Dünya proletaryası
ve komünist hareketinin önderlerinden ve çağımızın Marksizm’i; Lenin yoldaşın
ölümünün 96. yılındayız.
Emperyalist
kapitalizmin tarihsel krizine bağlı olarak dünya ölçeğinde yayılan faşist
baskı, zulüm ve emperyalist yıkım savaşları devrim için yola çıkmış proleter
devrimcilerinin önüne olağan dönemlere kıyasla çok daha ağır ve yüklü görevler
koyuyor. Tarihin bu tür kesitleri, devrimci inanç ve iradenin, örgütsel
bağlılığın sınandığı denendiği dönemlerdir. Böylesi dönemlerde, işçi sınıfının
ve emekçi yığınların mücadele tarihindeki örnek olucu örnekleri hatırlamak,
olumsuzlukları aşmak ve yenmek, sosyalist olanı örnek almak ve en zor koşullara
meydan okuyarak devrimci yükseliş için hazırlanan komünist önderlerden ders
almak büyük bir önem kazanır. Bu bağlamda, işçi sınıfının komünist önderi
Lenin’in, onun en yakın mücadele yoldaşı Krupskaya’nın ve benzeri Bolşeviklerin
devrime adanmış yaşamları unutulamaz ve unutulmamalıdır.
Lenin ve
Krupskaya’nın işçi sınıfının kurtuluş kavgasına adanmış yaşamları, bu konudaki
pek çok ciddi biyografik çalışmanın yanı sıra Krupskaya’nın anıları sayesinde
dünden bugüne ışık tutuyor. Lenin’le birlikte ilmek ilmek örülen örnek bir
devrimci mücadele ve yaşamdan doğrudan damıtılmış bu anılar özel bir önem
taşıyor. Nadejda Krupskaya (1869-1939), daha gençlik yıllarında Çarlık
Rusyası’nın zor koşullarında Petersburg’da devrimci hareket içinde yer alan bir
militan kadın savaşçıdır. 1894 yılında Sibirya’da sürgündeyken Lenin’le
karşılaşır ve Lenin’in yaşam ve mücadele yoldaşı olarak yıllarını Bolşevik
örgütlülüğü inşa etmeye adar.
Krupskaya’nın
kaleme aldığı -Lenin’le Anılar- anılar, onun Lenin’le karşılaştığı 1894
yılından Ekim devriminin gerçekleştiği 1917 yılına uzanmakta ve 1919 yılına
dair bazı anlatımlarla son bulmaktadır. Kuşkusuz ki, tüm bu zaman dilimi
Bolşevik mücadele açısından muazzam derecede tarihsel bir önem taşır. Çünkü söz
konusu yıllar, işçiler arasında kitle hareketinin gelişimine, yeraltı
faaliyetinin en zor koşullarında çelikleşmiş güçlü ve sağlam bir komünist işçi
partisinin yaratılışına, işçi sınıfının devrimci bilincinin ve örgütünün güçlenişine
sahne olmuştur. Bu tarihsel dönem, Lenin ve Bolşevikler öncülüğünde proleter
devrimin zaferiyle sonuçlanan mücadelelerin dönemidir.
Lenin ve
Krupskaya’nın Ekim Devrimini önceleyen ikinci yurt dışı mültecilik yıllarının
(1906-1917), bu mücadeleler tarihi içinde ayrı bir yeri vardır. Zira bu yıllar,
emperyalist savaş ortamında işçi sınıfının komünist partilerindeki oportünizmin
II. Enternasyonalin çöküşüne yol açtığı, dünya proletaryasının tamamen yeni
sorunlarla karşılaştığı ve yeni yollar bulunmasının zorunlu olduğu, nihayet
işçi ve emekçi yığınların katıldığı devriminin ve yeni bir enternasyonalin
doğumunun mayalandığı bir dönemdir. Bütün bu dönem boyunca verilen mücadele
derinlemesine kavranmadan, Lenin’in Ekim devriminin ve dünya devriminin
önderliğine yükselişinin kavranamayacağını ifade eder Krupskaya. Çünkü önderler
mücadelelerin içinde biçimlenir, mücadelelerin içinden çıkarlar ve güçlerini bu
mücadelelerden alırlar. Özetle vurgulamak gerekirse, Lenin’in yaşamıyla
mücadelesinin nasıl iç içe dokunduğunu anlamadan, işçi sınıfını zafere
ulaştıran Bolşevik tarzı kavramak da asla mümkün değildir.
Komünistler yaşama
ve mücadeleye adanmışlıklarıyla öne çıkarlar
Lenin ve
Krupskaya’nın sıklıkla vurguladıkları üzere, bir Bolşevik düşünce berraklığına,
gerçeği görme yetisine ve kendini boş hayallere, sol yada sağ oportünist
lafazanlığa kaptırmama gibi sağlam özelliklere sahip olmalıdır. Komünist
devrimci kişiliği bu gibi özellikler temelinde gelişen Lenin’in devrimci
iradesi ve devrimci kararlılığı, dün olduğu üzere bugün de tüm proleter
devrimcilere örnektir. Genelde Asyatik-doğu toplumlarında geçmişin derin
etkileri nedeniyle kişilerin yaşamında plansızlığın, savrukluğun, tembelliğin
ağır bastığı yanlış değildi. Rusya da böyle bir ülkedir.
Ne ki Rusya da,
Lenin, Krupskaya, Sverdlov, Stalin vb. gibi Bolşevik öncüler yalnızca
dönemlerine değil geleceğe de örnek teşkil eden yeni ve aydınlık bir yol
açmışlardır. İşlerin örgütlenme ve yürütülme tarzında Rusyanın doğu geçmişiyle
benzer izler taşıyan Türkiye’de de, proleter devrimcileri açılan bu yoldan
yürümeleri mücadelenin olmazsa olmazıdır. İşte bu gelenek, İbrahim Kaypakkaya
yoldaştan İrfan Çelik’e, Münir Dışkaya’dan, Ali Aktaş’a, Kemal Yazar’dan, Ali
Ekber Barış’a, Fahri Kaya yoldaşlara uzanan komünist hareketin çizgisinin de
mayasını ve gelişiminin özünü oluşturuyor.
Hangi iş söz konusu
olursa olsun, kalıcı ve sağlam bir sonuç elde edebilmek için, yeterli çaba sarf
edilmeli, ter akıtılmalı, sabırla, inatla, ısrarla ve özenle amaca doğru yol
alınmalı. Devrim ve sosyalizm mücadelesinin geneli ve devrimci ve sosyalist
kişiliğin oluşturulması açısından da aynı kural geçerlidir. Sabırsız, plansız,
özensiz ve azimsiz tarzda iş yapanın anlamlı bir devrimci ürün vermesi ve kendi
devrimci dönüşümünü arzulanan şekilde başarması asla mümkün olmayacaktır.
Tembel ve plansız, başladığı işi sonuna kadar götürme iradesi göstermeyen,
engelleri tanımaz bir hatta yürümeyen insan her zaman başarısızlığına bahaneler
uydurma peşinde olur, performans düşüklüğünün suçunu hep koşulların ve
başkalarının olumsuzluğuna, dönemin zorluğuna, motivasyon eksikliğine vb.
yükler. Sanki devrimci ve sosyalizm mücadelesi yalnızca kolay koşullarda ve kolay
dönemlerde yürütülürmüş gibi.
Bu gibi konularda
da Lenin’in yaşamı ve mücadelesi biz komünistlere önde gelen bir örnektir.
Mücadele aşkıyla ve yaşam coşkusuyla, çalışma azmiyle dolu bu devrimci insan,
aslında kendini ne zorlu koşullarda var etmiş, nice sıkıntılara, yokluğa ve
sinir bozucu durumlara göğüs germiştir. Bilindiği ve birçok devrimcinin de
yaşamış olduğu gibi, yurt dışındaki mültecilik yılları son derece yorucu ve
yıpratıcı yıllardır. Ne var ki Lenin, her türlü zorluğa rağmen gerektiğinde
sinirlerini çelik gibi germesini bilen ve hiçbir şeyin mücadele azmini ve
devrimci kararlılığını kemirmesine izin vermeyen örnek bir Bolşevik önderdir. O
nedenle o zorlu yıllar, Lenin’den kararlı bir önder ve kitleleri zafere
ulaştırmak için ihtiyaç duyulan öncü savaşçıyı yaratmıştır.
Nitekim Lenin de,
zor yıllara rağmen oportünizmle ve her türlü döneklikle, konforizmle, zamanı
boşa harcamakla, günlük yaşamın içinde boğulmakla hep arasına kalın sınır
çekmiş, hep aynı heyecan ve tavizsizlikle çürüme ve yozlaşmaya karşı
savaşmıştır. Zaman ilerledikçe Lenin’in baskı ve sömürüye karşı duyduğu derin
nefret daha da büyümüş ve yaşamını tereddütsüz biçimde proletaryanın davasına
adamıştır. Aynı derin inançla bu yola baş koyan Krupskaya, Lenin’in tüm
yaşamının bu davaya bağlı olduğunu hatırlatır. Bu varoluş şekli, Lenin için,
başka türlüsü mümkün olamayacak derecede doğaldır ve proleter devrimciliğin
içselleştirilmesi işte bu şekilde tüm tereddütleri dışlayan bir yaşam ve
mücadele algısında somutlanır.
Lenin’in devrim ve
sosyalizm mücadelesi açısından seve seve göze aldığı fedakarlıklar konusunda
Krupskaya çok çarpıcı örnekler aktarır. Lenin, davaya engel olduklarını gördüğü
en yakın dostlarından bile ayrılma kararlılığını göstermiştir. Buna karşın,
eğer mücadele için gerekliyse, dünkü siyasal rakiplerine tereddüt etmeden
yeniden ve yoldaşça yaklaşmasını da bilmiştir. Bu siyasal esneklik ilkesiz bir
ödün değildir ve yoldaşça yakınlaşma devrimci eleştiri bağlamında söylenmesi
gerekenin açıkça ve lafı dolandırmadan söylenmesini asla dışlamaz. Bir proleter
devrimci, özelde çevresindeki insan ilişkilerini çalışmalarını aksatmayacak bir
sıkılıkla düzenlerken, örgütsel açıdan insan ilişkilerinde son derece esnek,
girişken ve insan dostu olabilmelidir. Bu konuda olumlu ve olumsuzundan çeşitli
örnekler hatırlanabilir.
Örneğin Rus
devrimcilerinin çeşitli Avrupa ülkelerinde geçirdiği mültecilik yılları çok
sayıda insanı Rusya’daki mücadeleden kopartıp köksüzlüğe, boşluğa çürüme ve
yozlaşmaya sürüklemiştir. Oysa Lenin ve Krupskaya, Rusya’da bağlantılı
oldukları kişilerle her zaman sıkı ve sürekli bir ilişkiyi sürdürmüşlerdir.
Kilometrelerce uzakta olsalar da Bolşeviklerin yurt dışı ziyaretlerini, yurt
dışı çalışma ve toplantılarını bizzat örgütlemişlerdir. Krupskaya, Lenin’in
hemen her mektubunda, Rusya’daki yoldaşlardan işçilerle daha çok ilişkiler
kurmaları talebinde bulunduğunu ve devrimci bir örgütün gücünün onun
ilişkilerinin sayısına bağlı olduğunu vurguladığını hatırlatır.
Sınıf içinde
devrimci çalışmayı başarıyla yürütebilmek için işçi sınıfının günlük yaşantısını,
işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını, işçi kitlelerinin ruh halini yakından
bilmek ve derinden hissetmek şarttır. Bolşevik tarzda çalışma, küçük-burjuva
devrimcisinin aniden parlayıp sönen koşturmacasından veya sınıftan kopuk
kahramanca işler yapma anlayışından tamamen farklı bir niteliğe sahiptir. Her
zaman vurguladığımız gibi, Bolşevik çalışma tarzı uzun soluklu, planlı,
sabırlı, ısrarlı ve azimli bir mücadele anlayışına dayanır. Proleter
devrimciler, ilişkiye geçtikleri işçilere ve emekçilere, onların mücadeleci
dostları olduklarını en sıcak ve en içten biçimde hissettirerek işçilerin
güvenini kazanırlar. İşçi ve emekçilerin sıradan ve küçük görünen ekonomik
talepleri için mücadelelerine sahip çıkarak, sınıfın kitlesiyle bağlar kurmayı
başarırlar. Bunu kavrayamayan ya da başaramayanlar, işçileri devrimci-sosyalist
hedeflere doğru ilerletmeye de muktedir olamazlar. Bu konularda Lenin’in ortaya
koyduğu pratik ve gelecek kuşaklara aktardığı dersler son derece eğiticidir.
Mücadelede teori
ile pratiği birleştirmeyi, propaganda ve ajitasyon çalışmasını tek boyutluluğa
düşmeden devrimci bir denge sağlayarak yürütmeyi başarmak şarttır. Lenin her
vesileyle tek taraflı olmanın temel bir hata olacağını belirtmiştir. Sınıfın
öncü unsurlarına devrimci bilinç taşımak adına mücadeleden kopuk bir “devrimci
eğitim” noktasına sürüklenenler, olsa olsa, sekter ve kendi içine kapalı küçük
çevreler yaratabilirler. Ters uçta ise, sınıfı uyarmak üzere yürütülen ekonomik
ajitasyon çalışmasını mutlaklaştıran ve işçilerin siyasal eğitimini sendikal
bir aydınlatma faaliyetine indirgeyen ekonomizm eğilimi yer alır.
Bütün bu
eğilimler vaktiyle RSDİP (Rus Sosyal
Demokrat İşçi Partisi) temelinde yürüyen mücadelede somutlanmıştır.
Ekonomizm eğilimini eleştiren Lenin, diğer uçta yer alan sınıftan kopuk aydın
eğilimine karşı da ödünsüz biçimde mücadele yürütmüştür.
İşçi sınıfının öncü
komünist partisi, Marksizm-Leninizm temelinde ve sınıf mücadelesinin yasaları
gereğince örgütlenen bir partidir. Böyle bir partinin inşası, sınıfın öncü
unsurlarını devrimci bilinçle donatıp örgütlemeyi ve bu faaliyete adanmış
kadroları gerektirir. Böyle kadrolar da ancak sınıf temelli bir mücadele içinde
ve devrimci bir örgütlenmede mutlaka olması gereken gönüllü bağlılık ve
disiplin anlayışı sayesinde yetişebilirler.
Aslında nereden
bakılırsa bakılsın, komünist parti kurallarının inkarının altında küçük-burjuva
okumuşların ideolojik sınıf tavrı yatmaktadır. Bu tür unsurlar ne tam bir sınıf
devrimcisi olabilmekte ne de sosyalistlik iddiasından vazgeçmektedirler.
Okumuşların üzerine sindirilen burjuva ideolojik etkilerden arınamayan biri,
zorlu sınıf mücadelesinin komünist parti yaşamına dayattığı kararlılık ve
adanmışlığı fuzuli disiplin olarak algılayacaktır. Ve de bu marazi
özelliklerine rağmen devrimci örgütlere musallat olduğunda, orada yalnızca
kendini mutlu edecek bir işleyiş arayacaktır. Böyleleri, ileri sürdükleri
bahaneler her ne olursa olsun, partiyi burjuva kapitalist sisteme karşı
mücadele yürüten bir örgütte olması gereken sıkılığı içinde değil de, üyelerini
hoşnut edecek gevşek bir sosyal kulüp olarak kurgulamaya yatkındır.
Oysa gönül
ferahlığıyla vurgulamak gerekir ki, Leninist parti anlayışının tüm işleyiş
kuralları (disiplin ihtiyacı, demokratik
merkeziyetçi işleyiş, denetim, rapor, eleştiri-özeleştiri vb.) işçi
sınıfının devrimci mücadelesini başarıya ulaştırma amacından kaynaklanır. Ve
kesinlikle bu amacın dışında kerameti kendinden menkul kurallar ve dayatmalar
olamaz. Komünist parti, sınıfın kendi devriminde başarıya ulaşabilmesi için zorunlu
olan bir araçtır ama yalnızca araçtır. Aracın amaçlaştırılması, her alanda
olduğu gibi parti söz konusu olduğunda da kesin bir yozlaşma belirtisidir.
Proleter devrim amacını benimseyen ve gerçek öznenin işçi sınıfı olduğunu
içtenlikle kavrayan kadrolar, ancak bunlar demokratik merkeziyetçiliğin ve
parti içi demokrasinin ne olduğunu ve sağlıklı biçimde nasıl işlemesi
gerektiğini bilebilirler.
Marksizm-Leninizm,
tarihi kitlelerin yaptığına derinden inanır ve burjuva kapitalist toplum söz
konusu olduğunda da işçi sınıfının devrimci tarihsel misyonunu ödünsüz biçimde
savunur. Proletaryanın kapitalist sömürü düzenine son verecek tarihsel eylemini
başarıyla yerine getirebilmesi için, öncü nitelikte bir komünist sınıf
partisine sahip olması mutlak bir gerekliliktir. Partinin görevi, mücadelede
öncü bir rol oynamak, sınıfı devrimci bilinçle donatıp örgütlemek ve onun
mücadeleciliğini geliştirerek pekiştirmektir.
Ne var ki
mücadeleyi ilerletmek yalnızca kadroların iradi çabasıyla olabilecek bir iş
değildir. Kitleleri mücadeleye çekecek nesnel koşulların olgunlaşması gerekir.
Kitleler olağan burjuva yönetim dönemlerinde burjuva partilerin oy tabanını
oluşturur ve reformcu seçenekleri deneyip tüketmeden de devrim yoluna destek
vermezler. O nedenle sınıfın komünist partisinin geniş işçi-emekçi kitlelere
sesini duyurabilmesi, onları kucaklayabilmesi için, nesnel koşulların
olgunlaşması, devrimci bir durumun oluşması şarttır.
Oysa
Marksizm-Leninizm devrimci teori ve devrimci pratiğin diyalektik birliği
demektir. Devrimci teori olmadan başarılı bir devrimci pratik olamaz. Teorisiz
bir pratik pusulasız gemiye benzer. Diğer yandan devrimci pratiğin yol
göstericiliği olmadan teori devrimcileşemez ve aydınların laf kalabalığına
dönüşür. Devrimci pratikle bütünleşmemiş bir teori merakı, olsa olsa yaşamın
diyalektiğini kavrayamayan, körleşmiş kitap kurtları yaratır. Lenin her zaman
kalıpçı, ezberci yaklaşımları, Marksizm-Leninizm'i dondurarak onu adeta bir
puta çevirenleri eleştirmiştir. Yaşam kuşkusuz tüm sürprizleri, artıları ve
eksileriyle her türlü teorik kavramdan daha zengindir ve o yüzden Lenin, Goethe’nin o ünlü sözünü sık sık hatırlatmıştır: “Teori gridir dostum, yaşamın
ebedi ağacı ise yeşildir.”
Yine Zetkin’in
anılarında belirttiği üzere, Lenin kendisiyle konuşmak isteyen hiçbir yoldaşını
geri çevirmeyen ve ona aktarılan her sorunu, her şikayeti büyük bir dikkat ve
anlayışla dinleyip yanıtlayan bir liderdir. Zetkin, “Onun gençlerle nasıl
anlaştığını görmek insanı çok duygulandırırdı. Gençlerle ilişkisi yoldaşçaydı;
onda, yaş farkını üstünlük gibi gören orta yaş grubunun buyurganlığına, kibir
ve bilgiçliğine rastlamak imkansızdı” diye aktarır.
Clara Zetkin,
Lenin’in davranışlarını “Alman Sosyal Demokrasisinin Parti babalarının ceberrut
tavırları” ile karşılaştıracak ve Lenin’in her zaman eşitler içinde bir eşit
olarak davrandığına dikkat çekecektir. Ve takiben şöyle diyecektir: “Onda
iktidarı elinde tuttuğuna, belirleyici ve egemen kişi olduğuna dair en küçük
bir işaret göremezdiniz. Parti içindeki otoritesini; ideal bir önder ve yoldaş
olarak yarattığı saygınlıkla, onun her zaman anlayışlı olduğunu ve karşılığında
da anlayış beklediğini kavrayanlara gösterdiği saygının üstünlüğüyle
kazanmıştı.”
Zetkin, devrim
sonrasında Lenin ailesine yaptığı ziyarette anladığı üzere, 1915 Martından beri
görmediği Krupskaya’nın da tevazusundan ve doğallığından zerre kadar
yitirmediğini belirtir. Burjuva dünyasının deyişiyle artık “first lady” olan
Krupskaya’nın, aslında ezilen ve acı çeken insanlığın davasına bağlılıkta bir
numara olduğunu vurgular. “Onunla Lenin’in beraberliği, hedefler ve hayatın
amacı üzerinde fikir birliğinin en güzel örneğidir” der.
Lenin’in
yoldaşlarının bu bağlamda aktardığı pek çok çarpıcı örnek vardır ve bunlar
sağlam bir proleter devrimcisi olmak için içten bir çaba sarf edenler açısından
son derece eğiticidir. Zafere ilişkin büyük nutuklar atmamanın ve her zaman
sade ve mütevazı bir tutumla görevlere odaklanmanın örneğini verir Lenin.
Ekim
devriminin akşamında Sovyet toplantısında göründüğünde çılgınca bir alkışla karşılanırken,
Lenin tam bir ciddiyetle herkesin dikkatini üstesinden gelinmesi gereken
görevlere çeker. Lenin, devrimci iktidar kurulduğunda kendisine daha çok maaş
ödemeye yeltenen yoldaşlarına öfkelenmiş ve her zaman bu gibi girişimlere karşı
çıkmıştır. Ellerine iktidar fırsatı geçirdiklerinde hemen bürokratlaşan ve
kendilerini ayrıcalıklara boğan tüm sözde komünistlerin cibbiliyetini teşhir
edercesine, gerçek bir Bolşevik ve muzaffer işçi devriminin önderi olan Lenin,
işte böyle sade, tutarlı, ilkeli ve mütevazı bir önderdir.
Lenin ve onun
dönemindeki Bolşeviklerin mücadelesi ve sınıfın devrimci örgütünü yaratırken
uyguladıkları tarz, bugün de Leninist parti anlayışına bağlanan sınıf
devrimcileri için son derece önemlidir, eğiticidir ve örnektir. Elbette
Leninist parti anlayışı kalıplaştırılarak uygulanacak bir model değil, günün
somut koşullarında sınıf içindeki devrimci mücadelede yeniden yaratılarak
yaşatılması gereken bir ruhtur, özdür. Komünist örgütün yaratılması bağlamında
Lenin’in çabasına ve Bolşevik deneyime dair unutulmaması ve takipçisi olunması
gereken öylesine çok ve önemli husus var ki. Fakat belki de en önemlileri,
Lenin’in tüm mücadelesi boyunca bizzat örneklemiş olduğu üzere, devrime
adanmışlığı, zorluklar karşısında yılmamayı, gericilik günlerinde bile mücadele
azmini ve tarihsel iyimserliği yitirmemeyi başarmak olsa gerek.
Lenin Çarlık
Rusya’sının baskı ve zulmü, ağır sürgünlük koşulları, emperyalist savaş
döneminin alevleri karşısında işçi sınıfına güven, devrimci mücadele azmi ve
Marksizm-Leninizm’in aşıladığı iyimserlik sayesinde her zaman ters akıntılara
karşı yüzmeyi başardı ve bu konuda yoldaşlarına da örnek oldu. Bizler de
Lenin’in açtığı bu devrimci yoldan ilerlemeye çalışıp, ters akıntılara karşı
yüzmeyi başararak ilerlemeliyiz. Mayamız Marksizm-Leninizm ışığıyla ve proleter
enternasyonalist komünistlere yaraşır bir tarihsel iyimserlikle örülüdür.
Verili an kasvetli ve olumsuz bir tablo sunabilir. Ancak biliyoruz ki, en
olumsuz koşullarda bile devrim ve sosyalizm savaşımını sürdürme azmine sahip
olanlar, anın karamsarlığına kapılmaksızın Lenin'inden öğrenerek mücadeleyi
ileri taşıyacaklardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder