Mustafa Tunç yoldaş tam bir dava adamıydı. Yoksul bir
Kürt çocuğu olarak Elbistan da dünyaya gözlerini açtı,12 Eylül faşizminin ünlü
işkence merkezlerinden Üsküdar karakolunda günleri bulan ağır işkencelerden
önderi Kaypakkaya’nın ser ver sır verme geleneğini bayraklaştırarak tutuklanıp
Sultanahmet zindanına atıldı. İşkencelerin vücudunda açmış olduğu ağır tahribat
nedeniyle kanser hastalığına yakalandı. Faşist cuntacıların devrimcilerden
intikam almak için Mustafa Tunç yoldaşı bir an önce ölmesi için aylarca
hastaneye sevk etmedi. Devrimcilerin kararlı tutumu sonucu hastaneye sevk
edilen Mustafa Tunç yoldaş 8 Temmuz 1982 yılında ölümsüzler ordusuna katıldı.
Yarım saati geçkin bir sorgulamanın ardında bir şey elde etmeyen polisler Mustafa yoldaş ve beni polis otosuna geri bindirdiler. Mustafa yoldaşa baktığımda kararlı ve direngen güleç yüzünde kan akıyordu. Polisin istediği yanıtları alamayınca silah Kabzasıyla Mustafa yoldaşın yüzünü parçalamıştı ve kan akıyordu. Polis otosu ikimizi de bir ana önce işkence tezgahına çekmek için 2.Şubeye götürürdü ve ikimizde ayrı ayrı işkenceye aldılar. 2.Şubede yolu düşenler bilir, burada işkence 1.Şubedeki işkenceye göre daha kaba ve hoyratçaydı. Genelde adli tutuklarının sorgulandığı 2. şubede işkencede sınır yoktu. Falaka, elektrik, askı yanında askıda ellere ya da ayaklara bir an önce sonuç almak için 20 kiloluk tüp bağlanıyor, eller mengeneye sıkıştırılıyor, tırnaklar çekiliyor. Koltuk altı kılları yakılıyor, bolca vücutta sigara söndürülüyor, uykusuz bırakılıyor ve açık meydanda başkalarının korkutulup sindirilmesi için işkence yapılıyordu. 2. şube her gün yüzlerce kişiyle doluyor, sabahleyin boşalıyordu.
Mustafa yoldaşla bir birimizi tanımadığımız ifademizden dolayı işkenceden sonra atılmış olduğumu yüzlerce kişinin kaldığı kocaman gözaltı yerinde bir birimize yaklaşmıyor ve yalnızca uzakta selamlaşıyor ve gözlerimizle bir birimize moral veriyorduk. Ağır işkenceler sonucu ayaklarımız parçalanmış ve vücudumuz morarmış şişmişti. İlk 3-4 yoğun işkencelerden geçirildik ama işkenceciler umdukları sonucu alamayınca ve vücutlarımız işkencede tanınmaz hal gelince işkenceye ara verdiler. Aradan bir alıp dayak atıp tehdit edip gözaltı hücresine atılıyorduk. Sonradan anladık ki gözaltı hücresinde takip edilmişiz ve ilişki içinde olmadığımızı kanaat getirince Mustafa yoldaş bir süre sonra bırakmak zorunda kaldılar. Ben ise tutuklanmam olması nedeniyle Sağmalcılar cezaevine gönderildim. Mustafa yoldaşla yeniden yolumuz 1982 yılında Sultanahmet zindanında kesişti.
Mustafa yoldaş, TKP-ML Hareketi'nin emekçi militanlardan
önde gelenlerdendi. Devrim için her şeyini ortaya koyan dur durak bilmeden işin
küçüğü büyüğü demden karınca gibi çalışan devrim hamalı yoldaşlar olur ya işte
tamda kendisiydi Mustafa Tunç yoldaş. İllegal yayınların basımı ve dağıtımı
işlerinde sorumluydu. Bir gecekonduda boya, teksir kağıtları arasında bir an
önce bildiri ve yayınların basılıp, paketlenip gizlilik koşullarına uygun
bağlantı yerlerine ulaştırma görevini titizlikle yapan yoldaşlardandı.
12 Eylül faşizminin gemi azıya aldığı 1980 faşist
darbesinin ardında uzun dönemdir görüşemediğim Mustafa yoldaşla Beyoğlu'nda
tesadüfen karşılaştık. Başka bir randevum olması nedeniyle hızlı hızlı yürürken
kafamı kaldırdığımda uzakta Mustafa yoldaşın geldiğini gördüğüm. Mustafa
yoldaşta beni gördü ve sarılıp merhabalaştı ve birlikte yürümeye başladık. 20-30
metre ilerlemiştik ki etrafımızı tomsonlu sivil polisler sardı. “Kıpırdamayın
diyerek” sokakta ortasında üzerimize çullanarak ikimizi de sürekli silah
dipçiğiyle işkence yaparak polis otosuna bindirdiler. Beni polis otosunun
arasına yüzün kuyu yatırıp üzerime oturdular ve ağzımı kapattılar. Mustafa
yoldaşı ön tarafa aldılar ve polisler habire silah kabzasıyla yoldaşa işkence
yaparak, “benim kim olduğumu” ve örgütsel ilişkileri sormaya başladılar. Ben
polisin baskısında kurtularak “ben kimseyi tanımıyorum, beni neden aldınız”
diyerek bağırarak Mustafa yoldaşa bir birimizi tanımadığımız sinyali verdim.
Polisler hızla bizi hemen yakında olan Dolmabahçe stadyumunu götürdüler.
Dolmabahçe stadyumu boştu. Sanırız polis stadı işkence amaçlı kullanıyordu.
Bizi stadyumdu ayrı ayrı indirip sorular sorup yanıt alamayınca işkence yapmaya
başladılar. Ben Mustafa yoldaşın tartışmasında, ben tanımıyorum, siz yanlış
gördüğünüz vb. sözleriyle beni tanımadığını ve örgütsel bir ilişki içinde
olmadığını polisler söylüyordu. Polisler durmadan yoldaşa işkence yapıyorlardı.
Ben başta tavrımız netçe ortaya koyduğum için başıma silahı dayamış halde bir
polis "sesimi çıkarmamı" belirterek ardında “aslında sizi burada
öldürmek gerekir” sözleriyle infazla tehdit etmeye devam ediyordu.
Yarım saati geçkin bir sorgulamanın ardında bir şey elde etmeyen polisler Mustafa yoldaş ve beni polis otosuna geri bindirdiler. Mustafa yoldaşa baktığımda kararlı ve direngen güleç yüzünde kan akıyordu. Polisin istediği yanıtları alamayınca silah Kabzasıyla Mustafa yoldaşın yüzünü parçalamıştı ve kan akıyordu. Polis otosu ikimizi de bir ana önce işkence tezgahına çekmek için 2.Şubeye götürürdü ve ikimizde ayrı ayrı işkenceye aldılar. 2.Şubede yolu düşenler bilir, burada işkence 1.Şubedeki işkenceye göre daha kaba ve hoyratçaydı. Genelde adli tutuklarının sorgulandığı 2. şubede işkencede sınır yoktu. Falaka, elektrik, askı yanında askıda ellere ya da ayaklara bir an önce sonuç almak için 20 kiloluk tüp bağlanıyor, eller mengeneye sıkıştırılıyor, tırnaklar çekiliyor. Koltuk altı kılları yakılıyor, bolca vücutta sigara söndürülüyor, uykusuz bırakılıyor ve açık meydanda başkalarının korkutulup sindirilmesi için işkence yapılıyordu. 2. şube her gün yüzlerce kişiyle doluyor, sabahleyin boşalıyordu.
Mustafa yoldaşla bir birimizi tanımadığımız ifademizden dolayı işkenceden sonra atılmış olduğumu yüzlerce kişinin kaldığı kocaman gözaltı yerinde bir birimize yaklaşmıyor ve yalnızca uzakta selamlaşıyor ve gözlerimizle bir birimize moral veriyorduk. Ağır işkenceler sonucu ayaklarımız parçalanmış ve vücudumuz morarmış şişmişti. İlk 3-4 yoğun işkencelerden geçirildik ama işkenceciler umdukları sonucu alamayınca ve vücutlarımız işkencede tanınmaz hal gelince işkenceye ara verdiler. Aradan bir alıp dayak atıp tehdit edip gözaltı hücresine atılıyorduk. Sonradan anladık ki gözaltı hücresinde takip edilmişiz ve ilişki içinde olmadığımızı kanaat getirince Mustafa yoldaş bir süre sonra bırakmak zorunda kaldılar. Ben ise tutuklanmam olması nedeniyle Sağmalcılar cezaevine gönderildim. Mustafa yoldaşla yeniden yolumuz 1982 yılında Sultanahmet zindanında kesişti.
Mustafa yoldaş Sultanahmet zindanında kısa bir dönem
sonra kanser hastalığına yakalandığı öğrendi. Metanetini hep korudu ve acılarla
kararlı bir savaşım içinde oldu. Faşizmin devrimci tutsaklara zindan içinde
zindan dayanılmaz acılara rağmen Mustafa yoldaş diğer devrimci tutsalar gibi
bedenini çelik bir yay gibi faşizmin karşısına dikti. Hep yumrukları sıkılıydı,
devrimci kavganın zindanlarda yalnız gümbür gümbür kalp atışlarından duyulan,
örgüt ve devrimin eşsiz nabız atışıydı... Şehitlerimize verdiğimiz sözlerin
anısına ayağa kalktığımız zamandı savaşı. Zirvede yaşayan ruh ve bütün gelecek
zamanların özü, zapt edilmez nehirler gibi çağlardı Mustafa yoldaş. Biliriz ki,
bir süreklilik düğümü atılır zamana. Tarih olur o an. Zamanın adanmış zaman
düzlemine geçişidir bu. O'nları O'nlar için yaşadığımız katıksız bir an'dır,
adanmış zamandır... Düşüncelerde, duygularda, yalnızca İbo’nun, Ahmet Muharrem’in,
Ali’nin, İrfan’ın, Meral’in, Münir’in, Kemal’in, Ali Ekber’in, Fahri’nin,
Toroman’ın, Mustafa’ların, yani ölümü hiçe sayan şehitlerimizin eserleri ve
kendilerini adadıkları değerler vardır. Bir de Mustafa gibi güneşe merdiven kuranların.
Bir film şeridi gibi bir gözlerimizin önünden geçer suretleri. Yüzüne bakarız
en sıcak, en ışıklı bakışlarımızla, ama ille de gözlerine! Göz göze geldiğinde
gözlerimiz, yıldırımlar düşürür bakışlarımızın buluşması.
Öyle güçlü, öyle içten, öyle açık bakarız ki, bu çelik
aynada Mustafa da kendi süretimizdir gördüğümüz. Volkanik bir potadır
buluşma... Abı hayat iksirinin mayalandığı yer ateşle atarız devrimci varoluş
gerçeğimizi... Bütün yabancı maddeleri kavuran, en küçük sahteliğin sızamadığı,
katıksız yüzleşme anıdır, arınma zamanıdır bu. Ancak güneşe merdiven
dayayanların tırmanabileceği bir yükseklik yani. Mustafa da o. İçimizden
kendinde kavgaya taşıyan biri, eşsiz bir yaz günü. Örgütümüzün zindanlar da
kavga bayrağını gönlere çektiğinde 8 Temmuz 1982 de ölümsüzleşti Mustafa Tunç nasıl da gençti, nasıl da yürekli. Komünist hareketin militanlığını ve devlete
cephede kafa tutmayı muştuluyordu ölümü... Uğruna kendini adayanlar oldukça
nasıl önlenebilir ki, haklı bir sosyalizm davasının zaferi.
Şimdi fabrikalarda, atölyelerde, okullarda ve sokaklarda
Mustafaların kaldırdığı devrim bayrağı yükseliş günlerini bekliyor. İşçilere ve
emekçilere, kadınlara ve gençlere umudu taşıyan. Ölülerimiz, vasiyetini
anlatıyor zindanda Mustafa'nın bakışları. “Yoldaşlar! Sahip çıkın ve hep
yüksekte tutun, kavga bayrağını.”
Boran gibi birikip patlamak ister, derinleşmek ister
devrimcilik... Derinleşmenin çelik ifadesidir adanmış zamanların ateşten
potasında arınmak. Devrimcilikte derinleşme arayışı ve devrimciliğimizi büyütme
iddiasıdır, kendimizle yüzleşme hesaplaşma randevuları. Kararlı ve ısrarlı
devrimci duruşu ve İşkencede direnişiyle biz yoldaşlarına yoldaşlarına örnek
olan Mustafa Tunç yoldaşı ölümünün 37. yılında saygıyla anıyor ve ideallerini
zafere taşıyacağımıza söz veriyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder