Giriş
Aslında Türkiye devrimci hareketinin uzak ya da yakın tarihine ayna tuttuğumuzda göreceğiz ki güç olma iyi niyetiyle başlayan ama ilkeler ve Türkiye devrimin temel sorunları ve ML ilkler, örgütsel pratik çalışmanın yaratmış olduğu güven ilişkileri zemininde gerçekleştirilememiş örgütsel birlikler daha güçlü bölünme ve parçalanmanın yolunu döşemiştir.
Aslında Türkiye devrimci hareketinin uzak ya da yakın tarihine ayna tuttuğumuzda göreceğiz ki güç olma iyi niyetiyle başlayan ama ilkeler ve Türkiye devrimin temel sorunları ve ML ilkler, örgütsel pratik çalışmanın yaratmış olduğu güven ilişkileri zemininde gerçekleştirilememiş örgütsel birlikler daha güçlü bölünme ve parçalanmanın yolunu döşemiştir.
Biz bu yazımızda daha çok devrimci saflar içinde gördüğümüz akımların
gelişim çizgileri ve gerçekleşen örgütsel-pratik birlikleri üzerinde durmaya
çalışacağız.
İdeolojik, teorik, örgütsel ilkeler temelinde birlikle eylem ve güç birliği bir birine karıştırılmamalıdır
İdeolojik, teorik, örgütsel ilkeler temelinde birlikle eylem ve güç birliği bir birine karıştırılmamalıdır
Sarayın önderliğinde faşist dinci diktatörlüğün işçi sınıfına, emekçi halka
ve Kürt Ulusal Hareket’e yönelttiği çok yönlü ekonomik -sosyal ve politik
saldırılarının yoğunlaştığı ve buna karşılık işçi sınıfının hem önemli ölçüde
örgütsüz ve dağınık ve hem de başına çöreklenmiş olan sendika ağalığının
egemenliği nedeniyle, grev, direniş vb. eylemlerde istenilen çıkışın
yaşanamadığı, Kürt Ulusal Hareketi’ni her şeye rağmen direnmeyi sürdürdüğü,
şehir küçük burjuvazisinin hoşnutsuzluk ve öfkesinin arttığı ve sendikal
özgürlük talebinin öne çıktığı, küçük üreticilerin "taban fiyatlara"
karşı tepkisini dışa vurmaya çalıştığı günümüz koşullarında; bunlara bu
yükselişin daha çok kendiliğindenciliğin damgasını taşıdığı, kitlelerin büyük
oranda örgütsüz olduğu ve var olan kitle örgütlerinin altının oyularak güçten düşürüldüğü,
korku duvarının aşılarak yeni bir yükseliş döneminin ön gününde olan işçi
sınıfı ve emekçi sınıflar hareketinin birleştirilmesi ve bu birliğin kapsamının
proletaryanın azami hedefine bağlı olarak asgari hedeflerine doğru genişletilmesinin,
buna hizmet etmek üzere kitleleri harekete geçirebilme potansiyeli taşıyan
politik yoğunlukların birleştirilmesinin önemi devrimci ve komünistler
açısından daha anlaşılır bir hal alır.
12 Eylül darbesiyle gelen yenilginin ardından, özellikle '80'li yılların ikinci yansından başlayarak ardı arkası kesilmeyen, akademik bir tartışma düzeyine "yükselen" "örgüt-parti birlik" tartışmaları "sol" hareketin, üzerinde en çok konuşulan konusu haline geldi.
12 Eylül darbesiyle gelen yenilginin ardından, özellikle '80'li yılların ikinci yansından başlayarak ardı arkası kesilmeyen, akademik bir tartışma düzeyine "yükselen" "örgüt-parti birlik" tartışmaları "sol" hareketin, üzerinde en çok konuşulan konusu haline geldi.
Geçmişten bu yana yaşanan süreçlere bakıldığında hemen herkes en keskin
"birlikçi". Aydınlıkçılardan TBKP'ye, Dev-Yol’dan, KSD'ye kadar
uzanan revizyonist-reformist orta yolcu akımlar "birlik"
çığırtkanlığını bir aksesuar olarak vitrinlerinden eksik etmediler. Devrimci
hareketin politik gelişmelere etkin müdahalede bulunduğu dönemde dibe çökmüş
tortular özellikle Sovyet revizyonizmin çöküş sürecinde yenilginin bulanık
ortamının da etkisiyle legal alanda birlik bayrağına sarıldılar. Nitekim '80
öncesinde revizyonizmle devrimci-demokrasi arasında yalpalayan bazı
yoğunlukların Dev-Yol, KDS. vb. revizyonizme ve Troçkizm’e sıcak bakışları ve
bunun etkisiyle "birlikçiler" arasında görünmeleri bir başka gerçek.
İşçi sınıfı ve halk kesimlerinin birliğe gerçekten ihtiyaç duydukları bu
dönemde "birliğin" bu kadar yaygın tartışılması, ülkemizin gerçek
Marksistleri ve devrimcileri tarafından sevindirici bir gelişme olarak
değerlendirilemedi.
Çünkü bu "birlikçilik" arayışı devrimci-demokrasi güçlerinin,
işçi sınıfı ve emekçi yığınların gerçek birlik özlemlerini yansıtmıyordu.
Tersine, '80 öncesi hareketin her yönüyle mahkûmiyeti, güçsüzlüğün bir ifadesi
olarak, yenilginin sınıf ve örgüt dışına düşürdüğü unsurların, kitlelerden ve
onların taleplerinden tümüyle kopmuş tasfiyeciliğin üzerinde yükselip vücut
buluyordu. İlkesiz legalist, düzen içi demokrasi savunucusu her kesimden
unsurları bir partide birleştirmeye çalışan bu türden platformlar, en ileri
hali olarak ÖDP şemsiyesi altında buluşmak oldu.
Ne ki büyük iddia ve gürültüyle kurulan ve ardından fare bile doğuramayan
ÖDP kısa bir zaman içinde hızla dağıldı ve ÖDP şemsiyesi altında toplanan
KSD'den Troçkistlere, eski gruplar ÖDP’yi terk ederek büyük milyon biçilen
Aşkın ve devrimin partisi yalınızca Dev-Yol'un Müftüoğlu'nun başını çektiği
kesime kaldı.
Kanatları ve sesleri çok olan, fakat içinde devrimcilik adına bir şey
bulunmayan bu legalist birlik girişimlerinin başarısız olması, illegal temelde
devrim için yola çıkmış başka örgütlerin birlik arayışlarının önüne set
oluşturmadı.1992 yılında TKP-ML Konferansçılar, TKP-ML, DABK, (1991-92) Ekim, Kurtuluş
Hareketi, Devrimci Kanat, bir grup TKİH'li, (1994) TKP-ML Hareketi, TKİH,
(2016) TDP, SDP (Devrimci Karargah-Devrimci Kıvılcım) örgüt ve parti birliği
süreçleri yaşanmış.
İşin ilginç olanı bu gruplar arası yapılan ve kamuoyuna büyük sözlerle
deklare edilen parti-örgüt birliklerinin ilkeler ve mücadele içinde kazanılmış
güven ilişkileri temelinde gerçekleşmediği için hüsranla sonuçlanmıştır.
Aslında bu örgütler arası yapılan birlikler, ideolojik-politik ve örgütsel zemin
üzerinde sağlanamadığından, esasta güç olalım da nasıl olursa olsun
pragmatizmin egemenliği ve oportünist uzlaşmacılık temelinde ilan edilen
birlikler, mücadelenin sert kayasına çarpınca tuzla buz olmuştur.
Yine bu birliklerde parti birliği -ideolojik-teorik ve örgütsel ilkler
temelindeki birlik- ile eylem ve güç birliği ile bir birine karıştırılmıştır.
Bu akımlar uzun süreli eylem ve güç birliği içinde bir araya gelerek,
ayrılıkları ve ortak yanlarını açığa çıkarıp, ortak çalışma ve güven ilişkilerini
mücadelenin sıcaklığı içinde yakalanması yolu tutulmamıştır. Örneğin TKP-ML
Konferansçı’larla TKP-ML, DABK arasında isten zorlamayla gerçekleşen birlikte birçok
konuda ortada duran farklıların üzeri atlanmış ve birlik olsun da nasıl olursa
olsun yaklaşımı 1994 yılında daha büyük parçalanmanın yolunu döşemiştir.
Bu aynı durum Ekimin kuruluşu ve gelişimi sürecinde de yaşanmıştır. Ekim
1987 yılında ayrı örgüt olarak ortaya çıktığında Önce TDKP Leninist Kanat
adıyla ortaya çıktılar. Ardından TKİH'ten kopan başını A. Azad'ın çektiği bir
grup TKİH’li sürece katılarak Ekim adıyla yola devam ettiler.
Leninist Kanat adıyla TDKP'de kopanlar ilk ayrılık döneminde , sosyalist
devrim görüşünü savunmuyorlardı. Ama Türkiye'nin ekonomik-sosyal ve politik
tarihine dair ciddiye alınabilecek bir araştırma inceleme yapmadan, çok kısa
zaman içinde Türkiye devriminin ilk adımının sosyalist devrim karakterinde
olduğu sonucuna gitmeleri Ekimcilerin ciddiyetini ortaya koyuyordu. TDKP'de ve
TKİH'ten kopanların oluşturduğu Ekim örgütüne daha sonrada değişik akımlardan
kopmuş ve arayış içinde olanların katıldığını görüyoruz. Bir birlerini mücadele
içinde yeterince tanımayan ve uzun yılların ideolojik-politik ve kültürel
farklılıkları içinde gelen ve belli bir kalıba dökülmüş olanların, söylemden
çıkıp eylem hattına girmeler yüzeyde aynı ama özde aynı olmayan yırtma
yapıştırma bir araya gelmiş olanların ideolojik birliklerinin gerçekçi olmadığı
açığa çıkmış ve bu kesimler arasında süren tartışmalar ve pratik mücadelenin
dayatması Ekim örgütünün 192 yılında bölünmesine neden olmuştur.
Daha önceden Ekim örgütünün kurucularından olan MK üyesi A. Azad Ekim’den
kopmuş. Yine önderlikte yer alan bir kişi daha yollarını ayırmış. Ekim’in I. Olağan
Konferansı’nda önderliğe seçilen Nesimi ve Adil Ekime ve önderi H. Fırat'a
yönelik bir dizi eleştiri yaparak yollarını ayırarak farklı örgütler kurmaya
yönelmişlerdi. Böylece her tarlada bir kesek alarak yeni bir alaca bulaca tarla
oluşturma çabası Ekim örgütünde bölünme ve parçalanmayla sonlanmıştı.
Bu aynı durum MLKP'nin kuruluş sürecinden de yaşanmıştır. Kitle çizgisinde
parti sorununa, Kürdistan'ın statüsünde ve Kürdistan’da gerilla mücadelesine,
örgüt içi sosyalist demokraside önderlik anlayışına vb. kadar uzanan birçok
konuda ideolojik-teorik ve örgütsel ilkelerde birlik sağlanamaması nedeniyle 1995'de KP-İÖ yollarını ayırmış, ardında keskin birlikçi olan ve MLKP'nin
önderliğinde yer alan Garbis Altınoğlu 2000 yılında kendi ideolojik-politik
eğilimlerini geliştirerek, “MLKP çürümüş” açıklamasıyla kopuşunu ilan ederken,
2007 yılında MLKP önderliğinde yer TKİH kökenlilerin başını çektiği gerçek “MLKP
biziz” açıklamasıyla MLKP Yeniden Kuruluş Hareket (YKH) kuruluşunu ilan
ediyordu.
Demek ki MLKP ideolojik-teorik ve örgütsel ilkeler zemini üzerinde
kurulmamış ve bir koalisyon hali söz konusuydu. Bu oportünist koalisyon süreç
içinde parçalandı ve her eğilim kendi doğrultusunda ilerleyerek, MLKP ile
yolları ayırmak zorunda kaldı.
Yukarıda kısaca özetlemiş olduğumuz birlik girişimleri devrimci mücadeleyi
ileriye taşıma bir yana, daha büyük parçalanma ve bölünmelere neden olmuş ve
devrimci harekette güven ilişkilerini darbelenmiştir. İdeolojik-politik
olgunluk bir yana işçi ve emekçi yığın hareketinde izole yaşayan devrimci
akımların ilkler ve mücadele içinde kazanılmış güven ilişkilerine dayanmayan
hatta doğru düzgün bir birini tanımayan birlik girişimleri sonuçta ortak
çalışma düşmana karşı birlikte yumruk vurma eğilimini de geriye itmiştir.
İşçi sınıfını kurtuluşa taşıyacak komünist partisi, beş benzemesin bir
araya gelmesi yada pragmatik temelinde ilkesizlik üzerine bina edilecek örgütle
kurulamaz. Buradan olarak komünist parti, işçi sınıfının en kararlı, en fedakar
ve en girişken unsurlarını içinde birleştiren, kanatları olmayan, proletaryanın
gönüllü çelikten disiplinine sahip, Marksist-Leninist teoriyi rehber edinmiş,
Teoride proletarya diktatörlüğünü öngören, kabul eden yani proletarya
diktatörlüğüne uygun bir siyaset izleyen, pratikte (propaganda, ajitasyon ve
örgütlenme) buna uygun davranan örgüt, grup, çevre, parti vb. komünisttir. Yani
proletarya diktatörlüğünün kabulü sözde kalmamalıdır. Kimin komünist olduğu
sözde değil, eyleme göre değerlendirilmelidir. Ve bu tamamen somut bir
sorundur, dolayısıyla somut koşullar içinde ele alınmalıdır. Proletarya
diktatörlüğünü kabul ettikleri ve buna uygun davrandıkları halde -ki bu davanın
özü üzerinde birleşilmesi anlamına gelir- çeşitli düşünceler veya hatalı
değerlendirmeler, yanlış anlamalar, ya da önemli ilkesel hatalar içinde
olunabilir. Bu hata ve yetmezlikler mücadele içinde aşılarak, hem program
derinleştirecek ve hem de sınıfla bağlar sağlanacak ve hem de varsa komünist
grup ve çevrelerin örgütsel birliği sağlanarak komünist parti kurulacaktır.
Devrimci ve komünistler hem partinin kuruluş çalışmasını yürütecek ve hem
de, işçi sınıfı ve diğer emekçi yığınların proletaryanın anti-emperyalist
demokratik devrim asgari programı temelinde stratejik ittifakını ve taktik
birliğini sağlamak, buna bağlı olarak kitleleri şu ya da bu oranda harekete
geçirme potansiyeli taşıyan devrimci-demokrat siyasal yoğunluktan devrimci bir
platform temelinde birleştirme çalışmasına önderlik etmeyi hedefleyecektir.
1971-73 yenilgisi ve
devrimci harekette önderlik krizi
1970’lerde örgütsel-pratik formuna ulaşmış olan akımlar reformizme ve
revizyonizmin pasifist türüne karşı ihtilalci temelde bayrak açan Deniz Gezmiş
ve Hüseyin İnanın başını çektiği THKO, Mahir Çayan ve yoldaşlarının başını
çektiği THKP-C ve İbrahim Kaypakkaya yoldaşın başını çektiği TKP-ML Hareketi
1970-1973 döneminde kurucu düzene karşı devrimci temelde savaşım açtılar. Kuşku
yok ki bu üç örgüt içinde Kaypakkaya yoldaşın önderlik ettiği TKP-ML Hareketi,
THKO ve THKP-C’den nitelik olarak farklı ve komünist bir zeminde savaşımı ören bir konumdaydı. Sapla samanın bir birine karıştırılmaması ve
her üç örgütü de aynı devrimi çizgide ve nitelik olarak aynı kulvarda
değerlendirilmesi-Ki Kaypakkaya yoldaşın önderlik ettiği TKP-ML Hareketi,
Türkiye de buz kıran rolünü oynamıştır. Kemalist cumhuriyetle hesaplaşmaktan
Kürt ulusal soruna, Şefik Hüsnü TKP’sinin revizyonist-reformist bir akım
olduğunun açığa çıkarılarak eleştir hedefine oturtulmasında sosyal emperyalizme
tutum almaya, nasıl bir parti ve nasıl bir devrim ve sosyalizmden nasıl bir
enternasyonalist devrimciliğe kadar bir çok alanda Kaypakkaya yoldaşın önderlik
ettiği TKP-ML Hareketi’ni doğru devrimci bakış açısını ortaya koyarak, devrimci
ve komünist hareketi ilk olarak Kemalist solculuğun dışına çıkarmıştır.
1970-1973’te devrimci örgütlerin bir kaç yılla sınırlanmış mücadeleleri,
faşizmin azgın baskı ve saldırıları sonucu ağır yenilgi alarak merkezi olarak
çökertildi ve önderlikleri esas olarak imha edildi. THKO önderlerinden Deniz Gezmiş,
Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilmeleri, yine Sinan Cemgil, Alpaslan
Özdoğan ve Kadir Manga’nın Nurhak’ta katledilmeleri THKO’da önemli önderlik
boşluğu yarattı. Bu aynı durum Kızıldere de katledilen Mahir Çayan ve
yoldaşlarının katledilmesiyle THKP-C önderliksiz kaldı. Bu aynı durum 18 Mayıs
1973 yılında Diyarbakır zindanında katledilen İbrahim Kaypakkaya yoldaşın
katledilmesiyle, TKP-ML Hareketi’nde önderlik boşluğu ortaya çıktı. Her üç
örgütte de teori-stratejisi ve temel taktiklerini çizen deney ve tecrübe sahibi
öncü kadrolar faşizm tarafından katledilince, önderlikler genellikle örgüt
çizgisini özümleyememiş ve zorlu savaşımlardan geçmemiş ve yenilgi
psikolojisinde kurtulamamış acemi erlerin omuzuna kaldı.
Marksist-Leninist teori ve örgüt çizgilerinin özümlemede sorunlu olan yeni önderlikler,
daha çok katledilen devrimci ve komünist önderlerin kararlı direnişleri ve
ölümü gülerek kucaklamaları üzerinde propaganda ve ajitasyon çalışması
yürüttüler. Bir yandan sınıf savaşımının
canlanması ve artan devrimci olanaklar, öte yandan ağır yenilginin yarattığı
neden ve niçinlerin ortaya konmaması bir dönem ilkesiz ve esasta güçsüzlük
zemini üzerinde yükselen ve kısa zaman içinde dağılan örgütsel birliklerin
yolunu açtı.
TKP-ML Hareketi’nin özeleştiri
süreci yeniden toparlanma ve ayrılıklar
1974 yeniden toparlanma sürecinde değişik nedenlerden dolayı devrimci
amaçlarla bir araya gelmiş ama 12 Mart faşist saldırıları karşısında
direnemeyerek dağılma sürecini yaşayan küçük gruplar ya ideolojik yakınlık ya da
güven ilişkileri nedeniyle yeniden toparlanma sürecinde değişik akımlara
katılma tutumu içinde oldular. Örgütlerin önderlikleri örgütsel birliklerin ML
ilkeler ve program-stratejisi ve temel taktikler üzerinde gerçekleşmesini pek
önemsemediler. Kolay yoldan güç olma adına ilkesiz ve faydacı ne i-düğü belli
olmayan ve içinde daha güçlü bölünme ve parçalanmaları içinde barındıran
birlikler yaşandı. Örneğin 1974’ten sonra başını Garbis Altınoğlu’nun çektiği
grup özeleştiri yaparak TKP-ML Hareketi’ne katıldı. Ama bu katılımın ne kadar
ilkeli olduğu süreç içinde açığa çıktı. Garbis Altınoğlu dışındaki
katılımcıların tümünde süreç içinde örgütte koptular.
Demek ki bu birlik sağlıklı, güven sağlayan ve ilkeli ve program zemini
üzerinde gerçekleşmemesi nedeniyle, örgütlü savaşıma her hangi bir ivme
katmamıştı. Yine bu aynı dönemde Aydınlık, DDKO geleneğinden gelen başını Kürt
sorununa daha duyarlı olan, İbrahim Kaypakkaya yoldaşın işkencede direnişi ve
Kürt sorununa dair çözümlemelerinden etkilenen başını Haci Ahmet Kızıler’in
çektiği grup temel sorunlara dair ciddi tartışmalar yaşanmadan hareket
saflarına katıldı. Yine bir başka bölgede Kaypakkaya yoldaşın düşüncelerinden
etkilenen edebiyatçılar grubu hareket katıldı.
Ne ki değişik bölgelerde harekete katılan bu gruplar TKP-ML Hareketi’nin
ideolojik-politik ve örgütsel hattına ayak uyduramadıklarından dolayı değişik
zamanlarda farklı eğilim içinde olduklarından ve ortak ideolojik-politik
zamanda buluşamadıklarından dolayı her eğilim kendi doğrultusunda ilerleyerek
sağ yada sol oportünist rüzgâra kapılarak hareketten koptular.
KK önderliğinde 1976 yılında başlatılan hata ve zaaflarımıza karşı
mücadele, eleştiri / özeleştiri, dogmatik ayrılıkçıların başında yer
alarak, ayrılığı kışkırtan ve keskin sol
Maocu çizginin savunucusu olarak öne çıktı. Daha 1978 yılında TKP-ML, Partizan
adını alacak olan dogmatik hizbin safında yer alan ve hatta ideolojik
önderliğine soyunan H. Ahmet Kızıler ve arkadaşları PDA/Aydınlık revizyonizmin
estirmiş olduğu karşı-devrimci üçüncü dünya teorisinin anaforuna kapılarak,
1977 yılında dogmatik hiziple yollarını ayırarak Kurtuluş Yolu adlı dergi
etrafında örgütlenmeye çalıştılar. Ama
bu durumda uzun sürmedi. Karşı-devrimci üçüncü dünya teorisinin savunucu odağı
PDA/Aydınlık revizyonizmi, değişik devrimci akım saflarında kopmuş olanları
etrafında topladı. Keskin sol Maoculuktan hızla ray değiştiren A. Kızıler’in
başını çektiği Kurtuluş Yolu ve Halkın Kurtuluşundan kopan başını Osman
Bahadırın çektiği 3.dünyacı Emeğin Kurtuluş grupları ve Halkın Yolu’nun
önderliğini yapanların ezici çoğunluğu kapağı PDA/Aydınlığa attılar. Aslında
önce Türkiye’nin yakın politik tarihi, Kemalizm, Şefik Hüsnü TKP’sinin mahkum
edilmesi, Kürt ulusal sorununa tam hak eşitliği temelinde yaklaşım, proletarya
enternasyonalizmi, nasıl bir öncü parti ve nasıl bir devrim, kesintisiz devrim
ve sosyalizmin inşası vb. üçüncü dünya teorisine karşı cepheden savaş açılması.
1974-1975 yılları devrimci saflarda hem kopuş yeni arayışlara yönelme ve
hem de ilkesiz ve pragmatizm üzerinde yükselen örgütsel birlik arayışları söz
konusuydu. Bunda M-L teoriye egemen olamama ve aynı zamanda yenilgi ruh halinin
aşılamamasının önemli rolü olmuştur. İlk dönemler yenilginin nedenleri
yeterince irdelenmez ve eleştiri-özeleştiri silahını doğru olarak kullanılmaz,
sübjektif ve dogmatik düşünce tarzı egemen olurken, 1975-1976’dan sonra sağcı
ve ilkesiz yaklaşımlar mükemmeliyetçilik adı altında inkarcı eğilimler boy
verip gelişti. Sol hatalara karşı mücadele adına TKP, TİP, TSİP, PDA/Aydınlığın
reformist-revizyonist sağcı saldırıları devrimci saflarda olumsuz yankı
yarattı. 1974-1975 yıllarında devrimci saflarda ideolojik-politik ve örgütsel
saflaşmalar yaşandı.
THKO’da özeleştiri süreci
ve ayrılıklar
Yenilginin ardında Cezaevinden başlayan ve dışarıda devam eden iç
hesaplaşma, eleştiri-özeleştiri süreci THKO’da bölünmeyi beraberinde getirdi.
THKO GMK’nın çoğunluğu THKO’nun mevcut çizgisini sol oportünist olarak mahkum
etti ve orta-yolculuğa tutum alarak Sovyetler Birliğini Sosyal-emperyalist
olarak değerlendirdi. Bu gelişmeler THKO’nun üçüncü bölünmesine neden oldu. THKO’nun
eski çizgisini savunan THKO (Mücadele Birliği) daha sonra bu grup TKEP olarak
Emeğin Birliği dergisi etrafında yoluna devam etti. Yine THKO’nun gerçek
temsilcisi kendilerinin olduğunu söyleyen THKO-TDY grubu ayrı bir grup olarak
yoluna devam etti.
THKO’nun ana gövdesini THKO GMK çoğunluğu etkiledi. THKO GMK önderliğinde
Yoldaş dergisi ve ardından 1976 yılında Halkın Kurtuluşu gazetesiyle devrimci
mücadeleye açık alanda hızla mücadele eden akımların başında geldi. Ağırlıklı
olarak üniversite gençliğine dayanan THKO, Denizlerin devamcıları olduklarının
üzerine binerek hızla gelişip yaygınlaşan devrimci mücadelede hızla yayılıp
örgütlenmelerini geliştirdiler. THKO özeleştiri sürecinde TKP-ML Hareketi’nin
düşüncelerinden derinden etkilenmişti ve Kaypakkaya yoldaşı komünist olarak
değerlendirmeye ve kendileri dışında proleter devrimcilerin varlığında
bahsetmeye başlamıştı. Aktan İncenin çektiği basın yayın komünü adlı grup 1975
yılında THKO GMK saflarına katıldı. 1975 yılında THKO ayrışmasında THKO GMK
saflarına yer alan Aktan İnce, Yaşar Ayaşlı grubu ideolojik-politik ve örgütsel
sorunlarda THKO GMK ile kan uyuşmazlığı ve ideolojik -politik düşünce
farklılıkları nedeniyle 1977 1 Mayısın da, Aktan incenin başını çektiği grup
THKO GMK’yi tasfiyeci oportünist olarak değerlendirerek yollarını ayırdı. 2
yıllık sürecin ardında Şubat 1979 yılında TİKB’nin kuruluşu ilan edildi.
THKP-C’nin yeniden
toparlanması, özeleştiri ve ayrılıklar
THKP-C’nin yeniden toparlanma sürecinde iç tartışmalar ve eleştiri-özeleştiri
süreci birçok devrimci akımın doğmasına beraberinde getirdi. Özellikle
THKP-C’nin öncü savaş pratiğine bağlı strateji ve temel taktiklerini hatalı
bulan bir kesim Kurtuluş Sosyalist Dergisi etrafında ayrı bir akım olarak
ortaya çıktı. Bu dönemde Mahir Çayan çizgisini bazı yanlarıyla rötuşlayan ama
esasta savunan Devrimci Gençlik dergi çevresi sonrasında Dev-Yol adıyla
THKP-C’nin ana gövdesini etrafında toparladı. 1975-1976 yeniden toparlanma
sürecinde THKP-C sempatizanları değişik adlar altında Mahir Çayan’ın PASS çizgisini
en iyi biz savunuruz yaklaşımı içinde ortaya çıktılar. Kuşku yok ki THKP-C
saflarında orta yolculuğa ve PASS çizgisine tutum alarak ML de ve Kaypakkaya
çizgisinde etkilenen THKP-M-L oldu.
Necmi ve İlkay Demirlerin başını çektiği bu grup, THKP-C saflarında önemli
bir kesimi etkiledi. Önce Kızıl Bayrak ve Militan Gençlik dergileri etrafında
örgütlenen bu kesim 1977 yılında Halkın Yolu dergisi etrafında örgütlenmeye
yöneldiler. Bu grubun temel karakteri hiçbir konuda açık ve net bir ideolojik
netliğe sahip olmaması ve düalist bir karakter taşımasıydı. Bu akım hem
Aydınlık/PDA’yı ve hem de İbrahim Kaypakkaya’nın önderlik ettiği TKP-ML Hareketi’nin
proleter devrimci görüyordu. Hem Mustafa Suphi TKP’sini hem de Kemalizm’in
soluna oturmuş olan sosyal şoven reformist Şefik Hüsnü TKP’sini savunuyordu.
Bu akım iki arada bir derede gidip geliyor ve tutarlı bir program ve temel
taktiklerde yoksun olması nedeniyle devrimciler ile Aydınlık revizyonizmi
arasında ortaklık bulmaya çalışıyordu. Halkın Birliği, Halkın Yolu ve Halkın
Kurtuluşu arasında eylem ve güç birliğini ortak örgütsel birliğe taşıma amaçlı
görüşmelerde PDA/Aydınlığın da yer almasını dayatıyordu. Bir dönem bu koroya
Halkın Kurtuluşu’nun katılmasıyla PDA/Aydınlık’ın katıldığı bir kaç görüşme
yapıldı. Halkın Birliği başından itibaren PDA/Aydınlık revizyonistlerinin
toplantılara çağrılmaması tutumuna içinde oldu. Ne ki Halkın Yolu ve Halkın Kurtuluşu’nun
bu konuda ısrarı nedeniyle, alanı PDA/Aydınlık revizyonistlerine bırakmamak adına
bu toplantılara gözlemci olarak katıldı ve PDA/Aydınlık revizyonizminin
etkisini kırmaya çalıştı. Nitekim toplantılarda ağırlıklı olarak Halkın Birliği
temsilcisi ve Aydınlık temsilcisi arasında geçen tartışmaların ardında Halkın
Kurtuluşu da PDA/Aydınlık revizyonistlerine tutum alarak görüşmeler
sonlandırıldı.
Halkın Birliği, Halkın Kurtuluşu ve Halkın Yolu ile birlikte eylem ve güç
birliğini geliştirmeyi hedefliyordu. İstanbul YDGD’ni, Halkın Yolu, Partizan,
Halkın Birliği ve Halkın Kurtuluşu’nun birlikte örgütlemeleri, Siyasi
Cinayetlere Karşı ve 1 Mayıs 1977 kampanyasını ortak örgütlenmesi çalışmaları
bu dergi çevrelerinin tabanlarını bir birine yakınlaştırıcı etki yapmıştır.
Halkın Yolu ve Halkın Kurtuluşu’nun programatik düşüncelerinin yeterince ortaya
konmaması soruna yüzeysel yaklaşılması birliğin hangi program zemini üzerinde
gerçekleşeceği tartışmalarını kaçınılmaz olarak gündeme soktu. Hem karşı
devrimci üçüncü dünya teorisi savunulacak hem de mevcut kurulu düzene karşı
emekçiler devrimci ayaklanmaya hazırlanacaktı. Hem hiçbir ortak
ideolojik-politik ve örgütsel ortak duruşu olmayan TKP-ML Hareketi proleter
devrimci ve hem de reformist düzeninin değirmenine su taşıyan üçüncü dünyacı
PDA/Aydınlık proleter devrimci olacaktı.
Halkın Birliği, Halkın
Yolu ve Halkın Kurtuluşu’nun Proleter Devrimcilerin Birliği girişiminin
dağılması
Güç olma arayışının sonucu olarak 1977 yılında gündemleşen ilkesiz ve
program temelinde kopuk birlik arayışları kısa zaman içinde tersine döndü.
Özellikle Halkın Birliği’nin, ilkesiz ve programdan kopuk birlik arayışlarının
sınıf savaşımını ileriye taşımada başarılı olamayacağı gerçekliğinden hareketle
bu akımlarla ideolojik-politik hesaplaşmaya girişmesi-. Türkiye’nin
sosyo-ekonomik yapısında sınıfların mevzilenmesine, nasıl bir öncü örgütten
Türkiye’nin yakın politik durumunun değerlendirmesine kadar birçok konuda
Halkın Birliği ile Halkın Yolu ve Halkın Kurtuluşu arasında temele ilişkin
görüş ayrılıkları vardı ve bunlar Halkın Birliği’nde genişçe ortaya kondu. Bu
akımlar arasında oportünist uzlaşmacılığı parçalayıcı etki yapmasına neden
oldu. Bu ideolojik savaşım aslında üç akımında yüzeyde ortaklaşama görülen
konularda bile ortak bir zemin de buluşmalarının olanaksız olduğunu açığa serdi
ve haliyle ideolojik-politik savaşım derinleştikçe bu her üç akımda kendi
bildiği yolda örgütsel-pratik çalışmalarına devam etme ve farklıları bilince
çıkarma yolunu tuttu.
Türkiye devriminin temel sorunlarının aydınlatılması üzerine başlayan
tartışmalar karşı devrimci üçüncü dünya teorisini ya mahkum etme ya da savunma
ikilemi bu üç grup arasında iplerin tümden kopuşunu beraberinde getirdi. Başını
PDA-Aydınlık revizyonistlerini karşı-devrimci üçüncü dünya teorisini savunan
odak haline geldi. Halkın Birliği üçüncü dünya teorisinin karşı devrimci ve
dünya halkalarını sermaye köleliğine mahkum eden ve devrimleri reddeden bir
teori olduğunu ortaya koyarak mahkum etti ve üçüncü dünya teorisinin odağı
aydınlık revizyonizmine karşı ideolojik-politik savaş açtı.
İki iskemlede birlikte oturmaya çalışan Halkın Yolu grubunun önderlerinin
ezici çoğunluğu 1977 yılında üçüncü dünya teorisini mahkum etme kampanyası
döneminde, PDA/Aydınlık revizyonizmi saflarına katılarak devrimci barutlarını
bitirdiler. Halkın Yolu’nun önderlerinin ezici çoğunluğunun Aydınlık
revizyonizmine katılmalarına karşı çıkıp tutum alanlar Devrimci Halkın Yolu
dergisini çıkarak yola devam ettiler. Ama örgüt olabildiğine küçülmüş ve birçok
önemli kadro aydınlık saflarına geçmesi nedeniyle Halkın Yolu’nun kitlesinde
hızlı dağılma yaşanmıştı.
Aslında bu üç grup arasında, M-L ilkeler ve Türkiye devriminin temel
sorunları üzerine oturmayan birlik arayışları daha başlamadan bitmişti. İşin daha da önemlisi ortak çalışma ve iş
yapma kültürü gelişmemiş olan devrimci hareket, cin olmadan adam çarpmaya
kalkışıyor ve buda hüsranla sonuçlanıyordu.
Bu grupların yenilgi psikozunda çıkmaları ve hızla kitlesel bir güç
olmaları grupçu ve benmerkezci eğilimleri kışkırtıcı bir rol oynamasına neden
olmuştur. Devrimci hareketin proleter bir kitle zeminine oturmaması ve
genellikle üniversite ve lise gençlik saflarında vücut bulması, önderliklerinin
nispeten legal ve zorlu süreçlerden geçmeyen kesimlerden oluşması, devrimci
akımların grupçu ve benmerkezci davranışlarını ve kendileri dışında diğer
devrimci akımlarla eylem ve güç birliği içinde hareket etmelerini güçleştirici
durum yaratmıştır.
TKP-ML Hareketi, 1974-75 sınıflar savaşımına örgütsel olarak müdahale etme
amacıyla, öncelikle zindanlarda önderliği yeniden oluşturup, dağılmış ve
çökertilmiş, yalnızca sempatizanlarla devrimci çalışma yapan konuma son vermek amacıyla
kadroları ve sempatizanları gözden geçirme ve mücadelede varım diyenlerin ve
polis tutumu olumlu olanların değerlendirilmesi gündemin ilk maddesi oldu.
Bunun için, bir değerlendirme komitenin önderliğinde yapılan değerlendirme ve
soruşturmanın ardında esası zindanlara olan ileri kadrolarda yeniden
Koordinasyon Komitesi (KK) kuruldu. 1973 yılında Muzaffer Oruçoğlu’nun
yakalanmasıyla KK komitesi filli olarak dağılmış ve örgütün merkezi yapısı
düşman tarafından çökertilmişti.
Her ne kadar KK’nın iki üyesi Almanyalı Kadir ve Ali Mercan düşmanın eline
düşmemiş ve dışarı da kalmış olsalar da, bunlar örgütün yeniden toparlanıp
sınıf savaşımına müdahale eder hale getirilmesi için her hangi bir devrimci
örgütsel faaliyet içinde olmamışlardı. Ali Mercan kendisini gizlemek amacıyla
Antep tarafında illegal yaşamış, Almanyalı Kadir ise yeniden Almanya’ya dönmüş
ama her hangi bir devrimci çalışma içine girmemiştir. İçeride yeniden
oluşturulan KK’da Aslan Kılıç, Muzaffer Oruçoğlu, İrfan Çelik, Hikmet Şenses
yer almış bir süre sonra KK’ya Ali Taşyapan da alınmış. 1975 genel affın
ardında KK’nın çoğunluğu İrfan Çelik, Hikmet Şenses ve Ali Taşyapan tahliye
olup zaman geçirmeden örgütsel-pratik çalışmaların başına geçerken. Muzaffer
Oruçoğlu ve Aslan Kılıç içeride kalmıştı. Tahliye olan ve sınıf savaşımının
sıcaklığı içine dm önen KK üyeleri, asında içeride yapılanamayan 1973
yenilgisinin nedenleri, çözüm bekleyen teorik-politik sorunlar ve aşılması
gereken hata-zaaflarımız ve örgütsel pratik çalışmaların yönüne ilişkin
eleştiri-özeleştiri sürecinin başlatılması gereği aciliyet olarak öne çıkar.
Nitekim 1976 başlarında, 1973 yenilgisi, hata ve zaaflarımız, Türkiye
sosyo-ekonomik yapısı ve bağlı sorunların ele alınması için KK önderliğinde
tartışma kampanyası başlatıldı. KK’nın tartışma kampanyasını açması olumlu ama
metot hatalı ve inkarcılığı içinde taşıyan tasfiyeci bir karakter taşıyordu.
Alttan gelen kadroların eleştiri ve uyarıların ardında KK darbeci tartışma
metodunun öz-eleştirisini yaptı ve tartışma sonuçlanan kadar mevcut görüşlerin
savunulacağı ilan edilerek, iç tartışma yayın organı olarak, Proleter Birlik, tüm
kadroların görüşlerini ortaya koyacağı platformu olarak yayınlanmaya
başlandı. Tam bu dönemde hata ve
zaaflarımıza karşı başlatılan eleştiri-özeleştiri tartışma sürecini baltalayan
ve KK’nın olumsuzluklarını yıkıcı amaçlı kullanan, yenilgide politik-ideolojik
hata ve yetmezliklerinin etkisi yoktur, diyen dogmatik ve sübjektif yaklaşımlara
sarılan bir kesim, daha işin başında KK’nın disiplini tanımayacağını
açıklayarak ayrılık ilan etti. Başını İstanbul İl komitesinin çektiği bu
dogmatik hizip 78’de TKP-ML Partizan olarak kendisini örgütledi.
Demek ki 1976 yılına gelindiğinde TKP-ML Hareketi saflarında ideolojik
birliktelik bozulmuş ve farklı ideolojik-politik çizgi ortaya çıkmıştı. 76 ayrışması tesadüfü değildi. Türkiye
devriminin somut geçekliğine yanıt bulma ile Çin kopyacılığına devam etme
arasında temel ayrımdı.
TKP-ML Hareketi saflarında 1978 yılında ortaya çıkan ağustos hizbi ise, tamamıyla
örgütsel disiplin ve ML ilkeleri ayaklar altına alan, kariyerist amaçlı
ideolojik-politika bir zemini olmayan, önce ayrılığı ilan edip sonra ayrılığa
gerekçe bulmaya çalışan alında sağ hatalarımızın kefareti bir hizipti. Bunlar
kısa zaman içinde ideolojik-politik olarak hareket çizginin dışına düştüler ve
dağıldılar. Çünkü varlıklarını devem ettirecek her hangi bir ideolojik-politik nedenleri
yoktu.
TKP-ML Konferans ve TKP-ML
DABK Birlik örneği
Yine devrimci örgütlerin örgütsel birlik girişiminin olumsuzluğuna ilişkin
bir başka örnekte TKP-ML ile TKP-ML-DABK arasında geçekleşen zoraki birlik tutmamıştır.
1987 yılındaki bölünmenin ardından TKP/ML-Konferans
ve TKP/ML-DABK grubu ayrı olarak yürütülen eylemlerin ardından özelikle
kırsalda devrim mücadelesi veren, inisiyatif alan kadroların desteklenmesi
görüşünde birleşince 1992 yılından 1994 yılına kadar süren birleşme süreci
yaşanmıştır. Örgütün şehirlerdeki yapılanması olan TKP/ML-Konferans grubu
Kürdistanda gerçekleştirilen 4. Kongrede, TKP/ML-DABK grubunu ilkeli ve samimi
olarak değerlendirilip birliktelik çağrısını geri çevirmemiştir. Örgütün
tabanından gelen baskılar nedeniyle şehirlerdeki faaliyetleri TKP/ML-Konferans,
kırsaldaki faaliyetleri de TKP/ML-DABK’ın yürüttüğü iki grubun Merkez Komite
üyeleri 14 Nisan 1992 tarihinde Dersim kırsalında bir araya gelmişlerdir. Bu
toplantıda görüş ayrılıklarına rağmen Olağanüstü Parti Kongresine gidilerek,
birleşme, fikirleri tartışma ve çözüme bağlama mesajıyla yeniden birlik fikri
ortaya çıkmıştır.
Bu toplantıda, Olağanüstü Parti Kongresine kadar
Siyasi Büro adı altında, Merkez Komite’deki TKP/ML-DABK ve TKP/ML-Konferans
üyelerinden oluşturulacak grubun örgütü yönetmesi ve bu süreçte örgütün
TKP/ML-GBMK (Geçici Birleşik Merkez Komitesi) olarak faaliyetlerini yürütmesi
planlanmıştır. TKP/ML-DABK yerine ise KBK (Kürdistan Bölge Komitesi) olarak
faaliyet yürütülmesi, silahlı grupların ise TİKKO’ya bağlanması ve 1992 yılının
Eylül ayında OPK (Olağanüstü Parti Kongresi) yapılması planlanmıştır.
Ancak görüş ayrılıkları nedeniyle Merkez Komitenin
planladığı gibi örgütün birleşmesi hemen gerçekleşmemiştir. İki grubun alt
birimleri bu birleşmeye karşı temkinli durmuştur. Özellikle yurtdışındaki
faaliyetleri yürüten örgütün birimlerinde birleşme tam anlamıyla olmamıştır.
Örgütün kırsal alana çekilmesine destek olunmadığı, silahlı faaliyetlerin
reddedildiği yönündeki eleştiriler Konferansçıların çoğunlukta olduğu örgüte
yönelik olmuştur. Özellikle Merkez Komite’deki üyelerin görüşlerine göre
çoğunluğu elinde bulunduran grup, örgütün stratejisine yön vermektedir. Bu
dönemde Kürdistan da güvenlik güçlerince PKK ve diğer örgütlere karşı yürütülen
operasyonlar neticesinde, örgütün toparlanması biraz gecikmiş ve OPK’nın
yapılması ertelenerek 18 Mayıs - 20 Haziran 1993 tarihleri arasında Dersim ili
Ovacık ilçesi bölgesinde gerçekleştirilebilmiştir. Geçici olarak adlandırılan
birimler eski ismine döndürülmüş, GBMK feshedilerek örgüt tekrar TKP/ML ismi
ile faaliyetlerine devam etme kararı almıştır.
Böylelikle 14 Nisan 1992’de GBMK adı altında birleşen
örgüt, 20 Haziran 1993 tarihinde TKP/ML ismi altında faaliyetlerine devam
etmiştir. Olağanüstü Parti Kongresine kadar BABK ile KBK çerçevesinde yürütülen
örgüt faaliyetleri,TKP/ML adı altındaki yeni birleşme ile daha da genişletilmiş
ve Marmara Bölge Komitesi, Karadeniz Bölge Komitesi, Dersim Bölge Komitesi ile
Amed Bölge Komitesi olarak dört alan belirlenmiştir. TİKKO Genel Komutanlığı
açısından silahlı faaliyetleri yürütmek üzere TİKKO ile temas kuran Amed,
Dersim ve Karadeniz Bölge Komutanlıkları oluşturulmuştur. Sonuç olarak ise bu
dönemde örgüt tekrar TKP/ML adı altında birleşmiştir.
1993 yılındaki OPK sonrası yaşanan birleşme çok
sürmeyerek 1994-1998yılları arasında örgütün temeline sirayet eden eleştiriler
sebebiyle ideolojik gelişim ayrışmalar ile sonuçlanmıştır. Örgüt içerisindeki
birleşme sağlanmış olsada,1994 yılından itibaren yine fikir ayrılıkları
yaşanmıştır. Bu dönemdeki bölünmenin bir tarafında TKP-ML Konferansçılar öte
tarafında KP-ML DABK’çılar yer almıştır. TKP/ML - DABK grubu ile OPK’da
çoğunluğu ele geçiren TKP/ML-Konferans kökenliler arasında örgütün öncül
eylemleri konusunda fikir ayrılıkları olmuştur. Aynı çatı altında yer
almalarına rağmen örgüt içi ilişkiler güven zemini üzerinde olmadığından
TKP/ML-Konferansçılar ile TKP/ML-DABK arasındaki örgüte egemen olma mücadelesi
kimi üyelerde tasfiyemi ediliyoruz psikolojisine neden olmuştur. Örgüt
içerisinde güvensizliğe neden olan iddialar bu dönemde tasfiye söylentilerini
artırmıştır. Aynı dönemde Konferansçı kanadın İşçi Köylü Dergisinin Nisan 1994
tarihli yazısında uyuşturucu ticareti yaptığı yönündeki iddialar ortaya
atılmıştır. Bu gelişmeler üzerine Konferançı kanat TKP/ML-DABK grubunu darbeci
ve tasfiyeci olmakla suçlamıştır. Bu tartışmaların getirdiği kopmalar.
TKP/ML’nin1987’den sonra yaşadığı en ciddi bölünmedir.
TKP/ML - DABK grubu, Nisan 1994’de TKP/ML Merkez Komite imzasıyla son dönemdeki
iddiaları “Yargılanmaktan korkan mafya hizbi, partimize cepheden savaş açmak
cüretine kalkıştı” başlıklı bildiriyle yayınlamıştır. Bu bildiride eroin
kaçakçılığı, hizipçi, TİKKO’nun eylemlerini küçümsemek ve üyelerini deşifre
etmek vb. gibi çeşitli iddialarla TKP/ML-Konferansçı kanadı suçlanmıştır.
Hizipçilik ve uyuşturucu iddialarına karşı TKP/ML - Konferans ise, TKP/ML - DABK
grubunu eroin ticaretini bilmek ve kasıtlı olarak gündeme getirmek ile
suçlamıştır. Bu konuların tartışıldığı dönemde Özgür Gelecek dergisinden, parti
birliğinin pekiştirilmesi ve yeni bir OPK ile parti iradesine başvurulması,
bunun için de Konferans Örgütlenme Komitesi (KÖK) oluşturulması gerektiğine yer
verilerek örgüte mesaj gönderilmiştir. Ancak bu çağrıya rağmen tasfiyeci
tutumlarında devam eden üyelerin dışlanması gerektiği açıklanan dergide KÖK
önderliğinde OPK’ya gidileceği belirtilmiştir. Bölünme, egemenlik mücadelesi ve
propaganda eylemlerinin yaşandığı bu süreçte, 1992 yılında alınan birleşme
kararı 1994 yılında daha büyük ayrışmayla noktalanıyordu. Demek ki TKP-ML'nin
iki grubunun birliği ilkeleri ve program zemini üzerinde kurumadığında dolayı
erkence çöküyor ve zoraki duygulara dayanan birliklerin sonucunun yıkıcı
olduğunu açığa seriyordu.
MLKP Birlik
örneği
Hatırlanacağı üzere MLKP 1994 Ekim ayında
kurulduğunda, kendi içinde ideolojik-politik olarak farklı eğilimleri
barındıran bir örgüttü ve MLKP-K olarak kurularak hala bir öncü işçi partisi
konumunda olmadığını ortaya koymuştu. En başta nasıl bir parti sorunu, kitle
çizgisi, Kürdistan sorunu, geçmişin değerlendirilmesi, örgüt içi demokrasi
kadro politikası vb. konularda ideolojik-politik birliktelik sağlanmış değildi.
Aslında MLKP-K’nin kuruluşunda üç farklı eğilim geçici
olarak uzlaşmış ve politikalarını pratikte kanıtlamak istiyordu. Yine
hatırlanacağı üzere MLKP kurulurken kendisini bir parti örgütü olarak ilan
etmemişti. I. Kuruluş Kongresi'nin delegelerinin ezici çoğunluğu sınıf
hareketinden kopukluktan dolayı MLKP’ye (K) ekinin eklenmesinin gerekli ve
zorunlu olduğunu ortaya koymuştu. Böylece MLKP-K ilk kurulduğunda partinin sınıfla
bağlı olduğu Leninist parti görüşünü kabul etmiş ve MK'nın önüne partiye el
uzatmak için fabrikaları fethetme görevinin başat görev olarak önüne koymuş,
örgütün tüm gücüyle sınıf çalışmasına yönelmesi gerektiği belirlenmişti.
Ne ki MLKP'nin kuruluş kongre raporlarında da
belirtildiği gibi MK'si tüm gücüyle örgütü sınıf hareketine yönlendirici bir
durumda olmadığı gibi, önceki fabrika ve sendika ilişkileri de hızla dağılmış,
sınıf hareketinden uzaklaştırılmış, çalışmalar daha ağırlıklı olarak semtlere
ve okullara yönelmişti.
Devrimci şiddetin örgütlenmesi, kitle çalışması ve
mücadelenin yükseltilmesi-destekçisi olarak algılanmaması, adeta küçük grup
eylemlerinin silahlı propaganda ve ajitasyon olarak görülmesi, yığın savaşımı
ve örgütlenme hedeflerinden kopuk, öncü savaşçı iradeciliği her şeyin merkezine
çıkartan ve nesnel gerçekliğe dönüp bakma gereğini duymayan MLKP önderliği, PKK
ve DHKP-C kopyacılığına yöneldi. Bu iki örgütü özgünlüklerini ve hatalı kitle
çizgisi ve devrim anlayışlarını doğru olarak algılayamayan MLKP önderliği, öncü
savaşçı eğilimlere denk düşen, yığınların somut özlem ve istemlerine yanıt
vermekten uzak, sınıfa örgütün propagandasını yapmaya hizmetten öte, mücadeleye
katkısı olmayan küçük grup eylemleri öne çıkarılarak yaygınlaştırıldı.
Nitekim MLKP'nin kuruluşunun ardında, Gazi
Olayları’nın yaşanması, burada MLKP'nin güvence alması MLKP önderliği içinde
farklı çizgi tartışmalarının kendi eğilimleri doğrultusunda ilerlemesini
sağladı. İşin daha da ilginç olanı MLKP, hem devrimci bir yükselişin olmadığını
öne sürerek taktiğini aktif savunma üzerine oturturken, öte yandan öncü
eylemlerle bu süreci iradi olarak parçalayıp ileriye taşımacı yaklaşımı, tipik
DHKP-C çizgisinin karikatürlüğünü yapmaya kalkışılıyordu.
Zaten MLKP'nin kuruluşunun ardından MLKP önderliği
kongrenin önüne koymuş olduğu devrimci görevleri yerine getirmeye yüklenme
yerine semtlerde askeri eylemleri, korsan gösterileri öne çıkaran ve semtlerde
/ okullarda gençleri bu eylemlere katmaya çalışan, örgütün “Bir bütün olarak
parti devrim için dövüşen askeri örgüt haline gelmelidir.” (TDKP Nereden nereye, sf: 161)
Askeri bakış açısıyla konumlandırılmasını hedefleyen
bir gösteriş devrimciliği üzerinde bina etmeye yönelmiş, fabrika - işçi
çalışmaları, askeri faaliyetleri tahkikatla ve desteği olamayacağı nedeniyle
üçüncü, beşinci sıraya itilmiş, semt ve gençlik çalışmaları örgüt çalışmasının
omurgası haline gelmişti.
Kadrolarını ve kitle gücünü semt ve gençlik arasında
devşiren MLKP, devrimci hareketin kitleselleşmesini ve güven sorununu aşmayı
daha fazla askeri eylemlere başvurmaktan görüyordu. Askeri eylemleri kitle
mücadelesinde kopuk olarak ele alan MLKP ilk dönemlerin bazı askeri eylemlerini
yaratmış olduğu geçici etkiyi abartarak, sağlam ve sağlıklı yeraltı örgütü yaratmadan
ve çizgiye uygun kadrolar yetiştirmeden düşmanla zamansız mücadeleye girişmesi,
onu kısa zamanda ağır örgütsel yenilgiyle buluşturmuştu.
Dev-Sol pratiği bu konuda yeterli veri sunmasına
rağmen, sanki yeni tespit ediliyormuş gibi örgüt askeri eylemlere göre
şekillendirilir hale gelmişti.
Dev-Sol'un yenilgisi, iyi savaşmamak ya da gözü pek
eylemlerle düzenlememekle bağlı değildi. Aksine Dev-Sol bu dönemde militan bir
mücadele içinde oldu ve kadroları kendilerini feda etmekten tereddütsüz
davrandılar. Ama sorun kadroların militan feda ruhu içinde son vermesine bağlı
değildi. Sorun bu askeri eylemlerin işçi ve emekçi yığınları ne ölçüde
uyandırıp, mücadeleye seferber ettiğiydi. Dev-Sol'un yürütmüş olduğu öncü
savaşçı eylemleri yığınlar arasında özellikle hareket halinde olan demokrat,
ilerici, devrimci kesim üzerinde belli bir etki yarattı. Ama bu etki bilinçli,
örgütlü bir mücadeleye dönüşemedi. Düşmanın katliam ve infazlarına karşı
yığınların tepkisi oldukça sınırlı ve seyirci kalmaktan öteye geçmedi. Kitleler
adına savaşa giren ve suni dengeyi kırarak, kitlelere devletin ne kadar kof
olduğunu gösterme hedefini taşıyan bu gözü pek öncü savaşçı eylemler uzun süre
devam edemedi.
Dahası, devrimci şiddete göre örgütlenen ve küçük grup
eylemlerini kendisine temel alan DHKP-C varken, aynı çizgide ve anlayışta yeni
bir MLKP'ye pekte gerek duyulmayacaktı.
Yani MLKP'nin "Kızıl Müfrezeler" askeri
örgütü ve semtlerde milis vb. örgütlenmeleri tamamıyla. Parti Cephe’ye ve
PKK'ye öykünmecilikti ve kendine özgü bir yeni tarzda ortada yoktu. İşçi ve
emekçi kitle çalışmasını kendisine merkez olmuş önderliği, kadroları ve tabanı
buna göre yetiştirilmiş eğitilmiş bir örgütün uzun erimde öncü savaşçı askeri
bakış açısıyla mücadeleyi geliştirmesi, örgütü büyütmesi beklenemezdi. Yani
MLKP'de ikircikli eğilim söz konusuydu. Bir yandan devrimci iradeciliğin
abartılması ve sol maceracı öncü savaşçı anlayış, öte yandan kitle çalışması ve
kitleleri kuşanma perspektifi, bu iki eğilim her daimi MLKP'de çatışma içinde
oldu.
Keza MLKP’nin kuruluş sürecinde birçok temel noktada
açık ve net ortaklaşa, ideolojik - politik birlik yakalanmayınca, bazı
sorunların tartışılmadan pratikte aşılacağının belirlenmesi başta örgüt içi
sosyalist demokrasinin dumura uğratılması ardında kadro politikasında
sapmacılık, klikçilik, kongre kararlarının yok sayılması ve örgüt içindeki
farklı eğilimlerin kendi doğrultusunda gelişimini hızlandırdı. MLKP-K
kurulmuştur, ama bir örgüt olmayı başaramamıştı. Bir biriyle tezatlık içinde
olan bir kaç köklü çizgi ayrımı kısa zamanda kendisini ortaya koymuştu.
MLKP-K'nın kuruluşun Leninist parti öğretisinden,
Kürdistan sorununa, örgüt içi demokrasiden kadro politikasına, geçmişin
değerlendirilmesinden aşılması mümkün olmayan temel ayrım çizgileri devam
ediyordu. Örgütlü çalışma, legal - illegal çalışma ilişkisinin anlaşılmasına
kadar birçok alanda ayrım çizgileri aşılmadan, uzlaşmacılık temelinde MLKP'nin
kuruluşuna katılmıştı.
Haliyle yeni MLKP-K'de ideolojik-politik ve örgütsel
ilkelerde birliktelik sağlanmış değildi. Bu durum kısa zamanda kopuşları da
beraberinden getirdi. MLKP-K'nın kuruluşundan çok şey bekleyenler 10-11 ay gibi
bir zaman içinde hayal kırıklığına uğradılar. Birlik'in ardından, birlik
sürecine katılan ve hızlı birlikçi olanlar MLKP-K'nın ne düğü belirsiz olan
çizgisinin örgütü nereye doğru-getireceğini beklemediklerini söyleyerek gemiyi
hızla ve ilk terk edenler arasında oldular.
İşçi sınıfı içinde çalışmayı merkezine alan ve buna
göre örgütün konumlanması gerektiğini emreden kuruluş kongre kararlarını hiçe
sayan MK'si, örgütü semt ve gençlik çalışmaları içinde boğmaya, fabrika ve
sendikal çalışmayı tamamıyla tasfiye etmeye yöneldi. Kitle çalışmasını
geliştirip güçlendirmesine bağlanmış olan devrimci şiddetin örgütlenmesi
perspektifi yerine, PKK ve DHKP-C'ye öykünen biçimde semtlerde acemi milis
örgütlenmelerini ve merkez de “Kızıl Müfrezeler” adı altında askeri
örgütlenmeleri, öncü savaşa denk düşen gösteriş devrimciliğini öne çıkaran
askeri bakış açısı öne çıkarılarak, küçük grup eylemleri ile yığınların
silkelenip, uyandırılıp, mücadeleye seferber edilecekleri yaklaşım öne
çıkarıldı.
Sınıf perspektifinden saparak semtlerde ve gençler
içinde öncü savaşçı yaklaşıma göre konumlanma, bunun adına yeni tarz ya da
parti tarzının alınması, geçici olarak özellikle yüzer - gezer kesimle ve
deklase kesimler arasında MLKP'ye belli bir akışın olması, MK’sını önderliğini
daha maceracı ve düşmanla zamansız, kendi gerçeğine uygun düşmeyen, defalarca
tekrarlanmış ama hep büyük bir hüsran ve devrimci kırılmayla sonuçlanmış olan
öncü savaşçı çıkışa sarılmaya itmiştir. Bir kere MLKP'nin geldiği gelenek öncü
savaşçılığı eleştiri temelinde, hiç bir mücadele biçimini reddetmeyen ama
devrimci şiddeti bir hazırlık süreci olarak algılayan, kitlelerin şiddetini
temel alan, ayaklanma sürecine kadar dönemde devrimci şiddeti tali bir eylem
biçimi olarak gören bir gelenekten geliyordu.
Haliyle ne önder kadrolar, ne ortalama militanları ve
nede tabanı öncü savaşçı küçük burjuva maceracı bir çizgiyle uyum içindeydiler.
Örgütün niteliğini belirleyen şey onun programı ve izlemiş olduğu kitle
çizgisidir.
Yığınlar devrim için nasıl örgütlenip, hazırlanacak
demek olan devrimci kitle çizgisi, örgütün yukarıdan aşağıya doğru hangi
örgütsel ilke ve kurallara politik yaklaşıma göre hazırlanacağını ortaya koyar.
Haliyle yığın mücadelesi ve kitlenin devrimci şiddetini örgütleyip hazırlamayı
temel aldığını söyleyen bir akımın, pratikte öncü savaşın bir çizgiye göre
hareket etmesi ve bu yoldan ileriye doğru, yürümesi beklenemezdi. İşte MLKP'nin
teorisi ayrı pratiği ayrı bir süreç yaşıyordu. Bu süreç onu sol maceracı bir
çizgide buluşmaya ve çalışmalarını da buna göre düzenlemeye itti. Öncü savaşta
savaşmak için kadrolara gereksinim vardı.
İşçi sınıfı böylesi bir mücadeleye kısa bir dönemde
kazanılmak katılması mümkün olmadığına göre, semt ve üniversite - orta öğrenim
gençliği, işsizler arasında devrimci çalışmaları organize edilerek, buradan
kadro ve taban kazanılıp, devşirilmeye çalışıldı. Bu maceracı ve sınıf
perspektifinden kopan küçük burjuva devrimciliği, MLKP'de lafızda savunulan
Leninist parti öğretisinde de uzaklaşmayı beraberinden getirdi. Halkçı ve
ezilen vurgusu öne çıkarılarak, proleter sınıf perspektifi terk edildi. Her şey
askeri küçük grup eylemlerine, korsan gösterilere bağlanmak buradan yürünmeye
çalışıldı. Örgütlerin sağlamlaştırılması ve illegal çalışmaların
güçlendirilmesi, sözde illegal ama legal çalışmaların gittikçe daha fazla öne
çıkması, MLKP-K'da sapmanın derinleşmesini ve eskide savunulan devrimci
düşüncelerinde terk edilmesini beraberinde getirdi. 95 yılında gerçekleştirilen
Birlik konferansıyla MLKP'de darbe gerçekleştirildi ve sol maceracı sınıf
perspektifinden uzaklaşan PKK, DHKP-C kopyacıları MLKP'de egemenliklerini ilan
ettiler.
Açıktan komünist partinin sınıf hareketiyle sosyalist
hareketin birliği olduğu Leninist duruşu terk edilerek, sınıftan kopuk öncü
partisinin kurulacağı görüşü kabul edildi. Üstelik bu temel görüş örgütte hiç
bir tartışma yapılmadan, sırf MLKP-K'nın kaldırılarak MLKP'nin parti ilanı için
bu yapıldı. 94 Eylül’ünden kurulan MLKP-K'nın MK'nın faaliyet raporunda işçi
sınıfı ve sendikal çalışmalar alanından geriye gidişin olduğunu söylediği bir
zamanda MLKP' parti olarak ilan ediliyordu. Bu MLKP-K’nın kuruluş ilkelerine ve
M-L anlayışlara ters, Maocu küçük burjuva parti anlayışından konaklamanın
ifadesiydi.
Nitekim MLKP'nin kuruluşunun ilan edildiği ‘95 Birlik
Konferansı’nın arasından, komünist partinin sosyalist hareketle işçi sınıfının
birliğidir Leninist yaklaşımının yanlış ve hatalı anlaşıldığını söyleyerek,
öncellerin sorunu doğru anlayamadıklarını belirterek, sınıfta kopukta partinin
kurulacağı ve sonrasından sınıfla bütünleşeceği yaklaşımını kabul ettiklerini
açıkladılar.
Böylece MLKP kuruluşunun 1 yıllık gibi bir sürenin
ardından, sınıf çalışmalarından daha da uzaklaşarak geriye düşmesine rağmen,
partinin kuruluşunu gençlerin katılımıyla ilan ettiğini belirterek, aslında o
güne kadar söylemiş olduklarının hepsinin yanlış olduğunu ilan etmiş oluyordu.
Bu durum MLKP'de her bakımdan yeni ama sol - maceracı sınıf dışı küçük burjuva
çizgiye kapaklanmayı tamamlamış oluyordu.
MLKP geçiş sürecinden devrimci proleter bir hatta
değil, küçük burjuva bir hatta konaklama yolunu seçmiş oluyordu. TKP/ML
Hareketi’nin maddi örgütsel ve askeri birikim olanakları üzerine oturan MLKP
önderliği, kendi içindeki köklü farklı eğilimler içinde sürekli olarak
gelgitler yaşadı. Bir yandan işçi ve emekçi kitle çalışmasına yüklenerek
gerçekliğini saklayanlar, öte yandan küçük grup eylemlerini önde tutarak öncü
savaşçı bir çizgide ilerleyerek emekçilerin örgütlenip, mücadeleye seferber
edileceğini söyleyenler arasında bitmek bilmeyen bir mücadele vardı. İlk
çalışma alanında kendisini gösterdi.
Önderlik kendi düşüncesine güvenmediği için, iç
tartışmaları yasakladı, kadro toplantılarını yapmaz oldu. Birlik kongresi
sürecinde tartışmaları örgütlemedi. Böylece her şeyi oldubittiye getirdi.
İkinci olarak ‘95 Mart’ında kont-gerillanın provokasyonu sonucu gündeme gelen
gazi direnişi oldu. MLKP'nin önderliğindeki bazı öncü savaşçı eğilim içinde
olanlar, “ Gazi direnişinin MLKP'nin kitle çizgisini boşa çıkardı” eleştirisini
yaparak MLKP'den koptular. Yine bu aynı süreçte önderlikteki bu kişiler
“MLKP'nin öncü savaşçı maceracı çizgiye doğru koşar adımlar gittiğini
söyleyerek” MLKP önderliğinden çekildiler ve mücadelenin dışına düştüler.
Keza, “Kızıl Müfrezeler” adı altında özel olarak
örgütlenen profesyonel askeri örgütün sorumlusu MK'sı üyesi de bir kaç askeri
eylemin ardından, düşmanın saldırı ve baskılarını artırmasıyla birlikte hem
MK'dan ve hem de MLKP'den koparak mücadelenin dışına düştü. İşin ilginç olanı
birlik MLKP saflarında ideolojik, politik, örgütsel alanda güçlenmeyi değil,
beklentilerin tersi olması nedeniyle, her eğilimin kendi doğrultusunda
ilerlediğini ve birlik sürecine katılan delegelerin önemli bölümünün dökülüp,
safları terk ettiğine tanıklık ettik.
MLKP'de 1995'de KP-İÖ programatik sorunlarda görüş
ayrılıkları belirterek yollarını ayırdığı gibi 1997 yılında bir grup içlerinde
eski MLKP MKsin de yer alanlarında bulunduğu TKİH kökenli grup MLKP önderliğini
devrim iddialarından vazgeçen legalist tasfiyeci olarak değerlendirerek, MLKP
Yeniden Kuruluş Hareketi(YKH) etrafında MLKP devrimci çizgisini sürdüreceklerini
ilan etmişlerdi. Yine MLKP’nin MK önderliğinde yer alan ve önemli öncü
kadrolarından birisi olan Garbis Altınoğlu da, MLKP'nin söylemleriyle
eylemlerinin uyumsuz olduğunu ve MLKP’nin öndeliği eliyle çürümüş konuma
getirildiğini iddia ederek MLKP ile köprüleri atmıştı.
Demek ki MLKP birlik örneği devrimci ve sosyalistlerin
örgütsel birlikteliğini olumlu bir örnek teşkil etmemekte, aksine ilkeler ve
program zemini üzerinde gerçekleşmeyen birlikteliklerin sonunun yıkım olacağını
gösteriyor başka bir şeyi değil.
Ekim - TKİP
Birlik örneği
Bilindiği üzere Ekim daha sonrasında kendilerini TKİP
olarak adlandıran grup, 1987 TDKP’de, TDKP-Leninist kanat adı altında Türkiye
devriminin ilk adımının sosyalist devrim karakterinde olduğu görüşünü temel
alarak ortaya çıkan gruba, bir grup TKİH kökenli ve daha sonrasında TKP-ML
hareketinde kopmuş ama bir baltaya sap olamamış mülteci bir kesimin katılımıyla
oluşturulmuş bir örgüttü. Bu akımın esas özelliği, devrimci harekete sıklıkla
reformist-revizyonist olarak saldıran ve aynı zamanda Türkiye devrimine ilişkin
ciddiye alınabilecek bir araştırma-inceleme yapmamış olmasına karşın, TDKP’de
kopuşun kısa bir sürecin ardında soluğu, TİP-Yalçın Küçük vb. gibi grup ve
aydınların sosyalist devrim düşüncelerinin savunuculuğunda konaklayarak,
sınıftan kopuk parti kurulma görüşlerinde çark ederek, sınıfla ciddiye alınacak
bağ ve ilişkisi olmadığı halde, 98 yılında kendisini TKİP olarak ifade etmiş
bir örgüttür.
Aslında bizi daha çok ilgilendiren bu örgütün
kuruluşunda ne kadar ilkesel bir zeminde hareket edilip edilmediğidir. İdeolojik-politik olarak Türkiye’nin somut
gerçekliğinden kopuk, sübjektif düşünme tarzını kendine temel almış olan bu
grup, kuruluş döneminde her ne kadar ilkesel ortak paydada yakalanmış havası
verilmiş olsa da gelişme gerçekliği bu akımın ideolojik-politik ve örgütsel
alanda derme çatma biçimde kurulmuş bir
gecekonduyu andırıyordu.
Değişik kesimlerden gelmiş, ideolojik ve politik
duruşları, örgüt gelenek ve kültürleri farklı olan ve önemli bölümü mültecilik
mustarip kesimlerin aynı örgüt çatısı altında programda ortaklaşılıyor
görüntüsü verilse de, maalesef örgütsel pratik çalışmaların gerçekliği yani
teori ile pratik arasındaki yakıcı farklılığı ortaya koyuyordu.
Değişik kesimlerin adeta çorba örgütü olan Ekim grubu
göstermelik yani hormonsal bir şişme yarsa da, sınıf savaşımının gerçekliği bu
akım içinde ideolojik-politik ve örgütsel sorunlarda farklılıkları kendi
eğilimi doğrultusunda derinleştiriyordu. Hatta bu grupların Ekim’de
birleşmesinin ardında, içinde eski TKP’li Haluk Yurtsever’inde içinde yer
aldığı sosyalist devrim düşüncesini savunan ve Ekim ile ideolojik olarak aynı
kulvarda duran grupla birlik görüşmeleri devam etmiş. Ama birçok konuda ortaklık
sağlanamayınca bu birlik girişimi hüsranla sonuçlanmış.
Ne ki TKİP’de değişik konulara ilişkin
ideolojik-politik farklılıklar aşılamamış. Özellikle pratik mücadele içinde
olan ileri kadrolarla pratik mücadelenin dışında olan ileri kadrolar arasında
demokrasi, özgürlükler, devrimci çalışmanın pratik gereksinimleri vb.
konularında ciddi tartışmalar yaşamış ve bu tartışmaların ardında TDKP
geleneğinden gelmeyen MKsi kadroları TKİP programı ve pratik çalışmalara
ilişkin ciddi eleştirilerde bulunmuşlar. Aslında H. Fırat’ın başını çektiği
klikle başka akımlarda gelen ve aynı politik gelenek ve kültürden şekillenmesi
ileri kadrolar, Nesimi, Azad, Okan, Adil vb. arasındaki düşünce farklılıkları
derinleşmiş ve sonuçta ayrılıkları beraberinde getirmiştir. Aslında Ekim ve
daha sonrasında TKİP adını alan bu akımın değişik akımlardan kopmuş kendi öğütlerine
ciddiye alınacak düzeyde katkıları olmamış aksi en devrimi harekete
tasfiyecilik bağlamında önemli zarar vermiş oldukları bilinmesine karşın
bunlara kucak açan ve hatta bu durumu bir övünme vesilesi yapan. Devrimci
hiçbir özelliği olmayan Toplumsal Kurtuluş ve ardından eski TKP artıklarıyla
birlik süreci yaşayan Ekim - TKİP örneği, ilkesiz, pragmatik ve güç olma amaçlı
birlik arayışlarının nasıl bir yıkımla sonuçlandığına örnek olmuştur. Ekim
yırtma yapıştırma ve devrimci hareketin zaafları eleştirisi ve devrimci
ilklerinin reddi temelinde ortaya çıkmış, ilk dönemin heyecanın tasfiyeci ve
mülteci bir konumda olan A. Azad, T. Göker olmak üzere, değişik akımlardan kopup arayış içinde
olanlar Ekim grubunda buluşmuşlar. Ne ki bu buluşma Ekim grubunu ileri taşıma
bir yana parçalanma ve dağılmanın vesilesi olmuştur.
Ekim - TKİP örgütünün nasıl bir birlik süreci yaşadıkları ve bu Birlik’in
ilkler üzerinde gerçekleşmediği anlamak bakımından Eksen yayıncılık tarafından
yayınlanmış olan “Tasfiyeciliğe karşı konuşma ve yazılar” derlemesinde
yayınlanmış olan “Kopanlar ve kapılanlar “ yazısında görmek mümkündür.
Kopanlar ve
kapılanlar
Önce "önderlik sorunu" diye nitelenen,
sonraki aşamada ise yönetim içinde bir tasfiyeci eğilimin vücut bulması olarak
boyutlanan, hareketimize sıkıntılı bir süreç yaşatan dönem, bugün
tasfiyeciliğin tasfiyesiyle kapanmıştır. Ne ki, bu dönemin kapanması henüz onun
tüm boyutlarıyla aşılmasının kendisi değil, fakat sürecin anlaşılması ve
bilince çıkartılması zemini üzerinde, zaaf ve zayıflıklardan dersler
çıkartarak, yeni bir döneme ve atılıma girmenin yalnızca önkoşuludur. ·EKİM
soruna hiçbir zaman 3-5 tasfiyecinin tasfiye edilmesi olarak yaklaşmadı.
Aksine, bilimsel sosyalizmin diyalektik materyalist yöntemi Ekim’e, kendi
geçmişini değerlendirmek, son süreçte yaşanan iç sorunlarını anlamak ve aşmak
açısından da kılavuz ve yol gösterici oldu. Ekim, tasfiyeciliği onu koşullayan
iç ve dış nesnellikler zemininde tahlil etti. Tasfiyeciliği besleyen ve ona
yaşama zemini yaratan iç zayıflıkları ve zaafları da tespit eden Ekim, bunlara
karşı yürütülecek bilinçli, sistematik iradi çaba doğrultusunda da önemli ilk
adımlar atmıştır.
Hareketimizin doğuş sürecinde içinde barındırdığı
dinamiklerin nasıl ki bugün ulaştığımız gelişme düzeyinde belirleyici bir rolü
olduysa, tersinden o gün taşınan zayıflıkların da, dıştan (ulusal ve
uluslararası kaynaklardan) esen tasfiyeci rüzgarın içte nispeten kolay yankı
bulmasında küçümsenmeyecek bir rolü vardır. Ekim’in doğuşu karmaşık bir döneme
denk gelmektedir. Türkiye devrimci hareketi 12 Eylül'ün ağır yenilgisinin
faturasını örgütsel alanda olduğu gibi politik-ideolojik alanda da dağılma ve
tasfiye ile ödemiştir. Bu dönemde Türkiye devrimci hareketi içerisinde kolay yenilgiyi,
düzene kolay bir geçiş yapmak için vesile sayanlar olduğu gibi, yanı sıra
yenilgiyi anlamak ve aşmak çabası ve arayışı içinde olanların ilk
kıpırdanışları da hissediliyordu. Tasfiyeye devrimci bir tutarlılıkla karşı
koymaya çalışanlar, geçmişlerini değerlendirme yeteneğini ve gücünü
kendilerinde bulamadıkları ölçüde, aşınmış ideolojik-politik dogma ve kalıplar
üzerinde umutsuz bir çabayla ayakta kalmaya çabaladılar. Tam da bu sırada
toplumsal muhalefet, gittikçe derinleşen sınıfsal çelişkilerin önüne geçilmez
baskısıyla sessizliği yarmaya başlıyordu.
Özellikle işçi sınıfı şahsında yaşanan eylem dalgası,
henüz zayıf ve geri de olsa. Türkiye devrimci hareketinin direnen unsurları
açısından bir güç ve moral kaynağı oldu: Oysa devrimci hareketin önemli kesimi,
bunu geçmişi değerlendirmeye ideolojik olarak yenilenmeye ivme kazandırmak için
değil, tam da tersinden tabanda yoğun bir şekilde yaşanan arayışı yatıştırmak,
işçi sınıfına ve diğer hareketli kesimlere yönelerek, bu temel üzerinde geçici
bir toparlanma yaratarak, ideolojik açmazlarını uykuya yatırmak için vesile
yaptı. Yaklaşık aynı konjonktürde uluslararası planda Sovyetler Birliği ve Doğu
Avrupa'nın çöküşüne varacak olaylar büyük bir gürültüyle sürüyor, yani kara bir
bulut gibi Türkiye devrimci hareketinin üstünde dolaşıyordu. Uluslararası
ideolojik kaynaklar "yıkıldıkça", ideolojik yenilenme ve netleşme
zorlu çabası, kimilerince geçmişin ve onunla birlikte sosyalizmin kaba inkarına
terk edildi. Uygun bir zemin bulan Gorbaçovculuk aynı dönemde gözde bir akım,
etkisi hayli geniş, tasfiyeci bir güç haline geldi. Ancak öte yandan, Türkiye
devrimci hareketinin halkçı kanadında arayış içinde olan kesimlerinin en ön
saflarında yer alanlar, toparlanma çabasının, devrimci hareketin geçmişinin
toplumsal-siyasal süreçlere bağlı olarak değerlendirilmesi, anlaşılması ve
eleştirel temelde aşılması çabası ile birleştirilmesinde ve kalıcı bir
toparlanmanın ancak bu temelde yaşanabileceğinde ısrar ettiler. Geleneksel
devrimci demokrasiden kopuş işte bu bilimsel yöntemsel bakışın ürünü oldu.
EKİM kopuşunu son derece sınırlı güçlerle başarmış
olmasına karşın, daha ilk andan itibaren önemli bir güç, nesnel ihtiyaçlara
cevap veren bir nitelikli. Ekim kopuşunda yer alanlar ile ilk şekilleniş
döneminde hareketimize katılanların arasında bu gücü kendinde somutlaştırmış,
bunun parçası haline gelmiş olanlar - olduğu gibi, bu nitelikten ve güçten
etkilenip, ama henüz içeriğini bütünüyle içselleştirmemiş olanlar da vardı. Bu
ne anormal ne de yadırganacak bir durumdu. İhtilalci bir ileriye çıkışın
yarattığı rüzgar, doğaldır ki geçmişi sorgulama ihtiyacı duyan, ama sorduğu
sorunun yanıtı konusunda henüz net olmayanları da kendisine çekecektir. Ekim’i ilgi
merkezi haline getiren kuşkusuz her şeyden önce yeni bir nitelik, ileri bir ideolojik
kavrayış, kısacası yeni dönemin yeni hareketini temsil etmesiydi. Oysa kopuşun
rüzgarına kapılanları derinden etkileyen, öncelikle Ekim'in ancak onun
ideolojik temeli üzerinde kavrandığında anlamlı olan kimi ideolojik
yaklaşımlarının dönemsel bazı- toplumsal-konjonktürel gelişmelerle denk düşmesi
olmuştur.
Öyle ki, Ekim'in, emperyalizm ve proleter devrimler
çağının temel gerçekleri ile Türkiye'nin iktisadi-toplumsal gelişiminin ve
dinamiklerinin değerlendirilmesi üzerinden ortaya koyduğu sosyalizm perspektifi
ve proletaryanın tarihsel-toplumsal konumu ve misyonu konusunda popülizme
yönelttiği ideolojik eleştiri, tam da '87 döneminde bariz bir şekilde işçi
sınıfını merkez alan toplumsal hareketlilikle kesişiyordu. Aynı dönem Türkiye
sol hareketinin benzer herhangi bir bilimsel tahlile dayanmadan “işçi sınıfı”
vurgusunu sınıfın izlediği yükseliş grafiğine paralel olarak 145 öne çıkarmaya
başladığı bir zamandır. İşçi sınıfının önemi, modern toplum içindeki özel yeri
ve bu çerçevede tarihsel rolünün teorik kavranışı temelinde değil, o günkü
kendiliğinden yükseliş dalgasının yarattığı etki sonucunda kendiliğinden “kavrandı.”
Kimileri için işçi sınıfının “keşfi” halkçı argümanlarının taşınabileceği yeni
bir alan olduysa, başkaları için ise görünürde de olsa halkçılıktan “kopma”nın
vesilesi oldu. Bu tür unsurların gözünde Ekim'i anlamlı kılan temel özellik,
sınıf vurgusu ve ona paralel sosyalist devrim perspektifi olmuştur.
Öte yandan legal dergi furyasının Türkiye devrimci
hareketinde olabildiğince yaygınlaştığı bir aşamada Ekim'in illegal bir yayın
organı ile çıkması birçok çevrede daha baştan sınırlayıcı ve daraltıcı bir
tercih olarak görülmesine rağmen; 12 Eylül ağır ve kolay yenilgisine karşı
duyulan tepkiyle illegaliteye büyük değer atfeden bazı devrimciler için ise
heyecan ve moral kaynağı olmuştur. Tam da bu dönemde Kürdistan'dan gelen olumlu
ve moral verici yankılar bu heyecanı besledi. Öyle ki illegal temelin
önemsenmesi bazen bir kavrayışın ürünü olmaktan ziyade, Kürdistan'da PKK'nın
illegal, radikal ve militan çıkışının ilk meyvelerini vermesiyle, bir kitle ve
halk hareketi karakteri kazanmaya başlamasında görülüp, onaylanıyordu. PKK
gerçeği sanki uzun, zorlu ve sebatlı bir çabanın ürünü değil de bir sihir
sonucu gerçekleşmişti. Bu sihir aranıp, illegal, radikal çıkışında bulundu.
Elbette değerlendirmeler bu kadar basit ve kaba değildi. Ama Ekim’in kopuşuna
kapılan kimi unsur için Ekim'in ihtilalci, illegal karakteri tam da 12 Eylül
kolay yenilgisine duyulan tepki ve faşizmin en azgın günlerinde kendisini var eden,
PKK ve Kürdistan gerçeği çerçevesinde anlamlandırılıyordu, onun özüne,
proletaryanın ideolojik-politik-örgütsel bağımsızlığına varılamıyordu.
Oysa Ekim için illegal temelde örgütlenmek gelip
geçici taktik bir tercih değildi. Aksine ortaya konulan ideolojik-politik
platformunun temeli üzerinde yükselen, ilkesel-stratejik bir tutumdu. Ekim
ideolojik perspektifleri doğrultusunda, bir ihtilal hareketinin, onun öncü ve
temel gücü olan proletaryanın ihtiyaçları ve en ileri kavrayışı temeli üzerinde
bir örgüt şekillendirmek görevi ile karşı karşıyaydı. İllegal temelde
örgütlenmek, sadece 146 düzenin yasal sınırları içine sığamamanın bir ifadesi
değil, ama düzeni hedefleyen proletaryanın düzenden tam bağımsızlığının, yani
ideolojik-politik olduğu gibi, örgütsel bağımsızlığının da gereğiydi. Tüm
bunların yanı sıra Ekim’in rüzgarına kapılanları asıl çeken kuşkusuz Ekim'in
ideolojik gücü olmuştur. Geleneksel halkçı hareketten ideolojik bir kopuş
yaşayan Ekim özel bir teorik-ideolojik ön hazırlığın ürünü olmamakla birlikte,
yine de onu bu noktaya getiren, nitel sıçramayı olanaklı kılan bir birikim
üzerinde yükseliyordu. Henüz fikirleri bilinmeyen ve tanınmayan )ir hareket
için ilk aşamada ideolojik konumunu ortaya koymak son derece önemliydi. Bu sistemli
ve bilinçli bir ideolojik çaba, eskinin eleştirisi üzerine, onun olumlu ve diri
yanlarına sahip çıkan bir ideolojik gelişme demekti. Tam da EKİM' de bu çaba ve
gelişmenin yaşandığı dönemde, Türkiye devrimci hareketi ideolojik-teorik olarak
tam bir tıkanma ile yüz yüzeydi. Teorik kısırlığı ve açmazlarını tahlil etme
yeteneğini taşımayan Türkiye devrimci hareketi, umutsuz bir çabayla eski
formülasyonlarda, yıpranmış doğma ve kalıplarında direndi. '87 dönemi
hareketlenen işçi sınıfı içinde kolay güç olma hayalleri belli ölçüde bir
toparlanma ruhu yaratmayı başarabildiyse de, bu, örgütlerde yaşanan sıkıntılı
arayışı tamamıyla bastıramadı.
Devrimci hareketin tersine cesaretle sorunların üstüne
giden, dogma ve kalıplarla değil bilimsel bir yöntemle sorunlara yaklaşan,
geçmişini tüm açıklığıyla sorgulayan bir güç olan Ekim, kimi arayışlara bir
çıkış yolu oldu/göründü. Önemli bir kesim Ekim’in yöntemsel bakışı sayesinde
geçmişi sorgulama, anlama, aşma ve onunla birleşmeyi başarırken “... Bir kısım başlıca insan için Ekim’in
çıkışı geçmiş süreçlerin olumsuzlanması bakımında bir anlam taşıyordu.” (Ekim'in
Doğuşu ve örgütsel şekillenişi üzerine değerlendirme, değerlendirme ve kararlar
içinde, s. 295.)
Öte yandan o gün devrimci bir diriliği taşıyan bu
unsurlara sorgulama adı altında liberalizme veya Troçkizm’e düşen türlü
grupların ibret verici görüntüsünün tersine, Ekim’in yalpalanmadan ihtilalci
bir çizgide yürümesi güven veriyordu. Yine bir kavrayıştan çok, bir etkilenme
söz konusuydu.
Güçlü bir kopuşun yarattığı etkinin, arayış içinde
olan bazı diri güçleri de birlikte ileriye taşıması doğal olduğu kadar
olumludur da. Ancak bu ileriye çıkan güçler kopuşun ideolojik teorik
temellerini ve gelişen süreçte onun ideolojik-politik-örgütsel sonuçlarını
bilince çıkartamaz, onlarla birleşemez, uyumlu bir gelişme gösteremezlerse,
önemli bir zaaf alanına dönüşürler. Ekim’in doğuşunun sayısı bir elin beş
parmağını geçmeyen devrimcinin şahsında somutlaştığı göz önünde alındığında, bu
tehlike daha net bir şekilde görülecektir. İlk aşamada ve ilk oluşum süreçlerinde,
kimi unsurların Ekim’le köklü bir biçimde birleşip birleşmediğinin test
alanları oldukça sınırlıydı. Yeni, henüz fikirleri tanınmayan bir hareketin
doğaldır ki en önemli sorunu kendini ideolojik planda ifade etmektir. Ekim
kendini bu alanda güçlü ve etkili bir hamle ile ortaya koymuştu. Şimdi sıra bu
hamleyi bir ilk örgütsel şekilleniş ile tamamlamaya bu alanda henüz atılan ilk
adımları geliştirmeye gelmişti. Bu aşamaya dek henüz pratiğin zorlayıcı ve
caydırıcı “etkisinden uzak olan, kapılanlar”, hareketin ideolojik konumuna da
güvenle, umutla bakıyorlardı. Dolayısıyla, Ekim’e aykırı ideolojik-politik
yaklaşımların sahibi kimi unsurlar kolaylıkla ikna “olabiliyor ikna kolay
olduğu sürece de farklılıklar bir yabancılıktan ziyade, daha çok dil sürçmesi, yanlış
anlama” kavrayış eksikliği veya geçici bir kafa karışıklığı olarak algılanabiliyordu.
(Ekim öncesinin ve bugünün müzmin tasfiyecisi -T.
Göker, R. Tanyeri- bu tür unsurların iyi bir örneğidir.) İlk güçlükler ideolojik
perspektiflerimizi tamamlayan örgütsel bir ilk yapıyı şekillendirme aşamasında
ortaya çıktı. Tam da örgütsel alanda önderlik düzeyinde görevlendirilen kimi
unsurların karşı-karşıya kaldığı güçlükler ve onların bu güçlükler karşısında
ezilmeleri, ideolojik bütünleşmenin aslında zayıf ya da hiç gerçekleşmediğini
ortaya çıkarıyordu. (Bir Okan zorluklar karşısında ezilirken, Azad bu
zorlukların -ülkeye gelip çalışmak, bir örgüt inşa etmek- altına girme gücünü
bile göremedi kendisinde.) "Bu aynı insanlar, geçmiş süreçlerin
olumsuzlanması ve eleştirisi konusunda seninle birleşseler bile, senin
yaşamakta bulunduğun yeni ideolojik sürece, yeni konumuna, bunun politik ve
örgütsel ihtiyaçlarına uygun düşmeyebiliyorlar.” Kaldı ki, “bir hareketin
ortaya koyduğu belli ideolojik yaklaşımlara yakınlık duymak ile o hareketin
politik ve örgütsel çabası içinde aktif ve dinamik bir tarzda yer almak farklı
şey/erdi.” (Değerlendirme ve kararlar,
Agy, s. 295.) Bugünden bakıldığında Ekim’le henüz birleşememiş kimi
unsurlarda yola çıkmayı, dahası bu unsurlara önderlik düzeyinde görev vermeyi
anlamak güç olabilir.
Oysa bu gerçek tüm duruluğuyla I. Genel Konferansı’mızda
ifade edilmiştir: “Biz ideal bir örgüt, ideal bir politik faaliyet yaratmak
istiyorduk. Ulaştığımız dinamizm, ideolojik düzey bunu olanaklı kılıyordu. Ama
bu ideale ulaşabilmek için var olan imkanlardan hareket etmek durumundaydık.
Politika sanatı biraz da budur zaten. İdeale ulaşmak isteyen, var olandan
hareket eder (vurgu bizim.) Bu
hareketimizin bugünkü gerçekleri bakımından da, hala belli anlamlarda, belli
bakımlardan geçerli bir şeydir. Evet, biz, proleter bir sınıf hareketi yaratmak
istiyoruz. İyi proleterlerden ve sağlam aydınlardan oluşan bir komünist partisi
yaratmak istiyoruz. Ama ulaşılmak istenilen hedef ile ona ulaşabilmek farklı
şeylerdir. İdeali arzulayan, ideal malzemeyle, ideal pratik tercihlerle iş
yapmak isteyen akımların akibeti hep bir kısır/aşma ve yok olma olmuştur. İdeal
olan ile gerçek olan başkadır.” (Değerlendirme
ve kararlar, s. 297.)
Ekim ideale ulaşmak istedi ·ve varolandan hareket
etti. Zaaf bu güçlerle hareket etmek olgusunda değil, bu güçlerin gerçekliği
tüm yönleriyle bilince çıkarılmadığı ölçüde, yeterince denetlenmeyip
yarattıkları sorunlara karşı gereken tedbirlerin zamanında alınmaması alanında
ortaya çıktı. Hareket I. Genel Konferans aşamasına geldiğinde, kalıcı bir
örgütlenme yaratma ihtiyacını karşılayacak önemli ilk birikimlerine de sahipti.
O güne kadar Ekim'in ideolojik gücünden moral ve güç alan, ama onun derinliğine
ve gerçek köklerine sahip olmayanlar ciddi zorluklarla karşı karşıya kaldılar.
I. Genel Konferansımızı hemen önleyen ve izleyen dönem, tam da ideolojik
atılıma ise eşlik eden bir politik-örgütsel atılımı mümkün kılan bir ilk gerçek
örgütsel birikimi elde ettiğiniz zamandır. Ancak tam da bu dönem
"kapılanlar" için ideolojik perspektiflerimizin, ihtilalci
konumumuzun onları kolay yoldan başarıya götüren bir sihir olmadığını
gördükleri ve yaşadıkları bir süreç olmuştur.
İşçi sınıfı en canlı olduğu dönemlerde bile
devrimcilere güvensiz, kapalı tutumunu sürdürüyor, “kolay güç olmak” için
kendisine yönelenlere bu işin hiç de kolay olmadığını gün be gün öğretiyordu.
Devrimci harekette “kolay güç olma hayali”nin gerçekler karşısında yara almaya
başladığı dönem, içimizde benzer hayaller taşıyanların da güvensizlik ruh hali
içinde yalpalamaya ve giderek dağılmaya başladıkları dönemdir. Doğru ve sağlam
ideolojik perspektiflere sahip olmak elbette politik-örgütsel başarının ön
koşuluydu, ama kendisi değildi. Politik-örgütsel başarı bu perspektifler
ışığında ve gücüyle yürütülen uzun soluklu, azimli; ısrarlı bir çaba ve
çalışmanın ürünü olabilirdi ancak. Ekim’in ideolojik perspektiflerinin
cazibesine kapılıp fakat onları içselleştirmemiş unsurların bu çabanın altında
ezilmesi olanaklı olduğu gibi, tersinden kendini aşıp, Ekim’le bütünleşmeleri
de mümkündü. Süreç ağırlıklı olarak birincisini doğrular biçiminde gelişti.
Bunun birbirini bütünleyen nedenleri vardı. 87'de
hareketlenen işçi hareketi 91’e girerken Zonguldak fırtınası ile doruğa
ulaşıyor, ardından grafikte belirgin bir düşüş yaşanıyordu. İşçi sınıfı
hareketliliğinin yarattığı heyecanla sınıf yönelimine ve "sosyalist
devrim" perspektifine ulaşanların, işçi hareketinin hızı kesilince şüpheye
düşmesi, aslında çok da yadırganacak bir durum değildir. Proletaryanın
misyonunu, onun öz dinamiklerinden, üretimdeki ve toplumdaki yerinden ziyade
izlediği hareket grafiğine paralel ele alan kavrayışın temelinde, aslında
devrimci demokrasiye özgü, “nerede hareket orada bereket" mantığı,
kısacası kolay güç olma hayali yatmaktadır.
Kolay güç olmak isteyenin ise gerçekte kendi gücüne ve
misyonuna inancı yok demektir. Gelinen aşamada düzenin sistematik saldırı
politikası altında ezilen sol hareketteki misyonsuzluk ve güçsüzlük ruh hali
kolay bir teslimiyete, tasfiyeci bir dağılmaya kapı araladı. Proletaryanın
düzenden ideolojik-politik-örgütsel bağımsızlığının temel bir alanı olan
illegal temel yaratılmadan, legal alanda kendini kolay yoldan üretme sevdası,
tam da düzenden radikal bir tarzda ve bütünüyle kopamamanın, o bağlantı içinde
de iktidar perspektifinin bir yansımasıdır. I. Genel Konferansımızın öncesi ve
sonrası, aynı zamanda Kürt ulusal hareketinin Türkiye devrimci hareketi
üzerinde olumsuz bir baskıya dönüştüğü bir dönemdir. Kürt ulusal hareketi kendi
toplumsal dinamikleri üzerinde gelişimini sürdürürken, devrimci hareket kendi
yeteneksizliğini, güçsüzlüğünü ve basiretsizliğini daha açık tarzda gördü.
Dahası Kürt ulusal hareketini yedekleme hayali ulusal
hareketin kuyruğuna takılma ile yer değiştirdi. '80 sonlarında radikal-illegal
çıkışıyla tartışılan PKK, artık legal açılımları ile anılır oldu. 12 Eylül
kolay yenilgisine tepkiyle illegaliteyi fetişleştirenler, bu kez de "kolay
güç" olamamaya bir tepkiyle legal alan tutkusuna kapıldılar. İlginç ve
hayli anlamlı olan ise geriye düşenlerinin hemen hepsinin eski geleneğin
şekillendirdiği, 12 Eylül yenilgisini yaşamış, yıpranmış, yorgun unsurlar
olduğudur. Yeni dönemin yeni hareketinin kadrosu olmak hayli önemli, yükü hayli
ağır bir iddiadır.
Öyle ki Ekim’in geleneksel devrimci hareketten bir
kopuş olduğu gerçeği, sadece eski örgütlerden kopuşu değil, aynı zamanda 20
yıllık köklü ve güçlü bir küçük-burjuva gelenekten, kültürden kopuşu da ifade
etmektedir. Oysa geçmiş kültürden, gelenekten ileri bir kavrayış temeline
ulaşmadan, ama yalnızca yeni çıkıştan etkilenerek, demek oluyor ki
"kapılarak kopanlar", yeni bir kültürü ve geleneği yaratmanın
vazgeçilmez önkoşulu olan ideolojik perspektiflerle birleşemedikleri ve fakat
taşıdıkları iddianın altında ezildikleri ölçüde, geldikleri eski kültürün
izlerini silemediler. Dahası, yeni bir örgütü işçi sınıfı temelinde yaratmanın
zorlukları ile karşılaştıkları ve bu zorluğun üstesinden gelme gücünü (bu ancak
ideolojik kavrayıştaki sağlamlık temelinde mümkündü) kendilerinde göremedikleri
oranda, eski örgüt anlayışı ve alışkanlıklarına sarıldılar. Bunun bir ucu
bürokratizm, diğeri liberalizm olarak ifadesini buldu.
Örgütsel bürokratizm ve liberalizmle bütünleşen
çapsızlıkları ortaya çıkınca ise önce kadrolara, sonra da sahip olmadıkları
ideolojik perspektiflere saldırdılar. İşçi sınıfının durgunlaştığı, devlet
teröründen güç alan tasfiyeci-legalist dalganın güçlendiği dönem,
"kapılanların” gözünde Ekim’in “sihrini” yitirmeye başladığı dönem oldu
aynı zamanda. 10 Mayıs '91 tarihli mektupla, (bu “ünlü” mektup MK'nın politik
örgütsel faaliyetten sorumlu bölümü tarafından I. Genel Konferansımızın hemen
ardından kaleme alınmış ve MK içindeki krizin doruklara çıkmasına neden
olmuştur.) I. Genel Konferans şahsında Ekim’i Ekim yapan tüm değerler
küçümsendi, aşağılandı. Dıştan esen tasfiyeci rüzgar içimizdeki zayıflığın son
direncini de kırarak, kendisine EKİM' de kanal açtı. Ekim'in ideolojik
perspektiflerinin gücüne kapılıp da bu gücü kendisinde somutlaştırmayanlar,
ideolojik gücün ilahi bir şekilde ve fakat kendi çabaları olmaksızın bütün
kapıları açacağını varsaydılar. İdeolojik perspektifleri içselleştirmeyip,
onlarla uyum içinde ısrarlı ve üstün bir çaba sarf etmeyenler, beklenen
sonuçları alamayınca, sihrin" bozulduğuna inandılar.
Düne kadar her türlü ilkelliği ve amatörlüğü
sergileyenler, değil profesyonelce konumlanmış ve çizgimize uygun bir
siyasal-pratik faaliyeti kesintisizce yürüten bir örgütü şekillendirmeyi, kendi
elleri altında bulunan örgütsel güçleri bile tutmayı başaramayanlar (ki koca
bölgeler sorumsuzlukları ve beceriksizlikleri sonucu tasfiye oldu). bugün
kendilerine yeni bir sihir bulmuş görünüyorlar: "Sınıf temelinden bağımsız
profesyonel devrimci çekirdek". Bu tam bir ideolojik yozlaşma ifadesi
saptama, öte yandan kolay güç olma hevesinin yankısı, iktidar perspektifinden,
dolayısıyla devrimden uzaklaşmanın ifadesi legalizme kaçış, güçsüzlüğün,
misyonsuzluğun kendini ortaya koyduğu ilkesiz birlik perspektifi, halkçı
devrimci hareketle aramızdaki ayrımı silikleştirerek devrimci hareketin
sınırları belirsiz kesimini toptan "komünist güçler" ilan etme
girişimi tüm bunlar tasfıyeciliğin öz karakterini ortaya koymaktadır: Devrimden
kaçış!
Devrimden bilinçli/bilinçsiz kaçanların, buna kaftan
uydurmaya çalışanların Ekim’de yeri yoktur. “Tasfiyeciliğin tasfıyesi”nin özeti
budur. Ekim arınmış, saflaşmış, bütünleşmiştir. "İdeale ulaşmak isteyen
var olandan hareket eder" Ekim'in sahip olduğu/ var olan güçler, olanaklar
düne nazaran daha büyüktür. Dahası var olanın (kadrolar, taraftarlar,
sempatizanlar) niteliksel bir sıçrama yaparak Ekim'le bütünleşme koşulları, her
zamankinden daha fazladır. Maya tutmuş, Ekimci kadrolar ezici bir ağırlıkla Ekim'e,
onun değerlerine sahip çıkmış, tasfiyecileri mahkum etmiştir. Bugün
hareketimize düşen en büyük görev, bu süreci bilinçli bir ideolojik eğitim
aracına dönüştürerek örgütsel "sıçrama"yı gerçekleştirmek, yalazlanan
yeni geleneği koca bir yangına çevirmektir.
Devrimci
Komünarlar Partisi örneği
Devrimci Komünarlar Partisi (DKP) 4 Şubat 2016 yılında kuruluşunu ilan
etti. DKP'nin kuruluşuna TDP ve Kurtuluş Örgütü önderlik etti. 2017 yılında
Devrimci Karargah ve Devrimci Kıvılcım grupların katılmasıyla DKP genişledi.
Büyük iddialarla savaş örgüt olarak ortaya çıktıklarını ve devrimci hareketin
hata ve zaaflarını tekralmayarak iradi bir savaşım içinde olacaklarını ilan
eden DKP, esas güçlerini Rojavada konumlandırdılar. Dört akımın birliği olarak
ifade edilen ve önceki süreçleri ben merkezcilik ve grupçuluk, kendiliğindencilik
olarak mahkum ederek yeni bir süreç açıldığını iddia eden DKP, maalesef
istenilen başarılar yakalanamayınca iç mücadele kapıyı çaldı. Öncü savaşçı
yaklaşımları savunanlardan legal örgütlenme alışkanlığı ve kültüründe
gelenlerin ortak bir örgütte uzun süre birlikte olmaları hiçte kolay değildi.
DKP, ciddi bir iç tartışma ve bir birini mücadele içinde yakınen tanıma süreci
yaşanmadan, üsten iyi niyetli oportünist uzlaşmacılık zemini üzerinde bazı
yönetici kadroların çabasıyla ve zorlamasıyla kurulmuştur. Uzun yıllar legalizm
ya da yarı-legalizm'in içinde yetişmiş ama istenen atılımı bir türlü
yaratamamış kadrolar, çıkış için yeni arayışlara yönelmişlerdir. Ülkede doğru
düzgün bir yeraltı örgüt yaratamamış ve her tarafı açıkta olan bir örgütsel yapıyla
silahlı mücadeleye yönelmek daha başta zamansız bir savaş ilanı anlamına
geliyordu. Örgütler arası ciddi bir ideolojik-teorik ve örgütsel ilkeler zemini
üzerinde tartışma ortak çalışma yapılmaması, hereğin üste bir kaç önder
kadronun ve onların iyi niyetli çabasına bırakılması DKP'nin daha başta sorunlu
kuruluşunu gösteriyordu.
Değişik uçlarda dolaşan -Örneğin legalist ve kitle faaliyetini esas alan
bir gelenekte gelen Kurtuluş Hareketi ile öncü savaşçı yaklaşımı ve pratiğiyle
farklı bir kulvarda duran Devrimci Karargahın ideolojik-teorik ortak bir
paydada buluşması hiçte kolay olmayacaktı.
Yine nispeten belli bir illegal geleneği olan TDP ile legalist bir hatta
politika yapan Kurtuluş Hareketinin sınıf savaşımının değişik konularında
ortaklaşması güç olacaktı. Yine uzun yıllardır de farklı örgütler içinde
politik faaliyet içinde olan kadroların tüm ideolojik-politik ve
örgütsel-kültürel değer ve geleneklerini kısa zaman içinde bir yana iterek, ne
i-düğü belli olmayan ve herkesin istediği yöne çekebileceği DKP'de kısa zaman
içinde kaynaşmaları oldukça güç olacaktı.
DKP Ulaş Bayraktaroğlu’nun çabaları ve pratikte güven veren tutumu
sayesinde birlik sürecini bir yere kadar taşımıştır. Rojava’ya çakılıp kalan ve
devrimin esas merkezi olan Türkiye cephesinde istenen gelişimi yakalamayan,
Rojava da peş peşe en gelişkin öncü ve militan kadrolarını yitiren DKP, kuruluş
sürecinde önemsemedikleri görüş ayrılıklarının tartışmasına ve başarısızlığın
nedenlerine dönülmüş ve güvensizlikler kapıyı çalmıştır. İşçi sınıfı ve emekçi
yığınlarla ciddiye alınacak bağları olmayan, Rojava devriminde yer alıp
savaşmakla kendisini ifade eden DKP, Türkiye cephesinde istenilen adımların
atılmaması ve önemli kayıpların ardında t başarısızlıkların nedenleri masaya
yatırılmış. Bir yerde kişilerin başarısına dayanan DKP, birleşik bir örgüt
olmadığını başarısızlıkların nedenleri üzerine yaşanan tartışmalar ortaya
koymuştur. . Bu tartışmalar aslında DKP kuran ve sonra katılan gruplar eski iç
bağlarını koparmadıkları ve grup yapılarını DKP içinde devam ettirdiklerini
ortaya çıkarmıştır.
DKP içinde değerlerin değişimi ve ulaş Bayrataroğlu gibi sözü örgütçe
dinlenen bir önder kadronun kaybı DKP’nin üzerindeki göstermelik birlik şalını
aşağıya indirmiş ve gruplar arası kılıçlar çekilmiş ve sonuçta DKP bölünmüş.
DKP'nin genel sekreteri DKP de tasfiye edilmiş ve DKP Kurtuluş Hareketinin
denetiminde kalmış. Eski TDP'liler kendilerine DKP-Birlik diyerek yollarını
devam edeceklerini açıklarken, Devrimci Karargah: "Gerek solda ki zayıf
birlik kültürü, gerekse dar grupçu yaklaşımlar, çarpık devrimcilik sonucu
Yılmazkayacı savaşkan sosyalizme bir adım daha ileriye sıçratma çabamızda
başaralı olamadık. Bu başarısız birlik girişimi sonucu Komün Gücüyle
yollarımızı ayırdık. Bu çabamız halklarımızın yaşadığı zulüm karşısında dar
grupçu değil, mücadeleyi geliştiren, daha ileriye taşıma sorumluğumuzdu /
sorumluğumuz., gelinen durumda ayrı örgüt olarak yola devam edeceğini
açıklaması, 4 şubata kuruluşunu büyük iddialarla kuruluşunu ilan eden DKP'nin, 4
Ekim 2018'de iki yıl içinde iflas ettiğini ve her grubun yine kendi çizgisine
döndüğünü gösteriyor.
Aslında DKP’nin nasıl ilkesiz ve iyi niyetli oportünizm üzerinde
kurulduğunu bizzat DKP’yi kuranlar dair ayrılık sürecinin ardında ortaya
koydular. İlkeler zemini ve devrimi pratiğin sıcaklığı için güven temelinde
inşa edilmeyen hiçbir birliğinin geleceği yoktur.
İşte kendilerine DKP-Birlik adıyla örgütlenen eski TDPlilerin, DKP’nin
deneyiminin neden yürümediği ve kopuşların yaşandığına dair değerlendirmesine
bakmakta yarar var:
“İçeride ve dışarıda, DKP’nin devrim ve birlik
ekseninin, sürdürücüsüyüz
Görülüyor ki, birlik sürecimiz sadece kümesel olarak değil, mevcut varoluş
şeklimizi yıkabilecek olanakların ve zihni formasyonların eksikliğiyle malûl.
Bu bakımdan burada başarısız bir birlikten ziyade, aslında başında tasarımı
eksik, tartışmaları mantıksal sonuçlarına ulaştırılmamış, zihni envanteri tam
hakim kılınmamış bir gerçek söz konusu. Burada asıl olarak birlik ve kopuş
hedeflerini büyük bir iç mücadele olarak değil, biçimsel ve “iyi niyet”e kalmış
süreç olarak anlamak yanlışına düşülmüştür. Durum bu olunca; eski kümelerden
gelen alışkanlık ve tasfiyecilik devreye girdi, yeterli etkinlikte mücadele
etmeyip, korumacı yaklaşım ve uzlaşmacılık kaçınılmaz olarak çözülmeyi getirdi.
Çözülme, ahlaki sorunlar yaratmadan gerçekleşemezdi, ahlaki bozulma da
ilişkileri çürüttü. Bu mevcut tablodan asıl yeniyi kurma iddiasında olan bizler
sorumluyuz…
DKP, aydan gelmedi, TDH nin içinden geldi ve TDH’nin kırk yıllık krizine
çözüm iddiasıyla ortaya çıktı. Yaşadığımız kriz; DKP’ye özgü yanlarıyla bir iç
kriz olmanın yanı sıra TDH’nin içinden geçtiği düşük düzey solculuktan
kaynaklanan, devrimci hareketin genel krizinin de bir parçasıdır. Krizin bize
ait yönünü belirleyen, esas itibariyle ideolojik-siyasal-örgütsel her düzeyde
kendisini gösteren önderlik yetersizliğidir. Ve bu nedenle, daha büyük
birlikleri hedeflerken kendi birliğimizi koruyamaz duruma düştük.
Kriz, DKP’nin içinde yaşanan eski-yeni kavgasının krizidir, DKP’nin
yetmezliğinin ve yeterli düzeyde devrimcileşememesinin sonucudur. DKP bu krize
kendini korumak için yaklaşsaydı, altında kalırdı. Devrimci bir örgüt kendi
krizini bir fırsat olarak değerlendirir. DKP, oportünizm tarafından
sürüklendiği bataklıktan ancak kopuş çizgisine sarılarak çıkabilir. Kopuş
çizgimizin en önemli hedeflerinden biri grupçulukla hesaplaşarak, devrimci
harekette büyük birliğe giden yeni bir anlayışı hakim kılmaktı. Mevcut durumda
kendi birliğimizi koruyamaz hale geldik.
“Birlik” yapma, Türkiye solunda bizim deneyimlerimizle sınırlı değil ve bu
konuda oldukça fazla girişim mevcuttur. DKP’yi belirleyen, bugün mevcut durumu
belirleyen, “birlik” meselesinin oluşumu, yapıların biri birine intibak sorunu
ama bunlardan daha önemlisi insan unsurunun yani kadrolarımızın birlik
süreciyle kurduğu ilişkidir. DKP misyon ve hedefiyle kadroların geldikleri
geleneklerce belirlenmiş olan dünyaları arasındaki açı farkını ortadan
kaldıracak bir kadrosal çalışma yürütmemiş olmamız en büyük hatalarımızdan
biridir. Birlik, “ol” dendiğinde olan bir şey değildir. Hele hele TDH’den
devrimci kopuşu örgütlemeyi ve devrim iddiasındaki tüm devrimci odakları
birleştirmeyi hedefleyen bir DKP’lilik hiç de öyle kendiliğinden gelişebilecek
bir kimlik değildir. Bizim atlamış olduğumuz ve dönüp bizi vuran şey bu oldu. (DKP Birlik açıklamasından)
DKP’ye egemen olan Kurtuluş Örgütü’nün ayrılık gerekçesiyle ilgili
açıklamasından:
“DKP: Gücümüz partimiz; zafer, halklarımıza onur
sözümüzdür
"Partimizdeki kriz esas olarak partinin oluşum sürecine içkin yapısal
sorunlar nedeniyle yaşanmıştır. Partinin yapısal krizi kavranamadığı ve bilince
çıkarılamadığı düzeyde ideolojik bir krize tekabül eden, yönetilemediği
çerçevede ise örgütsel ve yönetsel bir krize tekabül eden çerçevede ele
alınarak tartışılmıştır. Partinin, oluşma ve kuruluş sürecine dair bu tarz
sorunlara gereken önlemleri almayışı sorunlarda giderek birikime yol açmıştır.
Gerilimler partinin zayıflık anlarında dışa vurarak krizi daha da
şiddetlendirmiş, krizi nedenlerinden ziyade tezahürleri üzerinden tartışmaya
zorlamıştır.
Gelinen aşamada hala kimi yoldaşlar tarafından birlik sürecinin gerekli
zeminlerde yeterince tartışılmamasının örgütün bugünkü krizine gerekçe olarak
gösterilmesi ise, örgütün olağanüstü kongresinde tartışılarak sonuca bağlanmış
bir çerçevedir. Kongre değerlendirmesine göre örgütün kimi tartışmaları eksik
bırakma pahasına Kobane sürecine dahil olması örgütün arkasında kalan “geç
kalma”ya bir müdahale olarak ele alınmalıdır. Bu devrimci atılımla parti, ileri
yürüyüşünü engellemeyecek kimi konularda tamamlanmamış tartışmalara rağmen
sürece yeni bir zeminde dahil olarak Türkiye devrimci hareketinin tarihinde
önemli bir kopuşun temelini atmıştır. Konuya diğer taraftan bakacak olursak,
tartışmaları bütün zenginliği ve genişliği ile tüketen bir süreç işlenseydi
belki parti ideolojik olarak daha gelişkin doğabilecekti.
İdeolojik, siyasal ve örgütsel nedenler.
Partideki krizin yapısal nedenleri yukarıdaki gibiyse de bu nedenlerin
örgüt ve kadro hayatına yansıyışını şiddetlendiren elbette bir dizi başka
faktör de rol oynamıştır.
Bunlardan en birincisi örgütlenmenin Rojava sahasında yaratılan askeri
politik değerinin Türkiye’ye taşınamamasıdır.
Rojava birikiminin ülkeye yansıtılamaması kuşkusuz Rojava’daki tüm
örgütlerin Türkiye’deki mücadelede hala önemli bir ağırlık yaratamıyor
olmalarının gerekçesidir, yani tek başına bizim örgütümüzdeki krizin
nedenlerinden biri olarak değerlendirilemez ancak yukarıda anlatıldığı haliyle
krizin temel kurgularını bünyesinde taşıyan bir örgüt olarak partimiz
mücadeledeki bu sınırlamalardan sadece ülke sahasında örgütlenme pozisyonunda
bir düşüklük düzeyinde etkilenmemiş aynı zamanda bu düşüklük örgütün kriz
potansiyellerini harekete geçiren bir işlev de görmüştür. Konunun buradaki
işlenişini kriz bağlamında irdelememiz bu nedenledir.
Gelin görün ki bu zemindeki gelişmelerin ortaya çıkardığı sonuç, DKP’nin
örgütsel oluşma ve pratik çizgisinin bir ideolojik derinleşmeyle
tamamlanamaması olmuştur. Partimiz örgütleşme sürecinde geri kalmıştır.” (Devrimci Karargah açıklaması)
Tüm bunlar karşısında bir bütün olarak TDH (Türkiye Devrimci Hareketi) tüm
çabalarına rağmen yanıt olma, faşist diktatörlük karşısında ezilenlere bir
bütün olarak öncülük etmekten uzak. Yaşanan yenilgiler ve tasfiyecilik,
liberalizm, reformizm karşısında TDH’den bir kesiminin bundan sıyrılma çabaları
ise grupçu mantık ve eskinin alışkanlıkları, devrimcileşmekten uzak, düşük
düzey solculuk hastalıklarının ağır basması karşısında başarısızlık ve kendi
içinde cebelleşmeden öteye gidemiyor.
Tek adam rejimine karşı devrimci, ilerici ve yurtsever güçler, birleşik
mücadelenin olanakları ve sürekliliğine dair çaba ve girişimlerimiz ne yazık ki
bu ve buna benzer anlayışlara çarparak başarısızlıkla sonuçlanıyor. Gerek solda
ki zayıf birlik kültürü, gerekse dar grupçu yaklaşımlar, çarpık devrimcilik
sonucu Yılmazkayacı savaşkan sosyalizme bir adım daha ileriye sıçratma
çabamızda başaralı olamadık. Bu başarısız birlik girişimi sonucu Komün Gücü’yle
yollarımızı ayırdık. Bu çabamız halklarımızın yaşadığı zulüm karşısında dar
grupçu değil, mücadeleyi geliştiren, daha ileriye taşıma sorumluğumuzdu /
sorumluğumuz. Ancak tüm vereli koşullara rağmen bu çaba başarı elde edilemediği
için Komün Gücü olarak içinde yer aldığımız ve bu vesileyle ara verdiğimiz
Devrimci Cephe yayınımız yeniden direniş odağı olma, mücadeleyi geliştirme
çabası içinde olacak. Bununla birlikte tüm bu olumsuzluklar, faşizmin
saldırıları karşısında birlik olma, birlikte mücadeleyi geliştirme çabalarımız
verimli, anlamlı tartışmaları sürdürmeye devam edeceğiz.”
Sonuç:
Türkiye devrimci hareketin tarihinde, gerek legal ve gerekse de illegal
temelde mücadele yürüten örgütlerin ideolojik-örgütsel temelde birlik
girişimleri olmuştur. Ama bu birlik girişimlerinde olumlu olarak
gösterilebilecek herhangi iyi bir önek yoktur.
Bunun en önemli nedenlerinden birisi devrimci ve sosyalist hareketin
kendi sınıfsal tabanlarına oturmaması ve esas olarak küçük burjuva kesime
dayanmasıdır. Hiç kuşku yok ki tek
başına kitlesel güç olma ve emekçi yığınlar arasında önemli bağlar sağlayıp
politik etkide bulunmak, aynı ideolojik hatta yürüyenlerin aynı kulvarda
buluşması için tek gerekçe olamaz.
Devrimci ve sosyalist hareketin devrim ve sosyalizmin zaferini her adımda
önde tutan bir örgüt ve kadrolar kuşağı yaratılması, ben merkeziyetçilik ve
grupçuluğun aşılması, ortak çalışma kültürünün ve kendi gücüne güvenen önderler
örgütünün inşa edilmesi gerekiyor.
Her şeyden önce parti-örgüt birliği ile eylem ve güç birliğinin bir birine
karıştırılmaması gerekiyor. Birisi
ideolojik-politik olarak nasıl bir dünyayı amaçladığımızı ifade ederken, diğeri
kısa dönemde eşitlik ve özgürlük savaşımında emekçi sınıfların nasıl kavgaya
katılmasını ve kiminle nereye kadar nasıl bir ittifak içinde davranılmasını
gerekli kılar.
Kuşku yok ki, devrimci harekette değişik birlik süreçleri yaşanmıştır. Biz
bu yazımızda devrimci hareketin geçmişten bu yana özellikle son dönemde akıldan
kalan birlik örnekleri üzerinde durduk. İrdelediğimiz kadarıyla bu birlik
örnekleri ilkeler zemini üzerinde gerçekleşmemiştir. Bundan dolayı birlik
girişimleri bölünme ve parçalanmayla sonuçlanmıştır. Demek ki ilkesiz ve sınıf
savaşımının pratiğinde kopuk değil, ilkeler zemini ve pratik savaşımın
sıcaklığı içinde, görüş ayrılıkları üzerine yapılacak tartışmalarla-ortak iş
yapmayla sağlam ve kalıcı birlikler yakalanacaktır. Her birliğin ardında daha
büyük kopuşlar ve geriye düşüşler yaşanıyorsa, bu birliklerin zamansız ve
ilkesiz gündeme geldiğini, üsten zorlamayla kotarılmaya çalışılan birliklerin
mücadeleye zarar verdiğini gösteriyor.
27 Temmuz 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder