31 Ocak 2020 Cuma

Stalin: Söylence ve Gerçeklik - William B. Bland

Komünist Liga - Britanya- Haftasonu Okulunda Verilen Konferans - 1977

Giriş
Bildiğiniz gibi Komünist Liga, Sovyetler Birliği tarihinin tümünü kapsayan bir dizi rapor yayımlama süreci içindedir ve bu raporlar, Sovyet Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri makamını elinde tuttuğu uzun dönem boyunca Stalin’in oynadığı rolü tam olarak açıklığa kavuşturacaktır.

Ne var ki, yoldaşlar Stalin’in rolüne ilişkin bu konferansın verilmesini istediler. Bununla birlikte, bunun, ancak araştırma programının bu bölümünün bitirilmesine kadar geçerli olabilecek eğreti ve geçici bir analiz olacağını takdir edersiniz.

Başlarken, Komünist Liga’nın Stalin’in rolünü birinci derecede önemli bir sorun olarak görmediğini söylemeliyim.

Affet bizi Maria…

10 Eylül 1920’de Bakü’de toplanarak kuruluşunu ilan eden TKP, Anadolu’da süren savaşla yakından ilgileniyor ve önüne ikili bir görev koyuyordu: “Komünist Partisi için memlekete musallat olan düşmanları kovmak nasıl bir görev ise, içte halkın sırtından geçinen yağmacı ve asalak sınıfları da hazır yiyicilik halinden çıkarıp, yumruk altında çalıştırmak da o derece esaslı bir görevdir.” [1]

Anadolu’da süren mücadeleye katılmak isteyen TKP, Mustafa Kemal ile temasa geçer. TKP heyeti Mustafa Kemal’in daveti üzerine 28 Ocak 1921’de Kars’a giriş yapar ve burada büyük bir coşkuyla karşılanır. O dönem Kars’ta Sovyetler Birliği’nin etkisi büyüktür. Kars’ta bir süre kalan heyetin ikinci durağı Erzurum’dur. Ancak burada Erzurum Valisinin organize ettiği büyük bir protesto ile karşılaşan heyetin güzergahı değiştirilir. Ankara’ya ulaşmak için Türkiye’ye giriş yapan heyet planlı bir şekilde, İttihatçı örgütlenmenin çok güçlü olduğu illerden biri olan Trabzon’a yönlendirilir. Gidiş yolunda ve Trabzon’da türlü p rovokasyonlarla karşılaşan heyet ülke dışına çıkmaya zorlanır ve Sovyetler Birliği’nin Trabzon Konsolosu Bagirof’un da izniyle Batum’a gönderilmelerine karar verilir. Ancak ne yazık ki, Karadeniz üzerinden gerçekleşecek bu yolculuğun varış noktası olmayacaktır.

İsimlerini burada bir kez daha saygıyla anmaktan onur duyduğum heyetin içinde: Samsun Hançerli Mahallesi’nden Mustafa Suphi, Eski İzmir Maarif Müdürü Ethem Nejat, Erzincanlı öğretmen Aşçıoğlu Bahaeddin, Uşak’ın Hacı Hulusi Mahallesi’nden Kazım Hulusi, Sürmene’nin Kırali Mahallesi’nden Kıralioğlu Maksut, Cihangirli Dr. Hilmioğlu İsmail Hakkı, Van’ın Erciş kazasından er Ahmetoğlu Hayrettin, Bandırma’nın Manyas nahiyesinden Topçu Yüzbaşı Hakkıoğlu Mehmet Ali, İstanbullu mühendis Emin Şefik, Pilot Yüzbaşı Kadıköylü Tevfikoğlu Ahmet, İhtiyat zabiti Manisalı Kazımoğlu Ali, Erzincan Akdağ köyünden Hatipoğlu Mehmet, İzmir’in Tilkilik Mahallesi’nden Hacı Mustafaoğlu Mehmet, Eski Elmalı Kaymakamı Cemil Nazmioğlu İbrahim ve Maria Suphi bulunmaktadır. 

Mustafa Suphi’nin III. Enternasyonal’deki konuşması...

Moskova’da, dünyanın geleceğini değiştirecek olan bu görkemli III. Enternasyonal’de proletaryanın, ezilen Türk köylülüğünün ve işçi sınıfının adına, özgürlüğün, eşitliğin, kardeşliğin adına, zalim ve yırtıcı emperyalizmden çok çekmiş, kapitalizmin pençesi ve Batı uygarlığın şiddeti altında mahvolan silahlı bir halkın adına konuşmak ne büyük bir mutluluk. Gerçek şudur ki, Türkiye’de diğer devletlerde olduğu gibi, halkın canına kastedip kanını emen birçok barbar ve alçaktan başka, bir de sadece Ermenilerin değil, fakir işçi ve köylü kitlesinin de kanını akıtan Osmanlı padişahları vardır. Barbarlığı temsil edenler ezilen halk kitleleri değil Osmanlı padişahlarıdır. 

Yoldaşlar! Rusya’da bulunan işçi ve köylü temsilcileri Ekim devriminden sonra sermayeye karşı savaşı başlatmayı ve özellikle naip denen açgözlüleri yok etmeyi başarmışlardır. 

Bir yıl önce, Osmanlı paşaları orduyu Hazar denizi kıyılarını, İran’ı, Türkistan’ı işgale göndermeyi tasarladıkları sırada Moskova’da, tüm dünyaya mutluluk vadeden bu başkentte, Türk devrimcileri bu paşaların maceracı tutkularına başkaldırmışlardı. Sesimizi boğmak isteyen Moskova’daki Osmanlı elçisi Rus topraklarından derhal atılmamızı istemek için Rusya Cumhuriyeti hükümetini notalara boğmuş ve, Müslüman Taşkent, Örenşehir, Kazan halkları arasında şiddetli bir propagandayı yöneterek çalışmamızı yok etmeye dört elle sarılmıştı.

30 Ocak 2020 Perşembe

Türkiye proletaryasının komünist önderi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının katledilmesinin 99. yılında özümlenmesi gereken dersler

Yıl 1921, 28'i, 29 Ocak'a bağlayan gece. O gün Karadeniz suları, Kemalist diktatörlüğün katlettiği Türkiye proletaryasının önderi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşın kızıl kanlarıyla rengini değiştirdi. Böylece Türkiye proletaryası daha yeni kurulmuş olduğu ve örgütlerini yaratamamış olan TKP'nin 15 yiğit öncü komünist evladını yitiriyordu.

Kuşku yok ki Mustafa Suphi ve yoldaşlarının hunharca katledilmesi, hiç bir koşullarda devrimci ve komünistlerin burjuvaziye güvenmemesi gerektiğini yakıcı olarak ortaya koyuyordu. Mustafa Suphi ve yoldaşları daha yeni kurulmuş olan ve yönünü emperyalist işgale karşı anti-emperyalist demokratik devrim mücadelesine önderlik etmek için TKP'nin tüm önderlerini ateş hattına sürüyordu. 

Böylesi bir tutum aslında ne kadar öngörüden uzak ve ne amaçlanırsa amaçlansın pratikte Kemalist burjuvaziye körü körüne güveni ifade ediyordu. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının bu tutumu yeni kurulmuş olan komünist partisi için adeta boynunu celebin önüne süren kurbanlığa benziyordu. Kemalistlerin Sovyetler birliği olan ikiyüzlü politikasına bakarak her hangi bir önlem almadan TKP'nin tüm önderlerinin açıktan Kemalist burjuvazinin denetimi ve hedefi içinde Türkiye'ye açıktan dönüş yapılması, yeni kurulmuş ve hala hazırda yerel örgütleri yaratılamamış olan TKP'nin objektif olarak tasfiyesine zemin yaratılmıştır. Nitekim Mustafa Suphi ve 14 öncü yoldaşın katledilmesi TKP'yi hem önderliksiz bırakmış ve hem de hızla oportünizme kapaklanarak Kemalist burjuvaziye karşı cepheden devrimci savaşım yürütmesi keten uzaklaşmasına neden olmuştur.

21 Ocak 2020 Salı

İşkencede direnişin ve fedakarlığın adı Meral Yakar

1973 yılının Ocak ayının 22'sinde Meral Yakar yoldaş, İstanbul Ümraniye'de kaldığı bir evde yoldaşının kaza kurşunuyla yaralandı. 22 Ocak 1973 yılında kaldırıldığı İstanbul Haydarpaşa Numune Hastane'sin de konuşmadığından dolayı 25 Ocak 1973 yılında katledildi.

Meral yoldaş, Gaziantep'in Nizip ilçesinde yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünya gözlerini açtı. Başarılı bir öğrenci olduğundan İzmir Yüksek Öğretmen okuluna seçildi. Liseyi burada bitirdi. Aynı yıllarda büyük bir coşkuyla mücadeleye atıldı. Sivil faşistlere, polislere ve okul idaresine karşı mücadelelerde kararlılıkla yer aldı.

Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine girdi. Okula kaydedildiği günden itibaren aktif olarak mücadeleyi omuzladı. Bu dönemde Marksist eserleri ciddiyetle inceledi. Askeri faşist diktatörlüğün cellatları yaralı haldeyken kafasına kurşun sıkılarak 19 Mart 1973'te katledilen silah yoldaşı Ahmet Muharrem Çiçek ile tanışması da bu yıllara dayanır. Onun militan ve ele avuca sığmaz savaşçılığından derinden etkilenen Meral, komutanı Ahmet Muharrem Çiçek’in izin de yürürdü. Onun gibi sağlam ve her cephede düşmana karşı savaşan bir militan olmak için çalıştı ve bunu da başardı. Meral yoldaş okulda mücadeleler içinde öne çıkar. Çalışkanlığı görev aşkıyla dolu olması, alçak gönüllüğü ve devrime olan sarsılmaz bağlılığıyla, kısa sürede çevresinin sevgi ve güvenimizi kazandı. O bu erdemleriyle çevresine örnek oldu.

12 Mart asker faşist diktatörlüğünün balyoz hareketine dayanamayarak kendine devrimci süsü veren birçok tatlı su balığı, iyi gün dostu palavracı çıktı. Bunlar zoru gördüklerinde küçük burjuva teslim bayrağını çekerek, mücadele saflarını terk ederek, sıcak köşelerine çekildiler. Meral yoldaş ise, sağlam amacı ve sürekli devrimciliğiyle öne çıkan militanlardan oldu. O 12 Mart döneminin ağır baskı ve terör koşullarında gerilemedi, yılgınlığa kapılmadı, aksine bu tipleri küçümsedi, daha ön saflarda görevlere talip aldı.

Meral yoldaş, bu yıllarda ilk dönemlerde, PDA'nın gençlik örgütü İhtilalci Gençlik Birliği içinde faal görev aldı.

Polisin ağır baskı ve takibatlarına rağmen, görevlerini her defasında büyük bir şevk ve coşkuyla yerine getirdi. Onun için devrim, hava ve su kadar zaruriydi. İşte bunun yığınlara kavratılması gerekiyordu. Bunun için okulda gençliği 12 Mart faşist cuntasına karşı mücadeleye katmak için yoğun bir çalışma içinde oldu. İllegal bildiriler gençliğin elinden düşmedi. Bunda Meral'in belirleyici bir rolü vardı. Aldığı dağıtım görevlerini gizlilik kurallarına uygun davranarak, aldığı devrimci görevleri yüksek bir bilinç ve sorumluluk duygusuyla yerine getiriyordu. Bildirileri elden ele dolaşması polisi çılgına çeviriyordu. Ama bildiriyi dağıtanlar ele geçirilemiyordu.

Bu durumda polis denetimlerini daha da sıkılaştırıyordu. Ama tüm bu tedbirler sonuç vermedi. Meral yoldaş aldığı görevleri yerine getirmeyi başarıyla sürdürdü. Ahmet Muharrem Çiçek yoldaşın yakın desteğiyle Meral daha büyük yolunu aralıyordu.

1972 Nisan'ında PDA oportünizmiyle yollarını ayıran bir grup komünistin kurduğu TKP-ML Hareketi’nin saflarında yer almakta tereddüt etmedi. PDA'nın çizgisinin sağcı ve reformist özünü yaşadığı pratik içinde yakıcı olarak görmüştü. İhtilalci bir temelde yükselen ve düzene silahlı savaşımla başkaldırıcı İbrahim Kaypakkaya’nın önderliğindeki TKP-ML Hareketi'nde Marksist-Leninist Gençlik Birliği saflarında bir süreç çalıştı. Daha sonra örgütü ve mücadelenin ihtiyaçları gereği okulunu terk ederek, işçi sınıfı saflarında savaşım yürütmeye başladı.

O ağır gizlilik koşullarında, mücadelenin zorluklarını severek göğüsledi. Zor şartlar altında geri adım atmadı-aksine onların üstüne yürüdü. Meral oldukça mütevazı ve görev ayrımı yapmayan, devrim için en basit görevi bile büyük bir sorumluluk duygusuyla yerine getirendi Meral yoldaş. Mücadelenin ihtiyaçlarından doğan her göreve sıkıca sarılarak diğer yoldaşlarına örnek oldu. O görevlerin ağırlığı ve bütün enerjisini devrimci savaşıma hasrettiğinin gündeme girdiğinden, o işçiler arasında çalışmalarının yanında daktiloyla çoğaltmaya kadar birçok iş yaptı.

Yine daktiloyla yazı çoğaltma görevini sürdürdüğü bir sırada Ümraniye'de kaldığı bir evde yoldaşının kaza kurşunuyla yaralandı. Meral'i hemen hastaneye götürdü. Meral yoldaş, kendisini hastaneye getiren yoldaşı, yakalanmaması için ısrarla kendisini bırakıp gitmesini ve evi boşaltmasını söyledi. Yoldaşının yakalanmaması için kendi hayatından daha üstün tutmak, devrimci fedakarlığın en ileri örneğini verdi.

Meral yoldaş yaralı olarak yattığı hastanede polisin baskılarına ve konuşmasına tedavi edilemeyeceği saldırısına, konuşmayarak yanıt verdi. Canına karşı, yoldaşlarını isteyen işkencecilere Meral'in yanıtı açıktı; davamızın zafere taşınması için, canım feda olsun. Faşist işkencelerin bütün teslim alma saldırılarını devrimci direnişle yanıtlayan Meral yoldaş polisin öldürme tehditlerine kulak asmadı. O zaten ölümle evli ve yaşamla nişanlıydı. Yani o devrim ve örgütü için ölüme hazır bir devrim savaşçısıydı. O yaralı haliyle devrime, halka sarsılmaz inanç ve sadakatle faşist işkencecilerin önünde kaya gibi dimdik ayakta durdu, boyun eğmedi. Aynı inanç, sağlamlık ve kararlılıkla 25 Ocak 1973'te şehitler arasında yerini aldı.

Meral yoldaşın bu kısa devrimci yaşamı bütün devrimcilere örnek oldu. Nice Meral'ler bugün devrim ve sosyalizm savaşımını örmek için, devrim kavgamızda yerlerini alarak, kadınların özgürleşmesi savaşımında daha aktif görevler üstlenmektedirler. Onun erdemlerinde öğreneceğimiz çok şeyler vardır.


Anısı mücadelemizde sonsuza dek yaşayacaktır. Şehitlerimizi her anışımız da kinimiz daha bilenmekte, onların şerefle taşıdığı proletaryanın kızıl bayrağını daha da yükseltme, zafer burçlarına çekme azmimiz pekişmektedir.

Ölümünün 96. yılında Lenin’den öğrenerek ilerlemek

Dünya proletaryası ve komünist hareketinin önderlerinden ve çağımızın Marksizm’i; Lenin yoldaşın ölümünün 96. yılındayız.

Emperyalist kapitalizmin tarihsel krizine bağlı olarak dünya ölçeğinde yayılan faşist baskı, zulüm ve emperyalist yıkım savaşları devrim için yola çıkmış proleter devrimcilerinin önüne olağan dönemlere kıyasla çok daha ağır ve yüklü görevler koyuyor. Tarihin bu tür kesitleri, devrimci inanç ve iradenin, örgütsel bağlılığın sınandığı denendiği dönemlerdir. Böylesi dönemlerde, işçi sınıfının ve emekçi yığınların mücadele tarihindeki örnek olucu örnekleri hatırlamak, olumsuzlukları aşmak ve yenmek, sosyalist olanı örnek almak ve en zor koşullara meydan okuyarak devrimci yükseliş için hazırlanan komünist önderlerden ders almak büyük bir önem kazanır. Bu bağlamda, işçi sınıfının komünist önderi Lenin’in, onun en yakın mücadele yoldaşı Krupskaya’nın ve benzeri Bolşeviklerin devrime adanmış yaşamları unutulamaz ve unutulmamalıdır.

19 Ocak 2020 Pazar

Hrant Dink: “Gelsinler, biz onlara yalnız gazetelerimizi göstereceğiz”

“Eğer bir gün ölürsem ve benim için Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap halkından yiğit emekçiler üzülür de, cenazelerime gelirse, işte o zaman TKP/ML ile gurur duyarım. Beni bir devrimci gibi yetiştirdiği için.” (Hrant Dink)
Hrant Dink'in hayatı eşi Rakel ile tanışmasından TKP/ML üyeliğine yetiştirme yurtlarından gazeteci kimliğine kadar gecen yoğun trafik 53 yıl sonra menfur bir cinayetle son buldu.

Günlerdir gazete sayfalarında ve televizyon ekranlarında uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink var. Hayatı yakın çevresi fikirleri siyasi mücadelesi anlatılıyor genellikle. 

Peki, Hrant Dink kimdir? 15 Eylül 1954 sabahı Malatya'da Ermeni ve Alevilerin yaşadığı Çavuşoğlu mahallesinde tatlı bir telaş yaşanır. Ebenin kapıda görünmesiyle tedirginlik yerini sevince bırakır; çünkü daha sonra ismi Hrant olacak bir erkek çocuk gelmiştir dünyaya... Sarkis ve Gulvart cifti ilk çocuklarına Ermenicede “Canlı ateş” anlamına gelen Hrant ismini verir. Çiftin ikişer yıl arayla iki çocukları daha olur. Baba Sarkis Dink mütevazi bir terzidir Malatya'da... Çevreye kendini tanıtırken "Haşim" ismini kullanır.