Tekrarlanan
hatalarından kurtulunmasını sağlayamadığı gibi, sıklıkla hamle en üst düzeyde
darbeler yiyerek sil baştan yapılmasına zemin yaratılmıştır.
İllegal çalışmada kökleşmemiş ve buna göre kadrolar
yatıştıramamış, zorlu mücadelelerden geçmiş, deneyim ve bilgi birikimine sahip
olan kadroların MLKP saflarından koptuğu koparıldıkları, başarısızlığı ve
çapsızlığı her dönem tespit edilmiş olan önderliğin aynı hataları adeta
karanlık haline getirmesi ve aynı zamanda MLKP önderliğinin düşmana karşı
savaşımında silahlı şiddeti esas almış ve bunun gerekleri doğrultusunda her
türlü fedakârlığı ve zorlukları omuzlayacak bir atılımcı, başlandığı işçi
sorununa kadar götürücü, yıkılanların yerine yenilerini koyarak iktidarı alma
savaşımında iddialı bir militanlığa sahip olmaması, MLKP'yi kısa dönem içinde
polise her alanda açık bir hak getirmiş ve yaratılan olanaklar ve değerler,
ciddi bir karşı direniş içine girilmeden, yelkenler suya indirilmiştir.
Bir örgüt ağır ‘96 Mart ve ‘97 operasyonlarında örgütün
en üst organlarına polis el uzatıyorsa, önemli kadroları etkisiz hak getirilerek
zindanlara kapatılıyorsa, bunun MLKP’nin söylendiği gibi sağlam bir yeraltı
örgütü yaratamadığını ve illüzyonlarla uğraştığını gösteriyordu. 2. Kongre’de bir
yerde MLKP'nin gösterişçi günlerin geride kaldığını, tasfiyeci
sürece doğru yol aldığını ifade ediyordu.
1997'de 2002 yılı 3. Kongre'ye kadar MLKP düşük profilde
kendini korumaya çalıştı. Zindanda çıkan kadrolarla MLKP yeniden
gerçekliğiyle yüzleşmeye yönelerek 2. Kongre kararlarını ve MLKP'nin pratiğini
tasfiyeci, devrimci kendiliğindencilik, geriye gidiş, vb. olarak değerlendirip mahkûm
eden 3. Kongre, çalışmaların yeniden ilk kuruluş dönemi gibi olacağı yönlü
kararlarla, yeni döneme girildiği yönlü kararlar yayınlandı. Her ne kadar 3. Kongre’nin
yarıda kaldığı ve değişik düşüncelerden dolayı kongrenin bitmeden dağıldığı,
sonrasında uzlaşılarak 3. Kongre’nin bitirildiği gibi sorular ileri sürülse de,
gizlilik vb. bahane edilerek 3. Kongre’nin örgütsel pratik çalışmalarını
değerlendirici raporun yayınlanmamış oluşu, 3. Kongre’nin ardından önce MK'dan
istifa edip sonra MLKP önderliğinin legalist tasfiyeciliğe kapaklandığını öne
süren bir gurup MLKP - YKH adına yollarını ayırdığını ilan etmiş, içe
tartışmalarda öne çıkan temel unsurun illegal çalışma ve açık parti kurma
tartışmaları olduğu açığa çıkmıştı.
MLKP’nin, TDKP gibi legalleşme yolunu izlemesi, legalizm
tasfiyeciliğine tutum alan kadroların ya geriye itilmesi ya da tasfiye
edilmesiyle sorun çıkaran etkisiz hale getirilerek legalizm ve açık parti
kurarak illegal çalışmayı göstermelik hale getirmede, riskli devrimci
devrimciliğin önündeki engelleri kaldırmak MLKP'yi içi boşaltılmış bir tabela
örgütü haline getirmeyi hedefliyordu. 3. Kongre’nin ardından MLKP'de bir
bölünmenin ardından, 2004 yılında FESK yöneticileri iddiasıyla gözaltına alınıp
tutuklanan operasyon, iki yıllık polis takibinin ardından 2006 yılında en üst
kadro listesinin düşmanın eline geçmesi sonucu operasyonun genişletilmesi ve
beynin hareket edemez bir duruma getirildi, yine İzmir de ağır bir darbenin
yenmesi, MLKP önderliğini keskin solculuktan tasfiyeci legalizme savurdu.
Biliyoruz ki devrimci savaşımda solculuk sağcılığın ters
yüz edilmiş halidir. Gaye operasyonun ardından illegal çalışma güçlendirmede ve
dağılan örgütler yeniden inşa edilecek beklentisi varken, maalesef MLKP
önderliği yarım kalan tasfiyecilik yolunda ilerleyerek, illegal çalışmalar
geriye düşerken, en iyi kadrolar legal çalışmaya sevk ediyordu. Böylece 2009
yılında tasfiyecilik 4. Kongre’de kolektif karar haline getirilerek, açık
alandaki platform ve çalışmayı esas almak, adeta bugünden devrimci şiddetin
örgütlenmesi perspektifi terk ederek, açık parti çalışmaları her şeyin
merkezine oturtuldu.
Zaten legalize
olmuş olan örgüt omurgası açık parti kurma kararıyla resmileşmiş oldu ve tüzük
hükümleri ve MLKP kongresinden kararlaştırılmış olan illegaliteyi temel alarak
ve illegal bir çekirdek etrafında örgütlenmeleri ve mücadele biçimlerinin buna
uygun olması1 iddiaları tümüyle güme gidiyor ve maalesef düzen içine çekilmiş
ve düşmanın kolayca ulaşmasına zemin yaratılmış bir açık parti çalışmasıyla,
kurulu sistemi devrimci şiddetle yıkmak için işçi ve emekçi yığınları
hazırlamada olanaklı ve mümkün olmayacaktır. Böylece çok sık söylenen burjuvazinin faşist diktatörlüğünü komünist
partisinin öncülüğünde halkın örgütlü şiddetiyle yıkıp, devrimci ve sosyalist
bir devrimin başarılacağı ve devrimci ve sosyalist bir iktidarına kurulacağını
düşlemek hayalden öte bir durumdu.
Nitekim MLKP göstermelik illegalite dışında, örgütün
omurgası tümüyle açık alana çıkarıldı. Zaten çok güçlü olmayan ve ciddi bir
kadro sıkıntısı yaşayan MLKP bir yandan illegal çalışmayı temel alıp, öte
yandan açık alanda çalışmaları geliştirmek olanaksız bir durumdu. İllegalitenin
biçimsel bir hale getirilmesi ve legal çalışmanın merkeze alınması,
illegalitenin ve mücadele tarzının küçümsenmesini ve önemsiz hale
getirilmesini, gelişememenin temel nedeni olarak illegalitenin temel alınması
geliştirilerek, ÖDP-SDP-EMEP'in yolunda gidilmeye çalışılmıştır.
Dahası bu alanda 17 yıl önce TDKP'nin EMEP'leşme yolunda
ilerlemesini şiddetle eleştiren MLKP, dünden bugüne politik koşullarda köklü
değişiklikler olmamasına, faşist diktatörlüğün çözülmesi, durumuna ilişkin yeni
tahliller yapmamasına rağmen, polis operasyonlar kadar söylemlerinin
tümüyle çöp sepetine atıldığını ve kitleselleşmenin yolunun legalizme
sarılmaktan geçtiğini söyleyerek soluğu legalizm limanında
alıyordu.
17 yıl önce MLKP'nin TDKP için söyledikleri, aslında
gelinen durumda kendi hikâyesinin tescil edilmesi anlamına geldiğini ifade
ediyor.
Peki, MLKP, 17 yıl önce TDKP'nin açık alana çıkma
yönelimiyle ilgili ne demişti, bir ona bakalım; “Görünen o ki, TDKP'deki
iç çürüme Leninist örgütsel normların çiğnenmesinin süreklileştiği, örgüt
içinde kendilerinin lobi dediği hizip çekirdeklerinin oluşmuş ve yerleşiklik
kazanılmış olduğu, siyasal polisin gerçekleştirdiği sınırlı saldırıların bile,
TDKP'nin saflarında ciddi kayıpların ötesinde önemli bir moral bozukluğu
göstermelik hale, geldiği anlaşılıyor. Ve bütün bunlara bağlı olarak
proletaryanın ve emekçilerin demokrasi ve sosyalizm savaşımlarının gelişmesi
olanakları, konusunda karamsarlığa kapılmış bulunan TDKP'nin artık illegaliteyi
kurtulunması gereken bir kambur olarak görmeye başladığı ve şimdiden fiilen
önemli ölçüde legal bir örgüt haline geldiği anlaşılıyor. Gelinen nokta da bu
arkadaşların utangaç legalizmlerini de bir yana atarak, gerçek niyetleri
neredeyse tüm çıplaklığıyla sergilemeye başlamış olmaları, konumlarını daha
berrak bir biçimde kamuoyunu, Lenin’in anladığı tarzda bir illegal partiden,
yeni yasal ve yarı-yasal işçi kuruluşları ağıyla çevrelenmiş partiden yana
oldukları konusunda ikna etmek için bugüne değin hayli ter döken bu arkadaşlar,
şimdi maskelerini indirmiş ve içinde, hemen herkesin “yer alacağı sözünü ona
bir kitle partisinden yana olduklarını açıklamışlardır.” (TDKP nereye?, sf: 49-50)
Aslında buradaki eleştirilerin hepsi dün TDKP için haklı
olduğu gibi 17 yılın ardından bugün MLKP
nerden nereye? sorusunu yanıtlamak bakımında da önem taşıyordu. Bu
satırlarda dile getirilen, dün TDKP, bugün ise MLKP için fazlasıyla geçerlidir.
Dün gerektiğinden silahlı eylemlerin devreye sokulmasından, bugün
gerektiğinden illegale çekilmeye dönmüştür. Silahlı direniş perspektifiyle
yetişen insanlar bir dönem sonra, sınıfsal perspektiften arındırılmış "
hümanist-demokrat" bir konuma çekilirken, gerektiğinde illegale çekilecek
olanlar ise, devrimci yaşam tarzından arındırılmış, küçük burjuva düzen
yaşamına, hareket tarzına ve liberal reflekslerin içine çekilmiş, iddia ve
devrimci tutkudan uzak insanlar ortalarda cirit atar olacaklar.
Tüm iyi niyetlerden bağımsız açıktan söylenmesi gereken
bir gerçek var ki, oda bugün açık partide çalışan kadroların büyük çoğunluğunun
süreç içinde düzenli uyumlu yaşamı risksiz devrimcilik alışkanlığı vb-gerektiğinde
yer altına geçebilecek ne enerji, ne istek ve nede kararlılık kalmış olacaktır.
Burada en önemli şeyin, kadroların yeraltının artık
kaçınılmaz zorunluluklar yeri olduğunu bilmeleriyle bağ kesilir. Açığa çıkmada
sorunlu olan kadroların yalnızca zorunlu olarak ya da zorunda kaldıkları
illegal çalışmada tutulan göstermelik bir yer altı çalışmasıyla devrimin
öncülüğünü yakalayan bir hatta yürümek mümkün olamaz. 2006 Gaye operasyonu
neticesiyse illegal yapı ve askeri örgütlemenin tamamıyla çökmüş olduğu yeraltı
örgütünün bir daha yeniden inşasına girilmesi için ciddi bir adımın atılmadığı,
bilinen ve tanınan en ileri kadroların açık parti çalışmasında
konumlandırıldığı durumda, illegaliteyi temel alan ve bunun gereklerine göre
hareket eden bir partide bahsetmek mümkün olmayacaktır.97 operasyonunda
sonrası, MLKP önderliğinin saflarında adım adım açık parti kurma ve
burada kitleselleşme eğilimi gelişmiş, 2006
Gaye operasyonuyla bu durum aslında tümüyle doruğa çıkmıştır. Operasyon
tasfiyeci legalizmin daha fazla görünmesini sağlamış, illegal çalışmayı temel
alma ve buna göre örgütü konumlandırma yaklaşımından uzaklaşmıştır. Öncü
savaşçı sol maceracılıktan, “kitleleri fethetme kitlelere hücum” vb. görüntüsü
altında sağ oportünist legalizmden soluklanılmıştır.
Örgütün dağılan illegal yapısı yeniden yaratılmamış,
zindanlarda çıkan kadrolar açık alan çalışmalarına aktarılmıştır. Böylece
yeraltı çalışmasının güvenilir olmadığı, kitleleri kazanmada istenilen sonucu
elde edemediği vb. gerekçelerle, yeraltı çalışması tasfiye ediliyor ve artık
illegal örgütlere pekte ihtiyaç kalmamış oluyordu. Açık parti çalışmasının
yarattığı tipik özelliklerden birisi devrimci erozyon ve çürümedir. Legalizm
yolu, ise illegaliteyi yok ettiği gibi aynı, orta sınıf ya da küçük burjuvazinin
yaşam alışkanlıkları olağan bir hal almış gibi, ortalama bir kadronun
alışkanlıkları, düşünüş ve davranışının, ortalama küçük burjuva yaşam tarzından
farkı kalmamıştır. Yaşamını komünistçe düzenleyen, disiplinle, düzenle her
türlü bağını koparmada kadrolar tutucu, geri kalmış, yeni dönemin özelliklerine
ayak uyduramayan kadrolar ekarte-tasfiye edilmeye başlanmıştır.
Açık alanı esas alan ve buna göre çalışmalarını
düzenleyen MLKP polis darbelerinden uzak kalmak için daha dikkatli ve riskleri
almamaya özen gösteren bir hatta ilerlemeye çalışıyor. Zaman zaman askeri
eylemliklere başvurması, MLKP'nin tasfiyeci legalizme kapağı attığı gerçeğini
gizleyemez. Çünkü bütün politik hamleler, örgüt ve mücadele yöntemleri
yasalcılık üzerinde yükselmekte ve tabanı-ikna olmamış kadroların gözünü
boyama, devrimci, kamuoyunda gelecek eleştirilerin önünü kesme amacını
taşımaktadır. 2006-2009 4. kongre toparlanma süreci örgütün tasfiyeci legalizm
yönünde kadro ve tabanın kalıba dökülerek ikna edilme süreci yaşandığını ve
legalizme geçiş için her şeyin hazırlandığını gösteriyor. MLKP önderliği her
durumu olduğundan farklı görmeye, göstermeye çalıştı.
Yozlaşma, çürüme ve erezyon süreci, “her şeyin partinin
norm ve kuralları içinde normal olarak ve iyi gittiği” şeklinde “mutluluk ve
umut” sloganları altında gelişti. Bu örgüt norm ve kuralları ise gerçekçi;
“sınıf mücadelesi devam ediyor”, “demokratik merkeziyetçilikte gelişiyor”, “eleştiri-özeleştiri,
devam ediyor”, “partide çok sıkı bir disiplin vardır”, “artık-oportünist
unsurlar” geride kalmıştır vs. vb. değerlendirmelerle durum güllük gülistanlık
olarak gösterildi.
Trajik ve ölümcül hataların özünü oluşturan sürecin doğru
olarak kavranmamış olması, işin özünden çok biçimle uğraşılması, işçi sınıfı
yerine, sınıf dışında kesimler arasında çalışmayı temel almaktan kurtulmamış
olunması, MLKP'de kongrelerinde göstermelik bir hale getirilmesini sağladı.
Kongreler örgütün çalışmalarının değerlendirilip, sorunlarının çözülerek bir
yerde yenilenme ve elenme sürecidir. Ama MLKP'de
kongreler bir öncekinin tekrarı olmaktan öte geçmemiş ve hataları, zafer ve
yapılan özeleştiriler zira çekmecelerinin dışına çıkmamış, defalarca
başarısızlıkları tescil edilmiş olanlar önderlikten kalmaya devam etmişlerdir.
Sosyalist iç demokrasi rafa kaldırılmış, tartışma ve eleştiri adeta yasak
sürmenin ötesine geçmemiş. “Her şeyi önderlik bilir” yaklaşımı egemen
kılınarak, kadroların önderliği ve örgüt politikalarının denetlenmesi zaafa
uğratıcı durum yaratmıştı.
2002-2009 7 yıl içinde MLKP örgütü legalizme hazırlık
yapmak ve kadroları ikna etme seanslarıyla geçiştirmiş ve her şey önderliğin
gereksinimine göre düzenlenmiştir. 2009 - 4. Kongre’nin örgüt içinde verimli
tartışmaların yapılarak toplandığı söylenemez. İyi ve verimli bir iç tartışmanın
yaşandığı söylenemez. 4. Kongrenin ana gündem maddesi açık parti kurmak ve
legal çalışmayı öne almakla bağlı olduğu görülüyor. MLKP önderliğinde bazı
kişiler 90'lardan itibaren açık parti kurulması fikrini savunuyorlardı. Ama
örgüt karşı çıkması nedeniyle uzun yıllar bu sağ tasfiyeci görüş pek itibar
görmemişti. Kongrede öne çıkan tartışma legal, illegal mücadelede ve örgüt
biçimleri, devrimci şiddetin nasıl bir perspektifle hazırlandığı ve pratiğe
sürüleceği ve tüm bunları pratiğe geçirecek olan kadroların komünistçe yaşamlar
militanlarının sınanması ve sorumluluk duygusu içinde hareket etmeleriydi.
Kuşku yok ki 4. Kongre’nin almış olduğu kararların başına nasıl bir parti
sorusu geliyordu?
Sorusuna yanıtı da içinde taşıması bağlamında ve MLKP'nin
nerden gelip nereye gittiğini somut laması bakımından büyük önem taşıyan yasal
parti kurma kararıydı. Hiç bir devrimci legal olanaklardan yararlanmak ve
sesimizi daha geniş yığınlara duyurmak açısından ilkesel olarak legal parti
kurulmasına karşı çıkmaz. Ama faşist diktatörlük koşullarında mücadele yürüten
bir örgütün örgütlenme modeli düşmanın eline uzatamayacağı ve çalışmalarını
etkisiz hale getiremeyeceği, her durumda devrimci çalışmayı sürdürecek,
devrimciliğin esaslarına, göre partinin örgütlenme modeli belirlenir.
Dolaysıyla bu durum devrimci şiddetle gerçekleşebileceği
olgusuna göre, daha bugünden şiddetin pratikte nasıl örgütleneceği de örgütün
legal-illegal çalışma ilişkisinde hangisinin önde geleceğini de
belirleyecektir. Legal-illegal bağının şekilciliğe indirgenmesini, gerçek
ihtiyaçlardan ve politik koşullardan kopuk, M-L ilke ve kurallardan koparılmış
tarzda ele alınması, MLKP'nin TDKP'nin 17 yıl önce yürüdüğü yolda bugün
yürüdüğünü gösterir başka bir şey, değil. 1970'den buyana devrimci hareketin en
çok tartıştığı sorunların başında nasıl bir örgüt ve nasıl bir mücadele ve
örgüt biçimi gelmiştir. Hemen her örgüt illegaliteyi temel aldığını ve devrimci
şiddet hazırlığına göre konumlandığını kabul edip sorunlarına rağmen, mevzuat
kısa bir dönem bu söylemlere uyulmuş ve uzun yıllar bu ilke ve normlar biçimsel
bir görüntü dışında başka bir anlam ifade etmemiştir.
Örgütler daha çok ve ağırlıklı olarak yarı-legal
örgütlenmişler ve düşmanın saldırılarına her zaman açık olunması nedeniyle de,
her üç dört yılda bir devrimci hareketler düşmanca tırpanlanmış, sil baştan
yapılmış ve kırık plak gibi aynı noktadan dönüp durulmuştur.1980 sonrası
süreçte aynı alışkanlıkların devam etmesi ve bugün bunun daha kötü bir şekilde
illegalitenin tasfiye edilerek legalizmden konaklanılması, devrimci hareketin
devrimciliğini tartışmalı hale getirmiştir. Aynı zamanda devrimci
hareketin gelişememe ve kitlelerden yalıtılmışlık haline daha fazla legal
çalışmaya yönelecekti bulabileceğini düşlüyor-üstelik bu alanda.
Dev-Yol, Kurtuluş,
TDKP örnekleri yakıcı olarak ortada durduğu halde MLKP tasfiyecilik, dışından
başka bir şey üretmemiş ya da çare olarak öne sürüyordu. Aslında burada
yeni olan hiçbir şey yoktur. MLKP tarihine şöyle bir göz attığımızda her
düşmanın saldırısının ardından”, kitlelere hücum ve kitleleri fethetme"
sloganı kurtarıcı olarak öne sürülmüş ama söylenenler kısa bir süre sonra
unutulup gidilmiştir.
18 yıldır MLKP kitlelerin öncüsü olma ve onları
fethetmeyi önüne başat görev aldığını açıklamış ama bu alanda kendi deyimlerine
bakılırsa bir arpa boyu yol alınmamıştır. PKK örneğini kendisine destur almaya
kalkışan MLKP aslında büyük bir yanılgıya düşmüştür. PKK uzun yılları bulan illegal çalışma ve silahlı mücadelenin yaratmış
olduğu geniş yığınları harekete geçirmeye ve mücadeleye katma durumu ve
mücadeleyi örgütleyip ileriye taşıyarak ve düşmanın el uzatmasının oldukça güç
olduğu gerilla mücadelesi ve dağlarda konumlanma, PKK'yi illegal tutmuş ve
geniş kitlelerin mücadeleye daha kolayca katılmaları ve açık alanın Kürt
direnişi için önemli bir alan olarak kullanılması illegal çalışmanın
öncülüğünde legal çalışmanın devrimcileşmesini sağlamıştır.
Yani Kürt hareketine damgasını vuran illegal örgütlü PKK
gücü ve dağlarda gerilladır. Haliyle PKK yalnızca eylemleriyle değil,
varlığıyla da devlet bakımında bir kriz unsurudur ve bu varlığın sonucu
devrimcilik üretmektedir. Dahası PKK'de hegemonya ve yönlendiricilik, illegal
örgütün elindedir. Legal alan çalışmasını da burası yönetip, yönlendirmektedir.
Aslında MLKP'nin ne örgütsel gücü nede politik etkisi her iki alanda
çalışmaları da at başı ileriye taşıyabilecek durumda değil, MLKP güçlü ve her
koşulda iyi bir şekilde işleyen illegal örgüt yaratabilmiş değil. Sınırlı
illegal gözle legal alanı yönetmek ve "güçlendirmek mümkün olamaz.
Sıklıkla karşılaşılan polis operasyonları olumsuz yönde etkileyici olmuş ve
dağılan yeraltı örgütleri yeniden inşa edilmemiştir. Böylesi bir durumda, yasal
partinin -politikanın ve günlük mücadelenin merkezi olacağı bir durumda,
biçimsel olarak ayakta tutulan bir MLKP'nin devrimci mücadele için pekte
gerekli olacağı bir durumda kalmayacaktır. MLKP politika üreten merkezinin yanında
kadro eğitme ve yetiştirme alanında açık alan olması, devrimci üreten değil
tasfiyecilik üreten bir merkez haline gelecektir.
Yine tabanın tepkisini etkisiz kılmak ve kadroları
tasfiyeci sürece adım adım katma için biçimsel anlamda askeri bir örgütün kayıt
altında tutulmasından öteye, pek bir devrimci geliştirici halde olmayacaktır.
Her bakımdan politika merkezin açık alan olduğu bir çalışmada, iktidar için
değişen ve devrime hazırlanan militan bir komünist örgüt yaratılması da mümkün
olamaz.
Peki, MLKP'nin dün tasfiyeci olarak eleştirdiği şiddetle
karşı çıktığı açık pati hangi politik koşullar değişti yada hangi yığınları
kucaklayıp-fetheder bir hale geldi de açık parti kurma çizgisine girdi. Pratik
koşullarda temelden bir değişim olmadığına, devrimci yığın mücadelesini grev ve
direnişlerle faşist diktatörlüğün çeperinden derin yarıklar açarak, onların
üzerinde ciddi bir kitlesel devrimci baskı, yaratılmadığına göre açık parti
kurma ihtiyacı nereden çıkmıştır? Açık partinin neden kurulması gerektiğini bir
kaç noktada toparlamaya çalışıyor MLKP önderliği: Sol çevrelere yakın duran ama
örgütlenmemiş, diğer reformist legalist partilerin örgütleyemediği kesimleri
parti çatısı altında toplamak, partiye nispeten yakın duran ama riskli
devrimciliğe gelemeyenlerin parti çatısı altına girmeyen ve giremeyenleri
örgütleme ve politik süreçlere daha güçlü şekilde müdahale edebilme olanağı
sağlayacak bir kurum olarak düşünülebilir.
Aslında sırf bunlar için açık alanda bir parti kurmak ne
kadar devrim ve sosyalizm mücadelesine hizmet edebilir ki. Ayrıca ilk adım
riskli devrimcilikten uzak duranlar için bir parti ya da örgüt değil, aksine
hareket halinde olan işçi ve emekçi yığınları örgütleyip, mücadeleye seferber
edecek olan bir komünist partisinin yaratılmasıdır. Aynı zamanda ortada bu
kesimlere daha kolayca ulaşıp örgütleyecek olan ÖDP, SP, EMEP vb. parti ve
örgütlerin olduğu bir yerde, MLKP'nin kurduğu yasal partiye gelip çalışmaları
hiçte gerçekçi bir yaklaşım ve beklentide olmayacaktır. MLKP, 18 yıl önce
illegal çalışmayı esas alan kararlılığını göstermeyerek, kendi yeraltı
korkularına teslim olarak burjuvazinin ve faşist diktatörlüğün legalitesine
duydukları güveni eleştirerek, girilen bu yolun tasfiyeci olduğunu çoktan
dillendirerek kendilerine bu yolun yıkım getireceğini devrimcilere anlatmaya
devam edeceklerini söylüyordu. Ama gelinen süreçte MLKP önderliği, kendi
dışındaki legalist akımlara eleştirdiği aynı duruma bugün kendisi düşmüştür.
Burjuvazi ve faşist diktatörlüğün legalitesine güven duyarak illegal
çalışmanın her zaman esas olacağı görüşleri geminin bordasında denize
atılmıştır. Yani MLKP başkası kurarsa
yanlış, kendisi kurarsa doğrudur bakış açısıyla yasal parti sorununa bakarak:
ÖDP, SDP-SP- EMEP'in izlemiş olduğumuz legalizm filmini yeniymiş gibi
bize yeniden izletmek istiyor.
Ama bu filmin sonucu daha baştan bellidir:
legalizmden yararlanalım diyerek, illegal örgütlenme ve çalışmadan
vazgeçerek, iktidarı devrimci bir temelde devrimci şiddeti örgütleyerek yıkmaya
göre ihtilalci bir komünist örgüt yaratılmaktan vazgeçilerek, tasfiyeci
legalizme bulaşmak, sol oportünizmden, sağ oportünizme yol almak kaçınılmaz
olacaktır.
Etiketler:
Birlik,
Kongre,
KP-İÖ,
Kuruluş,
MLKP,
MLKP-K,
TDKİH,
TKİH,
TKP/ML (YİÖ),
TKP/ML Hareketi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)