18 Mayıs İşkencede Direniş ve İbrahim Kaypakkaya Yoldaşın Tabuları Kıran Çizgisini Doğru Anlamak .!
Tarih yaprakları 18 Mayıs 1973’ü gösterirken,
Diyarbakır işkencehanelerin de 3.5 her türlü işkencelere maruz kalan TKP-ML
Hareketinin kurucusu ve önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaş, fikirleri devletçe
“çok tehlikeli görüldüğü” ve işkencede konuşmadığı için vücudu parçalanarak
hunharca katledildi. Kaypakkaya yoldaşın 18 Mayısta işkencede katledilmesinin
üzerinde 49.yıl geçti. Kaypakkaya yoldaşın hem işkencede ser ver sır verme
direniş çizgisi ve hem de O’nu her alanda düşmana karşı cepheden savaş açmaya
iten ideolojik-politik ve örgütsel hattına dair bugüne dek değişik akımlar
farklı değerlendirmeler yaptılar, yapıyorlar.
Bilindiği üzere, dünden bugüne geçmişi değerlendirme
ve dünü bugüne taşımada iki farklı dünya görüşü çarpışmıştır. Bunlarda biri
komünistlerin savunduğu, olayları ve olguları doğup geliştiği şartlarından
koparmadan ele alıp değerlendirme ve komünist hareketin hata ve eksiklerine
karşı mücadele içinde gelişip, ileriye doğru yürüyeceği diyalektik materyalist
yani M-L dünya görüşü, diğeri ise her ne kadar bir birlerinin zıttı gibi
görülmüş olmasa da olayları ve olguları donmuş, hata ve eksikliklerden azade
gören mükemmeliyetçilik ve dogmatizm biçiminde kendisini ortaya koyan küçük
burjuva dünya görüşü. Haliyle diyalektik materyalist bakış açısında her sapış
kaçınılmaz olarak gerek kişileri ve gerekse de politik örgütleri burjuvazinin
ideolojik-politik hattında buluşmaya ittiği bir sır değildir.
Geçmişte günümüze küçük burjuva mükemmeliyetçilik
altında inkarcı ve ikiz kardeşi dogmatik yani oportünist ve revizyonist bakış
açısının temsilci PDA-Aydınlıktan EMEP’e, MLKP’den TİKP’e, TİKB’nin,TKP-ML
Partizan’ın varyantlarından MKP, Bolşevik Partiye deke uzanan geniş bir politik
yelpaze ile komünistler olarak farklı bir hatta durduğumuz bilinmez bir olay
değildir.
Yukarıda adlarını aktardığımız inkarcı ve dogmatik
akımlar olayları-olguları değerlendirirken, kendilerine oportünizmi,
başkalarına M-L’mi uygulamaya kalkışarak, düalizm'den bir türlü
kurtulamadıkları gibi aynı zamanda bu akımların değerlendirmelerinin süreç
içinde kendilerine ayak bağı olmaktan kurtulamadılar.
İşte mevcut halde bu oportünist cenahın
mükemmeliyetçilik adı altında inkarcı kesimi EMEP, TKİP, MLKP, TİKB vb. gibi
akımlar oluştururken, komünist hareketi ilkesel ve önemli hatalardan azade ve
komünist hareketi donmuş-değişmez olarak gören, fikirlerini-tahlillerini
pratiğin deneğine vurarak buradan çıkan sonuçları değerlendirerek yeniden
teorik tespit ve tahlillerle dönüleceği diyalektik gelişimi reddeden dogmatik
cenahı Partizan kökenli akımlar oluşturmaktadır. Bu dogmatik Partizan cenahı,
1976 ortalarında hareketimizde ayrılığı ilan ettiklerinde Kaypakkaya yoldaşın
ve hareketimizin hata ve yetmezliklerini kendilerine temel alarak, doğdu ve
orada kaldı.
Daha sonrasında kendilerine TKP-ML-Partizan adı veren
bu akımın temsilcileri 1976 Martında KK önderliğinde başlatılan tartışma
kampanyasında, tartışma sürecine katılarak örgüt çoğunluğunu kazanma yerine,”
İbrahim Kaypakkaya ve halk savaşı, yarı-sömürge-yarı-feodal Türkiye vb.
tespitleri reddediliyor” feveran ile, ayrılığın kara bayrağını açtılar. Yani
Partizan cenahı, Kaypakkaya yoldaş ve Onun kurmuş olduğu, 11 aylık
örgütsel-pratik çalışma yürüten ve bu çalışma sonucu 1973 Nisan'ında merkezi
olarak çökertilen TKP-ML Hareketinin, önemli ilkesel hatalar ve yetmezliklerden
uzak olduğunu öne sürerek, Kaypakkaya yoldaşın TİİKP’ten ayrılığı sürecinde
ortaya koyduğu DABK 11. Maddeyi olduğu gibi savundu ve 1973 yenilgisinin neden
ve niçinlerini tartışmaktan kaçtılar. 74’ sonrası yeniden oluşturulan
Koordinasyon Komitesi( KK)ni, 1976 tartışma kampanyası sürecinde, “Kaypakkaya
ve TKP-ML Hareketini inkar ettikleri “ iddiasını öne sürerek reddederek ,
hareketimizin hata ve yetmezlikleri temeli üzerinde yeni bir dogmatik çizgi ve
yeni bir örgüt TKP-ML-Partizan olarak ortaya çıktılar. Ama işin ilginç olan
Kurdun tüm türküleri kuzu üzerine olduğu gibi Partizan cenahındaki ayrışmalarda
hep Kaypakkaya yoldaşın ortaya koymuş olduğu çizgi anlamamak ve halk savaşının
gereklerine uygun hareket edememek zemininde olmuştur.
TKP-ML Partizan’ın önderlikleri her konferansın
ardında " oportünist-revizyonist ve 11 ilkeyi anlayıp-özümleyememek ve sağ
oportünist olarak değerlendirilip" mahkum edilmişlerdir. Bu yaklaşım
TKP-ML Partizanın adeta kaderi olmuş. Önderlikler revizyonist ve ama örgüt M-L.
Aslında TKP-ML Partizan örgütü başarısızlıklarını yaşamın gerçekliğinde kopuk,
Çin kopyeciliğinden ve Kaypakkaya yoldaşın çizgisindeki hatalardan arama
yerine, önderliklerde arayarak, Türkiye gerçekliğinden tamamıyla kopmuş ve
sübjektivizm üzerinde politika yapan bir konumda çıkamamıştır. Türkiye de
kapitalist üretim ilişkilerinin gerek alt yapıda ve gerekse de üst yapıda
egemen olduğunu ilk okul öğrencilerinin bile verilerle kolayca tespit edeceği
ortada durduğu halde, Türkiye'nin sosyo-ekonomik yapısının hala feodal üretim
ilişkilerinin egemen olduğu, yarı-feodal olarak değerlendirmiş ve devrimin
özünü köylü toprak devrimi ve devrimin yolunun kırdan şehirlere doğru gelişecek
olan halk savaşı olduğundan ısrar etmiş ve don kişot'un yel değirmenlerine
saldırması gibi geniş yoksul ve topraksız köylülerin toprak ağalarına karşı
mücadelesinin önde olduğu bir demokratik devrimde dem vurmuştur.. Yani TKP-ML
Partizan teori fukaralığından kurtulamadığından dolayı, Türkiye devrime ilişkin
doğru tahlil ve tespitlerden uzak durmuş, hayali politikalar üzerinde ısrarcı
olması nedeniyle ayrışmaların önüne bir türlü geçilememiştir.
Dogmatik zincirden kurtulanlar ise -MKP gibi-soluğu
bir başka uca sosyalist devrime savrulmaktan kurtulamamışlardır. İşin daha da
ilginç olanı bir çok TKP-ML Partizan kökenli akım Maoizme kapağı atmalarına ve
Kaypakkaya yoldaşın düşünce derinliğiyle dış görüngü dışında hiç bir bağları
kalmamış olmasına karşı, bu akımların hala Kaypakkayacı geçinmeye kalkışmaları,
bu akımların nasıl bir çıkmaz ve kafa karışıklığı içinde olduklarını
gösteriyor.
Maoculuğun ideolojik olarak kör ettiği –Bolşevik
Partiyi bunların dışında görmek gerekiyor-TKP-ML Partizan kökenli akımları
krizden çıkaracak tek şey Maoculuğu bir yana bırakarak program, strateji ve
temel taktikleri baştan aşağı değiştirerek, Türkiye'nin gerçekliği üzerine bina
etmektir. Aksi halde dogmatik ve sübjektif düşünce tarzından kurtulmamış bir
akımın Türkiye Kuzey Kürdistan devrimine dair yüzyılda geçse doğru tahlil ve
tespitler yapması beklenemez.
Neki 1981’den sonrası Bolşevik Partizan, Hareketimizin
1976 yılında ortaya koymuş olduğu ve sonrasında derinleştirdiği geçmişe bakış
açısındaki M-L yaklaşımda etkilenen görüşler savunmaya yöneldi. Aslında 12
Eylül faşist darbesi birçok devrimci akımı felce uğratır, saflarında farklı
eğilimlerin gelişmesi ve örgütsel kopuşların önünü açtığı gibi bu durumda
TKP-ML Partizan örgütü de nasibini aldı. 1987 yılında TKP-ML üçüncü örgütsel
aylık yaşadı. TKP-ML Merkezciler ve TKP-ML DABK’çılar olarak Partizan örgütü
İbrahim Kaypakkaya ve 11 DABK kararlarına sahip çıkılıp, pratiğe sürülmediği
savı üzerinde yaşanan ayrışma daha sonrasında da devam etti.
Elbette Kaypakkaya ve Onun önderliğinde kurulan TKP-ML
Hareketine sahip çıkmak ve onun M.Suphi’den sonrası Türkiye Kuzey Kürdistanda
50. yıllık reformist ve revizyonist kuşatmayı yararak komünist hareketi yeniden
ayakları üzerine diktiğini doğru M-L bir hatta anlamak, Onun hata ve
eksikliklerini ortaya koyup aşmaktan geçtiğini unutmayalım.
Biliyoruz ki, M-L kavranışı, komünist bir örgütün
çocukluktan gençliğe gençlikten olgunluğa gidiş süreçleri kesintisizce
birbirini tamamlayan süreçler halinde ilerler. Nitekim komünist bir örgütte
doğduğunda gerek iç ve gerekse de dış koşullardan, sınıf hareketi ve devrimci
hareketin içinde geçmekte olduğu süreçte etkilenir . Bu etkilenme komünist
hareketin teoriye hakimiyeti ve çözümü gündeme gelmiş sorunlarla bağı içinde
oluşturmuş olduğu Türkiye Kuzey Kürdistan devrimine ilişkin programa tekabül
edecek görüşler, tahlil ve tespitler üzerinde kendisini gösterir.
Haliyle, komünist hareket içinde doğup geliştiği
koşulların olumlu yada olumsuz bir çok izlerini, program, strateji ve temel
taktiklerinde taşır. Bu bakımdan dünyada hiç bir komünist hareket pür-i pak bir
doğum yaşamamıştır. Keza komünist hareket çizgisini sürekli olarak, eksiklik,
yetmezlik ve hatalardan arındırarak ilerlemiştir.
Buradan olarak Kaypakkaya yoldaşın önderlik etmiş
olduğu 50.yılı geride bırakan örgütü değerlendirirken olabildiğince nesnel
olmak, kendi kafamızda yarattığımız mitlerden değil yaşanmışlıkların
prizmasında değerlendirmek her bakımdan önem taşımaktadır.
Haliyle gerek Kaypakkaya yoldaşın işkencedeki
direnişini ve gerekse de kurucu önderliğini yaptığı TKP-ML Hareketinin
değerlendirilmesinde tarih çarpıtılmışlığına geçit vermeden hareket etmek
gerekiyor.
Kaypakkaya yoldaşı ve önderi olduğu TKP-ML Hareketini
değerlendirirken başta TKP-ML Partizan cenahı olmak üzere, inkarcı ve herşeyi
kendileriyle başlatan- MLKP, TİKP, TİKB, EMEP- akımların komünist hareketi
önemli hatalarla yan yana olmayacağını ve yeni doğan komünist hareketin dört
başı mamur doğacaklarını iddia ederek komünist hareketin doğuşu ve gelişiminde
diyalektik materyalist bir konumda değil idealist metafizik bir hatta
duruyorlar. Biz bu yazımızda esasta TKP-ML Hareketinin gerçek savunucuları ve
Kaypakkaya yoldaşın çizgisinin devamcıları olduklarını iddia eden TKP-ML
Partizan cenahının öncelikle işkencede tutumu üzerinde duracağız
Kuşku yok ki öncelikle hareketin doğuşu ve gelişimi
üzerinde durmak gerekiyor
TKP-ML Hareketinin Doğuşu Gelişimi ve Temel
Özellikleri
Hareketimiz 1972 yılında komünist bir örgüt olarak
doğdu. Bu komünist hareketin ülkemizde ikinci kez doğuşuydu. İlki, 1920 yılında
Mustafa Suphi'nin önderliğinde kurulan TKP idi. Ne var ki genç TKP, 1921 Ocak
ayında önder kadrolarının Kemalistlerce katledilmesinden sonra, yeniden
örgütlendiğinde Şefik Hüsnü oportünizminin egemenliğine girdi. Şefik Hüsnü'nün
sağ oportünist çizgisi öncülüğünde Türkiye Komünist Partisi, Kemalist iktidarla
uzlaşma çizgisi izledi. Defalarca gerici-faşist Kemalist hükümetlerin ağır
saldırıları altında kaldı. 1951'de topluca çökertildi. 1960'larda TKP modern
revizyonist bir parti ve sosyal-emperyalizmin, ideolojik, siyasi işbirlikçisi
kimliğine büründü.
TKP/M-L Hareketi, ikinci kez komünist hareket olarak
ülkemizde tarih sahnesine çıkarken, öncelikle, modern revizyonist,
sosyal-emperyalist işbirlikçisi TKP'ni yadsıdı; Şefik Hüsnü önderliğindeki sağ
oportünist, ulusal şovenist Kemalizm’le uzlaşmacı çizgisindeki geçmiş mirası
reddetti ve Kürt ulusunun varlığını reddedildiği koşullarda, kayıtsız koşulsuz
Kürt ulusunun ulusal ve demokratik haklarını savunarak tabuları kırdı. Mustafa
Suphi önderliğindeki TKP'nin komünist mirasına sahip çıktı. M. Suphi çizgisini
ve mirasını kendisine tarihi temel aldı.
Evet TKP/M-L Hareketi 24 Nisan 1972 yılında, geçmişin
komünist mirasına sahip çıkarak, modern revizyonizme karşı uluslararası
komünist hareketin yanında saf tutarak, komünist görüşlere sahip bir örgüt
olarak doğdu. Doğuşunda kendisini kuşatan ulusal ve uluslararası koşulların da
etkisiyle teorisinde, programında, taktiklerinde değişen düzeylerde Mao Zedung
ve ÇKP revizyonizminin derin etkisinde kaldı
1960'lar Türkiye'sinde, 1961 Anayasası'nda yer alan
kısmi demokratik hak ve özgürlüklerinin kullanıldığı ortamda, giderek demokrasi
ve emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesi gelişti.
Genel demokratik muhtevalı hareket içinde, üniversite
gençliğinin, 1965 sonrasında akademik talepli hareketinin giderek
anti-emperyalist, anti-faşist nitelikli siyasal harekete dönüşmesinin özel bir
yeri vardı. Aynı yıllarda proletarya sendikal ve demokratik siyasal
mücadelesiyle ilk kez güçlü bir şekilde siyasal arenada göründü.
'70'lere doğru sömürüye ve zulme karşı grev, işgal,
gösteri eylemleriyle devlete ve devletin yasalarına, parlamentosuna, sömürücü
patronlar sınıfına karşı mücadelesiyle toplumsal savaşımda kendisini gösterdi.
Köylülüğün toprak talepli işgalleri bu yıllarda nispeten yaygınca gerçekleşmiş
olduğu, genel demokratik harekete köylü unsuru da katıldı.
Bu yılları kaplayan devrimci atılım dönemi,
emperyalizmin işbirlikçisi egemen sınıfların, bizzat CIA'nın direktifleriyle
tezgahladıkları 12 Mart 1971 faşist askeri darbesiyle son buldu. Kapkara
gericilik yılları, yükselen devrimci hareketi bastırdı. Örgütlü güçlerini
dağıttı, önderlerini katletti.
1960-' 71 yılları arasındaki devrimci atılım
döneminde, işçi sınıfı, öğrenci gençlik ve köylü hareketlerinin yükselen
devrimci eylemi, ekonomik-politik istemli ve anti-emperyalist, demokratik
devrimci nitelikliydi. Savaşımla elde edilen yasalardaki kıs mi demokratik
hakların kullanılmasıyla artan devrimci yığın eylemleri, giderek yasaları
zorlayan, 15-16 Haziran 1970 şanlı işçi direnişinde görüldüğü gibi
gerici-faşist devleti hedefleyen yasadışı biçimlere bürünüyordu.
Proletaryanın kendiliğinden hareketi reformizmin ve
revizyonizmin etkinliği altındaydı, sosyalist görüşlerden uzaktı.
İşçi sınıfı hareketi dahil genel demokratik halk
hareketi ve örgütleri üzerinde Kemalizm hayranlığı ve reformcu burjuva darbeciliğinin,
şovenizmin, parlamentarizmin etkisi güçlüydü. Diğer yandan parlamentarizme
tepki olarak, öğrenci gençlik hareketi saflarında Guevara'cı "Sol"
maceracı görüşler gelişiyordu.
Bu dönemde uluslararası komünist hareket ise, Kruşçev
revizyonizminin ihanetiyle, Sovyetler Birliği ve Avrupa'daki komünist
partilerin modern revizyonist yozlaşmasıyla Sovyetler Birliği ve bir çok Doğu
Avrupa ülkelerindeki kapitalizme geri dönüşle, geçici ama tarihindeki en büyük
gerilemeyi yaşadığı, diğer yandan buna karşı yeniden gelişen komünist hareket
için de Mao ve Çin revizyonizminin güçlü tahrip edici etkileri altın da olduğu
koşulları içindeydi. Modern revizyonist yozlaşmaya karşı, Arnavutluk Emek
Partisi ve diğer kardeş komünist örgütlerinde içinde yer aldığı ) genç,
komünist hareket, Maocu revizyonizm ve revizyonist Çin Komünist Partisi'nin
Marksizm-Leninizm adına yaymakta olduğu küçük-burjuva ve burjuva demokratik
görüşlerin etkileriyle zayıf bir seçenek olarak gelişiyor ve bu durum
gelişmesinin hızını yavaşlatıyor, sağlamlığını zayıflatıyor ve güdük
bırakıyordu.
Bu iç ve uluslararası koşullarda, Türkiye Komünist
Partisi Marksist-Leninist Hareketi, sonradan Türkiye İşçi. Köylü Partisi adını
alan Türkiye İhtilalci İşçi-Köylü Partisi'nin (TİİKP) sağ revizyonist çizgisine
karşı savaşım içinde, bu örgütün saflarından 1972 Nisan sonlarında ayrılarak
İbrahim KAYPAKKAYA yoldaş önderliğinde kuruldu.
TİİKP, Maocu, sağ revizyonist çizgiye sahip ağırlıklı
olarak aydınlardan oluşan, reformculuğun güçlü etkilerini taşıyan küçük-burjuva
demokrat bir örgüttü. Hareketimiz TİİKP'in reformcu burjuvaziye kuyrukçu
politik stratejisine, faşizme karşı devrimci iktidar seçeneği öngörmeyen
reformcu politikasına, legalist örgütlenmesine karşı savaşım içinde ortaya
çıktı, Marksizm-Leninizm ilkelerini yasadışı bir temel üzerinde örgütlemeyi,
işçi sınıfı öncülüğünde bağımsız halk hareketinin silahlı devrimiyle, egemen
sınıfların devletini yıkma, işçi sınıfı öncülüğünde demokratik-devrimci halk
iktidarını kurmak gerektiği görüşlerini savunuyordu.
Bağımsız Marksist-Leninist bir örgüt olarak 1972 24
Nisan'da ortaya çıktığında, Hareketimiz, devlet, devrim, emperyalizm ve
proleter devrimleri çağı, faşizm ve faşizme karşı mücadele, Kürt ulusal sorunu,
proletaryanın tarihsel rolü ve görevleri konusunda sosyalizm komünizm ve
proletarya diktatörlüğü konularında, Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in
görüşlerini savunuyor ve TİİKP revizyonizminin şahsında 50 yıllık revizyonist
geçmişe ve modern revizyonizme başkaldırıyor, Mustafa Suphi önderliğindeki
geçmiş Türkiye Komünist Partisi'nin mirasını kendisine tarihsel temel alıyordu.
Diğer yandan hareketimiz, o dönem, Kruşçev modern
revizyonizmine karşı mücadele içindeki uluslararası genç komünist hareketi de
büyük ölçüde etkileyen Maocu revizyonizmin küçük-burjuva devrimci görüşlerinin,
özellikle Çin devriminden mekanik etkilenmeler yoluyla güçlü etkileri
altındaydı.
Hareketimizin Teorik ve Politik Evrimi
Hareketimiz Marksizm-Leninizm'i ideolojik temel alarak
doğdu. İbrahim Kaypakkaya yoldaş tarafından oluşturulan hareketimizin görüşleri
Marksizm-Leninizm'i temel alıyordu
Görüşlerimiz, emperyalizm ve proleter devrimleri
çağına ilişkin Leninist tahlilleri savunuyor, başta, çağımızın ulusal kurtuluş
savaşları çağında olduğu burjuva demokratik, anti-Leninist bakış açısı olmak
üzere, çağımızın artık değiştiği ve Leninizm’in sözde eskidiğini ilan eden
Kruşçev'ci revizyonist teorileri ve III. bunalım dönemi gibi anti-Leninist
görüşleri reddediyordu.
Leninizm’in, çağımızın odağında proleter devrimlerin
yer aldığı bakış açısına ve emperyalizm tahliline dayanan dünya proletarya
devrimine ilişkin görüşlerini savunuyordu. Bu görüşlerimizin yanında, çağımız
ilişkin, Çin'li revizyonistlerin "emperyalizmin toptan çöküşe, sosyalizmin
bütün dünyada zafere ilerlediği" saptamasını da hatalı olarak
savunuyorduk. Bu oportünist etki hareketimizin ilk doğuşunda 'sol' oportünist
taktik çizgi izlemesinde rol oynayan etkenlerden biri oldu.
Hareketimiz, Marksizm-Leninizm'in sosyalizm ve
komünizme ilişkin bilimsel öğretilerini savundu. Proletarya diktatörlüğüne
ilişkin Marks ve Lenin'in görüşlerini kararlılıkla savundu. Konuya ilişkin her
türden burjuva demokrat sapmayla kendi görüşü arası na kalın bir çizgi çekti.
Proletarya diktatörlüğünün devlet örgütlenmesi olarak, Paris Komünü ve
Sovyetler örgütlenmesini ön gördü.
Ülkemizdeki sınıfları, sınıfların niteliği ve tarihsel
rollerini Marksist-Leninist bakış açısına göre oluşturdu. Ülkemiz
proletaryasının tarihsel rolü ve görevlerini, Marksist-Leninist öğretiye uygun
olarak ortaya koydu. Temel hedefinin proletarya diktatörlüğü ve sonal amacının
proletarya diktatörlüğü aracılığıyla sömürüsüz, sınıfsız ve devletsiz bir
toplum olan komünizmi gerçekleştirmek olduğunu doğru olarak ortaya koydu.
Hareketimiz, devlet konusunda Marksist-Leninist
öğretiyi savundu. Her devletin sınıfsal bir nitelik taşıdığını, ülkemizdeki
kocaman askeri-bürokratik devlet aygıtının komprador tekelci burjuvazi ve büyük
toprak sahipleri sınıfının devleti olduğunu ortaya koydu. Ülkemiz devriminin
ilk aşaması olan demokratik halk devriminin zaferiyle, demokratik-devrimci
iktidar ve devrimin kesintisizce sosyalist devrime dönüştürülmesiyle geçilecek
proletarya diktatörlüğü döneminde devrimci bir devleti, anarşizmin tersine
öngörürken, bunun komünizme geçiş için zorunlu bir geçiş dönemi boyunca gerekli
olduğunu, komünizme geçmenin aracı olarak rolünü oynadıktan sonra bütünüyle
sönmesi gerektiğini savundu.
Hareketimiz ülkemizde Prusya yoluyla kapitalizmin
gelişmekte olduğunu ortaya koyarken yarı-feodal üretim ilişkilerinin ekonomik yapıya
egemen olduğunu savundu. Bu saptama ülkemiz ekonomisindeki görece gelişkin
kapitalist gelişmeyi tahlil edemeyen, öznel bir saptamaydı. ülkemiz ekonomik
yapısını devrim öncesi Çin'in yapısına benzeten kopyacı bir yaklaşımın
ifadesiydi. Bu oportünist hatamız beraberinde bir çok hata işlememizi
koşullandırdı.
Ülkemizde devrimimizin ilk adımını, demokratik halk
devrimi olarak doğru saptıyorduk. Ama, bu devrimin özünün toprak devrimi
olduğunu söylüyorduk. Bu yanlıştı ve Çin devriminden kopyacı bir etkilenmeyi
ifade eden Maocu oportünist bir hatamızdı,
Yine devrimimizin demokratik ve sosyalist iki adımında
proletaryanın sınıf bağlaşıklarını Leninist tarzda saptıyorduk. Proletaryanın
şehir ve kır küçük-burjuvazisiyle birlikte demokratik devrimi, hemen ardından
yarı-proletarya ile birlikte sosyalist devrimi başaracağını, savunuyorduk. Bu
görüşler ülkemizde sınıfların niteliklerine uygun. Leninist, anti-emperyalist
demokratik devrimlere ilişkin görüşlerdi. Ancak orta burjuvazinin ( ulusal
burjuvazi ) sol kanadıyla stratejik bağlaşma öngörmemiz düşünsel planda
kalmasına, koşula bağlı olarak ele alınmasına karşın, sağ oportünist Maocu bir
hatamızdı, ülkemiz, proletaryasının gelişme düzeyi, orta burjuvazinin
karşı-devrimci liberal politika izlediği gerçeklerine aykırıydı, oportünist
hayaller yayıcıydı.
Yine, feodal kalıntıları abartmamız, Çin devrimini
kopya eden oportünist hatalarımız, demokratik devrimde devrimci proletaryanın
politik stratejisinde önemli bir başka hataya da düşmemize yol açtı.
Devrimimizin ilk adımında, temel güç olarak proletarya ile şehir ve kırın
küçük-burjuvazisini değil, köylü küçük-burjuvaziyi gördük. Bu Maocu oportünist
hata hareketimizin o dönemdeki pratik çalışmasının yönelimini belirledi. Oysa
ülkemizde Çin gibi güçlü küçük-burjuva devrimci köylü hareketi yoktu,
proletaryanın ve şehir küçük-burjuvazisinin devrimci yığın eylemlerinin
gerisinden gelen zayıf bir hareket özelliğindeydi.
Hareketimiz, devrimimizin ilk adımında proletaryanın
hegemonyasını öngördü, yanı sıra devrimimizin kesintisizce sosyalist devrime ve
demokratik devrimci iktidarın proletarya diktatörlüğüne dönüştürülmesi Leninist
kesintisiz devrim bakış açısını savundu. Ancak, ülkemiz devriminin ilk adımında
da proletaryanın yalnızca ideolojisi, örgüt ve politikası ile değil, eylemleriyle
de devrime damgasını basacağı gerçeğini göremedi. Kırsal alanlardaki çalışmayı
temel alan Maocu oportünist hatayı işledi.
Faşizm ve faşizme karşı mücadele konusunda hareketimiz
devrimci ve Marksist-Leninist görüşler savundu. Soruna devrimci bir bakış
açısıyla yaklaştı. Faşizmin ülke içinde sınıf dayanakları olarak komprador
tekelci kapitalist sınıf ile büyük toprak sahipleri sınıflarını saptadı.
Faşizme karşı savaşımı, proletarya ve küçük-burjuva emekçi sınıfların
demokratik devrimci iktidar savaşımı olarak öngördü. Bu konuda, sürekli faşizm
görüşünün kısmi etkileri şeklinde hatalar görüşlerimiz içinde vardı.
Ülkemiz demokratik devrimci hareketinde yaygın olan
Kemalizm hayranlığına hareketimiz uzlaşmaz bir savaş açtı. Karşı-devrimci ve
halk düşmanı yüzünü ve iktidara geldikten sonra ki dönemlerde halk üzerinde
gerici ve faşist diktatörlük kuran niteliğini amansızca eleştirdi.
Kürt ulusal sorunuyla ilgili ülkemiz devrimci
hareketinde var olan egemen ulus şovenizmine, en büyük ve Marksist-Leninist darbeyi
vuran o dönemde hareketimiz oldu. Kürtlerin bir ulus olduğu ve Kürt ulusunun
ayrı bir devlet kurma hakkını kayıtsız koşulsuz savundu. Sorunun özünü, serbest
rekabetçi kapitalist dönemdeki gibi pazar sorunu olarak koyan oportünist
anlayış hatasına karşın bu sorunda ülkemiz devrimci hareketinin gelişme
sağlamasına önayak oldu.
Silahlı mücadele ve mücadele biçimlerine yaklaşımda,
ülkemiz devriminin izleyeceği stratejik yol konusunda "sol"
oportünist ve Maocu hatalar işledik. "Devrim kitlelerin eseridir" öğretisini
savunmamıza karşın, pratikte "Sol" oportünist taktik çizgi izledik.
Yığınların devrimci eylemi, faşizm tarafından bastırıldığı koşullarda mükemmel
devrimci durum ön görmemiz, aşırı öznel bir saptamaydı. "Emperyalizmin
toptan çöküş çağı" tahliliyle ve Çin devriminden kopyacı tarzda
etkilenmeyle birleşince, pratikte silahlı mücadele öngören ve yürütmeye çalışan
bir taktik çizgi izledik.
Köylü hareketinin devrimci potansiyelini, proletarya
hareketinin pratik durumuna oranla abartmamız ve Mao'cu etkilenmemiz, kırsal
alanları esas alarak iktidarı parça parça kurarak ilerlemeyi öngören halk
savaşı stratejisini benimsememize yol açtı. Bu ülkemiz gerçeklerinden kopuk
oportünist bir görüştü ve hareketimizin gelişmesini güdük bırakan önemli
oportünist hatalarımızdan birisiydi.
12 Mart askeri faşist darbesinden sonra, ülkemiz
devrimci hareketi geçici bir yenilgi aldı. Hareketimiz kuruluşundan yaklaşık 1
yıl sonra yenilgi aldı ve örgütsel çalışması kesinti ye uğradı. Başta önderimiz
İ. İ-KAYPAKKAYA'nın öldürülüşü olmak üzere birçok kayba uğratıldık. Yenilgi o
günkü izlediğimiz taktik çizginin sol karakterini kavratıcı olduysa da,
hatalarımızı köklü bir şekilde kavrayamadık. Teorik, politik düşüncelerimizi
gözden geçirme, yanlışlarından arındırma ve geliştirme çalışmalarımız kayda
değer bir ürün vermedi.
Kadro politikası, örgüt biçimlerinde sol ve askersel
düşüncelerimiz bir süre devam ettiyse de, 1974'lerde yükselişe geçen yığın
hareketi, bizi, hatalarımızı köklü ele almaya yöneltti. Aynı süreçte Marksizm’i
kavrayışımız gelişti, ülkede M-L klasiklerin yayılışı da hızlandı.
1976 başlarında itibaren örgütte gelişen düşünce
ayrılıkları üzerine açılan tartışma kampanyası, teorik-politik görüşlerimizdeki
hatalı yanları aşmada büyük bir atılım yarattı. O gün kavrayamamış olmamıza
rağmen, kampanyanın önemli bazı sonuçları Mao'dan, Mao'nun çizgimiz ve
pratiğimiz üzerin deki etkilerinden kopuştu.
Şöyle ki; öncelikle, ülkenin iktisadi ve toplumsal
yapısını materyalist bir tahlil sonucu işbirlikçi tekelci kapitalizmin
ülkemizde egemen hale geldiğini tespit ettik. Dolayısıyla yarı-sömürge
ülkelerin devrimle tasfiye edilmedikçe yarı-feodal kalacağı Maocu yanlış
düşüncesini terk ettik. Devrimde sınıfların mevzilenmesi açısından, işçi
sınıfının mevcut niceliksel gelişme derecesine göre devrimin temel güçlerinden
(insan kaynağı) biri haline geldiği, proletarya arasında ve sanayi şehirlerinde
çalışmayı esas almak gerektiği sonuçlarına vardık. Bu ikincisini taktik olarak
öngörsek de, kırları esas almaktan vazgeçmemiz, gerçek bir ilerlemeyi
yansıtıyordu. Nitekim örgütümüzün, giderek proletaryaya dayanma anlayış ve
pratiğinin gelişmesinin önemli bir adımıydı.
Görüşlerimizdeki bu değişiklik, demokratik devrimin
özünün toprak devrimi olduğu görüşümüzü bizim için tartışmalı hale getirdi. Ama
bunu resmileştirmiş bir sonuçla reddetmeye dek vardıramadık.
1976 tartışma kampanyasıyla, o zamanki yönetim
organımız Koordinasyon Komitesi (KK) yönetiminde, görüşlerimizde yaptığımız
önemli bir değişiklik de, mücadele biçimlerine yaklaşımdaki sol oportünist
hatalarımızı pratikte edindiğimiz deneyimlerin de yardımıyla düzeltmek oldu. Bu konu da hatalarımızı
Marksist-Leninist kavrayışla ele aldık, düzelttik.
Bu seferde sağ Maocu tezler ve
özel olarak gerici Üç Dünya Teorisi'nden etkilendik, kendi öz gücümüze güvende
sarsılmalar yaşandı ve KK’da geçmişe yaklaşımda inkarcı eğilimler gelişti.
Hareketimiz Hatalarına Savaş
Açarak Dogmatizm ve Sübjektivizmi Yendi
Bünyesindeki hastalıklar
hareketimizi rahatsız ediyor; bu hastalıklardan kurtulmanın, sağlığa
kavuşmanın, sınıfına ve halka önderlik görevlerini hakkıyla yerine
getirebilecek duruma gelmenin sancısını çekiyordu. Nitekim KK’nın 2 yıl yenilgi
ve hatalarımız üzerine gitmemesi , hem devrimci çevrelerin ve hem de alt
kadroların özeleştiri beklentileri tüm örgütümüz dikkatini, bünyesindeki
hastalıklardan kurtulmasının üzerinde toplamış, saflarda bu sorun konuşuluyor,
tartışılıyor, bunun özlemiyle doluysa, bu hastalıklardan kurtulmak için gerekli
asgari koşullar oluşmuş demekti. KK, bu sorunun çözümü için koşulların
uygunluğu oluşmuştu; çünkü Marks'ın belirttiği gibi, « .. .insanlık, kendi
önüne ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar, çünkü yakından
bakıldığında, her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi, ancak onu çözüme
bağlayacak olan maddi koşulların var olduğu ya da gelişmekte bulunduğu yerde
ortaya çıkar.» sınıf savaşımının gereksinimleri sorunun hızla çözülmesini
dayatıyordu M-L Hareketin kadrolarının bir bölümü bu sorun üzerine doğru bir
kavrayış oluşturmuştu. Hatalar, ideolojik kökleri ve düzeltme yöntemleri
kadrolarca doğru kavraranılmaktaydı.
M-L kadrolar 74-76 döneminde ,
özellikle örgütsel faaliyetlerin, kitle pratiğinin örgütlenmesinde ve çalışma
tarzında sol oportünist hatalar artarak devam ettiğini söylüyorlardı -Bu sol
kendiliğindenci eğilimlerin, hareketimizin geniş kitleler içinde kök salmasını
engellediği,, proletarya partisini yeniden kurma görevini yerine getirmede
önemli bir köstekti. Ve yine onlar, partinin, M-L Hareket tarafından yeniden
kurulmasının şartlarını olgunlaştırma da esas olan ideolojik - siyasi mücadele
görevlerinin başarıyla yürütülebilmesini, bunun yerine getirilmesini ciddi
ölçüde zaafa uğratan hataların aşılmasıyla mümkün olacağının ifade ediyorlardı.
Hataları aşarak, ideolojik - siyasi mücadele, dolayısıyla örgütü yeniden kurma
görevlerinin esasını yerine getirebilmenin, 74-76 döneminde özellikle örgütsel
alandaki hata ve zaaflara karşı mücadeleyi öne çıkarmakla, örgütlenmede ve
çalışma tarzındaki sol-kendiliğindenci etkileri aşmakla gerçekleşeceğini, bunu
yaparken siyasi mücadele ve önderlik sorunundaki kavrayışımızı
derinleştirmemizin zorunluluğunu kavramış olmak gerekiyordu..
Her sorunun çözümü, proletaryanın
bakış açısıyla ele alındığı, doğru bir anlayış oluşturulduğu ve sorunun diğer
sorunlarla bağı doğru bir biçimde kurulduğu, çözüm için doğru yöntemler
geliştirip uygulandığı ölçüde mümkündür.
Bu M-L bakıştan hareketle, M-L
Hareketin hatalarını doğru değerlendirebilmek, dolayısıyla doğru çözümlere
ulaşabilmek için, herşeyden önce bakış açısı sorunu üzerinde durulmalıdır.
Proletarya hataları nasıl değerlendirir, sınıf mücadelesinde hatalardan
öğrenmenin yeri nedir, hatalara karşı amansız olmak niçin zorunludur vb. Bu
sorunlara kısa ve özlü bir biçimde değineceğiz. Sorunun bu yanları -ki bunlar
tayin edici öneme sahip kavranmadığında, ne eksik ve hataların doğru tespiti ne
de onların giderilmesi gerçekleştirilemez, amaca ulaşılamaz.
1976 Ayrılığının Temelleri ve
Dogmatik Partizan Cenahının Gerçekleri Tersyüz Eden Tarih Yazımı
1976 TKP-ML hareketinde hem hizip
örgütleyip ayrılıp ve 1978 yılında TKP-ML Partizan adını alan akım, tartışma
kampanyası sürecini çarpıttığı gibi, hem de kendi uydurduğu yada öyle
zannettiği tek yanlı değerlendirmeleri devrimci kamuoyuna gerçekmiş gibi sundu
ve sunmaya devam ediyor.
Bu konuya dair eleştiriye
geçmeden önce birkaç sorunu aydınlatmak gerekiyor. Öncelikle “ KK’nın hizip ”
olduğu ve örgüt içi mücadelede Partizan cenahının Marksist-Leninist ilkeleri
nasıl katlettiğini verileriyle ortaya koyarak, kimin nasıl örgüt yıkıcısı olduğunu
tanıtlamaya çalışacağız.
Esas örgüt yıkıcısı ve hizipçi
olan ve tartışma kampanyasından kaçan dogmatik Partizan'ın kendisidir.
"Yavuz hırsız ev sahibini bastırır " misali Partizan'cılar, “KK
tasfiyeci hizipten” bahsederek daha işin başında örgütün Merkezi önderliğin
kendi kendine hizip ilan ederek, komik bir duruma düşüyorlar.
Aslında Partizan cenahı M-L bir
örgütte örgüt içi mücadelenin nasıl yürütülmesi gerektiği, hizbin ne anlama
geldiği ve nasıl ortaya çıktığı, 1976 tartışma kampanyasında dogmatik bir
çizgide ısrar ederek nasıl tartışma kampanyasın da değişik gerekçeler ardına
gizlenerek tartışmadan kaçtıklarını birkez daha ortaya koymaya çalışacağız
Ama konunun anlaşılması
bakımından öncelikle, komünist bir örgüt içinde hizibin ne demek olduğu
sorusunu yanıtlayarak işe koyulmak yerinde olacaktır. Bilindiği üzere hizip
,bir siyasi örgüt içinde, o örgütün programı dışında bir program oluşturmak ve
örgüt disiplinin yerine kendi grup disiplinini geçiren bir gruplaşmadı.
Komünist örgütler saflarında hizip oluşturulmasına, yani ayrı bir programı ve
disiplini bulunan grupların doğmasına hiçbir şekilde izin vermezler,
veremezler. Bu, pratikte tek bir irade, tek bir düşünce, tek bir eylem olarak
harekete eden, M-L örgütlerin sınıf mücadelesini başarıyla sürdürmeleri. Bu
Leninizm’in “ hiziplerin varlığıyla bağdaşmayan irade birliği olarak parti ”
öğretisinin doğru kavranıp kavranmamasıyla bağlıdır.
İşte dogmatik hizip, M-L hareket
içinde ayrı bir disiplin oluşturarak, bir çok konuda daha doğru düzgün tartışma
yapmadan-yapamadan, yanlışlarda ayak direyerek “ ya bizim gibi düşünürsünüz
yada disiplini tanımam” diyerek örgüt disiplini yerine görüş disiplinin
dayatmıştır.
Dogmatik hizbin M-L hareket
içinde ortaya çıkması ve harekete saflarında önemli tahribat yaratması nedensiz
değildir. Bu nedeniyle yaşananları doğru kavramak, hizbe karşı mücadele
açısından önem taşıdığı kadarıyla, bu tecrübeyi doğru değerlendirmek ve dersler
çıkarmak bakımından da önemlidir.
Kuşu yok ki, komünist hareketin
saflarında dogmatik hizbin ortaya çıkmasının nedeni sınıfsaldır. İşçi sınıfının
demokrasi savaşımında etkilenen ve devrimci fikirlere sempati duyan küçük
burjuva unsurların saflarımıza katılarak mücadelemiz içinde yer almaları
dogmatik hizbin ortaya çıkmasına nesnel bir sınıfsal temel yaratmıştır. Bu
küçük burjuva unsurlar, işçi sınıfı hareketinin devrimci disiplini, kendilerini
ezen bir cendere olarak görürler ve küçük burjuva düşüncelere kolayca kapılmaya
elverişlidirler.
İşte M-L hareketin saflarına
katılan ve işçi sınıfı hareketinin devrimci disiplinine tahammül edemeyen küçük
burjuva aceleciliğinde mustarip dogmatik hizip ayrılıkları geliştirip
derinleştirmek bakımından örgütsel anarşizmi vazeden görüşler geliştirmiş ve
M-L görüşlerden bir haber davranmıştır.
Dogmatikler Örgüt Disipline
Uymayı Cendere Olarak Gördüler
Dahası dogmatik hizip, M-L
hareketin ve önderliğinin tartışma kampanyasını başlatmada darbeci hatalı bir
yöntem kullanması- hemen akabinde KK tartışma kampanyası başlatılmasında
işlenen hata ve zaafların özeleştirisini kapsamlı olarak yaptığı halde,
KK’sinin ve haliyle de örgütün disiplinini tanımamakta ısrarlı oldu. - ve bazı
hata ve zaafları da istismar ederek tasfiyeci hiziplerini genişletmeye
çabalayan bu küçük burjuva unsunlar sonuçta hizipçiliğin kara bayrağını
açtılar, yıkıcı ve parçalayıcı tutumlarıyla TKP-ML Hareketinin haklı itibarını
, kendi gerici amaçları için istismar etmeye çalışmaktan da geri
durmamışlardır.
İşte 1976 yılında dogmatik
hizipçilerin durumunu belirleyen gerçekler bunlardır. Örgütsel alanda açıktan
anarşizmi vaaz eden görüşler politik alanda M-L hareketin görüşlerinde küçük
burjuva akımların görüşleri doğrultusunda savrulma, M-L harekete düşmanlık, bu
şamatası büyük kendisi hiçbir ilke tanımayan dogmatik hizbin temel özellikleridir.
Dogmatik hizip M-L açtığı mücadele elbette kendi küçük burjuva niteliğine uygun
yöntemler kullanacaktı. Nitekim öyle oldu. Dedikodu, yalan, iftira başka bir
deyişle “skandal ticareti ” bu dogmatiklerin başlıca mücadele yöntemi oldu.
Dogmatik hizip, tartışma
sürecinde umutsuzca çıkmaz bir yola girmenin can havliyle en kör gözün
görebileceği yalanları söylemekten tereddüt etmedi.
Yine tartışma sürecinde dogmatik
hizbin başka bir özelliği de ilkelerden yoksun oluşu, kısacası ilkesizliği ilke
edinmesidir. Dogmatik şefler dün ak dediklerine hiç sıkılmadan bir süre sonra
kara demekten beis görmediler. Onların görüş değiştirmesi adeta çamaşır
değiştirmek kadar kolay oldu. KK’nin mücadelesi ve tartışma dönemindeki ilkeli
duruşu, kadroları kazanma çabası dogmatik hizbi tam bir şaşkınlık içine itmiş
ve verdiği sözlere uymamak için bin dereden su taşıyan dogmatikler tartışmadan
kaçmak için oportünist manevra yapmaktan geri durmamışlardır.
Haklarını yememek gerekiyor
dogmatiklerin değişmeyen ilkelerden biriside M-L harekete karşı düşmanlık
ilkesidir. Dogmatik hizbin saflarında kariyeristlerden sağcılara bin bir
anlaşamayacakların hareket düşmanlığı temelinde buluşmaları tesadüfi değildir.
Çünkü aralarındaki ciddi görüş ayrılığına rağmen, tümünü birleştiren ortak bir noktaya
sahiptirler: M-L harekete ve onun düşüncelerine düşmanlık. İşte onların
değişmez ilkesi budur.
Elbette tartışmada kaçan
dogmatiklerin saflarında birçok iyi niyetli devrimci unsurun cereyana
kapılmasında kurtarmak, onların tartışmaya katılmasıyla mümkün olacaktı. Bunun
içindir ki KK tartışma kampanyasını birlik eleştir birlik yaklaşımı içinde ele
alarak dogmatizm rüzgarına kapılanları bu rüzgarda kurtarmaya çalışmıştır.
Akılda tutmamız gereken bir başka
nokta dogmatik hizbin ortaya çıkmasının M-L hareketin işlemiş olduğu oportünist
hataların bir nevi cezası olduğu gerçekliğidir. Tartışma kampanyasının sonuna
kadar da gidilmiş olsaydı da yine de dogmatikler örgütte azınlık olarak
kalmaları kaçınılmazdı.
Neki tartışmanın sonuna kadar
gidilmesi bir Konferans yada Kongrenin toplanması durumunda dogmatikler M-L
hareketi bu düzeyde ciddi bir darbe vurmazdı. Keza önce İstanbul Bölge
yönetimi, ardında Yurtdışı Bölge yönetimi, Dersim-Erzincan, Kars'ta bir çok öne
çıkmış kadro ve kadro adayının dogmatik hizbin peşinde gitmesinde,
dogmatiklerin durumu görerek erken ayrılık ilan etmelerinin belirleyici etkisi
olmuştur.
73 yenilgisinin nedenlerinden
sosyo ekonomik yapıya, devrimin yolun-ittifaklara ve temel çalışma alanlarına
uzanan kısacası Türkiye Kuzey Kürdistan devriminin temel sorunlarını kapsayan
ve hareketin teorik-politik alanda hatalardan kurtularak derinleşmesini
sağlayan tartışma kampanyasının demokratik merkeziyetçilik temelinde yürümüş
olsaydı, sonuç dogmatiklerin aleyhine olacaktı.
Ama dogmatik hizipçiler bu
gerçeği önceden gördükleri
ve tartışmanın sonucunda bir
kongre yada konferans toplandığında çoğunluğun KK’nın düşüncelerinin lehine
çıkma olasılığının yüksek olmasını anladıklarından dolayı, KK’nın nezdinde de
örgütün disipline uymada dayatmacı, pazarlıkçı ikili davranış içinde olmaları
bu gerçeği göstermektedir. Nitekim KK’nın İBY’ne örgütün disiplinin tanıyıp
tanımadıklarını sorduklarında son görüşmede açıktan zaman kazanma ve hesaplı
davranış içinde disiplini tanıdıklarını söyleyerek aslında örgütün disiplini
tanımadıklarını ve başından itibaren ayrılık yanlısı olduklarını ortaya
koymaktadırlar.
Haliyle bu süreçte İBY’nin başını
çektiği dogmatik hizip ideolojik-politik ve pratik olarak M-L harekete ve
önderliğe karşı objektif olarak bir cephe oluşturduğudur. Aslında dogmatik
hizbe karşı mücadele aynı zamanda yılların birikmiş olan hata ve zaaflarımıza
karşı mücadele ederek ideolojik köklerini kurutmak için yürüttüğümüz
mücadeleyle birleştirmek gerekiyordu.
Dogmatik hizbin ve benzer olumsuzlukları
ortaya çıkmasının önlenmesinde, bu tür ihtimallerin asgariye indirilmesi, ancak
hizbin yeşerme ve boy atma imkanı bulduğu bu toprağın temizlenmesiyle mümkündü.
Bunu başarmadığımızda durumda, dogmatik hizbe karşı kazanılacak en başarılı
zafer bile, bir yarım zafer olarak kalacaktı. Yeni olumsuzlukların yeşermesi
için elverişli zemin muhafaza edilmiş ve belki de daha önemli olumsuzlukları
zemin yaratmaya devam etmiş olacaktır.
Dogmatikler 76 Örgüt İçi
Mücadelede Görüşler Disiplini Adı Altında Anarşizmi Savundular
Dogmatik hizbin temel
özelliklerinden birisinin, örgütsel anarşizmi savunma olduğunu belirtmiştik. Bu
konuya daha yakın eğilerek. M-L örgüt içi mücadele anlayışını ortaya koyalım ve
dogmatik hizbin anarşist görüşlerini ve çizdiği pratiği sergileyelim.
Dogmatikler cenah örgüt içi
mücadele örgütsel anarşizmi savunuyordu. Bilindiği üzere işçi sınıfı toplum
içinde yer alan sınıflardan çitlerle ayrılmış değildir. Dolayısıyla toplum
içinde yer alana diğer sınıfların düşünce eylemleri, kültürleri, gelenek ve
alışkanlıkları işçi sınıfını etkilemeden, onun üzerinden iz bırakmadan edemez.
Farklı fikirlere, ayrıca modern toplumda işçi sınıfının çeşitli katmanlarının
mevcudiyetine temel oluşturur. Bu durum işçi sınıfının en yüksek örgütü, sınıf
bilinçli müfrezesi olan işçi sınıfı partisi içine yansır. Parti içinde, doğru
ile yanlış fikirler arasında sürekli bir mücadele ve M-L fikirler parti dışında
olduğu gibi, parti içindeki mücadele ile gelişir, güçlenir ve sağlamlaşırlar.
Dahası içinde böyle bir mücadele bulunmayan parti, ölü partidir, canlılığını
yitirmiştir. Bu mücadele doğru tarzda ele alınıp yürütüldüğünde, partiyi
geliştirip ileriye doğru iter.
Lenin’inde belirtmiş olduğu gibi,
partide görüş ayrılıklarının temel ve kaçınılmazdır. Önemli olan bu görüş
ayrılıklarına karşı aynı örgüt çatısı altında mücadele halinde bir arada
bulunup bulunmayacak nitelikte olduklarının doğru tespiti ve görüş
ayrılıklarının mücadelesinin, ne tarzda hangi örgütsel ilkelere bağlı
yürütülmesidir. Bu sorunlara açıklık getirmemiz dogmatik hiziple aramızdaki
anlayış farkının bir biçimde belirmesine hizmet edecektir.
M-L örgüt saflarında görüş
ayrılıklarının bulunmasını tabi ve kaçınılmaz görür. Ancak herşeyden önce görüş
ayrılıklarının üzerine giderek yanlış fikirlerin düzletilmesini, doğrunun
yanlış üzerinde zafer kazanmasını sağlamaya çalışır. Birlik-eleştir-birlik
ilkesine bağlı kalarak ikna yoluyla görüş ayrılıklarını gidermeye çalışır.
Farklı görüşlerin mücadele
olmaksızın kendilerini korumalarına fikir ayrılıklarının gelişip kökleşmesine
izin vermez. M-L örgütte burjuva ve küçük burjuva düşüncelerin yeşerip boy
atmasına, örgütün M-L niteliğinin bozulması tehlikesinin doğmasına yol açmak ve
giderek, bu düşüncelerin örgütü burjuva ve küçük burjuva örgüte dönüştürmesinin
şartlarını yaratması anlamına gelir. İşte bu nedenle, örgüt içi görüş
ayrılıklarının doğru bir tarzda üzerine gidilerek giderilmesi de o derece temel
ve M-L için kaçınılmazdır.
Buraya kadar “ görüş ayrıkları ”
örgüt içinde bir veya birkaç noktada ortaya çıkan ve yanlış görüşleri onların
esasta proleter devrimci olmalarını ortadan kaldırmayan, ancak onların bir
bütün olarak alındığında proleter devrimci esasa sahip düşünceleri üzerindeki
burjuva ve küçük burjuva etkileri yansıtan görüş farklarını anlattık ve bu
kavram üzerinde durduk.
Ancak, bazen görüş ayrılıkları
gelişip kökleşerek, iki ayrı sınıfın, burjuvazi ve proletarya’nın ideolojisi ve
politikası arasındaki farka tekabül eden çizgiler haline, farklı sınıfları
temsil eden çizgileri haline gelebilirler. Hiç şüphesiz, M-L örgüt, görüş
ayrılıklarının bu noktaya ulaşmasına izin vermez, var gücüyle bu ayrıklıkları
daha önceye gidermeye çalışır. Ama M-L bütün çabasına rağmen, aynı örgüt içinde
iki ayrı sınıfa ait çizgi farkı ortaya çıkabilir. M-L çabası böyle bir
gelişmeyi önlemede yeterli olmayabilir. İki ayrı sınıfa ait çizgilerin varlığı,
M-L’lerin istek ve iradesi dışında bir olgu, objektif bir olgu haline
gelmiştir. Bu şartlarda M-L çizgi, oportünist çizgiyi örgütten tasfiyeye
yönelir. Bu oportünistlerin iknası yoluyla değil, kadroların iknası temelinde
oportünizmin tasfiyesi yoluyla gerçekleşir.
İki çizgi, M-L rağmen ortaya
çıktığında, yapılması gereken, örgütü M-L safta toplayarak, oportünizmi tasfiye
etmektir. Şayet M-L’ler, örgütte çoğunluğa sahip iseler ve yönetici organları
ellerinde tutuyor iseler zaten sorun yoktur.. bu durumda, kadroların M-L
etrafında geniş ve en sıkı birliğini bu çoğunluğa dayanarak oportünizmi tasfiye
etmek gerekir. Ancak, M-L’ler örgütte azınlıkta iseler ve muhalefet durumunda kalmışlarsa,
sorun farklı ele alınmalıdır. Bu takdirde örgüt M-L niteliğini henüz
yitirmemişse, doğru fikirleri örgüt çoğunluğuna kavratarak örgütü örgütü kendi
saflarına kazanma imkanın tükenmemiş demektir. Bu durumda M-L örgüt disiplinine
uyarlar, örgüt içi demokrasiyi işletirler, demokrasinin ihlaline karşı durur ve
bunu yaptıklarında oportünistleri teşhir ederler. M-L örgütün normal
organlarını işleterek (kongre, konferans gibi.) daha önce örgüt içi demokrasiyi
işleterek, taraflarına kazandıkları örgüt, çoğunluğuna dayanarak yönetimi ele
geçirir ve oportünizmi tasfiye ederler. Örgüt M-L kaldıkça tutulması gereken
doğru yol budur. Ancak örgüt oportünist bir niteliğe bürünmüşse, M-L tüm sağlam
unsurları toplayarak örgütten ayrılırlar. Bu durumda esas olan budur. Bu
şartlarda örgüt çatısı altında kalmak, geçici olarak taktik nedenlerle mümkün
olabilir.
Bizim baştan itibaren -KK
döneminden bu yana- savunduğumuz anlayış da tamda buydu.
Ama, 1976 yılında KK’nın
önderliğinde başlatılan tartışmaya karşı, aynı hatta duran dogmatik
hizipçilerin hemen hepsi de, örgüt içi mücadelede hatalı sol sekter bir çizgide
hareket etmişlerdir.
Nitekim dogmatik hizipçiler örgüt
yıkıcılıklarını mazur gösterebilmek için oportünizmle uzlaşılıcıktan sekterliğe
dek varan çeşitli görüşleri savunmakta, son geldikleri noktada örgütsel
anarşizmin teorisini yaptılar. Dogmatiklerin tek amacı örgüt yıkıcılıklarını
kitabına uydurmaktı.
Bu dogmatiklerin-Bolşevik
Partizanın örgüt içi mücadelede çift standartçı bir konumda duruşunu demagoji
ile gizlemeye çalışması ve KK’nın söylemleri ortada olduğu halde, kendi
sübjektif niyetini objektif gerçek yerine geçirme savunuculuğuna soyunarak, laf
kalabalığıyla tarihi gerçekleri ters yüz etme çabalarının tek bir nedeni vardı,
oda örgüt içi mücadele yönteminde tutulan yolun yanlış olmasıydı. Kuşku yok ki
dogmatikler 1976 tartışma kampanyasında örgütsel anarşimizi vaaz etmişlerdir.
Peki dogmatik hizip ne dedi ne yaptı.
KK Tartışma Kampanyasında Örgüt
İçi Yayın Organında Herkese Görüşleriyle Katılma Olanağı Sağladı
Tartışma kampanyasında demokratik
merkeziyetçilik temelinde tartışma yayın organı Proleter Birlikte herkesin
düşüncelerin özgürce ortaya koyup tartıştığı ve yine farklı düşüncelerin
yayınlanmasında herhangi bir kısıtlamanın söz konusu olmadığı platformu,
kullanmayarak mızıkçılık yapan dogmatikler, KK’nın önderliğini aslında başından
itibaren tanımayarak hatta itiraf ettikleri gibi örgüt disiplinine- biz KK’nın
değil, örgütün yani görüşlerin disiplinine bağlıyız- göstermelik uyuyor
göründükleri yönlü açıklamaları ve "bizim istemlerimizi kabul etmezseniz
biz birlikte yürümeyiz " diyerek tartışmadan kaçarcasına ayrılığı ilan
edip örgüt saflarını terk etmeleri bu dogmatik hizbin kendilerine ve
fikirlerine inançsızlık yanında M-L olarak gördüğü kadrolara güven
duymadıklarını gösterir.
Dogmatik hizip, “tasfiyeci,
oportünist inkarcı ” dedikleri M-L hareket içinde kaldıkları sürece etkilerini
yaymalarının zor olduğunu görüyorlar. Haliyle buradan yola çıkarak da onlarla
bir arada kalamayacaklarını öne sürdüler.
Nitekim söyledikleri, uzun süre
bir arada kalmayı imkansız kılacak çizgi ayrılığının varlığı söz konusu olsa
bile tutarsızdır. Çünkü şayet M-L kadroların ezici çoğunluğu karşı safta yer
almışsa, hareket içinde ideolojik mücadele yürüterek bu kadroları kazanmak
zorunludur. Bunu reddetmek kendine inançsızlık ve oportünizmin ideolojik
mücadeleyle alt edilemez yaftasıyla örtülemek demektedir. Bu durumda hala
“tasfiyeci oportünizm ve inkarcılığın” bünyeyi sarmasından ciddi ciddi söz
edilebiliyorsa, bunun anlamı açıktır. Dogmatiklerin tartışma gemisini erkence
terk etmelerinin altında yatan esas neden kendi etraflarında yer alana
kadroları kendilerini terk edebileceğini, M-L görüşlerden etkileyeceğini
düşünmeleridir. Bu nedenle de hiç yoktan iyidir, bari etkilediğimiz kadroları
yitirmeyelim, yaklaşımıyla hareket ediyorlar.
M-L hareketin büyük çoğunluğunun
kendi açılarından bırakın hastalığa tutulma ihtimalini,” hastalığın pençesinde
kıvrandıkları” şartlarda tutup, hastalığın bünyeyi sarması ihtimalini önlemek
için ayrıldıklarını söylemek, kendi etrafında topladıkları kadroyu yıkıcı
emellerine alet-edebilmenin teorisini yapmaktır. Örgütsel anarşizm en berbat
haliyle savunulmaktadır.
Tasfiyeci oportünizm ve
inkarcılığa karşı mücadele Onların çizdiği sınırlar içinde yürütülemez görüşü
de, halis örgütsel anarşist bir görüştür. İki çizginin oluştuğu şartlarda,
oportünizme karşı mücadelede zafer kazanmak için komünistler, M-L örgütün
program ve tüzüğüne bağlı kalarak, tüzüğün emrettiği yöntemleri kullanarak mücadele
ederler. M-L’lerin bu şartlarda doğru mücadele yöntemi budur. Bundan başka
mücadele yöntemi yoktur. (tabi ki tüzüğe yani demokratik merkeziyetçiliğe bağlı
kalındığı sürece) Şayet M-L örgüt ortaya bir platform koyup yöntem
belirlemişse-ki program ve tüzük bunları belirler- M-L’ler, oportünistlerin
platformunda ve yöntemleriyle mücadele etmezler görüşü iki anlama gelebilir.
Birincisi oportünist hareketin platformunu ve yöntemlerini taşımamaktadır.
İkincisi sözde M-L’lerin hareketin koyduğu platform ve yöntemleri
elverişsizdir. Dogmatik hizip bu ayrımı ortaya koymaktan özenle kaçındılar.
Çünkü M-L hareketin platformunda iç mücadele yöntemlerinde ayrı olarak” kendi
tayin ettikleri platformda, kendi yöntemleriyle mücadele edeceklerini” açıkça
belirtmekten geri durmadılar. Bu alandaki itiraflar dogmatiklerin komünist
hareketin örgütsel ilkelerinde ne kadar uzaklaştıklarını ortaya koyuyordu.
KK ise başından itibaren-tartışma
kampanyasının başlatılmasında düşülen önemli darbeci hatanın dışında- komünist harekete,
onu bağlayan platforma ve yöntemlere sahip çıkmışlar ve çıkmaya devam
edeceklerdir.
Kısacası, dogmatik oportünistler
M-L hareket içinde iki çizgi oluşur oluşmaz-kadroları kazanma ve harekete doğru
çizgiyi hakim kılma yerine-azınlıkta kalındığı şartlarda hemen ayrılmayı
getiriyorlar. Mazeretleri de hazır: ” sonra hastalık tüm bünyeyi sarar”, ”
bizim ayrı platformumuz ve yöntemlerimiz var ”, İşte kendisine güvenmeyen,
kadrolara güvenmeyen tasfiyeci öz burada sırıtıyor. Onlar kendilerini hiçbir
örgütsel ilkeye kurala bağlı saymıyorlar. Her zaman ayrılma ve yıkmanın
teorisini yapıyorlar. Dahası örgütsel ilkeler ve kurallar yerine,” bana göre
iyi ise doğrudur” , ” tasfiyeci anlayış tamda budur. Çünkü onun hareketi
kazanmak gibi bir hedefi yoktur ve bunu da yapmayacaklarını biliyoruz.
Dogmatikler” M-L hareket oportünistlere ve inkarcılara teslim edilemez”
diyorlar. Oysa kendi görüş açılarından bile şimdiki davranışları tutarsızdır.
Çünkü onlar, M-L hareketi gerçek sahibi olan tasfiyecilerin düşmanlarına terk
etmişlerdir.
Dogmatikler tartışma sürecinde
M-L ilkelere teoriye bağlı kalmayı değil, kendi ihtiyaçlarına göre M-L kılıklı
anarşist teoriler üretmeyi esas almışlardır. Nitekim işin içinde çıkmada
zorlanan dogmatikler anarşist davranışlarını mazur gösterecek teoriye
ihtiyaçları olmuştur. Keza biliyoruz ki oportünizmin en çok ilkesizlik ve
istikrasızlığa gereksinim duymuştur.
Dogmatiklerin hizipçiliğini şu
satırlarda görmek mümkündür. İBY’nin KK'ya verdiği yanıtında şunlar söyleniyor:
” Biz Kaypakkaya yoldaşın ortaya koyduğu görüşleri savunuyor ve bu görüşlerin
disiplini tanınıyor, merkezi önderliğin yani KK’nın örgütümüzün görüşlerini
reddeden disiplini tanımıyoruz".
Dogmatiklerin bu görüşleri
açıktan, M-L harekette merkezi disiplini reddetmenin aynı zamanda harekette
kalmayı reddetmek ve hareketi parçalama amacı taşıdığını kabul etmek anlamına
gelir.. Ünlü görüş disiplininin anarşist özünü burada açığa çıkıyor. Bu görüş
disiplinin aslında Troçkist bir görüş olduğu, örgüt içinde hizip özgürlüğü
anlamına geldiği bilinmez bir durumda değildir. Dogmatiklerin bu anarşist
görüşü M-L’ hareketi bölüp-parçalamanın gerekçesi yapıldı. İşin daha da ilginci
dogmatiklerin tasfiyeci hizipçi girişimi mutlaka mazur göstermek, yeni
ayrılıkçı anlayışı geliştirerek durumu kurtarmak gerekiyordu.
Bu amaçla iki çizgi oluştuğunda
hemen ayrılık görüşü öne sürülerek örgütsel anarşizme kılıf geçirilmeye
çalışıldı. Haliyle dogmatiklerce örgütsel anarşizm bir şekilde inceltilerek
savunuluyordu. Dogmatiklerin örgüt saflarını erkence terk etmeleri onların
kendi düşüncelerinin mücadelesi vermekte ve kadrolara güvenmeden ne kadar
sorunlu olduklarını gösteriyordu. Haliyle Partizan cenahı aslında örgüt içi
mücadelede örgütsel anarşizmi savunuyor. Bundan dolayı bu cenahta ilke ve
istikrar yoktur. Bunların en önemli ilkeleri , dün ak dediklerine bugün kara
demeleridir.
Şimdide ML’lerin örgüt içi mücadele yöntemleri
üzerinde duralım. M-L örgütlerde örgüt içi mücadele tüzük tarafından
belirlenmiş esaslara göre, disiplin çerçevesinde yürütülür. Örgüt içinde
anarşist davranışlara, disiplinsizliğe yer verilmez. M-L’ler örgütler
organlardan oluşur ve örgüt içi mücadelenin yeri organlardır. Organlar ve
organların disiplinini tanımamak örgütü tanımamakla aynı şeydir.” Ben örgütün
disiplinini tanımıyorum, sadece organların disiplinin tanıyorum” türünden
görüşler anarşizmi vaaz eden görüşlerdir, bunu söylemek adlında örgütü
tanımadığını söylemektir. Çünkü organlar olmadığında, tanımadığında, örgüt yok
demektir
Lenin’in belirttiği gibi örgüt içinde görüşlerini
hakim kılmaya çalışan kişiler, önce örgütü inandırmaya çalışırlar.
Fakat bu çoğunluğu inandırma çalışması ilkelere ve
kurallara göre yürümek zorundadır. Bu kurallar örgüt üyelerinin ortak rızasıyla
mücadelenin sınırlarını belirleyen tüzükte yansır. Zaten tüzük, kongrede kabul
edilir ve örgüte her üye olan bu tüzüğe uymayı kabullenerek girer. İşte
mücadele bu sınırlar içinde tüzük kurallarına, disipline uygun olarak
gerçekleştirilmelidir. M-L’ler örgüt içi mücadelede kurallara ve ilkelere
uymayan dogmatikler, aslında görüş disiplini denilen anarşist yaklaşımları
kendilerine temel alarak işi yokuşa sürerek erken bir ayrılığı dayattılar.
KK Tartışma Sürecinde Deney Tecrübesizlik ve Örgüt
Çizgisine Duyduğu Tereddüt Nedeniyle Bir Çok Hata İşledi
1975 de önce İrfan Çelik ve Hikmet ve ardında Ali T
tahliye olur. Amcanın da dışarıda olduğunu dikkate aldığımızda KK üyelerin
çoğunluğu böylece dışarıya çıkmış olur.. Dışarıdaki KK üyeleri 1976 başlarında
İskenderun da bir toplantı yaparlar. Bu toplantıda Türkiye’nin sosyo ekonomik
yapısı başta olmak üzere, parti olup olmadığımız, dışımızdaki akımların
niteliği vb. gibi birçok konuda örgütün görüşlerinde farklı düşünülen görüşler
sanki tartışma yapılıp kolektif sonuca gidilmiş gibi örgüt düşüncelerini
biçiminde karar olarak kadrolara iletilir.
Yani bir yandan tartışma kampanyasıyla örgütün hata ve
zaaflarının ortaya konması, yenilginin özeleştirisinin yapılması hedeflenirken,
öte yandan KK’nın sonuca ulaştığı görüşler örgüt görüşleri gibi öne sürülerek
önce tartışma kampanyasının aslında göstermelik olduğu görüntüsü yaratılır.
Herne kadar KK deney tecrübesizlik ve aceleciliğin de etkisiyle tartışma
kampanyasında hatalı darbeci bir metot izlenmiş olsa da, bu KK’nın tartışma
kampanyası sürecinde kadro ve örgüt kitlesine üstten bakan, bürokratik ve
dayatmacı hatalarını ortadan kaldırmıyordu. Tartışma kampanyası sürecinde
yazılan gerek 3 sayfalık ( Bunu Hikmet kaleme almış) ve gerekse de beş sayfalık
yazı( bu yazıyı da amca-Aziz Vatan- kaleme almış. Her iki yazıda örgütün resmi
görüşlerini ortaya koymaktan uzak ve kişisel görüşleri ifade ediyor, aynı
zamanda herhangi bir tartışma yapılmadan dışımızdaki örgütleri proleter
devrimci yada proleter devrimci olma yolunda ilerleyen örgütler olarak ilan
edilmesi, THKO ve THKP-ML ile birlikten bahsedilmesi, parti değil hareket
olduğumuz görüşünün açıklanması vb. açıktan inkarcılığın ve örgüt
tasfiyeciliğinin ilanı anlamına geliyordu.
Bundan dolayı 76 tartışma kampanyasını KK iyi
yönetemedi. 3 ve 5 sayfalık inkarcı ve tasfiyeciliği savunan yazılar, örgüt
içinde dogmatik ve tutucu bir konumda duran ve aynı zamanda kariyerist
unsurlara yıkıcılık yapmaları için olanak sunmuş oldu. KK’nın kendi
düşüncelerini örgüte karar olarak sunmaları, tartışma ortamını zehirleyici bir
etki yaptı. KK’nın bu dayatmacı ve ben merkezci tutumuna karşı tüm örgüt tutum
aldı ve yapılan hatanın özleştiriş istendi. KK’da kendi hatasını görerek
nispeten kapsamlı bir özeleştiri yaptı.
Kendi görüşlerine güvenmeyen dogmatik hizip, daha çok”
İbrahim Kaypakkaya yoldaşı ve halk savaşını inkar ediyorlar, partiyi tasfiye
ediyorlar” demagojisi arkasına sığınarak, KK üyelerinin sağcı ve inkarcı
görüşlerini kendilerine dayanak yaparak, alt kadroları ve sempatizanları
etkilemeye ve KK’ya tutum almaya zorladılar. İstanbulda görüş ayrılıklarına
dair hiçbir yerde kadro ve ileri sempatizan toplantısı yapılmasına olanak
tanınmadı.. Hatta İstanbul Bölge Komitesi-Süleyman-Ahmet-sanırız birde kadın
arkadaştan oluşuyordu ve sorumlu denetleyici Aziz Vatandı- KK’nın tartışmaları
tabana yayma önerisine ve tartışma toplantıları düzenleme çabası saldırgan bir
tutumla engellendi. İdeolojik-politik tartışma yapma ve görüş ayrılıkları
üzerine yoğunlaşma yerine,lümpence yaklaşımlarla hakaret ve tehdit , silah
çekme, bol yalan yüklü dedikodu yapma- KK’da görev alanlara kastedilerek,
kişilerin adları sayılarak bu işkencede çözüldü, bu İbrahim Kaypakkaya yoldaşın
silahını sattı, bu mücadeleden kaçtı vb. sokak jargonuyla görüş ayrılıkları
üzerine yoğunlaşma yerine, tartışma kişileştirilerek kendi etrafında
topladıkları grupları kadro ve sempatizanları kemikleştirmeye çalıştılar-
evleri basıp örgüt eşyalarına zoraki el koyma derneklerde de, sendikalar da
şiddet kullanarak KK taraftarlarını susturma ve hareket kitlesini tartışmada
kaçırarak düşmanlığı körükleme yolu tutuldu. Çünkü dogmatiklerin o dönemde KK
kadro ve taraftarlarıyla teorik-politik olarak tartışacak ve hatalı analiz ve
değerlendirmeleri mahkum edecek ne birikimleri ve neden cesaretleri vardı .
İdeolojik-politik olarak zayıflıkları onları hem tartışmada kaçmaya ve hem de
burjuvaziden aşırılmış yalan, demagoji ve şiddet yöntemini devreye sokmaya
itiyordu.
Örneğin 1976 yılında Kasım 1976 yılında Kadıköyde
faşistler tarafından hunharca katledilen Zülfikar Uralçin yoldaşın cenaze
törenine var olan taraftarlarımızla katıldığımız halde Ahmet Cihan ve diğer
saldırgan dogmatiklerin ağza alınmayacak küfür ve hakaretleri, tehdit ve
engellemeleri nedeniyle yürütülmedik. Cenaze kortejini terk etmeyip yürümeye
devam etmiş olsaydık alanda büyük bir kavga çıkacak ve polisin devreye
girmesine neden olunacaktı. Dogmatiklerin emekçilerin olumsuzluklardan nasıl
etkilenebileceklerini hiçe sayan sorumsuzluğuna ortak olmamak adına, yürüyüşe
terk etmek zorunda kalınmıştı.
KOMÜNİST HAREKET HATALARA KARŞI MÜCADELE, İÇİNDE GELİŞİR
İLKESİNİ KENDİSİNE TEMEL ALDI
Dogmatikler ile M-L arasında temel ayrım çizgisi
komünist hareketin hata ve zaaflarına yaklaşımda başlıyordu. Bilindiği üzere,
diyalektik materyalizm madde ile bilinç arasındaki ilişkide maddeyi ilk veri
olarak ele alır. Bilgi, maddenin beyine duyu organları aracılığı ile
yansımasıdır. Dolayısıyla bilgi, pratik yoluyla, başlıca sınıf mücadelesi,
üretim mücadelesi ve bilimsel deneyler pratiği içinde kazanılır. Pratik yoluyla
ulaşılan bilgilerin doğruluğu veya yanlışlığının tek ölçütü sosyal pratiktir.
Bunların pratikte sınanmasıdır.
Maddenin hareket biçimleri sonsuzdur. O halde maddenin
hareket biçimlerinin beyinde yansıması olan bilgi; insan bilgisi de sonsuza
kadar gelişip, derinleşecektir. Bu, bilginin diyalektik gelişim yasasının özünü
oluşturur.
Bu yasa, işçi sınıfının bilimi olan
Marksizm-Leninizm'in kavranışı için de geçerlidir. Sosyal pratikten doğan işçi
sınıfının bilimi bütün bilgileri özet halinde vermemiştir. O toplumun ve
tabiatın gelişme yasalarını açıklayarak, doğru bilgiye ulaşmanın yollarını
bilimsel bir netlikle ortaya koymuştur.
Marksizm – Leninizm’in kavrayışının teoriyle pratiğin
birliği içinde sürekli derinleşeceği, pratik yoluyla ulaşılan bilgilerin daha
üst düzeyde pratiğe uygulanacağı, teoriyle pratik arasındaki bu ilişkinin
sonsuzluğu, teorinin sürekli zenginleşeceği değişik bir anlatımdır.
Bilginin, diyalektik gelişim yasalarına uygun olarak
derinleşmesi; belli bir durumdaki bilginin daha ileri bir durumda aşılacağı,
bilginin, dolayısıyla işçi sınıfı biliminin kavranışının göreceli olduğunu
kanıtlar. İşçi sınıfının biliminin kavranışının sürekli derinleşmesi, tabiatın
ve toplumun gelişme yasalarının ışığında çeşitli olguların tahlilindeki
ilerleyiştir. Buradan insan kavrayışının her durumda daha ileri bir duruma göre
sınırlılığı, yetersizliği olgusu çıkar...
O halde, proletarya partileri veya tek tek
komünistler, olguları doğru kavramalarının klavuzu olan işçi sınıfının bilimine
sahip olmalarına rağmen, bunu olgulara uygularken mutlaka şu veya bu düzeyde
hatalar yapacaklardır. Kavrayışın sonsuz gelişimi, belli bir durumdaki göreceli
sınırlılığının konumuz açısından anlamı budur. Bir başka ifadeyle, kavrayışın
bir durumda, daha ileri bir gelişme seviyesine göre sınırlılığı, olguların çok
yönlü tahlilindeki sınırlılıkta zaman zaman yüzeyselliklerde, tek yanlılıkta,
mekanizmde, dogmatizmde vb. ifadesini bulacaktır. Marksist bilgi teorisi
proletarya hareketinin hatalar yapmaktan kaçınamayacağını, doğru ile yanlışın
bir bütünün iki yanı olduğunu bilimsel bir doğrulukla ortaya koyar. Burada,
proletarya hareketinin hatalarının esası teşkil etmemesi gerektiği vb. üzerinde
durmaya bile gerek yok. Komünist bir hareketi, komünist yapan elbetteki
hatalarının değil, doğrularının esası teşkil etmesidir.
Vurgulanması gereken nokta, komünist örgüt ve
partilerin, komünistlerin hatalarının var olacağıdır. İşçi sınıfının biliminin
kavranışının diyalektik gelişimi içinde komünistlerin yaptığı hatalar, dünyada
sınıfların varlığı şartlarında, diğer sınıf ideolojilerinin etkileri şeklinde
biçimlenirler. Sınıfların dünya görüşleri arasında uzlaşma olamaz. Ve her
düşünce, her eylem bir sınıfın damgasını taşır. Proletaryanın damgasını
taşımayan düşünce ve eylemler diğer sınıfların damgasını taşırlar. Sınıfların
varlığı, komünistlerin bu sınıfların ideolojilerinden etkilenmelerinin nedenini
değil, dış şartını oluşturur.
Komünistlerin diğer sınıf ideolojilerinden
etkilenmelerinin nedeni, Marksizm - Leninizm’i kavrayıştaki -hayata uygulayış
bunun içindedir- göreceli sınırlılıktır. Buradan çıkarılması gereken, kavrayış
sürekli derinleşeceğine göre, diğer sınıf ideolojilerinin etkilerinin komünist
hareket üzerinde sınıflar ortadan kalkıncaya kadar görüleceğidir. Komünizmin
dünyada zafer kazanmasından sonra ise kavrayıştaki göreceli eksiklik, insanla
doğa arasındaki mücadelede, yanlış veya eksik fikirler olarak yansıyacaktır.
Tabii ki, sınıflar ortadan kalktığından hatalar şu veya bu sınıftan ideolojik
etkilenmeler biçiminde olmayacaktır.
Demek ki, hata yapmak diğer sınıfların varlığına bağlı
değildir. Sınıfların, dolayısıyla proletaryaya düşman ideolojilerin varlığı,
proletaryanın bunlardan etkilenmesinin dış şartını oluşturur o kadar.
Komünist örgüt ve partiler içinde ideolojik
mücadelenin sürekliliği, proletarya partilerinin bu mücadeleler içinde gelişip
güçleneceği, hatalı fikirlerin mutlaka var olacağı, bunların düşman
ideolojilerin yada deney-tecrübe eksikliği ve M-L kavramadaki sığlıklar vb.
proletarya hareketi içindeki etkilerinin sonucu olduğu vb. gibi Marksist
teorinin öğretileri görüşlerimizi doğrulamaktadır.
Buradan çıkarılması gereken, günümüzde hataların son
tahlilde burjuva ideolojisinin üzerimizdeki etkilerinin ürünleri olduğu,
bunların proletaryaya değil, mülk sahibi sınıfların çıkarlarına hizmet
ettiğidir.
Komünist örgüt ve partilerin eksik ve hatalarının
kaçınılmaz olarak var olacağı ile, her eksik ve hatanın işçi sınıfının sınıf
çıkarlarına ters düşmesi, komünistlerin hatalara karşı yaklaşımının esaslarını
belirler. Bu çelişkiden hareket etmek; hataların kaçınılmazlığını bilerek,
hataları görüp düzeltmeye açık olmak demektir. Hatalardan öğrenmenin
vazgeçilmez önemini kavramak, buna uygun davranmaktır. Bu çelişkiden hareket
etmek; hataları mazur göstermeye karşı çıkarak, her hatayı zamanında düzeltmeye
çalışmayı; hatalara karşı amansız olmayı gerektirir. Çünkü, her hata
proletaryanın mücadelesini zayıflatır, onun çıkarlarını temsil etmez. Bu
çelişkiden hareket etmek; sadece hataları, onların ideolojik kaynaklarını
tespitle yetinmemek, düzeltme konusunda somut adımlar belirlemek, bu doğrultuda
kararlılıkla mücadele etmektir. Hatalara karşı uzlaşmazlığın son tahlilde
düşmana karşı amansız olmaktan koparılamaz.
«Partinin tarihi, bize ayrıca, başarılardan başı
dönen, kendini beğenen, çalışmasında ki eksiklikleri göremez hale gelen ve
hatalarını kabul ederek bunları içtenlikle ve dürüstlükle zamanında
düzeltmekten korkan bir partinin işçi sınıfına önderi olarak rolünü yerine
getiremeyeceğini öğretiyor.”, “ Eleştiri ve özeleştiriden korkmayan, çalışmasındaki
eksiklikleri ve hataları örtbas etmeyen, parti çalışmasındaki hatalardan
dersler çıkararak kadrolarını öğreten, eğiten ve hatalarını tam zamanında
düzeltmeyi bilen bir parti yenilmez olur” (SBKP (B) Tarihi, s. 448).
Görüldüğü gibi bu pasajlarda, partinin hiç hata
yapmaması söz konusu bile edilmiyor. Üzerinde durulan; hata yapmamak değil,
hataları görmek, onları ortaya koymaktan korkmadan, kadro ve kitleleri
eğitmenin güçlü bir aracı haline getirmektir. Rus komünistlerinin başarısında
en önemli unsurlardan biri, eksik ve hatalarının mutlaka var olduğu ve olacağı
bilinciyle hareket ederek, bunları görüp gidermede titiz ve cesur olmaları,
hatalardan hareketle de eğitmesini bilmeleridir. 1905 devriminin proletaryaya
büyük kayıplar verdiren acı deneyinden dersler çıkarma sağlardı. Aksi halde,
1917 Ekiminde Bolşeviklerin başarıya ulaşması mümkün olmazdı.
Çünkü öğrenmenin, Marksizm - Leninizm’i daha derinden
kavramanın başlıca iki yolu: olumlu ve olumsuz deneylerde öğrenmektir. Bunları
proletaryanın mücadelesinin geliştirilmesinin aracı haline getirmektir.
Bir siyasi hareketin, hatalarına karşı takındığı
tavrın, onun ciddiyetinin en önemli ölçütlerinden biri olması da, hatalardan
öğrenmenin, hataları gidermede cesur davranmanın önemini vurgulamaktadır. Bu
konuda Lenin:
" Bir politik partinin hataları karşısındaki
tavrı, bu partinin ciddiyet derecesi, sınıfı ve ezilen yığınlar karşısındaki
yükümlülüklerini pratikte nasıl yerine getirdiği konusunda yargıya varmanın en
önemli ve en güvenilir yönlerinden biridir. Bir hatayı içtenlikle kabul etmek,
onun nedenlerini araştırmak, ona yol açan koşulları çözümlemek ve onu
gidermenin yollarını dikkatle incelemek - ciddi bir partinin özellikleri budur,
yolu budur.” (Aynı yerde) demektedir.
Komünistlerin hatalar sorununa yaklaşımı iki noktada
düğümlenir. Hataların kaçınılmazlığı ve bunlara karşı mücadelede amansız
olmak... Bu yaklaşım hataları ele alış ve giderme konusuna da ışık tutmaktadır.
Ama hareketimizin saflarında Mart 76 başlayan hata ve zaaflarımıza karşı
mücadele tartışmasında dogmatikler önemli hatalar işlemediğimiz ve hataları
dışarıda arayan bir yaklaşım içinde oldular. Hatalarımızı açığa çıkarıp bunları
aşma yerine, hatalara sıkıca sarılarak daha da geriye gittiler.
Aslında komünistler hatalar yapabilecekleri, oluşturdukları
fikir, plan ve programların sosyal pratikte sınanacağı bilinciyle hareket
ederler. Dolayısıyla pratiği gözden geçirmede, hassas davranır, oluşturup
hayata uyguladıkları düşünceleri pratiğin şaşmaz terazisinde ölçerler. Sosyal
pratikte doğrulanmayan her düşünce ve eylemin diğer sınıfların ideolojilerinden
etkilenmenin ürünü olduğu gerçeği ise, hataların ideolojik köklerine yönelmek,
bunları tespit etmek gerektiğini öğretir.
Pratikte görülen hatalardan hareketle, onların
kaynaklarını tespit ederek, bu kaynakları kurutma, aynı ideolojik kaynaklı,
fakat değişik biçimlerde yansıyan hataların önüne geçmenin yoludur. Hataların
kaynağını kurutma yöntemi, hataları tek tek ele alarak, diğer sorunlarla bağını
kurmadan ele alışla bağdaşmaz. İkincisi bu proletaryanın yöntemi değildir.
Hataları, genel olarak tahlil edip, kaynaklarını
tahlil etmek yeterli olamaz. Her hatanın özgül yanları irdelenmeli, titizlikle
tahlil edilmelidir. Bu, hataların düzeltilebilmesi için somut çözümlerle
bağıntılıdır. Özgül yanlar incelenmeden somut çözüm yolları tespit edilemez.
Genel tespitlerle yetinmek ise, özeleştiriyi yozlaştırır. Ayrıca benzer
hataların yapılmasını da önleyemez. Böyle bir anlayışla yapılan özeleştiriler
günah çıkarmanın ötesine geçemez.
Yine hataların zamanında tespit ederek, çözüm
yollarını mücadelenin diğer sorunlarından koparmadan ele almak gerekir. M-L
ilkelere bağlı kalınmadan, doğru bir çalışma tarzına sahip olmadan hatalara
karşı kararlı ve başarılı bir mücadele yürütemez. İşlendiği koşulların incelenmesi,
hataların hangi uygun dış koşullarda giderileceği, bütün içindeki yeri vb.
konularda sağlıklı bir kavrayışa ulaşmanın en güvenilir yoludur. Öte yandan
hatalar objektiftir. Varılan kavrayışın ışığında objektif bir tarzda ele
alınmalıdır. Niyetler, istekler ve dış koşullar buna karıştırılmamalıdır,
Komünist örgütlerde hatalara karşı mücadele örgütün
irade ve eylem birliğini zedelemeden, demokratik merkeziyetçiliğe titizlikle
uyarak, eleştiri özeleştiri, eğitim ve ikna yöntemleriyle sürdürülür. Yine bu
mücadele organ içinde yürütülür. Keyfiliğe, disiplinsizliğe vb. yer yoktur,
olamaz.
Bakış açısı sorununda özellikle öne çıkarılması
gereken noktalara değindikten sonra, konumuz açısından özellikle öne
çıkarılması, üzerinde durulması gereken, siyasi mücadele ve önderlik anlayışı
ile çalışma tarzına geçebiliriz.
BAŞARININ YOLU MARKSİST - LENİNİST SİYASİ MÜCADELE
ANLAYIŞINI DOĞRU KAVRAMAKTAN GEÇER
Modern toplumda proletarya en devrimci sınıftır.
Hiçbir üretim aracına sahip olmayan, mülkiyetle bütün bağlarını koparmış olan,
gittikçe daha büyük kitleler halinde bir araya gelen, bu sınıfın kurtuluşu
ancak en ileri dönüşümlerle mümkündür. İşçi sınıfı kurtuluşunu
gerçekleştirebilmek için ezilen sınıfların tümünü kurtarmak durumunda olan
yegane sınıftır.
Hiçbir üretim aracına sahip olmaması, saflarını
sürekli genişletmesi, bilimsel bir teoriye sahip olması, üretimden gelen
disiplin ve kararlılığı, bu sınıfa ezilen sınıfların mücadelesinde özel bir yer
sağlar. İşçi sınıfı, tüm ezilenleri peşinden sürükleyebilecek olan, biricik
bilimsel teori ye sahip bulunan öncü sınıftır. Modern toplumda işçi sınıfı
olmaksızın hiçbir devrim köklü başarılar sağlayamaz, sonuna kadar ilerleyemez.
Bu nedenle işçi sınıfının devrimde önderliği başarının zorunlu şartıdır.
«Partiyi işçi sınıfının öteki müfrezelerinden ayırt
eden ayrım, herşeyden önce, partinin basit bir müfreze değil, işçi sınıfının,
sosyal yaşamın bilgisiyle dopdolu bulunan, sosyal yaşamın gelişme yasalarını
bilen, sınıf savaşımının gelişme yasalarını kavramış, dolayısıyla işçi sınıfına
öncülük yapabilecek, işçi sınıfının savaşımını yönetecek yetenekte olan ileri
bir müfrezesi, bilinçli bir müfrezesi, Marksist bir müfrezesi oluşundandır.»
(SBKP (B) Tarihi, s. 62).
İşçi sınıfının böyle bir müfrezesi yoksa, devrime
önderlik görevini yerine getiremez, kendi kurtuluşunu ve tüm emekçilerin
kurtuluşunu gerçekleştiremez. Lenin'in belirttiği gibi, “proletaryanın,
egemenliği ele geçirme savaşımında örgütten başka silahı yoktur».
Değişik bir anlatımla, işçi sınıfı partisi tarihi
görevlerini yerine getirebilmek için herşeyden önce bilimsel sosyalizme; işçi
sınıfının dünya görüşüne sıkı sıkıya sarılmalıdır. Dünyayı doğru
açıklayabilmenin şartı budur. Öte yandan bununla yetinmemeli, dünya görüşünü
somut durumlara uygulayarak, toplumu, dünyayı değiştirebilmek için, güçlerini,
engelleri doğru tespit ederek, çeşitli yol ve yöntemler geliştirmeli, bunlardan
en uygun şekilde yararlanmalıdır.
Bunun anlamı da, bilimsel sosyalizmin ışığında doğru
bir siyasi mücadele sürdürmektir. İdeolojinin ışığında dünyayı
değiştirebilmenin, sınıf mücadelesini ilerletebilmenin zorunlu koşulu, siyasi
mücadeleyi başarıyla yürütmektir.
İşçi sınıfının dünyayı değiştirme mücadelesi; siyasi
mücadele, herşeyden önce doğru bir anlayışla ele alınıp yürütülmelidir. Doğru
bir siyasi mücadele ve önderlik anlayışına sahip olmadan, siyasi mücadele
hedefe ulaşma yönünde başarıyla ilerletilemez. Kör-döğüşü haline getirilir.
Ancak işçi sınıfı devrimde önderliğini, onun bilinç,
azim ve iradesini temsil eden, en ileri, en fedakâr, en bilinçli unsurlarını
birleştiren partisi aracılığıyla gerçekleştirir. SBKP (B) Tarihi'nin belirttiği
gibi;
İşçi sınıfı partisinin toplumsal devrimi
gerçekleştirebilmek için mülk sahibi sınıfların devletinin yıkılması,
proletaryanın siyasi iktidarının kurulması ilk adımı oluşturur. Bu amaçla
Marksizm-Leninizm ışığında yürütülen mücadele, sistemli bir siyasal mücadele
olmalıdır. İşçi sınıfı partisinin muhtevasını onun yürüttüğü siyasal mücadele
belirler.
Doğru siyasal mücadele anlayışı, devrimin, devrimci
öncü tarafından yönetilen kitlelerin eseri olacağı gerçeği, sık sık
tekrarlanan, doğruluğu tartışma götürmeyen bu gerçek üzerinde yükselir. Ancak
özünü kavramadan, bu gerçeğin sürekli tekrarlanması, siyasal mücadelenin doğru
kavrandığını göstermez. Devrimin kitlelerin eseri olması, proletarya partisinin
önüne, kitleleri devrim için eğitip seferber etme görevini koyar. Doğru siyasi
mücadele anlayışı, bu görevin nasıl yerine getirileceğinin özlü bir
anlatımıdır.
İşçi sınıfını ve emekçi kitleleri eğitmek, ha yatın
her alanındaki, her somut gelişmeden hareketle, geniş ve sürekliliği olan
siyasi gerçekleri teşhir kampanyasının örgütlendirilmesini zorunlu kılar.
Lenin'in belirttiği gibi
«Siyasi ajitasyonun gerekli sayılması için, temel
şartlardan biri, bütün alanlarda siyasi gerçekleri açıklama kampanyasının
örgütlendirilmesidir. Ancak böyle bir kampanya, yığınların siyasi bilincine
ulaşma sini sağlayabilir ve yığınların devrimci eylemini hızlandırabilir. İşte
bunun içindir ki, bu eylem, bütün uluslararası Sosyal - Demokrasinin en önemli
fonksiyonlarından biridir, çünkü siyasi özgürlük bile bu kampanyayı gereksiz
kılmaz, ancak onun doğrultusunu değiştirebilir.» (Ne yapmalı, s. 90)
«...parti örgütümüzün eyleminin başlıca muhtevası, bu
eylemin temerküz noktası, en kuvvetli patlama döneminde olduğu gibi en sakin
dönemde de mümkün ve mutlaka gerekli çalışma olmalıdır, yani Rusya için de bir
uçtan bir uca birbirine bağlantısı Olan, hayatın bütün yönlerini aydınlatan, ve
yığınların mümkün olduğu kadar geniş katları arasında yürütülen siyasi
ajitasyon çalışması olmalıdır.» (a.g.e, s. 221).
Bütün uzunluğuna rağmen aktardığımız bu pasajlar,
proletaryanın siyasi iktidar hedefine ulaşması, komünizme doğru bilinçle
ilerleyebilmesi için kitleleri eğitmesi gerektiğini, bunun da her somut
durumdan yararlanarak geniş ve sürekli yürütülecek siyasi gerçekleri açıklama
kampanyasıyla gerçekleşeceğini açıklıkla belirtiyor: Kampanya hayatın her
alanını kapsamalıdır. İşte proletaryanın uzun vadeli hedefleri doğrultusunda,
her somut durumdan hareketle kitlelerin eğitimi amacıyla örgütlediği böyle bir
kampanya, önemli silahlarından biridir. Proletaryanın siyasi mücadele
anlayışının en temel unsuru, siyasi devrim hedefi için yürüttüğü mücadeleyi,
sınıfı somut durumuna kadar indirgemek, soyut propaganda yerine, mücadeleyi
hayatın gerçekleriyle birleştirmek, kitleleri mücadele içinde eğitmenin anlamı
budur.
Doğru siyasi mücadele anlayışına sahip olmak, siyasi
gerçekleri açıklamanın vazgeçilmez önemini kavramaktan, değişen koşulları
proletaryanın uzun vadeli çıkarlarının ışığında özenle tahlil ederek,
gerektiğinde 24 saatte taktik değiştirebilme, uygun mücadele biçim ve
araçlarını tespit etmenin önemini kavramayı şart sayar. Bir başka anlatımla,
doğru bir siyasal mücadele, proletaryanın stratejik hedeflerine varabilmek
için, her somut gelişme karşısında, Marksizm -Leninizm’in bilimi ışığında doğru
taktikler, plan ve programlar oluşturarak, buradan hareketle emekçi kitleleri
eğitmeyi kavramaktan geçer. Teoriyi somut gelişmelerle birleştirmek, doğru taktikler
belirlemek bu mücadelenin en önemli unsurlarındandır.
«... İşçi, bunları, [siyasi gerçekleri] ancak canlı
açıklamalarda, belirli bir anda çevremizde olup bitenlerin, herkesin üzerinde
konuştuğu ya da birbirine fısıldadığı ya da bu olayda, rakamlarda, mahkeme
kararlarında vb. belirenin sıcağı sıcağına açığa vurulmasında bulabilir. Bütün
alanları kucaklayan bu siyasi gerçekleri açıklama eylemi yığınları devrimci
eylem bakımından eğitebilmek için zorunlu ve temel bir şarttır.» (Ne Yapmalı,
Aynı yerde).
Kitleleri eğitmek için, sadece siyasi gerçekleri
teşhir yeterli olamaz. Bu eylemin, kitlelerin geniş kesimlerini proletaryanın
saflarına kazanılıp, mücadelesinin örgütlendirilmesiyle birleştirilmesi, emekçi
yığınların mücadele içinde eğitilmesi gerekir. Yığınlar, mücadelenin ateşi
içinde eğitilecektir.
Kitle çizgisi, siyasal mücadelenin bir başka önemli
unsurudur. Doğru bir kitle çizgisine sahip olmadan, kitlelerin eğitilmesi ve
seferber edilmesi mümkün olamaz. Kısacası, proletaryanın siyasal mücadele
anlayışı, kitle çizgisi sorununda doğru bir kavrayışı içerir. Çünkü kitleler,
ancak içinde bulundukları durumdan hareketle eğitilebilirler. Marksizm
kitleleri olduğu gibi kabul edip, onların bulunduğu seviyeden hareketle
eğitilebileceklerini öğretir. Dolayısıyla siyasi gerçeklerin teşhiri kitlelerin
seviyesine uygun tarzda yapılmadığında, kitlelerden kopulur, sonuçta emekçi
yığınlar eğitilemez.
Kitleler, çeşitli mücadele biçimlerinin gerekliliğini
kendi özdeneyleri ile görerek kavrayabilirler. Lenin'in belirttiği gibi:
“ bütün sınıfın, sermayenin ezdiği geniş emekçi
yığınların, gerçekten böyle bir tutumu benimseyebilmeleri için yalnızca
propaganda, yalnızca ajitasyon yetmez. Bunun için, bu yığınların kendi öz
siyasal deneyimleri gereklidir. Bütün büyük devrimlerin temel yasası böyledir,
o yasa ki, şimdi yalnızca Rusya tarafından değil, Almanya tarafından da
kuvvetle ve büyük açıklıkla doğrulanmaktadır.” (Sol Komünizm Bir Çocukluk
Hastalığı, s. 102).
Kitlelerin kendi öz siyasal deneyimlerinin
gerekliliği, sabırlı ve sürekli bir çalışmayı gerektirir. "Kitlelerin
durumunu onların eyleminin seviyesinden hareketle ölçmeli, istekler gerçeğin
yerine geçirilmemelidir.
Siyasi mücadelenin vazgeçilmez unsurlarından biri de,
görevler arasındaki bağı iyi kavramak, mücadeleyi çeşitli sorunların karşılıklı
ilişkilerini göz önüne alarak yürütmektir. Kitlelerin aynı hedefe doğru
yönlendirilmesi böyle gerçekleşebilir. Perspektifsiz bir mücadele, güçleri
toparlayamaz, düşmana kalıcı darbeyi indiremez. Bu konuda da Lenin'e kulak
verelim.
«Bütün politika sanatı, elimizden koparılıp alınması
en güç olan halkayı, elinde tutana bütün zincire sahip olmayı en çok garanti
eden halkayı gücümüz yettiği kadar sıkı tutmaktan başka birşey değildir.» (Ne
Yap malı, s. 206).
Lenin'in de belirttiği gibi, kavranması gereken
halkayı, merkezi görevi sıkı tutup, diğer görevleri bu halkanın daha sıkı
tutulmasını güçlendirmeye hizmet edecek tarzda yürütülmelidir. Aksi halde,
güçler dağıtılır. Yürütülen mücadele he defe doğru yöneltilemez.
Sonuç olarak, kitlelerin seviyesinden hareket etmek,
siyasi ajitasyonu onların seviyesine uygun tarzda yürütmek, kitlelerin
doğruları kendi deneyleri içinde göreceklerini kavramak, siyasi mücadele
anlayışının diğer vazgeçilmez unsurlarıdır.
Doğru siyasi mücadele anlayışına bağlı olarak doğru
bir önderlik, siyasi gelişmeleri zamanında görmeyi, bunlara uygun siyasetler
oluşturmayı, bu siyasetleri hayata geçirebilmek için mümkün olan tüm güçleri en
iyi şekilde seferber edebilmeyi, tüm güçlerden hakkıyla yararlanabil meyi sıkı
bir denetim gerektirir. Bu görevleri gerçekleştirebilmek, bu görevleri yerine
getirebilecek bir örgütlenme yaratabilmekle mümkündür.
Siyasi mücadele ve önderlik sorunlarında doğru bir
kavrayışa ulaşılmadığı sürece, sağ veya «sol» hatalar işlenmesi kaçınılmaz olacaktır.
Bunların aşılması konusunda ileri adımlar atılmadığı sürece gelişme olsa bile
çok cılız kalacaktır. Doğru bir kavrayışa sahip olmayan bir hareketin uzun süre
ayakta kalması da mümkün değildir. Böyle bir örgüt yozlaşma ve çürümeden
kurtulamaz. Çünkü, kitlelerle birleşemez.
Siyasi mücadele ve önderlik sorunlarında doğru bir
kavrayışa ulaşılmadığı sürece, sağ veya «sol» hatalar işlenmesi kaçınılmaz
olacaktır. Bunların aşılması konusunda ileri adımlar atılmadığı sürece gelişme
olsa bile çok cılız kalacaktır. Doğru bir kavrayışa sahip olmayan bir hareketin
uzun süre ayakta kalması da mümkün değildir. Böyle bir örgüt yozlaşma ve
çürümeden kurtulamaz. Çünkü, kitlelerle birleşemez.
Kitlelerin seferber edilmesi için siyasi gerçeklerin
açıklanması ve kendi özdeneyimleriyle M-L siyasetin doğruluğuna
inandırmalarının önemini kavramayan "sol"cular: kitlelerin bilincini
ve mücadelesini geliştirmek gerektiğini anlayamazlar. Bunun yerine kendi
sübjektif isteklerini geçirirler, kitleleri eğitip seferber edecek, sınıf
mücadelesinin karmaşık koşullarını başarıyla tahlil edip yolunu çizebilecek bir
mücadele gerçekleştirilemez, buna uygun bir örgüt yapısı oluşturulamaz.
Çünkü “ Her hangi bir örgütün karakterini doğal ve
kaçınılmaz olarak tayin eden şey, o örgütün eyleminin muhtevasıdır” (Lenin).
Her siyasi mücadele anlayışı, kendine uygun bir
örgütsel yapıyı şekillendirir. Bunlar arasında uzun süreli bir uyumsuzluk
olamaz, kitlelerin aktif mücadelesi yerine öncü unsurların mücadelesini geçiren
bir anlayışla, kitlelerle birleşilemez, olsa olsa kitlelerin canlı
mücadelelerinin dışında bir örgütlenme gerçekleştirilir. M-L çalışma tarzının
böyle bir örgütlenmeyle hayata geçirilemeyeceği kuşkusuzdur.
Doğru siyasal mücadele ve önderlik anlayışının ihlal
edilmesi bazen öncünün rolünü abartan sübjektif iradecilik, “sol”culuk bazen
de, kitlelerin kendiliğinden gelme mücadelelerinin abartılarak önderliğin ve
bilincin rolünün küçümsenmesi hatasına yol açar. Kaba materyalizmden
kaynaklanan bilincin rolünün küçümsenmesi, kitlelerin gerisinde kalmaya,
dolayısıyla kitleleri eğitip mücadelelerine bilinçli yön verme ve devrim
doğrultusunda ilerletmeye engel olur. Bilinçli önderliğin ; partinin rolünün
küçümsenmesi, partiyi cansız pasif bir yapıya büründürür. Partinin rolünü
kitlelerin kuyruğunda uslu uslu gitmeye indirger. Son tahlilde partinin öncü
rolünü inkar eder.
Her iki hatalı eğilim de doğru siyasi mücadele ve
önderlik anlayışının kavranmaması ile sıkı ilişki içindedir. Ve yine bunların
ortak yanı, değişik biçimler altında olmalarına rağmen kitlelerin mücadelesinin
gerisinde kalmak, kendiliğindenciliğe boyun eğmektir. Örgütsel alanda ise,
kitlelerin eğitilmesine, örgütlendirilmesine uygun demir disiplinli, yaratıcı
bir örgütlenmeyi başaramazlar. Kitlelerden, onların mücadelesinden kopuk
örgütlenmelerin devrimi başarıya ulaştırması bir yana, kitlelerin kazanımlarını
koruması bile imkansızdır.
Doğru siyasi mücadele ve önderlik anlayışı lafta kabul
edilse bile gerçekte buna uygun davranılmıyorsa, özünde anlayış kazanılmamış
demektir. Her olay karşısında, bu olayı değerlendirip fikir oluşturan, bunun
kendisine yüklediği görevleri tespitle bu görevleri hayata geçirmek için
gerekli örgütlenmeyi yaratıp, örgütü harekete geçirebilen bir siyasi mücadele
ve önderlik anlayışı doğru sayılabilir.
«Rus devrimci atılımı, eylemsizliğe, yerleşmiş
verimsiz alışkanlıklara, tutuculuğa, zihin durgunluğuna, eski geleneklere
kölece bağlılığa karşı panzehirdir. Rus devrimci atılımı öyle canlandırıcı bir
güçtür ki, zihni açar, ileriye doğru iter, eskiyi parçalar, perspektifler
açar.» (Leninizm'in Sorunları, S. 99).
« Bizim başlıca ve temel görevimiz, işçi sınıfının
politik örgütlenmesi ve politik gelişimini kolaylaştırmaktır. Bu görevi arka
plana itenler, mücadelenin her türlü özel metodlarını ve diğer bütün görevlerini
buna tabi kılmayı reddedenler yanlış bir yol izlemekte ve harekete ciddi
zararlar vermektedirler.» (Lenin, Kitle İçinde Parti Çalışması, s. 12)
Bolşevik Çalışma Tarzını Özümleyemedik
Bilindiği üzere devrimci faaliyette çalışma tarzı
siyasi mücadele ve önderlik anlayışıyla sıkı sıkıya bağlıdır. Çalışma tarzı,
doğru anlayışları hayata geçirebilmek, buna uygun örgütlenme yaratabilmek için
uygulanması gereken temel yöntemleri kapsar. Dolayısıyla, Marksist siyasi
mücadele anlayışı, pratikte Leninist çalışma tarzıyla birleşebildiği ölçüde
başarı sağlayacaktır.
Siyasi mücadele anlayışı doğru kavranmadığı sürece
doğru bir çalışma tarzının varlığı düşünülemez. Bu bakımdan 1972-76 döneminde
Bolşevik çalışma tarzı örgüte egemen kılınamadı. Hatta KK’yı oluşturan kadrolar
bu alanda sağlıklı bir bilgiye ve deneyime de sahip değillerdi.
Herşeyden önce Leninist çalışma tarzının
kavranabilmesi, pratiğe uygulanabilmesi, canlı kitle mücadeleleri, geniş siyasi
gerçekleri açıklama kampanyası içinde gerçekleştirilebilir. Aksi halde, çalışma
tarzının düzeltilmesi veya eksiklerinin giderilmesi için pratikte hiçbir
zorlayıcılık olmaz, bunun için ihtiyaç bile duyulmaz. Bu konu üzerinde söylenen
sözler de boş gevezelik olmaktan öte anlam taşımazlar. O halde birinci koşul
olarak, doğru çalışma tarzı, doğru siyasi mücadele anlayışı olmadan
gerçekleştirilemez.
Kitleleri eğitip seferber edebilmek, kendi öz
deneyleri ile daha ileri mücadele biçimlerinin gerekliliğini kavratabilmek için
çalışma tarzımızın başlıca unsurları neler olmalıdır sorusuna Stalin yoldaş;
«Rus devrimci atılımı» ve «Amerikan pratiği anlayışıdır» cevabını vermektedir.
" Rus devrimci atılımı, eylemsizliğe, verimsiz
alışkanlıklara, tutuculuğa, zihin durgunluğuna, eski geleneklere kölece
bağlılığa karşı panzehirdir. Rus devrimci öyle canlandırıcı bir güçtür ki
,zihni açar, ileriye doğru iter, eskiyi parçalara, perspektifler
açar"(Leninizm'in Sorunları.,s.99)
«Amerikan pratiği anlayışı, engelleri tanımayan, her
cins ve her türlü engeli verimli çalışmayla deviren, önemsiz olsa da başladığı
işi muhakkak bitiren ve ciddi bir kuruluş çalışmasında mutlaka edinilmesi
zorunlu olan yılmaz bir güçtür.» (Aynı yerde).
Doğru çalışma tarzı bu iki temel unsuru birleştirmeyi
zorunlu kılar. Amerikan pratiği duyu su ile birleşmeyen Rus devrimci atılımı
boş bir gevezeliğe dönüşür. Tersine Rus devrimci atılımı ile birleşmeyen
Amerikan pratiği duyusu da, perspektifsiz işgüzarlığa, giderek yozlaşmaya
götürür. Bu iki özelliğin kavranması, Bolşevik bir örgütün yaratılması için
büyük öneme sahiptir. Çünkü, siyasi gerçekleri teşhir; somut durumda mücadele
biçim ve araçlarını doğru kavrayıp, doğru fikirler oluşturmak, yaratıcı plan ve
perspektifler geliştirmek, bunun için kadroları doğru seçip uygun görevlere
seferber edebilmek, sonuçta iyi bir denetim gerçekleştirmek vb. Rus devrimci
atılımına sahip olmayı gerektirir. Düşünce planında durgunlukla, tutuculukla,
uzlaşmayla vb. bağdaşmaz. Marksizm – Leninizm’i kavrayışın derinleştirilmesi,
olgularının özünün kavranarak gerektiğinde 24 saatte taktik değiştirme bir tek
yolla, çalışma tarzında Rus devrimci atılımını uygulamak la gerçekleşebilir.
Rus devrimci atılımı olmadan sorunların özü, aralarındaki bağ derinliğine
kavranamaz. Proletaryanın stratejik hedeflerini, somut durumla sıkı bir biçimde
birleştirebilmek için
Rus devrimci atılımına sahip olmak şarttır.
Kitlelerin kendi öz deneyimleri ile öğrenebilmeleri
için sabırlı, zorluklara karşı çetin bir mücadele, ilkelerden taviz vermeden
hareket edebilmek, pratik sorunları kararlılıkla çözmek vb. ise, Amerikan
pratiği duyusuna; sabır ve yaratıcılığa sahip olmakla mümkündür. Amerikan
pratiği duyusuna sahip olmadan, kitlelerin sabırla ve yaratıcı tarzda
örgütlendirilmesi, örgütsel faaliyetler de ilkelere bağlılıkla inisiyatifin
uygun biçimlerde birleştirilmesi gerçekleşemez. Sorunlar karşısında
uzlaşmacılık, bürokratizm, cansızlık ve bunların kaçınılmaz sonucu olan çürüme
bünyeyi kemirir.
Rus devrimci atılımı ve Amerikan pratik duyusuna sahip
bir örgüt, ancak böyle bir örgüt enginleri fethetme ruhuyla hareket edebilir,
ancak böyle bir örgüt eksik ve hatalarını atarak sınıfına ve ezilen yığınlara
önderlik edebilir.
Siyasi mücadele ve önderlik anlayışları, doğru bir
çalışma tarzı içinde derinleştirilebilir. Leninist çalışma tarzı
kavranmadığında, siyasi mücadele geliştirilemez, kitlelerin bilinci maddi bir
güç haline dönüştürülemez. Siyasi mücadele ise kaçınılmaz olarak ya boş
gevezeliğe ya da kör pratikçiliğe dönüşerek yozlaşır.
Leninist çalışma tarzının diğer unsurları, gerek örgüt
gerekse de halk kitlelerinin sesine kulak vermek, kitlelerden kitlelere
ilkesini uygulamak, kolektivizmi, eleştiri özeleştiriyi, disiplini, gizliliği,
denetimi örgütsel çalışmanın her alanın da hayata geçirmek, bunlara sıkıca
bağlı kalmaktır.
Örgütün niteliğini belirleyen şeyin, onun eyleminin
muhtevası olduğunu daha önce belirtmiş tik. Proletaryanın siyasi deneyimi
gerçekleştirme de temel aracı olan proletarya partisini şekillendirecek olan
siyasi mücadele anlayışıdır. Proletaryanın örgütü::”siyasi mücadeleyi her
durumda ve her koşul altında yürütebilecek güçlü bir örgüt olmalıdır.” (Lenin
N. Y., S. 45).
“Bu örgüt, her protesto hareketini ve her patlayışı
her zaman desteklemeye hazır ve bunu, belirleyici mücadele için uygun savaş
kuvvetlerinin inşasında ve sağlamlaştırılmasında kullanılacak bir 'örgüt
olmalıdır.” (Aynı Yerde).
Buraya kadar söylenenlerden çıkan; komünist bir
örgütün başlıca vasıfları, doğru siyasi mücadele ve önderlik anlayışına sahip
olması, doğru bir çalışma tarzı uygulamasıdır. Devrimi başarıya ulaştırmak için,
demokrasi ve merkeziyetçiliğin birliğini kavramak, çelik disipline sahip olmak,
kolektivizmi, eleştiri özeleştiriyi uygulayabilmek, gizliliği sağlayıp,
denetimi gerçekleştirebilmek öncelikle bu vasıflara sahip olmayı gerektirir.
Komünist bir örgütte, örgütsel çalışmanın temel öğelerinin kavranabilmesi de
kitlelerin eğitilmesinde, seferber edilmesinde doğ ru anlayışları gerektirir,
doğru bir siyasi mücadele ve çalışma tarzına sahip olmayı gerektirir. Bolşevik
örgütlenme ancak bu temel üzerinde gerçekleşebilir.
Doğru bir siyasi mücadele ve önderlik anlayışına sahip
olmadan, doğru bir çalışma tarzını hayata geçirmeden siyasi mücadelenin
görevleri arasındaki bağ kavranamaz. Bu mücadeleyi yürütme konusunda sağlam bir
perspektif oluşturulamaz, oluşturulan plan ve perspektifler ise haya ta
geçirilemez. Bu durumda, kitlelere bilinçli önderlik yerine, çalışma tarzında
ve siyasi mücadele de kendiliğindencilik hakim olur. Bütün görevler merkezi
göreve bağlı, onu güçlendirici tarzda yürütülemediği gibi, örgütsel faaliyette
bürokratizm, ilkesizlikler, yüzeysellikler vb. hatalara düşülür. Uzlaşmacılık
veya boş keskinliklerin yapılması eğilimleri gelişir. Bu, tutulan yolun, diğer
anlatımla, belirsizliğin, kavrayıştaki hata ve eksiklerin götüreceği yer, her
alanda bir dizi hatanın ortaya çıkmasıdır. Çünkü, proletaryanın mücadelesine
somutta yön veren anlayış yeterince kavranmamıştır, onun pratiğe uygulanmasında
tutulacak yol özümlenememiştir.
HATALARIMIZIN TARİHİ KÖKLERİNİ DOĞRU KAVRAYALIM
Hareketimizin Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde
PDA-Aydınlık hareketinde koparak 24 Nisan 1972 yılında 3 kişiyle kuruldu.
Önderlik görevleri esas olarak Kaypakkaya yoldaşın omuzlarında olması ve
çizgiyi kavramış kadroların neredeyse yok denecek durumda olması, 12 Mart
faşist darbesinin görülmemiş düzeyde faşist baskı ve saldırıları izlenen sol
çizgi Hareketimizi erken bir yenilgiyle yüz yüze ıraktı. Nisan 1972 yılında
kurulan TKP-ML Hareketi 11 aylık bir zorlu mücadele sürecinin ardında 1973
baharında merkez olarak çökertildi ve politik faaliyet yürütemez duruma düştü.
Kuşku yok ki düşmanın pervasızlığı ve sınır tanımaz zulmü bir yana 1973
yenilgisinin esas nedeni Hareketimizin işlemiş olduğu hata ve yetmezlikleriydi.
Her ne kadar TKP-ML Partizan cenahı Kaypakkaya
yoldaşın önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketini bir öncü bir parti olarak
nitelese de adı dışında TKP-ML hareketi bir öncü partinin gelişkin
özelliklerini taşımıyordu.
Elbette süreç için yapılan hazırlıklar ve yerine
getirmekle yükümlü olunan görevlerin ardında TKP-ML gerçek bir sınıf partisi
haline gelecekti. Nitekim o dönemde KK'da görevli olanların anılarından Ali T,
Kaypakkaya yoldaşın partinin kuruluşu için belli bir zaman koyduğunu program,
tüzük, ve Konferansın toplanmasıyla bu işin noktalanacağını savunduğunu ifade
ederken yine Aslan mahkemeye vermiş olduğu savunmasında örgütün parti olmadığın
ve partiyi kurmak için hazırlık yaptığını belirtiyor. Haliyle programsız,
tüzüksüz, örgütsel organları doğru düzgün oluşmamış ve görüşleri örgüt
iradesinin en ileri hali olan Konferans tarafından onaylanmamış ve önderliği
Konferans delegeleri tarafından seçilmemiş bir örgüttü parti olarak ilan etmek,
düpedüz Leninist parti öğretisini iğdiş etmek anlamına gelecektir.
Haliyle hareketimiz genç ve tecrübesiz, M-L teoriye
hakimiyeti sığdı ve iç politik koşulların oldukça olumsuz olduğu koşullarda
doğdu. Haliyle doğduğu koşulların olumlu yada olumsuzluklarını bünyesinde
taşıyordu.
Bundan dolayı hareketimiz genç ve tecrübesizliği , M-L
kavrayıştaki yüzeysellikler nedeniyle bir çok hatalı tespitler ve tahliller
yaptı. Bunların her birini sayıp dökmek, üzerinde durulması, düzeltilmesiyle
diğer hataların da aşılmasında tayin edici öneme sahip olanları gölgeleyecek,
dikkatleri dağıtacak, kısacası yeterince öğretici olmayacaktır. Biz bunlardan
başlıcalarını siyasi ve örgütsel olmak üzere iki eksen etrafında ele alacak,
çeşitli dönemlerdeki evrimine, bugün gelinen noktada etkilerine vb.
değineceğiz. Ayrıca kadro politikası ve askeri alandaki hatalı eğilimlerin de
önemleri dolayısıyla üzerinde durmaya çalışacağız.
Ülkemizde oportünizmin - revizyonizmin - reformizmin
devrimci çevreler üzerindeki 50 yıllık hakimiyetinden sonra, bu hakimiyeti
kırma mücadelesini başarıyla yürüterek 1972'de bağımsız bir komünist örgüt
olarak doğan TKP/M-L Hareketi, geçmişin kendisine ulaşan sınırlı deneylerinden
öte, çok sınırlı bir mücadele tecrübesine sahipti, Marksizm - Leninizm'i
kavrayışı önemli ölçüde yüzeysellik taşıyordu. Zaten ilk doğan komünist
harekette başka türlüsü de olamazdı. Çünkü, Marksizm - Leninizm pratik içinde
kavranır, yine pratik içinde derinleştirilebilirdi. Sınırlı bir mücadele
tecrübesi elbette kavrayışta ciddi eksiklikleri beraberinde getirecekti. Teori
ile pratiğin diyalektik bütünlüğünü, Marksizm – Leninizm’in kavranışının
diyalektik gelişimini özümlediğimizde, hareketimizin PDA oportünizmine ve onun
şahsında 50 yıllık oportünist etkinliğe karşı mücadele içinde şekillendiğini,
kavrayışındaki ciddi yetersizlikleri küçük - burjuva ideolojisinin etkilerinin
varlığını ve bunların mücadele içinde aşılabileceği gerçeğini de kavrarız. TKP/
M-L Hareketi'nin yürütmüş olduğu mücadelesinin doğruladığı bu gelişim seyri,
elbette hataları mazur göstermenin gerekçesi yapılamaz. Hatalar objektiftir.
İşlendiği koşulların, çeşitli etkenlerin dikkate alınması, bunların mücadelenin
bütünü için.de yerli yerine oturtulması için gereklidir. Diyalektik gelişim
yasasının olgulara uygulanmasının anlamı tamda bu olsa gerek . Bu yasanın
özünün kavranarak olgularla birleştirilmemesi, idealist bir yaklaşımı ifade
eder.
AEP kurulduğunda Enver Hoca Parti programı hakkında
şunları söylüyor:
" Program eksiksiz olmaktan uzaktı ve görevler
bütün ayrıntılarıyla tespit edilememişti. Çünkü bu, partinin ve kitlelerin
devrimci çalışmasından ve mücadelesinden kazanılacak çok daha engin bir tecrübeyi
gerektiriyordu. Bununla birlikte program, M-L bilimsel temele
dayanıyordu." (AEP Tarihi, Cilt 1, s. 59).
Kaypakkaya yoldaş ve TKP-ML Hareketinin hatalarını
incelerken iki noktaya; hataların objektifliği ile, işlendiği şartları içinde
değerlendirmeye özen gösterilmelidir. Bir yanda objektif bir gözle, hatalar ve
kaynakları, mücadeleye verdiği zararlar vb. ortaya konurken, öte yandan
bunların o günün koşulları içinde nasıl değerlendirilmesi gerektiği doğru
kavranmalıdır. Aksi halde inkarcılığa yada dogmatizme düşmek kaçınılmaz olur.
Bu kısa noktaları belirttikten sonra siyasi hatalarımızı ele almaya
geçebiliriz.
Bu başlık altında Komünist Hareketin temel tezlerini,
bunların Hareketimizin bugüne kadarki mücadelesi içindeki evrimini ele alıp
genişçe incelemeyeceğiz. Sorunun bu yanı üzerinde başka bir yazıda duracağız.
Bu yüzden temel tezlerle ilgili görüşlere yeri geldiğince atıflarda bulunmakla
yetineceğiz. Burada, örgütümüzün mücadele tarihinde oldukça önemli bir yer
tutan ve Partizan cenahınca farklı bir profil çizilen, olduğundan farklı
gösterilip abartılan siyasi mücadele ve önderlik kavrayışındaki hataları, süreç
içinde gelişimini genel çizgimizdeki ve siyasi çizgimizdeki benzer yöndeki
hatalarla eğer aşılmamış olsaydı hareketimiz sol oportünizme savrulacaktı
Herşeyden önce TKP-ML Hareketi, oportünizmin, modern
revizyonizmin ve reformizmin ülkemizde devrimciler üzerinde etkinliğinin güçlü
olduğu bir dönemde şekillendi. O şartlarda, devrim adına sınıf uzlaşmacılığı
savunulmakta, devrimcilik adına modern revizyonist, her türden oportünist
tezler ortalıkta kol gezmekteydi. Kitlelerin kendiliğinden gelme hareketlerinin
yükselişi olgusuyla, genel olarak bütün dünyada özelde de ülkemizde sol
oportünist eğilimlerin gelişip güçlendiği, kitlelerde sol oportünist akımlara
karşı sempatinin doğduğu da akılda tutulması gereken önemli dış koşullardandı.
Şanlı 15-16 Haziran büyük işçi direnişi sonrasında,
PDA oportünizmi içinde bağlayan Marksist muhalefet, TİİKP - Aydınlık
oportünizmine karşı mücadele içinde çizgisini derinleştirdi. 1972 yılının
başlarında ise, önderliğini İ.Kaypakkaya yoldaşın yaptığı Marksist muhalefet,
oportünizmle örgütsel bağlarını da kopararak TKP-M-L Hareketi'ni örgütledi.
Belirttiğimiz koşullar içinde, sınırlı bir tecrübe
üzerinde doğan M-L Hareket, sübjektif ideolojinin etkilerini taşımaktaydı. Dış
koşullar; oportünizmin uzlaşıcılığı, kuyrukçuluğu; modern revizyonizmin
teslimiyet vaaz eden karşı - devrimci tezlerine karşı tepki ve kitlelerin sol
oportünist bir hat izleyen akımlara duyduğu sempati, Hareketimiz üzerindeki
sübjektif etkilenmelerin iradecilik olarak biçimlenişini etkilemiştir.
Hareketimiz, insan iradesinin maddi koşullarla sınırlı bir alanda çok şey
yapabileceği doğrusunu olduğundan fazla abartmış, haliyle bilincin ve iradenin
rolüne olduğundan fazla rol biçmiştir. Ayrıca, çeşitli konularda M-L teorinin
dogmatik tarzda ele alınışı, özellikle Çin Devrimi'nin deneylerinin mekanik
kavranışı, yüzeysellik, tek yanlı eklektizm küçümsenmeyecek orandaydı.
TKP/M-L Hareketi'nin örgütlenişinden sonra daha açık
ortaya çıkan hatalı eğilimleri, Marksist muhalefetin TİİKP - Aydınlık
oportünizmine karşı yürüttüğü mücadele içinde belirginleşmeye başlamıştır.
Hataların oluşumunu, tarihi köklerini kavrayabilmek açısından muhalefet dönemi
üzerinde durulması zorunludur.
15-16 Haziran (1970) büyük işçi direnişi muhalefetin
oluşumunda büyük itilim sağlamış, işçi direnişinin hemen ardından Aydınlık
safların da ortaya çıkan muhalefet, işçi direnişini bazı noktalarda yanlış
değerlendiriyordu. Bunlar içinde konumuz açısından önemli olan, kendiliğinden
gelme. Bu işçi direnişinin “Aybar-Aren oportünizmine ve bütün pasifist,
parlamentarist görüşlere ağır bir darbe indirmiş, D. Avcıoğlu ve
H.Kıvılcımlı'nın cuntacı hayallerinin ve anti M L devlet ve ordu tahlillerinin
saçmalığını ortaya çıkardı ...Ve bir avuç seçkin aydın grubuna dayanarak devrim
yapmayı hayal eden bireyci küçük burjuva akımlarına ağır bir darbe indirdiği
(B.Y., sy. 219) değerlendirmeleridir.
Büyük işçi direnişi gerçekten de objektif olarak tüm
oportünist görüş ve hayallere darbe indirmişti. Bunun objektif olarak böyle
oluşu, kitlelere tüm bu gerçekleri kavrattığı veya kitlelerin bu eylemin,
oportünist anlayışlara darbe vurduğunu kavradığı anlamına gelmez. Nitekim 15 16
Haziran direnişinden sonra ülkemizde küçük burjuva akımlar güçlenmeye devam
etmiş, modern revizyonistlerin sendikaların tepesine çöreklenmelerinin önüne
geçilememiştir.
Gözden kaçırılan, kavranmayan, işçi sınıfına siyasi
bilincin dışardan verileceği, sınıfın sabırlı ve kararlı bir siyasi mücadele
ile eğitilebileceğidir. Bu yüzden 15-16 Haziran direnişinin işçi sınıfını
eğitmedeki rolü abartılmıştır. Bu hatalı tespitlere yol açan anlayış,
kitlelerin kısa sürede eğitilebileceği anlayışıdır. Ve komünistlerin örgütlü
bir çalışmayla geniş kitleleri daha kısa sürede eğitebilecekleri anlayışı
dolaylı bir şekilde bu değerlendirmelerde yansımaktadır.
Felsefi alanda sübjektif idealizmden kaynaklanan,
bilincin ve iradenin rolünü abartma eğilimi daha muhalefet sırasında oluşmaya
başlamış, giderek daha da belirginleşmiş, çeşitli alanlarda, özellikle de
siyasi propaganda ve ajitasyon faaliyetinin öneminin kavranamayışında,
kitlelerin komünistler tarafından kolayca eğitileceği anlayışında
somutlaşmıştır.
Hareketimizin diğer hataları --ki bunlar «sol»
hatalardı muhalefet döneminde şekillenmeye
başlamıştı. Aydınlık'ın sınıf uzlaşmacı çizgisine
tepki ile birleşen sübjektivist etkiler, bilincin rolünü abartmaya özde uygun
olan başka hataları ortaya çıkarıyordu. 1971 Nisan'ında yapılan toplantıda
doğru görüşler savunan Marksist muhalefet, «ülkemizde silahlı mücadele şartları
vardır» tespitini yapıyordu. 1972 Şubat'ında yazılan DABK kararında «sol»
anlayış ve tespitler daha açık seçik yer alıyordu. Kararda, çağın durumu yanlış
tespit ediliyor, kitlelerin büyük çoğunluğunun silahlı mücadeleye hazır olduğu
belirtiliyor ve acil görev olarak hemen gerilla birimlerinin örgütlendirilmesi
gerektiği vurgulanıyordu. Bu karar, daha sonra oluşturulacak olan hareketimizin
platformunda yansıyan «sol» hataları özlü bir biçimde içermektedir. Kendi
içinde nispeten sistemliliği olan «sol» anlayışları ve tespitleri de
barındırıyordu.
DABK Kararındaki «Eğer gerekliyse çok kısa bir
propaganda ve ajitasyon faaliyetinden sonra derhal gerilla eylemlerine
girişilmelidir» sözleri, siyasi mücadele ve onun temel unsuru olan kitle
çizgisi konusundaki hatalı anlayışı özlü bir biçimde yansıtmaktadır. Bir an
için gerilla savaşının gündemde olduğunu kabul etsek bile bu, siyasi gerçekleri
en geniş şekilde teşhir etmeyle çelişmez. Tersine geniş kitleleri gündemdeki
esas mücadele biçimine katmanın en temel görevlerinden birini oluştururdu.
Siyasi mücadele ve kitle çizgisi konusundaki bu hatalı
anlayış, daha sonra izlenen siyasi çizgiye damgasını vurmuştur. Çağın hatalı
değerlendirilmesinin de bunda belli bir etkisi olmuştur.
Marksist muhalefet TİİKP - Aydınlık oportünizmi ile
1972 yılının başlarında örgütsel bağlarını kesti. Bağımsız bir örgütlenmeye
girişti. Muhalefet sürecinde esaslarını oluşturduğu genel çizgisini
derinleştirdi. TKP /M-L Hareketi doğduğunda M-L genel çizgiye sahipti.
Hareketimizin platformu daha o zaman bir parti programına tekabül ediyordu,
yani içinden bir parti programı çıkarılacak düzeydeydi. Platform, proletaryanın
nihai hedefine bağlı olarak, içinde bulunduğumuz devrim aşamasını doğru bir
kavrayışla ortaya koyuyor', ülkemiz devriminin bir dizi temel sorununa doğru
çözümler getiriyordu. Öte yandan bazı temel sorunların ele alınışında, bazı
tespitler ciddi ölçüde “sol” hatalar barındırıyordu. Bazılarında ise esasta
yanlış tezler savunuluyor veya belirsiz bırakılıyordu.
Platform, işçi sınıfının bilimini kılavuz alıyor, M-L
teoriyi her alanda tavizsizce savunuyordu.
Devlet, devrim, proletarya diktatörlüğü, parti
öğretisi, proleter enternasyonalizmi vb. bunun örnekleridir. Teorik alanda
kavrayış yetersizlikleri bulunması bu gerçeği gölgelemez. Sadece teoriyi
savunmakla kalmıyor, ülke devriminin sorunlarıyla. birleştiriyordu.
TKP/M-L Hareketi'nin platformu; sosyo-ekonomik yapı
anlayışı, devrimin karakteri, özü, devrimde sınıfların mevzilenmesi, devrimin
yolu, emperyalizm anlayışı, enternasyonalizm, modern revizyonizme karşı
mücadele, ittifaklar ve faşizm anlayışlarında doğruları savunuyordu. Ayrıca,
örgütlenme, parti sorunu, ülkemizde devrimci hareketin geçmişinin değerlendirilmesi,
mücadele araç ve biçimleri konularında da doğru anlayışları benimsiyordu.
Savunduğumuz platformu dolayısıyla hareketimizi M-L kılan, bu anlayışlarla,
onları sınıf mücadelesi pratiğine geçirmedeki kararlı tutumuydu.
Çelişkiler anlayışı, çağın değerlendirilmesi, siyasi
mücadele anlayışı ve kitle çizgisi, konuları ise esası bakımından hatalı
kavranıyordu. Bu konularda önemli ölçüde doğru görüşlerin varlığının yanında,
esası bakımından doğru konan sorunların kavranışında da ciddi eksiklik ve
hatalar vardı. Hepsi de sübjektivizmden kaynaklanan hatalarımızın ortak
özelliği, «sol» hatalar olarak biçimlenişiydi.
Genel çizgimizdeki «sol» oportünist hatalar, bu
çizginin, içinde bulunan siyasi çizgide belirleyici oldu. Siyasi çizgimizin
üzerinde yükseldiği taktikler, çağın değerlendirilmesi, kitlelerin durumu ile
ilgili hatalı tespitlerle, temel mücadele biçimi ve hatalı siyasi mücadele
kavrayışına bağlı olarak doğru tespit edilemedi, «Sol» oportünist bir siyasi
çizgi izlendi.
Bu çizginin ışığında Hareketimizin ağır kayıplar
verdiği 1973 yılına kadar yürütülen mücadele sürecini değerlendirirken,
özellikle önemli olan, siyasi mücadele anlayışı ve bunun yol açtığı olumsuz
sonuçlar üzerinde durulmalıdır.
TKP/M-L Hareketi, devrimin kitlelerin eseri olacağı
tezini tavizsizce savunurken, bunun özünü kavramada önemli ölçüde yüzeysellik
vardı . Çünkü, kitleleri eğitebilmenin genel çizginin ışığında, merkezi göreve
bağlı olarak her somut durumda onlara yol göstermekle, hayatın her alanını
kapsayan siyasi gerçekleri teshir kampanyasının örgütlenmesiyle olacağının
bilincinde değildi. Bu yüzden, genel tarzda yürütülecek bir propaganda
çalışmasıyla yetinmiş, böyle bir çalışmanın yeterli olacağı anlayışını
taşımıştır. Pratiğinde gerçekleştirdiği de budur.
Siyasi devrim anlayışını genel bir çerçevede, teorik
alanda savunmayı, kitleleri siyasi iktidarı yıkarak partinin öncülüğünde kendi
iktidarını kurmaya hazırlamayla birleştirememeyi, genel anlayışla mücadelenin
somut görevleri arasındaki bağı kuramamayı ifade eden siyasi çalışmamız, siyasi
mücadeleyi genelden özele indirgemede düzgün bir anlayışımızın olmadığının
kanıtıdır.
Kitlelerin daha üst mücadele biçimlerinin gereğini
kendi deneyimleri içinde kavrayabilecekleri doğrusunun özümlenemeyişi hatalı
anlayışımızla sıkı sıkıya bağıntılıdır. Kitlelerin gerçek durumundan hareket
etmek yerine, bir kesiminin silahlı mücadeleye sempati duymasını ölçü almamızın
temelinde de bu alandaki hatalı kavrayış yatmaktadır.
Kısaca belirttiğimiz kavrayışın ışığında yürütülen
siyasi çalışma biçimde kitlelerin oldukça ilerisinde, özünde ise, kitlelerin
mevcut mücadelelerinin de gerisinde, genel bir propagandaya dayanan
kendiliğindenci bir faaliyetti. Siyasi gelişmelere ilgi gösterilmiyor, bu
temelde kadrolar eğitilmiyordu. Siyasi çalışma dendiğinde ise, temel
meselelerin kavranıp kitlelere bu doğrultuda propaganda yapılmasıyla, çıkış
yolu olarak gerilla savaşının başlatılmasının propagandası anlaşılıyordu.
İzlediğimiz «sol» oportünist çizgi kitlelerle birleşemememize, taktik bakımdan
güçlü olan düşmanın darbeleri karşısında önemli kayıplara neden oldu.
Aynı dönemde Hareketimizde, kolektif çalışmayı
uygulayan, siyasi bakımdan canlı bir önderlik oluşturulamadı. Komünist
hareketin önderliğinin, siyasi mücadele anlayışına göre şekilleneceği bilinen
bir gerçektir. Hareketimizin bu konudaki kavrayışı, kolektif çalışan güçlü bir
önderliği ihtiyaç haline getirmiyordu.
Nitekim, Marksist-Leninist muhalefetin ileri
unsurlarının içinde yer aldığı KK, hareketimizin kuruluşundan yenilgiye kadar
olan süre içinde bir kez bile bir araya gelmemiştir. Sıkıyönetimin ağır
baskıları buna gerekçe olamazdı. Gerçek neden ise, yürütülen siyasi faaliyetin
bunu zorunlu kılmamasıydı. O şartlarda hareketimizin belirlediği çerçeve içinde
genel bir propaganda çalışması, çeşitli bölgelerde gerilla faaliyeti açısından
henüz çok cılız olan pratik çalışmalar kolektif bir önderlik olmadan da pekala
yürütülebilirdi, yürütüldü de. Burada, kolektif çalışma ve kolektif önderlik
konularında genelde doğru görüşlerin hareketimizce savunulduğunu belirtmeliyiz.
Ancak konunun teorik kavranışının yeterli olmadığını, doğru bir siyasi mücadele
anlayışı ile birleşmediğinde pratiğe geçirilemeyeceğini veya sadece biçimde
kolektivizm uygulanabileceğini kavramak gerekir.
Hareketimizde, kolektif bir önderlik değil, pratikte
İbrahim yoldaşın kişisel önderliği hakimdi. İbrahim yoldaşla diğer önder
kadrolar arasındaki seviye farkı ise bunda tali bir etkendi. Daha önce de
belirttiğimiz gibi sorunun esası, siyasi mücadele anlayışındaki hatalara bağlı
olarak, önderlik konusunun doğru kavranamayışıdır. Bir komünist örgütün
başarısının vazgeçilemez şartlarından biri de, sınıfına bağlı, denenmiş,
bilinçli ve yetenekli, sağlam komünistlerden oluşan bir önderler heyetidir. Bu
heyetin kolektif bir çalışma ile örgüte öncülük etmesi, onu yönlendirmesidir.
Hareketimizin siyasi çizgisinde cisimleşen «sol»
oportünist hataları, 1973 yılının başlarında, uğranılan yenilginin nedenidir.
Özetlersek 73'e kadar olan dönemdeki siyasi çalışmamıza, siyasi çizgi alanında
“sol” oportünist çizgi, siyasi mücadelelere ise “sol” kendiliğindencilik
damgasını vurmuştur.
HATALARI ÜZERİNE CİDDİYETLE EĞİLEMEYEN HAREKETİMİZ,
YENİLGİDEN ZAMANINDA DERSLER ÇIKARAMADI
1973 yenilgisinden 76 yılının ilk aylarına kadar ki
geçen dönemi, yeniden toparlanma dönemi olarak ele aldığımızda; Hareketimizin
toparlanma çalışmasına olumsuz koşullarda başladığını başta teslim etmeliyiz.
1974 yılında zindanlarda bir araya gelen önder kadrolar faşizm tarafından
dağıtılan TKP-ML önderliğini yeniden oluşturmak amacıyla kadroların durumlarını
değerlendiren ve fikirlerini alıp yeni bir önderlik oluşturmak için polis
tutumları olumlu olan 3 kişiden oluşan bir komite oluşturulur. Bu komitede İrfan Çelik‘in
önderliğinde Güner ve Hikmet yer alır. Bu komite kadrolarla görüşür ve bir
rapor hazırlayarak ilgili kadrolara sunar. Bu raporun ışında beş kişilik bir
yeni Koordinasyon Komitesi (KK) oluşturulur. Zindanda oluşturulan yeni KK‘da
Aslan, Muzaffer, İrfan Çelik, Hikmet ve Ali görev alır. Böylece Kaypakkaya
yoldaş önderliğinde oluşturulan 7 kişilik KK'da, örgütün kurucu önderi
Kaypakkaya yoldaş 18 Mayıs 1973 yılında Diyarbakır'da işkencede katledilir ve
doldurulması mümkün olmayan büyük bir boşluk doğar. Cem poliste olumsuz
davranması nedeniyle örgütlü mücadelenin dışına düşer. Almanyalı kadir ve A.M
dışardalar ama örgütü toparlamak için herhangi bir çalışma içine yönelmezler.
Böylece 7 kişilik KK‘da, Aslan, Muzaffer ve Ali T olmak üzere zindanda 3 kişi
kalır. Kaypakkaya yoldaş katledilir ve diğer 3 kişi de Cem kendisi polis tutumu
olumsuz olması nedeniyle mücadeleden kopar, Almanyalı Kadir ve A.M ise önderlik
görevlerinin gereklerini yerine getirmeyerek geriye savrulurlar.
1974 yılında yeniden oluşturulan
KK’nın çoğunluğunu bir önceki dönemde KK görev alan kadrolar oluşturur. Aslında
o dönemde poliste olumlu sınav vermelerine ve zindanda direnişçi bir çizgi
izlemlerine karşın teorik-politik olarak geri oldukları gerekçesiyle bazı
kadrolar KK’ya alınmaz. Muzaffer ve Ali T. polis tutumları işkencede olumlu
olmadığı halde, sırf eski KK üyeleri olmaları ve teorik-politik olarak daha
gelişkinlikleri gerekçesiyle yeniden oluşturulan KK’ya alınırlar. Bu açıktan
işkencede zaaflı davranan önder kadrolara yönelik ilkesiz, liberal uzlaşmacı
tutumu gösterir ve hatalı bir yaklaşımdır.
Örgüt kadroların ortalama işkence
tezgahlarında olumlu bir sınav vermeleri, zindanlarda ve mahkemelerdeki
kararlı, mücadeleci tutumları -kuşkusuz bunlar Hareketimizin M-L niteliğiyle ilgiliydi-
kol gezen döneklik, yılgınlık şartlarında, saflarımızda var olan sübjektif
eğilimler daha da gelişti. KK‘da yer alan kadrolar örgüt çizgisini özümlememiş,
yenilginin gerçek nedenini kavrayamamış, çizgimizi mutlaklaştıran dogmatik
eğilimler gelişmişti. Çizgimiz diyalektik gelişim yasasının üzerine
çıkarılıyor, derinleştirilmesi, hatalarından arındırılması sorunu, ciddi tarzda
ele alınamıyordu.
Aslında saflarımızda halinden
hoşnut olmayı yansıtan kuru bir kibirlilik eğilimi de gelişmişti. Sözünü ettiğimiz
dogmatik eğilimler, hatalara ciddi ve tutarlı bir yönelimi, yenilgiyi olumsuz
bir öğretmen olarak ele almayı önledi. Bütün taleplere, hatalara karşı amansız
olmak gerektiği konusunda sık sık tekrarlanan sözlere rağmen, hareketimizin o
dönemde yenilgi öncesinin hatalarını ele almayışı, bu konuda -yeterli veya
yetersiz, bir özeleştiri hazırlayamayışı, hatalarımıza karşı uyanık
olmadığımızı, hatalardan öğrenmenin vazgeçilmez önemini kavramadığımızı
kanıtlar.
Özellikle siyasi mücadele ve
kitle çizgisi sorunlarındaki hatalarımıza yönelemeyişimiz, ilmiğin ucunu
kavrayamayışımız olarak değerlendirilmelidir. Bu konulara yönelmemiz
hatalarımızı kavramada ileri bir adım olacaktı. Bunu gerçekleştiremediğimiz
içindir ki, bazı tali hataları görmekten öteye gidemedik. Yeniden toparlanma
çalışmalarına işte böyle bir durumda başlandı.
Görüldüğü gibi bu dönemde de,
çalışmalar, yenilgi öncesi dönemdeki anlayışlar ve siyasi çizgi temelinde
yürütülmekteydi. Özde aynı hataları taşıdığından, bu dönemdeki hatalar üzerinde
durmayacak, sadece bir-iki önemli noktaya değineceğiz.
Önderlik açısından durumda bir
değişik yoktu. Geçmiş önderliğin devamı niteliğindeki K.K, siyasi gelişmeler
karşısında suskun kalıyor, temel tezlerimizi derinleştirmede de hiçbir şey
yapmıyor, pratik sorunların en ince ayrıntılarıyla uğraşırken, siyasi
görevlerini kendiliğindencil bırakıyordu. Yapılan siyasi çalışma, halk savaşını
aşamaları, gerilla savaşı konularında Mao Zedung'tan özetlemelerle, Patron-Ağa
Devleti isimli broşür, Aydınlık'a Verilen Cevaplar, Seçimlerde takınılması
gereken tavır konusunda birbiriyle çelişen iki yazıdan ibaretti. Siyasi
Yönergeler yazısı ise kısa sürede toplatıldı. Bu dönemde de siyasi çalışma
olarak genel tarzda silahlı mücadele ile gerilla savaşı propagandası yapılıyor,
propaganda malzemesi olarak da kadroların sorgu ve savunmalarıyla,
hareketimizin temel belgeleri kitlelerin ileri unsurlarına veriliyordu.
Faaliyetimize yol gösteren «sol»
siyasi çizgi kitlelerin kendiliğinden mücadelelerinde önemli bir gelişmenin
olduğu, siyasi mücadele ortamının canlandığı koşullarda hareketimizin,
kitlelerin oldukça gerisinde kalmasına yol açtı. Siyasi gelişmeler karşısındaki
tavırsızlık, kaba bir gerilla savaşına hazırlık propagandasını esas almak,
kitle örgütlerine yönelmemek, buna uygun mücadele araç ve biçimlerinden
yararlanmamak, izlediğimiz siyasi çizginin pratikte yetmezliğini kısa sürede
ortaya çıkardı. Ayrıca, örgütümüzün siyasi cereyanlardan etkilenmesi ve ademi
merkeziyetçiliğin gelişmesi açısından uygun bir ortam doğdu. Siyasi bakımdan
«sol» kendiliğindenciliğin damgasını vurduğu kör-pratikçi, perspektiften yoksun
çalışma 1975. ortalarında tıkanmaya başlamıştı. Kadro ve örgütler yön tayin
edemiyor, pratikte iflas eden siyasi taktikler karşısında ne yapılması
gerektiğini kestiremiyorlardı.
İşte böyle bir ortamda, «sol» ve
dogmatik eğilimlere karşı tepkiler oluşmaya, bu eğilimler zıddına dönüşmeye
başladı. Bu temelde, dışımızda estirilen 3 Dünyacı cereyanlardan etkilenmeler
gözle görülür hale geldi. 1975'in sonlarına gelindiğinde, geçmişe duyulan
dogmatik güven, güvensizliğe, "sol" eğilimler, sağ etkilenmelere
yerini terk etmişti. Sağlıklı bir muhasebenin yapılamadığı koşullar da, bir
hatalı eğilimin pratik içinde zıddı yönde hatalara dönüşmesi kaçınılmazdı.
Bu dönemin sonlarına doğru
"sol" hatalarımızın zıddına dönüşmesi hareketimizin hataları
açısından önemli bir dönüm noktasıdır, 1975 yılının sonlarından itibaren, o
zamana dek, hatalarımız içinde «Sol» hatalar ağırlıktayken, bu tarihten sonra,
sağcı kendiliğindencilik ağır basmış ve çalışmalarımızın bütününde yansımıştır.
Burada hatalar bilinçlice kavranıp düzeltilmeye çalışmadığında, giderek zıddına
dönüşeceği gerçeği vurgulanmalıdır.
76 başından günümüze kadar olan
dönemi de ayrıca değerlendirmeliyiz.
76 TARTIŞMA KAMPANYASI HAREKETİMİZİN
İRADE VE EYLEM BİRLIĞININ GÜÇLENMESİNE HİZMET ETTİ
Kampanya öncesinde K.K'ne karşı
kadrolar da önemli ölçüde güvensizlik oluşmuş, değişik alanlarda farklı farklı
görüşler savunulmaya başlanmıştı. Vurdumduymazlığa kadar varan siyasi
kendiliğindencilik, dağınıklığı, güvensizliği ileri noktalara kadar
vardırmıştı.
Hareketimiz bir dönemeç noktasına
gelmişti. Ya hatalarına karşı samimiyetle yönelerek, bu olumsuz durumu
düzelterek bir atılım yapacaktı, ya da dağılıp gidecekti.
K.K. ilk yolu, hataları kavrayarak
düzeltme yolunu tuttu. Ancak bu, samimi bir arzunun ötesine geçmemişti.
Hataları kavramak amacıyla atılacak adımlarda, yöntem konularında yeterli fikir
oluşturulamamıştı. Bu şartlarda açılan Mart 1976 yılında açılan Tartışma
Kampanyası’nın başlangıçta sağlıklı bir zemin üzerine oturduğu elbette
düşünülemez. Hareketimizin geleceğini belirlemede tayin edici önem taşıyan
böyle bir adım atılırken asgari bir kavrayışın oluşturulamaması, siyasi
çalışmada, fikir oluşturmada kendiliğindenciliğin ulaştığı boyutları göstermesi
bakımından ilginçtir. Siyasi çalışmada ve mücadeledeki kendiliğindenciliğin,
zaman zaman tepeden inmecilik, acelecilik, sekterlik vb. eğilimlere dönüşmesi
tabii sayılmalıdır. Tartışma Kampanyası'nda bu tür hataların yanında çeşitli ilkesizliklerde
oldu. Ancak burada bunların tek tek belirtilmesi yerine, kendiliğindenciliğin
kaçınılmaz sonuçları olarak değerlendirmek, sorunun özünü kavramak için
yeterlidir.
Hareketimizin tarihinde önemli
bir dönüm noktasını simgeleyen Mart 76 Tartışma Kampanyası başlıca iki bakımdan
değerlendirilmelidir. Kampanya içinde, dogmatizme ve "sol» oportünist
hatalara karşı mücadele edilmiş, bu alanda başarı sağlanarak dogmatik eğilimler
asılmıştır. Siyası çizgimizin «sol» oportünist niteliği kavranıp düzeltilmiştir.
Ayrıca siyasi mücadele ve kitle çizgisi konularında teorik alanda doğru bir
kavrayış ana hatlarıyla oluşturulmuş, temel siyasi tezlerimiz
derinleştirilmiştir. Sosyo-ekonomik yapı tahlili, çelişkiler anlayışı, faşizm
anlayışı ve ulusal meselede kavrayışın derinleştirilmesi bunun örnekleridir,
Yine bu kampanyanın sonunda,
hareketimizin irade ve eylem birliği sağlamlaşmış, disiplini eskiye oranla
güçlenmiştir.
Tartışma Kampanyası'nın başlıca
bu olumlu yanlarına değindikten sonra, olumsuz yanlarına geçebiliriz.
Daha önce şartları içinde
gelişimine kısaca değindiğimiz KK içinde hareketimizin geçmişini inkar etme
eğilimi, ileri noktasına ulaşmış, resmen hareketimizin platformunu yok sayma
noktasına kadar varmıştır. Mükemmeliyetçi eğilimlerle birleşen inkarcılık,
siyasi planda sağ hatalarla iç içe gelişti.
Geçmişin değerlendirilmesi ve
parti sorunun da, dışımızdaki akımların değerlendirilmesindeki sağ oportünist
görüşlerin yanında, “3 Dünya Teorisi” de bu dönemde kendiliğindenci bir tarzda
savunulmaya başlandı.
Kitle çizgisinin bazı
sorunlarında sağ oportünist görüşlerin savunulması da bunlara eklendi. Yine,
siyasi mücadele ve önderlik sorunuyla kitle çizgisinde derinliğine bir kavrayış
oluşturulamadığından, siyasi mücadeledeki kendiliğindencilik köklü tarzda aşılamadı.
Siyasi mücadelenin yürütülüşündeki perspektifsizlik, görevler arasındaki
ilişkilerin doğru kavranamayışı vb. devam ediyordu. Geçmişin “sol”
kendiliğindenciliği aşılmış, ancak sağcı kendiliğindenci eğilimler ciddi
boyutlara ulaşmıştı. İdeolojik mücadelenin önemi ise oldukça sığ kavranıyordu.
Bir başka olumsuzluk da,
inkarcılığın hareketimiz içinde bir hizbin doğması ve örgütümüze önemli
kayıplar verdirmesi için uygun bir zemin yaratmış olmasıydı.
Olumlu ve olumsuz yanlarıyla ele
alıp değerlendirdiğimizde, 76 Tartışma Kampanyasının olumlu yanlarının esas
olduğu sonucuna varırız. Öte yandan bu Kampanya içinde ciddi zaafların da
geliştiği vurgulanmalı, siyasi planda gelişen sağ oportünist eğilimler
küçümsenmemelidir.
K.K. başlangıçta darbecilik ve
disiplinsizlik hataları işlemiştir. Kampanyanın gelişimine olumlu ve olumsuz
yanlarıyla aktif bir önderlik eden K.K., Kampanya sürecinde ciddi eksik ve
hatalarına rağmen esasta olumlu bir sınav vermiştir.
Tartışma Kampanyası'nın
başlatılmasından günümüze kadarki mücadele sürecinde, çalışmalarınızda önemli
bir yeri olan ve başlıca iki önemli noktada somutlanan sağ hatalar üzerinde
kısaca durmak gerekir.
Saflarımızda inkarcılığın hakim
olmasıyla birlikte, Parti sorununda sağcı, mükemmeliyetçi görüşler hakim olmuş,
küçük burjuva THKO ve THKP-C-M-L hareketleri M-L yada M-L olma yolunda olarak
değerlendirilmişti. Hareketimizin platformunun, dolayısıyla niteliğinin inkar
edilmesi temelinde gelişen sağcı mükemmeliyetçilik, kendi gücümüze güvensizliği
geliştirdi. Hareketimiz partinin yeniden kurulması görevini faaliyetlerinin
odağına koymaya yönelmedi bile. Mücadelenin geliştirilmesi için sıkıca
tutulması gereken halkayı kavrayamadığından, Parti görevlerini yerine getirmede
ciddi adımlar atamadı. İdeolojik mücadele görevlerini sığ kavradı. Kavradığı
ölçüde bile hayata geçiremedi. Hareketimizin gelişmesinin önündeki kösteklerden
birini oluşturan Parti sorunundaki oportünist hatalar uzunca bir süre
aşılamadı. Kendiliğindenci bir gelişim içinde giderek zayıflayan inkarcılık,
mükemmeliyetçilik ve kendi gücüne güvensizlik eğilimleri, 1977 sonlarında
«Parti Sorunu ve Geçmişin Değerlendirilmesi üzerine açılan tartışma içinde esas
olmaktan çıktı, tali duruma düştü.
Üzerinde durulması gereken
konulardan ikincisi de "3 Dünya Teorisi"ni resmen kabul etmemizdi.
Kampanya öncesinde de «savunulan bu teoriyi kabul etmemiz, herşeyden önce o
koşullar da bizde bu teoriyi kabule uygun bir zemin olduğunu gösterir. Teorinin
ÇKP kaynaklı olması da bir etkendi. ÇKP'nin savunduğu görüşleri dogmatik tarzda
kabul etme eğilimlerini taşıyorduk. Fakat bu, bir dış etkendi. Ve ancak bizdeki
sağ eğilimlerin varlığı şartlarında etkili olabilirdi.
Hareketimizin "3 Dünya
Teorisi"ni kabul etmesi ile, savaş, savaşın kaynağı, emperyalizm,
ittifaklar, dünya durumuyla ilgili bazı tespitlerimiz ve bazı sloganlarımızda
bu teorinin etkileri yansıdı. Buna karşılık, teorinin esasını savunmadık.
Marksist - Leninist teoriyi savunduk, Esas. ta M-L'i savunurken, öte yandan
“3-Dünya Teorisi”ni kabul etmemizin sonucu olan eklektik görünüm, revizyonist
“3 Dünya Teorisi”nin esasta kavranıp savunulmadığını gösterir. Teorik alandaki
etkilenmelerin siyasi taktiklerdeki yansımaları da, siyasi tespitlerimiz
içinde, siyasi çizgimizde tali bir yer tutuyordu. Hareketimiz, dün. yada
devrimin esas akım olduğunu savunmuş, dünya halklarının devrim mücadelelerini
desteklemiş, sınıf işbirliğini reddederek, sınıf mücadelesini savunmuştur.
«Uluslararası Yeni İktisadi Düzen» tezini benimsememiştir.
Tartışma Kampanyası sonrasında
yani bu dönemin ikinci alt döneminde, siyasi bakımdan nispeten daha aktif bir
çalışma sürdürüldü. Çeşitli gelişmeler karşısında daha çok tavır belirlendi.
Daha da önemlisi, doğru bir siyasi çizgi oluşturulmuştu. Bu gelişmelere rağmen,
siyasi mücadele ve önderlik kavrayışımız yerli yerine oturmamış.
perspektifsizlik aşılamamış, somutta Partinin yeniden kurulması görevi
kavranamamıştı. Kitleleri eğitebilmek için, genel taktiklerimizi günlük pratiğe
kadar indirgemenin vazgeçilmez önemini ve bunun yollarını henüz yeterince
kavrayamadığımızdan, siyasi çalışmanın somut gelişmelerle bağını kurmada
başarısız kaldık. Bu yüzden kendiliğindenciliğe karşı bayrak açarak, bunu
aşmanın gereklerini yerine getiremedik. Siyasi ve örgütsel çalışmamızda uygun
değişiklikleri gerçekleştirmeye ciddi bir yönelimimiz olmadı.
İşte hatalarımızın esasını
oluşturan; siyasi önderlik görevlerini somut mücadeleye kadar indirmedeki
zayıflıktı. Hâlâ kendiliğindenciliği köklü olarak aşamamaktı. Bu noktada
Kampanya içinde gelişen sağ eğilimlerin yarattığı hantallığın, pasifliğin,
şartlarla uzlaşmacılığı belirtilmesi gerekir. Ayrıca, K.K.'nin hatalarına karşı
tutucu eğilimleri, bireyci-liberal tutumları da bu dönemde belirgin olarak
görülen olumsuzluklar Bu içinde sayılmalıdır.
Bu dönemin sonlarına doğru
giderek azalan : sağ eğilimlerin tespiti ve aşılması için bilinçli bir çaba
yürütülmedi. Sağ eğilimlerin süreç içinde azalması kendiliğindenci bir tarzda
gerçekleşti. Siyasi çalışmanın bu alanında da hayatın karşımıza getirip
dayattığı sorunların çözümüne yönelik, siyasi uzak görüşlülük alanında başarılı
bir sınav verilmedi.
Elbette ki bu ele alış tarzı
içinde, yalpalamalar, ilkesizlikler, tepeden inmecilikler, acelecilikler
kaçınılmaz olacaktır.
76 Tartışma Kampanyası'nın
başlarından itibaren K.K. kolektif çalışma yönünde önemli bir adım attı. Bu
tarihten sonra kararlar kolektif tarzda alınıyordu. Fikir oluşturma alanında
ise durum farklıydı. K.K. içinde kişiler açısından bir ayrıcalık yoktu. Fakat
teorik ve siyasi çalışma K.K. içinde sınırlı sayıdaki kadro tarafından
yürütüldüğünden, organ içindeki diğer kadrolar aktif olarak fikir oluşturmaya
katılamıyorlardı. 76' dan günümüze kadar olan dönemin tümünü
değerlendirdiğimizde K.K. siyasi alanda esas olarak başarılı olmuştur sonucuna
varılmalıdır. K.K., bu dönemde temel siyasetlerimizin derinleştirilmesine,
çeşitli gelişmeler karşısında küçümsenmeyecek oranda tavırlar alınmasına
önderlik etmiştir.
Öte yandan, siyasi mücadele
kavrayışımızın yeterince derinleştirilemeyişinin, siyasi bakımdan düşülen sağ
hataların birinci dereceden sorumlusu kuşkusuz K.K'dir. Hataların aşılmasındaki
gecikmede de K.K.'nin hatalarına karşı liberal tavır takınmasının belirleyici
rolü de vurgulanmalıdır.
Özet olarak; 76 sonrasını da
bütün içinde değerlendirdiğimizde, hatalarımızın felsefi alanda kaba
materyalizmden kaynaklandığını, siyasi alanda ise siyasi mücadele ve önderlik
kavrayışındaki yetersizliklerde düğümlendiğini, buradan itibaren çeşitli
alanlara doğru yayıldığını görürüz. Bu dönemde geçmişten farklı olarak
hatalarımızı sağ hatalar olarak biçimlenmiştir.
72'de bağımsız bir siyasi hareket
olarak örgütlenişinden sonrasının ortak özelliklerini değerlendirdiğimizde,
hatalı yanlar içinde siyasi mücadeleyi ele alıştaki kendiliğindencilik ilk
bakışta görülmektedir. Hatalarımızın işte bu eksen etrafında şekillendiğini
bugün daha açık kavrıyoruz. İdeolojik alanda uzunca bir dönem sübjektif
iradeciliğin, 76'dan sonra ise kaba materyalizmin kaynaklık ettiği hatalar,
siyasi mücadele ve önderlik sorununun kavranışından itibaren giderile bilir. Bu
nedenle siyasi mücadeledeki zaaflarımız üzerine tüm dikkatlerimizi
toplamalıyız.
DOĞRU SİYASİ MÜCADELE ANLAYIŞI
OLMADAN, BOLŞEVİK ÖRGÜTLENME YARATILAMAZ
Siyasi önderlik konusundaki
hatalarımızın özetlenmesi örgütsel alandaki hatalarımıza da ışık tutucu
niteliktedir. Proletaryanın örgütü, onun siyasetlerinin hayata geçirilmesinin
temel aracıdır. Bu, örgütlenmenin siyasi mücadele anlayışına göre
şekilleneceğini de açıklar. Örgütsel hatalara yaklaşımımız bu bakış açısının
ışığında olmalıdır.
Hareketimizin yenilgi dönemi
öncesinde, yaptığı tespitlerin ve mücadeleye yöneliminin ışığın da, bunların
bir aracı olarak geliştirdiği, örgütlenme, kitlelerin içinde bulunduğu durumdan
hareketle onları eğitmenin aracı olmadı. Kitlelerle birleşerek, onları seferber
etmeye, örgütlemeye gerçek anlamda yönelemedi. Esas yönüyle kitlelerin içinde
bulunduğu duruma uygun olmayan bir örgütlenme, ciddi zaafları taşıyacaktı,
taşıyordu. İşte örgütlenmedeki kitlelerden kopukluk olarak beliren temel zaaf,
gerek çalışma tarzındaki hataları gerekse de kadroların eğitimi, örgütün en
temel özelliklerinden biri olan kitlelerin ileri unsurlarını bağrında toplaması
vb. konulardaki hatalarımızın çıkış noktasını oluşturuyordu. Kitlelerle
birleşemeyen örgütlenme bürokratizmi taşıyacaktır, mücadele araçlarının
yaratılarak geliştirilmesini benliğinde hissedemeyecektir, değişik mücadele
araçlarının yaratıcı tarzda kullanılması için uygun olmayacaktır.
Yine böyle bir örgütlenme ile,
demokratik merkeziyetçilik hayata doğru bir şekilde geçirilemez,
eleştiri-özeleştiri, kolektif çalışma, disiplin, gizlilik, denetim gibi
Leninist çalışma tarzının vazgeçilmez unsurları ile ilgili kavrayışlar esasta
teoride kalıp, bunların gereği pratik içinde kavranamayacaktı. Hareketimiz,
yenilgi dönemi öncesinde örgütsel alanda sözünü ettiğimiz zaafların hepsini tam
yordu. Örgütlenmemiz esasta bürokratikti. Ve genel olarak yaptığımız kaba bir
propagandayı kitlelere ulaştırmanın ve ileri unsurların giriştikleri bireysel
nitelikteki bazı şiddet eylemlerinin bir aracı olarak şekillenmişti. Örgütün o
zaman esas özelliklerini veren bu ve benzer nitelikteki mücadele anlayışıydı.
Örgütsel çalışmanın öğelerinin
uygulanmasındaki hatalarımız da «sol» yöndeydi. Demokratik merkeziyetçilik
ilişkisi mekanik kavranıyor, katı bir merkeziyetçilik uygulaması, ayrıntılarla
uğraşmayla birleşiyordu. Disiplin uygulaması da körü körüne itaat unsurunu
önemli ölçüde içeriyordu. Eleştiri özeleştiride, gizlilik ve denetimde ise
esası sekter olan hatalarımız kendi içinde ciddi boyutlarda liberal eğilimler
taşıyordu.
Şüphesiz ki, hareketimizin
örgütlenme kavrayışı ve yönelimi genelde M-L’ti. Ancak bunları o günün şartları
içinde yoğurarak şekil verme konusunda esasta hatalı davranıldı. Bu ikisi
arasındaki ayrım, şartları içinde ele alındığında örgütsel temellerin esasta
M-L olması ile pratikte günün şartlarıyla birleştirilememesine tekabül eder Bu
ayrım doğru kavranmalı, ancak bu geçmiş bu günkü kavrayışımız üzerinden
eleştirmeye ergel teşkil etmemelidir.
Kitlelerden kopuk örgütlenme,
kadroların eğitilmesi, seçimi, görevlendirilmesi ve denetimi sorunlarına da
damgasını vurdu. Kadro politika hemen her isteyeni profesyonel çalışmaya çekme
ve onların siyasi, ideolojik ve örgütsel eğitimine gereken önemi vermemek
olarak özetlenebilir.
Yürütülen çalışma için kadroların
ideolojik, siyasi ve örgütsel olarak sistemli bir eğitime tabi tutulmasına
ciddi ihtiyaç yoktu. Asgari devrimci fikirlere sahip olanlar da o gün yapılan
propagandayı yapabilirdi. Esas olarak, askeri ve bazı teknik konularla,
kitlelerin ileri unsurlarını gerilla savaşına uygun olarak örgütleme için
eğitilmeleri yeterli oluyordu. Bu eğitim bile yeterli yapılmadı.
Yenilgi dönemi sonrası yeniden
toparlanma sürecinde de örgütsel çalışmamızın muhtevası ve hatalarımız esasta
değişmemişti. Aynı özellikleri gösteriyordu. Bir farkla ki, kitlelerin gelişen
mücadelesi bizi kitle örgütlerine yönelmeye zorluyordu. Örgütümüz bu dış etken
karşısında sınırlı da olsa legal mücadele biçimlerinden yararlanmaya, kitle
örgütlerinde çalışmaya yöneldiyse de başarısız kaldı. Başarılı bir çalışma
için, o hatalı kavrayışlarımızın düzeltilmesi, tecrübesizlikten doğan
yabancılığın bu temelde giderilmesi gerekiyordu.
76 Tartışma Kampanyası içinde
örgütsel alan da da bazı ilerlemeler kaydedildi. Daha sonraları tüzük
taslağının oluşturulması, örgütün sınırlarının belirlenmesi olumlu adımlardı.
Bu dönemde de, örgütümüz
geçmişten gelen kitlelerle birleşme konusundaki temel zaafını aşamadı.
Örgütlerimiz esasta kitle mücadelesinin ateşi içinde bu mücadelede öne çıkan
unsurları bağrında toplayan, gelişmeler karşısında kararlılıkla esnekliği
birleştirerek, geniş kitlelere yön veren, onları çeşitli araçlardan
yararlanarak eğitip seferber etmeye uygun bir yapıya sahip değildi. Bu açıdan
esasta bürokratik özellikler taşıyor, bir çok örgütümüz sorunların
ayrıntılarıyla boğulup dar çerçeveyle sınırlı kalıyordu. Bütünde de aynı
özellikler hakimdi. Kadro ve sempatizanların özel sorunlarıyla ayrıntılı
şekilde uğraşmak, örgütsel çalışmayı dar çerçevelerle sınırlı görmek ve pratikte
bunu uygulamak, ayrım yapma dan herkesle aynı düzeyle ilgilenmek vb.
örgütlenmemizdeki sığ anlayışın örnekleridir. Ve siyasi devrime ve önderliğe
ilişkin düz ve sığ bir kavrayışı yansıtırlar.
Siyasi mücadele ve kitle
çizgisinde önemli bir ilerleme kaydedilmesine rağmen, örgütlenmedeki gelişmemiz
siyasi gelişmemizden de geri kalmıştır. Bu, gerçekten önemli bir noktadır. Ve
bu noktada, 76 sonrasındaki sağ eğilimlerimizin, tespitlerimizi hayata
geçirmede yetersiz kalışımızın; siyasi gelişmemizle örgütsel gelişmemiz
arasındaki farkın başlıca sebebidir. Doğru taktiklerimiz hayata geçirilirken
onlar sulandırılmış, gevşetilmiştir. Çünkü, sağ eğilimler, hareketimizde ki
militan ruhu, zaaflar taşımasına rağmen mili tan disiplin anlayışını,
fedakârlık ruhunu kemirmiş, yerine şevksiz, pasif bir ruh hali geliştirmiştir.
Halen devam eden bu eğilimler kesinlikle yaşatılmamalıdır. Bu eğilimler
yıkılmadığında alınan doğru kararların uygulanması, yaratıcılık, hamlecilik
mümkün olamaz.
Siyasi çalışmamızın
perspektifsizliği, diğer ifadeyle siyasi mücadele kavrayışımızın yüzey selliği,
örgütsel pratiğimizde, çalışma tarzımızda kendiliğindencilik olarak yansıdı.
Örgütsel pratiğimize damgasını vuran kendiliğindencilik, işçi sınıfı içindeki
çalışmaya ağırlık vermemizi önle yen başlıca etkendi. Örgütlenme alanında bazen
derinliğine, çoğu zaman da genişlemesine yürütülen çalışma, kadroların sık sık
yer değiştirmesi vb. hepsi de kendiliğindenciliğin ürünü olan bu tür hatalar
sağlam, derinliğine örgütlenme yapmayı imkânsız hale getirdi. Ayrıca çeşitli
sınıf ve tabakalar arasındaki çalışmaya ilişkin özgül politikalarımız
derinleştirilmediğinden, bu sınıfların mücadele içindeki önemine uygun
örgütlemeler yapılamadı. Dolayısıyla perspektifsiz, birbirinden kopuk, önemli
ölçüde rastgele bir örgütlenme faaliyeti sürdürüldü.
Çalışma tarzı ise, kitlelerden
kitlelere ilkesi ne bağlı olmaktan, enginleri fethetme ruhuyla hareket etmekten
uzaktı. Rus devrimci atılımı yerine, çoğu zaman zihni tembellik, siyasi
sorunların çözümünü üst organdan bekleme tavrı öne geçti. Amerikan pratiği
duyusu örgütümüze en fazla ihtiyaç duyulan, eksikliği hergün yaşanan bir
sorundur. Başta K.K. gelmek üzere örgütler de ve kadrolarda, engellerle
uzlaşmacılık, boyun eğme, inisiyatifsizlik önemli orandaydı. Hâlâ da bu hatalı
yan etkisini sürdürmektedir. Çalışma tarzının diğer alanlarında ise durum pek
farklı değil.
Örgütsel çalışmanın ögelerindeki
sağ yöndeki hatalarımıza da işaret etmeliyiz. Gözle görülür ölçüde legalizm
eğilimleri gelişmiş gizlilik konusunda başta K.K. olmak üzere ciddi hatalar
işlenmiş, işlenmektedir.
Eleştiri - özeleştirinin
yozlaştırılması eğilimi ise dikkate alınmalıdır. Kolektivizm, kitlelerin canlı
mücadelesinden kopuk olduğumuz şartlarda biçimde kalmaya mahkumdur. Militan
disiplin anlayışı ve fedakârlık ruhundaki yozlaşma eğilimi de hatalarımızın
yönünden ayrı düşünülemez.
Bu dönemde, denetimdeki
kendiliğindencilik ise bir başka özelliktir. Düzenli bir rapor sistemi
yerleştirilememiş, tecrübelerin örgüte aktarılması, hatalar ve olumlu yanlar
temelindeki eğitim sınırlı kalmıştır.
MÖ, örgütü, kitlelerin
mücadelesiyle birleşmeye yönlendirmede şartlarla uzlaşmacılığından ötürü pasif
davranmış, çeşitli kampanyalar örgütlemeye girişememiştir. Hareketimizin mali
ve silahlanma gereksinimlerini gidermede pasif kalmış, sonra da bu
eksikliklerin kendi önüne çit olarak dikilmesine meydan vermiştir. 76
sonrasında ortaya çıkan iki hizip karşısın da da yeterli uyanıklığın
gösterilmeyişinde ve mücadeledeki zayıflıkta önderliğin hataları esas olmuştur.
Ayrıca bir çok konuda faydacı davranılması, cereyanların göğüslenememesi ve
çeşitli ilkesizlik hataları başta MÖ olmak üzere çeşitli örgütler tarafından
işlenmiştir.
Örgütlenmede bu dönemdeki
hatalarımız, siyasi alandaki sağcı kendiliğindenciliğin yansımalarıdır. Bununla
birleşen pasif ve uzlaşmacı eğilimler, örgütsel alandaki zaaflarımızı aşmamız
önündeki başlıca engelleri oluşturmuştur.
Örgütümüz, geçmişten beri gelen
temel zaafı olan kitlelerin mücadelesini örgütleme ve önderlik etme yerine
önemli ölçüde bunun dışında olmayı köklü tarzda aşamamıştır. Örgütsel Düzeltme
Kampanyası siyasi önderlik kavrayışımızdan ve ideolojideki
kendiliğindencilikten koparıldığı için başarısız kalmış, ileri bir atılım için
zemin teşkil etmemiştir.
Kitlelerin mücadelesiyle
birleşmeyen bir örgütlenme içinde, çeşitli ilkesizliklere düşmesi kaçınılmaz
olmuş, ilkesizliklerimiz örgütsel alan bu temel zaaf üzerinde yükselmiştir.
Örgütsel alandaki gelişmemizin daha zayıf olması ise oportünist eğilimlerle
izah edilmelidir. Bu dönem de, bu alanda da izlenen çizgi esasta doğruydu.
Çünkü. döneme ilişkin siyasi taktiklerimiz doğru örgütsel politikamız da bunu
hayata geçirmeye yönelikti. Fakat çalışma tarzındaki kendiliğindencilik
örgütsel politikamızı hem kitlelerin örgütlendirilmesine hem de öncü örgüt olan
hareketimizin geliştirilmesinde uygulamada engel oldu. Bu konudaki
başarısızlığın sebebi çalışma tarzıdır, yoksa örgütsel politikanın yanlışlığı
değildir.
Komünist bir örgütün kadroları,
tespit edilen siyasetleri hayata geçirmede tayin edicidir. Örgütün
siyasetlerini kavrayıp, derinleştirilmesinde katkıda bulunmayan, kitlelerin
mücadelesine aktif olarak seferber edilemeyen, çeşitli araçlarla eğitilmesine
titizlik gösterilmeyen, yeteneklerine uygun görevler verilerek, sıkı bir
denetim içinde olumlu ve olumsuz yanları kavratılamayan kadrolar elbette
gelişemezler. Kadrolar sorununu böyle kavramamak, yani kendiliğindenciliğe
bırakmak uzun vadede bir örgütü mutlaka yıkıma götürecektir.
Hareketimiz geçmiştede,76
sonrasında da net bir kadro politikası belirleyememiştir. Bu durum süreç içinde
aşıldı. Ama bu sorunda, başlıca şu noktalara değinebiliriz.
Kadroların önemi kavranarak,
herşeyden önce bu konuya yönelinmeli. Kadroların hangi somut görevler etrafında
eğitileceği, içinde bulunulan görevlerin özellikleri ve hareketimizin
ihtiyaçları, bu alandaki eksik ve hatalarıyla bağı kurularak belirlenmelidir.
Kadroları eğitmenin araç ve yöntemleri belirlenerek, sistemli bir eğitim
gerçekleştirilmelidir. Örneğin bir yayın organı ile tecrübelerin aktarılması,
bazı teorik ve siyasi konularda kavrayışlarının derinleşmesine yardımcı
olunması, yine kadrolar fikir oluşturmaya nasıl seferber edilecek, kadroların
seçimi ve görevlendirilmelerinde nelere dikkat edilmeli? Bu soruları daha da
çoğaltabiliriz. Sorulara verilecek cevaplar kadro politikamızı
somutlaştıracaktır.
Kadroların fikir oluşturmaya
seferber edilememesi, düzenli bir eğitim ve denetiminin sağlanamaması yanında
örgütümüzde bu alanda oldukça sakat olan mükemmeliyetçi eğilime değinmekte
fayda var. Genç, dinamik kadroları öne çıkarmada tutucu davranılıyor, mükemmel
kadro arama anlayışıyla hareket ediliyor. Bu yüzden birçok alanda örgütlenmeye
bile gidilemiyor. Bu alanda varlığını hâlâ sürdüren tutuculuk atılmadığı sürece
hareketimizin taze kan alması giderek imkânsız hale gelecektir.
Bugün hatalarımızın kavranması
açısından K.K'nin 76 sonrasındaki örgütsel alandaki hatalarına kısaca değinmek
gereklidir. K.K. sorunlara kuş bakışıyla bakamamış, öncelikle kendi için de
sağlıklı bir görev bölüşümü ve ihtisaslaşma ile, bünyesini mücadelenin
ihtiyaçlarına uygun olarak geliştirememiştir. Gereksiz bir dizi ayrıntıyla da
meşgul oluşu, zaten hakkıyla yerine getiremediği görevlerin giderek boyunu
aşması sonucunu doğurmuş, bir dizi sorunu yetersiz de olsa kavradığı halde
somutta adımlar atamamıştır. Örgütümüzde kendiliğindenciliğin daha da
gelişmesini etkileyen bu durum, uzunca süre devam etmiştir.
Ayrıca K.K. örgütsel çalışmanın
öğelerini bir çok kere ihlal etmiş, tepeden inmeci kararlar almış, aceleci
kampanyalar örgütlemiş, biri Tartışma Kampanyası'nı açarken diğeri de Parti
sonunda çoğunluk görüşlerini yansıtırken olmak üzere önemli iki disiplinsizlik
hatası işlemiştir. Bazen cereyanlara yeterince göğüs gerememiş, zaman zaman
sekter davranışlara düşmüştür. Hareketimizin çeşitli imkânlarını geliştirmede
önderlik edememiş, askeri alanda ise sağcı hatalar işlenmesinin birinci
dereceden sorumluluğunu taşımaktadır. K.K.'nin örgütsel çalışmalarını tümüyle
değerlendirdiğimizde, esası itibariyle başarısız olduğu sonucuna varmalıyız.
Sosyal pratik bunu doğrulamaktadır.
1972-1976 süreçte örgütsel alanda
da, siyasi alandaki kendiliğindencilik hatası esas olmuş, «sol» ve sağ
biçimlere bürünmesine rağmen kendiliğindenci öz değişmemiştir. Bu gerçek üzerin
de örgütsel alanda da çeşitli hatalar işlenmiştir. Bu hatalar sonuçtur. Önemli
olan, sebepleri üzerinde dikkatleri yoğunlaştırılarak ,düzeltmeye
başlanmasıdır.
Biliyoruz ki komünist hareket
hata ve zaaflarıyla mücadele içinde gelişip güçlenir ve çelikleşir. 1976 Mart
tartışmasında Hareketimiz duygusallığa kapılmadan hatalarımızın Partizan
cenahının iddiasının tersine arizi olmadığını kayranmış ve bunları giderme de
tutulması gereken halkayı esasta doğru anlamıştı. Hareketimizin doğup geliştiği
tarihi dikkate alındığında, böyle bir gelişme aşamasından, çocukluk devresinden
geçmesi gerekliliği de kavranır, sorunlarımız bu perspektif içinde
değerlendirilir. İşte bu, bilimsel bir inanç ve kararlılığın temeli olmalıdır.
Şüphesiz ki bu alanda gecikilmiştir. Bunu etkileyen özellikle K.K'deki özel
yetersizliktir. Bunlar da değerlendirip giderilmeye çalışılmalıdır. Tabii ki bu
eksikler, bütün içinde talidir. Hatalarımızın, kişiler ve bazı organların
yetersizliklerine bağlanması kolaycı bir yöntemdir. Dogmatik Partizancılar
herşey KK‘ya bağlama tutumu içinde olmuşlar ve geçmişe bilimsel bakmak yerine
duygusal yaklaşarak dogmatik ve sübjektif düşünce tarzını derinleştirerek ,
Hareketimizin hata ve zaaflarını kendilerine temel alarak Kaypakkaya ve onun
önderliğinde kurulan TKP-ML hareketinin çizgisinde bütünüyle koparak küçük
burjuva köylü devrimci bir çizgiye savrulmuşlardır. Çünkü bu arkadaşlar 73
yenilgisi ve nedenlerini düşmanın güçlüğünden aramışlar, hareketimizin doğuş
koşulları , dahası bütünde ve tarihi kökleri olan zaaflarımızın üzeri
kapatılarak dogmatizm ve sübjektivizm yolunda hızla yürümüşlerdir.
Hataların Üzerine Bolşevik
Kararlılıkla Gitmek
Buraya kadar hatalarımızı
tarihsel gelişin içerisinde ortaya koyduk. Kolayca görüleceği gibi hatalarımız,
gelip geçici olmaktan öte bir nitelik taşımaktadır. Bu hatalar, örgütümüzün tüm
yaşantısı ve mücadelesi dikkate alındığında yerleşiklik göstermektedir. Bu bir
silkinme ve kendini aşma sorunudur.
Hatalarımızı aşmakla ilgili istek
göstermemiz ve bunun ihtiyacını hissetmemiz, düzeltme hare keti için
zorunludur; ancak, kesinlikle yeterli değildir. Bu sadece bir başlangıçtır,
bundan önemlisi, hatalarımızın nerede yattığını ve somutlaştığını tespit etmek,
ideolojik köklerini bulmak ve bunlara karşı mücadele etmektir. Hatalarımıza
karşı mücadele, eğitim ve soyut çağrılardan ibaret kaldığında sonuçsuz kalır.
Bunları alt etmek için örgütsel tedbirler, düzenlemeler gereklidir ve bunlar
somutlaştırılmalıdır. Yapılan bu olmadığında, söylenen sözler, alınan kararlar,
yapılan tespitler başarıya duyulan özlemi belirtmenin ötesinde anlam
taşımazlar.
Hatalarımızın çıkış noktası mart
1976 Tartışma Kampanyası'na kadarki dönemlerde, doğru siyasi mücadele ve
önderlik anlayışına sahip olmamaktı. Bu tarihten sonra da, bu alandaki
kavrayışımızın yüzeyselliğidir. Öyleyse, hatalarımızı gidermede doğru anlayışı
kazanıp yerleştirmede, yanlış anlayışın ideolojik köklerine saldırıp kurutmaya
özel önem vermeliyiz.
Siyasal mücadele ve önderlik
konusunda doğru anlayışı yerleştirme, genel olarak kendiliğindenciliğe, özel
olarak da saflarımızda taşıdığımız sağcı kendiliğindenciliğe karşı mücadeleyle
birleştirilmelidir.
Tüm örgütümüz, siyasal olaylar
karşısında duyarlı olmalı, siyasal gelişmelerin bize ne tür görevler
yüklediğini tespit etmeli ve görevlerin gerçekleştirilmesini örgütlemeye
girişmelidir. Bu ihtiyacı benliğinde duyanlar, elbette bunu gerçekleştirmeyi
önleyen kendiliğindenciliğe öldürücü darbeyi indirme gücünü kendilerinde
bulacaklar, gerekli örgütsel düzeltmeleri yerine getirici bir çaba içerisine
gireceklerdir. Her şeyi kitlelerin devrime seferber edilmesi, eğitilmesi,
örgütlenmesi açısından, koşulları içinde düşünebildiğimiz ve bunun bize
yüklediği görevleri tespit edip canlı bir biçimde gerçekleştirmeye
yönelebildiğimiz de, günlük faaliyetimizin bütün içindeki yeri ve önemi
gözümüzde somutlaşacak, zaaflarımız da ha açık belirecek ve bizi bunları
giderme çabasına itecektir. Sözgelimi bir basın dağıtım şebekesinin
oluşturulmasının önemini kavrayabilmek, bunun eksikliğini duyabilmek, sahip
olunan siyasi mücadele ve önderlik anlayışıyla yakından ilgilidir.
Siyasal mücadele ve önderlik
konusunda doğru anlayışı yerleştirme, genel olarak kendiliğindenciliğe, özel
olarak da bağrımızda taşıdığımız sağcı kendiliğindenciliğe karşı mücadeleyle
birleştirilmelidir.
Tüm örgütümüz, siyasal olaylar
karşısında duyarlı olmalı, siyasal gelişmelerin bize ne tür görevler
yüklediğini tespit etmeli ve görevlerin gerçekleştirilmesini örgütlemeye
girişmelidir. Bu ihtiyacı benliğinde duyanlar, elbette bunu gerçekleştirmeyi önleyen
kendiliğindenciliğe öldürücü darbeyi indirme gücünü kendilerinde bulacaklar,
gerekli örgütsel düzeltmeleri yerine getirici bir çaba içerisine gireceklerdir.
Her şeyi kitlelerin devrime seferber edilmesi, eğitilmesi, örgütlenmesi
açısından, koşulları içinde düşünebildiğimiz ve bunun bize yüklediği görevleri
tespit edip canlı bir biçimde gerçekleştirmeye yönelebildiğimiz de günlük
faaliyetimizin bütün içindeki yeri ve önemi gözümüzde somutlayacak, zaaflarımız
daha açık belirecek ve bizi bunları giderme çabasına itecektir. Sözgelimi bir
basın dağıtım şebekesinin oluşturulmasının önemini kavrayabilmek, bunun
eksikliğini duyabilmek, sahip olunan siyasi mücadele ve önderlik anlayışıyla
yakından ilgilidir.
Siyasi mücadele ve önderlik
konusunda doğru anlayışın kazanılması, kendiliğindenci ideolojiye karşı başarı
kazanmakla mümkündür. Bizi geri ye çeken ilerlememizi önleyen geçmişte sol
şimdi sağcı kendiliğindenciliği alt etmeden ileriye yürümemiz mümkün değildir.
Kendiliğindenciliğin yozlaştırıcı, çürütücü etkisinin kırılması ancak atılımcı
bir ruhla, bu berbat hastalığın ve onun belirtilerinin iyi tanınıp
giderilmesiyle mümkündür. Kendiliğindencilik, bizdedir. Falanca pratiğimizde,
falanca organ toplantısında, fiilen siyasi olay karşısındaki tavırsızlığımızdadır.
Dolayısıyla, kendiliğindenciliğe karşı ideolojik mücadele, soyut düşünce planın
da ele alınmamalıdır. Kendi çalışmamızda, önderliğin faaliyetinde, örgütümüzün
faaliyetlerinde nelerin kendiliğindenciliği gösterdiğini tespit etmeli,
somutlaştırmalıyız. Sonraki faaliyetlerimizde, ayni hataları tekrarlamama
anlayışını hayata geçirmemiz, bu somutlaştırmayla sıkı sıkıya bağlı olacaktır.
Siyasette pratiksizliği, kuyrukçuluğu, kayıtsızlığı vb. örgütsel çalışmada
gevşekliği, hantallığı, pasifizmi vb. yok etmemiz, hep doğru siyasi mücadele ve
önderlik anlayışını kazanma ve hatalarımızın ideolojik köklerini kurutma
çabasıyla birleştirilmeli, bu anlayışla ele alınmalıdır. Düzeltme hareketinin
tayin edici noktalarının başında bu gelmelidir.
Siyasi mücadele ve önderlik
anlayışımızdaki hatalar, sendikalar, kadın sorunu vb. gibi özgül
siyasetlerimizin tespit edilmeyişi sonucuna da varmaktadır. Bu eksiklerin
giderilmesi, bu ihtiyacın hissedilmesi ile pratik faaliyetlerimizin karşımıza
çıkardığı sorunların çözülmesinin sonuçlarının çözülmesiyle ilgilidir. Bunu
görmeyen ve hissedemeyenler elbette giderilmesinin önemini kavrayıp, bu yolda
adım atamazlar. Bunun gibi, çeşitli siyasetlerimizin pratiğe uygulanacak,
hareketimize günlük faaliyetimizde yön verecek düzeyde geliştirilmesi ve
somutlaştırılması da doğru siyasi mücadele ve önderlik anlayışının sonucu
olabilir.
Mücadele çeşitli ihtiyaçları
doğurur. Bunların giderilmesi ve yeni oluşan ihtiyaçlara göre özel
örgütlenmeler yaratılması önemlidir. Bu ise kadroların tanınmasını ve
görevlendirilmesini gerektirir.
Çeşitli maddi olanakların ve
düzenli gelirin zayıflığı, çeşitli görevlerin yerine getirilmesinde büyük
aksaklıklar ortaya çıkarmaktadır. Bu durum maddi olanakların artırılması
göreviyle, örgütümüzü karşı karşıya bırakmıştır. Merkezi ve mahalli
ihtiyaçlarımızın karşılanabilmesi için, gerek hakim sınıflardan sağlama,
gerekse de kitlelerden maddi destek sağlama işine daha sıkı sarılmamızı
gerektirmektedir. Bu da kadroların görevlendirilip, seferber edilmesini çeşitli
işlerin ve yardım kampanyalarının örgütlenmesini gerektirmektedir. Düzenli
maddi gelir için aidatların sürekli toplanması yanında düzenli gelir getiren
bazı faaliyetlere girişilmesi gereklidir. Olanaklar ölçüsünde bu görev
gerçekleştirilmeli, uygun görevlendirmeler yapılmalıdır.
Uygun görevlendirmeler konusunda
rapor sisteminin rolü de bilinmelidir. Kadrolar ve organların başarı ve
başarısızlıklarının değerlendirilmesinin süreklilik kazanması böyle bir
sistemle gerçekleşir. Bu bakımdan da rapor sisteminin yerleştirilmesi büyük
önem taşımaktadır.
Uygun görevlendirmeler üstlenilen
ve gerçekleştirilen görevin niteliği ile de ilgilidir. Bu bakımdan bölgesel
organların ve alt örgütlerin inisiyatiflerinin geliştirilmesi konumuzla
ilgilidir. Örgütümüzde, merkezi önderlik ve üst organlar alt organların
görevlerinin bir bölümünü üstlenmişlerdir. Bu durum, hem önemli görevlerin
yerine getirilmesinde olumsuzluk yaratmakta, hem de alt organların
inisiyatiflerinin gelişmesini önlemekte ve faaliyet alanlarını sınırlamaktadır.
Uygulamayla ilgili genel bir bakış açısı sunulduktan ve yol gösterildikten
sonra, alt organlara uygulamada mümkün olduğunca geniş inisiyatif tanımak, bu
anlamda adem-i merkeziyetçi davranmak gereklidir, böyle bir davranış kadroları
geliştirir, onların yaratıcılığını harekete geçirir, tecrübelerini artırır. Bu
bakımdan ve örgütün görevlerini daha iyi gerçekleştirilmesi, daha sağlıklı
işleyebilmesi açısından alt organların inisiyatiflerini geliştirmeleri, önder
nitelik kazanmaları için gereklidir.
Önderlik sorununun bir diğer yanı
sağlam bir denetim örgütlenmesi ve uygulanmasıdır. Örgütümüz bu bakımdan da
zayıflıklar taşımaktadır. Denetimin alttan ve üstten olmak üzere iki biçimde
gerçekleştirilemediğini belirtelim.
Denetim sorununda, üstten
denetimin en önemli aracı olan rapor sistemi sistemleştirilmeli ve
geliştirilmelidir. Raporlar düzenli aralıklarla hazırlanmalı, örgütün
faaliyetleri durumu, düşünceleri hakkında fikir vermelidir. Raporların bir'
formalitenin gerçekleştirilmesinden çok öte anlam taşıdığı örgütsel faaliyetin
önemli bir unsuru olduğu kavranıldığında, nitelik olarak da geliştirilmesi
kaçınılmazdır. Raporlar ciddi bir değerlendirilmeye tabi tutulmalı ve
raporlarla ilgili düşünce ve eleştiriler, alt organlara mutlaka iletilmelidir.
Böylece eksiklerin giderilmesi
Ve denetimin rayına oturması
mümkün olur. Ancak, üstten denetimde sadece raporlarla yetinmek doğru değildir.
Doğrudan bilgi alınması ve gerçek durumla raporlardaki bilgilerin
karşılaştırılıp objektif sonuçlara varılabilmesi amacıyla üst organlar zaman
zaman alt organları bizzat ve alt organlarına, kitlelere danışarak denetlenmeli
faaliyetlerini doğrudan gözlemlemelidirler. Bu tür bir denetim algısal bilgiye
dayanır, bürokratizmi önler.
Alttan denetimle ilgili olarak
ise, rapor sisteminin taşıdığı önemi belirtmek gerekir. Alt örgütler raporlarda
eleştirilerini belirtecekler ve üstten cevap isteyeceklerdir. Bu da alttan
denetimin önemli bir öğesidir. Bunun yanında üst organları eleştiri anlayışı da
teşvik edilmelidir. Bundan başka, alt kademelere fikir danışmanın
geliştirilmesi ve örgüt içinde demokrasinin işletilmesi alttan denetimi
geliştirecektir. Alttan de netim kitlelerin örgütü denetlemesiyle ilgili olarak
da geçerlidir. Kitlelerin eleştirilerinin ve düşüncelerinin teşvik edilmesi ve
toplanması, kitlelerin nabzını elde tutmada ve hatalarımızı görmede önemli bir
etkendir.
Denetim disiplinle el ele
gitmelidir. Hatalara olumlu ve düzeltici bir yaklaşımda bulunulmalı ancak
disiplinin ihlaline izin verilmemeli gerektiğinde disiplin kuralları
işletilerek cezalandırılmalar yapılmalıdır. Proletarya partisinin ayırıcı
özelliklerinden birisi olan disiplinden vazgeçmek devrimden vazgeçmeye eşittir.
Örgütümüz içinde disiplin geliştirilmeli ve sağlamlaştırılmalıdır. Bu
önümüzdeki dönemde daha büyük önem taşımaktadır.
Demokrasi de sağlıklı bir denetim
için zorunļu şarttır. Bu alanda örgütümüzün disiplinde olduğu kadar demokrasi
alanında da ciddi hatalar mevcuttur. Demokrasinin işlerlik kazanması,
örgütümüzün gelişmesi ve önderlik görevlerini yerine getirmesi bakımından
hayati önemdedir
Komünist Hareket Hata ve Zaaflarını Aşarak Gelişip
Güçlenir
Hatalarımızı aşma mücadelesini yürütürken içinde
bulunduğumuz iç ve uluslararası koşulların elverişsiz olduğunu belirtmiştik. Bu
durum, hatalarımızı aşma mücadelemizin ve bu elverişsizlikler ortamında
gerçekleşeceğini göstermekteydi. Bu gerçek, mücadelemizde kararlı ve disiplinli
olmayı daha da zorunlu kılmaktadır. Mevcut hatalarımız, uzun vadede oluşmuş ve
yerleşmiştir, dolayısıyla giderilmesi de öyle kolay olmayacak, nispeten uzun
bir süreyi kapsayacaktır.
Hatalarımızın varlığını belirtmekten öteye birşey
yapmamak, yakınma ile yetinmek hatalarımızın korunmasına hizmet etmekten başka
ise yaramaz. Bu yüzden zamanında bilince çıkardığımız ölçüde hatalarımızı kabul
etmeli fakat onları giderebileceğimize inanç besleyerek bu doğrultuda hareket
etmeliyiz. Hatalarımızı sihirli değneğin temasıyla giderilemeyeceğinin
bilinciyle hareket etmeli, gelişme yönünü dikkat almalı korunan hataların
azimle üzerine gitmeliyiz. Bu konuda umutsuzluğa örgüte güvensizliğe yer
yoktur.
Genç ve tecrübesiz hareketlerin hataya düşmeleri
kaçınılmazdır. N Nitekim 1972 Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan TKP-ML
Hareketi de genç ve tecrübesizliği nedeniyle doğuş koşullarında önemli hatalar
işlemiş. Tüm bunlar herşeyden önce Marksist bilgi teorisinin gelişimine
uygundur. Hiçbir hareket mükemmel bir biçimde doğmaz mükemmel hale gelinceye
dek bir dizi yanlışa düşmesi ve bunları düzeltmesi kaçınılmazdır. Haliyle
Hareketimizin doğuşu ve gelişimide bu aynı yolu izlemiştir. M-L kavrayışının
sığlığı, deney ve tecrübe eksikli, doğduğu koşulların olumsuz etkisi önemli
hatalar işlemesine neden olmuştur. Fakat bünyesinde bütün bu olumsuzlukları
giderici potansiyeli taşıyordu. Önemli olan bu hata ve yetmezliklere karşı
müdahale ederek bu olumsuzlukları hızla bünyemizde temizlemekti. Hareketimiz
bugüne dek önemli bir bilgi ve deneyim birikimi yaratmıştır. Bu çok önemli bir
unsurdur. Hareketimizin komünist niteliğini dinamiklerinin varlığını da dikkate
aldığımızda hatalarımızı atmamız için iç etkenlerin yeterli olduğu sonucuna
varılır. Hareketimiz 76’da başlatmış olduğu tartışma kampanyasıyla, çektiği
sancıyı aşmak istiyordu. Bu sancı sağlığa kavuşmanın işaret ve özlemini içinde
taşımaktaydı. Bünyemiz sancıdan acı duymaktaydı ama hastalığımız yok edip
sağlığa kavuşacağımız kesindi. Buna inancımız ve güvenimiz tamdı.
Daha önce belirttiğimiz gibi, temel hastalığımız,
örgütümüzün belirli parçalarına özgü değildir. Tüm bünyeye özgüdür. Dolayısıyla
düzeltmenin tüm örgütte gerçekleştirilmesi gereklidir. Ancak bu düzeltmenin
önderlik organından itibaren başlaması ve alt organlara kadar uzaması
zorunludur. Önderlik organın tayin edici rolü ve bu düzeltmeye de yol gösterme,
önderlik etme yükümlülüğünde olması bunu daha da zorunlu kılmaktadır. Bugün
hareketimizin önder organı, sınıf mücadelesinin üzerine yüklediği görevlerin
bir çoğunu maddi gücü bakımından yerine getiremez durumdadır. Gücünü biryana
teksif ettiğinde, diğer önderlik görevleri açıkta kalmakta, yerine
getirememekte, en azından aksamaktadır. Bu durum önderlik konusundaki yanlış
anlayışın, kendiliğindenci çalışma tarzının sonucudur. Bundan dolayı önderlik
gerek iş bölümü açısından, gerekse sayı bakımından yetersiz düzeydedir. Bu
yükleriyle ve çalışma tarzıyla, atılım yapması bir yana, alışılmış görevlerini
dahi yerine getirecek durumda değildir.
Önderliğin düzeltilmesinde, çıkış noktası doğru
anlayışın yerleştirilip kendiliğindenciliğin yıkılmasıdır. Ancak bu çalışma
tarzının düzeltilmesi ve buna uygun örgütsel tedbirlerle birleştirilmediğinde
sonuçsuz kalır. Bu konuda örgütümüzün çalışma tarzının düzeltilmesi için
gerekli genel tedbirlere ek olarak şu özel tedbirler alınmalıdır.
Önderlik genişletilmeli ve üye sayısı sınıf
mücadelesinin görevlerini yerine getirmek için yeterli, fakat gizlilik
koşullarında hantal olmayacak bir miktara çıkartılmalıdır. Önderlik içinde,
siyasal görevler ve örgütsel görevler arasında bir ihtisaslaşma sağlanmalıdır.
Kısacası politik büro ve örgüt bürosu oluşturulmalıdır. Bu bürolar kendi
içlerinde düzenli faaliyet sürdürürken, belli aralıklarla bir araya gelerek
siyasi ve örgütsel konuları ortaklaşa görüşmelidirler. Önderlik, üzerindeki
gereksiz yükleri atmalı, bazı ayrıntılı işleri alt organlara veya özel görev
birimlerine bırakmalıdır. Yine önderlik kendi ideolojik - siyasi görevlerine
yardımcı olabilecek kadroları seferber ederek onların enerjisinden
yararlanabilmeli. Bu, çeşitli görevlendirmeler şeklinde olabileceği gibi, ek
görevler biçiminde de olabilir.
Örgütümüz bütününde önderliğin başlıca üç unsuru olan
fikir oluşturma, uygun görevlendirmeler ve denetim konusunda köklü hatalar,
yetersizlik mevcuttur. Fikir oluşturma konusunda, var olan anlayışlar
yüzeysellik, savsaklama, sorunu görmezde gelme gibi tutumlarda kendisini
göstermektedir. Bunların terkedilmesi sorunların derinliğine ve yeterli biçimde
ele alınması zorunludur. Bu anlayışın yerleşmesi, ancak çalışma tarzında buna
uygun değişikliklerle ve eğitimle mümkündür. Eğitim için, kadrolara hitap eden,
çeşitli konularda. onlara yol gösteren, örgüt içindeki tecrübeler özetleyip,
genelleştiren, tecrübe alışverişini sağlayan bir yayın organı önemli bir
araçtır. Bunu örgütlenmesi gereklidir. Bunun yanında, organlar kendi eğitimleri
için yeterli zaman ayrılmalıdır.
Fikir oluşturma konusunda organ toplantıları büyük yer
tutmaktadır. Toplantılara genellikle hazırlıksız gelinmekte gündem önceden
tespit edilmemekte ve toplantı süresi kısa tutulmaktadır. Tabii bu durumda
fikir oluşturmanın koşulları olumsuz yönde etkilenmemektedir. Toplantılarda
sorunların ayrıntılarının öne çıkarılması çokça görülmektedir. Toplantıların
gündeminin önce den saptanması, toplantılara hazırlanılması ve sürecin yeterli
uzunlukta olması gereklidir. Eğitimin, düzenli aralıklarla eleştiri - özeleştirini
yerleştirilmesi de büyük öneme sahiptir.
Fikir oluşturma konusunda, siyasi gelişmelerin ve
çeşitli sınıfların görüşlerini yansıtan yayınların sürekli izlenmesi önder
unsurlar için büyük öneme sahiptir. Bunun yanında az sonra daha fazla
değineceğimiz, raporlar da, titiz bir gözlemci ve eleştirici olmayı gerekli
kılan bölümlerin is bir biçimde ele alınması büyük önem taşımaktadır. Fikir
oluşturmada kolektif çalışma, alt kadrolara ve kitlelere fikir danışma,
eleştirinin geliştirilmesi araştırma inceleme çok büyük yer tu maktadır. Burada
özellikle, kitlelerin ve kadroların fikirlerinin toplanması ve inceleme
araştırmayı belirtmeliyiz, “kitlelerden kitlelere” ilkesi burada somutlaşır,
"araştırma yapmayanın söz yoktur" gerçeği buradan gelir.
Fikir oluşturma, görevlerin doğru tespitini, planlar,
programlar hazırlanmasını da içerir. Bu konuda önemli sorunlarla, tali sorunlar
arasında ayrım yapılmalı, dikkat, önemli sorunlar üzerinde
yoğunlaştırılmalıdır. Bunun dışında belli bir sorunda veya anda merkezi görev tespit
edilmeli, diğer görevlerle bu görev arasındaki ilişki ortaya konmalı, tüm
faaliyet merkezi görevin gerçekleştirilmesi bakış açısıyla yönlendirilmelidir.
Yoksa, ayrıntılar denizinde boğulmak, tali sorunları öne çıkarmak ve yorgun
fakat başarısız bir savaşçı durumuna düşmek kaçınılmazdır. Örgüt önderleri
sorunlara kuşbakışı bakabilmeli ve onlara hakim olabilmelidirler.
Örgütsel çalışma genişliğine veya yaygın çalışma ve
derinliğine çalışma olarak iki biçimde ele alınmalıdır. Genişliğine çalışma
gereklidir, Bu olmadan geniş kitlelerin mücadelesini kucaklamak mümkün
değildir. Ancak genişliğine çalışma derinlemesine gelişmeyi önder unsurların
yetişmesini önlüyor, sınırlı güçlerimizi dağıtıyorsa, düzenli ve planlı bir
genişleme yolu tutulmalıdır. Sınıf mücadelesi bakımından daha büyük önemi olan
alanla ve toplum katları içinde çalışma yoğunlaştırılmalıdır. Buralarda -ki
mücadelenin genellikle canlı olduğu alanlar buralardır~ yürütülecek derinliğine
faaliyet atılacak sağlam temel, çok sayıda kadro ortaya çıkaracak ve diğer alan
ara ve toplum katlarına eğilmeyi mümkün kılacaktır. Yoksa, verimsiz bir
çalışmada güç yitirmek, enerjimizi tüketip az ürün ortaya çıkarmak
kaçınılmazdır. İşte, fikir oluşturma bu noktada Ha kendisini gösterir. Tüm
mücadele alanını görüp, doğru değerlendirebilen bir bakış açısıyla öncelik
verilecek alanlar ve görevler tespit edilip, güçler buralarda
yoğunlaştırılmalıdır. Yoksa kör pratiğin ardından sürüklenmek kaçınılmazdır.
Önderlik siyasal olaylar karşısında zamanın tavır
almayı ve halk kitlelerini somut olaylar ve hedeflerden yola çıkarak seferber
etmeyi gerektirir. Örgütün geniş çapta seferber edildiği merkezi kampanyalar,
bunun etkili bir aracıdır. Merkezi kampanyalar örgütün hata ve zaaflarını
aksayan yönlerini ortaya koyar. Bu bakımdan merkezi kampanyalar örgütün pratik
yeteneklerinin ve yaratıcılığının harekete ve sınandığı, çok yönlü eylemleri
kapsayan faaliyet türüdür. Önderlik olarak bugüne dek merkezi kampanyalar
düzenleyip, pratik alanda bu tür eylemleri geliştirmede yetersiz kalındı. Bu
eksikliğimizi önümüzdeki dönemde gider
Uygun görevlendirmeler yapmak, iyi bir örgüt
oluşturmak demektir. Bu ancak doğru bir fikir oluşturmaya dayanabilir. Kişiler
hakkın da objektif değerlendirmeler, görevlerin, Olanakların. ve gücün doğru
tespiti, gereklidir. Güç ve olanaklar sürekli geliştirici bir tarzda ele
alınmalıdır. Bu konuda kadroların iyi tanınması ve tepen tırnağa yeniden gözden
geçirilmesi zorunludur. Olumlu, olumsuz yanları, başarı ve başarısızlıkla
objektif bir değerlendirilmeye gidilmeli, niteliğe ve gelişene önem verilmeli,
yeni ve gelişen unsurlara güvenilmeli fakat ihtiyat elden bira mamalıdır. Kimin
neye elverişli olduğunun tespit edilmesi, kişinin eksiklerinin ve
üstünlüklerinin bilinmesi kadar, görevin hangi özellikleri gerektirdiği de
bilinmelidir. Bunun yanında örgütün devamlılığı esastır. Şu ya da bu şekilde
görev dışında kalan bir unsurun yeri olabildiğince doldurulabilmelidir. Bu da
uygun yedeklerin tespiti ve görevlendirilmesini, eğitilmesini gerektirir
Örgüt, tüm görevleri yerine getirmesi gereken bir
mekanizmadır. Fakat herkesin her
görevi yerine getirmesi ne mümkündür, ne de doğrudur. Herkes bilincine,
tecrübesine, yeteneklerine uygun görevlere getirilmelidir. Bütün görevler bu
anlayışla dağıtılır. Ve makinanın parça arasında uyum yaratılırsa, ortaya iyi
bir çalı çıkar, tüm örgüt makinası verimli çalışır.
Uygun görevlendirmeler, esnekliği
olan, hareketli sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına uygun bir tarzda kendini
geliştirip, yenileyebilen, koşullara uygun davranabilen bir örgütlenmeyi
yaratabilmenin şartıdır. Hiç kuşkusuz bu doğru bir örgüt anlayışından yola
çıkılarak gerçekleştirilir. Önemli olan bu anlayıştan hareketle, böyle bir
örgüt oluşturabilmek için doğru seçim ve görevlendirmeleri yapabilmektedir.
Hantal ve durağan bir örgüt yapısı yanlış anlayışların yanında uygun
görevlendirmeler yapılmayışıyla da bağlantılıdır.
Komünist örgütün hata ve
zaaflarıyla hesaplaşarak gelişip-güçleneceği perspektifine bağlı olarak 1972-76
döneminde politik mücadeleye yaklaşım ve bunun kopmaz bağı içinde önderliğin
durumuna ve hatalarımız ve yetmezliklerimiz üzerinde durduk ve hareketimizin
ideolojik-politik sıçrama yapmasında hata ve zaaflarıyla hesaplaşma içine
girmesinin tayin edici olduğunu ortaya koyarak Kaypakkaya yoldaşın ortaya koymuş
olduğu platformu hata ve zarflarında arındırarak derinleştirdik ve Kaypakkaya
yoldaşın ve TKP-ML Hareketin gerçek savunucusu ve temsilci olduğunu ortaya
koyduk.
Hareketimiz bununla da yetinmedi
ve işkencede Kaypakkaya yoldaşın açtığı; ser ver sır verme direniş geleneğinin
sürdürücüsü oldu. Sözde değil özde Kaypakkaya yoldaşı anlayan ve onu dahada
ileriye taşıyan TKP-ML Hareketi, 12 eylül faşist darbesi ve ardından yaşanan
süreçte merkezi olarak örgütsel yapısı açığa çıkmayan Türkiye Kuzey
Kürdistan'da tek örgüt olduğunu tanıtlayarak, İbrahim Kaypakaya‘nın asıl
savunucu ve Onun ilke ve değerlerinin bayraktarı olduğunu ortaya koydu.
Kaypakkaya‘ya sahip çıkma adına bol gürültü koparan ve TKP-ML Hareketini ve
önderliğini „revizyonist, pasifist, tasfiyeci vb.“ sıfatlarla karalayan,,
hareketi kastederek “ bunlar İbrahim'e sahip çıkıyor görüngüsü üzerinde parsa
toplamak, amaçlı sahip çıktığını söyleyip" ardından , " aslında
bunlar İbrahim'i ve kurduğu örgütü inkar ediyorlar “ diyen TKP-ML Partizan cenahı
İbrahim Kaypakkaya yoldaşın ayan beyan ortada durun işkencede kızıl direnme
çizgisini ne ölçüde pratiğe uyguladı ve Kaypakkaya yoldaşın direktiflerini en
azından bu alanda ne ölçüde bayraklaştırdı.
Herşeyden önce sözde Kaypakkaya
sanucusu olunmuyor. Bunun için sözle ile eylemin yani teori ile pratik arasında
uyuma bakmak yerinde olacaktır. Dahası 12 eylül faşist darbesi birçok sorunu
pratik olarak çözdüğü gibi işkencedeki kimin nerde durmasıyla da yani
Kaypakkaya yoldaşın direnişçi çizgisini savunduğu ve pratiğe uyguladığı
sorununu da çözmüş oldu. Kuşku yok ki, sınıfı geçen Kaypakkaya yoldaşın direniş
geleneğini merkezi olarak yukarı kaldıran TKP-ML Hareketi olurken, TKP-ML
Partizan cenahı işkencede Kaypakkaya yoldaşı utandıran pratiğiyle sınıfta
kalmış ve özde değil sözde Kaypakkayacı olduğu tescil edilmişti.
Keskin Kaypakkayacı Geçinen
TKP-ML Partizan Cenahı İşkenceye Düşen Her Devrimciye Yol Gösteren Kaypakkaya
Yoldaşın " Ser Verip Sır Vermeme "Direniş Geleneğini Yaşatamadı..!
Bir komünist örgüt ve o örgütün
önderleri ideolojik-politik ve örgütsel alanlarda olduğu gibi işkence
tezgahlarında örnek komünist tutum takınmakla yükümlüdür. Dahası komünist bir
örgütü ve bu örgütün önderleri, düşman karşısında eğilip bükülmez iradesiyle de
komünist olduklarını poliste göstermelidir. Komünist bir örgüt ve Onun
önderliği düşman karşısında görülmemiş bir cesaret ve dayanma azmine sahip
olduğunu iş başa düştüğünde pratikte tanıtlamalıdır.
Tıpkı komünist önderimiz
Kaypakkaya yoldaşın şu sözleriyle sorgucuları nasıl top ateşine tuttuğu ve
komünist bir önder olarak işkence tezgahlarında devrimci proletaryanın gücünü
ve yenilmezliğini ispatladığı gibi: "Esasen biz komünist devrimciler,
prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiç bir yerde gizlemeyiz.
Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içinde bizimle çalışan arkadaşlarımız ve
örgüt içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız.
Kişisel sorumluluğum açısından gerekeni zaten söylemiş bulunuyorum. Ben buraya
kadar anlattıklarımı samimiyetle inandığım Marksist-Leninist düşünce uğruna
yaptım. Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze
alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım. Neticede yakalandım.
Asla pişman değilim. Bir gün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde
çalışacağım." ( İbrahim Kaypakkaya'nın Sorgusundan)
Şüphesiz ki sınıf mücadelesinin
en zor geçitlerinden olan işkencede, proletaryaya, örgüte, halka devrime ve
sosyalizme bağlı kalmak, komünist devrimci bir çizgide direniş bayrağını yükseltmek
tüm komünist devrimcilerin görevidir. Ama en başta da komünist önderlerin
görevidir. Bir komünist önder, işkencede de örnek olmakla yükümlüdür. Bu önder
olmanın gereğidir. Eğer bir komünist önder, komünist militanların ortalama
tutumundan daha ileri ve örnek tutum takınmıyorsa, bu önderlik açısından bir
zaaf demektir.
Aslında komple önderlik
özelliklerini kendisinde toplamış ve örnek alacağımız komünist önder tipi,
Kaypakkkaya yoldaştır. Bu perspektif ışığında Kaypakkayacı geçinen ve her 18
Mayısta üzerine methiyeler düzen TKP-ML Partizan geleneğinin işkencede
Kaypakayacı"ser verip sır vermeme“ geleneğine ne kadar bağlı kaldığını
değerlendireceğiz
KİM KAYPAKKAYA YOLDAŞI SÖZDE
DEĞİL ÖZDE SAVUNARAK İŞKENCEDE DİRENİŞ GELENEĞİNİ BAYRAKLAŞTIRDI..!
Bir örgütün komünist olup
olmamasının tek kıstası elbette işkencede direnmek değildir. Ama biliyoruz ki
he komünist örgüt her komünist örgüt işkence de direnmekle yükümlüdür. Buradan
hareket ettiğimizde bir dönemler İbrahim Kaypakkaya'nın mirasçısı olduğunu iddia
eden Partizan cenahı işkencede Kaypakkaya yoldaşın direnişi geleneği neden
yaşatamadı.
Elbette İbrahim Kaypakkaya
yoldaşı anmak- anlamak, aşmak, savunmak sözde görüşlerini papağan gibi
yinelemekte değil Onun M-L perspektifini kavrayıp, bunun gereklerine uygun
hareket etmek etmekten geçiyor. Kaypakkaya yoldaşın işkencede direnişi davaya
kendisini adamasının yanında, savunmuş olduğu komünist görüşlere derinliğinden
inancı, davaya sınırsız adanmışlığı, kısacası komünist düşüncelerin düşmanla
teke tek savaşta da milyonlarca işçi ve emekçinin temsilcisi olarak meşale
olmaktı.
İşkencede eğilip bükülmez bir
iradeye ortaya koyan komünist önder Kaypakkaya yoldaşın işkencede 3.5 ay süren
Ser verip sır vermeme direniş çizgisini, Partizan cenahı neden yaşatamadı. Hemen
her sorunda KK’ye ve Hareketimize yalan-yanlış, haksız ve aymazlıkta sınır
tanımaz gözü kapalı saldırı ve kara çalma içinde olan Partizan cenahı, kendi
olumsuzlukları ve hatalarıyla hesaplaşma yerine her olumsuzluğu hareketimizin
üzerine yıkmaya çalıştı. Hareketimizin sol oportünist hata ve yetmezliklerinin
kefareti olan Partizan Kaypakkaya yoldaşın görüşlerinin takipçisi olduğu
görüntüsü vermeye çalıştı. Ama Partizan cenahının Kaypakkaya yoldaşa sahip
çıkması bilimsel değil duygusaldı.
Haliyle geçmişi değerlendirme de
bilimsellikten uzak duygusal yaklaşımlar, Kaypakkaya yoldaşın Marksist-Leninist
sistematiğini anlamama, faşizme ve burjuvaziye karşı sınıf kinini her cephede
savaş baltası olarak kullanamama, kendini herşeyden önemli gören bencil ve bireyciliğe
teslim olma hali işkencede kişilerin iç hesaplaşmasında kendini feda etmekten
ırak tutum içine girerek, düşmanın dayatması karşısında direnememe yada ifade
vererek boyun eğme yolunu seçtiklerini biliyoruz . Türkiye devrimci hareketi
açısından işkencede örgütü ve yoldaşları hakkında tek söz etmeden yanı ifade
vermeden direniş tohumunu 29 Ocak 1973 yılında yakalanıp Diyarbakır
işkencehanelerin de tam 3.5 ay “ parçalasanız da konuşmayacağım“ diyerek
kendisinden sonrakilere direnme yolunu gösteren ve 18 Mayıs 1973 yılında
katledilen İbrahim Kaypakkaya yoldaş olmuştur.
Haliyle Kaypakkaya yoldaşın
mirasçı olarak ortaya çıkan örgüt yada örgütler açısından önsel olarak düşmanla
işkencede teke tek tutuşulan iki sınıfın burjuvazi ve proletaryanın
temsilcilerinin sıcak mücadele alanında çıplakça yürüyen mücadelede
yanıtlanması gereken önemli bir sorunlardan birisi de Partizan cenahının
işkencede neden, sır verip sır vermeme direnişini sağlam bir zeminde öremediği
ve neden Kaypakkaya yoldaşın ser ver sır verme geleneğini sürdüremediğinin
yanıtlanmasıdır .
İŞKENCEDE DİRENMEK İLKESEL BİR
TUTUMDUR
Faşizm her dönem devrimin
gelişimini önlemek ve halk hareketinin önünü kesmek için devletin bekçiliğini
yapan siyasi polis saldırılarını artırarak, gözaltına alınan devrimcilere yoğun
işkenceler yaparak öncü devrimcileri etkisiz kılma ve örgütlü savaşımın
devrimci bir zeminde gelişiminin yolu kapatmak için yoğun çaba gösterir. Kuşku
yok ki bunların başında zorun açık ifadesi olan işkence gelir. O halde yılların
deneyim ve tecrübesi ışığında işkencede düşmanın taktikleri ve metotlarını,
buna karşı işkencede direnişçinin yerine getirmesi gereken devrimci görevlerin
neler olduğuna dair hem teorik çözümler ve hem de pratik duruş bakımından
birçok olumlu örnekler yaşanmıştır.
Hem dünya komünist hareketinin,
hem TKP-ML Hareketinin ve hem de devrimci hareketin deney ve tecrübeleri
ışığında işkencede burjuvazinin kullandığı yöntemler ve buna karşı devrimci ve
komünistlerin nasıl davranmaları gerektiği üzerine yaşanmışlıkların imbiğinde
süzülüp gelmiş olan yüzlerce işkencede direniş ve ilkesel tutum üzerine
örnekler yaşanmıştır.
Burjuvazi ve onun ‘işkenceci’
maşaları, emperyalizm çağında bilimin de alet edildiği özel bir ‘uzmanlık’
alanı haline getirdikleri akıl almaz işkence yöntemlere başvurarak
muhataplarını fiziken ve ruhsal olarak çökertmeyi hedefler. İşkencecilerin
öncelikli amacı, olabildiğince hızlı bir biçimde olabildiğince çok sayıda
“rejim düşmanını” ele geçirerek sisteme muhalif
örgütlenmeleri çözmek ve
çökertmektir. Fakat bu ‘öncelikli amacın’ gerisinde de, burjuvazinin gücü ve
iktidarının karşısında durulamayacağı düşüncesini yerleştirme stratejik amacı
yatar.
Emeğin ve insanlığın kurtuluşu
uğruna yürüttükleri kavga nedeniyle o işkence tezgahına düşen komünistler ve devrimcilerin
görevi ise, bu irade savaşında diz çökmemektir. Temsil ettikleri proleter
sınıfa, onun kolektif değerleri ve tarihsel misyonuna leke düşürmeyen bir duruş
sergilemektir. Bir komünistin ya da devrimcinin işkence karşısındaki duruşu,
aslında öncesinde şekillenir. Onun bir devrimci ve komünist olarak hayatla,
devrim ve sosyalizm davasının görev ve sorumluluklarıyla kurduğu ilişkinin
kapsam ve derinliği, en önemlisi de içtenliği, çatışmanın bu anı ve alanında
nasıl bir duruş sahibi olacağının ipuçlarını da içinde taşır. Dışarıda,
inandıklarının hakkını vererek buna uygun yaşayan birisi, işkenceciler
karşısında da o idealleri ölümüne korur. O nedenle işkencede direniş ya da
çözülme, gerçekte dışarda başlar, işkence odalarında açığa çıkıp somutlanır.
İşkencede direnemeyen bir
devrimcilik eksiktir, kusurludur; çözülmenin boyutları, verdiği zararların
büyüklüğü ölçüsünde devrimcilik iddiasının dışına düşmüştür. Hiçbir “insani”
yaklaşım, “anlayış” ya da “mazeret” teorisi bu gerçeği değiştiremez.
Haliyle burjuvazinin
işkencelerine direniş sorunu, sınıf mücadelesinin en ön saflarında yer alan
başta komünistler olmak üzere, anti-faşist, devrimcilerin ve ulusal
kurtuluşçuların sıcak gündeminde sürekli yer alan ve yer alması gereken hayati
bir sorundur. Kavganın yakıcı sıcaklığında yer alan militan unsurlar her an
karşı karşıya oldukları bu
duruma kendilerini hazırlamalı ve
yüzlerce olguyu içinde barındıran sorgu sürecini başarıyla tamamlamak için
gerekli bilinçle donatılmalıdır.
Demek ki her komünist ve devrimci İşkencede ifade
vermeyerek, direnmek zorundadır. Kendisine komünistim diyen ve proletarya ve
emekçi yığınları örgütleyip devrime seferber etmeyi amaç edinen bir örgüt
düşmanla mücadele alanlarının başında gelen işkencede direnişte ser verip sır
vermeme çizgisine uygun hareket etmekle yükümlüdür.
İşkence tezgahlarında örnek komünist tutum söz konusu
olduğunda, ilk akla gelen kişidir İbrahim Kaypakkaya’dır. O, düşman karşısında
eğilip bükülmez iradesiyle de komünist bir önder olduğunu gösterdi. O, proleter
kahramanlık örneğiyle, ülkemizde komünist devrimci direnişin çığırını açtı.
İbrahim Kaypakkaya, bugün de, gıpta ettiğimiz eğilmez komünist devrimci
iradesiyle özellikle işkence tezgahlarındaki tutumuyla devleşen bir önder
tipidir. O, komünist bir önder olarak düşman karşısında görülmemiş bir cesaret
ve dayanma azmine sahip olduğunu gösterdi. Stalin'in "dağ kartalı"
benzetmesi, İbrahim'i de en iyi anlatan sözcüktür. Bu "Dağ Kartalı",
şu sözleriyle sorgucularını top ateşine tutuyor, bir komünist önder olarak işkence
tezgahlarında da devrimci proletaryanın gücünü ve yenilmezliğini ispatlıyordu:
" Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak
siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiç bir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel
faaliyetlerimizi, örgüt içinde bizimle çalışan arkadaşlarımız ve örgüt
içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız. Kişisel
sorumluluğum açısından gerekeni zaten söylemiş bulunuyorum. Ben buraya kadar
anlattıklarımı samimiyetle inandığım Marksist-Leninist düşünce uğruna yaptım.
Ve sonuçtan asla pişman değilim. Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak
ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım. Neticede yakalandım. Asla
pişman değilim. Bir gün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde
çalışacağım." ( İbrahim Kaypakkaya'nın Sorgusundan )
İK, 12 Mart faşizminin işkenceci cellatlarına karşı
yürüttüğü boyun eğmez mücadeleyle, devrimcilere ve komünistlere silinmez bir
proleter yiğitlik mirası devretti. Bu gelenek, o günden beri elde güçlü bir
silah olarak korunarak, sınıf mücadelesi içinde devam ettirildi, devam
ettirilecektir. Ama O'nun, bize emanet ettiği miras bu kadarla sınırlı
değildir. O'nun sadece bu yönünü yüceltmek, onu sadece bu çerçeve içinde kabul
etmek, Kaypakkaya'nın mirasının niteliğini anlamamaktır.
Kaypakkaya'nın işkencedeki proleter kahramanlık örneği
tutumu, bir sınıf tavrının ifadesidir ve birbirini tamamlayan militan bir
direnişçilikle, Marksist-Leninist çizgiyle bağlıdır. İK'nın işkencedeki soylu
tavrı, ancak sınıf mücadelesinin çeşitli yönleri ve aşamalarında ortaya koyduğu
diğer tavırlarla bütünlükle bir şekilde ele alındığında gerçek anlamını bulur.
Ve O'nu komünist önder olarak asıl yücelten de budur. Şüphesiz sınıf
mücadelesinin en zor geçitlerinden olan işkencede, proletaryaya, örgüte, halka
devrime ve sosyalizme bağlı kalmak, komünist devrimci bir çizgide direniş
bayrağını yükseltmek tüm komünist devrimcilerin görevidir. Ama en başta da
komünist önderlerin görevidir. Bir komünist önder, işkencede de örnek olmak
zorundadır. Bu önder olmanın gereğidir. Eğer bir komünist önder, komünist
militanların ortalama tutumundan daha ileri ve örnek tutum takınmıyorsa, bu
önderlik açısından bir zaaftır.
Türkiye devrimci ve komünist hareketi önder ve militan
kadroları, işkencede İK'nın kızıl direniş çizgisini kendilerine düstur
almışlardır. Ve binlerce devrimci ve komünist militanın direnişinde İK yoldaş
hep örnek olmuştur. Köksüz ağacın kuruduğu gibi, İK'yı reddederek ağacı köksüz
bırakanlar yad Kaypakkaya yoldaşın M-L çizgisini özümsemeyip ona donmuş dogmatikçe
bilimsellikten uzak duygusallıkla bakanların başlarına neler geleceğini bilerek
hareket etmelidirler. Dün olduğu gibi, bugün de İK işkencede direnişte örnek
önder tipi olmaya devam ediyor.
KESKİN KAYPAKKAYACI GEÇİNEN PARTİZAN ÖNDERLİĞİ NEDEN
İŞKENCEDE SER VERİP SIR VERMEME DİRENİŞİNİ BAYRAKLAŞTIRAMADI ?
Her 18 Mayısta Partizan geleneği Kaypakkaya yoldaşın
çizgisine ne kadar bağlı oldukları ve ne kadar onun devamcısı olduklarını
yineleyip duruyorlar. Bolşevik Partizandan MKP’ye, Özgür Gelecekten Yeni
Demokrasiye kadar uzanan Partizan cenahı- Bolşevik partizanı diğer akımlardan
farklı tutmak gerekiyor- Kaypakkaya yoldaşın işkencede “ ser verip sır vermeme
” geleneğini ne kadar sahip çıkıp yaşattıklarına dair pek bir değerlendirme
yapmayarak, konunun üzerinde atlanıyor yada yumuşak karınları olması nedeniyle
bu sorun görmezden geliniyor. Bu cenahta bazı kesimler “işkencede direnmek
komünist olmanın tek kıstası olamaz “ diyerek işkencedeki olumsuzluk bir yerde
kutlanmaya çalışılarak, her komünist örgüt ve kişinin işkencede direnmekle
yükümlü olduğu-olacağı unutturulmaya çalışılıyor.
Kaypakkaya yoldaşın işkencede ölümü hiçe sayan
direnişi, onun komünist düşüncelerinin toplamının doruğu olarak ele
alınmalıdır. Kaypakkaya yoldaşın işkencede direnişini düşmanla tutuşmuş olduğu
kıran kırana süren iki sınıfın savaşımı olarak görme yerine başkalarında
işkence direndi diyerek komünist direnişin karşısına dikmek, aslında kendi
olumsuzluğunu hafifletme amacı taşıdığını söylemek hiçte yanlış olmayacaktır.
TKP-ML/Partizan örgütü işkencede tutum söz konusu
olduğunda, diğer devrimci akımlardan farklı bir yere koyup değerlendirmek
gerekiyor. Çünkü diğer devrimci örgütlerin 12 Mart ve ardından yaşanan süreçte
Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan TKP-ML Hareketinin işkencedeki tutumu
diğer devrimci akımlardan farklıydı. Buradan olarak Kaypakkaya yoldaşın
Diyarbakır işkencehanelerin de ölümü hiçe sayarak kaldırdığı kızıl direniş
bayrağı, yani “ser ver sır verme” tutumu devrimci ve komünistler için güçlü bir
mirastı. 1973’en sonra coğrafyamızda işkenceye düşen her devrimciye yol
gösteren Kaypakkaya yoldaşın “ser ver sır verme” tutumu olmuştur. Kaypakkaya
yoldaşın işkencede direnerek katledilmesi artık Türkiye ve Kuzey Kürdistan da
devrimci ve komünistlerin işkencede nasıl davranmaları gerekli olduğunu,
tartışılmaz netlik içinde ortaya koydu. İşkencede ilke ser verip sır
vermemektir.
Nitekim Kaypakkaya yoldaşın pratiği bu gerçeği
sağa-sola çekilerek sulandırılmayacak netlikte ortaya koymuştu. İşkencede
direniş çıtası belirlenmişti; düşmanı işkence yaptıkları inlerinde yenmek ve
devrim ve sosyalizm ideallerini bayraklaştırmak. Bunun dışında başka bir tutum
asla kabul edilemezdi. Zaten TKP-ML Hareketini işkencede diğer akımlar da
ayıran ana noktalardan biriside işkencede ser verip sır vermeyerek ölümü yere
çalan proleter devrimci tutumdu.
İşte İbrahim Kaypakkaya yoldaş 21 Nisan 1973 tarihli
işkenceli sorgu tutanağında faşizmin işkencehanelerin de devrimci ve
komünistlerin nasıl davranmaları gerektiğini, çok derin ve anlaşılması zor
olmayan herkesin anladığı bir pratikle ortaya koyuyordu:
“ Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak
siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiç bir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel
faaliyetlerimizi, örgüt içinde bizimle birlikte çalışan arkadaşlarımızı ve
örgüt içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız,,.
Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi
öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Birgün sizin
elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım,” sözleriyle Türkiye
devrimci tarihine “Ser verip sır vermeyen bir komünist önder ” olarak
geçiyordu.
Komünist önder Kaypakkaya yoldaşın faşist
diktatörlükçe 3.5 ay süren ağır işkencelerin ardında örgütü ve yoldaşları
hakkında konuşmadığı için, vücudunun parça parça kesilerek 18 Mayıs 1973
yılında hunharca katledildiğini biliyoruz. Yine 1973 döneminde TKP-ML Hareketi
davasında gözaltına alınan ağır işkencelere maruz kalmasına karşın işkencede
direnen yoldaşlar olmuştur.
Dahası 1974-1976 yeniden toparlanma sürecinde,
Kaypakkaya yoldaşın hayatı ve devrimci mücadelesi özelliklede işkencede düşmana
açıktan cephe alan tutumunun propagandası Nihat Behram'ın kaleme almış olduğu,
“ İşkencede Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit İbrahim Kaypakkaya “ adlı
biyografi romanında genişçe anlatılmış ve tüm devrimci ve emekçilere, faşizmin
işkencehanelerin de nasıl “ser verip sır vermeme” direnişinin sergileneceği
ortaya konmuştur. Haliyle Nihat Behram’ın kitabı faşizme karşı işkencede
direnişin elkitabı olmuş ve hemen tüm devrimci ve komünistler bu kitabı eğitim
kitabı olarak kullanmışlardır.
Kuşku yok ki o süreçte Kaypakkaya yoldaşı anmak ve
komünist fikirlerini kitlelere taşımak amaçlı makalelerde ve yazılarda sıklıkla
işkencede direnişinin temelinin ideolojik-politik zemin olduğu ortaya konarak,
Kaypakkaya yoldaşın, işkencede ölümü göze alan direnişinin özünün komünizmi
özümleme, örgütüne güven ve emekçi halkların kurtuluşuna olan güçlü inançtan
kopuk ele alınamayacağıydı.
Aynı keza gerek 1976 yılında Hareketimiz saflarında
yaşanan dogmatik TKP/ML-Partizan ayrışmasında Kaypakkaya yoldaşın ortaya koymuş
olduğu görüşlerin donmuş ve değişmez olarak görülemeyeceği komünist
perspektifine bağlı olarak, TKP-ML Hareketi Kaypakkaya yoldaşın ortaya koymuş
olduğu M-L görüşler üzerindeki hata ve yetmezlikleri temizleyerek
derinleştirilmesi çalışması, aynı zamanda Kaypakkaya yoldaşın M-L görüşlerini
derinlemesine kavrayıp, özümleme çalışmasıydı.
Hareketimiz Kaypakkaya yoldaşın işkencedeki direniş
çizgisini kendisine yol gösterici olarak almıştır. Kaypakkaya yoldaşı anmak ve
anlamak, Onun çizdiği M-L hattının özünü yakalayıp, onun görüşlerini hata ve
zaaflardan arındırarak, dogmatizmi ve sübjektif düşünce tarzını aşarak
ilerleyeceğini gerçekliğine bağlı kalarak, olayları ve olguları kendi zemininde
koparmadan ele alıp değerlendirmekle bir anlam ifade ettiği, edeceği gerçeğine
bağlı kalmaktan geçtiğini ortaya koydu ve buradan yürümeye çalıştı.
İşkencede Direniş Teori İle Pratiğin Uyumu, ve
Kaypakkaya Yoldaşın Düşüncelerinin Gerçek Savunucusu ve Geliştiricisi TKP-ML
Hareketi Oldu
İbrahim Kaypakkaya yoldaş dogmatikçe sahip çıktığını
ortaya koyan ve sıklıkla hareketimize yalan-yanlış değerlendirmelerle, yada
temelsiz savlarla saldırıp, karalayan TKP-ML/Partizan cenahı hem ideolojik-
teorik-politik ve örgütsel ilkeler temelinde hem de ayan beyan işkencede
direniş konusunda da Kaypakkaya yoldaşın “işkencede ilke ser ver sır verme”
tutumuna tam tersi, işkencede direnişi bayraklaştırma yerine esasta çözülme pratiği
içinde oldu.
Belki de Türkiye devrimci hareketi içinde devrimcileri
hayal kırıklığına uğratan örgütlerin başında TKP-ML-Partizan örgütü geliyordu.
Çok keskin İbocu geçinen ve İbrahim'in tek savunucusu ve temsilcilerinin
kendilerini olduğunu sıklıkla iddia eden TKP-ML-Partizan örgütü sözde İbocu ama
özde İbonun görüşlerini özümlemekten uzak olduğunu, 12 eylül faşist darbesinin
ardında yaşanan zorlu süreçte açığa serdi.
TKP-ML-Partizan örgütü işkencede bir devrimci ve
komünistin nasıl davranması gerektiğini 1979 Ocak ayında yayınlanan “İKİ LİDER
İKİ ÖRNEK / İbrahim Kaypakkaya ve Doğu Perinçek’in Polis ifadeleri LE-YA
YAYINEVİ “ tarafından yayınlanan kitapta ortaya koymuştu. Bu kitapta okuyoruz:
“ İşkence, hakim sınıfların iktidarlarını sürdürmek
için yüzyıllar boyu halka karşı başvurdukları bir yöntemdir. İşkencenin
«çağdışı» olması boş bir palavradır. Bazılarının iddia ettiği gibi işkence
«çağdışı» değildir. Bugün, bütün adilik ve acizliğiyle; emperyalistlerin ’en
yeni teknik gelişmeleriyle bir uzmanlık kolu haline getirdikleri işkence halâ
yürürlüktedir. Hakim sınıflar işbaşında kaldıkları sürece onlar adi, insanlık
dışı yöntemlere başvurmaktan çekinmeyeceklerdir...
İşkencelere karşı böyle bir tavır takınan devrimciler,
işkencehaneler de de işkencecilere karşı aynı kararlı tavrı takınırlar.
İşkencehaneler de- devrimcileri ayakta tutan güç halka ve proletarya davasına
bağlılık, devrime inançtır. İşkencehaneler kararsız unsurların döküldüğü; bir
kısmının ise sınıf kinlerinin iyice bilendiği bir sınav yeridir. Tarihte
binlerce Marksist-Leninist bu sınavlardan' başarıyla geçmiş, “Ser ver, Sır
verme” Marksist-Leninist ilkesini uygulamışlardır. Hitler’ci faşistlere karşı
Dimitrov; Çekoslavakya’lı komünist Julius Fuçik, Arnavutluk’ lu, Çin’li,
Vietnamlı... binlerce Marksist-Leninist bu sınavdan başarıyla çıkmış,
onların-'işkence karşısında takındıkları örnek tavır tüm dünya
Marksist-Leninist’ lerine direnç ve ilham kaynağı olmuştur. Ülkemizde de
devrimciler yıllardan beri faşizmin işkencehanelerin de direniyor, mücadele
ediyorlar. Bir kısmı teslim oluyor, bir kısmı katledilerek ölümsüzleşiyor; ser
verip sır vermiyorlar.
Ülkemizde işkenceler şimdi de bütün hızıyla sürmesine
rağmen, işkencehanelerin, Kontr-gerilla ve MİT’çilerin aralıksız çalıştığı 12
Mart dönemi ayrı bir öneme sahiptir.
Bir devrimcinin ve özellikle de komünist bir
devrimcinin, en önemli devrim sınavlarından birisi de polisteki tutumudur.
Çünkü polis, devrimcinin yıkmayı amaçladığı diktatörlüğün yoğunlaşmış somut bir
ifadesi olarak karşımızdadır. Üstelik her türlü taktik avantaja da sahiptir.
Polisteki sınıf mücadelesinde devrimcinin elindeki tek silah ideolojik
sağlamlıktır; yani devrime olan bağlılık ve inançtır. Devrimcinin elinde bundan
başka silah yoktur. Fakat bu silah, karşı-devrimin falakasının, elektrik
şoklarının, psikolojik işkencelerinin üstesinden gelecek derecede güçlü ve
yegane silahtır. Yeter ki kullanılsın. Bu silahın güçlülüğü, Uluslararası
proletaryanın emperyalizme ve onun uşaklarına karşı verdiği sınıf mücadelesinde
binlerce defa sınanmış ve ispatlanmıştır. Bu silaha sahip olmayan birinin
devrimciliği, rahatına düşkün, inançsız kişilerin salon gevezelikleriyle ve
mevki hırslarıyla sınırlanmış bir «devrimciliktir. Ve hele bu kişi
Marksist-Leninist olduğunu ileri süren bir kişiyse, poliste halktan sıradan
sempatizan kişilerin adlarını sayıp dökmeye kadar varan bir çözülme, devrime
ihanetten başka bir anlam taşımaz.
Ülkemiz de bütün Marksist-Leninistlerin,
devrimcilerin, yurtseverlerin poliste ve işkence tezgahlarında örnek olarak
benimsediği İbrahim Kaypakkaya’nın polisteki tutumunu yansıtmaktadır. Bu belge
başında Fehmi Altınbilek, Yaşar Değerli gibi azılı faşistlerin bulunduğu
işkenceci timlere karşı aylarca işkence altında tutularak katledilen emekçi
halkımızın Marksist-Leninist önderi İbrahim Kaypakkaya’ya aittir. Bugün onun
ser verip sır vermeyişi, halkımızın yaktığı ağıtlar da; bütün devrimcilerin
dillerinde ve yüreğindedir. Onun «esasen biz komünistler» diye başlayan
işkencecilerin yüzüne haykırılmış olan sözleri bugün bütün devrimcilerin
işkencehaneler de, İşkencecilere karşı mücadelede dillerinde dolaşan,
bilinçlere kazınmış komünist bir şiar haline gelmiştir. Bugün ülkemizde
komünist kararlılığın biricik sembolü olan İbrahim Kaypakkaya bütün
Marksist-Leninistlerin ve halkımızın önderi olarak yaşamaktadır.
“(İKİ LİDER İKİ ÖRNEK / İbrahim Kaypakkaya ve Doğu
Perinçek’in Polis ifadeleri LE-YA YAYINEVİ “
Uzun olsa da Yukarıda aktarmış olduğumuz alıntılar
Partizancılar tarafında yayınlanan kitapta alınmış ve işkencede devrimci
tutumun nasıl olması gerektiğini doğru olarak ortaya koymaktadır. Haliyle
beklenti İboya bağlılıkta sıklıkla dem vuran ve KK ve TKP-ML Hareketini kolay
yoldan “ İbrahim Kaypakkaya yoldaşın düşüncelerini savunmuyorlar, tasfiyeci,
inkarcı, hainler vb.” diyerek suçlayıp hedef tahtasına oturtan TKP-ML, 1 ve 2
önderlikleri işkencede Kaypakkaya yoldaşın ölümü göze alarak düşmana meydan
okuyan devrimci tutumuna uygun bir pratik sergileyemediklerini görüyoruz.
Bizim işkencehaneler de ve zindanlarda tanık olduklarımız
bir yana, TKP-ML/Partizan örgütünün 1987 yılına kadar birlikte hareket eden
MKP’nin 1-Kongre belgelerinde, TKP-ML-Partizan örgütünün işkencede nasıl bir
sınav verdiğine dair aktarımlar, TKP-ML’nin Kaypakkaya yoldaşın işkencede “ser
ver sır verme” ilkesine bağlı kalmadığı ve poliste başta MK düzeyinde olmak
üzere orta ve alt dezeydeki kadroların önemli bölümünün çözüldüğü ortaya
konuyor.
TKP-ML-Partizanın önderliğinin polis tavrına dair
MKP-1.kongre ve belgeleri şunları aktarıyor:
“ MK düzeyinde Süleyman Cihan yoldaş hariç herkesin şu
veya bu şekilde çözüldüğünü belirtmiştik. 1.Konferansta parti genel
sekreterliğine seçilen yoldaş (Sefa kaçmaz) ile bir başka yoldaş ( Hüseyin
balkır) çözüldükleri halde MK’ya seçilmişlerdi.
Partide ilk olarak merkezi düzeyde çözülme -1.Yenilgi
dönemindeki çözülmeleri saymazsak- cuntanın ön günlerin de Dersim’de düşmanın
eline geçen 1. MK üyesi bir yoldaş ( İbrahim) ile başlamıştı. Bu yoldaş iki ay
poliste direndikten sonra çözüldü. Daha sonra ise 2.konferans hazırlıkları yapıldığı
dönemde bir başka MK üyesi Erzincan’da yakalanarak( Ali Yavuz Çengeloğlu )
poliste çözüldü. Her ikisi de örgütsel bilgileri deşifre etti ve örgütün
yukarıdan aşağıya doğru örgütlenme şemasını ve bu örgütlenme içerisinde
kimlerin yer aldığını ( bir çoğunu isim ve kod adlarıyla) polise bilgi olarak
verdiler. TKP-ML-Partizan örgütünün 1.MK’si 7 kişiden oluşuyor. Polisçe
yakalanan 5 MK üyesinden yalnızca Süleyman Cihan işkencede direnirken diğer
dört kişi çözülüyor. Dışarıda kalan 2.MK üyesi (İsa Güzel ve Sefa Kaçmaz) 1981
yılında yaşanan ayrışmada Bolşevik Partizan saflarında kalıyor.
TKP-ML 2.Konferansta 3. Kişi Fahri Üye(FÜ) ler ( Aslan
,Muzaffer ve Süleyman Y ) ve yedeklerle üzere toplam 15 kişi MK’ya seçilir.
Bunlardan FÜ’ler hapishanede olduklarından dolayı fiili olarak MK’da görev
yapamıyor ve alınan kararlarda oy hakları bulunmuyor. Pratik örgütsel çalışma
içinde toplam 12 üyeden 7‘si yaklaşık 4 aylık polis operasyonu ve operasyonda
ele geçen kadroların çözülmeleri sonucu düşmanın eline geçer . Bunlardan
Süleyman Cihan Partini genel sekreteri ( l. MK içerisinde yer almakta idi )
başta olmak üzere 3 SB üyesi polisin eline geçer. Süleyman Cihan konuşmadığı
için işkencede katledilir.
Burada bir noktaya dikkatleri çekmek istiyoruz: Bazı
belgelerde veya bazı yoldaşların kişisel değerlendirmelerinde bu dönemde, 2.MK
üyelerinden Süleyman yoldaşla birlikte toplam 4 (dört) yoldaşın “çözülmediği“
noktasında vurgular yapılmaktadır. Bu değerlendirme ve vurgular doğru değildir.
Bu yaklaşım tarzı yanıltıcıdır ve geçmişin hatalarına karşı ciddi ve samimi bir
yaklaşım olarak değerlendirilemez. Kimi yoldaşların örgütsel bilgi verirken
veya bilinen örgütsel bilgileri kabul ederken bu bilgileri sınırlı tuttukları
doğrudur. Ancak çözülme sadece deşifre olmayan örgütsel bilgileri polise
deşifre etmek veya kişileri yakalatmak olarak anlaşılırsa, bu büyük bir yanılgı
ve yanlış saptama olur. Bu bakış açısı komünist bir bakış açışı değildir. “
Polis nasıl olsa biliyor, o halde bunları kabullenmek veya onaylamak çözülme
olarak değerlendirilemez" anlayışı komünist direnme perspektifi ve ruhuna
denk düşmez. Bunu teorileştirmek ideolojik zayıflığı teorileştirmektir. Bir
başkasının verdiği bilgileri kabullenmek ve onaylamak aynı zamanda gerek
yakalanmış gerekse yakalanmamış kişiler üzerinde hem işkencenin daha bir
ağırlaştırılmasına sebep olacak hem de hukuki durumlarını daha da zora
sokacaktır.
Şu konuda kafamız açık ve net olmalıdır: İşkencede
komünistlerin iradesiyle burjuvazinin iradesi çarpışmaktadır. Komünistlerin işkence
tezgahlarında iradesinden başka bir silahı yoktur. Burada görev ölümüne
direnişe kilitlenmek, komünist bilinç, irade, kararlılık, fedakarlık ve
cesaretle düşmanın iradesini ve zulüm araçlarını yenilgiye uğratmaktır.
Güçlendirme sonrası MK düzeyinde ilk yakalanma 1983
Martı’nda oldu. Polis operasyonu sonucu ele geçen 3(üç) MK üyesinden daha yeni
hapishaneden çıkmış olan biri hariç diğer ikisi çözülmüştü. Bunlardan biri daha
önceki bölümlerde de değindiğimiz gibi l. MK üyesi, 2. Konferansta Parti genel
Sekreter yardımcılığına seçilmiş, Süleyman CİHAN yoldaş düşmanın eline
geçtikten sonra ve güçlendirme sonrasından MK 4.toplantısına kadar Parti genel
sekreteri olarak görevini sürdürmekte. Yakalandığı zaman ise parti genel
sekreter yardımcısı konumundaydı. Bu kişi ( Ali Haydar Akgün ) ilk iki gün
direndi daha sonra çözülmeye başladı, süreç içerisinde ise poliste ihanete
kadar işi götürerek yazılı ve görsel basın aracılığı ile Partiye kendisini
feshetmesi ve gerillaların gelip düşmana teslim olması çağrısını yaptı. Bu
tavrını Savcılıkta ve tutuklanıp hapishaneye konuluncaya dek sürdürdü.
Hapishanede bir süre itirafçıların koğuşunda kaldıktan sonra burada ihanetinden
vazgeçerek bağımsızlar koğuşuna geçti. Daha sonra ise, yani gerek hapishanede
gerekse dışarıda parti çevresinde kalmaya çalışan demokrat bir kişi olarak
yaşamını sürdürmektedir. Bu kişi hakkında önce ölüm kararı çıktığını daha sonra
ise Partinin bu ölüm kararının kaldırdığını da belirtmek isteriz.
Diğer MK üyesi ise, güçlendirmede MK’ya alınan ama
daha sonra olumsuz tavır ve davranışlarından dolayı MK tarafından MK üyeliği
düşürülen kişidir. Bu kişi yakalandığı zaman MK üyesi değildir. Çözülmesi
oldukça detaylıdır. İstanbul’da iki MK üyesi ve bir kısım kadro ve aktivistin
yakalanmasında rol oynamıştır.
Bu tarihten sonra MK üyesi olma sıfatıyla yakalanıp
çözülen iki kişi daha vardır. Biri güçlendirmeden yaklaşık bir yıl sonrasında
MK’ya tercihen seçilenlerdendir. Daha önce hapishanede yaklaşık 3 yıl yatmış ve
firar etmiştir. Bu yakalanmasında (cunta öncesi) polisteki tavrı komünisttir,
konumu ise kadroydu. Aynı süreçte Adana’da yakalanan bir başka MK üyesi de
çözülmüştür. Bu yakalanmalardan sonra üç MK üyesi faaliyet içerisinde kaldı. Bu
üç kişiden biri 1984 yılında safları terk ederek yurtdışına yerleşti.
Böylelikle 2.Konferansta FÜ’lerle birlikte MK’ya seçilen 15 kişiden 12‘si
yakalanmış durumdaydı. Güçlendirme sonrası MK’ya seçilen tüm üyeler çözülmüştür
ve bu kişilerden hiçbirisi hapishaneden çıktıktan sonra, aktif mücadeleye
katılmamıştır.
Genel bir değerlendirme yaptığımızda cunta ile
2.Konferansa kadar olan dönem içerisinde direnme oranı 2.Konferans sonrası
döneme göre oldukça yüksektir. Orta ve alt kademe kadro ve üyelerin çözülme
oranı 2.Konferans ve devam eden yıllarda oldukça fazladır. Abartısız
diyebiliriz ki, güçlendirme sonrasından 1987‘ye kadar olan kesitte ne MK
düzeyinde ne de diğer alt düzeylerde örgütlü olan kadro ve üyelerden (bir elin
parmaklarını geçmeyecek kadar insan hariç) hemen hemen hepsi çözülmüştür.
Partinin bu dönem içerisinde işkencehaneler de
komünist bir sınav vermediği çok açık ve net bir şekilde ortadadır. Bu bir
sonuçtur. Herkes bu rakamlara bakarak Partimizin cunta sonrası işkence
hanelerde komünist bir çizgi tutturamadığını görebilir. Bir partinin Merkez
Komitesi (MK sekreteri hariç) tümden çözülüyorsa, o kademedeki kadro ve
üyelerin direniş tavrını abartarak o partinin bu dönem boyunca işkencehaneler
de komünist tutum geliştirdiğini söylemek, o dönem boyunca gösterilen ideolojik
zaafı teorileştirmekten başka bir anlama gelmez. Önderlik ve çizgisi bir
direniş sergilemiyorsa sorgulanması gereken bunun nedenleridir.”( MKP’nin
1-Kongre belgelerinden, Sayfa-178-179-182))
Her adımda TKP-ML Hareketini “ İbrahim yoldaşın toplum
üzerindeki haklı prestijini sömürmek amaçlı sahip çıktığı, aslında Kaypakkaya
yoldaşın görüşleriyle bir ilişki ve bağı olmadığı”nı iddia eden TKP-ML-Partizan
cenahı, en somutta TKP-ML Hareketini önderliği ve yönetici kadroların ezici
çoğunlukla işkencede direnirken, TKP-ML-Partizan’ın keskin İbocu geçinen
önderliği ve yönetici kadroların ezici çoğunluğunun işkencede çözülmesi kimin
Kaypakkaya yoldaşın takipçisi olup olmadığını tartışmaya mahal vermeyecek
şekilde netleştirmiştir. Sözde değil özde İbocu olmak en başta işkencede “ser
verip sır vermeme” geleneğini yaşatmak ve bunu ileriye taşımaktan geçtiğini
unutmayalım.
Yalnız işkencede olumsuz sınav veren kişilere karşı
kazanıcı, en azından devrimci demokrat bir çizgide tutmak ve işkencede olumsuz
tavır içinde olanları yeniden kazanmak, yeniden kazanılmasa bile düşmana karşı
direngen bir hatta tutulmasını sağlamak büyük önem taşır.
Neki TKP-ML/Partizan örgütü işkencede olumsuz
davrananlara karşı bir yandan ilkeli bir duruş sergilemeyerek liberal
davranırken -örneğin Sefa Kaçmaz ve Hüseyin Balkır 1977 yılında
yakalandıklarında işkencede çözülmelerine karşın, 1978 yılında yapılan
TKP-ML/Partizan örgütünün 1.Konferansına delege olarak seçildikleri gibi aynı
zamanda Sefa Kaçmaz MK’ya seçilmiş ve bununla da yetinilmemiş işkencede çözülen
ama ondan sonrası bu zaafını aştığına dair somut bir deneyim olmadan TKP-ML
Genel Sekreterliğe Sefa Kaçmaz’ın uygun bulunması, TKP-ML-Partizan örgütünün
ilkeleri nasıl ayaklar altına aldığını ve uzlaşmacı davrandığını gösterir başka
birşeyi değil.
77-78’li yıllarda işkencede çözülenlere karşı
uzlaşmacı davranan TKP-ML/Partizan örgütü 1980 12 eylülden sonrası işkencede
olumsuz sınav verenler karşısında sol sekter kazanıcı olmaktan uzak bir pratik
içinde olduğunu ve bu “Sol sekter” tutum sonucu bir çok kişinin TKP-ML/
Partizan örgütünden koptuğunu belirtmeliyiz. Başka devrimci akımların işkencede
çözülenlere karşı liberal ve uzlaşmacı bir tutum takınırken, Partizan örgütünün
tam tersi bir konumda durarak, işkencede çözülenleri kazanmak ve yeniden kalıba
dökmek bir yana tecrit ve izole ederek kazanımcı olmaktan ırak bir tutum içinde
olmaları, zor süreçlerde bir çok kişinin yalnız başına kalması ve devrimci
safların dışına düşmesine neden olmuştur.
MK ve bölge düzeyinde ileri kadroların işkencedeki
sınavda olumsuz bir konumda yer alanlarına karşı takınılacak tutum ile daha alt
kadro, deneyi ve tecrübe sahibi olmayan kadroların polisteki sınavda göstermiş
olduğu olumsuzluklar karşısında takınılacak tutum bir ve aynı olmaz. Yönetici
kadroların poliste takındıkları olumsuz tutuma karşı daha katı tavır cezai
müeyyideler uygulanması gerekirken, deney ve tecrübesi eksik olan yeni
kadroların işkencedeki olumsuzluklarına karşı takınılan tutum daha hoş görülü
kazanıcı olmalıdır.
Tüm bu veriler
ve yaşanmış olan gerçekler TKP-ML Partizan örgütünün Kaypakkaya yoldaşın M-L
bakış açısını özümleme ve bunun gerekleri doğrultusunda hareket etmediğini yani
Partizan cenahının özde değil sözde İbocu geçinmeye çalıştığını gösteriyor.
İşkencede ser verip sır vermeyerek direnmek komünistler açısından ilkesel bir
tutumdur. Örgütün ideolojik-politik ve örgütsel alanda önderlik yapan ve sınıf
savaşımına öncülük rolünü üstlenen bir yerde örgütün lokomotifi olan bir
savaşçı örgütün önderliği her bakımdan direngen olmakla yükümlüdür.
Teori ile pratiğin ve söz ile eylemin uyumsuzluğuna en
çarpıcı örnek TKP-ML/Partizan örgütünün işkencedeki direnmeyerek çözülen
tutumudur. Bu alanda kendi hata ve zaaflarıyla hesaplaşıp gerçekleri ortaya
koymaktan çekinmeyen, MKP ve B.Partizan olmuştur. Onlarda işkencede Kaypakkaya’ca
davranılmamasının nedenlerini ideolojik-politik çizginin yanlışlığından arama
yerine, ikincil-üçüncül sorunlarda aranması kendi hatları ve zaafları ile
hesaplaşmaktan kaçınıldığını ve durumu kurtarma tutumundan vaz geçilmediğini
gösteriyor. 12 Eylül faşist darbesi ve ardında yaşananlar kimin sözde kimin
özde Kaypakaka'yacı olduğunu söz götürmez de açığa sermiştir. Bu gerçeklik orta
yerde durduğu hala bazı TKP/Partizan geleneğinden gelenlerin Kaypakkaya
tartışmasında kuyruğu dik tutmaya çalışmaları beyhude bir çabadır. İşkencede
Kaypakkaya yoldaşın direniş geleneğini örgüt olarak güçlendirerek ileriye
taşıyan TKP-ML Hareketi olurken, çok keskin İbocu olarak geçinmeye çalışan
TKP-ML/Partizan cenahı işkencede olumsuz sınav vererek, geleneği sürdürememiştir.
İşte işkencede iki farklı tutum birisi TKP-ML Hareketinin Kaypakkaya yoldaşın
komünist tutumu iken diğeri ise TKP-ML/Partizanın olumsuz tutumu olmuştur.
Gerçekten de kimin Kaypakkaya'nın mirasçısı olduğunu yaşanan pratik yakıcı
olarak ortaya koyuyor.
Demek ki Kaypakkaya yoldaşı anmak, Onun söylemlerini
koşullardan kopararak 49. yıldır tekrarlamakla, dogmatizm ve sübjektivizmden
ısrara etmekte değil, hata ve zaaflarla hesaplaşarak Onun ortaya koymuş olduğu,
M-L hattı derinleştirmek ve teori ile pratiğin arasındaki uyumu yakalamaktan
geçtiğini unutmayalım. İşkencede katledilmesinin 49. yılında komünist önder
Kaypakkaya yoldaşı daha derinden anlayıp, Onun çizgisini ileriye taşımda inat
ve ısrarla yürüyeceğimizi bir kez daha yineliyoruz.
Komünist Önder
Kaypakkaya Yoldaş Ölümsüzdür.!
16.Mayıs-2022