10 Eylül 1920’de Bakü’de toplanarak kuruluşunu ilan eden
TKP, Anadolu’da süren savaşla yakından ilgileniyor ve önüne ikili bir görev
koyuyordu: “Komünist Partisi için memlekete musallat olan düşmanları kovmak
nasıl bir görev ise, içte halkın sırtından geçinen yağmacı ve asalak sınıfları
da hazır yiyicilik halinden çıkarıp, yumruk altında çalıştırmak da o derece
esaslı bir görevdir.” [1]
Anadolu’da süren mücadeleye katılmak isteyen TKP, Mustafa
Kemal ile temasa geçer. TKP heyeti Mustafa Kemal’in daveti üzerine 28 Ocak
1921’de Kars’a giriş yapar ve burada büyük bir coşkuyla karşılanır. O dönem
Kars’ta Sovyetler Birliği’nin etkisi büyüktür. Kars’ta bir süre kalan heyetin
ikinci durağı Erzurum’dur. Ancak burada Erzurum Valisinin organize ettiği büyük
bir protesto ile karşılaşan heyetin güzergahı değiştirilir. Ankara’ya ulaşmak
için Türkiye’ye giriş yapan heyet planlı bir şekilde, İttihatçı örgütlenmenin
çok güçlü olduğu illerden biri olan Trabzon’a yönlendirilir. Gidiş yolunda ve
Trabzon’da türlü p rovokasyonlarla karşılaşan heyet ülke dışına çıkmaya
zorlanır ve Sovyetler Birliği’nin Trabzon Konsolosu Bagirof’un da izniyle
Batum’a gönderilmelerine karar verilir. Ancak ne yazık ki, Karadeniz üzerinden
gerçekleşecek bu yolculuğun varış noktası olmayacaktır.
İsimlerini burada bir kez daha saygıyla anmaktan onur
duyduğum heyetin içinde: Samsun Hançerli Mahallesi’nden Mustafa Suphi, Eski
İzmir Maarif Müdürü Ethem Nejat, Erzincanlı öğretmen Aşçıoğlu Bahaeddin,
Uşak’ın Hacı Hulusi Mahallesi’nden Kazım Hulusi, Sürmene’nin Kırali
Mahallesi’nden Kıralioğlu Maksut, Cihangirli Dr. Hilmioğlu İsmail Hakkı, Van’ın
Erciş kazasından er Ahmetoğlu Hayrettin, Bandırma’nın Manyas nahiyesinden Topçu
Yüzbaşı Hakkıoğlu Mehmet Ali, İstanbullu mühendis Emin Şefik, Pilot Yüzbaşı
Kadıköylü Tevfikoğlu Ahmet, İhtiyat zabiti Manisalı Kazımoğlu Ali, Erzincan
Akdağ köyünden Hatipoğlu Mehmet, İzmir’in Tilkilik Mahallesi’nden Hacı
Mustafaoğlu Mehmet, Eski Elmalı Kaymakamı Cemil Nazmioğlu İbrahim ve Maria
Suphi bulunmaktadır.
Bu yazı o gün o heyetin içinde olup öldürülmeyen ama unutularak defalarca öldürülen Maria Suphi’nin anısına kaleme alınmıştır.1921 yılı. Ocak ayının 28’ini 29’una bağlayan gece. Karadeniz.
İki sınıfın temsili iki taka, arka arkaya, yol alıyor. Bu
gece, insanlığın kanla yoğurduğu tarihine bir yenisi eklenecek Anadolu’nun.
Herkesin bildiği ama sustuğu, herkesin ortağı olduğu ama kimsenin
sahiplenmediği bir katliam.
15 kurbanı olacak bu katliamın. Yıllar geçecek üstünden,
herkesin hakkında sustuğu, faali “meçhul” olan bu katliam konuşulur olacak.
Katliamı kimin planladığına, Samsun’dan Trabzon’a kadar tüm limanların kahyası
olan ve komünistleri bizzat katleden çetenin lideri Yahya’nın kimin adamı
olduğuna ilişkin tartışmalar yapılacak. Elbette bazı şeyler zamanla ortaya
çıkacak: “TKP’lilerin katledilmesinin birinci dereceden sorumlusu sayılan
kayıkçılar kahyası Yahya’nın oğlu Osman Kahya, Mete Tunçay’a yazdığı 15.12.1967
tarihli mektupta, babasının o zamanlar vatani bir görev yaptığından bahsetmiş
ve ‘asıl katilin bugün tapılan biri’ olduğunu belirtmiştir.”
[2]
Kendisine verilen “vatani görevi” “kusursuzca” yerine
getiren Kahya Yahya, benzeri bir “vatani görev” aşkıyla hareket eden Topal
Osman’ın adamları tarafından 3 Temmuz 1922’de öldürülür.
Bu katliamın sorumluları arasında Kazım Karabekir’in de
adı sıkça geçmektedir. Bölgede TKP heyetine karşı gerçekleştirilen provakatif
eylemleri bilinçli olarak engellemediği, gerekli koruma önlemlerini almayarak
TKP’lilerin katliamına yol açtığına ilişkin kuvvetli iddialar bulunmaktadır.
Ancak en önemli belgelerden biri Mustafa Kemal’in 22 Ocak
1921’de Meclis’te yaptığı konuşmadır: “İşte bu serseriler, Türkiye
Komünist Fırkası diye bir fırka teşkil etmişlerdir ve bu fırkayı teşkil
edenlerin başında da Mustafa Suphi ve emsali bulunmaktadır. Bunlar kendilerine
para veren, kendilerini himaye eden ve bunlara ehemmiyet atfeden Moskova’daki
prensip sahiplerine yaranmak için birtakım teşebbüsatı serseriyanede
bulunmuşlardır. Bu suretle memleketimize, milletimize hariçten komünizm
cereyanı sokulmaya başlanmıştır…” [3]
Bütün bu yaşananların yanında en trajik olanı ise
SSCB’nin tavrıdır. Katliamın ardından Ankara hükümetinden Mustafa Suphi’lerin
akibetini soran SSCB, TKP’lilerin bir deniz kazası sonucu yaşamlarını
yitirdiklerine ilişkin yapılan açıklamayı yeterli bulmuş ve 16 Mart 1921’de
Ankara hükümeti ile “dostluk” antlaşması imzalamıştır.
Velhasıl, Trabzon’nun iki mil açıklarında gerçekleşen ve
uzun süre herkesin üç maymunu oynadığı bu katliam yıllar sonra açıkça konuşulur
olacaktır. Ama bir istisna ile…
Maria…
Odessalı bir Rus kadınıdır Maria. 1905 devrimine katılmış
1917’de aktif rol üstlenmiştir. Mustafa Suphi ile tanıştıktan sonra TKP’ye
katılmış ve TKP heyetiyle birlikte Türkiye’ye giriş yapmış enternasyonalist bir
devrimcidir Maria. Eşi Mustafa Suphi ve 13 yoldaşının katliamına bizzat tanık
olmuştur.
O gün öldürülmemiştir Maria. Kahya Yahya tarafından ilk
önce seks kölesi haline getirilmiş sonra bölgenin zenginlerinden Nemlizade
Ragıp Bey’e satılmıştır. Bir süre sonra Maria’yı Namlizade’den geri alan Yahya
onu Rizeli kabadayılara “armağan” etmiştir.
İki tevatür var Maria’nın akıbetiyle ilgili: Biri Rizeli
kabadayıların aleminde canına kıyıldığına, diğeri ise ileri yaşlara kadar
yaşayıp sokaklarda öldüğüne ilişkin. Hangisi doğru bilmiyoruz. Zaten
bildiklerimizi de çok eski tarihlerde değil, yeni öğrendik.
Unuttuk biz Maria’yı!
Adorno “kurbanı unutmak onu tekrar kurban etmektir”
diyor. Biz tekrar tekrar tekrar kurban ettik Maria’yı!
Duymadık onu!
Ne Odessa kıyılarında -rüzgar
savururken saçlarını- göğe yükselen kahkahalarını ne 917’de işçi kadınlarla
haykırdığı sloganları ne Mustafa ile ilk karşılaştığında titreyen sesini ne de
Yahya’nın onu hapsettiği zamanki haykırışlarını.
Duymadık onu!
Oysa Maria, bahar yağmuru gibi ılık ve taze bir uyanışın
yanında saf tutmak için bizimleydi. Hürriyete, adalete olan açlığımızın
kardeşiydi. Dilini, dinini, cinsiyetini inkar ederek bizimleydi.
Duymadık onu!
Karadeniz’in bereketli sularında 14 yoldaşını -yanı
başındaki omuzları bile halen dokunabilecek gibi elle- öldürdüler gözlerinin
önünde, katillerinin kurtuluşuna hayatlarını adamış, Karadeniz eşitliğin,
emeğin denizi olsun diye yola çıkan 14 komünisti. Birlikte dövüştüğü
kardeşlerini yanından kopardılar. Sevgilisini kucağından…
Duymadık onu!
“Unutmak iyileşmektir” der Nietzsche. İyileşmeyelim!
Bırakalım utanç bir yara izi gibi asılı kalsın yüzümüzde. Gizlemeye, mazeret
üretmeye çalışmayalım. “Ama”ların sefil dünyasından uzak duralım. Bir bayrak
gibi dalgalansın ihanetimiz. Bütün benliğimizle doya doya utanalım.
Affet bizi Maria…
H. Cengiz Gültekin – Sendika.Org
[1] Mete Tunçay, Eski Sol Üzerine Yeni Bilgiler
[2] Sadık Varer, Maria Yoldaş…
[3] Sadık Varer, Maria Yoldaş…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder