Nâzım Hikmet 17
Ocak 1902'de Selanik'te doğdu. Doğduğu esnada Babası Hikmet Bey,
Selanik’te Hariciye Nezareti’nde memur idi.
Ailesi ve
seceresi
Nazım Hikmet'in
babası Hikmet Bey, Galatarasay Lisesi (Mekteb-i Sultani) den mezun olmuş,
önceleri ticaretle uğraşmış daha sonra da Dışişleri'nde çalışmış Matbuat Umum
müdürlüğü ve Hamburg konsolosluğu yapmış bir devlet adamıydı.
Annesi Celile
Hanım ise eğitimci Hasan Enver Paşa'nın kızıdır. Hasan Enver Paşa, Polonya'dan
1848 ‘de Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden, Osmanlı vatandaşı olunca Mustafa
Celalettin Paşa adını alan Konstantin Borzecki'nin oğludur. Mustafa Celaleddin
Paşa subay olarak görev yapmış ve Türk tarihi üzerine önemli bir eser olan 'Les
Turcs anciens et modernes' (Eski ve yeni Türkler) kitabını yazmıştır. Celile
Hanım'ın annesi ise Alman kökenli Osmanlı generali Mehmet Ali Paşa'nın (Karl
Detroit) kızı olan Leyla Hanım'dır. Celile Hanım'ın kız kardeşi Münevver Hanım,
şair Oktay Rifat'ın annesidir. Bu yüzden Nâzım Hikmet
ile Oktay Rıfat teyze çocuklarıdır. Annesi Celile Hanım, iyi bir eğitim görmüş
piyano çalmayı, Fransızcayı ve resim yapmayı iyi bilen bir
kadındır. Nâzım ailenin dört çocuğundan biridir. Diğer kardeşleri ise
Samiye, Piraye ve Seyda’dır. Kardeşi İbrahim Ali, kuşpalazından hayatını
kaybetmiştir.
Tahsil hayatı ve deniz subaylığı dönemi
Tahsil hayatı ve deniz subaylığı dönemi
Baba tarafından
Dedesi Nâzım Paşa Selanik, Diyarbakır, Halep, Konya ve Sivas valilikleri yapmış
olan şair ruhlu bir Osmanlı Paşasıdır. Nâzım Hikmet’in babası memuriyetten
ayrılıp ve ailece Halep' te vali olan, Nâzım’ın dedesinin yanın da ticaret
yapmaya gider. Orada yeni bir iş ve hayat kurmaya çalışır ama başarısız olunca
İstanbul'a gelir. Hikmet Bey'in İstanbul'daki iş kurma denemeleri de
iflasla sonuçlanır. Bu yüzden iyi düzeyde Fransızca bildiğinden hiç
sevemediği halde memuriyet hayatına dönmek zorunda kalmıştır.
Nazım Hikmet
şiir dedesi Nâzım Bey’in telkinleri ile sevmiştir. Mehmet Nâzım Paşa Mevlevi
tarikatına bağlı ve Mithat Paşa'nın yakın arkadaşlarından bir devlet adamıdır.
Nazım Hikmet ilkokul ikinci, üçüncü sınıfta iken Paşa dedesinin yanında
Halep’te kalmıştır.
İlköğrenimini İstanbul'da
Göztepe Taşmektep, Galatasaray Lisesi ilk bölümü (1914), Nişantaşı Numune
Mektebi'nde tamamlamıştı. Mekteb-i Sultani'nin orta bölümünde okurken yakın ve
kader arkadaşı olan Vala Nureddin ile tanışmıştı.
İlk şiiri
olan Feryad-ı Vatanı 3 Temmuz 1913'te Göztepe Taşmektep’te ortaokuluna bile
daha başlamadan yazıp yayımlamıştı. Bu şiiri yazdığında henüz 12 yaşındaydı. "Bir
Bahriyelinin Ağzından" adlı bu Şiirini bir aile meclisinde Bahriye
Nazırı Cemal Paşa'nın huzurunda okur. Bahriye Nazırı Cemal Paşa' annesi Celile
Hanım ve babası Hikmet Bey’e “Bu çocuğu deniz harp okuluna yollayın “der.
Bu öğüdün üzerine Heybeliada Bahriye Mektebi'ne kaydedilir.
Deniz Harp
Okulu’na "Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Şahâne” de öğrenci iken Lisedeki
hocaları arasında: Yahya Kemal, Ahmet Hamdi(Akseki), İbrahim Aşki
Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi meşhur isimler öğretmenlik yapıyordu. Kimi
kaynaklara göre Nazım Hikmet kendi evlerinde Yahya Kemal’den özel dersler de
almıştır.
Annesi Celile
Hanım, 1917’de babası Hikmet Bey’den ayrılmıştı. Annesi ünlü şair Yahya
Kemal ile büyük bir aşk yaşamaya başlamıştı. İşte tam bu sıralarda Yahya
Kemal, evlerine geliyor Nazım Hikmet’e özel ders veriyordu. Çünkü Celile Hanım
da Nazım’ın şair olmasını istiyor, üstelik Yahya Kemal’i de seviyordu. Ancak bu
ilişki Nazım tarafından da fark edilmiş hocası Yahya Kemal’in cebine bir pusula
bırakmıştı. “ Hocam olarak geldiğin bu evden babam olarak çıkamazsın”
Celile Hanım ile Yahya Kemal’in aşkını belki de bu pusula bozmuş oldu. Yahya
Kemal bir daha eve gelmedi. Celile Hanım’ da biten aşkın sonrasında bir süre
Paris’e gitti. Deniz Harp Okulu arşivlerinde Mehmet Nazım, okula kayıt
anında; 45 kg ağırlığında, 1.56 m boyunda, sarı saçlı, yüzünde çiller olan,
koyu mavi gözlü, beyaz tenli bir çocuk olarak kaydedilmiştir.
Milli Mücadele yılları ve Rusya’ya gidiş süreci
Milli Mücadele yılları ve Rusya’ya gidiş süreci
(1918). Nâzım
Hikmet Bahriye'yi bitirdikten sonra Hamidiye Kruvazörü'ne stajyer güverte
subayı olarak verilmiş, bir gece nöbetinde üşütüp zatülcemp olmuştur. (1919)
Kaynakların ifadesine göre bu hasatlık uzun sürer. Bu yıllarda İstanbul işgal
edilmiş Anadolu’da Kurtuluş Savaşı başlamıştır. Kaynaklar onun deniz
subaylığından atılması hakkında çelişkili bilgiler sunmaktadır. Kimi kaynaklara
göre sağlığını kazanamayınca askerlikten çürüğe çıkarılmıştır (1920). Fakat
kimi kaynaklara göre ordudan atılmasının temel sebebi zatülcemb hastalığı değil
sık sık disiplin suçu işlemesi “aşırıya kaçan halleri bulunduğundan “ ordudan
işliğinin kesildiği şeklindedir. Sebep ne olursa olsun 17 Mayıs 1921’de
ordudan ilişiği kesilmiş, dönemin okul gemisi Hamidiye Gemisi Güverte
Stajyer Subaylığı görevinden atılmıştır.
Kaynaklaraskerlikten ayrıldıktan sonra, ailesinden habersiz olarak İstanbul’un işgaline üzüldüğünden dolayı ve Milli Mücadele'ye katılmak için Anadolu’ya geçmiş olduğunu yazar. 1 Ocak 1921'de Anadolu’daki Milli Mücadele için silah ve cephane kaçıran gizli bir örgütün yardımıyla Faruk Nafiz, Yusuf Ziya Ortaç, Nâzım Hikmet ile Vala Nureddin, Sirkeci'den kalkan Yeni Dünya vapuruna gizlice binerek İnebolu'ya ulaşırlar. Ankara'ya geçebilmek için beş altı gün, izin ve yol parası beklemişler, o sırada Almanya’dan gelen sosyalist öğrenciler ile tanışmışlardır. Kaynaklara göre ilk kez bu öğrenciler sayesinde Sosyalizm ile tanışır. Birlikte gelen dört şairden yalnızca Nazım Hikmet ile Vala Nureddin’e Ankara’ya gitmek için izin çıkar. İki arkadaş Ankara’ya gelerek verilen ilk görevleri olan İstanbul gençliğini milli mücadeleye çağıran bir şiir yazarlar. Bu şiir Milli eğitim tarafından on bin adet basılıp dağıtılmış fakat öğrenciler Ankara’ya gelecek olsalar nasıl görevlendirileceği sorunları yüzünden tartışımalar yaşanmıştı. Kimi kaynaklara göre Vala Nureddin ile Nazım Hikmet Mustafa Kemal Paşa ile de görüşmüşlerdi.
Her iki arkadaş
Ankara Hükümetinin ataması ile Bolu Lisesi'ne öğretmen olarak yollanırlar. İki
ahbap kısa bir süre Bolu’da öğretmenlik yapmıştır. (1921) İki şair
arkadaş Rus Devrimi ile yakından ilgilenmektedir. Bir süre sonra Bolu’dan
ayrılarak Moskova’ya gitmeye karar verdiler. 30 Eylül 1921’e Batum’ a
ulaşırlar. Esasında Vala Nureddin ile Nâzım Hikmet’i Rusya’ya sevk eden amiller
yeterince açık değildir. İnegöl’de bekledikleri sırada tanıştıkları Sosyalist
öğrencilerin telkinlerinin Rusya’ya gitmeleri için ne derece etkili olabileceği
tartışmalı bir konudur. Rusya’ya gitme kararı Bolu’da alındığına göre bu
sebeplerin Bolu’da şekillendiği ortadadır.
Rusya yılları
Batum’a ulaşan Nâzım
Hikmet ve Vala Nureddin Moskova’ya giderek Doğu Emekçileri Komünist
Üniversitesi'ne (KUTV) yazıldılar. Nâzım Hikmet, Doğu Emekçileri Komünist
Üniversitesi’nde siyasal bilimler ve iktisat okudu. Henüz yapılanmakta olan
devrime tanık oldu ve komünizm ile tanıştı. (1922-1924). 1924'te Moskova'da
yayınlanan ilk şiir kitabı 28 Kanunisani sahnelendi. Rus fütüristleri
ve konstrüktivistlerinin etkisi altındaki ilk serbest şiirleri ve basamaklı
dizeleri bu yıllarda yazdı; bazılarını İstanbul'da çıkan Aydınlık dergisinde
yayımladı.
“Bu arada ilk
eşi Nüzhet Hanım'la kısa süren bir evlilik yaptı. 1924 Ekiminde gizlice
Türkiye'ye girdi, Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası'nın yayın organları
Orak-Çekiç gazetesi ile Aydınlık dergisinde çalışmaya başladı. 1 Ocak 1925'te
Dr. Şefik Hüsnü'nün Beşiktaş'taki evinde toplanan Türkiye Komünist Partisi
(TKP) II. Kongresi'ne katıldı, TKP Merkez Komitesi üyeliğine seçildi.
Komünistlerin tutuklanmaya başlamaları üzerine Haziran 1925'te yeniden
Moskova'ya gitti.”
Yurda
dönüşünden sonra Aydınlık dergisine katılmış, burada çıkan şiirlerinden ötürü
hakkında "gıyaben" mahkûmiyet kararı verilmişti On beş yıl içerde
kalmaktan korkan şair yeniden Rusya'ya geçti. 1925. 1926'da diş hekimi Yelena
Yurçenko ile ikinci evliliğini yaptı. Dr. Yelena Yurçenko, Odessa'da vize
beklerken 1929'da salgın bir hastalığa yakalanarak öldü.1928'de Bakû'da ilk
şiir kitabı Güneşi İçenlerin Türküsü'nü yayımladı.
928’de
çıkan Af Kanunundan yararlanmak için Türkiye'ye döndü ve bir süre Hopa
cezaevinde tutuklu kalmış oldu. (1928)
Nâzım Hikmet daha sonra İstanbula yerleşmiş, Vâlâ Nurettin'in aracılığıyla çeşitli gazete ve dergilerle film stüdyolarında çalışmış, Muhsin Ertuğrul için birçok filmin senaryosunu yazmıştı. Cici Berber", "Fena Yol", "Karım Beni Aldatırsa", “Naşit Dolandırıcı”, “Söz Bir Allah Bir”, “Aysel Bataklı Damın Kızı”, “Leblebici Horhor Ağa”, “Milyon Avcıları.” Şiir kitaplarını çıkarıyor ve Oyunlarını yazıyordu.(1928-1932). Bir Ölü Evi, Unutulan Adam adlı oyunları Şehir Tiyatrosu'nda sahnelendi. 1935'te bir süredir birlikte olduğu Piraye Altınoğlu ile evlendi. Fakat TKP ile ilişkilerinden ve yazılarından dolayı sürekli mahkemelik oluyor, kimi davaları aflardan dolayı düşüyor veya ona dokunulmuyordu. Aralık 1936'da 13 kişiyle birlikte tutuklanarak komünistlik suçlamasıyla yargılandı.
Bir ara yine
tutuklanmış, Cumhuriyet'in 10. yılı dolayısıyla çıkarılan af yasası ile yine
özgülüğüne kavuşmuştu. Akşam Son Posta, Tan gazetelerinde Orhan Selim takma
adıyla fıkra yazarlığı ve başyazarlık yapıyordu. (1933)
Bu defa Resimli
Ay dergisinde çalışmaya başladı. Kara Harp Okulu öğrencileri arasında
propaganda yaptığı, askeri ayaklanma hazırladığı, iddiasıyla yargılanmış, Harp
Okulu Askeri Mahkemesi'nce 15 yıl, ardından Donanma içinde faaliyette bulunduğu
iddiasıyla da Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nce 20 yıl olmak üzere
toplam 35 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Cezası
28 yıl dört aya indirilmişti. (1938) Hapse giren Nazım Hikmet 12 sene boyunca
hapis yattı. Ankara, Çankırı ve1940'ta Bursa Cezaevi'nde 1950 Temmuzuna
kadar süren yılları boyuncu şiir ve oyun yazmayı sürdürdü.
Demokrat
Parti'nin iktidara gelmesinden sonra af yasası (1950) kapsamına alınması için
bir kampanya başlatıldı. Sonunda geri kalan cezası affedildi. Hapishanede âşık
olduğu Münevver Andaç'la birlikte annesinin Cevizlik'teki evinin bir katına
yerleşti. İpek Film Stüdyosu'nda dublaj yönetmeni olarak çalışıyor, senaryolar
yazıyordu. 23 Mart 1951'de eşi Piraye'den boşandı. 26 Mart 1951'de Münevver
Andaç'tan oğlu Memet dünyaya geldi. Serbest bırakıldıktan sonra iş bulamayan,
kitap çıkaramayan hakkında askerlik kararı alınan ŞAİR öldürülmek
korkusunu da duymaya başlamıştı. Kız kardeşinin kocası Refik Erduran'ın
yardımıyla Romanya bandıralı bir gemiye binerek Türkiye'den kaçtı.
1950 yılında
Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği'ne gitti. Bunun üzerine 25 Temmuz
1951 tarihinde Bakanlar Kurulunca Türkiye vatandaşlığından çıkarıldı. Nazım
Hikmet’in Türkiye’den kaçtıktan sonraki yaşamı tam olarak aydınlatılabilmiş
değildir. Mültecilik yılları boyunca birçok uluslararası toplantıya katılmış,
Doğu Avrupa ülkelerinin yanı sıra Roma, Berlin, Paris, Viyana, Havana, Pekin ve
Tanganika'ya gitmişti. Türk vatandaşlığından çıkartıldığı için kendine bir
vatan arayan şair anne tarafından büyük Polonya asıllı büyük dedesi olan Mustafa Celaleddin Paşa (Konstantin Borzecki)'nın memleketi olan Polonya
vatandaşlığına geçerek Borzecki soyadını aldı. Nâzım Hikmet'in Türk
vatandaşlığından çıkarılmasıyla ilgili Bakanlar Kurulu kararının iptali
edilerek Nâzım Hikmet'in Türk vatandaşlığı iade edildi.
Şairin tüm
eserleri Asım Bezirci 8 cilt halinde topladı (1975-1980)
Takma adları
Asıl adı Mehmet
Nâzım Ran. Orhan Selim, Adsız Yazıcı, Ahmet Cevat, Ahmet Oğuz Saruhan, Ben,
Bendeniz, Ercüment Er, Fıkracı, İbrahim Sabri, İhsan Koza, İmzasız Adam,
Kartal, H. İhsan, Mazhar Lütfi, Mümtaz Osman, Osman Cemal, Sarı Murat, Süleyman
Sabur Ran takma adlarını da kullandı
Nâzım Hikmet’in edebi
kişiliği
Nâzım
Hikmet, "Hece ölçüsü" ile yazdığı ilk şiirlerini Yeni
Mecmua, İnci, Ümit ve Celal Sahir (Erozan)'ın çıkardığı Birinci Kitap, İkinci
Kitap vb. dergilerinde yayımlamıştır. "Bir Dakika" adlı şiiriyle
Alemdar gazetesinin açtığı yarışmada birincilik kazanmış,(1920). Daha sonra
Aydınlık, Resimli Ay, Hareket, Resimli Herşey, Her Ay gibi dergilerde yazan
Nâzım Hikmet cezaevine girdikten sonra yıllarca yayın yapamamıştır. Ancak,
1940'lı yıllarda, Yeni, Edebîyat Ses, Gün, Yürüyüş, Yığın, Baştan, Barış gibi
toplumcu dergilerde İbrahim Sabri, Mazhar Lütfi takma adlarıyla ya da imzasız
olarak bazı şiirleri çıkmıştır. Kuvâyı Milliye Destanı İzmir'de Havadis
gazetesinde tefrika edilmiştir (1949). Uzun bir müddet şiirleri ve serleri
yasaklı kapsamın alınmış TC vatandaşlığından da çıkartılmıştır. Bu yasak
ilk önce Yön dergisi tarafından delinmiş (1965) Nâzım Hikmet'i yeniden
okurlara ulaştırılmıştır.
Şiir
kitaplarının basıldığı dönemlerde yayımladığı şiirleri biçim ve içerik
özellikleriyle geleneksel Türk şiir anlayışından farklı yazılmış, şiirlerdir.
Bu şiirler Orhan Veli ve arkadaşlarından önce Serbest Şiirin edebiyatımızdaki
ilk örnekleridir. Bu vezinsiz, serbest şiirlerde dizeler, hatta sözcükler
kırılarak merdiven basamakları biçiminde sıralanıyor, keskin uyaklar, iç
uyaklar kullanılıyor, yeni konu ve sözcüklerle içerik zenginleştiriliyordu. Bu
şiirler, içerik, biçim, dize sıralaması ve anlayışı, konu temalar ve yaklaşım
olarak Rus şairlerinin ve batılı serbest şiirlerinin şiirlerine
benziyordu. 1940'a kadar yazdığı şiirleri şairin ilk dönemi kabul edilen
şiirleridir.
Simavne Kadısı
Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı ile Nâzım Hikmet'in şiirinde yeni bir dönem
başlamış oluyordu. "Burada şekil bakımından, halk vezni unsurları,
divan edebiyatı unsurları bence azami haddinde kullanılmıştır. Diğer taraftan
bu kitap, şekil bakımından, o zamana kadar elde edebildiğim bütün şekil
imkânlarının bir muhasebesiydi." Bu
şiir kitabı ile geleneksel şiir ile batı tarzı şiirinin özellikleri birleşmiş
oluyor, Nâzım Hikmet, geleneksel şiirimizden istifade eden yenilikçi bir şair
görünümü veriyordu.
Son dönem
şiirleri ise 1950 den sonraki şiirleridir. Bu yıllarda yazdığı şiirlerinde
üslubu yumuşamış, yurt özlemini, barışa, gelecek güzel günlere olan inancını,
aşkı, umudu, umutsuzluğu, ölümü, "insana özgü olan her şeyi" konu
almaya başlamıştı.
Nâzım Hikmet
kimilerine göre sadece siyasi konuları işleyen şair olamayan birisi, kimilerine
göre âlemin en iyi şairi olarak kabul edildi. Gerçek olan bir şey varsa
şiir sanatı ve edebi kimliği akademisyenler tarafından yeterince analiz edilip
ortaya dökülmedi. Hakkında yapılan değerlendirmeler sağ veya sol görüşler
açısından öznel değerlendirmeler olarak kaldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder