23 Ocak 2021 Cumartesi

12 Eylül faşist darbesinin ardından idam edilen TKP/ML Hareketi militanı Ali Aktaş’ın ailesine yazdığı son mektup

12 Eylül faşist darbesinin ardından idam edilen TKP/ML Hareketi militanı Ali Aktaş’ın ailesine yazdığı mektup, 12 Eylül den bugüne kadar saklandı. Doğum gününde idam edilen Aktaş’ın ailesine yazdığı işte o veda mektubu:

Sevgili anacığım, sevgili babacığım

Bu satırları yazıp bitirdikten sonra hayata veda etmiş olacağım ve belki bu mektubu yazıp bitirdikten sonra sizlere ya ulaşır ya ulaşmaz bu hususta da pek bir güvencim de yoktur. Çünkü, yazıp da size yollayacağım bu veda mektubumun içeriği çok geniş veya kendilerince yasak olacaktır. Ulaşacaksa dahi yine kendilerince politika icabı olacaktır.

Sevgili babacığım ve anacığım, ben bir inanç uğrunda gidiyorum. Evet, doğruluğuna inandığım bir inanç uğruna fakat bu inancım mevcut düzene karşı olmak sömürü soygun düzenine karşı olmaktır. Ben bir davadan yakalanmış ve yargılanmış isem de bu işin yalnızca formalitesidir. Çünkü benim asılmam için koyulması gereken hukuki bir delil olması gerekir ki durum delil yetersizliğiyle de olmasına rağmen ve karar kanaat üzerine olmasına rağmen ben idama götürülüyorum. Evet, ben söz konusu adamı öldürdüğüm için değil, Emperyalizme, Faşizme, Sosyal-Emperyalizme, Sosyal-Faşizme karşı yılmaz usanmak tavizsiz mücadelemden dolayı asılmaktayım. Evet onlar bizim nefes alışımızdan dahi korkmaktadırlar. Oysaki ben maddi olarak yok olsam da manevi olarak yok olmayacağımı da biliyorlar. Evet, ben ve benim gibiler inandıkları davaları uğrunda madden ölsek de manevi yaşarız yaşayacağız buna inancım tamdır. Ben ölüme gideceğimi delil yetersizliği olmasa da dahi baştan beri biliyordum.

Çünkü, onlar kendilerinin yaka mahfa götürecekleri halka ve devrime ihanet etmeyenlerin yüreklerinde derin bir korkudur. Ben yakalanabilirim ama halkımın mücadelesi hiçbir zaman ölmez öldürülemez. Halk bağrında nice tohumu, tohumları türetmiş ve türetecektir. Evet, ben ölüme giderken hayata erken veda etmekte olmama yanmaktayım. Yoksa öleceğime değil. Her gün her zaman ölümden korkmadım. Korkmayacağım da. Çünkü, ben anamadan babamdan ben, halkımdan korkusuzluğu acı içinde ızdırap içinde yokluk ve kıtlık içinde sabrı, sabretmeyi inançlarımla düşmana …. yaşamayı hem de başı dik ve gururluca yaşamayı ama bir saat daha bir saniye daha.

Size çok şey yazmak istiyordum zaman zaman, ama yazamadım. Nice yazacaklarımdan, nice söyleyeceklerimden ancak söyleyebilip yazabileceklerimden başka bir şey ne söyleyebildim, ne de yazabildimse de bunu anlarsınız inancındayım.

Babacığım benim için çok uğraştın. Farkındayım. Belki kar etti, belki etmedi ben baştan bilmeme rağmen yine de seni yanlış düşüncelere kapılmamanız için bir şey demedim. Yine de uğraşılarının borcunu ödeyemedimse de, en azından şerefimle düşmana teslim olmaksızın gitmem, hayata veda etmem dahi umarım sizin için yüzü kara olmaktan da iyidir.

Anacığım beni bizi ne sancılar içinde var ettiğini, ama yeniden var edebilmemin de ne kadar güç olduğunu biliyorum ve senin acının derinliğini şimdiden anlayamıyor değilim. Onun için şimdiden acını paylaşmak istersem de elimden gelen Bir şey yok. Fakat sana bir tek şeyim varsa oda oğlunun senden aldığı senin gibilerden aldığı ilhamı ve kuvvetin inancıyla halka ihanet etmeyen biri olarak gitmemdir.

Ben şuan yazdığım ve yazamadığım nice dost ve akranlarımın tümünü yüreğimde taşıyarak, bilincimde taşıyarak gidiyorum. Evet Ganime analar, Hatun analar, Hüsne nineler Zehra nineler Hamit amcalar. Abbas babalar, Nursel bacılar, Yusuf kardaşlar ve daha bilmem kimler kimler. Ben sizden gelmiş, ben bağrınızdan türemeş biri olarak sizleri düşünmeksizin nasıl giderim hiç mümkün mü?

Evet sevgili analarım, babalarım. Ben gidiyorum. Giderken şerefimle gidiyorum. Ama onlar sömürücüler sömürü soygun düzeninin sahipleri komprador patron ağa devletinin savucuları şerfsizlikleriyle her gün ölecekler. Biz halkımız uğrunda girdiğimiz mücadelede inanarak elimden gelen mücadeleyi yaptım ben D.H.B. örgütüne mensup olarak yargılandım ve D.H.B (Devrimci Halkın Birliği) TKP ML Hareketi örgütü davasına dahil edildim. Ben hiçbir şey kabul etmedimse de yapmadığımı kabul etmedim. Ama evet ben bu örgüte inandım ve hala inanıyorum. Ona her şeyimle, içten inanıyorum. Benim verdiğim mücadele sizce, halkça takdirini yapacak ve değerini biçeceksiniz.

Sizlere bunları dahi yazdımsa da inanın pek de içten geçerek de yazdırtabilirdim.

Beni bağışlayın sizleri, halkımı unutmayacak olan ben oğlunuz Ali Aktaş.

22 Ocak 2021 Cuma

Söz sana ilk idam şehidimiz Ali Aktaş yoldaş kavga bayrağın asla yere düşmeyecektir

İster kızsın
isterse hırsından köpürsün düşmanlarımız
ve şafak sökerken Çukurova'da
bizim için hazırladıkları darağaçlarında
onları sallandıracağız onları

TKP/M-L Hareketi'nin ilk idam şehidi olan Ali Aktaş, Arap milliyetinden bir komünistti. 1976'dan sonra İskenderun'da gençlik mücadelesinin öne çıkardığı bir gençlik önderiydi. 1978'den itibaren profesyonel devrimcilik yapan Ali yoldaş, bölgesinde gelişen tüm eylemlerin örgütlenmesine ve yürütülmesine aktif katıldı. 16 Eylül'de Erdener yoldaşın şehit düştüğü faşist Türkeş'i İskenderun'a sokmayan emekçi halk direnişinin de önderiydi.

9 Haziran 1980'de Ali Kaya Yıldız yoldaşın şehit olduğu faşistlerle girişilen çatışmada da o vardı. Çatışma sonrası Kocatepe'de kendisini pusuya düşüren faşist saldırganlardan birini öldürüp, bir diğerini de ağır yaralayarak gereken cezayı verende oydu. O, direnişlerin, çatışmaların, eylemliliklerin hep önündeydi. Korkusuz, kızıl bir kavga kartaldı. Devrimci militanlığı, düşmana karşı uzlaşmazlığı, cesareti Çukurova'da hala dilden dile dolaşan Ali Aktaş yoldaş, düşmanın eline geçtiğinde de önderi Kaypakkaya’nın soylu direniş geleneğinin sürdürücüsü oldu, ser verdi sır vermedi; cellatlara hiç bir zaman boyun eğmedi. İşkencede bu büyük direnişi faşist diktatörlüğü korkutuyordu. O'nun için ellerinde hiç bir kanıt olmamasına rağmen, paşalar ferman buyurdu.

Ali Aktaş yok edilmeliydi. 23 Ocak 1983'te katledilmeye götürülürken başı dik, özgürlük savaşçılarının gururuyla marş söyleyerek Adana zindanını inletti. O gün Çukurova titredi, Toroslar sarsıldı bir komünistin baş eğmezliği. yenilmezliği karşısında. Katledilişinin 38. yılında yine aramızda yaşıyor, savaşıyor.

Alp’lerden Munzur’a uzanan enternasyonal bir kadın: Barbara Kistler

Barbara Anna Kistler, 1955 yılında İsviçre’nin Zürih kentinde bir işçi ailenin çocuğu olarak doğdu. Politika ve siyaset ile erken yaşlarda ilgilenmeye başladı. 16'lı yaşlarında dönemim mevcut sistemine karşı muhalefet eden gruplar kurdu. Farklı kadın gruplarında faal olarak çalıştı. Feminist fikirleri Marksist-Leninist görüşler ile yorumladı ve feminist fikirlerin bu şekilde savunulması gerektiğini düşündü. Mesleği gazetecilik olan Barbara, gençlik dönemlerinde çeşitli devrimci, anti-faşist örgütlerle ve çevre örgütleriyle birlikte faaliyet gösterdi. Peru Komünist Partisi üst düzey yetkilileriyle yaptığı bir röportajı çalıştığı gazetede yayınlattı. İsviçre'de bir Komünist Parti kurmak isteyen İzolasyona Karşı Grup'un (KGI - Komite Gegen Isalation) bir üyesiydi. 1980'de Türkiye'den askeri darbeden kaçmak için İsviçre'ye kaçan Türkiyeli devrimcilerle tanıştı. 1986'da Barbara, TKP/ML sempatizanlarıyla temasa geçti, TKP/ML'nin görüşleriyle tanıştı.

Barbara, 12 Eylül 1980’de Türkiye’de yapılan askeri faşist darbe sonrasında Avrupa’ya sığınmak zorunda kalan devrimcilerle tanışma olanağına sahip oldu. Bu tanışmayı 1992’de Yeni Demokrasi dergisi ile yaptığı bir röportajda şöyle anlatır: “1980 sonrasında Avrupa’ya sığınan devrimcilerle eylem birlikteliklerinde ve enternasyonal yürüyüşlerde tanıştım. Avrupa’da, Türkiye’de var olan var olmayan bütün siyasi görüşler bulunur. Çeşitli örgütleri savunan arkadaşlarla tanıştım. Sonuçta TKP/ML’nin düşüncelerinin doğru olduğunu gördüm ve İbrahim Kaypakkaya’nın yazılarını okuduğumda çok etkilendim. Bu genç komünist önderin kısa yaşam sürecinde neler yaratabildiğine büyük bir hayranlık ve saygı ile baktım. …TKP/ML’nin her şeyden önce bilimsel olarak doğru olduğunu anladım ve çeşitli milliyetlerden Türkiye halkını gerçek kurtuluşa götürecek tek proleter parti diye, güvendim. Türkiye’de TKP/ML önderliğinde yükselen devrimci mücadele dünyadaki ezilen halklara ve enternasyonal proletaryaya umut veriyor. Beni de bu umutlandırdı. TKP/ML’nin siyasi ve ideolojik önderliğinde kendi siyasi kimliğimi de sağlamlaştırabildim.”

İsviçre’de doğan bu mücadeleye tutkun yüreği, Dersim dağlarına taşıyan bilinç, O’nun bu ifadelerinde somutlaşıyordu. Barbara’ya en çok sorulan soru olmuştu, onun neden Türkiye’ye gelip mücadeleye burada devam ettiğiydi. O’nunsa yanıtı hep açık ve netti: “Devrimin ve devrimcilerin vatanı yoktur, istediği her yerde mücadeleye devam ederler. Ben enternasyonal bir devrimciyim dünya ezilen halklarının kardeşliğini ve birliğini savunurum.”

O’na Avrupa’ya dönmek isteyip istemediğini soranlara ise ısrarla karşı çıkıyordu ve dönmek istemeyişinin nedenini tamamen politik bir tercih olduğunu vurguluyordu.

1988'den itibaren örgütlü bağ kurarak çeşitli faaliyetlerde yer alan Barbara, 19 Mayıs 1991'de İstanbul Hasanpaşa Katliamı'nda, İsmail Oral ve Hatice Dilek şehit düşerken, Barbara tutuklanarak Bayrampaşa Hapishanesi'ne konuldu. 7 ay Bayrampaşa Hapishanesi'nde kaldıktan sonra 1992'de gerillaya katıldı. 1993 yılının Ocak ayında, Pülümür’de devlet güçleriyle girdikleri çatışmadan sonra, dondurucu soğuğa rağmen Zel Dağını aşarak evlere ulaşırlar ancak bölge halkının özverili, yoğun çabalarına rağmen donma sonucu durumu ciddileşti ve 5 yoldaşıyla birlikte o da ölümsüzleşti.