Yıl 1921, 28'i, 29 Ocak'a
bağlayan gece. O gün Karadeniz suları, Kemalist diktatörlüğün katlettiği
Türkiye proletaryasının önderi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşın kızıl kanlarıyla
rengini değiştirdi. Böylece Türkiye proletaryası daha yeni kurulmuş olduğu ve
örgütlerini yaratamamış olan TKP'nin 15 yiğit öncü komünist evladını
yitiriyordu.
Kuşku yok ki Mustafa Suphi ve yoldaşlarının
hunharca katledilmesi, hiç bir koşullarda devrimci ve komünistlerin burjuvaziye
güvenmemesi gerektiğini yakıcı olarak ortaya koyuyordu. Mustafa Suphi ve
yoldaşları daha yeni kurulmuş olan ve yönünü emperyalist işgale karşı anti-emperyalist
demokratik devrim mücadelesine önderlik etmek için TKP'nin tüm önderlerini ateş
hattına sürüyordu.
Böylesi bir tutum aslında ne kadar öngörüden uzak ve ne
amaçlanırsa amaçlansın pratikte Kemalist burjuvaziye körü körüne güveni ifade
ediyordu. Mustafa Suphi ve yoldaşlarının bu tutumu yeni kurulmuş olan komünist
partisi için adeta boynunu celebin önüne süren kurbanlığa benziyordu.
Kemalistlerin Sovyetler birliği olan ikiyüzlü politikasına bakarak her hangi
bir önlem almadan TKP'nin tüm önderlerinin açıktan Kemalist burjuvazinin
denetimi ve hedefi içinde Türkiye'ye açıktan dönüş yapılması, yeni kurulmuş ve
hala hazırda yerel örgütleri yaratılamamış olan TKP'nin objektif olarak
tasfiyesine zemin yaratılmıştır. Nitekim Mustafa Suphi ve 14 öncü yoldaşın
katledilmesi TKP'yi hem önderliksiz bırakmış ve hem de hızla oportünizme
kapaklanarak Kemalist burjuvaziye karşı cepheden devrimci savaşım yürütmesi
keten uzaklaşmasına neden olmuştur.
Daha da önemlisi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının katledilmesi 1972 yılında İbrahim Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde ikinci kez kurulan TKP/ML Hareketi'ne kadar işçi ve emekçilerin komünist örgütten mahrum kalmasına neden olmuştur.
Daha da önemlisi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının katledilmesi 1972 yılında İbrahim Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde ikinci kez kurulan TKP/ML Hareketi'ne kadar işçi ve emekçilerin komünist örgütten mahrum kalmasına neden olmuştur.
Mustafa Suphi ve 14 komünisttin Kemalist
burjuvazi tarafından Karadeniz'de hunharca katledilmesi, devrimci ve
komünistlere çıkarılması gereken önemli dersler bırakmıştır. İlk olarak hangi
neden ve koşullarda olsun proletaryanın kurtuluşu için savaşan devrimci ve
komünistler, sınıf düşmanları burjuvaziye asla güven duymazlar ve onların
sınırlarını belirlediği alanlarda hareket etmezler. İkinci olarak en demokratik
ortamlarda bile devrimci ve komünistler örgütsel - pratik önlemlerini asla bir
yana iterek örgütün ana gövdesini açık alana çıkararak burjuvazinin hedefi
haline getirmezler. Yani burjuvazinin iktidarı yılmadan en demokratik geçinen
devletlerde bile her an her şeyin işçi sınıfı ve devrimci-komünistlerin
aleyhine değişeceği bilinciyle her an yer altında geçileceği bilinciyle öncü
kadrolarını illegal koşullara göre konumlandırır ve buna göre önlemini alıp
ihtiyatını elden bırakmaz.
Ne ki Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının düşmüş
olduğu hatalardan Türkiye ve Kuzey Kürdistan devrimci ve komünist hareketi
yeterli ders çıkararak bu derslerin ışığında örgütsel - pratik çalışmalarını
düzenledi söylenemez.
Mustafa Suphi ve 14 komünistti
emperyalistlere şirin görünmek ve anti-emperyalist mücadelenin önderliğini
başkalarıyla paylaşmak istemeyen anti-komünist Kemalist burjuvazi tarafından
açıktan katlettiği bilindiği halde ne Sovyetler Birliği III. Enternasyonal'de ve
ne de yeniden toparlanıp mücadeleye devam eden TKP, Kemalizm’e karşı kararlı ve
ilkeli bir tutum aldı. Göstermelik bir kaç kınamanın ardında Kemalizm’le
uzlaşma ve sırtına sıvazlama tutumuna devam edildi.
Kemalizm’de “demokratik devrim “bekleyen
TKP, kapaklanmış olduğu revizyonist hattıyla sistemle uyumlu solcu bir çizgide
yürürken ve buna göre örgütsel - pratik çalışmalar düzenlerken, 1970'li yıllarda
itibaren, TKP - TİP gibi revizyonist, reformist legalist akımlara tavır alıp
devrimci - komünist bir temelde bu akımların yanlışlarına karşı cepheden savaş
açan devrimci akımlar, legal - illegal çalışma ilişkisini sağlam bir eminde
oturtamadılar. Ya tümüyle kitlelerden izole kendi içine kapanmış bir yerde
halktan da gizlenmeye çalışan sekter illegal çalışmaya ya da kitleleri kazanma
ve onların içinde erime adına tamamıyla legal-yarı legal örgütlenme ve mücadele
içine yönelindi.
Devrimci ve komünist hareket kendinde önce
sağlam ve örnek alınacak güçlü bir illegal çalışma deneyimine sahip değildi.
1970-73 iki yıllık hızla yeraltı örgütlenmesine yönelim ve silahlı direnişi
örgütleme çabası ardında alınan ağır yenilgiyle kesintiye uğradı. Sağlam yer
altı çalışması yaratamadan ağır yenilginin ardında yeniden toparlanma sürecinde
örgütlerin merkezi önderlikleri ikinci derece kadrolar ve nispeten zorlu
savaşım içinde geçmemiş yeni kuşaklarda oluştu.
Hızla gelişme ve kitleselleşme adına
illegaliteyi temel alan ve bunda asla geri adım atmayan bir devrimci örgütsel
çalışma yerine ağırlıklı olarak legal - yarı legal örgütler ve çalışma tarzıyla
devrimci savaşım örgütlenmeye çalışıldı. 1974-80 arası bir yerde devrimci
harekete damgasını vuran yarı legal - legal çalışma ve eylem tarzı oldu. Hemen
herkesin bir birini tanıdığı, adlarını bildiği, kimlerin örgütün önemli
kadroları konumunda olduğunu bir noktada bilmeyen kimse yoktu. Dernekler,
demokratik kurumlar ve devrimci yayın organları adeta örgütlerin merkezi olarak
konumlandıkları ve önemli kadrolarının girip çıktıkları yerler oldu.
Nitekim 12 Eylül faşist darbesi
devrimci-komünist hareketin faşizme karşı yeraltı örgütlenmesinde nasıl
başarısız olduğunu yakıcı olarak ortaya koydu. Birçok anlı şanlı örgütlerin
merkezi yapıları kısa zaman içinde çökertildi ve yüzlerce insan işkencehanelere
toplandı, zindanlara kapatılarak ilk bir yıl içinde örgütlerin çoğunluğunun
merkezi yapıları ve örgütsel gövdeleri düşman tarafından bilinir hale
getirildi. Göstermelik illegal aslında legal çalışmayı temel almış olan
örgütlerde çözülen bir kişinin onlarca bazen yüzlerce kişiyi polise verdiğini
biliyoruz.
Tüm bunlar bize aslında devrimci ve
komünist hareketin Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının akıbetin de yeterince ders
almadıklarını gösteriyordu.
12 Eylül 1980 faşist darbesinin ardında
yeniden toparlanma sürecinde de devrimci-komünist hareket legal-illegal çalışma
üzerine bolca özeleştiri yapmasına karşın, bunun gereklerine uygun davranma
başarısını göstermedi gösteremedi.
Sözde faşizmin ve anti-demokratik
gericiliğin politik olarak egemen olduğu bizim gibi ülkelerde devrimci ve
komünist hareket sıkıca illegal temelde örgütlenmeyi önde tutması ve buradan
eğilip bükülmeden ilerlemesi zorunluydu. Ama tüm bunların sözde kaldığını teori
ile pratik arasında bu alanda da tamamıyla uyumsuzluğun egemen olduğunu
söylemeliyiz. Bir yandan hızla kitleselleşme ve erken devrim hayallerinin
etkisi öte yandan Kürt ulusal hareketinin baskılanması nedeniyle illegal
mücadelenin zorluklarından hızla uzaklaşarak legalizm'in albenisine kapılarak
nasıl bir örgüt ve nasıl bir devrimci mücadele yaklaşımından uzaklaşıldığını ve
yine eleştirilip mahkum edilen legal yad yarı-legal örgüt ve mücadele
yöntemlerine dönüldüğünü görüyoruz.
Yaklaşık 40. yılı aşkındır bu aynı fasit
daire içinde dönülüp duruluyor. Devrimci hareketin ana gövdesinin hala legal
yarı legal örgütlenme ve çalışma tarzın içinde olması ve yine olumlu pratik
örnek olarak gösterilen PKK’nin önderi Öcalan’ın 1998 de Suriye’de yönünü
emperyalist mabette dönüp burada TC’ye teslim edilmesi süreci bir noktada
Mustafa Suphi ve yoldaşlarının hunharca katledilmesinde yeterli ders
alınmadığını yakıcı olarak açığa sermektedir. Tüm bunlar devrimci hareketin
kendi pratiğinde öğrenerek ilerlemeyi başaramaması hali kaçınılmaz olarak
devrimci saflarda umut kırılmasına neden oluyor ve zorlu süreçlerde geçmiş birçok
devrimcinin mücadele saflarında uzaklaşmasına neden olmaktadır.
Yani Mustafa Suphi ve 14
yoldaşının Kemalist gericiler tarafından katledilmesinin üzerinde 99. yıl gibi
uzun bir süreç geçmesine karşın, devrimci ve komünist hareket, burjuvaziye hiç
bir biçimde güvenilmeyeceğini ve yine burjuvazinin çizdiği sınırlar içinde
kalınarak, devrimi zafere taşıyacak sözü özü bir, yeraltı çalışmasını kendisine
temel almış ve her koşulda iktidar hedefine bağlanmış bir komünist partisinin
yaratılmasını başaramamış olması, bu konuda çıkarılan derslerin yeterince
özümlenemediğini gösteriyor.
Bugün birçok dergi çevresi ve akımın
Mustafa Suphi'ye sahip çıkmaları hiç de gerçekçi değildir. Çünkü Mustafa Suphi
yolunda ilerlemek her türden revizyonizme, sınıf uzlaşmacılığına, faşist
şovenist saldırılara ve sosyal şovenizme karşı proletaryanın bağımsız devrimci
siyasetini kararlılıkla savunmakla mümkündür. Bugün faşist diktatörlüğün işçi,
emekçi ve Kürt düşmanlığı yapan ırkçı şovenist politikalarına payanda olanlar
ve Kürt sorununda sosyal şovenist bir konumda duranlara, Mustafa Suphi'nin
fikirleri değil, Şefik Hüsnü'nün oportünist fikirleri ışık tutmaktadır. Mustafa
Suphi yoldaş mücadelesi boyunca emperyalist savaşa karşı ve işbirlikçilerine
karşı kararlı bir mücadele yürüterek proletaryanın bağımsız devrimci siyasetini
sonuna dek savundu. Çünkü Mustafa Suphi yoldaş proleter enternasyonalist bir
komünistti. Bu bakımdan Marksizm-Leninizm’in kendileriyle başladığını iddia
edenler, Mustafa Suphi'nin bize bıraktığı değerli mirasa sahip çıkmaları sahtekarlıktan
öteye gitmez.
Aynı zamanda Mustafa Suphi'nin çizgisi ile
Şefik Hüsnü'nün sosyal şoven çizgisinin aynı kefeye koyanların böyle bir
iddiaları da lafızlardan öteye gitmez. Bu komünist mirasa sahip çıkmak bu
temelde gelişmek ancak bugün anti-Marksist akımların saldırılarına karşı bu
davayı titizlikle korumakla mümkündür. Komünist hareket ML düşman akımlara
karşı mücadele içinde bu değerli mirasın temelinde gelişmektedir. Komünist
hareket, bugün ML kendisiyle başladığını iddia etmekte olan her türden
oportünist inkarcılığa karşı mücadele ederek bu mirası titizlikle korumaktadır.
Mustafa Suphi yoldaşın fikirleri bugün her zamankinden daha çok bize ışık
tutmaktadır. Komünist hareket anti-Marksist akımlara karşı ve inkarcılığa karşı
kararlı mücadelesini proletarya partisini kurma tarihi görevini yerine
getirecek bu mirasa layık olduğunu ispatlayacaktır.
Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halk
kitleleri katledilişlerinin 99. yıldönümünde Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını
unutmayacaktır. Onların mücadeleleri, bugün Türkiye devriminin yolunu
aydınlatmakta ve faşist diktatörlüğü yıkma ve işçilerin ve emekçilerin devrimci
konseyler iktidarını kurma mücadelesinde, işçi sınıfı ve emekçi halk
kitlelerinin elinde kanlarıyla kızıllaşan bir bayraktır. Ve bu bayrak
kavgamızda hep dalgalanacaktır.
Mustafa
Suphi ve 14'ler devrimci kavgamızda yaşıyorlar!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder