21 Şubat 2020 Cuma

Manifesto’nun 172. yıldönümü

Fransa’da patlak veren ’848 Şubat devriminin dalgaları kıtaya yayılmaya başlamışken, bu olağanüstü hareketlilik içinde, aynı ay, sadece 19. yüzyılı değil ama 20 ve 21. yüzyılı da sarsacak olan, Karl Marx ve Frederich Engels’in kaleme aldıkları bir Manifesto yayınlandı. Geçmişi, kapitalizmi analiz edip suçluyor ve geleceğin perspektifini sunuyor, o güne kadarki tüm sosyalizm “tasarımları”nın tersine, komünizmin, nesnel kapitalist karşıtlığın ürünü olarak kaçınılmazlığını vurgulayarak, kapitalizmin “mezar kazıcısı” ve sosyalizmi kurucu tarihsel öznenin işçi sınıfından başkası olmadığı ve olamayacağını ilan ediyordu. “Bütün ülkelerin işçileri birleşin, zincirlerinizden başka kaybedeceğiniz şey yok, ama kazanacağınız koca bir dünya var” çağrısı, Manifesto’nun kapanış cümlesiydi. “Avrupa’da dolaşan komünizm hayaleti”, o zamana kadar inanılandan farklı olarak, işçi sınıfının pratik eyleminde, politik bir hareket olarak gelişmeden edemeyecek işçi hareketinde ete kemiğe bürünmekteydi.

Üretici güçlerin gelişmesiyle karşıtlık içine düşmeden edemeyecek kapitalizm, zamanında ilerici bir işlev görmüş ama sonuna gelmişti. Gericileşmişti ve yerini sosyalizme bırakacak olgunluğa erişmekteydi. Fransa’da mali aristokrasi ve feodalizmi hedefleyen burjuva içerikli Şubat’ın ardından patlayan proleter Haziran devrimi, bir yandan da proletarya diktatörlüğünün zorunluluğu fikrine deneysel temel sağlayarak geliştirilmesine katkıda bulunduğu, henüz daha mürekkebi kurumamış olan Komünist Partisi Manifestosu’nu doğrulayınca, hızla tüm uygar dillere çevrilerek dünyaya yayılan Manifesto, burjuva, küçük burjuva entelektüeller arasında köklü bir etki yaratarak, kısa sürede teorik zaferini ilan ederken, ileri işçilerin “amentüsü” oldu. Artık yalnızca pratik eylem bakımından değil ama fikri, teorik bakımdan da inkar edilemez netlikte yeni bir çağ açılmaktaydı. Bundan böyle, ilerlemeleri gerilemeleri, ancak geçici olabilecek yenilgi ve zaferleriyle proletarya hareketi ve komünizmin tek geçerli türü olarak bilimsel sosyalizm, Marksizm, bütün bir kapitalizm ve kapitalizmden komünizme geçiş dönemine damgasını vuracaktır.

Böyle de olur. Paris komününün ardından Ekim devriminin zaferi gelir. “Fener”, Manifesto’dur. SBKP 20. Kongresi’ne kadar, Manifesto, hem de giderek daha örgütlü biçimde uluslararası proletaryanın yolunu aydınlatır. Dünyanın giderek büyüyen bir bölümü, yüz milyonlarca işçi ve emekçi, Manifesto’nun çağrısı üzerine birleşmiş, sosyalizmi inşa etmekte ve komünizme doğru ilerlemektedir. Ancak kapitalizm hala güçlüdür ve gerek sosyalizmin inşa edildiği yerlerde gerekse kapitalist dünyada sınıf mücadelesi, burjuvazi ile proletarya arasındaki kavga sürmektedir. Çok zorluk aşılır. Ancak zaman gelir, mücadele edilen “zorluk”lardan sonuncusu, dışarıdan “soğuk savaş”la beslenip desteklenerek “içeriden” örgütlenir.

Başkalarının başaramadığını Kruşçev başarır ve Manifesto ve Marksizm’in yol göstericiliğe onun tarafından son verilir; Sovyetler Birliği, modern revizyonizmin egemenliğinde kapitalizmin restorasyonu sürecine sokulur. Marksizm’in yenilgiye uğrattığı bütün düşünsel karanlık ayaklanır. Stalin suçlamalarıyla başlanır. Ardından sıra Lenin’e ve Leninizm’e gelir; “totaliterlik”tir, devrimci işçi hareketi ve hem nesnel hem de öznel olarak sosyalizm tarihsel gidişattan bir sapma ilan edilir. Saldırı, kapitalizmin sonunu ilan ederek “kendi katkısı”nı “sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne götürdüğünü” bulmak olarak özetleyen Marx’a, Komünist Manifesto’ya, Marksizm’e yöneliktir aslında. İşçi sınıfı ve tarihsel rolüne yöneliktir.

Sosyalizmi, Marksizm’i piyasa ile kuşkusuz kapitalizmle uyuşturma çabalarıyla “öteki”yi, “çalışanlar”ı ve “tüketici”liği, “kimlik” bolluğu ve “çok kültürlülük”ü, piyasanın üstünlüğü ve “sosyalizmin” “özgürlükçüsü”nü ileri sürmenin dünya görüşü ve eylem kılavuzu olarak Marksizm ve onun biricik sahibi, komünist hareket ve komünizm davasının öznesi işçi sınıfını gündem dışı ilan etme liberalizminden başka bir içeriği olamaz. Stalin ve ardından Lenin’e yöneltilen liberal, burjuva gerici saldırı, başlangıçta kuşkusuz, hedef daraltıcı taktik bir saldırıydı ve yolun düzlendiği düşünüldüğünde doğrudan işçi sınıfı ve hareketini, tüm teorik temelleriyle Marksizm’i hedef aldı.

Ancak işçi hareketi ve sosyalizmin geçici yenilgisinin boyutları ve Marksizm-Leninizm’e kara çalınıp geçersizliğinin ilan edilişiyle sağlanmış burjuvazinin kazançlarının büyüklüğü ne olursa olsun, ne denli “işçi sınıfının değiştiği ve tarihsel rolünün bittiği” ve “sosyalizmin öldüğü” ilan edilirse edilsin, ne Marx ve Marksizm, ne temel belgesi olarak Manifesto eskitilebilmiş, ne işçi sınıfının varlığı gizlenebilmiş, ne de işçi hareketinin yeniden ve belli başlı ülkelerde kendisini ortaya koymaya başlamasının önü alınabilmiştir.


172 yıllık bir güncellik kolay değildir. Manifesto, her şeye rağmen, hala güncelliğini koruyor ve hem ileri işçiler hem de entelektüeller arasında yeniden kaçınılmaz zaferini sağlamak üzere yayılıyorsa, bu, onun yaşayan özüyle ilgilidir. Durmaksızın karşıtlık, giderek yoğunlaşan sömürü ve talan, işsizlik, sefillik ve artık açlıkla birlikte savaşlar üreterek, üretici güçlerle çatışmasının en ileri noktalarına varmış kapitalist üretim ilişkileri ve zorbalığının doruğuna varmış birbirleriyle çekişme halindeki burjuva gerici devletlerin çıkmazı, sosyalizm için koşulların olgunlaşmasından başka bir anlama gelmediği gibi, Marx ve Marksizm’in, analiz ve çağrısıyla Komünist Manifesto’nun yeniden ve yeniden doğrulanmasından ve güncelliğinden başka bir anlama de gelmez.

Manifesto ve yazarları Marx ve Engels, Marksizm’i emperyalizm çağı koşullarında zenginleştirip geliştiren Lenin ve Marksizm-Leninizm’i sosyalist inşa koşularına uyarlayıp geliştiren Stalin ve komünizm davasını açıklayıp gerçekleşmesinin taşlarını döşeyen Komünist Partisi Manifestosu ile birlikte tüm Marksizm-Leninizm külliyatı, kapitalizmin durmaksızın çoğalttığı işçi sınıfı var oldukça onun kurtuluş özlem ve hareketinde, kuşku yok ki, daima güncelliği ve gençliğini koruyarak yaşıyor, yaşayacak!

Manifesto’nun “II - Proleterler ve Komünistler” ara başlıklı bölümünde de yer aldığı gibi: “Tek kelimeyle bizi, sizin mülkiyetinizi ortadan kaldırmak istemekle suçluyorsunuz. Doğrusu, istediğimiz de bu”dur. Komünistlerin, tüm proletaryanın çıkarlarından ayrı bir çıkarları yoktur.
Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!

20 Şubat 2020 Perşembe

Yaşar Kemal'i anarken

6 Ekim 1923’te Van-Erciş yolu üzerinde Muradiye İlçesi olan Ünseli köyünde dünyaya gelen Yaşar Kemal Kürt kökenli bir aileden gelmiştir. Türkmenlerin yoğun olduğu bir köyde yaşayan Kemal, evde Kürtçe, dışarıda ise Türkçe konuşurdu. Yazar; kendi anlatımına göre “bir Türkmen köyündeki tek Kürt ailenin tek çocuğu” olmuştur. Ailesi Birinci Dünya Savaşı nedeniyle, Yaşar Kemal 5 yaşındayken Adana’ya yerleşirler. Yaşar Kemal’i Yaşar Kemal yapan en önemli değerler, pamuk tarlalarının bol olduğu memlekete gelir. Göç sırasında Yaşar Kemal’in babası Sadık Efendi’nin sahiplenip büyüttüğü Yunus adlı çocuk kan davası nedeniyle Sadık Efendi’yi köydeki camide namaz kılarken bıçaklayarak öldürür. 5 yaşında camide babasının öldürülüşüne tanık olan ve ilkokulu Adana Burhanlı köyünde okuyan Kemal için zorlu günler başlar. Yine bu olaydan sonra on iki yaşına kadar kekemeliğe tutulur.

Ortaokulun son sınıfındayken okulu bırakmak zorunda kalarak; ırgatlık, amelebaşılık, pirinç tarlalarında su bekçiliği, arzuhalcilik, öğretmenlik, kütüphane memurluğu gibi işlerde çalışır. Kemal’in, 1940’lı yılların başlarında Orhan Kemal’in aracılığıyla Pertev Naili Boratav, Abidin Dino ve Arif Dino gibi sol görüşlü yazarlarla tanışması gerek edebi alanda, gerekse düşünce alanında onu bambaşka bir yere taşıyacak; geniş ufuklar açacaktır. 1943’te bir folklor derlemesi olan ilk kitabı Ağıtlar’ı yayımlar. Askerliğini yaptıktan sonra 1946’da gittiği İstanbul’da Fransızlara ait Havagazı Şirketi’nde gaz kontrol memuru olarak çalışır. Kemal, 1950’de 142. Maddeden komünizm propagandası suçlamasıyla tutuklanır Bu arada Ülke, Kovan, Millet, Beşpınar dergilerinde, şiirleri görülür. 1951 yılında İstanbul'a yerleşerek, Cumhuriyet gazetesinde fıkra ile röportaj yazarlığı yapmaya başlar ve çalışmalarını 1963 yılına kadar sürdürür. "Dünyanın En Büyük Çiftliğinde Yedi Gün" başlıklı röportajıyla, Gazeteciler Cemiyeti Özel Başarı Armağanı'nı kazanır. Daha sonra tüm röportajlarını 1985 yılında Bu Diyar Baştan Başa başlığıyla dört kitap halinde bir araya getirerek yayımlanacak; derleme bir kitap olan Röportaj Yazarlığında 60 Yıl adında röportaj kitabında, daha önce yayımlanmamış ve kitaplarında yer almayan bir röportajı da olacaktır. Kemal, 1952 yılında Abdülhamid’in başhekimi Jak Mandil Paşa’nın torunu Tilda Hanım’la evlenir. Eşi Tilda’nın 2001 yılındaki ölümüne kadar onunla evli kalır. Bu evlilikten oğlu Raşit Gökçeli dünyaya gelecektir.

1952’de ilk öykü kitabı olan Sarı Sıcak, 1955’te ise bugüne dek kırktan fazla dile çevrilen romanı İnce Memed gazetede tefrika olarak yayımlanır. 1951 yılında öyküleri; Dükkancı, Bebek, Memet ile Memet ve romanları; Sarı Sıcak ile İnce Memed basılır. Böylece yazarın ünü bir kat daha artmıştır. Romanı yazma nedeni eşkıya olan ve dağda vurulan amcasının oğlunun vurulması olduğunu 1987 yılındaki bir söyleşisinde belirtecektir. Aynı söyleşide, çocukluğunun eşkıyalığın içinde geçtiğini, dayısının "en büyük" eşkıyalardan biri olduğunu, o çevrede 1936'lara kadar beş yüze yakın eşkıya bulunduğunu ve bunlardan birinin de Kurtuluş Savaşı'nda Kadirli'yi ilk örgütleyenlerden olan Karamüftüoğlu ailesinden ünlü Remzi Bey olduğunu söyler. İnce Memed romanının gördüğü ilgi nedeniyle kendini tamamen romancılığa vermeye başlar; ama yazıları ve siyasi etkinlikleri dolayısıyla birçok kez kovuşturmaya uğrayacaktır. Teneke (1955), Dağın Öte Yüzü serisi, Üç Anadolu Efsanesi (1967), Binboğalar Efsanesi (1971), Yılanı Öldürseler (1976), Hüyükteki Nar Ağacı (1982) dahil olmak üzere yazarın birçok eseri, Çukurova'da geçmektedir. Ayrıca eserlerden sekizi bugüne değin tiyatro oyununa, on ikisi sinemaya ve ikisi baleye uyarlanmıştır. Yaşar Kemal'in ayrıca senaryosunu yazdığı filmleri de mevcuttur.

Yaşamı boyunca kurulu sisteme karşı dik duruş içinde olan ve boyun eğmeden emekçilerin yanında saf tutan Yaşar Kemal emekçilerin eşitlik ve özgürlük yürüyüşünde yaşayacaktır.

49. yılında Ulaş Bardakçı'yı anarken; devrim ve sosyalizm yolunda düşenler onurumuzdur

1947 yılında Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğreniminden sonra ODTÜ'ye girdi. ODTÜ’de devrimci düşünce ile tanıştı ve devrimci oldu. Dev-Genç'in oluşumunda aktif olarak görev aldı. 1970 sonlarında kurulan THKP-C'nin Mahir Çayan’la birlikte kurucuları arasında yer aldı. THKP-C'nin ilk faaliyetlerine katıldı. Mayıs 1971’de İsrail konsolosu E. Elrom'un kaçırılması üzerine başlatılan “Balyoz Harekatı” sırasında yakalandı. Kasım 1971'de Maltepe Askeri Cezaevi’nden firar eden beş devrimciden biriydi. Zindanda kaçmanın ardında devrimci görevlerinin başına döndü. Dur durak bilmeden devrim örgütlemek için, devrimci bir önder olarak kavgaya sıkıca sarıldı. 19 Şubat 1972’de İstanbul’da kaldığı ev devletin silahlı güçlerince kuşatıldı. O, teslim olmaktansa elde silah direnerek ölmeyi tercih etti, direndi, çatışmaya girdi. Ve sabaha karşı katledildi.

Anısı kavgamızda yaşıyor!