Bir birlerinin sırtını sıvazlayan ve çıkmaz içinde
debelenen bu iki mükemmeliyetçilik altında inkarcı ve diyalektik materyalizmi
açıktan inkar eden dogmatizmin komünist hareketin doğuşu gelişimi ve partileşme
sürecine Leninist bir hatta bakması mümkün olmamıştır. Durum böyle olunca
komünist hareketin doğuşu, gelişimi ve partileşme sürecini komünist bir bakış
açısıyla ele almayan, her geriye düşüş ve yenilgi döneminin ardından sil baştan
yapmışlar ve hem yığınlar ve hem de kendi kadro ve sempatizanları nezdinden
inandırıcılıklarını darbelemişlerdir.
Devrimci 1960’lı yıllar boyunca işleyen tarihine bakıldığında görülecektir: Atılan her yeni adım belki bir şeyleri alıp götürmüştür, ama kesin olan odur ki, bir öncekinin ilerisindedir. İlerleme doğrusal değil Türkiye devrimci hareketi hem kendi tarihini ve hem de işçi ve emekçi yığınların mücadele tarihine ayna tutmada ciddi sorunlar yaşadığı bir sır değil. Bir yandan her şeyi kendileriyle başlatan EMEP - TİKB kanatları, MLKP, TKİP vb. gibi kendinden menkul akımlar öte yandan gelişmeyi dondurup olgulara dogmatik bir hatta bakan ama mükemmeliyetçi inkarcı akımlarla tarih çarpıtıcılığın da aynı kulvarda buluşan Partizan kökenli akımlar. Her ne kadar bu cenah içinde İbrahim Kaypakkaya ve önderlik yaptığı TKP-ML Hareketi’yle nostalji dışında ortak hiç bir yanı kalmamış olduğu halde (buna MKP ve Kuzey Kürdistan Türkiye Bolşevik Parti akımlar örnek verilebilir dogmatizmden menkul Özgür Gelecek ve Yeni Demokrasi çevresini hatırlatmak yerinde olacaktır) hala Kaypakkayacı geçinmeleri tarihe yapılmış önemli bir haksızlık olarak görülmelidir.
Devrimci 1960’lı yıllar boyunca işleyen tarihine bakıldığında görülecektir: Atılan her yeni adım belki bir şeyleri alıp götürmüştür, ama kesin olan odur ki, bir öncekinin ilerisindedir. İlerleme doğrusal değil Türkiye devrimci hareketi hem kendi tarihini ve hem de işçi ve emekçi yığınların mücadele tarihine ayna tutmada ciddi sorunlar yaşadığı bir sır değil. Bir yandan her şeyi kendileriyle başlatan EMEP - TİKB kanatları, MLKP, TKİP vb. gibi kendinden menkul akımlar öte yandan gelişmeyi dondurup olgulara dogmatik bir hatta bakan ama mükemmeliyetçi inkarcı akımlarla tarih çarpıtıcılığın da aynı kulvarda buluşan Partizan kökenli akımlar. Her ne kadar bu cenah içinde İbrahim Kaypakkaya ve önderlik yaptığı TKP-ML Hareketi’yle nostalji dışında ortak hiç bir yanı kalmamış olduğu halde (buna MKP ve Kuzey Kürdistan Türkiye Bolşevik Parti akımlar örnek verilebilir dogmatizmden menkul Özgür Gelecek ve Yeni Demokrasi çevresini hatırlatmak yerinde olacaktır) hala Kaypakkayacı geçinmeleri tarihe yapılmış önemli bir haksızlık olarak görülmelidir.
Bir birlerinin sırtını sıvazlayan ve çıkmaz içinde
debelenen bu iki mükemmeliyetçilik altında inkarcı ve diyalektik materyalizmi
açıktan inkar eden dogmatizmin komünist hareketin doğuşu gelişimi ve partileşme
sürecine Leninist bir hatta bakması mümkün olmamıştır. Durum böyle olunca
komünist hareketin doğuşu, gelişimi ve partileşme sürecini komünist bir bakış
açısıyla ele almayan, her geriye düşüş ve yenilgi döneminin ardından sil baştan
yapmışlar ve hem yığınlar ve hem de kendi kadro ve sempatizanları nezdinden
inandırıcılıklarını darbelemişlerdir.
Devrimci 1960’lı yıllar boyunca işleyen tarihine
bakıldığında görülecektir: Atılan her yeni adım belki bir şeyleri alıp
götürmüştür, ama kesin olan odur ki, bir öncekinin ilerisindedir. İlerleme
doğrusal değil sıçramalıdır ve 'TKP-ML'' Hareketi’nin kuruluşu, Türkiye
devrimci hareketinde temel bir çizginin, önceki çizgilerden kopmuş ve artık
kendi özgüllüğünü kurmuş bu çizginin de ''ilk vuruşu'' anlamına geliyor.
TKP-ML Hareketi’ni, 24 Nisan 1972 yılında Malatya’ya
bağlı Kürecik’ nahiyesine bağlı bir köyde, İbrahim Kaypakkaya önderliğinde bir
grup genç devrimci tarafından PDA - Aydınlık hareketiyle yollarını ayırarak
kuruldu. İlk kurucu üç kişi olmasına rağmen süreç için örgütün önderliği
Koordinasyon Komitesi: İbrahim Kaypakkaya önderliğinde Ali Taşyapan ve Ali
Mercan ile kurulmuş ve ardından Muzaffer Oruçoğlu, Arslan Kılıç, Cem Somel ve
Almanyalı Kadir'in katılımıyla bu sayı 7 kadar çıkmıştır.
Elbette, devrimci örgütler, genel bir kural olarak genç
insanlar tarafından kurulur. TKP-ML Hareketi de bu yolu izleyerek kurulmuştur.
Peki, Türkiye devrimci hareketini, TKP-ML Hareketi’ne getiren yol neydi? 60'lı
yıllarda devrimci hareket içinde, bugün de devamlarına tanık olduğumuz iki ayrı
çizgi belirginleşmişti: Milli Demokratik Devrimciler ve Sosyalist Devrimciler,
Türkiye'de devrimci geleneklerin döl yatağı MDD çizgisidir. Ulusal ve
uluslararası devrimci dinamiklere açık olan MDD çizgisi çevresinde gelişen
gençlik hareketinden, zamanla kurumlaşarak örgütsel biçimlere bürünen üç ayrı
çizgi doğdu. TİİKP bir yanı temsil ederken, belli bir gelişmenin sonuçlarını
verebilecek THKP-C ve THKO kuruldu.
TİİKP; baştan itibaren Sovyetler Birliği'ne karşı oldu ve
dünya ölçeğindeki ayrışmada. ÇKP'nin başını çektiği tarafta yer aldı. TİİKP,
MDD çizgisi içinde bir kopuş temsil etmektedir. MDD çizgisinden kopuş (bu, devrimci bir kopuş olacaktı) bu
gruba nasip olmamıştır.
THKO ve THKP-C bizzat Perinçek grubunun da sağcı
çizgisine ve bir bütün olarak sol hareketin reformizmine bir tepki olarak
kuruldular. THKO ve THKP-C, Türkiye'de sınıfsal zeminlerde mayalanan devrimci
dinamiklerin dolaysız siyasal yansımalarıdır. Bu gerçekleşmiş devrimcilik,
rahatlıkla bir sabit nokta olarak alınabilir. TİİKP, görece teorik ve sistemli
bir bakış açısına sahip ve Marksizm - Leninizm’in temel terim ve tezleriyle
konuşurken, THKO ve THKP-C'nin içinde olduğu devrimci pratik hattına gelemedi.
Bu iki devrimci hareket ise çeşitli düzeylerde etkilenmelerine rağmen Marksizm
- Leninizm’in sistematik düşünme evrimine girememişlerdir. İşte, İbrahim
Kaypakkaya ve onun TKP-ML Hareketi, özgül yollarında ilerleyen bu iki ayrı
çizgiye bir üçüncü olarak, gelişmeyi aşamasına götüren kuvvet olarak, bir moment
olarak müdahale ederek ortaya çıktı.
TİİKP Doğu Anadolu Bölge üyelerinden İbrahim
Kaypakkaya'nın önderlik ettiği bir grup komünist, Nisan 1971'de öne sürdüğü
bazı tezlerle muhalefetini belirtir. Nihayet, İbrahim Kaypakkaya tarafından
kaleme alınan ve "DABK Kararı" adını taşıyan Şubat 1972 tarihli
metin, bir yerde muhalefetin ayrılması anlamına geldi. Pratikte somutlanan
temel gerekçe, TİİKP çizgisinin devrimci olmadığıydı.
İbrahim Kaypakkaya, sonraki aylarda geliştirdiği tezlerle
sadece TİİKP'ten kopmakla kalmıyor, bir bütün olarak Türkiye devrimci
hareketinden kopuyordu. Kaypakkaya, “eleştiri silahı”nı büyük bir beceriyle
kullanıyordu ve sonuçta bütün enerjisini yönelttiği bir hedef vardı: Kemalizm.
” Şafak revizyonistleri (TİİKP) kendi boş hayallerini gerçeklerin yerine
koymaya çalışıyorlar, ülkemizde bir yığın revizyonist ve oportünist klik
bilhassa Kemalizm konusunda aynı şeyi yapıyor. Özellikle Kemalizm konusunda,
orta burjuvazinin gerçeklere aykırı idealist yargıları öylesine beyinlere
yerleşmiş, beyinlere öylesine tekel kurmuştur ki, Kemalizm’in komünistçe
değerlendirilmesi artık imkansız hale gelmiştir. (İbrahim Kaypakkaya. Bütün
Yazılar.)
Kemalizm’in, komünistçe değerlendirilmesi gerekmektedir,
çünkü Marksist olmanın ilk ve temel adımı burjuva ideolojisiyle bütün bağları
koparmaktan geçer ve Türkiye'de burjuva ideolojisinin tek belli - başlı biçimi
Kemalizm’dir. Kemalizm politik varoluşlarının çeşitli iç düzeylerinde, sol
hareketin (devrimci hareket dahil)
bütün Üyelerini etkisi altına almıştı. Burjuva ideolojisinin özgül biçimi olan
Kemalizm, sol hareket üzerinde etkiler bırakıyordu. THKP- C ve THKO Kemalizm’in
ideolojik reddini gerçekleştirememekle birlikte, politik pratiklerinde onun
dışına çıktıkları için ve o oranda devrimciydiler. Yani ideoloji bire bir
olarak politikaya yansımamıştır. ''Şimdi iyi biliyoruz ki, bizim Kemalizm
konusundaki yargılarımız, Çetin Altan, Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk'tan tutun
da, TİP, M. Belli, H. Kıvılcımlı, TKP, THKP-C, THKO ve Şafak revizyonistlerine
kadar, bütün burjuva ve küçük burjuva örgüt ve akımlarını ayağa
fırlatacaktır.'' (s. 146.)
İbrahim Kaypakkaya tespiti koyuyordu: Komünist olmanın
ilk ve temel adımı Kemalizm’in reddedilmesiydi. Lenin'in yöntemiyle “çubuğu
tersine büküyor” ve bunu başarıyordu Kaypakkaya. Bu bağlamda, Kemalizm’in
tarihsel karakterinin ne olduğu değil, bugüne tarihsel etkisinin ne olduğu
önemliydi. O, solda etkili olan birçok eğilimin nedeninin Kemalizm olduğunu
belirtiyordu.
Kaypakkaya, Kürt sorununda ilk defa hakim ulus
şovenizmini kırmış ve Marksist-Leninist konum almış bir enternasyonalist
devrimcidir. O, TİİKP'in şahsında bütün Türkiye solunu, kendi kaderini tayin
hakkını Kürt ulusunun ayrı devlet kurma hakkı olarak anlamadıkları için
eleştiriyordu. Ayrılığın propagandasını öncelikle ezen ulus komünistleri
yapmalıydı.
O, Türkiye'de kapitalizmin niteliği ve gelişme
doğrultusunu doğru tespit etmiş ve kapitalizmin gerici tarzda da
gelişebileceğini ve feodalizmin tasfiye olabileceğini belirterek gelecekteki
bilimsel çalışmalar ve politik öngörüler açısından zemin hazırlamıştır. O, bu
tespitte de ilk olma özelliğini taşımaktadır. Bu nokta ileride güçlü tarihsel
sonuçlara yol açacaktır. Fakat Kaypakkaya'nın kapitalizmi kavrayışının Maocu
değil Leninist olduğu kuşkusuzdur. Parti, devlet, mücadele ve devrim konularını
da eklersek, TKP-ML Hareketi’nin '72'deki politik çizgisinin, diğer sol
hareketlerin hayli ilerisinde ve kendi içinde bir iç tutarlılık bütün
oluşturduğunu söylemek, gerçeğin kendisini çıplak olarak ifade etmekten başka
bir şey olamaz.
Bu ayrımı koyduktan sonra, "somut olarak
görme"nin ilk elde mümkün olamayacağı bir problematiğine gelebiliriz:
Kaypakkaya'nın Marksizm’i ile Maoculuğun ilişkisinin anlamı. Marksizm, bir
defada yapılıp bitmiş bir doğma değildir. Kendisini, teorik olarak tarihsel
unsura bağlamış bir öğretidir. Ortaya çıkışından itibaren bütünlüğünün bir
ucunu pratikle organik ilişkisi teşkil eder. Marksistler ancak çatışmalı ve
eksikli bir Marksizm gerçekleştirebilirler.
Tertemiz bir teori ve bu teorinin "safın" bir
uygulanışını arayanlar, sonuçta ''doğru teori''yi yanlış pratik ederler. Bu,
aydınca bir arayıştır. Başka bir dünya, başka bir ülke ve insanlar
bulunamayacağına göre, Marksizm özgül tanımında somut özelliklere yer vermek
durumundadır ve zaten tarihsel materyalizm bu konuyla uğraşır.
1960'lı yıllarda Uluslararası Komünist Hareket'te büyük
bir çatışma yaşanmış ve ÇKP önderliğinde ve AEP'nin de başlıca tarafını
oluşturduğu bir kesim, Modern Revizyonizmin karşı devrimci kampanyasına karşı
durmuştur. Bu bir devrimci mücadele
hattıydı ve gerçek Marksist-Leninistler, küçük burjuva devrimcileri ya da
devrimci ya da devrimci rüzgâra kapılmış çeşitli burjuva demokrat akımlarla yan
yanaydılar. UKH içinde Mao Zedung Düşüncesi'nin ideolojik hegemonyası söz
konusuydu. İdeolojik düzeyde anti-Marksist olan MZD, politik düzeyde önemli bir
devrimci rol yüklenmişti ve politik mücadelenin çok öne çıktığı o dönemin
uluslararası konjonktüründe, ÇKP ile yan yana olmak ağır pratik sorunları yol
açmıyordu. Yani ideolojik hegemonya politik hegemonya anlamına gelmiyordu.
Dönemin belli başlı komünist partileri ve hareketleri, UKH şemsiyesi altında
mücadele ediyorlardı. Bu durumun en pratik ifadesi, komünistlerdeki Maocu
söylemdi. Uluslararası politik şartlar komünistleri UKH şemsiyesi dışına
çıkmamak durumunda bırakıyordu. İşte buda Kaypakkaya yoldaşın Maoculuktan
etkilenmesini koşuluyordu.
Kaypakkaya'nın bu tarz bir ''soyutlama gücü'' yapmak için
nesnel ve öznel şartları var mıydı? Hayır! O, Marksizm’i kavrayışını bu -
aşamasına geçmek için gerekli hazır zeminlerden yoksundu. Türkiye toplumu
teorik gelenek ve ciddi bir aydın birikimine hiç bir zaman sahip olmamış ve
Marksizm sadece bir takım eğitilmişlerin kültürel “kazanımı” olmuştur.
Kaypakkaya, Marksizm-Leninizm, güçlü, bir politik
geleneğe sahip toplum zemininden kalkarak pratik - politik düzeyden ulaştı. O,
temel tarihsel ayrım çizgilerini çekmeyi başardı. TİİKP'te bir retorik olan
temel Marksist ilkeler Kaypakkaya'da, bir ayağını da devrimci gençlik
hareketine uzatmasıyla can ve kan kazandılar. Bu, teoriyle pratiğin bir tür
birliğiydi ve Kaypakkaya. Bu organik bağdan hareketle diğer iki devrimci
örgütün yapamadığını yaptı. Politik düzeyde inşa ettiği Marksist kavrayışının
yardımıyla, devrimci niteliği pratik mücadeleden ideolojik mücadele alanına
taşıdı. Buradaki en büyük hedefi, güçlü politik etkileri olan Kemalist
ideolojiydi.
Öte yandan devrimci bir politik hatta sahip olmayan TİİKP
- PDA Maocu zeminde kalırken Kaypakkaya’nın önderliğindeki TKP-ML Hareketi’nde
parti, işçi sınıfının önderliği, faşizm, faşizme karşı mücadele, iktidar ve
iktidarın niteliği, demokratik devrim ve buradan sosyalizm ve geçiş, Kürt
sorunu, TKP’nin değerlendirilmesi, Kemalizm vb. konularında tabuları kırıcı ve
ML yolunda ilerleyici oldu.
Elbette TKP-ML Hareketi doğduğu koşulların etkisinde
azade olmadı. O gençliğinde getirdiği hatalı tespitler ve değerlendirmeler
yaptı. Bunların olması bir noktada doğaldı. Çünkü komünist hareket hatalara
yetmezliklere karşı mücadele içinde gelişip olgunlaşacak, hatalarından ve
eksikliklerinden kurtularak ilerleyecektir.
Gelişmelerde bu gerçeği doğrulamıştır. TKP - ML
Hareketi'nin hatalı ve yanlış yanlarına Maocu’luğa kapaklanıp buradan
ilerleyerek, Kaypakkaya yoldaşın ML hattında kopan TKP-ML kökenli akımların (Partizan kanatlarını hatırlamak yerinde
olacaktır) nasıl bir dogmatizm içinde debelendikleri ve Kaypakkaya yoldaşın
ML bakış açısıyla bağlarının olmadığını yaşamın kendisi netçe açığa
çıkarmıştır.
Mükemmeliyetçilik görüntüsünde inkarcılığın ve
dogmatizmin çıkmaz sokak olduğunu gelişmeler yakıcı olarak ortaya koydu ve
İbrahim yoldaşa işçi sınıfı içinde çalışmayı temel almadı vb. değişik cepheden
saldıran MLKP, TKİP, TİKB’nin değişik kanatları ve yine Kaypakkaya yoldaşı
savunduklarını söyleyen dogmatik MKP, Bolşevik Parti ve TKP-ML kanatları vb.
gibi akımlarda tarih çarpıtıcılığına bugünde devam ediyorlar ve görüş
değiştirmede parmak ısırtacak bir konumda duruyorlar.
Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan TKP-ML
Hareketi'nin devamcısı olan Komünist Parti-İnşa Örgütü (KP-İÖ)'nün görevi,
Marksizm-Leninizm’in kavrayışında tarihsel öğeye daha az yer vermek ve
uluslararası komünist hareketin durgunluk sonlandırmak, Lenin ve Stalin
döneminin etkin teorik- politik önderliğini yaratmak için ve devrim için,
bayraklarını daha da yükseklere çekmek olmalıdır.
24
Nisan aynasında komünist hareketin doğuşu gelişimi ve oportünist akımların
eleştirisi
24
Nisan 1972, Türkiye proletaryasının komünist öncüsünün 2.kez yeniden
vücuda getirildiği gündür. Kaypakkaya yoldaş Nisan 1972 yılında bir grup
yoldaşıyla birlikte Türkiye Komünist Hareketi’ni, TKP-ML Hareketi
şahsında yeniden ayakları üzerine dikti. Ülkemizde sol hareket üzerinde
egemenlik kuran 50 yıllık reformculuğu, revizyonizmi ve pasifist
parlamentarizm geleneğini kırıp, devrimin silahlı başkaldırıyla
gerçekleştirileceğini pratiğiyle ortaya koyarak, Kemalizm dalkavukluğuna,
Kürt ulusunu inkar eden Türk şovenizmine, Şefik Hüsnü TKP’sinin burjuva
milliyetçisi oportünist çizgisine, Sovyet sosyal emperyalizmine,
Troçkizm’e vb. sınıf dışı akımlara karşı, kavrayışı ve deneyimi ölçüsünde
cepheden tutum alarak, proletarya ve emekçi yığınların eline örgütlenip
savaşacakları sağlam bir mücadele silahını tutuşturdu.
Elbette
Kaypakkaya yoldaşın ortaya koymuş olduğu bu ML’ist görüşler, ilk ve
genç olmanın getirdiği önemli yetmezlikler, eksiklikler ve hatalar
taşıyordu. Bunun böyle olması bir noktada doğaldı da.
Ne ki
Kaypakkaya yoldaş dönemin doruğu olarak gerçeklere çözümler bulmaya
çalıştı. Düşündüklerini ve belirlediklerini ortaya koyup, pratiğe
girişerek teorisini pratiğin deneğine vurdu. Bir yıllık gibi yoğun
bir mücadelenin ardından TKP-ML Hareketi, faşizmin yoğun saldırıları
sonucu ağır bir yenilgi aldı. Ama Kaypakkaya’nın geride kalan yoldaşları
pratiğin sonuçlarını irdeleyerek, süreci gözden geçirerek
kapsamlı olarak yargıladı, bu mücadelede bir çok olumlu-olumsuz sonuçları
bulup, ortaya çıkartarak, komünist hareketin hatalarından arındırılarak
gelişip, güçleneceği gerçeğinden şaşmazcasına hareket ederek,
Kaypakkaya yoldaşın eksikliklerini ve yetmezliklerini, dogmatizm
ve inkarcılığa düşmeden, ML çizgide kararlılıkla yürüyerek aştı
ve O’nun komünist özünü geliştirip, derinleştirerek daha da sağlam
bir hatta çekti.
Kaypakkaya
yoldaş, komünist hareket için ön açıcı oldu, birçok alanda tabuları
parçalayarak bizlere yol gösterici olduğu gibi, aynı zamanda bir
yıllık gibi kısa bir pratik süreçte yaşadı ve bunun sonuçlarını değerlendirme
fırsatını bulamadan Kaypakakya yoldaş faşizmce tehlikeli bulunarak 18
Mayıs 1973 yılında katledildi.
Kaypakkaya
yoldaşı ve komünist hareketi yargılamada, dahası komünist hareketin
yakın geçmişini ele alıp değerlendirme sorunu, devrimci hareket saflarında
en fazla tartışılan sorunların başında geldi. Bu alanda iki eğilim
sürekli olarak çatıştı; birincisi ML bakış yani olayları ve olguları
kendi koşulları içinde ele alıp değerlendirme ve komünistlerin hatalarını
mücadele içinde aşağı doğrusunun savunucusu ve takipçisi olarak
gerçekler üzerinde politika yapan komünistler ve ikincisi de her
ne kadar görünüşte farklı yerlerde duruyorlarmış gibi görüntü içinde
olsalar da, geçmişe dogmatik ve inkarcılık temelinde mükemmeliyetçi
bir bakışla olaylara ve olgulara yaklaşımda idealist bir mevzide
buluşan oportünist cenah.
Geçmişin
doğru devrimci bir yaklaşımla nesnel bir zemin üzerinde ele alınmasında
dogmatik ve inkarcı oportünistlerin temel özellikleri, sürekli olarak
düalizm ve keyfiyetçi bir değerlendirme içinde olmalarıdır. Bu
akımların hemen tümü, geçmişi değerlendirirken kendilerine oportünizmi,
hoşgörüyü ve uzlaşmacılığı uygularlarken, başkalarına, abartıcılığı,
acımasızlığı, keyfiyetçiliği ve çift standartçı oportünist yaklaşımları
ve değerlendirmeleri uygulamayı esas almışlardır. Buradan olarak, Kaypakkaya
yoldaşın şahsında 1972-79 dönemine inkarcı ve dogmatik bakış açısıyla
mükemmeliyetçi bir konumda durarak gerçekleri çarpıtan ve olguları
kendi zemininden kopararak ele alan dogmatik ve inkarcı oportunist
cenah ile komünistler arasındaki niteliksel yaklaşım ve ayrım çizgisini
ortaya koymak bir kez daha önemi taşıyor.
Komünist
hareketin değerlendirmesinde oportünist mevzide yer alanların, 45.
yıl sonra bir arpa boyu bile ilerleyememeleri ve Kaypakkaya’yı ve
72-79 dönemini sınıfla birleşemediğinden dolayı eleştirip, mahkum
edenlerin bu kadar deney, tecrübe ve birikimin ardından hala aynı
yerde çakılıp kalmaları ve ondan sonrada aymazcasına “yoktur birbirimizden
farkımız ama biz Osmanlı bankasıyız” sloganı gibi, sık sık görüş değişikliğine
gitmeleri, dün ak dediklerine bugün kara diyen bu oportünist cenahın,
yine de kendilerini yanılmaz komünist olarak nitelemekten geri
durmamamaları dahası bu akımların ne kadar anti-Marksist bir konumda
durduklarını ve diyalektik materyalizmi ne kadar derinden kavradıklarını
ve komünist hareketin doğuşu, gelişimi ve partileşme sürecine yaklaşımda
ne kadar sağlam bir konumda durduklarını gösteriyor.
İşte
oportünist cenahla, komünistlerin arasında geçmişe yaklaşımdaki temel
ayrımları ve gerçek ışığında kim komünist ve kim değil bağlamında bunları
bir kez daha ortaya koymak ve Marksizm-Leninizm üzerinde şaşmadan
ilerlemek gerekiyor.
Geçmişe
bakışta Marksizm-Leninizm ve oportünizm
Bilindiği
üzere oportünizmle, Marksizm arasındaki her ayrımın başlangıç noktası,
bakış açısındaki ayrılıktır. Geçmiş sorununda da bakış açısındaki
ayrılıklar ister ortaya çıksın, ister çıkmasın bu böyledir. Haliyle
ayrım olgulara ve olaylara bakış açısından itibaren başlıyor. Bakış açısı,
olgulara dünya görüşü temelinde yaklaşımın ifadesidir. Mutlaka
bir sınıfın damgasını taşır. Aynı olgulardan hareketle değişik
sınıfların farklı sonuçlara varmalarında belirleyici olan, dünya
görüşü ve üzerinde yükselen bakış açılarındaki farklılıklardır.
Marksizm - Leninizm bir bilim olduğuna göre, bilginin dolayısıyla
işçi sınıfının biliminin hem gelişip zenginleşmesi hem de kavrayışı
diyalektik gelişim yasasına uygun bir seyir izler. Ve Marksizm’i - Leninizm’in
somut şartların somut tahlili olması gerçeği de burada yatar. Haliyle
geçmişe bakış açımızda bu temele oturmalıdır.
Olgular
şartlardan soyutlanamazlar. Olgular şartları içinde ele alındıklarında
içinde barındırdıkları çelişkiler doğru tahlil edilebilir, şeyler
sürekli gelişme ve değişme, pratikten doğan bilgi, sürekli derinleşme
durumunda olduğundan belirli tarihi, sosyal ve iktisadi şartlar
altında doru olan -örneğin serbest rekabetçi kapitalizm döneminde
zamandaş, kıtasal devrim ile dünya devrimi zafere taşınırken, emperyalizm
çaında bu durum değişmiş, devrim artık emperyalizmin en zayıf halkalarından
kırılarak, yani tek tek ülkelerde devrimler başarıya ulaşarak,
dünya proletarya devrimi başarıya ulaşacak biçimde temel deişiklikler
olmuştur. Ya da bir dönem politik koşullardan dolayı geri çekilme
taktiği devrimci bir rol oynarken politik koşulların değişimiyle
birlikte geri çekilme taktiği artık devrimci bir rol oynamaktan çıkar,
yerini saldırı taktiğine bırakır. Bu koşullarda devrimci taktik
ilerlemeyi ifade eden saldırı taktiği olacaktır- başka şartlar altında
yanlış olabilir. Buradan hareketle ML’in bazı şartlarda doğru olan
bir kısım teorik, politik önermeleri farklı şartlarda geçerliliğini
yitirmişti ya da yetersiz kalmıştır.
O
halde bakış açımızın odağında, olguları incelerken yer ve zaman
kavramında, içinde bulunduğu tarihi, sosyal koşullardan soyutlamadan
ele alma olmalıdır. Haliyle bakış açısı sorunu doğru
olarak kavranmadığında doğru ve sağlıklı tespitlere ulaşmanın olanaksız
olduğu da açık bir gerçekliktir. Dolayısıyla ML’in kavranışı ve bağını
kuramamak mükemmeliyetçiliğe ve onunla el elle giden inkarcılığa yol
açar. İnkarcılık varılan her ileri noktada, her önemli atılımda
geçmişin reddedilmesi olarak belirir. İdealizmden kaynaklanan bu
bakış açısı, diyalektik değil, metafiziktir.
Bakış
açısındaki sakatlığın bir diğer boyutu da, tutuculuk ve domatizmdir.
Bu eğilim, ciddi hataların varlığıyla M-L olma ile bağdaştırılamaz.
ML’istleri hatasız görmeye ve göstermeye çalışır. Ve dolayısıyla
hatalara sıkı sıkıya sarılıp, onları korur ve çizgi haline dönüşmesini
sağlar. Bu eğilimde mükemmeliyetçilikle aynı özden kaynaklanır ve onun
ters yüz edilmiş şeklidir. Aynı zararlı sonuçlara; kendini aşmamaya
ve yozlaşmaya götürür. Bireycilik temelindeki keyfi yaklaşımlar
da inkarcılık ya da dogmatizm olarak biçimlenir.
Komünist
hareketin doğuşu ve gelişimi
Bakış
açısı üzerinde bu kısa değinmenin ardından konunun daha iyi anlaşılması
için önemli bir görüş ayrılığını ifade eden komünist hareketin doğuşu
ve gelişimi üzerinde durarak görüşlerimizin bir özetini aktarmakta
yarar görüyoruz. Önceller olmaksızın, oluşmaksızın herhangi yeni
bir şey oluşamaz, doğamaz. Marksizm - Leninizm’in düşünceleri devrimci
demokrasinin saflarında yayılır. Başlıca olarak bu olayın ilerlemesi
komünist hareketin öncüllerini hazırlar.
Komünist
hareketin öncülleri genel bir kural olarak devrimci-demokrasinin
safları arasında saklıdır. Mücadelenin koşulları, bu öncüllerin
ML’ist bilgi birikimini ilerletir. İlerleyen ML’ist bilgi birikimi
temelinde ve elverişli koşulların yardımıyla bu öncüllerin bir
kısmı kendi kendini, devrimci-demokrasiyi olumsuzlayarak -yadsıyarak- niteliksel bir sıçramayı
gerçekleştirirler. Böylece devrimci-demokrasi, ML temelinde yadsınarak
aşılmış, eskinin barında, onun içinde “yeni” vücuda gelmiş, yaşam bulmuştur.
Ve böylece proletarya ideolojisi temelinde komünist hareket doğar.
Devrimci-demokrasinin
barından çıkan komünist hareket, öncelikle onunla kendisi arasındaki
ayrım çizgisini ortaya koyar ki, bu devrimci-demokratik güçler ile
kendi arasına bir sınır çekmesi demektir. Başka bir anlatımla, yeni
eğilimin doğası gereği özellikle barında oluştuğu koşullarla kendi
arasındaki ayrımı, kendi bağımsız varlık nedenini ortaya koyma
ihtiyacı içindedir. Yeninin, içinde oluştuğu eskinin izlerini
kuvvetli bir şekilde üzerinde taşıması, oluşum koşulları nedeniyle
kaçınılmazdır.
Hiç
bir yeni dört başı mamur ve mükemmel doğmaz, doğamaz. Bu kesinlikle
olanaklı değildir ve aksini iddia etmek idealizmdir. Bağımsız bir
varlığa kavuşan yeni, bu noktadan itibaren bir evrim içine girer. Bu
evrim sürecinin özellikle ilk dönemlerinde bağımsız varlık nedenini
koruma, pekiştirme ihtiyacı, onu eskinin kendi üzerindeki etkilerinden
arınmaya yöneltir ve bunda başarılı olduğu oranda, bu, onun gelişiminin
bir itici gücü, dinamiği olur.
Komünist
bir hareketin doğması nitel bir sıçramayı ifade eder. Komünist hareketin
öncelleri, hem kendi kendisiyle ve hem de içinde oluştuğu koşullarla
çelişki içindedir. Bu çelişkinin doğurduğu mücadele, yeninin oluşumunu
hızlandırır; eskiden devrimci demokrasiden kopuşun koşullarını
hazırlar, yeninin oluşumunun itici gücü; işte eskiye karşı
yürütülen bu mücadeledir. Yeni -komünist hareket- diyalektiğin yasalarına
uygun olarak, Marksizm’in - Leninizm’in temelleri üzerinde oluşur Nicel
birikimler, nitel değişimin koşullarını hazırlar.
Gerekli
nicel birikimin oluştuğu durumda ve elverişli genel koşulların
da yardımıyla komünist hareketin öncelleri, devrimci-demokrasiyi
aşarlar, ondan koparlar, bağımsız bir politik örgütlenmeyi gerçekleştirmek
üzere harekete geçerler ki, nitel sıçrama, yeninin ortaya çıkması
burada somutlaşır. Yani teori de kapitalist mülkiyetin tasfiyesinin
öngörülmesinde ve politikada proletarya diktatörlüğünün savunulmasında
ve buna götürecek bir çizginin izlenmesinde anlatımını bulur.
Komünist
hareket, Marksizmin-Leninizmin yeni girdiği ülkelerde devrimci-demokratik
hareketin parçalanma sürecinde doğacağına göre ki, (genel olan budur) bu parçalanma
sürecinde oluşan komünist hareket, bağımsız politik güç olarak var
olabilmesi için, devrimci demokrasiye karşı ideolojik bir alternatif
olmakla yetinemez; aynı zamanda devrimci - demokrasi, politik
bir hareket olduğuna göre politik bir alternatif olmalıdır, olmak
zorundadır.
Komünist hareket çeşitli
yollardan oluşabilir. Komünistler çeşitli örgütlerden, ayrı grup,
çevre vb. olarak kopabilecekleri gibi birbirlerinden habersiz
olarak da doğabilir. Yozlaşan bir komünist partisinden çeşitli komünist
grup veya gruplar çıkabilir. Ancak, komünistler, Marksizm’in bir ülkeye
ilk girişi sırasında genel bir kural olarak devrimci demokrasinin
içinde oluşurlar.
Komünist
hareketin evriminde çeşitli gelişme ve aşamalar söz konusudur.
Komünist hareketin doğuşundan itibaren partileşme sürecini yaşar,
partinin kuruluşuyla partileşme süreci aşılır. Ve partinin kendisi
de çeşitli gelişme aşamalarından geçer. Komünist hareketin evrimindeki
bu gelişme aşamaları, her ülkede içinde bulunulan koşullarla balıdır
ve dolayısıyla bu koşullar somut olarak tahlil edilmeli, buradan
hareketle de her dönemin ayırıcı çizgilerinin saptanması gerekir.
Gerek komünist hareketin bir ülkede geçirmekte olduğu ve geçireceği
gelişme aşamaları ve gerekse de her aşamanın ayırıcı çizgileri,
önceden saptanmış kategorik ayrımlar temelinde yapılamaz.
Her
ülkede komünist hareket doğduğunda partileşme sürecini yaşar. Partileşme
süreci, komünist hareketin gelişmesi, büyümesi, bir parti olarak ileri
taşınması ve bir parti olarak örgütlenmesi sürecidir. Evriminin
bu aşamasında da komünist hareket ne kadar geniş ya da dar olursa olsun,
doğası gereği politik bir kimlik taşır. Eğer daha farklı bir durum
olmazsa, o gelişerek, olgunlaşarak parti haline gelir ve bu evrim,
derinliğine ve genişliğine, niteliğin ve niceliğin gelişmesi süreci
olarak çok yönlüdür. Komünist hareketin evrimindeki aşamalar, aynı
nitelikteki bir olgunun olgunluk farklarıyla ayrılan farklı gelişme
süreçleridir. Komünist hareketin evrimindeki bir gelişme aşamasından
bir diğerine geçmesi, komünist hareketin kendi kendini inkar ederek
niteliğini değiştirmesi demek değildir.
Peki,
partileşme sürecinin ayırt edici özelliği nedir? Marksizm’in yeni girdiği
ülkelerde, komünist hareket, devrimci-demokrasinin parçalanması
sürecinde oluşacağına göre, bu oluşum genellikle proletaryanın hareketi
dışında gerçekleşir. Komünist hareket, proletaryanın hareketi dışında
doğduğu için, komünist hareketin proletarya hareketinde yalıtılmış
olduğu bir dönem yaşar. Bu dönem, tersinden bakıldığında, komünist hareketin
proletarya hareketine bağlanması, bilimsel sosyalizmin proletarya
hareketine sokulması ya da proletarya hareketiyle bilimsel sosyalizmin
birleşmesi sürecidir. Bu süreç aynı zamanda programın oluşturulup,
derinleştirilmesi ve varsa komünist güçlerin ML program etrafında
toparlanma sürecidir.
Elbette
bütün bu sürecin zafere taşınması yani komünist hareketin partiyi
yakalaması sınıf hareketiyle birliğinden geçer. Komünistliğin denek
taşı sorununda temel doğruları ortaya koyan örgütümüz, bu görüşlerini
şu noktada toparladı: Teoride proletarya diktatörlüğünü ön gören,
kabul eden yani proletarya diktatörlüğüne uygun bir siyaset izleyen
pratikte propaganda, ajitasyon, örgütlenme buna uygun davranan kişi
örgüt, parti vb. komünisttir. Söz ile eylem, teori ile pratik
arasında uyum olmalıdır. Yani proletarya diktatörlüğünün kabulü
sözde kalmamalıdır. Kimin komünist olduğu sözle değil, eyleme göre
değerlendirilmelidir.
Ve
bu tamamen somut bir sorundur. Dolayısıyla somut koşullar içinde
alınmalıdır. Ama teori ile pratik arasındaki ilişkiyi kurarken diyalektiğin
gelişim yasasını kavramak gerekiyor. Aksi halde, sözle eylem arasındaki
ilişkide doğru kavranamaz ve mekanik benzetmeler yapılarak yanlışlara
kapanmak kaçınılmaz olur. Bu bakımdan teorinin pratiğe sürülmesi ve
pratiğe bire bir yansıması ve bütünüyle ona hakim olması önemli bir
süreci baştan görülmeli ve gelişmelere bu pencereden bakılmalıdır.
Komünist hareketin ortaya koyduğu bu ML’ist görüşler, devrimci ve komünist
hareketin olayları ve olguları hangi yönde değerlendirmesi gerektiğinde
yol gösterici olmuştur.
Oportünist
akımlar ne dediler ne yaptılar
Kaypakkaya
yoldaşın önderliğinde 24 Nisan 1972 yılında kurulan TKP-ML Hareketi’ne yönelik birçok
akım sağdan ve soldan ama haksız eleştirilerde bulundular. Bu kişilerin çoğu
somut durumu izah etmekten ve Leninist bakış açısından uzaktı. Durum böyle
olunca birçok akım geçmişe yaklaşımda düalizmden kopamadı ve işine geldiği
yerde işine geleni alıp kullanarak seçmeci bir çizgide ilerleyerek,
komünist hareketin gelişim tarihine yaklaşımda anti-Marksist bir
konumda yer aldılar. Keyfi değerlendirmeler ve ilkesiz yaklaşımlar
Marksizm-Leninizm olarak yutturulmaya çalışıldı. İnkarcılık
ve dogmatizm, ‘80 öncesi olduğu gibi özellikle 12 Eylül yenilgisi ve
tasfiyecilikten sonra inkarcılık ve yeniden tarih yazımı devrimci
harekete egemen oldu.
Görüşlerinden
180 derece dönüş yapanlardan, kendi mücadelesine intikamca saldıranlara -MLKP, TKİP vb.- kadar çok değişik eskinin
devamcısı yeni inkarcılarla karşılaşıldı. Bu yeni türedi inkarcılar
eskilerini aratır oldular. Her şeyi kendileriyle başlatan bu oportünistler,
ortaya attıkları görüşleri gelinen durumda savunmaktan aciz bir
konuma düştüler.
“Gerçek
bir Marksist yönelişin özünü ve esasını, proletaryanın tarihsel rolünü
kavrayışı oluşturur. Bu kavrayışa ulaşmış ve dolayısıyla Marksist-Leninist
sıfatını hak etmiş bir siyasal hareket, teorik gelişmenin siyasal
faaliyetinin ve örgütsel şekillenişinin odağında yalnızca ve yalnızca
işçi sınıfını koyar. Örgütsel gelişimin, proletaryanın öncüsünü
komünizme kazanmayı ifade ettiği parti örgütünün yaratılmasının
proletaryanın bilinçli kesimini örgütlemek demek olduğu ‘proletaryanın
en üst örgütlenme biçimi olarak parti’ sözünün boş ve rastgele bir söz
olmadığı hep unutulmuştur… Küçük-burjuvazinin bağrında komünist parti
inşa etmeye kalkmak, kesinlikle bir tesadüf, ya da basit bir yanılgı
değildir. Bu, Marksizm’in - Leninizm’in özü demek olan proletaryanın tarihsel
rolünü kavrayamamak demektir…” (Yakın Geçmişe Genel Bakış ve Program
Taslağı s. 20 yıl 1987.)
“Partileşme
sürecimizin bugün hala en zayıf sınıf hareketiyle birleşme alanıdır
derken biz henüz fazla bir mesafe alamadığımızı zaten açıklıkla
ifade ediyoruz. Fakat eğer bugüne kadarki tüm çabalarımıza rağmen
bugün henüz sınıf hareketi içinde anlamlı bir mesafe alamadığımız
bir gerçekse ve biz sınıf hareketiyle birleşme ve partimize bu zemin
üzerinde bir politik-örgütsel yaşam alanı yaratmada buna ramen
özel bir ısrar gösterebiliyorsak, kendi başına bu olgu bile, bizim
komünist ideolojik kimliğimizin ve sınıf devrimciliği çizgimizin
kanıtı sayılmalıdır.” (Ekim sy. 157 - Başyazı.)
Ekim
örgütü, ilk ortaya çıktığı dönemde genel olarak devrimci ve komünist
hareketi sınıf zemini üzerinde yükselen ve bunun gereklerine
göre örgütsel bir inşa çalışması içinde olmadığından dolayı, lafta
ne söylese de pratikte proletaryayı merkezde tutan bir parti geliştirmediği
nedeniyle halkçı popülist olarak mahkum etmeye çalışanlarda bulundu.
Sınıf zemini üzerinde yükselemeyen hareketlerin ideolojisi ile
politikası arasındaki çelişkiye dikkat çekerek, özellikle
TDKP’yi gençlik hareketi zemininde örgütlendiğinden dolayı acımasızca
eleştirdi.
Ne ki
Ekim - TKİP örgütü dün söylemiş olduğu bu görüşleri kendisi de aşamamış
ve proletarya partisinin proletarya hareketinin zemini üzerinde
yükselterek, onun ileri öğelerinin komünist bir örgüt etrafında birleştirilerek
gerçek anlamda sınıf partisinin kurulacağı görüşünden çark etmiştir.
İdeolojik önderlikle sınıf hareketi olduğunu kanıtlamaya çalışacak
kadar pusulasını şaşıran ve bu aynı görüşü başkaları savundu için onları
fütursuzca eleştiren bu aklı evvel oportünistler, aradan 26 yıl gibi
uzun bir süreç geçtiği halde ve önlerinde yararlanabilecekleri o
kadar fazla ve gelişkin deney, tecrübe ve olanak olmasına karşın, bu
kendinden menkul yeni yetme inkarcılar, söylediklerine uygun bir
pratik geliştiremedikleri gibi, proletaryasız parti kurulabilir
fikrinde konaklayarak 50-100 kişilik küçük-burjuvaziden devşirilmiş
güçlerle, yani esas olarak gençlik içinde kalan çalışmalarıyla dün
eleştirip, mahkum ettiği, küçük-burjuva popülizm olarak eleştirdikleri
parti fikrine kapaklanmaktan kurtulamadılar.
Ve
Ekim-TKİP örgütü, proletaryadan ayrı telden çalarak etrafına toplamış
olduğu küçük-burjuva sınıf ve kesimlerinden aşırılmış kadrolarla
işçi sınıfının ihtilalci partisini yaratmaya ramak kaldığından
ve dem vurarak sınıftan kopuk bir kuruluş kongresiyle TKİP
adını alarak yeni bir işçi sınıfını öncü tabela partisini ilan etmekten
kendisini alamdı. Demek ki TKİP - Ekim örgütü, söylemlerine uygun hareket
etmediği gibi, komünist harekete yaklaşımında da devrimci bir konumda
durmadığını ortaya koyuyordu 30 yıl sonrasında Ekim örgütü sınıftan
kopuk TKİP’i kurarak, sınıfa gideriz tasfiyeci küçük-burjuva fikrinde
konaklıyor, böyle kendisine oportünizmi başkasına Marksizm’i
uygulama oportünizminden bir türlü kurtulamıyordu. Daha önce etmiş olduğu iri
lafları yutmaktan ve unutmaktan çareyi buluyordu. Haliyle komünist harekete
büyük laflarla saldırısının da inandırıcı bir yanı kalmıyordu.
Bu
aynı durum, yeni yetme inkarcılardan, çift standartçılık ve keyfiyetçilikte
akıl hocalarını geride bırakan MLKP’de de görülmektedir. Hemen herzeyi
kendisiyle başlatma ve yeninin, “yeni tarzın” (ki bunun DHKP-C ve PKK kopyacılığı ve karikatürizemin olduğu su götürmez
biçiminde açığa çıkmıştır) kurucusu ve geliştiricisi olduğu
iddiasında bulunan MLKPi, TDKP’den aşırdıkları ve TİKB, TKİP- Ekim’le
aynı hatta buluştukları inkarcı görüşlerini, “dün dündür, bugün bugündür”
oportünist görüşlerini pervasızca savunmaya götürmüştür.
Kaypakkaya
yoldaşı ve komünist hareket’in 72-79 sürecini, küçük-burjuva devrimciliği
aşamayan, sınıf hareketini temel alarak bu zeminde komünist hareketi
yükseltmeyen bir süreç olarak görüp mahkum eden bu aklı evvel akım, gelinen
durumda bütün bu söylediklerini unuturcasına aymazca hareket ederek,
“Ekim devriminin yolunun, yani proletaryayı temel alan bir siyasal,
örgütsel strateji ve taktiğe ilişkin Leninist-Stalinist bakış açısının,
bizim gibi ülkelerde (yani geri
bağımlı ülkelerde) geçerli olmadığı yolundaki önyargının
damgasını bastığı THKO - THKP-C ve TKP-ML bu anlayışlarının doğal ve
kaçınılmaz bir sonucu olarak anti-Leninist bir parti anlayışında
konaklanıyorlar.”
“Proletaryanın
önderliğini, esas olarak lafta benimsemiş, proletaryanın yerine
teoride köylülüğü (ki burada üç hareketi
de aynı kefeye koyarak TKP-ML Hareketi ile diğer akımlar arasındaki
net olan ayrım çizgisini kabaca çarpıtmak ve Kaypakkaya’nın savunmadığı
görüşleri savunuyor göstermek dürüstlükten öte tarihi gerçekleri
çarpıtmak anlamına gelir. TKP-ML Hareketi hiç bir zaman ve hiç bir yerde teoride köylülüğü temel
almamıştır. Bu iddia düpedüz yazarın Kaypakkaya’ya ve komünist harekete
ne kadar düşmanlık içinde olduunu gösterir. HB) ve pratikte de köylü yıınlarından
da kopuk olan devrimci öncüyü koymuş olan ‘71 devrimci hareketi…” (P.
Doğrultu s. 8, s.5-6.)
Yeni yetme oportünist inkarcılığın bir söyledii
diğerini tutmadığından ve yamalı bohça olarak farklı görüşleri aynı
torbada taşıdıından dolayı yazılarında da bu farklılıklar görülmekte
ve tezatlıklarını yakalamak zor olmuyor. Bir yanda sınıf hareketi
üzerinde yükselmeyen ve bunun gereklerine göre pratikte adımlar
atarak siyasal, örgütsel mücadeleyi asıl olarak sınıf içinde olmayan
akımların komünist olamayacaını savunacaksın ve buradan hareket
ederek Kaypakkaya ve TKP-ML Hareketi’ni küçük-burjuva devrimciliği
olarak niteleyeceksin, ondan sonra da tam olarak 40 yıl sonra kalkıp,
sınıftan kopuk ve onu lafta temel alan ve pratikte buna uygun bir mücadele
-örgüt hattında yürümeyen, küçük-burjuvazinin dekalase kesimleri
üzerinde yükselen, esas olarak semt ve öğrenci gençlik zemini üzerinde
oturan MLKP’yi büyük ML parti olarak niteleyeceksin? Hem de legalizm
limanına demir atarak.
Böyle keyfiyetçilik ve çift standartçılık
olacak bir şey değildir. MLKP önderleri büyük gürültü kopardıkları
ve parti aldı başını gidiyor havasını bastıkları koşullarda, çok
özel koşullarda gerçekleştirilmiş bir toplantı olarak gösterilmeye
çalışılan, 2. Kongre belgelerinde bu söylediklerinden fersah fersah
uzak olduklarını göstermektedir: “Komünist partisinin, işçi sınıfı
hareketiyle bilimsel sosyalizmin birliği olduğu yolundaki Marksist
- Leninist öreti tamamen dorudur… Fakat bu birliğin kural olarak
komünist partilerin kuruluşundan önce gerçekleştii ve gerçekleşmesinin
zorunlu olduğu, bundan önce parti kurulmayacaı vb. iddia edilemez.
Geçmişte bu yönde iddiaların ileri sürüldüğü bilinmektedir… Komünist
partisi sonuç olarak bir örgüttür ve kuruluşu sorunu, onu kuranların
iradesine balıdır.” (2. Kongre Belgeleri,
s. 25) derken MLKP, dün işçi sınıfı partisinin sınıftan kopuk olarak
kurulacağını savunanları parti öretisini sıradanlaştırarak
ayağa düşürmek olarak eleştirip bu yaklaşımları mahkum ederken, bugün
nihayetinde partiyi, komünist hareketin sınıfla birliğine, yerel
örgütler oluşturmasına, kadrolaşmasına vb. bakmadan bir avuç devrimcinin
bir araya gelerek, sınıftan kopuk olarak kendi iradeleriyle partiyi
ilan edeceklerini ilan ederek , komünist işçi partisini sıradan bir
örgüt derekesine düşürerek Maocu parti anlayışlarıyla aynı kulvarda
buluşmuşlarıdır.
Keza MLKP, dün Kaypakkaya ve TKP-ML Hareketi’ni
sınıfla birleşmeyi merkezde tutmayıp, pratikte buna uygun hareket
etmediği gerekçesiyle eleştirip küçük burjuva çemberi kırıp, dışına
çıkmadıı iddiasıyla eleştirip, mahkum ederken, bugünkü MLKP, 40 yıl
sonra semt ve öğrenci gençlik içinden devşirdiği küçük burjuva kadrolarla,
esas olarak pratik çalışmalarını sınıf dışı küçük burjuva kesimler
içinde -öğrenci gençlik ve semtler gibi yoğunlaştırırken Marksist-Leninist
oluyor ama önünde yararlanacağı her hangi bir deney, tecrübe ve olanaklar
vb. Yok iken ilkliğin ve çocukluğun getirmiş olduğu nedenlerden dolayı
aynı konumda hareket eden Kaypakkaya ve komünist hareketi çok rahatlıkla
küçük-burjuva olarak damgalayarak mahkum etmeye çalışıyor. Bakalım
MLKP 40 yıl sonra örgütsel-politik çalışmanın merkezinde tuttuğunu
iddia ettiği sınıfla birleşmede ne kadar yol katetmiştir?
“MLKP’nin sınıf hareketine bağlanmadığı,
onun temel zaafı, işçi sınıfıyla bağlarının fazlasıyla zayıf olmasıdır…”
(2. Kongre Belgeleri, s. 27.)
“Partimiz edimsel olarak, yani toplumsal
köken itibarıyla işçi sınıfının ‘en bilinçli azınlığından’ oluştuğu
kuşkusuz söylenemez.” (Agb. 28.)
“Partimiz, kesimsel çalışma sözkonusu olduunda,
özellikle büyük metropollerde güçlerinin en çounun giderek işçi
çalışmasında konumlandırmaya yöneldi… Ancak sorunda ısrarlı davranılamadı.
Gelişmemiz hala cılız ve sınırlıdır… çok sayıda kadro sınıf çalışmasında
görevlendirilsede bunların önemli bir kesimine gereken işlerlik kazandırıldıı
söylenemez… İşçi ilişkilerimizi örgütlemede belirgin gelişmeler
oldu. Ama bu devam ettirilemedi…” (Agb. s. 51-52.)
“Partimiz, komünist hareketi, bütün varlığı
süresince bir gölge gibi izleyen işçi hareketinden yalıtılmışlık
sorununu çözme iddia, görüş açısı ve kararlılığına sahip olduunu
özellikle bundan sonraki pratiğiyle göstermek zorundadır.” (Agb.
s. 53.)
Daha
buraya aktarmayı gerekli görmediğimiz birçok değerlendirme ve veriler
çetecilerin söylemleriyle pratikleri arasındaki çelişkinin derinleşerek
sürüp gittiğini ve sınıfı temel alan bir örgütsel, pratik çalışma geliştirmediklerini
göstermektedir. Peki, 40yıl sonra Kaypakkaya yoldaş ve daha sonrasında
komünist hareketin yarattığı, fabrika işçi ilişkilerinin onda birisini
bile örgütleme, fabrika ilişkisi yaratma ve hücreleşme, sendikalar
içinde buna uygun hareket etmediği gerekçesiyle eleştirip
küçük-burjuva çemberi kırıp, dışına çıkmadığı iddiasıyla eleştirip,
mahkum ederken, bugünkü MLKP, 40 yıl sonra semt ve öğrenci gençlik içinden
devşirdiği küçük burjuva kadrolarla, esas olarak pratik çalışmalarını
sınıf dışı küçük-burjuva kesimler içinde -öğrenci gençlik ve semtler
gibi yoğunlaştırırken Marksist oluyor ama önünde yararlanacağı
herhangi bir deney, tecrübe ve olanaklar vb. yokken ilkliğin ve çocukluğun
getirmiş olduğu nedenlerden dolayı aynı konumda hareket eden Kaypakkaya
ve komünist hareketi çok rahatlıkla küçük-burjuva olarak damgalayarak
mahkum etmeye çalışıyor. Bakalım MLKP 26 yıl sonra örgütsel-politik
çalışmanın merkezinde tuttuğunu iddia ettiği sınıfla birleşmede
ne kadar yol kat etmiştir?
“MLKP’nin
sınıf hareketine bağlanmadığı, onun temel zaafı, işçi sınıfıyla
bağlarının fazlasıyla zayıf olmasıdır…” (2. Kongre Belgeleri, s.
27.)
“Partimiz edimsel olarak,
yani toplumsal köken itibarıyla işçi sınıfının ‘en bilinçli azınlığından’
oluştuğu kuşkusuz söylenemez.” (Agb. 28.)
“Partimiz, kesimsel çalışma
söz konusu olduğunda, özellikle büyük metropollerde güçlerinin
en çoğunun giderek işçi çalışmasında konumlandırmaya yöneldi… Ancak
sorunda ısrarlı davranılamadı. Gelişmemiz hala cılız ve sınırlıdır…
Çok sayıda kadro sınıf çalışmasında görevlendirilse de bunların
önemli bir kesimine gereken işlerlik kazandırıldığı söylenemez… İşçi ilişkilerimizi
örgütlemede belirgin gelişmeler oldu. Ama bu devam ettirilemedi…”
(Agb. s. 51-52.)
“Partimiz, komünist hareketi, bütün varlığı
süresince bir gölge gibi izleyen işçi hareketinden yalıtılmışlık
sorununu çözme iddia, görüş açısı ve kararlılığına sahip olduunu
özellikle bundan sonraki pratiğiyle göstermek zorundadır.” (Agb. s.
53.)
Daha buraya aktarmayı gerekli görmediimiz
bir çok deerlendirme ve veriler MLKP’nin söylemleriyle pratikleri
arasındaki çelişkinin derinleşerek sürüp gittiğini ve sınıfı temel
alan bir örgütsel, pratik çalışma geliştirmediklerini göstermektedir.
Peki 40 yıl sonra Kaypakkaya yoldaş ve daha sonrasında komünist hareketin
yarattığı fabrika işçi ilişkilerinin onda birisini bile örgütleme,
fabrika ilişkisi yaratma ve hücreleşme, sendikal çalışmalar yakalamayı
başaramayan MLKP’nin kendisini komünist, ama gerçek komünistleri
küçük burjuva olarak nitelemeye kalkışması ne kadar doğru ve dürüst
bir yaklaşımdır? Bu açıktan “benimse iyidir ötesi tufandır” biçimindeki
küçük-burjuva oportünist inkarcı bir değerlendirme değil mi?
Nitekim MLKP’nin inkarcı oportünist görüşleri
kendi gerçekliğini kavrama ve değerlendirmede ayak bağı olmuştur
ve gelinen durumda kendi gerçekliğini açıklamada zorlandığı gibi
tam bir çıkmaz yaşamaktadır.
Ülkemizde küçük burjuvazi, nüfusun en büyük
kesimini oluşturan bir sınıftır. Bu sınıfın çıkarlarını savunan
ancak proletarya adına hareket etme iddiasında olan küçük burjuva
grup ve çevrelerin sayısı bir hayli kabarık. ML parti öğretisi, bu grup
ve çevrelerin yadsıdığı sorunlardan biridir. Bu gruplar biçimde
birbirlerinden ayrılıyor gözükseler de, özde aynı nokta da birleşmektedirler.
Genel
doğruları sıralayan ama iş ülke somutuna geldiğinde inkarcı anlayış,
partinin sübjektif koşullarının hazırlanmasını reddeden tabelacı
yaklaşım, ML parti öğretisinin günümüzde geçerliliği olmadığı
tezleri vb. oportünist anlayışların bazı örnekleridir. Hepsinin
ortak özelliği de küçük-burjuva bireyci sınıf tavrıdır. Dünyanın merkezine
kendilerini koyarak, kendilerini en büyük M-L ilan etmek amacıyla
teoriyi yaratmaya çalışmak, gerçekleri tarif ederek sözde tespitler
yapmak oportünist akımların ortak özelliklerinden biridir. Küçük burjuva
sınıf tavrının açık bir ifadesi olan bu yaklaşım tarzı düşünce planında
muğlaklık ve teorinin çarpıtılması ile birleşiyor. Sonuçta bütün
küçük-burjuva akımların vardıkları nokta ise, proletarya partisi
sorununda anti-Marksizm.
Küçük-burjuva
akımlar, Leninist parti teorisini katlederken partisiz komünist
partisi kurulacağı görüşüyle partinin sübjektif şartların tahrifine,
reformcu dönüşüm teorisine kadar bir dizi oportünist görüşler savunmaya
götürmektedir. Elbette bu oportünist cenahın görüşlerini burada tek
tek ele alıp eleştirmek yazımızın hacmini aşacaktır. Ama biz burada
oportünist anlayışlardan ikisi üzerinde duracağız. Bu iki oportünist
eğilim, genelde devrimci hareketin üzerinde birleştiği yaklaşımlar
olduğu için bu eleştirilerimiz diğer akımlar içinde geçerliliğini korumaktadır.
Bilindii gibi geçmişe
bakış alanında iki akım daha çok öne çıkarak oportünist görüşlerin sistemli
savunucuları olmuştur. Diğer akımlar, asıl olarak bu iki akımın özellikle
de TDKP’nin inkarcı mükemmeliyetçi görüşlerinin takipçileri olmuşlardır.
TDKP ve TKP-ML bu her biri kendisini dünyanın merkezinde tutma -bunlara
daha sonra TİKB, TKİP, MLKP gibi gruplar da katılmışlar. Ama bütün bu
örgütlere önderlik eden ve anlayış veren eski TDKP oportünizmi olmuştur
kendi gruplarını yanılmaz saymayı, ML göstermeyi çıkış noktaları
yapmaları, gerçekleri buna göre çarpıtmaları ortak dünya görüşlerinin
başlıca yansımalarındandır. Kendi içinde tutarlı bakış açısına
sahip olmamaları, muğlaklık, eklektizm ve mekanizm içinde yüzmeleri
yukarıda belirttiklerimize eklenmelidir.
Eski TDKP ve diğer inkarcı
oportünistleri -ki daha sonrasında bu çizginin üzerine kapaklanan
MLKP, TKİP, TİKB’nin her iki kanadı vb. akımlar bu inkarcılığın en kaba
biçiminin kararlı takipçisi haline gelmişlerdir- eklektizmlerini
teorik yaklaşımdaki mutlaklıkla birleştirmekte, kaba bir inkarcılık
olarak biçimlenmektedir. TDKP, MLKP, TKİP, TİKB vb. mükemmeliyetçi bir yaklaşımla
geçmişi bütünüyle reddederek, komünist hareketin geçmişine hayasızca
saldırılara giriştiler.
Bu akımlar özellikle komünist
hareketin geçmişine mükemmeliyetçi mevzide saldırırlarken, gerek
kendi geçmişlerini ve gerekse bugün içinde bulundukları durumlarını
ele alırken olabildiğine hoşgörülü bir yaklaşımla hareket ederlerken,
sonuçta bütün çabaları her şeyin kendileriyle başladığını, kendileriyle
süreceği iddialarında düğümlenmektedir.
TDKP,
Kaypakkaya’dan 7 yıl sonra bunları savunmaktadır; ve daha sonraki
süreçte ve bugüne kadar TDKP bu görüşlerinin bir çoğunun özeleştirisini
köklü olarak yapmadığı gibi kongre bile toplamamıştır, ne ki, görüşlerini
çaktırmadan oportünist yöntemlerle terk eder gözükmekten geri durmayan
TDKP gelinen durumda likidasyona uğramıştır. Fakat tüm bunlara karşın
TDKP, kıskançlığını bu küçük burjuva görüşlerini Marksist olarak göstermeye
çalışırken kendisinden fersah fersah ileride olan Kaypakkaya ve komünist
hareketi küçük-burjuvalıkla suçlamadan geri durmamıştır.
TDKP’nin
görüşleri; “ Türkiye emperyalizmin yarı-sömürgesi altında yarı-feodal
bir ülkedir.” (TDKP Kongre Belgeleri, s. 86.)
“Mevcut
şartlarda Türkiye devriminin yolunun genel çizgisi toprak devrimini
yürüterek ve köylük bölgelerde tahkim edilmiş üslere dayanılarak,
kırlardan şehirlere gelişen halk savaşı yoluyla iktidarın parça
parça alınması çizgisidir.” ( Parti Bayrağı, s.1, s.20.)
TDKP’nin
‘dün dündür bugün bugündür’ oportünist ve çift standartçı yaklaşımlarının
kıskançlıkla savunucularından biriside TİKB ve bugün MLKP’de ifadesini
bulan TKİH, EKİM eğilimidir. Konunun daha iyi anlaşılması bakımından
bu akımlardan bazı görüşleri buraya almayı yararlı bulduk.
TKİH belgelerinden;
“Bütün organlar lağvedildi. Kollektif çalışmaya son verildi. İnsanlar
kendi başlarına bırakıldı. Karar alınırken örgütün bir daha ne zaman
toplanacağı konusunda bile hiç bir garanti verilmedi. (Sınıf mücadelesini tatil eden örgüt
komünist oluyor da, her koşulda düşmana cepheden kafa tutan Kaypakkaya
ve örgütü küçük-burjuva olarak değerlendirilebiliyor) Hatta açıktan,
‘örgütü bir daha yeniden kuramayacağımız’ dahi söylendi.” (TKİH Genel Toplantı
Kararları s. 12, yıl 1984.)
“Değerlendirmelerde eskiyen yanlar da
var. Bu eskimeye kısmen 84’ün ağır şartlarının baskısı altında yapılan
subjektif, diğer gruplara karşı aşırı güvensiz yapay, yer yer kibirli
saptamalar, yer yer maddi koşullardaki değişmelere yol açmıştır.”
(Age. s.1. yıl 1990.)
“Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısının yarı-feodal
olarak tanımlanması yerine, bu gerçeğe daha uygun bir biçimde yeni,
‘geri kapitalist’ olarak tanımladığımızı da ayrıca belirtelim.”
(Age. s. 3.)
TİKB belgelerinden; “ Toprak ağalığı ekonomisi yaşamdaki belirleyiciliği
konumunu korumaktadır.” (TİKB Programı, Aktaran Birlik Üzerine,
s. 54.)
“Kuşkusuz henüz sınıf temeline oturmayışı,
mücadele taktikleri, örgütlenme biçimleri yeterince gelişmemiş
komünist bir örgütte çeşitli darlıklar, sılıklar ve uzlaşmacı eğilimler
görülebilir.” (Orak-Çekiç, sy. 70 s. 31.)
“TİKB’nin genel platformu bundan 34 yıl önce
yani 1979 yılının ilk aylarında yazıldı. Dolayısıyla (dikkat edilsin
tam 34 yıl sonraki bugün ortada kaç TİKB kaç TİKB olduğu belli
değil. HB) yayınlandığı dönemin işleriyle beraber hamlıkların ve
geçmiş yanılgıların bazı kalıntılarını taşıyordu. Platformun yazıldıı
dönemde hareketimiz henüz gençti ve doal olarak teorik birikim bakımından
bugüne göre daha geriydi. Platformun üslubunu, çözümlemelerini,
derinlik düzeyini ve formülasyonlarının ifade ediliş tarzını hareketimiz
çoktan açmış bulunuyor, bugün artık…” (Orak-Çekiç, s. 74, s.13.)
“Programımız ve bazı konulardaki temel politikalarımızın,
kısmi eksiklik ve yetersizlikleri taşımasının yanı sıra, geçmişin
kimi yanlışlarından ve revizyonist kalıntılardan tümüyle azade olmadıklarını
bugün daha iyi görebiliyoruz.” (TİKB 2. Kongre Belgeleri, s. 105.)
“Ciddi bir siyasal kimlikle kitlelerin karşısına
çıkabildiğimiz ölçüde bir alternatif sunmuş oluruz. Bir an önce
parti kimliği ile ortaya çıkmamızı gerektiren temel nedenlerden
biri de budur. Kitlelerin ileri kesimlerini, bu yolla, sosyalizme
açık kesimini kastediyorum. Bir an önce parti kimliğiyle ortaya
çıkmamızı gerektiren temel etkenlerden biri de budur. (Ekim, sınıf hareketinin ayrı yolda
kendilerinin hala ayrı yolda yürüdüklerini ve sınıfla birliği
az-çok yakalayamadıklarını ve sınıf hareketinin bir durgunluk
sürecinden geçtiğini söylemektedirler. HB) Bunu biz, bu ilkel,
bu ciddiyetsiz, gelinen yerde bu sorumsuz devrimci akımlarla araya
daha belirgin bir mesafe koymakla mutlaka birleştirmek durumundayız.”
(Kızıl Bayrak, sy. 28, s.17.)
İnkarcı oportünist cenahın subjektivizme,
küçük-burjuvazinin bireyci sınıf tavrına dayalı çıkış noktası, onların
savunduğu tezler hakkında fikir veren başlıca noktalardan birisidir.
Söylenen tüm bu sözler, yapılan tesbitler, belirttiimiz çıkış noktasıyla
uyum içinde, her şeyin kendileriyle başladığını ispatlamanın berbat
birer aracı olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Bazı konuların
geçiştirilmesi, eklektizm vb. tümü bu vaziyeti kurtarma çabasının
küçük-burjuva bireyciliğin faturasıdır.
Doğmatik Maocu TKP-ML ve MKP cenahının geçmişe
ve bugüne ilişkin inkarcı oportünist cenahdan tamamen farklı tespitler
yapmaları, bunaların aralarındaki köklü bir ayrılıktan kaynaklandığını
söylenemez. Aksine, komünist hareketin şahsında geçmişi reddeden inkarcılıkda,
yine geçmişi idealize eden, hataları görmek, kabullenmek yerine
bunlara sıkıca sarılarak komünist hareketi hatalardan azade bir yaklaşım
içinde değerlendiren doğmatizmde aynı temel üzerinde yükselir. Farklılık
aynı dünya görüşünün, sınıf tavrının deişik biçimlerinden ibarettir.
Bilindiği gibi dogmatik TKP-ML, MKP ve
diğerleri Maocu cenahı, Türkiye’de örgütlü komünist hareketin ikinci
kez 1972 yılında TKP-ML Hareketi ile doğduğunu savunmaktadır. Bu doğru
tesbitten hareketle geçmişin hatalarına sıkı sıkıya sarılmaktan
geri durmuyor. Burada TKP-ML, MKP vb. cenahı subjektif unsurun önemini
yadsıyor. Bir komünist partisinin belirli objektif temeller üzerinde
subjektif koşulların olgunlaşmasıyla kurulacağını, subjektif koşulların
mücadele ile olgunlaştırılacağını reddediyor.
Tabiki böyle bir görevden kendisini azade gören bu oportünistler,
parti isminin kullanılmasıyla herşeyin hallolacağını, parti sorununun
çözümleneceğine inanıyorlar. Partiyi bilinç ve örgütlenme düzeyi
oldukça geri bir grup derekesine düşüren bir anlayışın savunuculuğunu
yapmak, partinin kurulması için en temel hazırlıkları bir yana itmek
partinin proletaryanın örgütlü öncü gücü olduğunu reddetmekle,
partiyi sıradan bir örgüt düzeyine düşürmekle eşitliyor.
İnkarcı ve doğmatik oportünistler sınıf
mücadelesinin gelişim yasasını kavrayamıyorlar. Bu yasanın kavranmayışı
inkarcı oportünist cenahı geçmişi değerlendirirken mükemmelliyetçilikle
birleşip, inkarcılık olarak somutlaştırırken, yine aynı diyalaktik
yasanın kavranmayışı, TKP-ML, MKP vb. Maocu cenahın, geçmişi idealize
ederek sınıf mücadelesinin gelişim yasasının dışına çıkarmaya,
geçmişin hatalarına sarılmaya götürmekte ve dahası açıka inkarcılığa
karşı çıkar görünen TKP-ML, MKP Maocu cenah, 72’den bu yana bilinç ve örgütlenmedeki
gelişmeyi reddederek, inkarcılıın kaba bir örneğini sergilemektedirler.
Aynı biçimde geçmişte ciddi hata ve zaaflarını kabul etmenin,
geçmişi ML’ist olarak değerlendirmekle çelişeceğini düşünmekte,
mükemmelliyetçiliinin bir başka örneini sergilemektedir.
Nitekim bu cenah saflarında sık sık ayrılıkların
yaşanması, geçmiş hatalarının pratiğin verileriyle bilimsel bakışla
ele alınıp deerlendirme ve artık mücadelenin gerisinde kalmış olan
sosyal gelişmenin ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzaklaşmış görüşlerini
gözden geçirerek, oportünist ve doğmatik görüşleri aşma yerine, geride
kalma ve doğmatikler eliyle daha da geriye çekilerek, hataları
sistemli hale getirerek çizgie dönüşmüş ve ortaya Maoist ve yaşamın
gerçekliliğinden kopuk, sol oportünist bir çizgi ortaya çıkmıştır. Bu
arkadaşlar ekonomik, politik ve sosyal gelişmenin yasalarını durağan,
statik olarak gördüklerinden dolayı, dün mücadelenin ihtiyaçlarına
yanıt veren ama bugün mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt olmaktan geri
kalmış görüşlerle mücadele etmeye çalışırlarsa, sonuçta ortaya ne deve
ne kuş gibi ucube bir durum ortaya çıkar ve TKP-ML, MKP vb. Maocu cenahı,
bu olumsuzluğu, geçmişe sahip çıkma adına kıskançlıkla savunmaya çalışarak,
Kaypakkaya yoldaşa saygısızlıkta kusur etmez bir konumda yürmekten
kendisni alamaz.
TKP-ML,
MKP vb. Maocu cenahın her iki-üç yılda bir önderliklerini oportünist
olarak suçlayıp, çizgiden uzaklaştıkları vb. yönlü eleştirilerde
bulunmalarına karşın, yine de TKP-ML’yi Marksist olarak görmeleri
de kendi içinde ne kadar tutarlı bir konumda durduklarını gösterir.
İnkarcı
akımlar geçmişe mükemmeliyetçi yaklaşırlarken yaşanan bu kadar deney
ve tecrübeden sonra kendi durumlarını ve yakın geçmişlerini değerlendirirken
büyük bir hoş görüyle hareket etmeleri, bu oportünist cenahın ne kadar
eklektizm içinde yüzdüklerini ve diyalektik gelişim yasasını kavramadıklarını
gösterir. Dolayısıyla bu akımların kendi içinde birbirleriyle taban
tabana zıt görüşler savunmaları kaçınılmaz olmaktadır.
Her
iki akımın, dogmatizm ve inkarcılığın ulaştığı noktada aynıdır;
Leninist parti ilkelerinin ve partileşme sürecine yaklaşımın reddi.
TKP-ML, MKP vb. Maocu cenahın işçi sınıfının öncüsü
komünist partiyi sıradan bir grup derekesine düşürerek, bunu
yapmaktadırlar. O, kendi örgütünü parti olarak ilan etmekle
kalmayıp, TKP-ML isminin kullanılmasından dolayı Türkiye’de partinin
72’den bu yana var olduğunu iddia etmekten de geri durmuyor. Sınıf hareketinden
kopuk ve diğer birçok görevi yerine getirmede daha yeni adım atmış
ve düşmanın saldırıları sonucu atılan bu adımların önemli ölçüde
bu pratikte denenip sınanmadığı bir durumda TKP-ML Hareketi’nin
doğuşundan itibaren parti olduğunu savunmak, ML parti öğretisinin
kaba reddi demektir.
İnkarcı
oportünist cenahın savunduğu görüşlerde bütün palavralarına karşın
reformcu dönüşüm teorisi üzerine binerek, sınıftan kopuk parti fikrinde
buluşmuşlardır. Küçük burjuva örgütlerin bölünmeden, parçalanmadan
adım adım dönüşerek, proletarya partisinin sınıftan kopuk olarak kurulup,
daha sonra sınıfla birleşeceği görüşü, TKP-ML, MKP vb. Maocu
cenahın ters yüz edilmiş, partiyi sıradan bir grup düzeyine
düşüren, oportünist yaklaşımdan pekte farklı bir yanı olmadığını
gösterir.
Görüleceği
gibi her iki oportünist cenah da sorunu ele alırken çıktıkları temel
noktaları ve ulaştıkları yer hep aynıdır. Çünkü her iki eğilimde aynı
dünya görüşüne ve bakışına sahiptir. Özde aynı olmasına karşın biçimdeki
ayrılıklar, hatta birbirine tamamen ters görünmeleri yanıltıcı olmamalıdır.
Önemli olan, özün kavranmasıdır. Böylece özle biçim arasındaki ilişki
sağlıklı ve doğru kavranabilir. inkarcı oportünist cenahın kafa karıştırma,
sorunu çarpıtma gayretlerinin yoğunlaştığı konuların başına bakış
açısı gelmektedir. Olguların şartları içinde değerlendirilmesi
gerektiğini, olguların yer ve zaman kavramalarından soyutlanamayacağını
inkarcılar özellikle karartmaya çalışıyorlar. ML az çok bilen herkesin
kavrayabileceği bu en temel unsurun; bakış açısının geçiştirilmesi
ilginçtir. Genel söylemlerin sürekli tekrarlandığı da hatırda tutulursa
oportünistlerin bilinçli geçiştirme çabaları kolayca görülür. İnkarcıların,
bu alanda ısrarlı çabaları boşuna değildir.
Doğru
bakış açısının devrimci kadrolar ve kitleler tarafından kavranışı,
oportünist manevraların, keyfi değerlendirmelerin önünde engel olacaktır.
Hareket alanlarını sınırlayacaktır. O halde oportünizm için yapılması
gereken, sorunu karmaşıklaştırmak, iyice muğlaklaştırmaya çalışmak
vb.’dir. İnkarcıların yapmaya çalıştıkları da budur. İnkarcıların,
bakış açısı sorununda hemen hiç bir şey ortaya koymadıklarını belirtmiştik.
Bu nedenle bu alandaki eleştirilerimizi, onların çeşitli konulara
ilişkin, değerlendirmelerindeki yansımalarından hareketle yapacağız.
Bu
akımların ortak özelliklerinden biri, keyfiliktir. İnkarcıların
sorunu doğru bakış açısı ile ele alarak olgulara ortak ölçütlerle
yaklaştıklarında oportünist tespitlerinin ne kadar havada kalacağını
bilmektedirler. Oportünist tespitlerine sarılarak, M-L yaklaşımın
reddi ise, onun sınıf niteliğine tamamen uygundur. Bu oportünistler
geniş bir manevra alanına ihtiyaç duyarlar. Bazen mükemmeliyetçiliğin
paslı zırhına bürünerek geçmişe saldırmak, işine gelmediğinde bunu
çıkarıp büyük bir hoşgörü ile hareket etmek için oportünist muğlaklığa
ihtiyaç duymaktan geri kalmazlar.
Olgulara
ortak ölçütlerde, aynı anlayış temelinde yaklaşmak, değerlendirmelerde
buna azami titizlik göstermek, oportünistler için tahammül edilmez
bir şeydir. Kimse böyle bir girişimde bulunmamalıdır. Fakat hayır,
komünistler, inkarcıların sözünü bile etmek istemediği bu ve benzeri
konular üzerinde ısrarla duracaklardır. Bu inkarcı cenahın bırakalım
dünlerini, bugünlerine de baktığımızda ‘72-79’un çok gerisinde
durduklarını görürüz. 20-30 yıllık deney ve tecrübenin ardından bu
akımlar sözlerine uygun bir pratik geliştirmeleri gerekirken, ne
yazık ki, İbrahim Kaypakkaya’nın 72’lerde çözdüğü sorunları ancak
bugün anlamaya başladıkları görülmektedir. Bu akımların kendileri
için uyguladıkları bu oportünist uzlaşmacılık, ‘72-79 dönemine geldiğinde
tersine dönmektedir. Birazcık tutarlılık olabilmesi için ölçütlerin
diğer akımlara da aynı biçimde uygulanması gerekir. Bu temel gerçeği
görmeyecek kadar tutarsızlığa düşmek küçük-burjuvaziye özgü bir düalizmle,
keyfilikle eklektizmle izah edilebilir.
Bu oportünist inkarcı
cenah, 30-40 yıl sonra “sınıf hareketinden kopuğuz” diyerek feryat
figan ederlerken 72-79 yılında komünist hareketin neden işçi hareketiyle
birleşmediğinden dem vurarak, bu dönemi basit bir mantıkla küçük-burjuva
devrimciliği olarak mahkum etmeye çalışmaktan da geri kalmamışlardır.
Peki, bugün bu inkarcı akımlar komünist hareketi değerlendirmede kullandıkları
ölçütleri neden kendilerine uygulayarak sınıftan kopukluğu aşamadıkları
ve küçük-burjuvazinin dışına çıkan bir örgüt çalışması yaratamadıkları
gerçekliğinden hareketle kendilerini küçük-burjuva olarak mahkum
etmiyorlar?
TKP-ML Hareketi’ni, 24 Nisan 1972 yılında Malatya’ya
bağlı Kürecik’ nahiyesine bağlı bir köyde, İbrahim Kaypakkaya önderliğinde bir
grup genç devrimci tarafından PDA - Aydınlık hareketiyle yollarını ayırarak
kuruldu. İlk kurucu üç kişi olmasına rağmen süreç için örgütün önderliği
Koordinasyon Komitesi: İbrahim Kaypakkaya önderliğinde Ali Taşyapan ve Ali
Mercan ile kurulmuş ve ardından Muzaffer Oruçoğlu, Arslan Kılıç, Cem Somel ve
Almanyalı Kadir'in katılımıyla bu sayı 7 kadar çıkmıştır.
Elbette, devrimci örgütler, genel bir kural olarak genç
insanlar tarafından kurulur. TKP-ML Hareketi de bu yolu izleyerek kurulmuştur.
Peki, Türkiye devrimci hareketini, TKP-ML Hareketi’ne getiren yol neydi? 60'lı
yıllarda devrimci hareket içinde, bugün de devamlarına tanık olduğumuz iki ayrı
çizgi belirginleşmişti: Milli Demokratik Devrimciler ve Sosyalist Devrimciler,
Türkiye'de devrimci geleneklerin döl yatağı MDD çizgisidir. Ulusal ve
uluslararası devrimci dinamiklere açık olan MDD çizgisi çevresinde gelişen
gençlik hareketinden, zamanla kurumlaşarak örgütsel biçimlere bürünen üç ayrı
çizgi doğdu. TİİKP bir yanı temsil ederken, belli bir gelişmenin sonuçlarını
verebilecek THKP-C ve THKO kuruldu.
TİİKP; baştan itibaren Sovyetler Birliği'ne karşı oldu ve
dünya ölçeğindeki ayrışmada. ÇKP'nin başını çektiği tarafta yer aldı. TİİKP,
MDD çizgisi içinde bir kopuş temsil etmektedir. MDD çizgisinden kopuş (bu, devrimci bir kopuş olacaktı) bu
gruba nasip olmamıştır.
THKO ve THKP-C bizzat Perinçek grubunun da sağcı
çizgisine ve bir bütün olarak sol hareketin reformizmine bir tepki olarak
kuruldular. THKO ve THKP-C, Türkiye'de sınıfsal zeminlerde mayalanan devrimci
dinamiklerin dolaysız siyasal yansımalarıdır. Bu gerçekleşmiş devrimcilik,
rahatlıkla bir sabit nokta olarak alınabilir. TİİKP, görece teorik ve sistemli
bir bakış açısına sahip ve Marksizm - Leninizm’in temel terim ve tezleriyle
konuşurken, THKO ve THKP-C'nin içinde olduğu devrimci pratik hattına gelemedi.
Bu iki devrimci hareket ise çeşitli düzeylerde etkilenmelerine rağmen Marksizm
- Leninizm’in sistematik düşünme evrimine girememişlerdir. İşte, İbrahim
Kaypakkaya ve onun TKP-ML Hareketi, özgül yollarında ilerleyen bu iki ayrı
çizgiye bir üçüncü olarak, gelişmeyi aşamasına götüren kuvvet olarak, bir moment
olarak müdahale ederek ortaya çıktı.
TİİKP Doğu Anadolu Bölge üyelerinden İbrahim
Kaypakkaya'nın önderlik ettiği bir grup komünist, Nisan 1971'de öne sürdüğü
bazı tezlerle muhalefetini belirtir. Nihayet, İbrahim Kaypakkaya tarafından
kaleme alınan ve "DABK Kararı" adını taşıyan Şubat 1972 tarihli
metin, bir yerde muhalefetin ayrılması anlamına geldi. Pratikte somutlanan
temel gerekçe, TİİKP çizgisinin devrimci olmadığıydı.
İbrahim Kaypakkaya, sonraki aylarda geliştirdiği tezlerle
sadece TİİKP'ten kopmakla kalmıyor, bir bütün olarak Türkiye devrimci
hareketinden kopuyordu. Kaypakkaya, “eleştiri silahı”nı büyük bir beceriyle
kullanıyordu ve sonuçta bütün enerjisini yönelttiği bir hedef vardı: Kemalizm.
” Şafak revizyonistleri (TİİKP) kendi boş hayallerini gerçeklerin yerine
koymaya çalışıyorlar, ülkemizde bir yığın revizyonist ve oportünist klik
bilhassa Kemalizm konusunda aynı şeyi yapıyor. Özellikle Kemalizm konusunda,
orta burjuvazinin gerçeklere aykırı idealist yargıları öylesine beyinlere
yerleşmiş, beyinlere öylesine tekel kurmuştur ki, Kemalizm’in komünistçe
değerlendirilmesi artık imkansız hale gelmiştir. (İbrahim Kaypakkaya. Bütün
Yazılar.)
Kemalizm’in, komünistçe değerlendirilmesi gerekmektedir,
çünkü Marksist olmanın ilk ve temel adımı burjuva ideolojisiyle bütün bağları
koparmaktan geçer ve Türkiye'de burjuva ideolojisinin tek belli - başlı biçimi
Kemalizm’dir. Kemalizm politik varoluşlarının çeşitli iç düzeylerinde, sol
hareketin (devrimci hareket dahil)
bütün Üyelerini etkisi altına almıştı. Burjuva ideolojisinin özgül biçimi olan
Kemalizm, sol hareket üzerinde etkiler bırakıyordu. THKP- C ve THKO Kemalizm’in
ideolojik reddini gerçekleştirememekle birlikte, politik pratiklerinde onun
dışına çıktıkları için ve o oranda devrimciydiler. Yani ideoloji bire bir
olarak politikaya yansımamıştır. ''Şimdi iyi biliyoruz ki, bizim Kemalizm
konusundaki yargılarımız, Çetin Altan, Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk'tan tutun
da, TIP, M. Belli, H. Kıvılcımlı, TKP, THKP-C, THKO ve Şafak revizyonistlerine
kadar, bütün burjuva ve küçük burjuva örgüt ve akımlarını ayağa
fırlatacaktır.'' (s. 146.)
İbrahim Kaypakkaya tespiti koyuyordu: Komünist olmanın
ilk ve temel adımı Kemalizm’in reddedilmesiydi. Lenin'in yöntemiyle “çubuğu
tersine büküyor” ve bunu başarıyordu Kaypakkaya. Bu bağlamda, Kemalizm’in
tarihsel karakterinin ne olduğu değil, bugüne tarihsel etkisinin ne olduğu
önemliydi. O, solda etkili olan birçok eğilimin nedeninin Kemalizm olduğunu
belirtiyordu.
Kaypakkaya, Kürt sorununda ilk defa hakim ulus
şovenizmini kırmış ve Marksist-Leninist konum almış bir enternasyonalist
devrimcidir. O, TİİKP'in şahsında bütün Türkiye solunu, kendi kaderini tayin
hakkını Kürt ulusunun ayrı devlet kurma hakkı olarak anlamadıkları için
eleştiriyordu. Ayrılığın propagandasını öncelikle ezen ulus komünistleri
yapmalıydı.
O, Türkiye'de kapitalizmin niteliği ve gelişme
doğrultusunu doğru tespit etmiş ve kapitalizmin gerici tarzda da
gelişebileceğini ve feodalizmin tasfiye olabileceğini belirterek gelecekteki
bilimsel çalışmalar ve politik öngörüler açısından zemin hazırlamıştır. O, bu
tespitte de ilk olma özelliğini taşımaktadır. Bu nokta ileride güçlü tarihsel
sonuçlara yol açacaktır. Fakat Kaypakkaya'nın kapitalizmi kavrayışının Maocu
değil Leninist olduğu kuşkusuzdur. Parti, devlet, mücadele ve devrim konularını
da eklersek, TKP-ML Hareketi’nin '72'deki politik çizgisinin, diğer sol
hareketlerin hayli ilerisinde ve kendi içinde bir iç tutarlılık bütün
oluşturduğunu söylemek, gerçeğin kendisini çıplak olarak ifade etmekten başka
bir şey olamaz.
Bu ayrımı koyduktan sonra, "somut olarak
görme"nin ilk elde mümkün olamayacağı bir problematiğine gelebiliriz:
Kaypakkaya'nın Marksizm’i ile Maoculuğun ilişkisinin anlamı. Marksizm, bir
defada yapılıp bitmiş bir doğma değildir. Kendisini, teorik olarak tarihsel
unsura bağlamış bir öğretidir. Ortaya çıkışından itibaren bütünlüğünün bir
ucunu pratikle organik ilişkisi teşkil eder. Marksistler ancak çatışmalı ve
eksikli bir Marksizm gerçekleştirebilirler.
Tertemiz bir teori ve bu teorinin "safın" bir
uygulanışını arayanlar, sonuçta ''doğru teori''yi yanlış pratik ederler. Bu,
aydınca bir arayıştır. Başka bir dünya, başka bir ülke ve insanlar
bulunamayacağına göre, Marksizm özgül tanımında somut özelliklere yer vermek
durumundadır ve zaten tarihsel materyalizm bu konuyla uğraşır.
1960'lı yıllarda Uluslararası Komünist Hareket'te büyük
bir çatışma yaşanmış ve ÇKP önderliğinde ve AEP'nin de başlıca tarafını
oluşturduğu bir kesim, Modern Revizyonizmin karşı devrimci kampanyasına karşı
durmuştur. Bu bir devrimci mücadele
hattıydı ve gerçek Marksist-Leninistler, küçük burjuva devrimcileri ya da
devrimci ya da devrimci rüzgâra kapılmış çeşitli burjuva demokrat akımlarla yan
yanaydılar. UKH içinde Mao Zedung Düşüncesi'nin ideolojik hegemonyası söz
konusuydu. İdeolojik düzeyde anti-Marksist olan MZD, politik düzeyde önemli bir
devrimci rol yüklenmişti ve politik mücadelenin çok öne çıktığı o dönemin
uluslararası konjonktüründe, ÇKP ile yan yana olmak ağır pratik sorunları yol
açmıyordu. Yani ideolojik hegemonya politik hegemonya anlamına gelmiyordu.
Dönemin belli başlı komünist partileri ve hareketleri, UKH şemsiyesi altında
mücadele ediyorlardı. Bu durumun en pratik ifadesi, komünistlerdeki Maocu
söylemdi. Uluslararası politik şartlar komünistleri UKH şemsiyesi dışına
çıkmamak durumunda bırakıyordu. İşte buda Kaypakkaya yoldaşın Maoculuktan
etkilenmesini koşuluyordu.
Kaypakkaya'nın bu tarz bir ''soyutlama gücü'' yapmak için
nesnel ve öznel şartları var mıydı? Hayır! O, Marksizm’i kavrayışını bu -
aşamasına geçmek için gerekli hazır zeminlerden yoksundu. Türkiye toplumu
teorik gelenek ve ciddi bir aydın birikimine hiç bir zaman sahip olmamış ve
Marksizm sadece bir takım eğitilmişlerin kültürel “kazanımı” olmuştur.
Kaypakkaya, Marksizm-Leninizm, güçlü, bir politik
geleneğe sahip toplum zemininden kalkarak pratik - politik düzeyden ulaştı. O,
temel tarihsel ayrım çizgilerini çekmeyi başardı. TİİKP'te bir retorik olan
temel Marksist ilkeler Kaypakkaya'da, bir ayağını da devrimci gençlik
hareketine uzatmasıyla can ve kan kazandılar. Bu, teoriyle pratiğin bir tür
birliğiydi ve Kaypakkaya. Bu organik bağdan hareketle diğer iki devrimci
örgütün yapamadığını yaptı. Politik düzeyde inşa ettiği Marksist kavrayışının
yardımıyla, devrimci niteliği pratik mücadeleden ideolojik mücadele alanına
taşıdı. Buradaki en büyük hedefi, güçlü politik etkileri olan Kemalist
ideolojiydi.
Öte yandan devrimci bir politik hatta sahip olmayan TİİKP
- PDA Maocu zeminde kalırken Kaypakkaya’nın önderliğindeki TKP-ML Hareketi’nde
parti, işçi sınıfının önderliği, faşizm, faşizme karşı mücadele, iktidar ve
iktidarın niteliği, demokratik devrim ve buradan sosyalizm ve geçiş, Kürt
sorunu, TKP’nin değerlendirilmesi, Kemalizm vb. konularında tabuları kırıcı ve
ML yolunda ilerleyici oldu.
Elbette TKP-ML Hareketi doğduğu koşulların etkisinde
azade olmadı. O gençliğinde getirdiği hatalı tespitler ve değerlendirmeler
yaptı. Bunların olması bir noktada doğaldı. Çünkü komünist hareket hatalara
yetmezliklere karşı mücadele içinde gelişip olgunlaşacak, hatalarından ve
eksikliklerinden kurtularak ilerleyecektir.
Gelişmelerde bu gerçeği doğrulamıştır. TKP - ML
Hareketi'nin hatalı ve yanlış yanlarına Maocu’luğa kapaklanıp buradan
ilerleyerek, Kaypakkaya yoldaşın ML hattında kopan TKP-ML kökenli akımların (Partizan kanatlarını hatırlamak yerinde
olacaktır) nasıl bir dogmatizm içinde debelendikleri ve Kaypakkaya yoldaşın
ML bakış açısıyla bağlarının olmadığını yaşamın kendisi netçe açığa
çıkarmıştır.
Mükemmeliyetçilik görüntüsünde inkarcılığın ve
dogmatizmin çıkmaz sokak olduğunu gelişmeler yakıcı olarak ortaya koydu ve
İbrahim yoldaşa işçi sınıfı içinde çalışmayı temel almadı vb. değişik cepheden
saldıran MLKP, TKİP, TİKB’nin değişik kanatları ve yine Kaypakkaya yoldaşı
savunduklarını söyleyen dogmatik MKP, Bolşevik Parti ve TKP-ML kanatları vb.
gibi akımlarda tarih çarpıtıcılığına bugünde devam ediyorlar ve görüş
değiştirmede parmak ısırtacak bir konumda duruyorlar.
Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan TKP-ML
Hareketi'nin devamcısı olan Komünist Parti-İnşa Örgütü (KP-İÖ)'nün görevi,
Marksizm-Leninizm’in kavrayışında tarihsel öğeye daha az yer vermek ve
uluslararası komünist hareketin durgunluk sonlandırmak, Lenin ve Stalin
döneminin etkin teorik- politik önderliğini yaratmak için ve devrim için,
bayraklarını daha da yükseklere çekmek olmalıdır.
24
Nisan aynasında komünist hareketin doğuşu gelişimi ve oportünist akımların
eleştirisi
24
Nisan 1972, Türkiye proletaryasının komünist öncüsünün 2.kez yeniden
vücuda getirildiği gündür. Kaypakkaya yoldaş Nisan 1972 yılında bir grup
yoldaşıyla birlikte Türkiye Komünist Hareketi’ni, TKP-ML Hareketi
şahsında yeniden ayakları üzerine dikti. Ülkemizde sol hareket üzerinde
egemenlik kuran 50 yıllık reformculuğu, revizyonizmi ve pasifist
parlamentarizm geleneğini kırıp, devrimin silahlı başkaldırıyla
gerçekleştirileceğini pratiğiyle ortaya koyarak, Kemalizm dalkavukluğuna,
Kürt ulusunu inkar eden Türk şovenizmine, Şefik Hüsnü TKP’sinin burjuva
milliyetçisi oportünist çizgisine, Sovyet sosyal emperyalizmine,
Troçkizm’e vb. sınıf dışı akımlara karşı, kavrayışı ve deneyimi ölçüsünde
cepheden tutum alarak, proletarya ve emekçi yığınların eline örgütlenip
savaşacakları sağlam bir mücadele silahını tutuşturdu.
Elbette
Kaypakkaya yoldaşın ortaya koymuş olduğu bu ML’ist görüşler, ilk ve
genç olmanın getirdiği önemli yetmezlikler, eksiklikler ve hatalar
taşıyordu. Bunun böyle olması bir noktada doğaldı da.
Ne ki
Kaypakkaya yoldaş dönemin doruğu olarak gerçeklere çözümler bulmaya
çalıştı. Düşündüklerini ve belirlediklerini ortaya koyup, pratiğe
girişerek teorisini pratiğin deneğine vurdu. Bir yıllık gibi yoğun
bir mücadelenin ardından TKP-ML Hareketi, faşizmin yoğun saldırıları
sonucu ağır bir yenilgi aldı. Ama Kaypakkaya’nın geride kalan yoldaşları
pratiğin sonuçlarını irdeleyerek, süreci gözden geçirerek
kapsamlı olarak yargıladı, bu mücadelede bir çok olumlu-olumsuz sonuçları
bulup, ortaya çıkartarak, komünist hareketin hatalarından arındırılarak
gelişip, güçleneceği gerçeğinden şaşmazcasına hareket ederek,
Kaypakkaya yoldaşın eksikliklerini ve yetmezliklerini, dogmatizm
ve inkarcılığa düşmeden, ML çizgide kararlılıkla yürüyerek aştı
ve O’nun komünist özünü geliştirip, derinleştirerek daha da sağlam
bir hatta çekti.
Kaypakkaya
yoldaş, komünist hareket için ön açıcı oldu, birçok alanda tabuları
parçalayarak bizlere yol gösterici olduğu gibi, aynı zamanda bir
yıllık gibi kısa bir pratik süreçte yaşadı ve bunun sonuçlarını değerlendirme
fırsatını bulamadan Kaypakakya yoldaş faşizmce tehlikeli bulunarak 18
Mayıs 1973 yılında katledildi.
Kaypakkaya
yoldaşı ve komünist hareketi yargılamada, dahası komünist hareketin
yakın geçmişini ele alıp değerlendirme sorunu, devrimci hareket saflarında
en fazla tartışılan sorunların başında geldi. Bu alanda iki eğilim
sürekli olarak çatıştı; birincisi ML bakış yani olayları ve olguları
kendi koşulları içinde ele alıp değerlendirme ve komünistlerin hatalarını
mücadele içinde aşağı doğrusunun savunucusu ve takipçisi olarak
gerçekler üzerinde politika yapan komünistler ve ikincisi de her
ne kadar görünüşte farklı yerlerde duruyorlarmış gibi görüntü içinde
olsalar da, geçmişe dogmatik ve inkarcılık temelinde mükemmeliyetçi
bir bakışla olaylara ve olgulara yaklaşımda idealist bir mevzide
buluşan oportünist cenah.
Geçmişin
doğru devrimci bir yaklaşımla nesnel bir zemin üzerinde ele alınmasında
dogmatik ve inkarcı oportünistlerin temel özellikleri, sürekli olarak
düalizm ve keyfiyetçi bir değerlendirme içinde olmalarıdır. Bu
akımların hemen tümü, geçmişi değerlendirirken kendilerine oportünizmi,
hoşgörüyü ve uzlaşmacılığı uygularlarken, başkalarına, abartıcılığı,
acımasızlığı, keyfiyetçiliği ve çift standartçı oportünist yaklaşımları
ve değerlendirmeleri uygulamayı esas almışlardır. Buradan olarak, Kaypakkaya
yoldaşın şahsında 1972-79 dönemine inkarcı ve dogmatik bakış açısıyla
mükemmeliyetçi bir konumda durarak gerçekleri çarpıtan ve olguları
kendi zemininden kopararak ele alan dogmatik ve inkarcı oportunist
cenah ile komünistler arasındaki niteliksel yaklaşım ve ayrım çizgisini
ortaya koymak bir kez daha önemi taşıyor.
Komünist
hareketin değerlendirmesinde oportünist mevzide yer alanların, 45.
yıl sonra bir arpa boyu bile ilerleyememeleri ve Kaypakkaya’yı ve
72-79 dönemini sınıfla birleşemediğinden dolayı eleştirip, mahkum
edenlerin bu kadar deney, tecrübe ve birikimin ardından hala aynı
yerde çakılıp kalmaları ve ondan sonrada aymazcasına “yoktur birbirimizden
farkımız ama biz Osmanlı bankasıyız” sloganı gibi, sık sık görüş değişikliğine
gitmeleri, dün ak dediklerine bugün kara diyen bu oportünist cenahın,
yine de kendilerini yanılmaz komünist olarak nitelemekten geri
durmamamaları dahası bu akımların ne kadar anti-Marksist bir konumda
durduklarını ve diyalektik materyalizmi ne kadar derinden kavradıklarını
ve komünist hareketin doğuşu, gelişimi ve partileşme sürecine yaklaşımda
ne kadar sağlam bir konumda durduklarını gösteriyor.
İşte
oportünist cenahla, komünistlerin arasında geçmişe yaklaşımdaki temel
ayrımları ve gerçek ışığında kim komünist ve kim değil bağlamında bunları
bir kez daha ortaya koymak ve Marksizm-Leninizm üzerinde şaşmadan
ilerlemek gerekiyor.
Geçmişe
bakışta Marksizm-Leninizm ve oportünizm
Bilindiği
üzere oportünizmle, Marksizm arasındaki her ayrımın başlangıç noktası,
bakış açısındaki ayrılıktır. Geçmiş sorununda da bakış açısındaki
ayrılıklar ister ortaya çıksın, ister çıkmasın bu böyledir. Haliyle
ayrım olgulara ve olaylara bakış açısından itibaren başlıyor. Bakış açısı,
olgulara dünya görüşü temelinde yaklaşımın ifadesidir. Mutlaka
bir sınıfın damgasını taşır. Aynı olgulardan hareketle değişik
sınıfların farklı sonuçlara varmalarında belirleyici olan, dünya
görüşü ve üzerinde yükselen bakış açılarındaki farklılıklardır.
Marksizm - Leninizm bir bilim olduğuna göre, bilginin dolayısıyla
işçi sınıfının biliminin hem gelişip zenginleşmesi hem de kavrayışı
diyalektik gelişim yasasına uygun bir seyir izler. Ve Marksizm’i - Leninizm’in
somut şartların somut tahlili olması gerçeği de burada yatar. Haliyle
geçmişe bakış açımızda bu temele oturmalıdır.
Olgular
şartlardan soyutlanamazlar. Olgular şartları içinde ele alındıklarında
içinde barındırdıkları çelişkiler doğru tahlil edilebilir, şeyler
sürekli gelişme ve değişme, pratikten doğan bilgi, sürekli derinleşme
durumunda olduğundan belirli tarihi, sosyal ve iktisadi şartlar
altında doru olan -örneğin serbest rekabetçi kapitalizm döneminde
zamandaş, kıtasal devrim ile dünya devrimi zafere taşınırken, emperyalizm
çaında bu durum değişmiş, devrim artık emperyalizmin en zayıf halkalarından
kırılarak, yani tek tek ülkelerde devrimler başarıya ulaşarak,
dünya proletarya devrimi başarıya ulaşacak biçimde temel deişiklikler
olmuştur. Ya da bir dönem politik koşullardan dolayı geri çekilme
taktiği devrimci bir rol oynarken politik koşulların değişimiyle
birlikte geri çekilme taktiği artık devrimci bir rol oynamaktan çıkar,
yerini saldırı taktiğine bırakır. Bu koşullarda devrimci taktik
ilerlemeyi ifade eden saldırı taktiği olacaktır- başka şartlar altında
yanlış olabilir. Buradan hareketle ML’in bazı şartlarda doğru olan
bir kısım teorik, politik önermeleri farklı şartlarda geçerliliğini
yitirmişti ya da yetersiz kalmıştır.
O
halde bakış açımızın odağında, olguları incelerken yer ve zaman
kavramında, içinde bulunduğu tarihi, sosyal koşullardan soyutlamadan
ele alma olmalıdır. Haliyle bakış açısı sorunu doğru
olarak kavranmadığında doğru ve sağlıklı tespitlere ulaşmanın olanaksız
olduğu da açık bir gerçekliktir. Dolayısıyla ML’in kavranışı ve bağını
kuramamak mükemmeliyetçiliğe ve onunla el elle giden inkarcılığa yol
açar. İnkarcılık varılan her ileri noktada, her önemli atılımda
geçmişin reddedilmesi olarak belirir. İdealizmden kaynaklanan bu
bakış açısı, diyalektik değil, metafiziktir.
Bakış
açısındaki sakatlığın bir diğer boyutu da, tutuculuk ve domatizmdir.
Bu eğilim, ciddi hataların varlığıyla M-L olma ile bağdaştırılamaz.
ML’istleri hatasız görmeye ve göstermeye çalışır. Ve dolayısıyla
hatalara sıkı sıkıya sarılıp, onları korur ve çizgi haline dönüşmesini
sağlar. Bu eğilimde mükemmeliyetçilikle aynı özden kaynaklanır ve onun
ters yüz edilmiş şeklidir. Aynı zararlı sonuçlara; kendini aşmamaya
ve yozlaşmaya götürür. Bireycilik temelindeki keyfi yaklaşımlar
da inkarcılık ya da dogmatizm olarak biçimlenir.
Komünist
hareketin doğuşu ve gelişimi
Bakış
açısı üzerinde bu kısa değinmenin ardından konunun daha iyi anlaşılması
için önemli bir görüş ayrılığını ifade eden komünist hareketin doğuşu
ve gelişimi üzerinde durarak görüşlerimizin bir özetini aktarmakta
yarar görüyoruz. Önceller olmaksızın, oluşmaksızın herhangi yeni
bir şey oluşamaz, doğamaz. Marksizm - Leninizm’in düşünceleri devrimci
demokrasinin saflarında yayılır. Başlıca olarak bu olayın ilerlemesi
komünist hareketin öncüllerini hazırlar.
Komünist
hareketin öncülleri genel bir kural olarak devrimci-demokrasinin
safları arasında saklıdır. Mücadelenin koşulları, bu öncüllerin
ML’ist bilgi birikimini ilerletir. İlerleyen ML’ist bilgi birikimi
temelinde ve elverişli koşulların yardımıyla bu öncüllerin bir
kısmı kendi kendini, devrimci-demokrasiyi olumsuzlayarak -yadsıyarak- niteliksel bir sıçramayı
gerçekleştirirler. Böylece devrimci-demokrasi, ML temelinde yadsınarak
aşılmış, eskinin barında, onun içinde “yeni” vücuda gelmiş, yaşam bulmuştur.
Ve böylece proletarya ideolojisi temelinde komünist hareket doğar.
Devrimci-demokrasinin
barından çıkan komünist hareket, öncelikle onunla kendisi arasındaki
ayrım çizgisini ortaya koyar ki, bu devrimci-demokratik güçler ile
kendi arasına bir sınır çekmesi demektir. Başka bir anlatımla, yeni
eğilimin doğası gereği özellikle barında oluştuğu koşullarla kendi
arasındaki ayrımı, kendi bağımsız varlık nedenini ortaya koyma
ihtiyacı içindedir. Yeninin, içinde oluştuğu eskinin izlerini
kuvvetli bir şekilde üzerinde taşıması, oluşum koşulları nedeniyle
kaçınılmazdır.
Hiç
bir yeni dört başı mamur ve mükemmel doğmaz, doğamaz. Bu kesinlikle
olanaklı değildir ve aksini iddia etmek idealizmdir. Bağımsız bir
varlığa kavuşan yeni, bu noktadan itibaren bir evrim içine girer. Bu
evrim sürecinin özellikle ilk dönemlerinde bağımsız varlık nedenini
koruma, pekiştirme ihtiyacı, onu eskinin kendi üzerindeki etkilerinden
arınmaya yöneltir ve bunda başarılı olduğu oranda, bu, onun gelişiminin
bir itici gücü, dinamiği olur.
Komünist
bir hareketin doğması nitel bir sıçramayı ifade eder. Komünist hareketin
öncelleri, hem kendi kendisiyle ve hem de içinde oluştuğu koşullarla
çelişki içindedir. Bu çelişkinin doğurduğu mücadele, yeninin oluşumunu
hızlandırır; eskiden devrimci demokrasiden kopuşun koşullarını
hazırlar, yeninin oluşumunun itici gücü; işte eskiye karşı
yürütülen bu mücadeledir. Yeni -komünist hareket- diyalektiğin yasalarına
uygun olarak, Marksizm’in - Leninizm’in temelleri üzerinde oluşur Nicel
birikimler, nitel değişimin koşullarını hazırlar.
Gerekli
nicel birikimin oluştuğu durumda ve elverişli genel koşulların
da yardımıyla komünist hareketin öncelleri, devrimci-demokrasiyi
aşarlar, ondan koparlar, bağımsız bir politik örgütlenmeyi gerçekleştirmek
üzere harekete geçerler ki, nitel sıçrama, yeninin ortaya çıkması
burada somutlaşır. Yani teori de kapitalist mülkiyetin tasfiyesinin
öngörülmesinde ve politikada proletarya diktatörlüğünün savunulmasında
ve buna götürecek bir çizginin izlenmesinde anlatımını bulur.
Komünist
hareket, Marksizmin-Leninizmin yeni girdiği ülkelerde devrimci-demokratik
hareketin parçalanma sürecinde doğacağına göre ki, (genel olan budur) bu parçalanma
sürecinde oluşan komünist hareket, bağımsız politik güç olarak var
olabilmesi için, devrimci demokrasiye karşı ideolojik bir alternatif
olmakla yetinemez; aynı zamanda devrimci - demokrasi, politik
bir hareket olduğuna göre politik bir alternatif olmalıdır, olmak
zorundadır.
Komünist hareket çeşitli
yollardan oluşabilir. Komünistler çeşitli örgütlerden, ayrı grup,
çevre vb. olarak kopabilecekleri gibi birbirlerinden habersiz
olarak da doğabilir. Yozlaşan bir komünist partisinden çeşitli komünist
grup veya gruplar çıkabilir. Ancak, komünistler, Marksizm’in bir ülkeye
ilk girişi sırasında genel bir kural olarak devrimci demokrasinin
içinde oluşurlar.
Komünist
hareketin evriminde çeşitli gelişme ve aşamalar söz konusudur.
Komünist hareketin doğuşundan itibaren partileşme sürecini yaşar,
partinin kuruluşuyla partileşme süreci aşılır. Ve partinin kendisi
de çeşitli gelişme aşamalarından geçer. Komünist hareketin evrimindeki
bu gelişme aşamaları, her ülkede içinde bulunulan koşullarla balıdır
ve dolayısıyla bu koşullar somut olarak tahlil edilmeli, buradan
hareketle de her dönemin ayırıcı çizgilerinin saptanması gerekir.
Gerek komünist hareketin bir ülkede geçirmekte olduğu ve geçireceği
gelişme aşamaları ve gerekse de her aşamanın ayırıcı çizgileri,
önceden saptanmış kategorik ayrımlar temelinde yapılamaz.
Her
ülkede komünist hareket doğduğunda partileşme sürecini yaşar. Partileşme
süreci, komünist hareketin gelişmesi, büyümesi, bir parti olarak ileri
taşınması ve bir parti olarak örgütlenmesi sürecidir. Evriminin
bu aşamasında da komünist hareket ne kadar geniş ya da dar olursa olsun,
doğası gereği politik bir kimlik taşır. Eğer daha farklı bir durum
olmazsa, o gelişerek, olgunlaşarak parti haline gelir ve bu evrim,
derinliğine ve genişliğine, niteliğin ve niceliğin gelişmesi süreci
olarak çok yönlüdür. Komünist hareketin evrimindeki aşamalar, aynı
nitelikteki bir olgunun olgunluk farklarıyla ayrılan farklı gelişme
süreçleridir. Komünist hareketin evrimindeki bir gelişme aşamasından
bir diğerine geçmesi, komünist hareketin kendi kendini inkar ederek
niteliğini değiştirmesi demek değildir.
Peki,
partileşme sürecinin ayırt edici özelliği nedir? Marksizm’in yeni girdiği
ülkelerde, komünist hareket, devrimci-demokrasinin parçalanması
sürecinde oluşacağına göre, bu oluşum genellikle proletaryanın hareketi
dışında gerçekleşir. Komünist hareket, proletaryanın hareketi dışında
doğduğu için, komünist hareketin proletarya hareketinde yalıtılmış
olduğu bir dönem yaşar. Bu dönem, tersinden bakıldığında, komünist hareketin
proletarya hareketine bağlanması, bilimsel sosyalizmin proletarya
hareketine sokulması ya da proletarya hareketiyle bilimsel sosyalizmin
birleşmesi sürecidir. Bu süreç aynı zamanda programın oluşturulup,
derinleştirilmesi ve varsa komünist güçlerin ML program etrafında
toparlanma sürecidir.
Elbette
bütün bu sürecin zafere taşınması yani komünist hareketin partiyi
yakalaması sınıf hareketiyle birliğinden geçer. Komünistliğin denek
taşı sorununda temel doğruları ortaya koyan örgütümüz, bu görüşlerini
şu noktada toparladı: Teoride proletarya diktatörlüğünü ön gören,
kabul eden yani proletarya diktatörlüğüne uygun bir siyaset izleyen
pratikte propaganda, ajitasyon, örgütlenme buna uygun davranan kişi
örgüt, parti vb. komünisttir. Söz ile eylem, teori ile pratik
arasında uyum olmalıdır. Yani proletarya diktatörlüğünün kabulü
sözde kalmamalıdır. Kimin komünist olduğu sözle değil, eyleme göre
değerlendirilmelidir.
Ve
bu tamamen somut bir sorundur. Dolayısıyla somut koşullar içinde
alınmalıdır. Ama teori ile pratik arasındaki ilişkiyi kurarken diyalektiğin
gelişim yasasını kavramak gerekiyor. Aksi halde, sözle eylem arasındaki
ilişkide doğru kavranamaz ve mekanik benzetmeler yapılarak yanlışlara
kapanmak kaçınılmaz olur. Bu bakımdan teorinin pratiğe sürülmesi ve
pratiğe bire bir yansıması ve bütünüyle ona hakim olması önemli bir
süreci baştan görülmeli ve gelişmelere bu pencereden bakılmalıdır.
Komünist hareketin ortaya koyduğu bu ML’ist görüşler, devrimci ve komünist
hareketin olayları ve olguları hangi yönde değerlendirmesi gerektiğinde
yol gösterici olmuştur.
Oportünist
akımlar ne dediler ne yaptılar
Kaypakkaya
yoldaşın önderliğinde 24 Nisan 1972 yılında kurulan TKP-ML Hareketi’ne yönelik birçok
akım sağdan ve soldan ama haksız eleştirilerde bulundular. Bu kişilerin çoğu
somut durumu izah etmekten ve Leninist bakış açısından uzaktı. Durum böyle
olunca birçok akım geçmişe yaklaşımda düalizmden kopamadı ve işine geldiği
yerde işine geleni alıp kullanarak seçmeci bir çizgide ilerleyerek,
komünist hareketin gelişim tarihine yaklaşımda anti-Marksist bir
konumda yer aldılar. Keyfi değerlendirmeler ve ilkesiz yaklaşımlar
Marksizm-Leninizm olarak yutturulmaya çalışıldı. İnkarcılık
ve dogmatizm, ‘80 öncesi olduğu gibi özellikle 12 Eylül yenilgisi ve
tasfiyecilikten sonra inkarcılık ve yeniden tarih yazımı devrimci
harekete egemen oldu.
Görüşlerinden
180 derece dönüş yapanlardan, kendi mücadelesine intikamca saldıranlara -MLKP, TKİP vb.- kadar çok değişik eskinin
devamcısı yeni inkarcılarla karşılaşıldı. Bu yeni türedi inkarcılar
eskilerini aratır oldular. Her şeyi kendileriyle başlatan bu oportünistler,
ortaya attıkları görüşleri gelinen durumda savunmaktan aciz bir
konuma düştüler.
“Gerçek
bir Marksist yönelişin özünü ve esasını, proletaryanın tarihsel rolünü
kavrayışı oluşturur. Bu kavrayışa ulaşmış ve dolayısıyla Marksist-Leninist
sıfatını hak etmiş bir siyasal hareket, teorik gelişmenin siyasal
faaliyetinin ve örgütsel şekillenişinin odağında yalnızca ve yalnızca
işçi sınıfını koyar. Örgütsel gelişimin, proletaryanın öncüsünü
komünizme kazanmayı ifade ettiği parti örgütünün yaratılmasının
proletaryanın bilinçli kesimini örgütlemek demek olduğu ‘proletaryanın
en üst örgütlenme biçimi olarak parti’ sözünün boş ve rastgele bir söz
olmadığı hep unutulmuştur… Küçük-burjuvazinin bağrında komünist parti
inşa etmeye kalkmak, kesinlikle bir tesadüf, ya da basit bir yanılgı
değildir. Bu, Marksizm’in - Leninizm’in özü demek olan proletaryanın tarihsel
rolünü kavrayamamak demektir…” (Yakın Geçmişe Genel Bakış ve Program
Taslağı s. 20 yıl 1987.)
“Partileşme
sürecimizin bugün hala en zayıf sınıf hareketiyle birleşme alanıdır
derken biz henüz fazla bir mesafe alamadığımızı zaten açıklıkla
ifade ediyoruz. Fakat eğer bugüne kadarki tüm çabalarımıza rağmen
bugün henüz sınıf hareketi içinde anlamlı bir mesafe alamadığımız
bir gerçekse ve biz sınıf hareketiyle birleşme ve partimize bu zemin
üzerinde bir politik-örgütsel yaşam alanı yaratmada buna ramen
özel bir ısrar gösterebiliyorsak, kendi başına bu olgu bile, bizim
komünist ideolojik kimliğimizin ve sınıf devrimciliği çizgimizin
kanıtı sayılmalıdır.” (Ekim sy. 157 - Başyazı.)
Ekim
örgütü, ilk ortaya çıktığı dönemde genel olarak devrimci ve komünist
hareketi sınıf zemini üzerinde yükselen ve bunun gereklerine
göre örgütsel bir inşa çalışması içinde olmadığından dolayı, lafta
ne söylese de pratikte proletaryayı merkezde tutan bir parti geliştirmediği
nedeniyle halkçı popülist olarak mahkum etmeye çalışanlarda bulundu.
Sınıf zemini üzerinde yükselemeyen hareketlerin ideolojisi ile
politikası arasındaki çelişkiye dikkat çekerek, özellikle
TDKP’yi gençlik hareketi zemininde örgütlendiğinden dolayı acımasızca
eleştirdi.
Ne ki
Ekim - TKİP örgütü dün söylemiş olduğu bu görüşleri kendisi de aşamamış
ve proletarya partisinin proletarya hareketinin zemini üzerinde
yükselterek, onun ileri öğelerinin komünist bir örgüt etrafında birleştirilerek
gerçek anlamda sınıf partisinin kurulacağı görüşünden çark etmiştir.
İdeolojik önderlikle sınıf hareketi olduğunu kanıtlamaya çalışacak
kadar pusulasını şaşıran ve bu aynı görüşü başkaları savundu için onları
fütursuzca eleştiren bu aklı evvel oportünistler, aradan 26 yıl gibi
uzun bir süreç geçtiği halde ve önlerinde yararlanabilecekleri o
kadar fazla ve gelişkin deney, tecrübe ve olanak olmasına karşın, bu
kendinden menkul yeni yetme inkarcılar, söylediklerine uygun bir
pratik geliştiremedikleri gibi, proletaryasız parti kurulabilir
fikrinde konaklayarak 50-100 kişilik küçük-burjuvaziden devşirilmiş
güçlerle, yani esas olarak gençlik içinde kalan çalışmalarıyla dün
eleştirip, mahkum ettiği, küçük-burjuva popülizm olarak eleştirdikleri
parti fikrine kapaklanmaktan kurtulamadılar.
Ve
Ekim-TKİP örgütü, proletaryadan ayrı telden çalarak etrafına toplamış
olduğu küçük-burjuva sınıf ve kesimlerinden aşırılmış kadrolarla
işçi sınıfının ihtilalci partisini yaratmaya ramak kaldığından
ve dem vurarak sınıftan kopuk bir kuruluş kongresiyle TKİP
adını alarak yeni bir işçi sınıfını öncü tabela partisini ilan etmekten
kendisini alamdı. Demek ki TKİP - Ekim örgütü, söylemlerine uygun hareket
etmediği gibi, komünist harekete yaklaşımında da devrimci bir konumda
durmadığını ortaya koyuyordu 30 yıl sonrasında Ekim örgütü sınıftan
kopuk TKİP’i kurarak, sınıfa gideriz tasfiyeci küçük-burjuva fikrinde
konaklıyor, böyle kendisine oportünizmi başkasına Marksizm’i
uygulama oportünizminden bir türlü kurtulamıyordu. Daha önce etmiş olduğu iri
lafları yutmaktan ve unutmaktan çareyi buluyordu. Haliyle komünist harekete
büyük laflarla saldırısının da inandırıcı bir yanı kalmıyordu.
Bu
aynı durum, yeni yetme inkarcılardan, çift standartçılık ve keyfiyetçilikte
akıl hocalarını geride bırakan MLKP’de de görülmektedir. Hemen herzeyi
kendisiyle başlatma ve yeninin, “yeni tarzın” (ki bunun DHKP-C ve PKK kopyacılığı ve karikatürizemin olduğu su götürmez
biçiminde açığa çıkmıştır) kurucusu ve geliştiricisi olduğu
iddiasında bulunan MLKPi, TDKP’den aşırdıkları ve TİKB, TKİP- Ekim’le
aynı hatta buluştukları inkarcı görüşlerini, “dün dündür, bugün bugündür”
oportünist görüşlerini pervasızca savunmaya götürmüştür.
Kaypakkaya
yoldaşı ve komünist hareket’in 72-79 sürecini, küçük-burjuva devrimciliği
aşamayan, sınıf hareketini temel alarak bu zeminde komünist hareketi
yükseltmeyen bir süreç olarak görüp mahkum eden bu aklı evvel akım, gelinen
durumda bütün bu söylediklerini unuturcasına aymazca hareket ederek,
“Ekim devriminin yolunun, yani proletaryayı temel alan bir siyasal,
örgütsel strateji ve taktiğe ilişkin Leninist-Stalinist bakış açısının,
bizim gibi ülkelerde (yani geri
bağımlı ülkelerde) geçerli olmadığı yolundaki önyargının
damgasını bastığı THKO - THKP-C ve TKP-ML bu anlayışlarının doğal ve
kaçınılmaz bir sonucu olarak anti-Leninist bir parti anlayışında
konaklanıyorlar.”
“Proletaryanın
önderliğini, esas olarak lafta benimsemiş, proletaryanın yerine
teoride köylülüğü (ki burada üç hareketi
de aynı kefeye koyarak TKP-ML Hareketi ile diğer akımlar arasındaki
net olan ayrım çizgisini kabaca çarpıtmak ve Kaypakkaya’nın savunmadığı
görüşleri savunuyor göstermek dürüstlükten öte tarihi gerçekleri
çarpıtmak anlamına gelir. TKP-ML Hareketi hiç bir zaman ve hiç bir yerde teoride köylülüğü temel
almamıştır. Bu iddia düpedüz yazarın Kaypakkaya’ya ve komünist harekete
ne kadar düşmanlık içinde olduunu gösterir. HB) ve pratikte de köylü yıınlarından
da kopuk olan devrimci öncüyü koymuş olan ‘71 devrimci hareketi…” (P.
Doğrultu s. 8, s.5-6.)
Yeni yetme oportünist inkarcılığın bir söyledii
diğerini tutmadığından ve yamalı bohça olarak farklı görüşleri aynı
torbada taşıdıından dolayı yazılarında da bu farklılıklar görülmekte
ve tezatlıklarını yakalamak zor olmuyor. Bir yanda sınıf hareketi
üzerinde yükselmeyen ve bunun gereklerine göre pratikte adımlar
atarak siyasal, örgütsel mücadeleyi asıl olarak sınıf içinde olmayan
akımların komünist olamayacaını savunacaksın ve buradan hareket
ederek Kaypakkaya ve TKP-ML Hareketi’ni küçük-burjuva devrimciliği
olarak niteleyeceksin, ondan sonra da tam olarak 40 yıl sonra kalkıp,
sınıftan kopuk ve onu lafta temel alan ve pratikte buna uygun bir mücadele
-örgüt hattında yürümeyen, küçük-burjuvazinin dekalase kesimleri
üzerinde yükselen, esas olarak semt ve öğrenci gençlik zemini üzerinde
oturan MLKP’yi büyük ML parti olarak niteleyeceksin? Hem de legalizm
limanına demir atarak.
Böyle keyfiyetçilik ve çift standartçılık
olacak bir şey değildir. MLKP önderleri büyük gürültü kopardıkları
ve parti aldı başını gidiyor havasını bastıkları koşullarda, çok
özel koşullarda gerçekleştirilmiş bir toplantı olarak gösterilmeye
çalışılan, 2. Kongre belgelerinde bu söylediklerinden fersah fersah
uzak olduklarını göstermektedir: “Komünist partisinin, işçi sınıfı
hareketiyle bilimsel sosyalizmin birliği olduğu yolundaki Marksist
- Leninist öreti tamamen dorudur… Fakat bu birliğin kural olarak
komünist partilerin kuruluşundan önce gerçekleştii ve gerçekleşmesinin
zorunlu olduğu, bundan önce parti kurulmayacaı vb. iddia edilemez.
Geçmişte bu yönde iddiaların ileri sürüldüğü bilinmektedir… Komünist
partisi sonuç olarak bir örgüttür ve kuruluşu sorunu, onu kuranların
iradesine balıdır.” (2. Kongre Belgeleri,
s. 25) derken MLKP, dün işçi sınıfı partisinin sınıftan kopuk olarak
kurulacağını savunanları parti öretisini sıradanlaştırarak
ayağa düşürmek olarak eleştirip bu yaklaşımları mahkum ederken, bugün
nihayetinde partiyi, komünist hareketin sınıfla birliğine, yerel
örgütler oluşturmasına, kadrolaşmasına vb. bakmadan bir avuç devrimcinin
bir araya gelerek, sınıftan kopuk olarak kendi iradeleriyle partiyi
ilan edeceklerini ilan ederek , komünist işçi partisini sıradan bir
örgüt derekesine düşürerek Maocu parti anlayışlarıyla aynı kulvarda
buluşmuşlarıdır.
Keza MLKP, dün Kaypakkaya ve TKP-ML Hareketi’ni
sınıfla birleşmeyi merkezde tutmayıp, pratikte buna uygun hareket
etmediği gerekçesiyle eleştirip küçük burjuva çemberi kırıp, dışına
çıkmadıı iddiasıyla eleştirip, mahkum ederken, bugünkü MLKP, 40 yıl
sonra semt ve öğrenci gençlik içinden devşirdiği küçük burjuva kadrolarla,
esas olarak pratik çalışmalarını sınıf dışı küçük burjuva kesimler
içinde -öğrenci gençlik ve semtler gibi yoğunlaştırırken Marksist-Leninist
oluyor ama önünde yararlanacağı her hangi bir deney, tecrübe ve olanaklar
vb. Yok iken ilkliğin ve çocukluğun getirmiş olduğu nedenlerden dolayı
aynı konumda hareket eden Kaypakkaya ve komünist hareketi çok rahatlıkla
küçük-burjuva olarak damgalayarak mahkum etmeye çalışıyor. Bakalım
MLKP 40 yıl sonra örgütsel-politik çalışmanın merkezinde tuttuğunu
iddia ettiği sınıfla birleşmede ne kadar yol katetmiştir?
“MLKP’nin sınıf hareketine bağlanmadığı,
onun temel zaafı, işçi sınıfıyla bağlarının fazlasıyla zayıf olmasıdır…”
(2. Kongre Belgeleri, s. 27.)
“Partimiz edimsel olarak, yani toplumsal
köken itibarıyla işçi sınıfının ‘en bilinçli azınlığından’ oluştuğu
kuşkusuz söylenemez.” (Agb. 28.)
“Partimiz, kesimsel çalışma sözkonusu olduunda,
özellikle büyük metropollerde güçlerinin en çounun giderek işçi
çalışmasında konumlandırmaya yöneldi… Ancak sorunda ısrarlı davranılamadı.
Gelişmemiz hala cılız ve sınırlıdır… çok sayıda kadro sınıf çalışmasında
görevlendirilsede bunların önemli bir kesimine gereken işlerlik kazandırıldıı
söylenemez… İşçi ilişkilerimizi örgütlemede belirgin gelişmeler
oldu. Ama bu devam ettirilemedi…” (Agb. s. 51-52.)
“Partimiz, komünist hareketi, bütün varlığı
süresince bir gölge gibi izleyen işçi hareketinden yalıtılmışlık
sorununu çözme iddia, görüş açısı ve kararlılığına sahip olduunu
özellikle bundan sonraki pratiğiyle göstermek zorundadır.” (Agb.
s. 53.)
Daha
buraya aktarmayı gerekli görmediğimiz birçok değerlendirme ve veriler
çetecilerin söylemleriyle pratikleri arasındaki çelişkinin derinleşerek
sürüp gittiğini ve sınıfı temel alan bir örgütsel, pratik çalışma geliştirmediklerini
göstermektedir. Peki, 40yıl sonra Kaypakkaya yoldaş ve daha sonrasında
komünist hareketin yarattığı, fabrika işçi ilişkilerinin onda birisini
bile örgütleme, fabrika ilişkisi yaratma ve hücreleşme, sendikalar
içinde buna uygun hareket etmediği gerekçesiyle eleştirip
küçük-burjuva çemberi kırıp, dışına çıkmadığı iddiasıyla eleştirip,
mahkum ederken, bugünkü MLKP, 40 yıl sonra semt ve öğrenci gençlik içinden
devşirdiği küçük burjuva kadrolarla, esas olarak pratik çalışmalarını
sınıf dışı küçük-burjuva kesimler içinde -öğrenci gençlik ve semtler
gibi yoğunlaştırırken Marksist oluyor ama önünde yararlanacağı
herhangi bir deney, tecrübe ve olanaklar vb. yokken ilkliğin ve çocukluğun
getirmiş olduğu nedenlerden dolayı aynı konumda hareket eden Kaypakkaya
ve komünist hareketi çok rahatlıkla küçük-burjuva olarak damgalayarak
mahkum etmeye çalışıyor. Bakalım MLKP 26 yıl sonra örgütsel-politik
çalışmanın merkezinde tuttuğunu iddia ettiği sınıfla birleşmede
ne kadar yol kat etmiştir?
“MLKP’nin
sınıf hareketine bağlanmadığı, onun temel zaafı, işçi sınıfıyla
bağlarının fazlasıyla zayıf olmasıdır…” (2. Kongre Belgeleri, s.
27.)
“Partimiz edimsel olarak,
yani toplumsal köken itibarıyla işçi sınıfının ‘en bilinçli azınlığından’
oluştuğu kuşkusuz söylenemez.” (Agb. 28.)
“Partimiz, kesimsel çalışma
söz konusu olduğunda, özellikle büyük metropollerde güçlerinin
en çoğunun giderek işçi çalışmasında konumlandırmaya yöneldi… Ancak
sorunda ısrarlı davranılamadı. Gelişmemiz hala cılız ve sınırlıdır…
Çok sayıda kadro sınıf çalışmasında görevlendirilse de bunların
önemli bir kesimine gereken işlerlik kazandırıldığı söylenemez… İşçi ilişkilerimizi
örgütlemede belirgin gelişmeler oldu. Ama bu devam ettirilemedi…”
(Agb. s. 51-52.)
“Partimiz, komünist hareketi, bütün varlığı
süresince bir gölge gibi izleyen işçi hareketinden yalıtılmışlık
sorununu çözme iddia, görüş açısı ve kararlılığına sahip olduunu
özellikle bundan sonraki pratiğiyle göstermek zorundadır.” (Agb. s.
53.)
Daha buraya aktarmayı gerekli görmediimiz
bir çok deerlendirme ve veriler MLKP’nin söylemleriyle pratikleri
arasındaki çelişkinin derinleşerek sürüp gittiğini ve sınıfı temel
alan bir örgütsel, pratik çalışma geliştirmediklerini göstermektedir.
Peki 40 yıl sonra Kaypakkaya yoldaş ve daha sonrasında komünist hareketin
yarattığı fabrika işçi ilişkilerinin onda birisini bile örgütleme,
fabrika ilişkisi yaratma ve hücreleşme, sendikal çalışmalar yakalamayı
başaramayan MLKP’nin kendisini komünist, ama gerçek komünistleri
küçük burjuva olarak nitelemeye kalkışması ne kadar doğru ve dürüst
bir yaklaşımdır? Bu açıktan “benimse iyidir ötesi tufandır” biçimindeki
küçük-burjuva oportünist inkarcı bir değerlendirme değil mi?
Nitekim MLKP’nin inkarcı oportünist görüşleri
kendi gerçekliğini kavrama ve değerlendirmede ayak bağı olmuştur
ve gelinen durumda kendi gerçekliğini açıklamada zorlandığı gibi
tam bir çıkmaz yaşamaktadır.
Ülkemizde küçük burjuvazi, nüfusun en büyük
kesimini oluşturan bir sınıftır. Bu sınıfın çıkarlarını savunan
ancak proletarya adına hareket etme iddiasında olan küçük burjuva
grup ve çevrelerin sayısı bir hayli kabarık. ML parti öğretisi, bu grup
ve çevrelerin yadsıdığı sorunlardan biridir. Bu gruplar biçimde
birbirlerinden ayrılıyor gözükseler de, özde aynı nokta da birleşmektedirler.
Genel
doğruları sıralayan ama iş ülke somutuna geldiğinde inkarcı anlayış,
partinin sübjektif koşullarının hazırlanmasını reddeden tabelacı
yaklaşım, ML parti öğretisinin günümüzde geçerliliği olmadığı
tezleri vb. oportünist anlayışların bazı örnekleridir. Hepsinin
ortak özelliği de küçük-burjuva bireyci sınıf tavrıdır. Dünyanın merkezine
kendilerini koyarak, kendilerini en büyük M-L ilan etmek amacıyla
teoriyi yaratmaya çalışmak, gerçekleri tarif ederek sözde tespitler
yapmak oportünist akımların ortak özelliklerinden biridir. Küçük burjuva
sınıf tavrının açık bir ifadesi olan bu yaklaşım tarzı düşünce planında
muğlaklık ve teorinin çarpıtılması ile birleşiyor. Sonuçta bütün
küçük-burjuva akımların vardıkları nokta ise, proletarya partisi
sorununda anti-Marksizm.
Küçük-burjuva
akımlar, Leninist parti teorisini katlederken partisiz komünist
partisi kurulacağı görüşüyle partinin sübjektif şartların tahrifine,
reformcu dönüşüm teorisine kadar bir dizi oportünist görüşler savunmaya
götürmektedir. Elbette bu oportünist cenahın görüşlerini burada tek
tek ele alıp eleştirmek yazımızın hacmini aşacaktır. Ama biz burada
oportünist anlayışlardan ikisi üzerinde duracağız. Bu iki oportünist
eğilim, genelde devrimci hareketin üzerinde birleştiği yaklaşımlar
olduğu için bu eleştirilerimiz diğer akımlar içinde geçerliliğini korumaktadır.
Bilindii gibi geçmişe
bakış alanında iki akım daha çok öne çıkarak oportünist görüşlerin sistemli
savunucuları olmuştur. Diğer akımlar, asıl olarak bu iki akımın özellikle
de TDKP’nin inkarcı mükemmeliyetçi görüşlerinin takipçileri olmuşlardır.
TDKP ve TKP-ML bu her biri kendisini dünyanın merkezinde tutma -bunlara
daha sonra TİKB, TKİP, MLKP gibi gruplar da katılmışlar. Ama bütün bu
örgütlere önderlik eden ve anlayış veren eski TDKP oportünizmi olmuştur
kendi gruplarını yanılmaz saymayı, ML göstermeyi çıkış noktaları
yapmaları, gerçekleri buna göre çarpıtmaları ortak dünya görüşlerinin
başlıca yansımalarındandır. Kendi içinde tutarlı bakış açısına
sahip olmamaları, muğlaklık, eklektizm ve mekanizm içinde yüzmeleri
yukarıda belirttiklerimize eklenmelidir.
Eski TDKP ve diğer inkarcı
oportünistleri -ki daha sonrasında bu çizginin üzerine kapaklanan
MLKP, TKİP, TİKB’nin her iki kanadı vb. akımlar bu inkarcılığın en kaba
biçiminin kararlı takipçisi haline gelmişlerdir- eklektizmlerini
teorik yaklaşımdaki mutlaklıkla birleştirmekte, kaba bir inkarcılık
olarak biçimlenmektedir. TDKP, MLKP, TKİP, TİKB vb. mükemmeliyetçi bir yaklaşımla
geçmişi bütünüyle reddederek, komünist hareketin geçmişine hayasızca
saldırılara giriştiler.
Bu akımlar özellikle komünist
hareketin geçmişine mükemmeliyetçi mevzide saldırırlarken, gerek
kendi geçmişlerini ve gerekse bugün içinde bulundukları durumlarını
ele alırken olabildiğine hoşgörülü bir yaklaşımla hareket ederlerken,
sonuçta bütün çabaları her şeyin kendileriyle başladığını, kendileriyle
süreceği iddialarında düğümlenmektedir.
TDKP,
Kaypakkaya’dan 7 yıl sonra bunları savunmaktadır; ve daha sonraki
süreçte ve bugüne kadar TDKP bu görüşlerinin bir çoğunun özeleştirisini
köklü olarak yapmadığı gibi kongre bile toplamamıştır, ne ki, görüşlerini
çaktırmadan oportünist yöntemlerle terk eder gözükmekten geri durmayan
TDKP gelinen durumda likidasyona uğramıştır. Fakat tüm bunlara karşın
TDKP, kıskançlığını bu küçük burjuva görüşlerini Marksist olarak göstermeye
çalışırken kendisinden fersah fersah ileride olan Kaypakkaya ve komünist
hareketi küçük-burjuvalıkla suçlamadan geri durmamıştır.
TDKP’nin
görüşleri; “ Türkiye emperyalizmin yarı-sömürgesi altında yarı-feodal
bir ülkedir.” (TDKP Kongre Belgeleri, s. 86.)
“Mevcut
şartlarda Türkiye devriminin yolunun genel çizgisi toprak devrimini
yürüterek ve köylük bölgelerde tahkim edilmiş üslere dayanılarak,
kırlardan şehirlere gelişen halk savaşı yoluyla iktidarın parça
parça alınması çizgisidir.” ( Parti Bayrağı, s.1, s.20.)
TDKP’nin
‘dün dündür bugün bugündür’ oportünist ve çift standartçı yaklaşımlarının
kıskançlıkla savunucularından biriside TİKB ve bugün MLKP’de ifadesini
bulan TKİH, EKİM eğilimidir. Konunun daha iyi anlaşılması bakımından
bu akımlardan bazı görüşleri buraya almayı yararlı bulduk.
TKİH belgelerinden;
“Bütün organlar lağvedildi. Kollektif çalışmaya son verildi. İnsanlar
kendi başlarına bırakıldı. Karar alınırken örgütün bir daha ne zaman
toplanacağı konusunda bile hiç bir garanti verilmedi. (Sınıf mücadelesini tatil eden örgüt
komünist oluyor da, her koşulda düşmana cepheden kafa tutan Kaypakkaya
ve örgütü küçük-burjuva olarak değerlendirilebiliyor) Hatta açıktan,
‘örgütü bir daha yeniden kuramayacağımız’ dahi söylendi.” (TKİH Genel Toplantı
Kararları s. 12, yıl 1984.)
“Değerlendirmelerde eskiyen yanlar da
var. Bu eskimeye kısmen 84’ün ağır şartlarının baskısı altında yapılan
subjektif, diğer gruplara karşı aşırı güvensiz yapay, yer yer kibirli
saptamalar, yer yer maddi koşullardaki değişmelere yol açmıştır.”
(Age. s.1. yıl 1990.)
“Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısının yarı-feodal
olarak tanımlanması yerine, bu gerçeğe daha uygun bir biçimde yeni,
‘geri kapitalist’ olarak tanımladığımızı da ayrıca belirtelim.”
(Age. s. 3.)
TİKB belgelerinden; “ Toprak ağalığı ekonomisi yaşamdaki belirleyiciliği
konumunu korumaktadır.” (TİKB Programı, Aktaran Birlik Üzerine,
s. 54.)
“Kuşkusuz henüz sınıf temeline oturmayışı,
mücadele taktikleri, örgütlenme biçimleri yeterince gelişmemiş
komünist bir örgütte çeşitli darlıklar, sılıklar ve uzlaşmacı eğilimler
görülebilir.” (Orak-Çekiç, sy. 70 s. 31.)
“TİKB’nin genel platformu bundan 34 yıl önce
yani 1979 yılının ilk aylarında yazıldı. Dolayısıyla (dikkat edilsin
tam 34 yıl sonraki bugün ortada kaç TİKB kaç TİKB olduğu belli
değil. HB) yayınlandığı dönemin işleriyle beraber hamlıkların ve
geçmiş yanılgıların bazı kalıntılarını taşıyordu. Platformun yazıldıı
dönemde hareketimiz henüz gençti ve doal olarak teorik birikim bakımından
bugüne göre daha geriydi. Platformun üslubunu, çözümlemelerini,
derinlik düzeyini ve formülasyonlarının ifade ediliş tarzını hareketimiz
çoktan açmış bulunuyor, bugün artık…” (Orak-Çekiç, s. 74, s.13.)
“Programımız ve bazı konulardaki temel politikalarımızın,
kısmi eksiklik ve yetersizlikleri taşımasının yanı sıra, geçmişin
kimi yanlışlarından ve revizyonist kalıntılardan tümüyle azade olmadıklarını
bugün daha iyi görebiliyoruz.” (TİKB 2. Kongre Belgeleri, s. 105.)
“Ciddi bir siyasal kimlikle kitlelerin karşısına
çıkabildiğimiz ölçüde bir alternatif sunmuş oluruz. Bir an önce
parti kimliği ile ortaya çıkmamızı gerektiren temel nedenlerden
biri de budur. Kitlelerin ileri kesimlerini, bu yolla, sosyalizme
açık kesimini kastediyorum. Bir an önce parti kimliğiyle ortaya
çıkmamızı gerektiren temel etkenlerden biri de budur. (Ekim, sınıf hareketinin ayrı yolda
kendilerinin hala ayrı yolda yürüdüklerini ve sınıfla birliği
az-çok yakalayamadıklarını ve sınıf hareketinin bir durgunluk
sürecinden geçtiğini söylemektedirler. HB) Bunu biz, bu ilkel,
bu ciddiyetsiz, gelinen yerde bu sorumsuz devrimci akımlarla araya
daha belirgin bir mesafe koymakla mutlaka birleştirmek durumundayız.”
(Kızıl Bayrak, sy. 28, s.17.)
İnkarcı oportünist cenahın subjektivizme,
küçük-burjuvazinin bireyci sınıf tavrına dayalı çıkış noktası, onların
savunduğu tezler hakkında fikir veren başlıca noktalardan birisidir.
Söylenen tüm bu sözler, yapılan tesbitler, belirttiimiz çıkış noktasıyla
uyum içinde, her şeyin kendileriyle başladığını ispatlamanın berbat
birer aracı olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Bazı konuların
geçiştirilmesi, eklektizm vb. tümü bu vaziyeti kurtarma çabasının
küçük-burjuva bireyciliğin faturasıdır.
Doğmatik Maocu TKP-ML ve MKP cenahının geçmişe
ve bugüne ilişkin inkarcı oportünist cenahdan tamamen farklı tespitler
yapmaları, bunaların aralarındaki köklü bir ayrılıktan kaynaklandığını
söylenemez. Aksine, komünist hareketin şahsında geçmişi reddeden inkarcılıkda,
yine geçmişi idealize eden, hataları görmek, kabullenmek yerine
bunlara sıkıca sarılarak komünist hareketi hatalardan azade bir yaklaşım
içinde değerlendiren doğmatizmde aynı temel üzerinde yükselir. Farklılık
aynı dünya görüşünün, sınıf tavrının deişik biçimlerinden ibarettir.
Bilindiği gibi dogmatik TKP-ML, MKP ve
diğerleri Maocu cenahı, Türkiye’de örgütlü komünist hareketin ikinci
kez 1972 yılında TKP-ML Hareketi ile doğduğunu savunmaktadır. Bu doğru
tesbitten hareketle geçmişin hatalarına sıkı sıkıya sarılmaktan
geri durmuyor. Burada TKP-ML, MKP vb. cenahı subjektif unsurun önemini
yadsıyor. Bir komünist partisinin belirli objektif temeller üzerinde
subjektif koşulların olgunlaşmasıyla kurulacağını, subjektif koşulların
mücadele ile olgunlaştırılacağını reddediyor.
Tabiki böyle bir görevden kendisini azade gören bu oportünistler,
parti isminin kullanılmasıyla herşeyin hallolacağını, parti sorununun
çözümleneceğine inanıyorlar. Partiyi bilinç ve örgütlenme düzeyi
oldukça geri bir grup derekesine düşüren bir anlayışın savunuculuğunu
yapmak, partinin kurulması için en temel hazırlıkları bir yana itmek
partinin proletaryanın örgütlü öncü gücü olduğunu reddetmekle,
partiyi sıradan bir örgüt düzeyine düşürmekle eşitliyor.
İnkarcı ve doğmatik oportünistler sınıf
mücadelesinin gelişim yasasını kavrayamıyorlar. Bu yasanın kavranmayışı
inkarcı oportünist cenahı geçmişi değerlendirirken mükemmelliyetçilikle
birleşip, inkarcılık olarak somutlaştırırken, yine aynı diyalaktik
yasanın kavranmayışı, TKP-ML, MKP vb. Maocu cenahın, geçmişi idealize
ederek sınıf mücadelesinin gelişim yasasının dışına çıkarmaya,
geçmişin hatalarına sarılmaya götürmekte ve dahası açıka inkarcılığa
karşı çıkar görünen TKP-ML, MKP Maocu cenah, 72’den bu yana bilinç ve örgütlenmedeki
gelişmeyi reddederek, inkarcılıın kaba bir örneğini sergilemektedirler.
Aynı biçimde geçmişte ciddi hata ve zaaflarını kabul etmenin,
geçmişi ML’ist olarak değerlendirmekle çelişeceğini düşünmekte,
mükemmelliyetçiliinin bir başka örneini sergilemektedir.
Nitekim bu cenah saflarında sık sık ayrılıkların
yaşanması, geçmiş hatalarının pratiğin verileriyle bilimsel bakışla
ele alınıp deerlendirme ve artık mücadelenin gerisinde kalmış olan
sosyal gelişmenin ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzaklaşmış görüşlerini
gözden geçirerek, oportünist ve doğmatik görüşleri aşma yerine, geride
kalma ve doğmatikler eliyle daha da geriye çekilerek, hataları
sistemli hale getirerek çizgie dönüşmüş ve ortaya Maoist ve yaşamın
gerçekliliğinden kopuk, sol oportünist bir çizgi ortaya çıkmıştır. Bu
arkadaşlar ekonomik, politik ve sosyal gelişmenin yasalarını durağan,
statik olarak gördüklerinden dolayı, dün mücadelenin ihtiyaçlarına
yanıt veren ama bugün mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt olmaktan geri
kalmış görüşlerle mücadele etmeye çalışırlarsa, sonuçta ortaya ne deve
ne kuş gibi ucube bir durum ortaya çıkar ve TKP-ML, MKP vb. Maocu cenahı,
bu olumsuzluğu, geçmişe sahip çıkma adına kıskançlıkla savunmaya çalışarak,
Kaypakkaya yoldaşa saygısızlıkta kusur etmez bir konumda yürmekten
kendisni alamaz.
TKP-ML,
MKP vb. Maocu cenahın her iki-üç yılda bir önderliklerini oportünist
olarak suçlayıp, çizgiden uzaklaştıkları vb. yönlü eleştirilerde
bulunmalarına karşın, yine de TKP-ML’yi Marksist olarak görmeleri
de kendi içinde ne kadar tutarlı bir konumda durduklarını gösterir.
İnkarcı
akımlar geçmişe mükemmeliyetçi yaklaşırlarken yaşanan bu kadar deney
ve tecrübeden sonra kendi durumlarını ve yakın geçmişlerini değerlendirirken
büyük bir hoş görüyle hareket etmeleri, bu oportünist cenahın ne kadar
eklektizm içinde yüzdüklerini ve diyalektik gelişim yasasını kavramadıklarını
gösterir. Dolayısıyla bu akımların kendi içinde birbirleriyle taban
tabana zıt görüşler savunmaları kaçınılmaz olmaktadır.
Her
iki akımın, dogmatizm ve inkarcılığın ulaştığı noktada aynıdır;
Leninist parti ilkelerinin ve partileşme sürecine yaklaşımın reddi.
TKP-ML, MKP vb. Maocu cenahın işçi sınıfının öncüsü
komünist partiyi sıradan bir grup derekesine düşürerek, bunu
yapmaktadırlar. O, kendi örgütünü parti olarak ilan etmekle
kalmayıp, TKP-ML isminin kullanılmasından dolayı Türkiye’de partinin
72’den bu yana var olduğunu iddia etmekten de geri durmuyor. Sınıf hareketinden
kopuk ve diğer birçok görevi yerine getirmede daha yeni adım atmış
ve düşmanın saldırıları sonucu atılan bu adımların önemli ölçüde
bu pratikte denenip sınanmadığı bir durumda TKP-ML Hareketi’nin
doğuşundan itibaren parti olduğunu savunmak, ML parti öğretisinin
kaba reddi demektir.
İnkarcı
oportünist cenahın savunduğu görüşlerde bütün palavralarına karşın
reformcu dönüşüm teorisi üzerine binerek, sınıftan kopuk parti fikrinde
buluşmuşlardır. Küçük burjuva örgütlerin bölünmeden, parçalanmadan
adım adım dönüşerek, proletarya partisinin sınıftan kopuk olarak kurulup,
daha sonra sınıfla birleşeceği görüşü, TKP-ML, MKP vb. Maocu
cenahın ters yüz edilmiş, partiyi sıradan bir grup düzeyine
düşüren, oportünist yaklaşımdan pekte farklı bir yanı olmadığını
gösterir.
Görüleceği
gibi her iki oportünist cenah da sorunu ele alırken çıktıkları temel
noktaları ve ulaştıkları yer hep aynıdır. Çünkü her iki eğilimde aynı
dünya görüşüne ve bakışına sahiptir. Özde aynı olmasına karşın biçimdeki
ayrılıklar, hatta birbirine tamamen ters görünmeleri yanıltıcı olmamalıdır.
Önemli olan, özün kavranmasıdır. Böylece özle biçim arasındaki ilişki
sağlıklı ve doğru kavranabilir. inkarcı oportünist cenahın kafa karıştırma,
sorunu çarpıtma gayretlerinin yoğunlaştığı konuların başına bakış
açısı gelmektedir. Olguların şartları içinde değerlendirilmesi
gerektiğini, olguların yer ve zaman kavramalarından soyutlanamayacağını
inkarcılar özellikle karartmaya çalışıyorlar. ML az çok bilen herkesin
kavrayabileceği bu en temel unsurun; bakış açısının geçiştirilmesi
ilginçtir. Genel söylemlerin sürekli tekrarlandığı da hatırda tutulursa
oportünistlerin bilinçli geçiştirme çabaları kolayca görülür. İnkarcıların,
bu alanda ısrarlı çabaları boşuna değildir.
Doğru
bakış açısının devrimci kadrolar ve kitleler tarafından kavranışı,
oportünist manevraların, keyfi değerlendirmelerin önünde engel olacaktır.
Hareket alanlarını sınırlayacaktır. O halde oportünizm için yapılması
gereken, sorunu karmaşıklaştırmak, iyice muğlaklaştırmaya çalışmak
vb.’dir. İnkarcıların yapmaya çalıştıkları da budur. İnkarcıların,
bakış açısı sorununda hemen hiç bir şey ortaya koymadıklarını belirtmiştik.
Bu nedenle bu alandaki eleştirilerimizi, onların çeşitli konulara
ilişkin, değerlendirmelerindeki yansımalarından hareketle yapacağız.
Bu
akımların ortak özelliklerinden biri, keyfiliktir. İnkarcıların
sorunu doğru bakış açısı ile ele alarak olgulara ortak ölçütlerle
yaklaştıklarında oportünist tespitlerinin ne kadar havada kalacağını
bilmektedirler. Oportünist tespitlerine sarılarak, M-L yaklaşımın
reddi ise, onun sınıf niteliğine tamamen uygundur. Bu oportünistler
geniş bir manevra alanına ihtiyaç duyarlar. Bazen mükemmeliyetçiliğin
paslı zırhına bürünerek geçmişe saldırmak, işine gelmediğinde bunu
çıkarıp büyük bir hoşgörü ile hareket etmek için oportünist muğlaklığa
ihtiyaç duymaktan geri kalmazlar.
Olgulara
ortak ölçütlerde, aynı anlayış temelinde yaklaşmak, değerlendirmelerde
buna azami titizlik göstermek, oportünistler için tahammül edilmez
bir şeydir. Kimse böyle bir girişimde bulunmamalıdır. Fakat hayır,
komünistler, inkarcıların sözünü bile etmek istemediği bu ve benzeri
konular üzerinde ısrarla duracaklardır. Bu inkarcı cenahın bırakalım
dünlerini, bugünlerine de baktığımızda ‘72-79’un çok gerisinde
durduklarını görürüz. 20-30 yıllık deney ve tecrübenin ardından bu
akımlar sözlerine uygun bir pratik geliştirmeleri gerekirken, ne
yazık ki, İbrahim Kaypakkaya’nın 72’lerde çözdüğü sorunları ancak
bugün anlamaya başladıkları görülmektedir. Bu akımların kendileri
için uyguladıkları bu oportünist uzlaşmacılık, ‘72-79 dönemine geldiğinde
tersine dönmektedir. Birazcık tutarlılık olabilmesi için ölçütlerin
diğer akımlara da aynı biçimde uygulanması gerekir. Bu temel gerçeği
görmeyecek kadar tutarsızlığa düşmek küçük-burjuvaziye özgü bir düalizmle,
keyfilikle eklektizmle izah edilebilir.
Bu oportünist inkarcı
cenah, 30-40 yıl sonra “sınıf hareketinden kopuğuz” diyerek feryat
figan ederlerken 72-79 yılında komünist hareketin neden işçi hareketiyle
birleşmediğinden dem vurarak, bu dönemi basit bir mantıkla küçük-burjuva
devrimciliği olarak mahkum etmeye çalışmaktan da geri kalmamışlardır.
Peki, bugün bu inkarcı akımlar komünist hareketi değerlendirmede kullandıkları
ölçütleri neden kendilerine uygulayarak sınıftan kopukluğu aşamadıkları
ve küçük-burjuvazinin dışına çıkan bir örgüt çalışması yaratamadıkları
gerçekliğinden hareketle kendilerini küçük-burjuva olarak mahkum
etmiyorlar?
Evet, öyle ama bu akımlarda
ilke ve istikrar denen bir olay olmadığından dolayı, bunlar için dün
dündür, bugün bugündür. Bunlar genellikle kendilerine uzlaşmacılığı,
liberalizmi, dışındakilerine ise acımasızca saldırıp, mükemmeliyetçi
uygulamayı reva görmüşlerdir. Bu akımların soruna yaklaşımı konusunda
bilinçli sessizlikleri, keyfiliği, ML’in en basit gerçeklerinin
tahrif edilmesiyle el ele gitmektedir. Oportünist yazarlar, komünist
hareketin gelişimini izahta oldukça sıkıntı çekiyorlar, oportünist
tespitlerini kurtarabilmek amacıyla yılan eğrileri çiziyorlar. İnkarcı
ve dogmatik akımların geçmişe yaklaşımda çift standartçı tutum ve yaklaşımları,
gelinen durumda ayaklarına dolaşır hale gelmiştir. Sınıf demişler sınıftan
tümüyle uzaklaşmışlar, sınıftan kopuk parti kurmanın teorisini yapmışlar ve
işin daha da ilginç olanı başkalarına Marksizm’i uygularken kendilerine
liberalizmi uygulamaktan beis görmemişler. Bunun adına da Marksizm’i - Leninizm’i
özümlemek denmiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder