Devrimci mücadelenin en temel ve en basit gerçeği, bu mücadelenin insanlar tarafından ve insanlar için yürütüldüğü gerçeğidir. Proletaryanın sınıf mücadelesi de, proletarya tarafından, kendisi ve tüm insanlık için yürütülen bir mücadele olduğu herkes tarafından bilinir. Doğal olarak, bu temel gerçek devrimci mücadelede insan unsurunun belirleyici olduğunu gösterir. Devrimci politik-askeri bir faaliyette insan, aynı zamanda, örgütlüdür. Bu nedenle, bu faaliyete örgütlü olarak katılan insanlar, "kadrolar", olarak tanımlanır. Ve doğru devrimci çizginin başarı ya da başarısızlığını, zafer ya da yenilgiyi bu insanlar, yani kadrolar belirler.
Proletarya partisi, Marksist-Leninist ilkeler üzerinde kurulmuş, belirlenmiş bir politik çizgiye sahip maddi bir örgüt birliğidir. Bir başka deyişle, proletarya partisi, "irade, eylem ve disiplin birliği" temelinde faaliyet gösteren kadroların maddi örgütlenmesidir. Aynı şekilde, komünist örgütün kolektif iradesiyle belirlenmiş bir politik çizgiye sahip maddi bir örgüt birliğidir ve proletarya partisinin önderliğinde faaliyet yürütür. Her iki durumda da, kadrolar sorunu, aynı zamanda, politik çizginin ve örgütlenmenin varlığı ve faaliyeti sorunu demektir.
Burada proletarya partisinin örgüt anlayışına, yani Leninist parti anlayışına girmeyeceğiz. Ancak Leninist parti anlayışına yönelik her türden saldırı ve tahrifat ortamında şunu bir kez daha vurgulamakta yarar vardır: Dünyayı farklı yorumlayanların dünyayı değiştirme tarzları da farklı olacaktır. Aynı şekilde dünyayı değiştirmek için yola çıkanlar ile değişmez denilen bir dünyada yaşamını sürdürenlerin dünyayı yorumlayışları da farklıdır. Sözün özü, aynılar aynı yerde ve ayrılar ayrı yerde bulunurlar. Bu farklılık, tek tek bireylerin niteliğini belirlediği gibi, bunların varlık sorununu da belirler. "Kadro", belirlenmiş doğru devrimci çizgiye bağlı, bu çizginin bilincinde bulunan, bu çizginin yürütülmesinde yer alan, bu yer alışının tarihselliğinin bilincine sahip ve bu bağlamda örgütlü, kolektif bir devrimci faaliyet içindeki Kemal yazar yoldaş gibi bireydir.
Örgüt anlayışı ve çalışma tarzının devrim teorisinden çıktığını hemen herkes bilir. Farklı devrim anlayışlarına sahip örgütlenmelerin, örgüt anlayışı ve çalışma tarzı farklıdır ve bu farklılık kadroların niteliğinde de kendisini dışa vurur.
Ancak doğru bir devrim teorisine sahip olmak tek başına belirleyici değildir. Doğru devrim teorisi pratiğe uygulanmadığı sürece, kağıt üzerinde kalmaya mahkumdur. Bunun anlamı, devrim teorisine uygun bir pratik faaliyetin zorunlu olduğudur. Bu pratik faaliyet, kaçınılmaz olarak, aynı devrim anlayışına sahip başladığı işi sonuna kadar götüren, enegel tanımayan, var olanla yetinmeyen tüm enerjisini kavgaya katan Kemal yoldaş gibi kadroların ortak, birleşik ve kolektif faaliyeti olmak durumundadır ve bu da örgütlü mücadele kavrayışını ifade eder. Kısacası, doğru devrimci çizginin, şu ya da bu biçimde değil, bu çizgiye uygun örgüt anlayışı ile pratiğe geçirilmesi olmazsa-olmaz koşuldur.
İşte bu temel gerçekler, doğrudan politik-örgütsel faaliyeti kapsar ve bu faaliyette bulunanların, yani kadroların, politik eğitiminden, görev yapış tarzlarına kadar her alanı içerir.
Doğru bir örgütlenme anlayışına ve doğru bir çalışma tarzına sahip olmak, aynı zamanda, kadroların bunlara göre biçimlendirilmiş olmasını gerektirir. Bir örgütün, kendi anlayışına uygun kadrolara sahip olmadığı sürece, devrim mücadelesini kendi anlayışına uygun olarak sürdürebilmesi olanaksızdır.
Sözün özü, devrimci mücadelede, örgüt ile kadrolar bir
bütündür. Bunlar arasındaki organik bağın, isterse soyut planda olsun
kopartılması, devrimci mücadelenin örgütlü tarzda yürütülme zorunluluğu
karşısında önemli sorunlar yaratacaktır. Bu yüzden günümüzün en temel
sorunlarından birisi de, devrimci örgüt ile kadro ilişkisinin, teorik ve pratik
olarak, organik bütünlüğünün kavranması gerekiyor.
Kadrolar, devrimci örgütsel faaliyetin ve devrimci mücadelenin zincirlerinin birer halkasıdırlar. Kim ki, devrimci unsurların bu organik bütünlüğe yönelik bilinçlerini muğlaklaştırır ve bozarsa, o kişi örgütsüzlüğün propagandasını yapıyor demektir, kitlelerde "güçlü olanın yanında yer alma", biatcı yaklaşımlar, sürü kültüründen uzak kalamama yargısı oluşturuyor demektir. Aynı şekilde, kadrolarda "güç olana kadar fazla çaba göstermeme" zihniyeti doğurarak, örgütlü mücadele bilincini ve pratiğini engelliyor demektir. Maddi ve teknik olarak güçlü düşmana karşı, yani emperyalizme ve faşizme karşı politik ve moral üstünlük sağlamak için, herşeyden önce, devrimciler öncelikle kendilerine şunu sormalıdırlar: Ben devrim için, örgüt için, halk için ne yaptım ve ne yapabilirim? Bu sorulmaksızın doğru bir çizgide devrimci mücadelenin sürdürülmesi, sanıldığı kadar kolay olmayacaktır.
Kemal yoldaş bu soruyu kendisine sordu ve yanıtı her şey
devrim ve emekçilerin özgürlüğü için savaş dedi. Bizde, hain bir pusuda
katledilen Kemal Yazar yoldaşın inatçı ve ısrarlı devrimci savaşımının iz
sürücüsü olmaya devam edeceğiz.