Uluslararası işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününün 50 yıllık aradan sonra Türkiye’de 1976 yılında yüzbinlerce kişinin katıldığı kitlesel bir gösteriyle kutlanması, egemen oligarkları büyük ölçüde tedirgin etmişti.
DİSK’in organize ettiği 77-1 Mayıs’ı ise bu kez daha güçlü ve kapsamlı bir biçimde kutlanacaktı.
Büyük ölçüde TKP’nin etkinliği altında olan DİSK, 22
Nisan günü yaptığı açıklamada 1 Mayıs’a katılacak örgütleri ve atılacak
sloganları ilan ediyor ve 20 bin DİSK görevlisinin güvenlik için hazır olduğunu
duyuruyordu. Bu arada sağcı-faşist basın kışkırtıcı yayınlarına hız
vermekteydi. Örneğin 20 Nisan gününün Ortadoğu gazetesi “Sol 1 Mayıs’ta halkı
galeyana getirmek istiyor” şeklinde manşet atmıştı. 1 Mayıs gününün
Tercüman’ında ise Rauf Tamer, “Arabalar tahrip edilecek, inşallah aldanırız ama
kanlar akacak. Çeşitli solcu gruplar arasında slogan kavgasıdır bu” diye
yazıyordu. 30 Nisan tarihli Bayrak gazetesinin manşeti de, “DİSK ve Maocu
Gruplar arasında çatışma bekleniyor” şeklindeydi.
Aslında provokasyon daha mitingin afişleri asılırken
başlamış ve 18 Nisan gecesi Kocamustafapaşa’da öldürülen Sadık Canaslan adlı
öğrencinin sol içi çatışmada vurulduğu söylentileri yayılmıştı. Cinayetten
ötürü suçlanan İGD yönetimi bir açıklamayla olayla ilgilerinin olmadığını
duyurmuş; fakat bu kez 28 Nisan sabahı İzmir’de yapılan afişlemelerde İdris
Türkoğlu adlı bir başka öğrenci öldürülürken aynı iddialar öne
sürülmüştü.
Ve 1 Mayıs 1977 sabahı... Türkiye’nin her yanından akın akın gelen işçiler ve
devrimci yurtseverler alandaki yerlerini almaktadırlar.
Yürüyüş son derece düzenlidir ve katılım yaklaşık 500 bin
civarındadır. Saatler 19.00’u gösterirken katılımın umulanın çok üstünde olması
nedeniyle miting hâlâ bitmemiş, Anadolu’dan gelen kortejler henüz alana
girememiştir. Bu arada DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler de konuşmasını
tamamlamak üzeredir.
İlk silah sesi o an duyulur. Daha sonra alana hakim noktalardan kitlelerin üzerine kurşun yağmaya başlar. İlk silah sesi olayı başlatmak için bir işarettir. DİSK’in kürsü sorumlusu Sıtkı Coşkun’un “Sular İdaresi üzerinde ateş eden insanlar var. İhtar ediyoruz. Bunları etkisiz hale getirin, alın...” diye yaptığı anons işe yaramaz. İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın toplum polisinin amirine sorduğu “Bu duvarın üzerinden ateş edildi bize. Bunlar polis midir, görevli midir?” sorusu da yanıtsız kalır ve İsvan coplanır. Daha sonraki soruşturmalarda ise bu kişiler tamamen reddedilir; zaten boş kovanlar da anında toplanmıştır.
Ateş açılan noktalardan bir diğeri olan Pamuk Eczanesi’nin üst katında ise tabancalar ve mermi kovanları bulunacaktı.
Alanın tarandığı bir başka merkez de Inter Continental Oteli’ydi. Daha sonra otelin beşinci ile altıncı katının camlarında içeriden atılmış kurşunların delikleri görülecekti.
Günaydın gazetesinden Necati Doğru, ”5.katta bir odanın kapısı açıktı. Odanın pencerelerinden alanı seyreden kişiler ve masa üzerinde teleobjektifli makineler gördüğüm için gazetecilerin bu odada olduğunu sanarak içeri girdim. Adımımı atar atmaz oldukça mütecaviz bir biçimde itilerek durduruldum. Garsona bu odadakilerin kim olduklarını sordum, ‘polisler’ yanıtını aldım” diyordu. 510 numaralı odada ise MİT yuvalanmıştı. Tüm bunların yanısıra, dikkat çeken bir başka grup ise, ellerindeki çantaları bir an bile yere bırakmayan ve o gece uçakla ülkeyi terk eden 8-10 kişilik Amerikalıydı.
Son derece açık olan şey, ateşin kalabalığı kürsüye doğru sıkıştırarak panik yaratma amacıydı. Panzerler kitleyi sıkıştırıyor ve insanları en dar yokuşa, Inter Continental Oteli ile Pamuk Eczanesi arasında kalan Kazancı Yokuşu’na doğru yöneltiyordu. Olaylar başlamadan az önce Kazancı yokuşu başına park edilen mavi renkli bir Fiat kamyonet ve yerlerde rastgele duran tekerlekli el arabaları
Kazancı’ya iniş ve çıkışı engelliyorlardı. Sel halinde
akan insanlar kamyonetin iki yanından ve el arabalarının üzerinden geçerek
Kazancı Yokuşu’ndan aşağıya doğru kaçmaya çalışıyorlardı. Tam bu sırada yokuşun
biraz aşağısındaki garajdan çıkan beyaz renkli bir Renault uzun menzilli
silahlarla kitleyi tarayacaktı.
Beyaz Renault’da bulunan polis memuru Necati Tınaz, daha sonra bu durumu ”üstümüze geldiler havaya ateş ettik” diye açıklayacaktır.
Sonuçta o gün Taksim Alanı’nda 126 kişi yaralanmış, 34
kişi de şehit düşmüştü. Ölümlerin 28’i ezilmeler sonucu meydana gelmişti.
Yalnızca 25 kişi Kazancı Yokuşu’nda ezilerek Meral Özkol ise panzer altında
kalarak yaşamını yitirmişti. Olayda 2000’e yakın mermi atıldığı saptanmış, buna
karşın yalnızca 5 kişi kurşun yarası nedeniyle ölmüştü. Açılan davanın
iddianamesinde, amacın “halk üzerinde yılgı, korku ve panik yaratmak” olduğu
vurgulanıyordu.
Ertesi gün boyalı basın, beklendiği gibi sol içi çatışmayı öne çıkarıyor ve “Maocu vatan hainleri işçi bayramını kana buladı” (Günaydın), manşetleri atıyordu. Sol gazeteler de hâlâ olayın ne olduğunu anlamamakta ısrarlıydılar. TKP’nin organı Politika’ya göre “1 Mayıs töreni tam bittiği sırada Maocu ve terörist oldukları ileri sürülen grupların silahlı saldırısına uğramıştı.” Diğer taraftan de benzer açıklamalar birbirini izliyordu.
Olayların sonrasında devrimci sosyalist hareket ve Dev-Genç gibi yapılar ise olayın CIA tarafından tezgahlandığını, sol içi bir olay olmadığını vurgulamışlardı.
Olayı yakından yaşamış biri olan Şükran Ketenci ise, “Bence olayı başlatmada araç olma anlamında, yürüyüşe alınmayan gruplar suçlansa bile, olayın boyutlarını büyüten, yönlendiren çok daha değişik güçlerdi” diye açıklama yapıyordu.
Yarım yüzyıllık uzun bir aradan sonra Türkiye’de ikinci kez kutlanan 1 Mayıs, böyle sonuçlanmıştı. 8’i kadın tam 34 kişinin kanı Taksim Alanı’nı kızıla boyamıştı. Amaç, her zamanki gibi aynıydı: yükselen kitle hareketini boğmak, devrimci gelişmeyi önlemek.
İşçi sınıfı, şehitlerini unutmadı ve sonsuza dek unutmayacak.