Bölüm: 1
Kaypakkaya yoldaş Nisan 1972 yılında bir grup yoldaşıyla birlikte Türkiye komünist hareketini, TKP/ML Hareketi şahsında yeniden ayakları üzerine dikti. Ülkemizde sol hareket üzerinde egemenlik kuran 50 yıllık reformculuğu, revizyonizmi ve pasifist parlamentarizm geleneğini kırıp, devrimin silahlı başkaldırıyla gerçekleştirileceğini pratiğiyle ortaya koyarak, Kemalizm dalkavukçuluğuna, Kürt ulusunu inkar eden Türk şovenizmine, Şefik Hüsnü TKP’sinin burjuva milliyetçisi oportünist çizgisine, Sovyet Sosyal emperyalizmine, Troçkizme vb. sınıf dışı akımlara karşı, kavrayışı ve deneyimi ölçüsünde cepheden tutum alarak, proletarya ve emekçi yığınların eline nasıl örgütlenip savaşacakları sağlam bir mücadele silahını tutuşturdu.
Elbette Kaypakkaya yoldaşın ortaya koymuş olduğu bu M-L’ist görüşler, ilk ve genç olmanın getirdiği önemli yetmezlikler, eksiklikler ve hatalar taşıyordu. Bunun böyle olması bir noktada doğaldır da.
Neki Kaypakkaya yoldaş dönemin doruğu olarak gerçeklere çözümler bulmaya çalıştı. Düşündüklerini ve belirlediklerini ortaya koyup, pratiğe girişerek teorisini pratiğin deneğine vurdu. 1 yıllık gibi yoğun bir mücadelenin ardından TKP/ML Hareketi, faşizmin yoğun saldırıları sonucu ağr bir yenilgi aldı. Ama Kaypakkaya’nın geride kalan yoldaşları pratiğin sonuçlarını irdeleyerek, süreci gözden geçirerek kapsamlı olarak yargıladı, bu mücadelede bir çok olumlu-olumsuz sonuçları bulup, ortaya çıkartarak, komünist hareketin hatalarından arındırılarak gelişip, güçleneceği gerçeğinden şaşmazcasına hareket ederek, Kaypakkaya yoldaşın eksikliklerini ve yetmezliklerini, dogmatizm ve inkarcılığa düşmeden, M-L çizgide kararlılıkla yürüyerek aştıl ve O’nun komünist özünü geliştirip, derinleştirerek daha da sağlam bir hatta çekti.
Kaypakkaya yoldaş, komünist hareket için ön açıcı oldu, bir çok alanda tabuları parçalayarak bizlere yol gösterici olduğu gibi, aynı zamanda 1 yıllık gibi kısa bir pratik süreçte yaşadı ve bunun sonuçlarını değerlendirme fırsatını bulamadana Kaypakkaya yoldaş katledildi.
Kaypakkaya yoldaşı ve komünist hareketi yargılamada, dahası komünist hareketin yakın geçmişini ele alıp değerlendirme sorunu, devrimci hareket saflarında en fazla tartışılan sorunların başında geldi. Bu alanda iki eğilim sürekli olarak çatıştı; birincisi M-L bakış yani olayları ve olguları kendi koşulları içinde ele alıp değerlendirme ve komünistlerin hatalarını mücadele içinde aşağı doğrusunun savunucusu ve takipçisi olarak gerçekler üzerinde politika yapan komünistler ve ikincisi de her ne kadar görünüşte farklı yerlerde duruyorlarmış gibi görüntü içinde olsalar da, geçmişe dogmatik ve inkarcılık temelinde mükemmeliyetçi bir bakışla olaylara ve olgulara yaklaşımda idealist bir mevzide birleşiyor oportünist cenah.
Geçmişin doğru devrimci bir yaklaşımla nesnel bir zemin üzerinde ele alınmasında dogmatik ve inkarcı oportünistlerin temel özellikleri, sürekli olarak dualizm-ikirciklilik- ve keyfiyetçi bir değerlendirme-mükemmeliyetçi-inkarcı- içinde olmalarıdır. Bu akımların hemen tüm- MLKPden TKİP’e, EMEP’ten TİKB’nin değişik gruplarına, TKP-ML’den MKP’ye- akımların geçmişi değerlendirirken kendilerine oportünizmi, hoşgörüyü ve uzlaşmacılığı uygularlarken, başkalarına, abartıcılığı, acımasızlığı, keyfiyetçiliği ve çift standartçı oportünist yaklaşımları ve değerlendirmeleri uygulamayı esas aldıklarını görüyoruz. . Buradan olarak, Kaypakkaya yoldaşın şahsında 1972-79 dönemine inkarcı ve dogmatik bakış açısıyla mükemmeliyetçi yada hatalardan azade bir konumda durarak, gerçekleri çarpıtan ve olguları kendi zemininden kopararak ele alan dogmatik ve inkarcı oportünist cenah ile komünistler arasındaki niteliksel yaklaşım ve ayrım çizgisini ortaya koymak bir kez daha önemi taşıyor.
Komünist hareketin değerlendirmesinde oportünist mevzide yer alanların, 40. yıl sonra bir arpa boyu bile ilerleyememeleri ve Kaypakkaya’yı ve 72-79 dönemini sınıfla birleşemediğinden dolayı eleştirip, mahkum edenlerin bu kadar deney, tecrübe ve birikimin ardından hala aynı yerde çakılıp kalmaları ve ondan sonrada aymazcasına “yoktur bir birimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız” sloganı gibi, sık sık görüş değişikliğine gitseler de, dün ak dediklerine bugün kara deseler de, bu oportünist cenah, yinede kendilerini komünist olarak nitelemekten geri durmadı ve durmamışlardır. Buda bu akımların ne kadar anti-Marksist bir konumda durduklarını ve diyalektik materyalizmi ne kadar derinden kavradıklarını ve komünist hareketin doğuşu, gelişimi ve partileşme sürecine yaklaşımda ne kadar salam bir konumda durduklarını gösteriyor.
İşte oportünist cenahla, komünistlerin arasında geçmişe yaklaşımdaki temel ayrımları ve gerçekler. Kim komünist ve kim değil? Bunları bir kez daha ortaya koymak ve Marksizm-Leninizm üzerinde şaşmadan ilerlemek gerekiyor.
Geçmişe bakışta Marksizm ve oportünizm
Bilindiği üzere oportünizmle, Marksizm arasındaki her ayrımın başlangıç noktası, bakış açısındaki ayrılıktır. Geçmiş sorununda da bakış açısındaki ayrılıklar ister ortaya çıksın, ister çıkmasın bu böyledir. Haliyle ayrım olgulara ve olaylara bakış açısından itibaren başlıyor. Bakış açısı, olgulara dünya görüşü temelinde yaklaşımın ifadesidir. Mutlaka bir sınıfın damgasını taşır. Aynı olgulardan hareketle değişik sınıfların farklı sonuçlara varmalarında belirleyici olan, dünya görüşü ve üzerinde yükselen bakış açılarındaki farklılıklardır. Marksizm-Leninizm bir bilim olduğuna göre, bilginin dolayısıyla işçi sınıfının biliminin hem gelişip zenginleşmesi hem de kavrayışı diyalektik gelişim yasasına uygun bir seyir izler. Ve Marksizm-Leninizm’in somut şartların somut tahlili olması gerçeği de burada yatar. Haliyle geçmişe bakış açımızda bu temele oturmalıdır.
Olgular şartlardan soyutlanamazlar. Olgular şartları içinde ele alındıklarında içinde barındırdıkları çelişkiler doğru tahlil edilebilir, şeyler sürekli gelişme ve değişme, pratikten doğan bilgi, sürekli derinleşme durumunda olduğundan belirli tarihi, sosyal ve iktisadi şartlar altında doru olan -örneğin serbest rekabetçi kapitalizm döneminde zamandaş, kıtasal devrim ile dünya devrimi zafere taşınırken, emperyalizm çağında bu durum değişmiş, devrim artık emperyalizmin en zayıf halkalarından kırılarak, yani tek tek ülkelerde devrimler başarıya ulaşarak, dünya proletarya devrimi başarıya ulaşacak biçimde temel değişiklikler olmuştur. Yada bir dönem politik koşullardan dolayı geri çekilme taktiği devrimci bir rol oynarken politik koşulların değişimiyle birlikte geri çekilme taktiği artık devrimci bir rol oynamaktan çıkar, yerini saldırı taktiğine bırakır. Bu koşullarda devrimci taktik ilerlemeyi ifade eden saldırı taktiği olacaktır- başka şartlar altında yanlış olabilir. Buradan hareketle M-L’in bazı şartlarda doğru olan bir kısım teorik, politik önermeleri farklı şartlarda geçerliliğini yitirmişti yada yetersiz kalmıştır.
O halde bakış açımızın odağında, olguları incelerken yer ve zaman kavramında, içinde bulunduğu tarihi, sosyal koşullardan soyutlamadan ele alma olmalıdır. Haliyle bakış açısı sorunu doğru olarak kavranmadığında doğru ve sağlıklı tespitlere ulaşmanın olanaksız olduğu da açık bir gerçekliktir. Dolayısıyla M-L’in kavranışı ve bağını kuramamak mükemmeliyetçiliğe ve onunla el ele giden inkarcılığa yol açar. İnkarcılık varılan her ileri noktada, her önemli atılımda geçmişin reddedilmesi olarak belirir. İdealizmden kaynaklanan bu bakış açısı, diyalektik değil, metafiziktir.
Bakış açısındaki sakatlığın bir diğer boyutu da, tutuculuk ve dogmatizmdir. Bu eğilim, ciddi hataların varlığıyla M-L olma ile bağdaştırılamaz. M-L’istleri hatasız görmeye ve göstermeye çalışır. Ve dolayısıyla hatalara sıkı sıkıya sarılıp, onları korur ve çizgi haline dönüşmesini sağlar. Bu eğilimde mükemmeliyetçilikle aynı özden kaynaklanır ve onun ters yüz edilmiş şeklidir. Aynı zararlı sonuçlara; kendini aşmamaya ve yozlaşmaya götürür. Bireycilik temelindeki keyfi yaklaşımlar da inkarcılık yada dogmatizm olarak biçimlenir.
Komünist hareketin doğuşu ve gelişimi
Bakış açısı üzerinde bu kısa değinmenin ardından konunun daha iyi anlaşılması için önemli bir görüş ayrılığını ifade eden komünist hareketin doğuşu ve gelişimi üzerinde durarak görüşlerimizin bir özetini aktarmakta yarar görüyoruz. Önceller olmaksızın, oluşmaksızın herhangi yeni bir şey oluşamaz, doğamaz. Marksizm-Leninizm’in düşünceleri devrimci demokrasinin saflarında yayılır. Başlıca olarak bu olayın ilerlemesi komünist hareketin öncüllerini hazırlar.
Komünist hareketin öncülleri genel bir kural olarak devrimci-demokrasinin safları arasında saklıdır. Mücadelenin koşulları, bu öncüllerin M-L’ist bilgi birikimini ilerletir. İlerleyen M-L’ist bilgi birikimi temelinde ve elverişli koşulların yardımıyla bu öncüllerin bir kısmı kendi kendini, devrimci-demokrasiyi olumsuzlayarak -yadsıyarak- niteliksel bir sıçramayı gerçekleştirirler. Böylece devrimci-demokrasi, M-L temelinde yadsınarak aşılmış, eskinin barında, onun içinde “yeni” vücuda gelmiş, yaşam bulmuştur. Ve böylece proletarya ideolojisi temelinde komünist hareket doğar.
Devrimci-demokrasinin barından çıkan komünist hareket, öncelikle onunla kendisi arasındaki ayrım çizgisini ortaya koyar ki, bu devrimci-demokratik güçler ile kendi arasına bir sınır çekmesi demektir. Başka bir anlatımla, yeni eğilimin doğası gereği özellikle barında oluştuğu koşullarla kendi arasındaki ayrımı, kendi bağımsız varlık nedenini ortaya koyma ihtiyacı içindedir. Yeninin, içinde oluştuğu eskinin izlerini kuvvetli bir şekilde üzerinde taşıması, oluşum koşulları nedeniyle kaçınılmazdır.
Hiç bir yeni dört başı mamur ve mükemmel doğmaz, doğamaz. Bu kesinlikle olanaklı değildir ve aksini iddia etmek idealizmdir. Bağımsız bir varlığa kavuşan yeni, bu noktadan itibaren bir evrim içine girer. Bu evrim sürecinin özellikle ilk dönemlerinde bağımsız varlık nedenini koruma, pekiştirme ihtiyacı, onu eskinin kendi üzerindeki etkilerinden arınmaya yöneltir ve bunda başarılı olduğu oranda, bu, onun gelişiminin bir itici gücü, dinamiği olur.
Komünist bir hareketin doğması nitel bir sıçramayı ifade eder. Komünist hareketin öncelleri, hem kendi kendisiyle ve hem de içinde oluştuğu koşullarla çelişki içindedir. Bu çelişkinin doğurduğu mücadele, yeninin oluşumunu hızlandırır; eskiden devrimci demokrasiden kopuşun koşullarını hazırlar, yeninin oluşumunun itici gücü; işte eskiye karşı yürütülen bu mücadeledir. Yeni -komünist hareket- diyalektiğin yasalarına uygun olarak, Marksizm’in-Leninizm’in temelleri üzerinde oluşur. Nicel birikimler, nitel değişimin koşullarını hazırlar.
Gerekli nicel birikimin oluştuğu durumda ve elverişli genel koşulların da yardımıyla komünist hareketin öncelleri, devrimci-demokrasiyi aşarlar, ondan koparlar, bağımsız bir politik örgütlenmeyi gerçekleştirmek üzere harekete geçerler ki, nitel sıçrama, yeninin ortaya çıkması burada somutlaşır. Yani teori de kapitalist mülkiyetin tasfiyesinin öngörülmesinde ve politikada proletarya diktatörlüğünün savunulmasında ve buna götürecek bir çizginin izlenmesinde anlatımını bulur.Komünist hareket, Marksizm-Leninizm’in yeni girdiği ülkelerde devrimci-demokratik hareketin parçalanma sürecinde doğacağına göre ki, -genel olan budur- bu parçalanma sürecinde oluşan komünist hareket, bağımsız politik güç olarak var olabilmesi için, devrimci demokrasiye karşı ideolojik bir alternatif olmakla yetinemez; aynı zamanda devrimci-demokrasi, politik bir hareket olduğuna göre politik bir alternatif olmalıdır, olmak zorundadır.
Komünist hareket çeşitli yollardan oluşabilir. Komünistler çeşitli örgütlerden, ayrı grup, çevre vb. olarak kopabilecekleri gibi birbirlerinden habersiz olarak da doğabilir. Yozlaşan bir komünist partisinden çeşitli komünist grup veya gruplar çıkabilir. Ancak, komünistler, Marksizm’in bir ülkeye ilk girişi sırasında genel bir kural olarak devrimci demokrasinin içinde oluşurlar.
Komünist hareketin evriminde çeşitli gelişme ve aşamalar söz konusudur. Komünist hareketin doğuşundan itibaren partileşme sürecini yaşar, partinin kuruluşuyla partileşme süreci aşılır. Ve partinin kendisi de çeşitli gelişme aşamalarından geçer. Komünist hareketin evrimindeki bu gelişme aşamaları, her ülkede içinde bulunulan koşullarla balıdır ve dolayısıyla bu koşullar somut olarak tahlil edilmeli, buradan hareketle de her dönemin ayırıcı çizgilerinin saptanması gerekir. Gerek komünist hareketin bir ülkede geçirmekte olduğu ve geçireceği gelişme aşamaları ve gerekse de her aşamanın ayırıcı çizgileri, önceden saptanmış kategorik ayrımlar temelinde yapılamaz.
Her ülkede komünist hareket doğduğunda partileşme sürecini yaşar. Partileşme süreci, komünist hareketin gelişmesi, büyümesi, bir parti olarak ileri taşınması ve bir parti olarak örgütlenmesi sürecidir. Evriminin bu aşamasında da komünist hareket ne kadar geniş ya da dar olursa olsun, doğası gereği politik bir kimlik taşır. Eğer daha farklı bir durum olmazsa, o gelişerek, olgunlaşarak parti haline gelir ve bu evrim, derinliğine ve genişliğine, niteliğin ve niceliğin gelişmesi süreci olarak çok yönlüdür. Komünist hareketin evrimindeki aşamalar, aynı nitelikteki bir olgunun olgunluk farklarıyla ayrılan farklı gelişme süreçleridir. Komünist hareketin evrimindeki bir gelişme aşamasından bir diğerine geçmesi, komünist hareketin kendi kendini inkar ederek niteliğini değiştirmesi demek değildir.
Peki partileşme sürecinin ayırt edici özelliği nedir? Marksizm’in yeni girdiği ülkelerde, komünist hareket, devrimci-demokrasinin parçalanması sürecinde oluşacağına göre, bu oluşum genellikle proletaryanın hareketi dışında gerçekleşir. Komünist hareket, proletaryanın hareketi dışında doğduğu için, komünist hareketin proletarya hareketinde yalıtılmış olduğu bir dönem yaşar. Bu dönem, tersinden bakıldığında, komünist hareketin proletarya hareketine bağlanması, bilimsel sosyalizmin proletarya hareketine sokulması ya da proletarya hareketiyle bilimsel sosyalizmin birleşmesi sürecidir. Bu süreç aynı zamanda programın oluşturulup, derinleştirilmesi ve varsa komünist güçlerin M-L program etrafında toparlanma sürecidir.
Elbette bütün bu sürecin zafere taşınması yani komünist hareketin partiyi yakalaması sınıf hareketiyle birliğinden geçer. Komünistliğin denek taşı sorununda temel doğruları ortaya koyan örgütümüz, bu görüşlerini şu noktada toparladı: Teoride proletarya diktatörlüğünü ön gören, kabul eden yani proletarya diktatörlüğüne uygun bir siyaset izleyen pratikte propaganda, ajitasyon, örgütlenme buna uygun davranan kişi örgüt, parti vb. komünisttir. Söz ile eylem, teori ile pratik arasında uyum olmalıdır. Yani proletarya diktatörlüğünün kabulü sözde kalmamalıdır. Kimin komünist olduğu sözle değil, eyleme göre değerlendirilmelidir.
Ve bu tamamen somut bir sorundur. Dolayısıyla somut koşullar içinde alınmalıdır. Ama teori ile pratik arasındaki ilişkiyi kurarken diyalektiğin gelişim yasasını kavramak gerekiyor. Aksi halde, sözle eylem arasındaki ilişkide doru kavranamaz ve mekanik benzetmeler yapılarak yanlışlara kapanmak kaçınılmaz olur. Bu bakımdan teorinin pratiğe sürülmesi ve pratiğe bire ir yansıması ve bütünüyle ona hakim olması önemli bir süreci alacağı baştan görülmeli ve gelişmelere bu pencereden bakılmalıdır. Komünist hareketin ortaya koyduğu bu M-L’ist görüşler, devrimci ve komünist hareketin olayları ve olguları hangi yönde değerlendirmesi gerektiğinde yol gösterici olmuştur.
Geçmişe bakışta ikiz kardeş; dogmatizm ve inkarcılığın çıkmazı
Neki buna rağmen bir çok akım bu alanda düalizmden kopamadı ve işine geldiği yerde işine geleni alıp kullanarak seçmeci bir çizgide ilerleyerek komünist hareketin gelişim tarihine yaklaşımda anti-Marksist bir konumda yer aldılar. Keyfi değerlendirmeler ve ilkesiz yaklaşımlar Marksizm olarak yutturulmaya çalışıldı. inkarcılık ve dogmatizm, ‘80 öncesi olduğu gibi özellikle 12 Eylül yenilgisi ve tasfiyecilikten sonra inkarcılık ve yeniden tarih yazımı aldı başını yürüdü.
Görüşlerinden 180 derece dönüş yapanlardan, kendi mücadelesine intikamca saldıranlara -MLKP, TKİP vb.- kadar çok değişik eskinin devamcısı yeni inkarcılarla karşılaşıldı. Bu yeni türedi inkarcılar eskilerini aratır oldular. Herşeyi kendileriyle başlatan bu oportünistler, ortaya attıkları görüşleri gelinen durumda savunmaktan aciz bir konuma düştüler.
“Gerçek bir Marksist yönelişin özünü ve esasını, proletaryanın tarihsel rolünü kavrayışı oluşturur. Bu kavrayışa ulaşmış ve dolayısıyla Marksist-Leninist sıfatını hak etmiş bir siyasal hareket, teorik gelişmenin siyasal faaliyetinin ve örgütsel şekillenişinin odağında yalnızca ve yalnızca işçi sınıfını koyar. Örgütsel gelişimin, proletaryanın öncüsünü komünizme kazanmayı ifade ettiği parti örgütünün yaratılmasının proletaryanın bilinçli kesimini örgütlemek demek olduğu ‘proletaryanın en üst örgütlenme biçimi olarak parti’ sözünün boş ve rastgele bir söz olmadığı hep unutulmuştur… Küçük-burjuvazinin bağrında komünist parti inşa etmeye kalkmak, kesinlikle bir tesadüf, ya da basit bir yanılgı değildir. Bu, Marksizm-Leninizm’in özü demek olan proletaryanın tarihsel rolünü kavrayamamak demektir…” (Yakın Geçmişe Genel Bakış ve Program Taslağı s. 20 yıl 1987)
“Partileşme sürecimizin bugün hala en zayıf sınıf hareketiyle birleşme alanıdır derken biz henüz fazla bir mesafe alamadığımızı zaten açıklıkla ifade ediyoruz. Fakat eğer bugüne kadarki tüm çabalarımıza rağmen bugün henüz sınıf hareketi içinde anlamlı bir mesafe alamadığımız bir gerçekse ve biz sınıf hareketiyle birleşme ve partimize bu zemin üzerinde bir politik-örgütsel yaşam alanı yaratmada buna rağmen özel bir ısrar gösterebiliyorsak, kendi başına bu olgu bile, bizim komünist ideolojik kimliğimizin ve sınıf devrimciliği çizgimizin kanıtı sayılmalıdır.” (Ekim sy.157 Başyazı)
Ekim örgütü, ilk ortaya çıktığı dönemde genel olarak devrimci ve komünist hareketi sınıf zemini üzerinde yükselen ve bunun gereklerine göre örgütsel bir inşa çalışması içinde olmadığından dolayı, lafta ne söylese de pratikte proletaryayı merkezde tutan bir parti geliştirmediği nedeniyle halkçı popülist olarak mahkum etmeye çalışanlarda bulundu. Sınıf zemini üzerinde yükselemeyen hareketlerin ideolojisi ile politikası arasındaki çelişkiye dikkat çekerek, özellikle TDKP’yi gençlik hareketi zemininde örgütlendiğinden dolayı acımasızca eleştirdi.
Neki Ekim-TKİP örgütü dün söylemiş olduğu bu görüşleri kendiside aşamamış ve proletarya partisinin proletarya hareketinin zemini üzerinde yükselterek, onun ileri öğelerinin komünist bir örgüt etrafında birleştirilerek gerçek anlamda sınıf partisinin kurulacağı görüşünden çark etmiştir. İdeolojik önderlikle sınıf hareketi olduğunu kanıtlamaya çalışacak kadar pusulasını şaşıran ve bu aynı görüşü başkaları savunduğu için onları fütursuzca eleştiren bu aklı evvel oportünistler, aradan 26 yıl gibi uzun bir süreç geçtiği halde ve önlerinde yararlanabilecekleri o kadar fazla ve gelişkin deney, tecrübe ve olanak olmasına karşın, bu kendinden menkul yeni yetme inkarcılar, söylediklerine uygun bir pratik geliştiremedikleri gibi, proletaryasız parti kurulabilir fikrinde konaklayarak 50-100 kişilik küçük-burjuvaziden devşirilmiş güçlerle, yani esas olarak gençlik içinde kalan çalışmalarıyla dün eleştirip, mahkum ettiği, küçük-burjuva popülizm olarak eleştirdikleri parti fikrine kapaklanmaktan kurtulamadılar.
Ve Ekim-TKİP örgütü, proletaryadan ayrı telden çalarak etrafına toplamış olduğu küçük-burjuva sınıf ve kesimlerinden aşırılmış kadrolarla işçi sınıfının ihtilalci partisini yaratmaya ramak kaldığından ve dem vurarak sınıftan kopuk bir kuruluş kongresiyle TKİP adını alarak yeni bir işçi sınıfını öncü tabela partisini ilan etmekten kendisini alamdı.. Demek ki TKİP_Ekim örgütü, söylemlerine uygun hareket etmediği gibi, komünist harekete yaklaşımında da devrimci bir konumda durmadığını ortaya koyuyordu 30 yıl sonrasında Ekim örgütü sınıftan kopuk TKİP’i kurarak, sınıfa gideriz tasfiyeci küçük-burjuva fikrinde konaklıyor, böyle kendisine oportünizm’i başkasına Marksizm’i uygulama oportünizminden bir türlü kurtulamıyordu.
Daha önce etmiş olduğu iri lafları yutmaktan ve unutmaktan çareyi buluyordu. Haliyle komünist harekete büyük laflarla saldırısının da inandırıcı bir yanı kalmıyordu.
Bu aynı durum, yeni yetme inkarcılardan, çift standartçılık ve keyfiyetçilikte akıl hocalarını geride bırakan MLKP’de de görülmektedir. Hemen herşeyi kendisiyle başlatma ve yeninin, “yeni tarzın” -ki bunun DHKP-C ve PKK kop yeciliği ve karikatürizmi olduğu su götürmez biçiminde açığa çıkmıştır- kurucusu ve geliştiricisi olduğu iddiasında bulunan MLKP'i, TDKP’den aşırdıkları ve TİKB, TKİP-Ekimle aynı hatta buluştukları inkarcı görüşlerini, “dün dündür, bugün bugündür” oportünist görüşlerini pervasızca savunmaya götürmüştür.
Kaypakkaya yoldaşı ve komünist hareket’in 72-79 sürecini, küçük-burjuva devrimciliği aşamayan, sınıf hareketini temel alarak bu zeminde komünist hareketi yükseltmeyen bir süreç olarak görüp mahkum eden bu aklı evvel akım, gelinen durumda bütün bu söylediklerini unuturcasına aymazca hareket ederek, “ Ekim devriminin yolunun, yani proletaryayı temel alan bir siyasal, örgütsel strateji ve taktiğe ilişkin Leninist-Stalinist bakış açısının, bizim gibi ülkelerde (yani geri bağımlı ülkelerde) geçerli olmadığı yolundaki önyargının damgasını bastığı THKO-THKP-C ve TKP-ML bu anlayışlarının doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olarak anti-Leninist bir parti anlayışında konaklanıyorlar.”
“Proletaryanın önderliğini, esas olarak lafta benimsemiş, proletaryanın yerine teoride köylülüğü (ki burada üç hareketi de aynı kefeye koyarak TKP/ML Hareketi ile diğer akımlar arasındaki net olan ayrım çizgisini kabaca çarpıtmak ve Kaypakkaya’nın savunmadığı görüşleri savunuyor göstermek dürüstlükten öte tarihi gerçekleri çarpıtmak anlamına gelir. TKP/ML Hareketi hiç bir zaman ve hiç bir yerde teoride köylülüğü temel almamıştır. Bu iddia düpedüz yazarın Kaypakkaya’ya ve komünist harekete ne kadar düşmanlık içinde olduğunu gösterir. HB) ve pratikte de köylü yığınlarından da kopuk olan devrimci öncüyü koymuş olan ‘71 devrimci hareketi…” (P. Doğrultu s. 8, s.5-6)
Yeni yetme oportünist inkarcılığın bir söylediği diğerini tutmadığından ve yamalı bohça olarak farklı görüşleri aynı torbada taşıdığından dolayı yazılarında da bu farklılıklar görülmekte ve tezatlıklarını yakalamak zor olmuyor. Bir yanda sınıf hareketi üzerinde yükselmeyen ve bunun gereklerine göre pratikte adımlar atarak siyasal, örgütsel mücadeleyi asıl olarak sınıf içinde olmayan akımların komünist olamayacağını savunacaksın ve buradan hareket ederek Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi’ni küçük-burjuva devrimciliği olarak niteleyeceksin, ondan sonra da tam olarak 40 yıl sonra kalkıp, sınıftan kopuk ve onu lafta temel alan ve pratikte buna uygun bir mücadele -örgüt hattında yürümeyen, küçük-burjuvazinin deklase kesimleri üzerinde yükselen, esas olarak semt ve öğrenci gençlik zemini üzerinde oturan MLKP’yi büyük M-L parti olarak niteleyeceksin.? Hem de legalizm limanına demir atarak.
Böyle keyfiyetçilik ve çift standartçılık olacak bir şey değildir. MLKP önderleri büyük gürültü kopardıkları ve parti aldı başını gidiyor havasını bastıkları koşullarda, çok özel koşullarda gerçekleştirilmiş bir toplantı olarak gösterilmeye çalışılan, 2. Kongre belgelerinde bu söylediklerinden fersah fersah uzak olduklarını göstermektedir: “ Komünist partisinin, işçi sınıfı hareketiyle bilimsel sosyalizmin birliği olduğu yolundaki Marksist-Leninist öğreti tamamen dorudur… Fakat bu birliğin kural olarak komünist partilerin kuruluşundan önce gerçekleştiği ve gerçekleşmesinin zorunlu olduğu, bundan önce parti kurulmayacağı vb. iddia edilemez. Geçmişte bu yönde iddiaların ileri sürüldüğü bilinmektedir… Komünist partisi sonuç olarak bir örgüttür ve kuruluşu sorunu, onu kuranların iradesine balıdır.” (2. Kongre Belgeleri s. 25) derken çeteler, dün işçi sınıfı partisinin sınıftan kopuk olarak kurulacağını savunanları parti öğretisini sıradanlaştırarak ayağa düşürmek olarak eleştirip bu yaklaşımları mahkum ederken, bugün nihayetinde partiyi, komünist hareketin sınıfla birliğine, yerel örgütler oluşturmasına, kadrolaşmasına vb. bakmadan bir avuç devrimcinin bir araya gelerek, sınıftan kopuk olarak kendi iradeleriyle partiyi ilan edeceklerini ilan ederek komünist işçi partisini sıradan bir örgüt derekesine düşürerek Maocu parti anlayışlarıyla aynı kulvarda buluşmuşlarıdır.
Keza MLKP, dün Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi’ni sınıfla birleşmeyi merkezde tutmayıp, pratikte buna uygun hareket etmediği gerekçesiyle eleştirip küçük burjuva çemberi kırıp, dışına çıkmadığı iddiasıyla eleştirip, mahkum ederken, bugünkü MLKP, 40 yıl sonra semt ve öğrenci gençlik içinden devşirdiği küçük burjuva kadrolarla, esas olarak pratik çalışmalarını sınıf dışı küçük burjuva kesimler içinde -öğrenci gençlik ve semtler gibi yoğunlaştırırken Marksist-Leninist oluyor ama önünde yararlanacağı her hangi bir deney, tecrübe ve olanaklar vb. Yok iken ilkliğin ve çocukluğun getirmiş olduğu nedenlerden dolayı aynı konumda hareket eden Kaypakkaya ve komünist hareketi çok rahatlıkla küçük-burjuva olarak damgalayarak mahkum etmeye çalışıyor. Bakalım MLKP 40 yıl sonra örgütsel-politik çalışmanın merkezinde tuttuğunu iddia ettiği sınıfla birleşmede ne kadar yol kat etmiştir?
“MLKP’nin sınıf hareketine bağlanmadığı, onun temel zaafı, işçi sınıfıyla bağlarının fazlasıyla zayıf olmasıdır…” (2. Kongre Belgeleri, s. 27)
18 Mayıs 1973,
Türkiye proletaryasının yetiştirmiş olduğu ender komünist önderlerden
İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Diyarbakır işkencehanelerin de hunharca
katledildiği gündür. Önder yoldaşı katledilişinin 25. yılında,
izinde yürümenin coşkusuyla anıyoruz. O’ndan öğrenip, O’nu aşmanın
kararlılığı ve O’nun gibi çok yönlü ve yetenekli komünist önderlerin
sıkıntısını çektiğimiz bir ortamda, O’nu daha derinden kavrayarak,
bize devrettiği komünist hattını derinleştirerek ileri taşımak ve
O’nun gibi uzlaşmaz sınıf savaşımı zemininde ısrarla yürümek her
bakımdan büyük önem taşıyor.
Kaypakkaya yoldaş Nisan 1972 yılında bir grup yoldaşıyla birlikte Türkiye komünist hareketini, TKP/ML Hareketi şahsında yeniden ayakları üzerine dikti. Ülkemizde sol hareket üzerinde egemenlik kuran 50 yıllık reformculuğu, revizyonizmi ve pasifist parlamentarizm geleneğini kırıp, devrimin silahlı başkaldırıyla gerçekleştirileceğini pratiğiyle ortaya koyarak, Kemalizm dalkavukçuluğuna, Kürt ulusunu inkar eden Türk şovenizmine, Şefik Hüsnü TKP’sinin burjuva milliyetçisi oportünist çizgisine, Sovyet Sosyal emperyalizmine, Troçkizme vb. sınıf dışı akımlara karşı, kavrayışı ve deneyimi ölçüsünde cepheden tutum alarak, proletarya ve emekçi yığınların eline nasıl örgütlenip savaşacakları sağlam bir mücadele silahını tutuşturdu.
Elbette Kaypakkaya yoldaşın ortaya koymuş olduğu bu M-L’ist görüşler, ilk ve genç olmanın getirdiği önemli yetmezlikler, eksiklikler ve hatalar taşıyordu. Bunun böyle olması bir noktada doğaldır da.
Neki Kaypakkaya yoldaş dönemin doruğu olarak gerçeklere çözümler bulmaya çalıştı. Düşündüklerini ve belirlediklerini ortaya koyup, pratiğe girişerek teorisini pratiğin deneğine vurdu. 1 yıllık gibi yoğun bir mücadelenin ardından TKP/ML Hareketi, faşizmin yoğun saldırıları sonucu ağr bir yenilgi aldı. Ama Kaypakkaya’nın geride kalan yoldaşları pratiğin sonuçlarını irdeleyerek, süreci gözden geçirerek kapsamlı olarak yargıladı, bu mücadelede bir çok olumlu-olumsuz sonuçları bulup, ortaya çıkartarak, komünist hareketin hatalarından arındırılarak gelişip, güçleneceği gerçeğinden şaşmazcasına hareket ederek, Kaypakkaya yoldaşın eksikliklerini ve yetmezliklerini, dogmatizm ve inkarcılığa düşmeden, M-L çizgide kararlılıkla yürüyerek aştıl ve O’nun komünist özünü geliştirip, derinleştirerek daha da sağlam bir hatta çekti.
Kaypakkaya yoldaş, komünist hareket için ön açıcı oldu, bir çok alanda tabuları parçalayarak bizlere yol gösterici olduğu gibi, aynı zamanda 1 yıllık gibi kısa bir pratik süreçte yaşadı ve bunun sonuçlarını değerlendirme fırsatını bulamadana Kaypakkaya yoldaş katledildi.
Kaypakkaya yoldaşı ve komünist hareketi yargılamada, dahası komünist hareketin yakın geçmişini ele alıp değerlendirme sorunu, devrimci hareket saflarında en fazla tartışılan sorunların başında geldi. Bu alanda iki eğilim sürekli olarak çatıştı; birincisi M-L bakış yani olayları ve olguları kendi koşulları içinde ele alıp değerlendirme ve komünistlerin hatalarını mücadele içinde aşağı doğrusunun savunucusu ve takipçisi olarak gerçekler üzerinde politika yapan komünistler ve ikincisi de her ne kadar görünüşte farklı yerlerde duruyorlarmış gibi görüntü içinde olsalar da, geçmişe dogmatik ve inkarcılık temelinde mükemmeliyetçi bir bakışla olaylara ve olgulara yaklaşımda idealist bir mevzide birleşiyor oportünist cenah.
Geçmişin doğru devrimci bir yaklaşımla nesnel bir zemin üzerinde ele alınmasında dogmatik ve inkarcı oportünistlerin temel özellikleri, sürekli olarak dualizm-ikirciklilik- ve keyfiyetçi bir değerlendirme-mükemmeliyetçi-inkarcı- içinde olmalarıdır. Bu akımların hemen tüm- MLKPden TKİP’e, EMEP’ten TİKB’nin değişik gruplarına, TKP-ML’den MKP’ye- akımların geçmişi değerlendirirken kendilerine oportünizmi, hoşgörüyü ve uzlaşmacılığı uygularlarken, başkalarına, abartıcılığı, acımasızlığı, keyfiyetçiliği ve çift standartçı oportünist yaklaşımları ve değerlendirmeleri uygulamayı esas aldıklarını görüyoruz. . Buradan olarak, Kaypakkaya yoldaşın şahsında 1972-79 dönemine inkarcı ve dogmatik bakış açısıyla mükemmeliyetçi yada hatalardan azade bir konumda durarak, gerçekleri çarpıtan ve olguları kendi zemininden kopararak ele alan dogmatik ve inkarcı oportünist cenah ile komünistler arasındaki niteliksel yaklaşım ve ayrım çizgisini ortaya koymak bir kez daha önemi taşıyor.
Komünist hareketin değerlendirmesinde oportünist mevzide yer alanların, 40. yıl sonra bir arpa boyu bile ilerleyememeleri ve Kaypakkaya’yı ve 72-79 dönemini sınıfla birleşemediğinden dolayı eleştirip, mahkum edenlerin bu kadar deney, tecrübe ve birikimin ardından hala aynı yerde çakılıp kalmaları ve ondan sonrada aymazcasına “yoktur bir birimizden farkımız ama biz Osmanlı Bankasıyız” sloganı gibi, sık sık görüş değişikliğine gitseler de, dün ak dediklerine bugün kara deseler de, bu oportünist cenah, yinede kendilerini komünist olarak nitelemekten geri durmadı ve durmamışlardır. Buda bu akımların ne kadar anti-Marksist bir konumda durduklarını ve diyalektik materyalizmi ne kadar derinden kavradıklarını ve komünist hareketin doğuşu, gelişimi ve partileşme sürecine yaklaşımda ne kadar salam bir konumda durduklarını gösteriyor.
İşte oportünist cenahla, komünistlerin arasında geçmişe yaklaşımdaki temel ayrımları ve gerçekler. Kim komünist ve kim değil? Bunları bir kez daha ortaya koymak ve Marksizm-Leninizm üzerinde şaşmadan ilerlemek gerekiyor.
Geçmişe bakışta Marksizm ve oportünizm
Bilindiği üzere oportünizmle, Marksizm arasındaki her ayrımın başlangıç noktası, bakış açısındaki ayrılıktır. Geçmiş sorununda da bakış açısındaki ayrılıklar ister ortaya çıksın, ister çıkmasın bu böyledir. Haliyle ayrım olgulara ve olaylara bakış açısından itibaren başlıyor. Bakış açısı, olgulara dünya görüşü temelinde yaklaşımın ifadesidir. Mutlaka bir sınıfın damgasını taşır. Aynı olgulardan hareketle değişik sınıfların farklı sonuçlara varmalarında belirleyici olan, dünya görüşü ve üzerinde yükselen bakış açılarındaki farklılıklardır. Marksizm-Leninizm bir bilim olduğuna göre, bilginin dolayısıyla işçi sınıfının biliminin hem gelişip zenginleşmesi hem de kavrayışı diyalektik gelişim yasasına uygun bir seyir izler. Ve Marksizm-Leninizm’in somut şartların somut tahlili olması gerçeği de burada yatar. Haliyle geçmişe bakış açımızda bu temele oturmalıdır.
Olgular şartlardan soyutlanamazlar. Olgular şartları içinde ele alındıklarında içinde barındırdıkları çelişkiler doğru tahlil edilebilir, şeyler sürekli gelişme ve değişme, pratikten doğan bilgi, sürekli derinleşme durumunda olduğundan belirli tarihi, sosyal ve iktisadi şartlar altında doru olan -örneğin serbest rekabetçi kapitalizm döneminde zamandaş, kıtasal devrim ile dünya devrimi zafere taşınırken, emperyalizm çağında bu durum değişmiş, devrim artık emperyalizmin en zayıf halkalarından kırılarak, yani tek tek ülkelerde devrimler başarıya ulaşarak, dünya proletarya devrimi başarıya ulaşacak biçimde temel değişiklikler olmuştur. Yada bir dönem politik koşullardan dolayı geri çekilme taktiği devrimci bir rol oynarken politik koşulların değişimiyle birlikte geri çekilme taktiği artık devrimci bir rol oynamaktan çıkar, yerini saldırı taktiğine bırakır. Bu koşullarda devrimci taktik ilerlemeyi ifade eden saldırı taktiği olacaktır- başka şartlar altında yanlış olabilir. Buradan hareketle M-L’in bazı şartlarda doğru olan bir kısım teorik, politik önermeleri farklı şartlarda geçerliliğini yitirmişti yada yetersiz kalmıştır.
O halde bakış açımızın odağında, olguları incelerken yer ve zaman kavramında, içinde bulunduğu tarihi, sosyal koşullardan soyutlamadan ele alma olmalıdır. Haliyle bakış açısı sorunu doğru olarak kavranmadığında doğru ve sağlıklı tespitlere ulaşmanın olanaksız olduğu da açık bir gerçekliktir. Dolayısıyla M-L’in kavranışı ve bağını kuramamak mükemmeliyetçiliğe ve onunla el ele giden inkarcılığa yol açar. İnkarcılık varılan her ileri noktada, her önemli atılımda geçmişin reddedilmesi olarak belirir. İdealizmden kaynaklanan bu bakış açısı, diyalektik değil, metafiziktir.
Bakış açısındaki sakatlığın bir diğer boyutu da, tutuculuk ve dogmatizmdir. Bu eğilim, ciddi hataların varlığıyla M-L olma ile bağdaştırılamaz. M-L’istleri hatasız görmeye ve göstermeye çalışır. Ve dolayısıyla hatalara sıkı sıkıya sarılıp, onları korur ve çizgi haline dönüşmesini sağlar. Bu eğilimde mükemmeliyetçilikle aynı özden kaynaklanır ve onun ters yüz edilmiş şeklidir. Aynı zararlı sonuçlara; kendini aşmamaya ve yozlaşmaya götürür. Bireycilik temelindeki keyfi yaklaşımlar da inkarcılık yada dogmatizm olarak biçimlenir.
Komünist hareketin doğuşu ve gelişimi
Bakış açısı üzerinde bu kısa değinmenin ardından konunun daha iyi anlaşılması için önemli bir görüş ayrılığını ifade eden komünist hareketin doğuşu ve gelişimi üzerinde durarak görüşlerimizin bir özetini aktarmakta yarar görüyoruz. Önceller olmaksızın, oluşmaksızın herhangi yeni bir şey oluşamaz, doğamaz. Marksizm-Leninizm’in düşünceleri devrimci demokrasinin saflarında yayılır. Başlıca olarak bu olayın ilerlemesi komünist hareketin öncüllerini hazırlar.
Komünist hareketin öncülleri genel bir kural olarak devrimci-demokrasinin safları arasında saklıdır. Mücadelenin koşulları, bu öncüllerin M-L’ist bilgi birikimini ilerletir. İlerleyen M-L’ist bilgi birikimi temelinde ve elverişli koşulların yardımıyla bu öncüllerin bir kısmı kendi kendini, devrimci-demokrasiyi olumsuzlayarak -yadsıyarak- niteliksel bir sıçramayı gerçekleştirirler. Böylece devrimci-demokrasi, M-L temelinde yadsınarak aşılmış, eskinin barında, onun içinde “yeni” vücuda gelmiş, yaşam bulmuştur. Ve böylece proletarya ideolojisi temelinde komünist hareket doğar.
Devrimci-demokrasinin barından çıkan komünist hareket, öncelikle onunla kendisi arasındaki ayrım çizgisini ortaya koyar ki, bu devrimci-demokratik güçler ile kendi arasına bir sınır çekmesi demektir. Başka bir anlatımla, yeni eğilimin doğası gereği özellikle barında oluştuğu koşullarla kendi arasındaki ayrımı, kendi bağımsız varlık nedenini ortaya koyma ihtiyacı içindedir. Yeninin, içinde oluştuğu eskinin izlerini kuvvetli bir şekilde üzerinde taşıması, oluşum koşulları nedeniyle kaçınılmazdır.
Hiç bir yeni dört başı mamur ve mükemmel doğmaz, doğamaz. Bu kesinlikle olanaklı değildir ve aksini iddia etmek idealizmdir. Bağımsız bir varlığa kavuşan yeni, bu noktadan itibaren bir evrim içine girer. Bu evrim sürecinin özellikle ilk dönemlerinde bağımsız varlık nedenini koruma, pekiştirme ihtiyacı, onu eskinin kendi üzerindeki etkilerinden arınmaya yöneltir ve bunda başarılı olduğu oranda, bu, onun gelişiminin bir itici gücü, dinamiği olur.
Komünist bir hareketin doğması nitel bir sıçramayı ifade eder. Komünist hareketin öncelleri, hem kendi kendisiyle ve hem de içinde oluştuğu koşullarla çelişki içindedir. Bu çelişkinin doğurduğu mücadele, yeninin oluşumunu hızlandırır; eskiden devrimci demokrasiden kopuşun koşullarını hazırlar, yeninin oluşumunun itici gücü; işte eskiye karşı yürütülen bu mücadeledir. Yeni -komünist hareket- diyalektiğin yasalarına uygun olarak, Marksizm’in-Leninizm’in temelleri üzerinde oluşur. Nicel birikimler, nitel değişimin koşullarını hazırlar.
Gerekli nicel birikimin oluştuğu durumda ve elverişli genel koşulların da yardımıyla komünist hareketin öncelleri, devrimci-demokrasiyi aşarlar, ondan koparlar, bağımsız bir politik örgütlenmeyi gerçekleştirmek üzere harekete geçerler ki, nitel sıçrama, yeninin ortaya çıkması burada somutlaşır. Yani teori de kapitalist mülkiyetin tasfiyesinin öngörülmesinde ve politikada proletarya diktatörlüğünün savunulmasında ve buna götürecek bir çizginin izlenmesinde anlatımını bulur.Komünist hareket, Marksizm-Leninizm’in yeni girdiği ülkelerde devrimci-demokratik hareketin parçalanma sürecinde doğacağına göre ki, -genel olan budur- bu parçalanma sürecinde oluşan komünist hareket, bağımsız politik güç olarak var olabilmesi için, devrimci demokrasiye karşı ideolojik bir alternatif olmakla yetinemez; aynı zamanda devrimci-demokrasi, politik bir hareket olduğuna göre politik bir alternatif olmalıdır, olmak zorundadır.
Komünist hareket çeşitli yollardan oluşabilir. Komünistler çeşitli örgütlerden, ayrı grup, çevre vb. olarak kopabilecekleri gibi birbirlerinden habersiz olarak da doğabilir. Yozlaşan bir komünist partisinden çeşitli komünist grup veya gruplar çıkabilir. Ancak, komünistler, Marksizm’in bir ülkeye ilk girişi sırasında genel bir kural olarak devrimci demokrasinin içinde oluşurlar.
Komünist hareketin evriminde çeşitli gelişme ve aşamalar söz konusudur. Komünist hareketin doğuşundan itibaren partileşme sürecini yaşar, partinin kuruluşuyla partileşme süreci aşılır. Ve partinin kendisi de çeşitli gelişme aşamalarından geçer. Komünist hareketin evrimindeki bu gelişme aşamaları, her ülkede içinde bulunulan koşullarla balıdır ve dolayısıyla bu koşullar somut olarak tahlil edilmeli, buradan hareketle de her dönemin ayırıcı çizgilerinin saptanması gerekir. Gerek komünist hareketin bir ülkede geçirmekte olduğu ve geçireceği gelişme aşamaları ve gerekse de her aşamanın ayırıcı çizgileri, önceden saptanmış kategorik ayrımlar temelinde yapılamaz.
Her ülkede komünist hareket doğduğunda partileşme sürecini yaşar. Partileşme süreci, komünist hareketin gelişmesi, büyümesi, bir parti olarak ileri taşınması ve bir parti olarak örgütlenmesi sürecidir. Evriminin bu aşamasında da komünist hareket ne kadar geniş ya da dar olursa olsun, doğası gereği politik bir kimlik taşır. Eğer daha farklı bir durum olmazsa, o gelişerek, olgunlaşarak parti haline gelir ve bu evrim, derinliğine ve genişliğine, niteliğin ve niceliğin gelişmesi süreci olarak çok yönlüdür. Komünist hareketin evrimindeki aşamalar, aynı nitelikteki bir olgunun olgunluk farklarıyla ayrılan farklı gelişme süreçleridir. Komünist hareketin evrimindeki bir gelişme aşamasından bir diğerine geçmesi, komünist hareketin kendi kendini inkar ederek niteliğini değiştirmesi demek değildir.
Peki partileşme sürecinin ayırt edici özelliği nedir? Marksizm’in yeni girdiği ülkelerde, komünist hareket, devrimci-demokrasinin parçalanması sürecinde oluşacağına göre, bu oluşum genellikle proletaryanın hareketi dışında gerçekleşir. Komünist hareket, proletaryanın hareketi dışında doğduğu için, komünist hareketin proletarya hareketinde yalıtılmış olduğu bir dönem yaşar. Bu dönem, tersinden bakıldığında, komünist hareketin proletarya hareketine bağlanması, bilimsel sosyalizmin proletarya hareketine sokulması ya da proletarya hareketiyle bilimsel sosyalizmin birleşmesi sürecidir. Bu süreç aynı zamanda programın oluşturulup, derinleştirilmesi ve varsa komünist güçlerin M-L program etrafında toparlanma sürecidir.
Elbette bütün bu sürecin zafere taşınması yani komünist hareketin partiyi yakalaması sınıf hareketiyle birliğinden geçer. Komünistliğin denek taşı sorununda temel doğruları ortaya koyan örgütümüz, bu görüşlerini şu noktada toparladı: Teoride proletarya diktatörlüğünü ön gören, kabul eden yani proletarya diktatörlüğüne uygun bir siyaset izleyen pratikte propaganda, ajitasyon, örgütlenme buna uygun davranan kişi örgüt, parti vb. komünisttir. Söz ile eylem, teori ile pratik arasında uyum olmalıdır. Yani proletarya diktatörlüğünün kabulü sözde kalmamalıdır. Kimin komünist olduğu sözle değil, eyleme göre değerlendirilmelidir.
Ve bu tamamen somut bir sorundur. Dolayısıyla somut koşullar içinde alınmalıdır. Ama teori ile pratik arasındaki ilişkiyi kurarken diyalektiğin gelişim yasasını kavramak gerekiyor. Aksi halde, sözle eylem arasındaki ilişkide doru kavranamaz ve mekanik benzetmeler yapılarak yanlışlara kapanmak kaçınılmaz olur. Bu bakımdan teorinin pratiğe sürülmesi ve pratiğe bire ir yansıması ve bütünüyle ona hakim olması önemli bir süreci alacağı baştan görülmeli ve gelişmelere bu pencereden bakılmalıdır. Komünist hareketin ortaya koyduğu bu M-L’ist görüşler, devrimci ve komünist hareketin olayları ve olguları hangi yönde değerlendirmesi gerektiğinde yol gösterici olmuştur.
Geçmişe bakışta ikiz kardeş; dogmatizm ve inkarcılığın çıkmazı
Neki buna rağmen bir çok akım bu alanda düalizmden kopamadı ve işine geldiği yerde işine geleni alıp kullanarak seçmeci bir çizgide ilerleyerek komünist hareketin gelişim tarihine yaklaşımda anti-Marksist bir konumda yer aldılar. Keyfi değerlendirmeler ve ilkesiz yaklaşımlar Marksizm olarak yutturulmaya çalışıldı. inkarcılık ve dogmatizm, ‘80 öncesi olduğu gibi özellikle 12 Eylül yenilgisi ve tasfiyecilikten sonra inkarcılık ve yeniden tarih yazımı aldı başını yürüdü.
Görüşlerinden 180 derece dönüş yapanlardan, kendi mücadelesine intikamca saldıranlara -MLKP, TKİP vb.- kadar çok değişik eskinin devamcısı yeni inkarcılarla karşılaşıldı. Bu yeni türedi inkarcılar eskilerini aratır oldular. Herşeyi kendileriyle başlatan bu oportünistler, ortaya attıkları görüşleri gelinen durumda savunmaktan aciz bir konuma düştüler.
“Gerçek bir Marksist yönelişin özünü ve esasını, proletaryanın tarihsel rolünü kavrayışı oluşturur. Bu kavrayışa ulaşmış ve dolayısıyla Marksist-Leninist sıfatını hak etmiş bir siyasal hareket, teorik gelişmenin siyasal faaliyetinin ve örgütsel şekillenişinin odağında yalnızca ve yalnızca işçi sınıfını koyar. Örgütsel gelişimin, proletaryanın öncüsünü komünizme kazanmayı ifade ettiği parti örgütünün yaratılmasının proletaryanın bilinçli kesimini örgütlemek demek olduğu ‘proletaryanın en üst örgütlenme biçimi olarak parti’ sözünün boş ve rastgele bir söz olmadığı hep unutulmuştur… Küçük-burjuvazinin bağrında komünist parti inşa etmeye kalkmak, kesinlikle bir tesadüf, ya da basit bir yanılgı değildir. Bu, Marksizm-Leninizm’in özü demek olan proletaryanın tarihsel rolünü kavrayamamak demektir…” (Yakın Geçmişe Genel Bakış ve Program Taslağı s. 20 yıl 1987)
“Partileşme sürecimizin bugün hala en zayıf sınıf hareketiyle birleşme alanıdır derken biz henüz fazla bir mesafe alamadığımızı zaten açıklıkla ifade ediyoruz. Fakat eğer bugüne kadarki tüm çabalarımıza rağmen bugün henüz sınıf hareketi içinde anlamlı bir mesafe alamadığımız bir gerçekse ve biz sınıf hareketiyle birleşme ve partimize bu zemin üzerinde bir politik-örgütsel yaşam alanı yaratmada buna rağmen özel bir ısrar gösterebiliyorsak, kendi başına bu olgu bile, bizim komünist ideolojik kimliğimizin ve sınıf devrimciliği çizgimizin kanıtı sayılmalıdır.” (Ekim sy.157 Başyazı)
Ekim örgütü, ilk ortaya çıktığı dönemde genel olarak devrimci ve komünist hareketi sınıf zemini üzerinde yükselen ve bunun gereklerine göre örgütsel bir inşa çalışması içinde olmadığından dolayı, lafta ne söylese de pratikte proletaryayı merkezde tutan bir parti geliştirmediği nedeniyle halkçı popülist olarak mahkum etmeye çalışanlarda bulundu. Sınıf zemini üzerinde yükselemeyen hareketlerin ideolojisi ile politikası arasındaki çelişkiye dikkat çekerek, özellikle TDKP’yi gençlik hareketi zemininde örgütlendiğinden dolayı acımasızca eleştirdi.
Neki Ekim-TKİP örgütü dün söylemiş olduğu bu görüşleri kendiside aşamamış ve proletarya partisinin proletarya hareketinin zemini üzerinde yükselterek, onun ileri öğelerinin komünist bir örgüt etrafında birleştirilerek gerçek anlamda sınıf partisinin kurulacağı görüşünden çark etmiştir. İdeolojik önderlikle sınıf hareketi olduğunu kanıtlamaya çalışacak kadar pusulasını şaşıran ve bu aynı görüşü başkaları savunduğu için onları fütursuzca eleştiren bu aklı evvel oportünistler, aradan 26 yıl gibi uzun bir süreç geçtiği halde ve önlerinde yararlanabilecekleri o kadar fazla ve gelişkin deney, tecrübe ve olanak olmasına karşın, bu kendinden menkul yeni yetme inkarcılar, söylediklerine uygun bir pratik geliştiremedikleri gibi, proletaryasız parti kurulabilir fikrinde konaklayarak 50-100 kişilik küçük-burjuvaziden devşirilmiş güçlerle, yani esas olarak gençlik içinde kalan çalışmalarıyla dün eleştirip, mahkum ettiği, küçük-burjuva popülizm olarak eleştirdikleri parti fikrine kapaklanmaktan kurtulamadılar.
Ve Ekim-TKİP örgütü, proletaryadan ayrı telden çalarak etrafına toplamış olduğu küçük-burjuva sınıf ve kesimlerinden aşırılmış kadrolarla işçi sınıfının ihtilalci partisini yaratmaya ramak kaldığından ve dem vurarak sınıftan kopuk bir kuruluş kongresiyle TKİP adını alarak yeni bir işçi sınıfını öncü tabela partisini ilan etmekten kendisini alamdı.. Demek ki TKİP_Ekim örgütü, söylemlerine uygun hareket etmediği gibi, komünist harekete yaklaşımında da devrimci bir konumda durmadığını ortaya koyuyordu 30 yıl sonrasında Ekim örgütü sınıftan kopuk TKİP’i kurarak, sınıfa gideriz tasfiyeci küçük-burjuva fikrinde konaklıyor, böyle kendisine oportünizm’i başkasına Marksizm’i uygulama oportünizminden bir türlü kurtulamıyordu.
Daha önce etmiş olduğu iri lafları yutmaktan ve unutmaktan çareyi buluyordu. Haliyle komünist harekete büyük laflarla saldırısının da inandırıcı bir yanı kalmıyordu.
Bu aynı durum, yeni yetme inkarcılardan, çift standartçılık ve keyfiyetçilikte akıl hocalarını geride bırakan MLKP’de de görülmektedir. Hemen herşeyi kendisiyle başlatma ve yeninin, “yeni tarzın” -ki bunun DHKP-C ve PKK kop yeciliği ve karikatürizmi olduğu su götürmez biçiminde açığa çıkmıştır- kurucusu ve geliştiricisi olduğu iddiasında bulunan MLKP'i, TDKP’den aşırdıkları ve TİKB, TKİP-Ekimle aynı hatta buluştukları inkarcı görüşlerini, “dün dündür, bugün bugündür” oportünist görüşlerini pervasızca savunmaya götürmüştür.
Kaypakkaya yoldaşı ve komünist hareket’in 72-79 sürecini, küçük-burjuva devrimciliği aşamayan, sınıf hareketini temel alarak bu zeminde komünist hareketi yükseltmeyen bir süreç olarak görüp mahkum eden bu aklı evvel akım, gelinen durumda bütün bu söylediklerini unuturcasına aymazca hareket ederek, “ Ekim devriminin yolunun, yani proletaryayı temel alan bir siyasal, örgütsel strateji ve taktiğe ilişkin Leninist-Stalinist bakış açısının, bizim gibi ülkelerde (yani geri bağımlı ülkelerde) geçerli olmadığı yolundaki önyargının damgasını bastığı THKO-THKP-C ve TKP-ML bu anlayışlarının doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olarak anti-Leninist bir parti anlayışında konaklanıyorlar.”
“Proletaryanın önderliğini, esas olarak lafta benimsemiş, proletaryanın yerine teoride köylülüğü (ki burada üç hareketi de aynı kefeye koyarak TKP/ML Hareketi ile diğer akımlar arasındaki net olan ayrım çizgisini kabaca çarpıtmak ve Kaypakkaya’nın savunmadığı görüşleri savunuyor göstermek dürüstlükten öte tarihi gerçekleri çarpıtmak anlamına gelir. TKP/ML Hareketi hiç bir zaman ve hiç bir yerde teoride köylülüğü temel almamıştır. Bu iddia düpedüz yazarın Kaypakkaya’ya ve komünist harekete ne kadar düşmanlık içinde olduğunu gösterir. HB) ve pratikte de köylü yığınlarından da kopuk olan devrimci öncüyü koymuş olan ‘71 devrimci hareketi…” (P. Doğrultu s. 8, s.5-6)
Yeni yetme oportünist inkarcılığın bir söylediği diğerini tutmadığından ve yamalı bohça olarak farklı görüşleri aynı torbada taşıdığından dolayı yazılarında da bu farklılıklar görülmekte ve tezatlıklarını yakalamak zor olmuyor. Bir yanda sınıf hareketi üzerinde yükselmeyen ve bunun gereklerine göre pratikte adımlar atarak siyasal, örgütsel mücadeleyi asıl olarak sınıf içinde olmayan akımların komünist olamayacağını savunacaksın ve buradan hareket ederek Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi’ni küçük-burjuva devrimciliği olarak niteleyeceksin, ondan sonra da tam olarak 40 yıl sonra kalkıp, sınıftan kopuk ve onu lafta temel alan ve pratikte buna uygun bir mücadele -örgüt hattında yürümeyen, küçük-burjuvazinin deklase kesimleri üzerinde yükselen, esas olarak semt ve öğrenci gençlik zemini üzerinde oturan MLKP’yi büyük M-L parti olarak niteleyeceksin.? Hem de legalizm limanına demir atarak.
Böyle keyfiyetçilik ve çift standartçılık olacak bir şey değildir. MLKP önderleri büyük gürültü kopardıkları ve parti aldı başını gidiyor havasını bastıkları koşullarda, çok özel koşullarda gerçekleştirilmiş bir toplantı olarak gösterilmeye çalışılan, 2. Kongre belgelerinde bu söylediklerinden fersah fersah uzak olduklarını göstermektedir: “ Komünist partisinin, işçi sınıfı hareketiyle bilimsel sosyalizmin birliği olduğu yolundaki Marksist-Leninist öğreti tamamen dorudur… Fakat bu birliğin kural olarak komünist partilerin kuruluşundan önce gerçekleştiği ve gerçekleşmesinin zorunlu olduğu, bundan önce parti kurulmayacağı vb. iddia edilemez. Geçmişte bu yönde iddiaların ileri sürüldüğü bilinmektedir… Komünist partisi sonuç olarak bir örgüttür ve kuruluşu sorunu, onu kuranların iradesine balıdır.” (2. Kongre Belgeleri s. 25) derken çeteler, dün işçi sınıfı partisinin sınıftan kopuk olarak kurulacağını savunanları parti öğretisini sıradanlaştırarak ayağa düşürmek olarak eleştirip bu yaklaşımları mahkum ederken, bugün nihayetinde partiyi, komünist hareketin sınıfla birliğine, yerel örgütler oluşturmasına, kadrolaşmasına vb. bakmadan bir avuç devrimcinin bir araya gelerek, sınıftan kopuk olarak kendi iradeleriyle partiyi ilan edeceklerini ilan ederek komünist işçi partisini sıradan bir örgüt derekesine düşürerek Maocu parti anlayışlarıyla aynı kulvarda buluşmuşlarıdır.
Keza MLKP, dün Kaypakkaya ve TKP/ML Hareketi’ni sınıfla birleşmeyi merkezde tutmayıp, pratikte buna uygun hareket etmediği gerekçesiyle eleştirip küçük burjuva çemberi kırıp, dışına çıkmadığı iddiasıyla eleştirip, mahkum ederken, bugünkü MLKP, 40 yıl sonra semt ve öğrenci gençlik içinden devşirdiği küçük burjuva kadrolarla, esas olarak pratik çalışmalarını sınıf dışı küçük burjuva kesimler içinde -öğrenci gençlik ve semtler gibi yoğunlaştırırken Marksist-Leninist oluyor ama önünde yararlanacağı her hangi bir deney, tecrübe ve olanaklar vb. Yok iken ilkliğin ve çocukluğun getirmiş olduğu nedenlerden dolayı aynı konumda hareket eden Kaypakkaya ve komünist hareketi çok rahatlıkla küçük-burjuva olarak damgalayarak mahkum etmeye çalışıyor. Bakalım MLKP 40 yıl sonra örgütsel-politik çalışmanın merkezinde tuttuğunu iddia ettiği sınıfla birleşmede ne kadar yol kat etmiştir?
“MLKP’nin sınıf hareketine bağlanmadığı, onun temel zaafı, işçi sınıfıyla bağlarının fazlasıyla zayıf olmasıdır…” (2. Kongre Belgeleri, s. 27)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder