Ekim ayı dünya işçi ve emekçileri bakımından Sosyalist
Ekim Devrimi'yle nasıl ki tarihsel bir olaya tanıklık ettiyse aynı biçimde
Türkiye’de de Ekim Ayında onlarca devrimci, devrim ve sosyalizm için
yaşamlarını ortaya koydular.
Ve Ekim, baharın bitişi yeni bir baharın müjdeleyicisi...Yeni baharlar doğurmaya gebe bırakır yaşamı...Ve bir doğuş, bir doğuş daha..Ölümden yaşamı yaratan, yaşamı ölümsüzleştiren yaşamın diyalektiği bütünleşir yaşama yeni baharlar, yeni yaratımlar bahşeden Ekim’le.
Ekim ayı kahraman şehitler ayı... Öyle kahramanlar bağrına bastı ki, yazılamaz, çizilemez ve anlatılamazlar. Her birisi sayfalar dolusu romanların konusu... Her birisi birer efsanenin başkahramanıdır.
Devrim ve sosyalizm tarih, yeni bir doğuşa tanıklık etmiştir. Bir doğuş, bir başlangıç bir yaşam denemesinin adı olmuştur. Unutulmayan ve unutulamayacak Ekim Devrimi de, bu ayda kapitalist ve emperyalist sistem karşısında başarı kazanmıştı. Tüm saldırılara ve kara çalmalara rağmen bu Ekim devrim tarih karşısında önemini ve kutsallığını asla yitirmemiştir. Tüm güncel sonuçlarının yanında kadrolar bu devrimde aktif rol oynamıştır. Bir deneyim, bir arayıştı, yitik yaşam karşısında... Karanlıkların efendileri, yürekleri yaşam kıvılcımıyla aydınlatmaya yüz tutan bu umuda tahammül ederler miydi? Elbette hayır. Yürekler bir kez daha karartılarak yitik yaşam içinde kaybedilmek istendi. Ancak karanlıkların efendileri bilemezlerdi ki, uygarlığın doğuş mekanı kutsal çocuklarıyla, çalınan aydınlığı bir kez daha insanlığa sunacak...
Önce 14 Ekim 1989'da Aydınlık-İP hainlerince İsviçre'de Mehmet Türk yoldaşı kaybettik. Ardından faşist diktatörlüğün devrimci mücadeleyi ezip dağıtmak için uygulamaya koymuş olduğu kayıplar saldırısında genç komünist Hüseyin Toraman yoldaşı 27 Ekim 1991 yılında yitirdik. Sınıflar savaşımı şehitler vererek ilerliyor ve şehit düşenlerin bayrağını arkadaki yoldaşlar kaparak kavgayı sürdürüyorlardı. 27 Ekim 1992 tarih sayfalarını gösterirken Kilis'te altı kızıl gülümüzü toprağa verdik. Büyük Ölüm Orucu Direnişi'nde feda eylemcisi 18 Ekim 2002 yılında Ali Ekber Barış yoldaşı ölümsüzlüğe uğurladık.
Hayatta en güzel şey nedir diye sorulsa kuşku yok ki her devrimci özgürlük diyecektir. Nice kavgalara sebep olan hayatın ötesine saklanan özgürlük insanları ardında koşturur da durur. İnsanlığın kalbinde yanan bir umut ışığıdır özgürlük. Sınır tanımayan bir rüzgâr gibi savrulur duru sürekli olarak. Tenhaya verir kendini, damıtmaz, aranırda bulunmak ister. Bizler de onu arar dururuz. Zaman, mekân ve şartlar ne olursa olsun ona ulaşmak için büyük bedeller ödemekten ve feda ruhuyla ileriye atılmaktan geri durmayız. Çünkü insanca bir toplumda yaşamanın yolu özgürlük yürüyüşünden geçmektedir.
Nice şehitler verdik bu toprağa devrimin tohuma durması için. Toprağı kızıl kanlarıyla sulayan bizden öncekiler gibi sürekli bir arayış içerisinde olduk. Halktan aldık gücümüz ve denenmiş sınanmış ideolojimizle donandık zafer yürüyüşümüzde sayımız çok olmasa da, yalnız da kalmadık. Yanı başımızda sürekli bir yoldaşımız var oldu, umut. Ödün vermedik hiç bir zaman. Tek silahımız umudumuz olarak algıladık. "Umut zaferden daha değerlidir" dedi, ve sabırlı olmayı öğretti bize sosyalizm kavgası. Aşkın sabrına gömüldük ve tek taraflı ilan ettik aşkımızı. Aşkın bedeli ağır oldu. Kan, sel oldu taştı, ülkenin her yerine. Yeni bir yaşam doğdu. Uçsuz bucaksız Türkiye coğrafyasında gök gürledi, yer inledi. Bir ananın çığlıklarıyla gözlerini açtı yoldaşla, köhnemiş ve eskimiş dünyaya yeniyi kurmak adın. Mama yerine açlıkla, yoksunluklarla büyütüldüler. Yoksulluk yaşadıkları en büyük sorun, tüm emekçiler gibi. Devrim ve sosyalizm için dövüşen ve şehitler ordusuna katılanlar bir düş olup girmişti rüyalarına bir gece vakti. İstanbul sokakları, Kilis sınır boyları bir nehrin taşkınına uğramış sel olup akmıştı adeta. Bunca insan tek bir amaç için meydanlarda dövüşüyordu ve sloganları da ortaktı:"Yaşasın devrim ve sosyalizm mücadelemiz!”
Ama düşman da boş durmuyordu Her fırsatta devrime saldırıyor ve devrimci hareketi etkisiz kılmaya ve korku duvarını büyütmeye çalışıyordu. 91 yılında genç komünist Hüseyin Toraman yoldaş kaçırılarak katlediliyordu. Kayıplar ve failli mechül cinayetler almış başını yürümüş, sokak infazları artarak sürüyordu. Ve silahların sesinin duyulmadığı gecelere hasret kalınmıştı. Ve gazete manşetlerine kaç kişinin öldürüldüğü haberleri inmiyordu. Korku, ölüm gibi sarmıştı bütün ülkeyi. Büyük bir öfke ve kin içerisinde, yoldaşlar mücadeleyi örüyorlardı.
Çünkü faşizmin baskı ve saldırı dalgasını püskürtmenin yolu devrimci görevlere sıkıca sarılmak ve bunun gereklerini yerine getirmekten geçiyordu. Kendi emeğiyle yaşamayı bu sayede öğrendik. Aynı zamanda kendine güvenen, onurlu bir genç olmayı da. Yaşama dair umut dolu, ele avuca sığmayan bir yoldaşlar elde silah dövüşmek için Bekanın yolunu tuttular askeri eğitim için. Çünkü mücadele görevleri çeşitlendiriyor ve daha bir zorlaştırıyordu. Özgürlüğe aşık olmuştu yoldaşlar ve bunu pratiğe sürmek için genç yaşta silaha sarılmanın yolunu tutmuşlardı.
Her gün düşman baskınına uğrayan, sürekli itilip kakılan, hakaret, işkence, saldırıların gündelik yaşama döndüğü bir Türkiye yaşam olumsuzluklara seyirci kalınmazdı.
Seyirci kalmayan komünistler sıkıca sarıldılar devrimci görevlerine ve büyük görevler için öne atıldılar, faşizmi yenmek için onlar, devrimin ve geleceğimizin temsilcileriydiler bu kavşakta. Yüreğinde devrim ateşinin korlandığı altı komünist gerilla, devrime gebe ülke topraklarında savaşma arzusuyla sının geçmeye çalışıyorlar. Ama ölüm kalleşti. Ölüm sınırdaydı. Düşman ve ölüm pusuya yatmıştı.
Altı komünist savaşçı, ölümden korkmaksızın, ölümün üstüne üstüne gidiyorlardı grubun en önünde, Saim Bozkurt Yoldaş vardı. Belki de, ilk ve son savaş muharebesini yönettiğini bilmeden giriyor zulüm tufanına. Arkasından diğer canlar / yoldaşlar, Ertan Uzunyayla, Müslüm Akyol, Hasan Çiçek, Erdoğan Tatar ve Mehmet Beşgen yürüyordu. Kahrolası bir karanlık ve sessizlik. Çok sürmüyor karanlığın hükmü ve birden anlamsız sessizliği bozan kurşun sesleri yankılanıyor dağlarda. Karşı-devrimin silahları kan kusuyor gencecik bedenlerin üzerine. Ve devriliyor birer birer genç fidanlarımız Kilis toprağına. Her biri yarım kalan şiarlarını haykırarak kanlarını katıyorlar toprağa. Kan ile sulanıyor toprak. Ve aynı anda proletaryanın kızıl bayrağı, daha da kızıllaşıyor. Tarihin, bu nirengi noktasında altı komünist gerilla daha şehit düşüyor, Kürdistan dağlarında.
Evet, altı Mayıs Onsekiz gerillası yoldaş, hain pusularda devrime canlarını armağan ederek, katıldılar ölümsüzler kervanına. Sonsuz fedakârlığın ve inancın sembolü oldular. Can bedeli ölümün üzerine yürüdüler.
Bazı insanlar vardır, akıp giden yaşamımız içerisinde belki binyıllardır tekrarlanan herhangi bir davranışı öyle kendilerine özgü gerçekleştirirler ki, sevdirirler bize o davranışı. Yaşamın içerisinde hep var olan bir kavramı yeniden keşfetmeye, onun peşinden hesapsız yürümeye çekerler bizi. Yaşamdan yitirdiğimiz parçalarımızı yeniden birer birer toplamaya yöneltir böyle insanlar bizi, yani insan olmaya. Aynı zamanda yaşamla aramızdaki mesafenin ölçü birimidir bu insanlar; kendimizi vurduğumuz teraziler, boyumuzu ölçtüğümüz aynalar, hayallerimizi sınadığımız dünyalar.
İşte karanlığa ışık olan Ölüm Orucu feda savaşçısı Ali Ekber Barış yoldaş, teslimiyetin ve ihanetin dayatıldığı 19 Aralık 2000 operasyonunda öne atılarak faşizmin saldırılarına geçit vermemek için gönüllü feda savaşçısı olarak öne atılarak, İNŞA'nın Ölüm Orucu bandını alnına ve yüreğine takarak ileriye atılıyordu. Düşman haindi, düşman kalleşti. Devrimci tutsaklardan intikam almak için F tipi hücre saldırısını pratiğe sürerek, kolektif direniş ve iradeyi kırmak istiyordu.
Ne ki bunun karşısında devrim ve sosyalizmden başka bir şey düşünmeyen devrimci tutsakların devrimci iradesi duruyordu. Bölük bölük ölüm orucu savaşçılar barikatın başına koştular. Şehit olanların bayrağı yere düşmeden bir başka feda savaşçısı barikatın başında kızıl bandıyla devrimci görevi devraldı. Nöbet asla boş kalmadı. Göğüs göğüse bir kavga sürüyordu F tipi hücre zindanlarında. Ya düşmanın dayatmaları kabul edilecek kölece ve onursuzca yaşama boyun eğilinecek ya da Ö.O. direnişiyle bu faşist kuşatma dağıtılacaktı.
Yüzlerce devrimci ve komünist bu faşist teslimiyet dayatmasının parçalanması için Ö.O eyleminde görev üstelendiler. Bu uzun süreli adım adım ölüme gidilen yürüyüşle faşist MGK diktatörlüğünün zindanları ihanet yuvası haline getirme politikası darbelenerek boşa çıkarıldı. Bedenlerini ölüme yatırarak şehitler ordusuna kattığımız 122 ölüm orucu şehitlerinden biriside KP-İÖ savaşçısı Ali Ekber Barış yoldaştı. O, üstlenmiş olduğu devrimci görevini ölümü çekinmeden kucaklayarak yerine getirdi. Yaklaşık 6 aylık bir ölüme meydan okumanın ardından 18 Ekim 2002 tarihinde Ali Ekber yoldaşı şehitler ordusuna kattık. Ö.O savaşçısı Ali Ekber yoldaş kavgamızda hep yaşacaktır.
Bazen bir bebeğin sıkıca tuttuğu elimizde hissettiğimiz enerji yaşam bağlılığımızı, bazen bir işçinin elindeki kazmayla toprağı işlediği andaki ahengi emekle barışıklığımızı sınar; bazen bir kadın ya da erkeğin tüm kirleriyle sisteme meydan okuyuşu cesaretimizi ölçer bazense tanıdığımız birinin dünyayı doldurduğu yüreği ile her şeye hükmedebildiklerini sananlara karşı bir kahkaha patlatırcasına toprağa düşüşü, geçmişi ve geleceği ile tüm insan yanlarımızı -eğer varsa- diriltir. Onlar gibi olmak isteriz içten içe; öyle kaygısız, öyle cesur, öyle içten ve öyle yiğit. Belki fark eder ya da etmeyiz ama onlar bizim ve başkalarının kahramanlarıdır.
Çünkü onlar hiçliği erdem sayan bir faşist düzenin öğrettiklerinin dışına çıkarak işledikleri "suçla" orantılı bir cezayı göze alarak, aslında hepimizin yüreklerinde saklı olanı yüksek sesle söylemişlerdir. Yani bir yerlerde yitirdiğimiz bir şeyleri bize geri vermişlerdir.
Çünkü onlar yaptıkları şey ne olursa olsun yaptıklarının hakkını vermişlerdir. Hakkını vererek, doyasıya ve tüm kirlerden arınmış haliyle. Diğer insanlarla onlar arasındaki sade ve gerçek fark budur. O yüzdendir ki sevdirirler bize en büyük acılar ve zorluklarla yüklü bir yaşam mücadelesini. Yaşama sevdalı genç yüreklerimiz sevdalı olmasa da ölüme, öyle bir kavgaya girişleri vardır ki, onların ardından akmak isteriz delice mücadeleye. Hayatımız boyunca kendimize sorduğumuz "nasıl bir yaşam" sorusuna aradığımız yanıtı onlarda bulur ve "İşte bu sosyalist " diyerek düşmek isteriz peşlerine.
Onlar, kabul etsek de etmesek de kahramanlarımızdır dedik de, tabi, bu da yetmez ifadeye. Can pahası köprülerdir onlar, aynı zamanda yitik dünyalarımızdan özgürlüğe, umuda ve geleceğe. Onlara tutunarak geçeriz en sarp patikalar ve en derin uçurumlardan. Bizden önce onların yolu uğramıştır oralara ve hiçbir engelin aşılmaz olmadığını kanıtlamışlardır. Bize düşen sadece kurdukları köprülerden geçmek, yaşamdan korkmamak ve üstüne üstüne yürümektir faşizmin.
Ekim şehitlerini yaşatmak ve onların ideallerine bağlı kalmak, On'ların anılarını yaşatmak ve devrimci görevleri sıkıca sarılmaktan geçtiğini unutmadan, On'ların açtığı feda yolunda yürüyerek zafer yürüyüşümüzü sürdürmeli ve On'ların bize bıraktıkları değerlere sahip çıkarak, devrimci görevlerimize sıkıca sarılarak, şehitlerimize sahip çıkıp yaşatmalıyız.
Ekim Şehitleri
ölümsüzdür!
Yaşasın devrim
ve sosyalizm mücadelemiz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder