Elbette Kaypakkaya yoldaşın ortaya koymuş olduğu
bu ML’ist görüşler, ilk ve genç olmanın getirdiği önemli yetmezlikler,
eksiklikler ve hatalar taşıyordu. Bunun böyle olması bir noktada doğaldır da.
Ne ki Kaypakkaya yoldaş dönemin doruğu olarak
gerçeklere çözümler bulmaya çalıştı. Düşündüklerini ve belirlediklerini ortaya
koyup, pratiğe girişerek teorisini pratiğin deneğine vurdu. Bir yıllık gibi
yoğun bir mücadelenin ardından TKP/ML Hareketi, faşizmin yoğun saldırıları
sonucu ağır bir yenilgi aldı. Başta İbrahim Kaypakkaya
yoldaş olmak üzere birçok önemli kadrosunu kaybetti ve 1973 yılında polis
tarafından çökertildi. 1974’te zindanda başlayan toparlanma yeni bir KK
oluşturularak hareketimiz toparlanmaya çalışı. Ama Kaypakkaya’nın geride kalan
yoldaşları pratiğin sonuçlarını irdeleyerek, süreci gözden geçirerek kapsamlı
olarak yargıladı, bu mücadelede bir çok olumlu-olumsuz sonuçları bulup, ortaya
çıkartarak, komünist hareketin hatalarından arındırılarak gelişip, güçleneceği
gerçeğinden şaşmazcasına hareket ederek, Kaypakkaya yoldaşın
eksikliklerini ve yetmezliklerini, dogmatizm ve inkarcılığa düşmeden, ML
çizgide kararlılıkla yürüyerek aştı ve O’nun komünist özünü geliştirip,
derinleştirerek daha da sağlam bir hatta çekti.
Kaypakkaya yoldaş, komünist hareket için ön açıcı
oldu, birçok alanda tabuları parçalayarak bizlere yol gösterici olduğu gibi,
aynı zamanda bir yıllık gibi kısa bir pratik süreçte yaşadı ve bunun
sonuçlarını değerlendirme fırsatını bulamadan Kaypakkaya
yoldaş katledildi. Kaypakkaya yoldaşı ve komünist hareketi yargılamada,
dahası komünist hareketin yakın geçmişini ele alıp değerlendirme sorunu,
devrimci hareket saflarında en fazla tartışılan sorunların başında geldi. Bu
alanda iki eğilim sürekli olarak çatıştı; birincisi M-L bakış yani
olayları ve olguları kendi koşulları içinde ele alıp değerlendirme ve
komünistlerin hatalarını mücadele içinde aşağı doğrusunun savunucusu ve
takipçisi olarak gerçekler üzerinde politika yapan komünistler ve ikincisi de
her ne kadar görünüşte farklı yerlerde duruyorlarmış gibi görüntü içinde
olsalar da, geçmişe dogmatik ve inkarcılık temelinde mükemmeliyetçi bir bakışla
olaylara ve olgulara yaklaşımda idealist bir mevzide birleşiyor oportünist
cenah. Geçmişin doğru devrimci bir yaklaşımla nesnel bir zemin üzerinde ele
alınmasında dogmatik ve inkarcı oportünistlerin temel özellikleri, sürekli
olarak dualizm-ikirciklilik- ve keyfiyetçi bir değerlendirme -mükemmeliyetçi, inkarcı-
içinde olmalarıdır. Bu akımların hemen tümü -MLKP'den TKİP’e, EMEP’ten TİKB’nin
değişik gruplarına, TKP-ML’den MKP’ye- geçmişi değerlendirirken kendilerine
oportünizmi, hoş görüyü ve uzlaşmacılığı uygularlarken, başkalarına,
abartıcılığı, acımasızlığı, keyfiyetçiliği ve çift standartçı oportünist
yaklaşımları ve değerlendirmeleri uygulamayı esas aldıklarını gördük.
Buradan olarak, Kaypakkaya yoldaşın şahsında
1972-79 dönemine inkarcı ve dogmatik bakış açısıyla mükemmeliyetçi yada
hatalardan azade bir konumda durarak, gerçekleri çarpıtan ve olguları kendi
zemininden kopararak ele alan dogmatik ve inkarcı oportünist cenah ile
komünistler arasındaki niteliksel yaklaşım ve ayrım çizgisini ortaya koymak bir
kez daha önemi taşıyor. Çünkü bu dönemi incelerken, tek yanlılığa ve
yüzeyselliğe düşmemeye daha çok yükümlüyüz. Buna, bu dönemdeki
Marksist-Leninist ve devrimci değerleri bugün savaşımımız da yaşatmak açısından
gerek olduğu gibi, ML adına, içi boş lafızlarla ML’in karikatürü konumuna
düşmemek açısından da, dünden çok daha fazla gerek var. Çünkü aynı konudaki
hatalar birden çok defalar tekrarlandıkça, örgütümüzün, bizlerin kendi gücümüze
ve güvenimizin zayıflamasına devrimci inanç ve enerjimizi kaçınılmaz olarak
tüketmeye hizmet ederler.
Nitekim komünist hareketin değerlendirmesinde
oportünist mevzide yer alanların, 50. yıl sonra bir arpa boyu bile
ilerleyememeleri ve Kaypakkaya’yı ve 72-79 dönemini sınıfla birleşemediğinden
dolayı eleştirip, mahkum edenlerin bu kadar deney, tecrübe ve birikimin
ardından hala aynı yerde çakılıp kalmaları, hatta geriye savrulmaları ve ondan
sonrada aymazcasına “yoktur bir birimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız”
sloganı gibi, sık sık görüş değişikliğine gitseler de, dün ak dediklerine
bugün kara demeleri de, bu oportünist cenahın, yine de kendilerini komünist
olarak nitelemekten geri durmamaları onların ne kadar aymazlık içinde hareket
ettiklerini ve yine bu akımların ne kadar anti-Marksist bir konumda
durduklarını ve diyalektik materyalizmi nasıl iğdiş ettiklerini, ve
komünist hareketin doğuşu, gelişimi ve partileşme sürecine yaklaşımda ne kadar
sağlam bir konumda durduklarını gösteriyor.
Komünist hareket
mücadele içinde olgunlaşır ve partileşme sürecini yaşar
Her ülkede komünist hareket doğduğunda partileşme
sürecini yaşar. Partileşme süreci, komünist hareketin gelişmesi, büyümesi, bir
parti olarak ileri taşınması ve bir parti olarak örgütlenmesi sürecidir.
Evriminin bu aşamasında da komünist hareket ne kadar geniş ya da dar
olursa olsun, doğası gereği politik bir kimlik taşır. Eğer daha farklı bir
durum olmazsa, o gelişerek, olgunlaşarak parti haline gelir ve bu evrim,
derinliğine ve genişliğine, niteliğin ve niceliğin gelişmesi süreci olarak çok
yönlüdür. Komünist hareketin evrimindeki aşamalar, aynı nitelikteki bir olgunun
olgunluk farklarıyla ayrılan farklı gelişme süreçleridir. Komünist hareketin
evrimindeki bir gelişme aşamasından bir diğerine geçmesi, komünist hareketin
kendi kendini inkar ederek niteliğini değiştirmesi demek değildir. Peki
partileşme sürecinin ayırt edici özelliği nedir? Marksizm'in yeni girdiği
ülkelerde, komünist hareket, devrimci-demokrasinin parçalanması sürecinde
oluşacağına göre, bu oluşum genellikle proletaryanın hareketi dışında
gerçekleşir. Komünist hareket, proletaryanın hareketi dışında doğduğu için,
komünist hareketin proletarya hareketinde yalıtılmış olduğu bir dönem
yaşar. Bu dönem, tersinden bakıldığında, komünist hareketin proletarya
hareketine bağlanması, bilimsel sosyalizmin proletarya hareketine sokulmasıyla
da proletarya hareketiyle bilimsel sosyalizmin birleşmesi sürecidir. Bu süreç
aynı zamanda programın oluşturulup, derinleştirilmesi ve varsa komünist
güçlerin M-L program etrafında toparlanma sürecidir.
Elbette bütün bu sürecin zafere taşınması yani
komünist hareketin partiyi yakalaması sınıf hareketiyle birliğinden geçer.
Komünistliğin denek taşı sorununda temel doğruları ortaya koyan örgütümüz, bu
görüşlerini şu noktada toparladı: Teoride proletarya diktatörlüğünü ön
gören, kabul eden yani proletarya diktatörlüğüne uygun bir siyaset izleyen
pratikte propaganda, ajitasyon, örgütlenme buna uygun davranan kişi örgüt,
parti vb. komünisttir. Söz ile eylem, teori ile pratik arasında uyum olmalıdır.
Yani proletarya diktatörlüğünün kabulü sözde kalmamalıdır. Kimin komünist
olduğu sözle değil, eyleme göre değerlendirilmelidir. Ve bu tamamen somut bir
sorundur.
Dolayısıyla somut koşullar içinde alınmalıdır. Ama teori ile pratik
arasında ki ilişkiyi kurarken diyalektiğin gelişim yasasını kavramak gerekiyor.
Aksi halde, sözle eylem arasındaki ilişkide doru kavranamaz ve mekanik
benzetmeler yapılarak yanlışlara kapanmak kaçınılmaz olur. Bu bakımdan teorinin
pratiğe sürülmesi ve pratiğe bire bir yansıması ve bütünüyle ona hakim olması
önemli bir süreci alacağı baştan görülmeli ve gelişmelere bu pencereden
bakılmalıdır. Komünist hareketin ortaya koyduğu bu ML’ist görüşler, devrimci ve
komünist hareketin olayları ve olguları hangi yönde değerlendirmesi
gerektiğinde yol gösterici olmuştur. Geçmişe bakışta ikiz kardeş; dogmatizm ve
inkarcılığın çıkmazı.
Ne ki buna rağmen birçok akım bu alanda düalizmden
kopamadı ve işine geldiği yerde işine geleni alıp kullanarak seçmeci bir
çizgide ilerleyerek komünist hareketin gelişim tarihine yaklaşımda
anti-Marksist bir konumda yer aldılar. Keyfi değerlendirmeler ve ilkesiz
yaklaşımlar Marksizm olarak yutturulmaya çalışıldı. İnkarcılık ve
dogmatizm, ‘80 öncesi olduğu gibi özellikle 12 Eylül yenilgisi ve
tasfiyecilikten sonra inkarcılık ve yeniden tarih yazımı aldı başını yürüdü.
Görüşlerinden 180 derece dönüş yapanlardan, kendi mücadelesine intikamca
saldıranlara -MLKP, TKİP vb.- kadar çok değişik eskinin devamcısı yeni
inkarcılarla karşılaşıldı. Bu yeni türedi inkarcılar eskilerini aratır oldular.
Her şeyi kendileriyle başlatan bu oportünistler, ortaya attıkları görüşleri gelinen
durumda savunmaktan aciz bir konuma düştüler.
“Gerçek bir Marksist yönelişin
özünü ve esasını, proletaryanın tarihsel rolünü kavrayışı oluşturur. Bu
kavrayışa ulaşmış ve dolayısıyla Marksist-Leninist sıfatını hak
etmiş bir siyasal hareket, teorik gelişmenin siyasal faaliyetinin ve
örgütsel şekillenişinin odağında yalnızca ve yalnızca işçi sınıfını koyar.
Örgütsel gelişimin, proletaryanın öncüsünü komünizme kazanmayı ifade ettiği
parti örgütünün yaratılmasının proletaryanın bilinçli kesimini örgütlemek demek
olduğu ‘proletaryanın en üst örgütlenme biçimi olarak parti’ sözünün
boş ve rastgele bir söz olmadığı hep unutulmuştur. Küçük-burjuvazinin
bağrında komünist parti inşa etmeye kalkmak, kesinlikle bir tesadüf, ya da
basit bir yanılgı değildir. Bu, Marksizm’in-Leninizm’in özü demek olan
proletaryanın tarihsel rolünü kavrayamamak demektir…” (Yakın Geçmişe Genel
Bakış ve Program Taslağı, s. 20 yıl 1987.)
“Partileşme sürecimizin bugün halen zayıf sınıf
hareketiyle birleşme alanıdır derken biz henüz fazla bir mesafe alamadığımızı
zaten açıklıkla ifade ediyoruz. Fakat eğer bugüne kadarki tüm çabalarımıza
rağmen bugün henüz sınıf hareketi içinde anlamlı bir mesafe alamadığımız bir
gerçekse ve biz sınıf hareketiyle birleşme ve partimize bu zemin üzerinde bir politik-örgütsel
yaşam alanı yaratmada buna rağmen özel bir ısrar gösterebiliyorsak, kendi
başına bu olgu bile, bizim komünist ideolojik kimliğimizin ve sınıf
devrimciliği çizgimizin kanıtı sayılmalıdır.” (Ekim, sy. 157, Başyazı)
Ekim örgütü, ilk ortaya çıktığı dönemde genel olarak
devrimci ve komünist hareketi sınıf zemini üzerinde yükselen ve bunun
gereklerine göre örgütsel bir inşa çalışması içinde olmadığından dolayı, lafta
ne söylese de pratikte proletaryayı merkezde tutan bir parti geliştirmediği
nedeniyle halkçı popülist olarak mahkum etmeye çalıştı. Sınıf zemini üzerinde
yükselemeyen hareketlerin ideolojisi ile politikası arasındaki çelişkiye dikkat
çekerek, özellikle TDKP’yi gençlik hareketi zemininde örgütlendiğinden dolayı
acımasızca eleştirdi.
Ne ki Ekim-TKİP örgütü dün söylemiş olduğu bu
görüşleri kendisi de aşamamış ve proletarya partisinin proletarya
hareketinin zemini üzerinde yükselterek, onun ileri öğelerinin komünist bir
örgüt etrafında birleştirilerek gerçek anlamda sınıf partisinin kurulacağı görüşünden
çark etmiştir. İdeolojik önderlikle sınıf hareketi olduğunu kanıtlamaya
çalışacak kadar pusulasını şaşıran ve bu aynı görüşü başkaları savunduğu
için onları fütursuzca eleştiren bu aklı evvel oportünistler, aradan 34 yıl
gibi uzun bir süreç geçtiği halde ve önlerinde yararlanabilecekleri o kadar
fazla ve gelişkin deney, tecrübe ve olanak olmasına karşın, bu kendinden menkul
yeni yetme inkarcılar, söylediklerine uygun bir pratik geliştiremedikleri gibi,
proletaryasız parti kurulabilir fikrinde konaklayarak 50-100 kişilik
küçük-burjuvaziden devşirilmiş güçlerle, yani esas olarak gençlik içinde
kalan çalışmalarıyla dün eleştirip, mahkum ettiği, küçük-burjuva popülizm
olarak eleştirdikleri parti fikrine kapaklanmaktan kurtulamadılar. Ve Ekim-TKİP
örgütü, proletaryadan ayrı telden çalarak etrafına toplamış olduğu
küçük-burjuva sınıf ve kesimlerinden aşırılmış kadrolarla işçi sınıfının
ihtilalci partisini yaratmaya ramak kaldığından ve dem vurarak sınıftan kopuk
bir kuruluş kongresiyle TKİP adını alarak yeni bir işçi sınıfını öncü
tabela partisini ilan etmekten kendisini alamadı.
Demek ki TKİP-Ekim örgütü, söylemlerine uygun hareket
etmediği gibi, komünist harekete yaklaşımında da devrimci bir konumda
durmadığını ortaya koyuyordu 30 yıl sonrasında Ekim örgütü sınıftan kopuk
TKİP’i kurarak, sınıfa gideriz tasfiyeci küçük-burjuva fikrinde konaklıyor,
böyle kendisine oportünizmi başkasına Marksizm’i uygulama oportünizminden bir
türlü kurtulamıyordu. Daha önce etmiş olduğu iri lafları yutmaktan ve
unutmaktan çareyi buluyordu. Haliyle komünist harekete büyük laflarla
saldırısının da inandırıcı bir yanı kalmıyordu. Bu aynı durum, yeni yetme
inkarcılardan, çift standartçılık ve keyfiyetçilikte akıl hocalarını geride
bırakan MLKP’de de görülmektedir. Hemen her şeyi kendisiyle başlatma ve
yeninin, “yeni tarzın” -ki bunun DHKP-C ve PKK kopyacılığı ve karikatürizmi olduğu
su götürmez biçiminde açığa çıkmıştır- kurucusu ve geliştiricisi olduğu
iddiasında bulunan MLKPi, TDKP’den aşırdıkları ve TİKB, TKİP-Ekim’le aynı hatta
buluştukları inkarcı görüşlerini, “dün dündür, bugün bugündür” oportünist
görüşlerini pervasızca savunmaya götürmüştür.
Kaypakkaya yoldaşı ve komünist hareketin
72-79 sürecini, küçük-burjuva devrimciliği aşamayan, sınıf hareketini temel
alarak bu zeminde komünist hareketi yükseltmeyen bir süreç olarak görüp mahkum
eden bu aklı evvel akım, gelinen durumda bütün bu söylediklerini unuturcasına
aymazca hareket ederek, “Ekim devriminin yolunun, yani proletaryayı temel alan
bir siyasal, örgütsel strateji ve taktiğe ilişkin Leninist bakış açısının,
bizim gibi ülkelerde (yani geri bağımlı ülkelerde) geçerli olmadığı yolundaki ön yargının damgasını bastığı THKO-THKP-C ve TKP-ML bu anlayışlarının doğal ve kaçınılmaz
bir sonucu olarak anti-Leninist bir parti anlayışında konaklanıyorlar.”
“Proletaryanın önderliğini, esas olarak lafta
benimsemiş, proletaryanın yerine teoride köylülüğü (ki burada üç hareketi de
aynı kefeye koyarak TKP/ML Hareketi ile diğer akımlar arasındaki net olan ayrım
çizgisini kabaca çarpıtmak ve Kaypakkaya’nın savunmadığı görüşleri savunuyor
göstermek dürüstlükten öte tarihi gerçekleri çarpıtmak anlamına gelir. TKP/ML
Hareketi hiç bir zaman ve hiç bir yerde teoride köylülüğü temel almamıştır. Bu
iddia düpedüz yazarın Kaypakkaya’ya ve komünist harekete ne kadar düşmanlık
içinde olduğunu gösterir. HB) ve pratikte de köylü yığınlarından da kopuk olan
devrimci öncüyü koymuş olan ‘71 devrimci hareketi…” (P. Doğrultu, s. 8,
s.5-6)
Yeni yetme oportünist inkarcılığın bir söylediği
diğerini tutmadığından ve yamalı bohça olarak farklı görüşleri aynı torbada
taşıdığından dolayı yazılarında da bu farklılıklar görülmekte ve tezatlıklarını
yakalamak zor olmuyor. Bir yanda sınıf hareketi üzerinde yükselmeyen ve bunun
gereklerine göre pratikte adımlar atarak siyasal, örgütsel mücadeleyi asıl
olarak sınıf içinde olmayan akımların komünist olamayacağını savunacaksın ve
buradan hareket ederek Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi’ni küçük-burjuva
devrimciliği olarak niteleyeceksin, ondan sonra da tam olarak 50. yıl sonra
kalkıp, sınıftan kopuk ve onu lafta temel alan ve pratikte buna uygun bir
mücadele -örgüt hattında yürümeyen, küçük-burjuvazinin deklase kesimleri
üzerinde yükselen, esas olarak semt ve öğrenci gençlik zemini üzerinde oturan
MLKP’yi büyük ML parti olarak niteleyeceksin?
Hem de legalizm limanına demir
atarak. Böyle keyfiyetçilik ve çift standartçılık olacak bir şey değildir.
MLKP önderleri büyük gürültü kopardıkları ve parti aldı başını gidiyor havasını
bastıkları koşullarda, çok özel koşullarda gerçekleştirilmiş bir toplantı olarak
gösterilmeye çalışılan, 2. Kongre belgelerinde bu söylediklerinden fersah
fersah uzak olduklarını göstermektedir: “Komünist partisinin, işçi sınıfı
hareketiyle bilimsel sosyalizmin birliği olduğu yolundaki Marksist-Leninist
öğreti tamamen doğrudur.
Fakat bu birliğin kural olarak komünist partilerin
kuruluşundan önce gerçekleştiği ve gerçekleşmesinin zorunlu olduğu, bundan önce
parti kurulmayacağı vb. iddia edilemez. Geçmişte bu yönde iddiaların ileri
sürüldüğü bilinmektedir... Komünist partisi sonuç olarak bir örgüttür ve kuruluşu
sorunu, onu kuranların iradesine bağlıdır.” (2. Kongre Belgeleri, s. 25) derken
MLKP, dün işçi sınıfı partisinin sınıftan kopuk olarak kurulacağını savunanları
parti öğretisini sıradanlaştırarak ayağa düşürmek olarak eleştirip bu yaklaşımları
mahkum ederken, bugün nihayetinde partiyi, komünist hareketin sınıfla
birliğine, yerel örgütler oluşturmasına, kadrolaşmasına vb. bakmadan bir avuç
devrimcinin bir araya gelerek, sınıftan kopuk olarak kendi iradeleriyle partiyi
ilan edeceklerini söyleyerek komünist işçi partisini sıradan bir örgüt
derekesine düşürerek Maocu parti anlayışlarıyla aynı kulvarda buluşmuşlarıdır.
Keza MLKP, dün Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi’ni sınıfla birleşmeyi merkezde
tutmayıp, pratikte buna uygun hareket etmediği gerekçesiyle eleştirip küçük
burjuva çemberi kırıp, dışına çıkmadığı iddiasıyla eleştirip, mahkum ederken,
bugünkü MLKP, 50 yıl sonra semt ve öğrenci gençlik içinden devşirdiği küçük
burjuva kadrolarla, esas olarak pratik çalışmalarını sınıf dışı küçük burjuva kesimler
içinde -öğrenci gençlik ve semtler gibi yoğunlaştırırken Marksist-Leninist
oluyor ama önünde yararlanacağı her hangi bir deney, tecrübe ve olanaklar vb.
yok iken ilkliğin ve çocukluğun getirmiş olduğu nedenlerden dolayı aynı
konumda hareket eden Kaypakkaya ve komünist hareketi çok rahatlıkla
küçük-burjuva olarak damgalayarak mahkum etmeye çalışıyor. Bakalım MLKP 50 yıl
sonra örgütsel-politik çalışmanın merkezinde tuttuğunu iddia ettiği sınıfla
birleşmede ne kadar yol kaydetmiştir? “MLKP’nin sınıf hareketine bağlanmadığı,
onun temel zaafı, işçi sınıfıyla bağlarının fazlasıyla zayıf olmasıdır…” (2.
Kongre Belgeleri, s. 27)
“Partimiz edimsel olarak, yani toplumsal köken
itibarıyla işçi sınıfının ‘en bilinçli azınlığından’ oluştuğu kuşkusuz
söylenemez.” (agb, 28)
“Partimiz, kesimsel çalışma söz konusu olduğunda,
özellikle büyük metropollerde güçlerinin en çoğunun giderek işçi çalışmasında
konumlandırmaya yöneldi… Ancak sorunda ısrarlı davranılamadı. Gelişmemiz hala
cılız ve sınırlıdır… çok sayıda kadro sınıf çalışmasında görevlendirilse de
bunların önemli bir kesimine gereken işlerlik kazandırıldığı
söylenemez… İşi ilişkilerimizi örgütlemede belirgin gelişmeler oldu. Ama
bu devam ettirilemedi…” (Agb, s. 51-52)
“Partimiz, komünist hareketi, bütün varlığı süresince
bir gölge gibi izleyen işçi hareketinden yalıtılmışlık sorununu çözme iddia,
görüş açısı ve kararlılığına sahip olduğunu özellikle bundan sonraki
pratiğiyle göstermek zorundadır.” (agb. s. 53)
Daha buraya aktarmayı gerekli görmediğimiz birçok
değerlendirme ve veriler çetecilerin söylemleriyle pratikleri arasındaki
çelişkinin derinleşerek sürüp gittiğini ve sınıfı temel alan bir örgütsel,
pratik çalışma geliştirmediklerini göstermektedir.
Peki, 50 yıl sonra
Kaypakkaya yoldaş ve daha sonrasında komünist hareketin yarattığı, fabrika
işçi ilişkilerinin onda birisini bile örgütleme, fabrika ilişkisi yaratma ve
hücreleşme, sendikalar içinde buna uygun hareket etmediği gerekçesiyle
eleştirip küçük-burjuva çemberi kırıp, dışına çıkmadığı iddiasıyla eleştirip,
mahkum ederken, bugünkü MLKP, 50 yıl sonra semt ve öğrenci gençlik içinden
devşirdiği küçük burjuva kadrolarla, esas olarak pratik çalışmalarını sınıf
dışı küçük-burjuva kesimler içinde -öğrenci gençlik ve semtler gibi
yoğunlaştırırken Marksist oluyor ama önünde yararlanacağı herhangi bir deney,
tecrübe ve olanaklar vb. yokken ilkliğin ve çocukluğun getirmiş olduğu
nedenlerden dolayı aynı konumda hareket eden Kaypakkaya ve komünist hareketi
çok rahatlıkla küçük-burjuva olarak damgalayarak mahkum etmeye çalışıyor.
Bakalım MLKP 26 yıl sonra örgütsel-politik çalışmanın merkezinde tutumunu iddia
ettiği sınıfla birleşmede ne kadar yol kat etmiştir? “MLKP’nin sınıf hareketine
bağlanmadığı, onun temel zaafı, işçi sınıfıyla bağlarının fazlasıyla zayıf
olmasıdır…” (2. Kongre Belgeleri, s. 27)
“Partimiz edimsel olarak, yani toplumsal köken
itibarıyla işçi sınıfının ‘en bilinçli azınlığından’ oluştuğu kuşkusuz
söylenemez.” (agb. 28)
“Partimiz, kesimsel çalışma söz konusu olduğunda,
özellikle büyük metropollerde güçlerinin en çoğunun giderek işçi çalışmasında
konumlandırmaya yöneldi… Ancak sorunda ısrarlı davranılamadı. Gelişmemiz hala
cılız ve sınırlıdır… çok sayıda kadro sınıf çalışmasında görevlendirilse de
bunların önemli bir kesimine gereken işlerlik kazandırıldığı
söylenemez… İşçi ilişkilerimizi örgütlemede belirgin gelişmeler oldu. Ama
bu devam ettirilemedi…” (Agb, s. 51-52) “Partimiz, komünist hareketi, bütün
varlığı süresince bir gölge gibi izleyen işçi hareketinden yalıtılmışlık
sorununu çözme iddia, görüş açısı ve kararlılığına sahip olduğunu
özellikle bundan sonraki pratiğiyle göstermek zorundadır.”(agb, s. 53)
Daha buraya aktarmayı gerekli görmediğimiz bir çok
değerlendirme ve veriler MLKP’nin söylemleriyle pratikleri arasındaki
çelişkinin derinleşerek sürüp gittiğini ve sınıfı temel alan bir örgütsel,
pratik çalışma geliştirmediklerini göstermektedir.
Peki, 50 yıl sonra Kaypakkaya yoldaş ve daha
sonrasında komünist hareketin yarattığı fabrika işçi ilişkilerinin onda
birisini bile örgütleme, fabrika ilişkisi yaratma ve hücreleşme, sendikal
çalışmalar yakalamayı başaramayan MLKP’nin kendisini komünist, ama gerçek
komünistleri küçük burjuva olarak nitelemeye kalkışması ne kadar doğru ve
dürüst bir yaklaşımdır? Bu açıktan “benimse iyidir ötesi tufandır” biçimindeki
küçük-burjuva oportünist inkarcı bir değerlendirme değil mi? Nitekim MLKP’nin
inkarcı oportünist görüşleri kendi gerçekliğini kavrama ve değerlendirmede ayak
bağı olmuştur ve gelinen durumda kendi gerçekliğini açıklamada zorlandığı gibi
tam bir çıkmaz yaşamaktadır. Ülkemizde küçük burjuvazi, nüfusun en büyük
kesimini oluşturan bir sınıftır.
Bu sınıfın çıkarlarını savunan ancak proletarya adına
hareket etme iddiasında olan küçük burjuva grup ve çevrelerin sayısı bir hayli
kabarık. ML parti öğretisi, bu grup ve çevrelerin yadsıdığı sorunlardan
biridir. Bu gruplar biçimde birbirlerinden ayrılıyor gözükseler de, özde aynı
nokta da birleşmektedirler. Genel doğruları sıralayan ama iş ülke somutuna
geldiğinde inkarcı anlayış, partinin sübjektif koşullarının hazırlanmasını
reddeden tabelacı yaklaşım, ML parti öğretisinin günümüzde geçerliliği olmadığı
tezleri vb. oportünist anlayışların bazı örnekleridir. Hepsinin ortak özelliği
de küçük-burjuva bireyci sınıf tavrıdır. Dünyanın merkezine kendilerini
koyarak, kendilerini en büyük ML ilan etmek amacıyla teoriyi yaratmaya
çalışmak, gerçekleri tarif ederek sözde tespitler yapmak oportünist akımların
ortak özelliklerinden biridir. Küçük burjuva sınıf tavrının açık bir ifadesi
olan bu yaklaşım tarzı düşünce planında muğlaklık ve teorinin çarpıtılması ile
birleşiyor. Sonuçta bütün küçük-burjuva akımların vardıkları nokta ise,
proletarya partisi sorununda anti-Marksizm.
Küçük-burjuva akımlar, Leninist
parti teorisini katlederken işçi sınıfından kopuk komünist partisi kurulacağı
görüşüyle partinin sübjektif şartların tahrifine, reformcu dönüşüm
teorisine kadar bir dizi oportünist görüşler savunmaya götürmektedir. Elbette
bu oportünist cenahın görüşlerini burada tek tek ele alıp eleştirmek yazımızın
hacmini aşacaktır. Ama biz burada oportünist anlayışlardan ikisi üzerinde
duracağız. Bu iki oportünist eğilim, genelde devrimci hareketin üzerinde
birleştiği yaklaşımlar olduğu için bu eleştirilerimiz diğer akımlar içinde
geçerliliğini korumaktadır. Bilindiği gibi geçmişe bakış alanında iki akım
daha çok öne çıkarak oportünist görüşlerin sistemli savunucuları olmuştur.
Diğer akımlar, asıl olarak bu iki akımın özellikle de
TDKP’nin inkarcı mükemmeliyetçi görüşlerinin takipçileri olmuşlardır. TDKP ve
TKP-ML bu her biri kendisini dünyanın merkezinde tutma -bunlara daha sonra
TİKB, EKİM, MLKP gibi gruplar da katılmışlar. Ama bütün bu örgütlere önderlik
eden ve anlayış veren TDKP oportünizmi olmuştur kendi gruplarını yanılmaz
saymayı, M-L göstermeyi çıkış noktaları yapmaları, gerçekleri buna göre
çarpıtmaları ortak dünya görüşlerinin başlıca yansımalarındandır. Kendi içinde
tutarlı bakış açısına sahip olmamaları, muğlaklık, eklektizm ve mekanizm
içinde yüzmeleri yukarıda belirttiklerimize eklenmelidir. TDKP ve diğer inkarcı
oportünistleri-ki daha sonrasında bu çizginin üzerine kapaklanan MLKP, EKİM,
TİKB’nin her iki kanadı vb. akımlar bu inkarcılığın en kaba biçiminin kararlı
takipçisi haline gelmişlerdir- eklektizmlerini teorik yaklaşımdaki muğlaklıkla
birleştirmekte, kaba bir inkarcılık olarak biçimlenmektedir.
TDKP, MLKP, EKİM,
TİKB vb. mükemmeliyetçi bir yaklaşımla geçmişi bütünüyle reddederek, komünist
hareketin geçmişine hayasızca saldırılara giriştiler. Bu akımlar özellikle
komünist hareketin geçmişine mükemmeliyetçi mevzide saldırırlarken, gerek kendi
geçmişlerini ve gerekse bugün içinde bulundukları durumlarını ele alırken
olabildiğine hoşgörülü bir yaklaşımla hareket ederlerken, sonuçta bütün
çabaları her şeyin kendileriyle başladığını, kendileriyle süreceği
iddialarında düğümlenmektedir.
TDKP, Kaypakkaya’dan 7 yıl sonra bunları
savunmaktadır; ve daha sonraki süreçte ve bugüne kadar TDKP bu görüşlerinin bir
çoğunun özeleştirisini köklü olarak yapmadığı gibi kongre bile toplamamıştır,
ne ki, görüşlerini çaktırmadan oportünist yöntemlerle terk eder gözükmekten
geri durmayan TDKP gelinen durumda likidasyona uğramıştır. Fakat tüm bunlara
karşın TDKP, kıskançlığını bu küçük burjuva görüşlerini Marksist olarak
göstermeye çalışırken kendisinden fersah fersah ileride olan Kaypakkaya ve
komünist hareketi küçük-burjuvalıkla suçlamadan geri durmamıştır. TDKP’nin
görüşleri; “ Türkiye emperyalizmin yarı-sömürgesi altında yarı-feodal bir
ülkedir.” (TDKP Kongre Belgeleri, s. 86)
“Mevcut şartlarda Türkiye devriminin yolunun
genel çizgisi toprak devrimini yürüterek ve köylük bölgelerde tahkim
edilmiş üslere dayanılarak, kırlardan şehirlere gelişen halk savaşı
yoluyla iktidarın parça parça alınması çizgisidir.”(Parti Bayrağı, s.1, s.20)
TDKP’nin ‘dün dündür bugün bugündür ’oportünist ve
çift standartçı yaklaşımlarının kıskançlıkla savunucularından biriside TİKB ve
bugün MLKP’de ifadesini bulan TKİH, EKİM eğilimidir. Konunun daha iyi
anlaşılması bakımından bu akımlardan bazı görüşleri buraya almayı yararlı
bulduk. TKİH belgelerinden; “ Bütün organlar lağvedildi. Kolektif çalışmaya son
verildi. İnsanlar kendi başlarına bırakıldı. Karar alınırken örgütün bir
daha ne zaman toplanacağı konusunda bile hiç bir garanti verilmedi. (Sınıf
mücadelesini tatil eden örgüt komünist oluyor da, her koşulda düşmana cepheden
kafa tutan Kaypakkaya ve örgütü küçük-burjuva olarak değerlendirile biliniyor) hatta
açıktan, ‘örgütü bir daha yeniden kuramayacağımız’ dahi söylendi.”(TKİH Genel
Toplantı Kararları s. 12, yıl 1984)
“Değerlendirmelerde eskiyen yanlarda var. Bu eskimeye
kısmen 84’ün ağır şartlarının baskısı altında yapılan sübjektif, diğer
gruplara karşı aşırı güvensiz yapay, yer yer kibirli saptamalar, yer yer maddi
koşullardaki değişmelere yol açmıştır.”(Age. s.1. yıl 1990)
“Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısının yarı-feodal
olarak tanımlanması yerine, bu gerçeğe daha uygun bir biçimde yeni, ‘geri
kapitalist’ olarak tanımladığımızı da ayrıca belirtelim.” (Age, s. 3)
TİKB belgelerinden; “Toprak ağalığı ekonomisi
yaşamdaki belirleyiciliği konumunu korumaktadır.”(TİKB Programı, Aktaran Birlik
Üzerine, s. 54)“Kuşkusuz henüz sınıf temeline oturmayışı, mücadele taktikleri,
örgütlenme biçimleri yeterince gelişmemiş komünist bir örgütte çeşitli
darlıklar, sığlıklar ve uzlaşmacı eğilimler görülebilir.” (Orak-Çekiç, sy. 70 s.
31)
“TİKB’nin genel platformu bundan 34 yıl önce yani 1979
yılının ilk aylarında yazıldı. Dolayısıyla (dikkat edilsin tam 34 yıl sonraki
bugün ortada kaç TİKB kaç TİKB olduğu belli değil. HB) yayınlandığı dönemin
işleriyle beraber hamlıkların ve geçmiş yanılgıların bazı kalıntılarını
taşıyordu. Platformun yazıldığı dönemde hareketimiz henüz gençti ve doğal
olarak teorik birikim bakımından bugüne göre daha geriydi. Platformun üslubunu,
çözümlemelerini, derinlik düzeyini ve formülasyonlarının ifade
ediliş tarzını hareketimiz çoktan açmış bulunuyor, bugün artık…”
(Orak-Çekiç, s. 74, s. 13)
“Programımız ve bazı konulardaki temel
politikalarımızın, kısmi eksiklik ve yetersizlikleri taşımasının yanı sıra,
geçmişin kimi yanlışlarından ve revizyonist kalıntılardan tümüyle azade olmadıklarını
bugün daha iyi görebiliyoruz.” (TİKB2. Kongre Belgeleri, s. 105)
“Ciddi bir siyasal kimlikle kitlelerin karşısına
çıkabildiğimiz ölçüde bir alternatif sunmuş oluruz. Bir an önce parti kimliği ile ortaya çıkmamızı
gerektiren temel nedenlerden biri de budur. Kitlelerin ileri kesimlerini, bu
yolla, sosyalizme açık kesimini kastediyorum. Bir an önce parti kimliğiyle
ortaya çıkmamızı gerektiren temel etkenlerden biri de budur. (Ekim sınıfhareketinin
ayrı yolda kendilerinin hala ayrı yolda yürüdüklerinive sınıfla birliği az-çok
yakalayamadıklarını ve sınıf hareketininbir durgunluk sürecinden geçtiğini
söylemektedirler. HB) Bunu biz,bu ilkel, bu ciddiyetsiz, gelinen yerde bu
sorumsuz devrimci akımlarlaaraya daha belirgin bir mesafe koymakla mutlaka
birleştirmek durumundayız.”(Kızıl Bayrak, sy. 28, s.17)
İnkarcı oportünist
cenahın sübjektivizme, küçük-burjuvazinin bireyci sınıf tavrına dayalı
çıkış noktası, onlarınsa savunduğu tezler hakkında fikir veren başlıca
noktalardan birisidir. Söylenen tüm bu sözler, yapılan tespitler, belirttiğimiz
çıkış noktasıyla uyum içinde, her şeyin kendileriyle başladığını
ispatlamanın berbat birer aracı olmaktan öte bir anlam taşımamaktadır. Bazı
konuların geçiştirilmesi, eklektizm vb. tümü bu vaziyeti kurtarma çabasının
küçük-burjuva bireyciliğin faturasıdır.
Geçmişe bakışta mükemmeliyetçiliğin bir başka hali
dogmatizm
Dogmatik Maocu
TKP-ML ve MKP cenahının geçmişe ve bugüne ilişkin inkarcı oportünist cenahtan
tamamen farklı tespitler yapmaları, bunların aralarındaki köklü bir ayrılıktan
kaynaklandığını söylenemez. Aksine, komünist hareketin şahsında geçmişi
reddeden inkarcılıkta, yine geçmişi idealize eden, hataları görmek, kabullenmek
yerine bunlara sıkıca sarılarak komünist hareketi hatalardan azade bir yaklaşım
içinde değerlendiren dogmatizmde aynı temel üzerinde yükselir. Farklılık aynı
dünya görüşünün, sınıf tavrının değişik biçimlerinden ibarettir. Bilindiği gibi
dogmatik TKP-ML,MKP ve diğerleri Maocu cenahı, Türkiye’de örgütlü komünist
hareketin ikinci kez 1972 yılında TKP/ML Hareketi ile doğduğunu ve partinin
kurulduğunu savunmaktadır. Bu doğru tespitten hareketle geçmişin hatalarına
sıkı sıkıya sarılmaktan geri durmuyor. Burada TKP-ML, MKP vb. cenahı sübjektif
unsurun önemini yadsıyor.
Bir komünist partisinin belirli objektif temeller
üzerinde sübjektif koşulların olgunlaşmasıyla kurulacağını, sübjektif
koşulların mücadele ile olgunlaştırılacağını reddediyor. Tabi ki böyle bir
görevden kendisini azade gören bu oportünistler, parti isminin kullanılmasıyla
her şeyin hallolacağını, parti sorununun çözümleneceğine inanıyorlar. Partiyi
bilinç ve örgütlenme düzeyi oldukça geri bir grup derekesine düşüren bir
anlayışın savunuculuğunu yapmak, partinin kurulması için en temel hazırlıkları
bir yana itmek partinin proletaryanın örgütlü öncü gücü olduğunu reddetmekle,
partiyi sıradan bir örgüt düzeyine düşürmekle eşitliyor. İnkarcı ve
dogmatik oportünistler sınıf mücadelesinin gelişim yasasını kavrayamıyorlar. Bu
yasanın kavranmayışı inkarcı oportünist cenahı geçmişi
değerlendirirken mükemmeliyetçilikle birleşip, inkarcılık olarak
somutlaştırırken,yine aynı diyalektik yasanın kavranmayışı, TKP-ML, MKP vb.
Maocu cenahın,geçmişi idealize ederek sınıf mücadelesinin gelişim yasasının dışınaçıkarmaya,
geçmişin hatalarına sarılmaya götürmekte ve dahası açıkça inkarcılığa karşı
çıkar görünen TKP-ML, MKP Maocu cenah, 72’den bu yana bilinç ve örgütlenmedeki
gelişmeyi reddederek, inkarcılığın kaba bir örneğini sergilemektedirler.
Aynı biçimde geçmişte
ciddi hata ve zaaflarını kabul etmenin, geçmişi ML’ist olarak değerlendirmekle
çelişeceğini düşünmekte, mükemmeliyetçiliğinin bir başka örneğini
sergilemektedir. Nitekim bu cenah saflarında sık sık ayrılıkların yaşanması,
geçmiş hatalarının pratiğin verileriyle bilimsel bakışla ele alınıp
değerlendirme ve artık mücadelenin gerisinde kalmış olan sosyal gelişmenin
ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzaklaşmış görüşlerini gözden geçirerek,
oportünist ve dogmatik görüşleri aşmayerine, geride kalma ve dogmatikler eliyle
daha da geriye çekilerek, hataları sistemli hale getirerek çizgiye
dönüşmüş ve ortaya Maoist ve yaşamın gerçekliliğinden kopuk, sol
oportünist bir çizgi ortaya çıkmıştır. Bu arkadaşlar ekonomik, politik ve sosyal
gelişmenin yasalarını durağan, statik olarak gördüklerinden dolayı, dün
mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt veren ama bugün mücadelenin ihtiyaçlarına yanıt
olmaktan geri kalmış görüşlerle mücadele etmeye çalışırlarsa, sonuçta
ortaya ne deve ne kuş gibi ucube bir durum ortaya çıkar ve TKP-ML, MKP vb. Maocu cenahı, bu olumsuzluğu, geçmişe sahip çıkma adına kıskançlıkla savunmaya
çalışarak, Kaypakkaya yoldaşa saygısızlıkta kusur etmez bir konumda yürümekten
kendisini alamaz.
TKP-ML, MKP vb.
Maocu cenahın her iki-üç yılda bir önderliklerini oportünist olarak suçlayıp,
çizgiden uzaklaştıkları vb. yönlü eleştirilerde bulunmalarına karşın, yinede
TKP-ML’yi Marksist olarak görmeleri de kendi içinde ne kadar tutarlı bir
konumda durduklarını gösterir. İnkarcı akımlar geçmişe
mükemmeliyetçi yaklaşırlarken yaşanan bu kadar deney ve tecrübeden sonra kendi
durumlarını ve yakın geçmişlerini değerlendirirken büyük bir hoş görüyle
hareket etmeleri, bu oportünist cenahın ne kadar eklektizm içinde yüzdüklerini
ve diyalektik gelişim yasasını kavramadıklarını gösterir. Dolayısıyla bu
akımların kendi içinde birbirleriyle taban tabana zıt görüşler savunmaları
kaçınılmaz olmaktadır. Her iki akımın, dogmatizm ve inkarcılığın ulaştığı
noktada aynıdır; Leninist parti ilkelerinin ve partileşme sürecine yaklaşımın
reddi.
TKP-ML, MKP vb. Maocu
cenahın işçi sınıfının öncüsü komünist partiyi sıradan bir grup derekesine
düşürerek, bunu yapmaktadırlar. O, kendi örgütünü parti olarak ilan etmekle
kalmayıp, TKP-ML isminin kullanılmasından dolayı Türkiye’de partinin 72’den bu
yana var olduğunu iddia etmekten de geri durmuyor. Sınıf hareketinden kopuk ve
diğer bir çok görevi yerine getirmede daha yeni adım atmış ve düşmanın
saldırıları sonucu atılan bu adımların önemli ölçüde bu pratikte denenip
sınanmadığı bir durumda TKP/ML Hareketi’nin doğuşundan itibaren parti olduğunu
savunmak, ML parti öğretisinin kaba reddi demektir. İnkarcı oportünist cenahın
savunduğu görüşlerde bütün palavralarına karşın reformcu dönüşüm teorisi
üzerine binerek, sınıftan kopuk parti fikrinde buluşmuşlardır. Küçük burjuva
örgütlerin bölünmeden, parçalanmadan adım adım dönüşerek, proletarya partisinin
sınıftan kopuk olarak kurulup, daha sonra sınıfla birleşeceği görüşü, TKP-ML,
MKP vb. Maocu cenahın ters yüz edilmiş, partiyi sıradan bir grup düzeyine
düşüren, oportünist yaklaşımdan pekte farklı bir yanı olmadığını gösterir.
Görüleceği gibi her iki oportünist cenah da sorunu ele alırken çıktıkları temel
noktaları ve ulaştıkları yer hep aynıdır.
Çünkü her iki
eğilimde aynı dünya görüşüne ve bakışına sahiptir. Özde aynı olmasına karşın
biçimdeki ayrılıklar, hatta bir birine tamamen ters görünmeleri yanıltıcı
olmamalıdır. Önemli olan, özün kavranmasıdır. Böylece özle biçim arasındaki
ilişki sağlıklı ve doğru kavranabilir. inkarcı oportünist cenahın kafa
karıştırma, sorunu çarpıtma gayretlerinin yoğunlaştığı konuların başına
bakış açısı gelmektedir. Olguların şartları içinde değerlendirilmesi
gerektiğini, olguların yer ve zaman kavramalarından
soyutlanamayacağını inkarcılar özellikle karartmaya çalışıyorlar. ML az çok
bilen herkesin kavrayabileceği bu en temel unsurun; bakış açısının
geçiştirilmesi ilginçtir. Genel söylemlerin sürekli tekrarlandığı da hatırda
tutulursa oportünistlerin bilinçli geçiştirme çabaları kolayca
görülür. İnkarcıların, bu alanda ısrarlı çabaları boşuna değildir.
Doğru
bakış açısının devrimci kadrolar ve kitleler tarafından kavranışı,
oportünist manevraların, keyfi değerlendirmelerin önünde engel olacaktır.
Hareket alanlarını sınırlayacaktır. O halde oportünizm için yapılması gereken,
sorunu karmaşıklaştırmak, iyice muğlaklaştırmaya çalışmak
vb.’dir. İnkarcıların yapmaya çalıştıkları da budur. İnkarcıların,
bakış açısı sorununda hemen hiç bir şey ortaya koymadıklarını
belirtmiştik. Bu nedenle bu alandaki eleştirilerimizi, onların çeşitli konulara
ilişkin, değerlendirmelerindeki yansımalarından hareketle yapacağız. Bu
akımların ortak özelliklerinden biri, keyfiliktir. İnkarcıların sorunu
doğru bakış açısı ile ele alarak olgulara ortak ölçütlerle
yaklaştıklarında oportünist tespitlerinin ne kadar havada kalacağını bilmektedirler.
Oportünist tespitlerine sarılarak, ML yaklaşımın reddi ise, onun sınıf
niteliğine tamamen uygundur. Bu oportünistler geniş bir manevra alanına
ihtiyaç duyarlar. Bazen mükemmeliyetçiliğin paslı zırhına bürünerek geçmişe
saldırmak,işine gelmediğinde bunu çıkarıp büyük bir hoşgörü ile hareket etmek
için oportünist muğlaklığa ihtiyaç duymaktan geri kalmazlar. Olgulara ortak
ölçütlerde, aynı anlayış temelinde yaklaşmak, değerlendirmelerde buna
azami titizlik göstermek, oportünistler için tahammül edilmez bir şeydir.
Kimse böyle bir girişimde bulunmamalıdır. Fakat hayır, komünistler,
inkarcıların sözünü bile etmek istemediği bu ve benzeri konular üzerinde
ısrarla duracaklardır.
Bu inkarcı cenahın
bırakalım dünlerini, bugünlerine de baktığımızda ‘72-79’un çok gerisinde durduklarını
görürüz. 30-40 yıllık deney ve tecrübenin ardından bu akımlar sözlerine uygun
bir pratik geliştirmeleri gerekirken, ne yazık ki, İbrahim Kaypakkaya’nın
72’lerde çözdüğü sorunları ancak bugün anlamaya başladıkları görülmektedir. Bu
akımların kendileri için uyguladıkları bu oportünist uzlaşmacılık, ‘72-79
dönemine geldiğinde tersine dönmektedir. Birazcık tutarlılık olabilmesi için
ölçütlerin diğer akımlara da aynı biçimde uygulanması gerekir. Bu temel gerçeği
görmeyecek kadar tutarsızlığa düşmek küçük-burjuvaziye özgü bir dualizmle,
keyfilikle eklektizmle izah edilebilir. Bu oportünist inkarcı cenah, 40-50 yıl
sonra “sınıf hareketinden kopuğuz” diyerek fergat figan ederlerken 72-79
yılında komünist hareketin neden işçi hareketiyle birleşmediğinden dem vurarak,
bu dönemi basit bir mantıkla küçük-burjuva devrimciliği olarak mahkum etmeye
çalışmaktan da geri kalmamışlardır.
Peki, bugün bu
inkarcı akımlar komünist hareketi değerlendirmede kullandıkları ölçütleri neden
kendilerine uygulayarak sınıftan kopukluğu aşamadıkları ve küçük-burjuvazinin
dışına çıkan bir örgüt çalışması yaratamadıkları gerçekliğinden hareketle
kendilerini küçük-burjuva olarak mahkum etmiyorlar?
Evet öyle ama, bu akımlarda
ilke ve istikrar denen bir olay olmadığından dolayı, bunlar için dün dündür,
bugün bugündür. Bunlar genellikle kendilerine uzlaşmacılığı, liberalizmi,
dışındakilerine ise acımasızca saldırıp, mükemmeliyetçi uygulamayı reva
görmüşlerdir. Bu akımların soruna yaklaşımı konusunda bilinçli sessizlikleri,
keyfiliği, ML’in en basit gerçeklerinin tahrif edilmesiyle el ele gitmektedir.
Oportünist yazarlar, komünist hareketin gelişimini izahta oldukça sıkıntı
çekiyorlar, oportünist tespitlerini kurtarabilmek amacıyla yılan eğrileri
çiziyorlar. İnkarcı akımların bütün bu sıkıntılarını gidermede en fazla
sarıldıkları reformcu dönüşüm teorisi oluyor. inkarcı akımların gelişim
sürecini bugünkü durumların izahta başvurdukları bu reformcu teori, aynı
zamanda ideolojik uzlaşmayı vaaz etmektedir. İnkarcı oportünizmin
reformist dönüşüm teorisi ML örgütlerin doğuş koşulları, partinin
sübjektif koşulları ele alışta muğlaklık ve program, sınıfla birlik vb.
konularındaki oportünist yaklaşımlar, dönüşüm teorisi ile birleştirildiğinde, bu
akımların parti sorunundaki yaklaşımlarının ana tablosu tamamlanmaktadır.
Bu bakımdan,
inkarcılığın teorik dayanaklarından birisi olan reformist dönüşüm teorisi
üzerinde durmakta yarar olduğu ortaya çıkmaktadır. Peki nedir dönüşüm teorisi? İşçi sınıfı özel mülk sahibi olmayan, geleceği temsil eden tek modern sınıftır
. Onun dünya görüşüyle mülk sahibi sınıfların dünya görüşleri arasındaki
uzlaşmazlık, ekonomik alanda üretimin sosyal niteliği ile özel
mülkiyet arasındaki çelişkinin üst yapıdaki ifadesidir.
Öte yandan olgular,
uygun koşullar altında kendine özgü temeller üzerinde yükselir. İşçi
sınıfının diğer sınıfların ideolojileri, politikaları, örgütlenmeleriyle kesin
bir sınır çizilmesinin şartları olgunlaştığından ML örgütlerin
doğabileceği tanımlanması bu gerçeğin değişik bir anlatımıdır. Kısacası işçi
sınıfının bilimini, yaşanılan dönemin tarihi, sosyal ve iktisadi şartları
içinde almadan bu temelde örgütlenmeden ML olunamaz. Komünist hareket ML’yi
temel alarak doğar ve gelişebilir. Aksi tezler, işçi sınıfının ideolojisiyle,
diğer sınıf ideolojileri arasındaki uzlaşmazlığı yok sayan oportünist, uzlaşmacı
anlayışa dayanmaktadır. Küçük-burjuva akımlar içinde uygun dış şartlarda ML
fikirlerin gelişip, yaygınlık kazanması önemli bir itibar sağlaması tamamen
mümkündür. Ve örnekleri çokça görülmektedir.
Fakat bu, o akımın
nitelik değiştirmesi anlamına gelmez. ML’in küçük burjuva akımları etkilemesi,
içinde yer alan kişilerin veya bazı çevrelerin nitelik değiştirmesi mümkündür.
Ancak, bir küçük-burjuva akımın bütünüyle dönüşüme uğraması pratikte
imkansızdır. Söz konusu ettiğimiz ve doğru olan; bu akımlar içinde ML fikirlerin
gelişmesi diğer uygun koşullarla birleştiğinde ML kişi ve grupların
çıkabilmesidir. Tabi ki böyle bir gelişmenin olduğu noktada ML kanat giderek
küçük-burjuva hareketle bütün bağlarını keserek varlığını sürdürebilir,
gelişebilir. Böyle bir gelişme adım adım reformcu bir dönüşümle değil,
küçük-burjuva akım içinde ideolojik politik çatışmalarla, parçalanmalarla,
kaynaşma ve mücadelelerle birlikte olur. Küçük-burjuvazinin ideolojik-politik
ve örgütsel çizgiden tam bir kopuşu, onları tümüyle reddedip, ML’i temel alıp,
pratikte sert mücadelelerle, örgütsel alanda da ayrışma ile el ele gidecektir.
Bu eşyanın tabiatı
gereği böyledir. Küçük-burjuva bir siyasi hareket içinde niteliği gereği
sınıfın çıkarlarını savunan kanat ya da kanatlar mutlaka olacaktır. Bunu
yadsımak, sınıf hareketlerinin kendi sınıf çıkarlarını savunduğu ilkel
gerçeğini yadsımak olur.İnkarcı oportünist cenah, küçük-burjuva örgütlerin
bölünüp, parçalanmadan adım adım ML’i kabul ederek komünist hale
gelebileceklerini ileri sürerek, TDKP, TKP-ML Hareketi’ni, TKİH vb. akımların
esas gövdelerini koruyarak, ciddi parçalanmalara ve bölünmelere uğratılmadan, bu
akımların reformcu yoldan dönüştükleri görüşlerini savunmaktadırlar.
İşin
ilginci şu ki bu örgütler öyle küçük burjuva örgütler ki bir çok kez çizgi
değişikliğine uğruyor,ama bu akımların saflarında küçük-burjuva çizgilerini
savunan hiçbir akım çıkmıyor. Bu akımların saflarında küçük-burjuvazinin
sınıf çıkarlarını savunan, direnen hiç bir kesimin çıkmaması bu akımların ne
kadar küçük-burjuva olduklarını gösteriyor. Böyle küçük-burjuvalar dostlar
başına versin. Olayın özü sınıfın çıkarlarının objektifliğidir. Kişilerin
niteliği de öyle. Sübjektif niyetlere bakılarak değerlendirme yapılmayacağı
gibi, sadece niyetlere dayanarak, siyasal gelişmelerde izah edilemez. Buradan
hareket ettiğimizde reformcu dönüşüm teorisinin anti-Marksistliği daha net
karşımıza çıkar.
Çünkü köklü
eleştirilerle küçük-burjuva bir akımın devrime inançla adım adım
Marksizm-Leninizm'i eylem kılavuzu olarak kabul ederek Marksist olması söz
konusu edilemez. Konuya ilişkin olarak Lenin şunları belirtir; “...Rusya’da
demokratların fikirleriyle sosyalistlerin fikirleri arasında hiç bir derin
nitelik farklılık olmadığı yolundaki düşüncenin, bugün kesinlikle hiç bir temeli
yoktur. Tam tersine; geniş bir uçurum, bu fikirleri ayırmaktadır ve Rus
sosyalistlerinin bunu anlamalarının, demokratların görüşlerinden tam ve kesin
bir kopmanın kaçınılmaz ve zorunlu olduğunu anlamalarının zamanı gelmiştir.” (Halkın Dostları
Kimlerdir, s. 164)
Burada Lenin’in sözleri açıktır. İdeolojik
uzlaşmayı reddetmekle, proletaryanın siyasi hareketinin Marksizm temeli
üzerinde yükseleceğini vurgulamaktadır. Dönüşüm teorilerinin savunucuları ise,
ne i-düğü belirsiz eleştirilerle, aşama aşama küçük-burjuvaların aşılacağını,
küçük-burjuva bir akımın bütünlük içinde komünist bir hareket haline
dönüşeceğini vaaz etmektedirler. Küçük-burjuva devrimci bir örgüt içinde
Marksist kişi ve gruplar çıkabilir. Bu küçük burjuvaziden kesin ideolojik
kopuşla mümkündür. Küçük burjuva örgütün adım adım dönüşüm teorisi, devrimci
gelişmenin dolayısıyla ideolojik uzlaşmanın ifadesidir. Ayrıca böyle bir
dönüşüm eşyanın tabiatına da aykırıdır. Küçük burjuva bir akımın içinde
Marksist bir kanadın çıkması dönüşüm olarak nitelenemez. Burada söz konusu olan
dönüşümle bir değişme değil, bir nitelik sıçramasıdır. Elbette ki bu, büyük
mücadeleleri, çalkantıları beraberinde getirir. Saflaşmalara yol açar. Bu,
oportünist dönüşüm teorisinden tamamen farklı gelişim seyridir. İnkarcı
cenah, gelişim sürecini dönüşüm teorisiyle izah ettiğinden, komünist hareketin
hangi şartlarda doğup, gelişmesi ve partileşmesi sürecine ilişkin olarak
önemli dönemeç noktalarına değinmeyerek tartışmanın özünden kaçmaktadırlar. Onların
bu konularda da yaptıkları keyfi ve çift standartçı değerlendirmelerdir.
Aslında dönüşüm teorisi, sözünü ettiğimiz sorunlara nasıl yaklaşıldığı
konusunda genel bir fikir verdiğinden, üzerinde daha fazla durmaya da gerek
yoktur.
Yukarıda ortaya koymuş olduğumuz görüşlerin
bütünselliğini dikkate aldığımızda Kaypakkaya yoldaş ve komünist hareketin
doğuşu, gelişimi ve partileşme sürecini değerlendirme konusunda oportünistler
ile Marksistler arasındaki temel ayrım çizgisinin okyanuslar kadar derin olduğu
netçe görülmektedir. Bu oportünist akımlar, kendilerine oportünist
uzlaşmacılığı uygularken, dışındaki akımlara karşı aynı ortak ölçütlerden
uzaklaşarak, daha acımasız ve keyfiyetçi bir yaklaşım içinde hareket ederek,
inkarcı ya da dogmatik bir konumda yaklaşarak, komünist hareketi olumsuz
değerlendirirlerken, aynı hataları bu kadar deney, tecrübe, birikim ve olanağa
karşın 39. yıl sonra da sürdüren ve bir çok alanda geçmişin çok gerisinde
kalarak, şehir küçük burjuvazisi içinde örgütlenmekten öte gidemeyen oportünist
akımların bu gerçekleri görmezden gelerek ters yüz etmeleri, kendilerini
komünist olarak göstermeye çalışmaları, bu akımların ciddiyetsizliklerin ive düalizmlerini
ortaya koymaktadır.
Geride bıraktığımız 49. yıllık süreç içinde
yanlışlarını, eksikliklerini atıp, sürekli ve sistemli olarak dorular üzerinde
yürüyerek komünist hareketi yeniden ayakları üzerine dikerek salam zemin
üzerinde örmeye çalışan İnşa’mız, bundan sonrasında da ML’in ışıklı
yolunda ve komünist programı yaşama geçirme savaşımında bildiği doğru ve
devrimci yolda kararlılıkla ilerleyecek ve sınıflar kavgasını devrimci
görevleri yerine getirerek ileri taşıyacaktır. Her türden oportünizme,
revizyonizme, inkarcılığa, dogmatizme ve sınıf dışı her türden anti-Marksist
akımlara karşı uzlaşmaz bir hatta savaşım yürüterek, gerçeklerin dobra dobra
savunucusu olacak ve yanlışların, çarpıtmaların açığa çıkarılarak eleştiri
silahının hedefi olmaktan geri kalmayacaktır. Eleştiriciliğin dönüştürücü ve
kavratıcı gücünü Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde 24 Nisan 1972 yılında tüm
barikatları kırarak komünist hareketin ikinci kez gün ışığına çıkarılışının 49.
yıl dönümünde olanca gücümüzü kullanarak, komünist hareketi kendi
gerçekliğinden koparmadan ele alıp değerlendirecek ve çift standartlılığın
çıkmaz sokak olduğunu unutmayacak, unutturmayacağız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder